TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET DEMİRTAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6098)
|
|
Karar Tarihi: 15/10/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 25/12/2015-29573
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet DEMİRTAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Zeynep KÜÇÜK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun kanuni
süreyi aştığı ve makul olmayan bir süredir devam ettiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 28/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
4/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/12/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü
27/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine
sunulan görüş, başvurucuya 4/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı
beyanlarını 18/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında
12/6/2007 tarihinde göz altına alınmıştır.
9. Başvurucu İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin 16/6/2007 tarihli ve E.2007/67 Sorgu sayılı kararıyla
tutuklanmıştır.
10. Soruşturma sonucunda
başvurucunun, kamuoyunda "Ergenekon Soruşturması" olarak bilinen ve
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2008/209 E. sayılı dava kapsamında
cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Bu dava aynı Mahkemenin
2009/191 E. sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Başvurucu bu dava kapsamında
tutuklu olarak yargılanmıştır.
11. Son olarak 12/7/2013
tarihinde tutukluluk hâlini inceleyen Mahkeme, başvurucunun tutukluluğunun
devamına karar vermiştir.
12. Bu karara yapılan itiraz,
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli ve 2013/493 Değişik İş
sayılı kararıyla reddedilmiştir.
13. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi 5/8/2013 tarihli ve sayılı kararıyla başvurucunun üzerine atılı
suçlardan mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
14. Başvurucu 2/8/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. Başvurucu 10/3/2014
tarihinde tahliye edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
16. Anayasa’nın 153. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Kanun, kanun hükmünde kararname
veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal
kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi
Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.”
17. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66.
maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkemece iptaline karar verilen
kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya
bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede
yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde,
Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe
gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.”
18. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve
332 nci maddeleri hariç olmak üzere, İkinci Kitap
Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza
Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.”
19. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer
hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.”
20. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddenin
(5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde
işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.”
21. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
…
9. Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde
220),
10.
Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
11.
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312,
313, 314, 315)”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 15/10/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 2/8/2013 tarihli ve 2013/6098
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23. Başvurucu, 3713 sayılı
Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrasına göre kendisine isnat edilen suçlar
bakımından 5271 sayılı Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin iki kat
uygulanmasını öngören hükmün, Anayasa Mahkemesince 4/7/2013 tarihinde iptal
edilmesine rağmen bu kararın kendisi hakkında uygulanmadığını, iptal kararı
tarihi itibarıyla 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye
edilmediğini, iptal kararı sonrasında tutukluluk hâlinin yasal dayanağının
kalmadığını ve makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürerek
Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Başvurucunun iddialarının
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Tutukluluğun Kanuni
Süreyi Aştığı İddiası
25. Başvurucu, Anayasa
Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli iptal kararıyla birlikte tutukluluğunun kanuni
dayanağının kalmadığını ileri sürmüştür.
26. Bakanlık, görüşünde 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında ağır cezalık suçlar için azami tutukluk
süresinin iki yıl olduğunu, bu sürenin zorunlu hâllerde üç yıl daha
uzatılabileceğini, uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş
yıl olabileceğini, başvurucunun 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin (2)
numaralı fıkrası, 174. maddesi ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında tanımlanan suçları işlediği iddiasıyla yargılanarak
hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli
kararı ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrasını iptal
edildiğini, bahsi geçen kararın 2/8/2013 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlandığını, gerekli yasal düzenlemenin yapılabilmesi için Anayasa’nın 153.
maddesi uyarınca iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin bir yıl ertelendiğini,
başvurucunun İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli mahkûmiyet
kararına kadar altı yıl on bir ay yirmi iki gündür tutuklu olduğunu ve bu
sürenin on yılı geçmediğini belirtmiştir.
27. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı Anayasa Mahkemesinin 21/11/2013 tarihli ve E.2012/1303 sayılı
bireysel başvuru kararına atıf yaparak azami tutukluluk süresinin beş yıl
olduğunu ve somut olayda bu sürenin aşıldığını belirtmiştir.
28. Başvurucunun, kanuni tutukluluk
süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
29. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim
kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan
yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
30. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke
olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 42).
31. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabileceği; bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19.
maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki
temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile
uyumludur (Savaş Çetinkaya, B.
No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).
32. Kişi hürriyeti ve güvenliğine
ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama
yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir.
Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfî bir şekilde özgürlüğünden
alıkoymaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi
özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfî
uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan
hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı
gereğince başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup
bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise
hukuk devleti ilkesi gereği, keyfîliği önlemek için
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (Murat Narman, § 44).
33. Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271
sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre
kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (Murat Narman, § 45).
34. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hâllerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
35. Yargılandığı davada başvurucuya
isnat edilen fiiller, 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrası
kapsamında olup aynı fıkrada, bu fiiller bakımından 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen tutuklama sürelerinin iki katı
olarak uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla başvurucuya isnat olunan
fiiller bakımından uygulanacak toplam tutukluluk süresinin uzatma süreleri
dâhil azami on yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
36. 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin
beşinci fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli ve E.2012/100, K.2013/84
sayılı kararı ile iptal etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Ceza hukukunun, toplumun kültür
ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili bulunması nedeniyle
suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem
tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda hukuk
devletinde, ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından kanun koyucu
Anayasa'nın temel ilkelerine ve ceza hukukunun ana kurallarına bağlı kalmak
koşuluyla, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları
takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları
gerektiği, hangi hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öğe olarak
kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahip olduğu gibi ceza
yargılamasına ilişkin kurallar belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu,
görev ve yetkileri, işleyişi, yargılama usulleri ve yapısı hakkında da Anayasa
kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine
sahiptir.
Ceza
yargılamasına ilişkin kuralları ve bu kapsamda suç türlerine göre tutukluluk
sürelerini belirlemek kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında bulunmakla
birlikte, gerek ulusal mevzuatta ve uygulamada gerekse de Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, ilk derece
mahkemelerince sanığın suçlu bulunarak mahkûm edilmesinden sonraki sürecin
tutukluluk olarak değerlendirilmediği de nazara alındığında, dava konusu
kuralda düzenlenen azami tutukluluk süresinin demokratik bir hukuk devletinde
kabul edilemeyecek kadar uzun olduğu, bu yönüyle kuralda tutuklamanın adeta bir
ceza olarak uygulanabilmesine imkân tanınarak, tutuklama tedbiriyle ulaşılmak istenen
hukuki yarar ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı arasındaki makul dengenin
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı aleyhine bozulmasına neden olunduğu…”
37. İptal kararının yürürlüğe gireceği
gün sorununu da inceleyen Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 153. maddesi ile 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası hükümlerine göre söz konusu
iptal kararının derhâl uygulanmasını “kamu düzenini ihlal edici nitelikte”
görerek iptal kararının Resmî Gazete’de
yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir.
38. Somut olayda başvurucu Anayasa
Mahkemesinin anılan kararı üzerine tutukluluk hâline son verilmesi istemiyle
5/7/2013 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur.
Başvurucunun talebi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2013 tarihli ve
2013/435 Değişik İş sayılı kararında “3713
sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Türk Ceza Kanununun
305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri
hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci
Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama
süresi iki kat olarak uygulanır.” hükmünün Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013
tarihli ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararıyla iptal edildiği, ancak
Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca söz konusu iptal kararının Resmi Gazetede
yayınlanması veya Resmi Gazetede yayınlanarak iptal gerekçesinde belirlenen
sürenin dolmasıyla yürürlüğe gireceği, bu bakımdan 3713 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin beşinci fıkrasının halen yürürlükte olduğu, tutuklu sanığın
durumunun bu hükme göre değerlendirilmesi gerektiği, tutuklu sanık hakkında
tutmayı gerektirir somut delillerin mevcut olduğu, tutuklu sanığın üzerine
atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi içtihatlarında da tutuklama için makul şüphenin yeterli
görüldüğü, atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık
hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının
yetersiz kalacağı” gerekçesiyle reddedilmiştir.
39. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 12/7/2013 tarihli kararına itiraz etmiş; itiraz, İstanbul 14. Ağır
Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli ve 2013/493 Değişik İş sayılı kararında “tutukluluk hallerinin devamına ilişkin kararların ve
gerekçelerinin ortaya konulduğu Mahkemenin 27/7/2012 tarihli oturumunda
sanıklar için belirtilen tutukluluk gerekçelerinin usul ve yasaya uygun olduğu
ve herhangi bir isabetsizlik görülmediği” gerekçesiyle reddedilmiştir.
40. Anayasa
Mahkemesinin birçok içtihadında, tutukluluk süresinin hesabında ilk derece
mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması
gerektiği, yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm
edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıktığı ve tutma
nedeninin ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma hâline
dönüştüğü, bu bakımdan temyiz aşamasında geçen sürelerin tutukluluk süresinin
değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamayacağı belirtilmiştir (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, §
41).
41.
Somut olayda başvurucu 12/6/2007 tarihinde gözaltına alınması ile İlk Derece
Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı üzerine hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmesi arasında yaklaşık altı yıl iki aylık bir
süre boyunca “bir suç isnadına bağlı olarak”
tutulmuştur. Her ne
kadar 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrası Anayasa
Mahkemesi tarafından 4/7/2013 tarihinde iptal edilmişse de iptal kararının
derhâl uygulanmasının kamu düzenini ihlal edeceği değerlendirilerek iptal
hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından
başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. Başvurucunun
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu 2/8/2013 tarihi itibarıyla söz
konusu iptal hükmü yürürlüğe girmemiştir. Bu
hâliyle başvurucunun tutuklu kaldığı süre 3713 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin beşinci fıkrasında öngörülen on
yıllık azami süreyi aşmamıştır.
42. Açıklanan nedenlerle tutukluluğun
Kanun’da belirlenen azami süreyi aştığı yönündeki
şikâyetlerle ilgili olarak
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “kanunilik şartı”nın
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Tutukluluğun Makul
Süreyi Aştığı İddiası
43.
Başvurucu, uzun bir süredir
tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
44.
Bakanlık, tutukluluk süresinin
hesaplanmasında başlangıç noktasının başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına
alındığı tarih olduğunu, kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesi
kararıyla da olsa bir mahkeme kararıyla mahkûmiyetine karar verildiği tarihte
tutukluluğun sona ereceğini, bu tarihten itibaren tutmanın nedeninin “bir suç
şüphesi üzerine tutma” olmaktan çıkıp “mahkemelerce verilmiş hürriyeti
kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” hâline
dönüşeceğini, başvurucunun gözaltına alınması ile Derece Mahkemesince karar
verilmesi arasında yaklaşık altı yıl iki ay tutuklu kaldığını, suç işlediği
şüphesiyle bir kişinin hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için ilgilinin
atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe ya da inandırıcı nedenlerin
bulunmasının gerekli olduğunu, bu koşulun kişinin tutukluluğunun devam
ettirildiği her aşamada varlığını sürdürmesi gerektiğini ve makul şüphenin
ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması gerektiğini belirtmiştir.
45. Bakanlık ayrıca belirli bir sürenin ötesine geçen
bir tutukluluk süresinin makul olup olmadığını değerlendirirken somut olayın
kendine özgü koşullarının dikkate alınarak öncelikle makul şüphenin varlığını
sürdürüp sürdürmediğinin, derece mahkemelerinin kararlarında gösterilen
tutuklama nedenlerinin yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona
erdirmesi açısından gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı
organlarının adli kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının, davanın
karmaşıklığının, suçlamaların niteliği ve yargılama süresince yargılamayı
uzatma ya da makul sürede sona erdirme açısından başvurucunun tutum ve
davranışlarının dikkate alınması gerektiğini, AİHM’in
özellikle organize suçlulukla mücadelede tutuklu yargılanan bazı başvurucuların
dört yıl üç güne kadar uzayan tutukluluk sürelerini makul kabul ettiğini,
Almanya’ya karşı yapılan ve yaklaşık beş yıl altı ay süren bir tutukluluk
süresine ilişkin başvuruda olayın istisnai koşullarını, karmaşıklığını ve
başvurucunun soruşturulmasına neden olan eylemlerin ağırlığını dikkate alarak
söz konusu süreyi makul bulduğunu belirtmiştir.
46. Bakanlık son olarak başvurucunun, 5237
sayılı Kanun’un 314. ve 315. maddeleri ile 3713 sayılı Kanun'un 5. maddesi
kapsamındaki suçlardan yargılandığını, başvurucunun yargılandığı davanın
kapsamlı ve karmaşık olduğunu, başvurucuyla beraber toplam 275 sanığın
yargılandığını, dava dosyası kapsamında 3.500 ek klasör delil bulunduğunu, 22
davanın aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirildiğini, Derece
Mahkemesince haftanın dört gününde duruşma yapıldığını, yetkili mahkemenin tutuklamanın devamına karar verirken
belirli bir süre suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre
adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK 100/3-a
maddesinde sayılan suçlardan olması gerekçelerine
dayandığını ancak 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin
ardından, yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012
tarihli 210. celsede başvurucunun tahliye talebinin yargılama dosyasının
kapsamındaki diğer sanıklardan ayrı olarak değerlendirildiğini belirtmiştir.
47. Başvurucu, Bakanlık görüşünde
belirtilen kararların hiçbirinin kendi durumuna örnek teşkil etmeyeceğini zira
hiçbir kararda kendi durumu kadar uzun bir tutukluluğun söz konusu olmadığını
belirtmiştir.
48. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir.”
49. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin yargılamanın
makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
50. Tutukluluk süresinin makul olup
olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı
her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38.
maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya
kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet
karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise
istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet
karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat
Narman, § 61).
51. Bir davada tutukluluğun belli bir
süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu
amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece
mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin
kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman,§ 62).
52. Tutuklama tedbirine, kişilerin
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar
tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra
uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin
gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli”
görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de
incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya
sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin
değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (Murat Narman,§ 63).
53. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince
gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke
olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, § § 6364).
54. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir
yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması
kabul edilemez. Bununla beraber bir
zanlı ya da sanığın, tutukluluğu meşru kılan gerekçeler
gösterilerek tutuklanmasının keyfî olduğunu
söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa
gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama
kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir (Kemal
Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
55.
İtiraz
veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve
bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı
olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli karar hakkına aykırılık
teşkil etmez (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, §
46).
56. Derece Mahkemesi, başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar verirken belirli bir süre “suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol
tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK 100/3-a maddesinde sayılan
suçlardan olması” gerekçesine dayanmıştır.
57.
Somut
olayda 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun
tutukluluk durumunu değerlendirmiş ve şu gerekçelere yer vermiştir:
“a- Sanık hakkında 16.6.2007 tarihli tutuklama sebeplerinin
henüz ortadan kalkmamış olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının henüz
tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri
konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve
bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt yöneticisi ve
örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların haklarında henüz
tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma aşamasında yurt
dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs iddiasıyla
soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında yargılanan ve
hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.
maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her
bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel
olarak belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı,
nitelik ve nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı,
sanığa atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında
kabul edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst sınırının on yıl olması,
atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları, sanığın
tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne
alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın başlangıcındaki
tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı dikkate alındığında,
mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz yargılamanın asıl olup,
tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok ayrıntılı,
somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi halinde ihsas-ı
rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç şüphesinin tespitinde
bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut çok sayıda yazı ve belgeyle ilgili
inceleme raporları, uzman incelemesi raporları, ihbar mektupları, genelkurmay
başkanlığınca gönderilen yazı ve belgeler, telefon kayıtları, sanık hakkında
daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz
kalacağı anlaşıldığından tutukluluk
halinin devamına karar verilmesi gerekir...”
58. Makul sürenin hesaplanmasında
sürenin başlangıcı; başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı
durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir.
Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak
kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkûmiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hâli sona erer (Murat Narman, §§ 66, 67).
59. Somut olayda
başvurucunun tutukluluk süresi 12/6/2007
tarihinde gözaltına alınması ile İlk Derece Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli
kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılması arasında yaklaşık altı yıl iki
aydır.
60. Tutuklamanın devamına karar
verilirken davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin
durumunun da dikkate alınması bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini
inceleyen Mahkeme, ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri
karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
61. Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun
kapsamında tutukluluk hâlinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği
27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan
birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların
delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri, diğer
sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi
takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine
ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle aynı davada yargılanan
bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de
aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk gerekçelerinin somutlaştırılmasını
engellediği gibi özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki
anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda
ileri sürülen gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 117).
62. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol
hükümlerinin 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği
5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkânı ortaya
çıkmıştır. Buna rağmen anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan
müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli kontrol
tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durumda
tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden
beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin
makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
63. Açıklanan nedenlerle başvurucunun
tutukluluk süresinin uzun olduğu yönündeki şikâyeti ile ilgili olarak
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50.
Maddesi Yönünden
64. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvuruda, Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
66. Başvurucu herhangi bir tazminat
talebinde bulunmamıştır.
67. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
68. Kararın bir örneğinin ilgili
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A.
Başvurucunun iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
Başvurucunun,
1. Kanun’da
belirtilen azami tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin iddiası yönünden
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Tutukluluk
süresinin makul olmadığına ilişkin iddiası yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu
tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Kararın
bir örneğinin Yargıtay 16. Ceza Dairesine gönderilmesine,
E.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına
15/10/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.