TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAŞAR YILMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6183)
|
|
Karar Tarihi: 19/11/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 7/3/2015-29288
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Yaşar YILMAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet YILDIZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, avlanması yasak av hayvanlarına
ilişkin unsurları bulundurduğu gerekçesiyle aleyhine açılan tazminat davasının
kabulüne karar verildiğini ve hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığını
belirterek, adil yargılanma ve özel yaşama saygı hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/5/2013 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/7/2014 tarihli
yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan
görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III.
OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu hakkında, koruma altında bulunan hayvan ve tahnit
(boynuz, deri vb.) bulundurduğu iddiası üzerine evleri, müştemilatları ve
arazilerinde arama yapılabilmesi amacıyla Tuzla Sulh Ceza Mahkemesince
22/1/2003 tarihinde arama kararı verilmiştir.
8. Başvurucuya ait olduğu iddia edilen taşınmazda yapılan aramada,
bir kısmı Türkiye'de yaşamayan yaban hayvanlarına ait post vd. unsurlar
bulunmuş, bu durumu tespit etmek üzere tutanak düzenlenmiş ve bu tutanak sadece
jandarma görevlileri ve Milli Parklar orman mühendisince imzalanmıştır. Arama
esnasında mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan kimse bulunmamıştır.
9. Söz konusu tutanağa dayanılarak Çevre ve Orman Bakanlığınca
kesilen idari para cezalarına karşı açılan davalar, İstanbul 4. İdare
Mahkemesinin 13/9/2004 tarihli kararlarında, suç tarihinden sonra çıkarılan
kanuna göre ceza kesildiği gerekçesiyle cezalar iptal edilmiştir.
10. Başvurucunun mera vasfındaki araziyi tel çitlerle çevirerek
işgal ettiği iddiasıyla Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan
soruşturmada ise 14/3/2003 tarihinde, söz konusu yerin belediye sınırları
içinde olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
11. Başvurucu aleyhine Orman Bakanlığı Marmara Bölge Müdürlüğü Av - Yaban Hayatı Başmüdürlüğü adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğünce, 1/3/2004 tarihinde, 23/1/2003
tarihli tutanaktaki tespitler dolayısıyla 5/5/1937 tarih ve 3167 sayılı mülga
Kara Avcılığı Kanunu'na uymayarak verdiği zarar nedeniyle tazminat davası
açılmıştır.
12. Davaya bakan Tuzla Asliye Hukuk Mahkemesinin, 21/9/2004 tarihli
kararıyla, davaya konu tazminat alacağının idari yargının görev alanında olduğu
gerekçesiyle dilekçenin görev yönünden reddine karar verilmiş, bu karar,
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, 14/4/2005 tarih ve E.2005/3851, K.2005/3979
sayılı ilamıyla bozulmuş, bozmaya uyarak davayı inceleyen Mahkemenin, 26/9/2007
tarih ve E.2005/603, K.2007/811 sayılı kararıyla, "21/3/2003 tarihinde tutulan tutanaktaki çeşitli cins ve adetteki
post, trofe, boynuzların davalıya ait olduğu ve
davalı tarafından işlem yapıldığına dair dosyaya herhangi bir belge ve delil
konulamadığı gibi davalının olayda davalı sıfatının olmadığı " gerekçe
gösterilerek dava husumet nedeniyle reddedilmiştir.
13. Davacı idare tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay 4.
Hukuk Dairesinin 6/3/2008 tarih ve E.2008/161, K.2008/2932 sayılı ilamıyla, "Dosyadaki belgelerden 23/1/2003 tarihinde jandarmaca
tutulan tutanakta dava konusu post, trofe ve
boynuzların davalı Yaşar Yılmaz'a ait köy merası üzerindeki evlerde bulunduğu
belirtilmiştir. Anılan belge resmi evrak niteliğinde olup aksi geçerli
delillerle kanıtlanmış bulunmamaktadır. Şu durumda davanın husumetten reddi
doğru değildir. Mahkemece işin esasına girilmek ve yapılacak incelemeye göre
karar verilmek üzere usul ve yasaya aykırı kararın bozulması gerekmiştir" denilmek
suretiyle bozulmuştur.
14. Bozmaya uyan Mahkemenin, 24/5/2011 tarih ve E.2009/137,
K.2011/341 sayılı kararıyla, "toplanan
delillere, bilirkişi raporları ile tüm dosya kapsamına göre 23/1/2003 tarihinde
jandarma tarafından tutulan tutanakta post, trofe ve
boynuzların davalıya ait köy merası üzerindeki evlerde bulunduğunun tespit
edildiği, buna göre tutanak tutulduğu, bu belgenin resmi evrak niteliğinde
olduğu, aksinin geçerli delillerle kanıtlanamadığı, hazine tarafından talep
edilen tazminatın merkez av komisyonu kararlarına uygun olduğu"
gerekçesiyle dava kabul edilmiştir.
15. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 28/2/2012 tarih ve E.2012/93, K.2012/3040 sayılı ilamıyla
onanmıştır.
16. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin, 16/4/2013
tarih ve E.2012/10148, K.2013/7103 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
17. Bu karar, 5/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
19. 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu’nun 94. maddesi şöyledir:
“Bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut
yataklık etmek şüphesi altında bulunan kimsenin evi ile ona ait sair mahallerde
aranma yapılabileceği gibi gerek üzeri ve gerek eşyası dahi aranabilir.
Bu arama şüphe altında bulunan kimsenin
yakalanması maksadiyle yapılabileceği gibi sübut
delillerinin meydana çıkarılması umulan hallerde dahi yapılabilir.”
20. Aynı Kanun’un 97. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Hakim veya
Cumhuriyet Müddeiumumisi hazır olmaksızın süknada
veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o
mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.”
21. Aynı Kanun’un 98. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Arama muamelesine tabi yerlerin sahibi veya
eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir. Kendisi bulunmazsa mümessili veya
mümeyyiz hısımlarından biri yahut kendisiyle birlikte sakin olan bir kimse veya
komşusu bulundurulur.”
22. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat hakkı” kenar başlıklı 189.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan
deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.”
23. 6100 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004
tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete'de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086
sayılı Kanunun temyize ilişkin
yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”
24. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun 427. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden
verilen temyizi kabil nihaî kararlar
ile hakem kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş
gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir; bu süre, 8.1.1943 tarihli ve 4353
sayılı Kanuna tâbi kamu kurumları hakkında otuz gündür.”
25. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15/2/2012 tarih ve E.2011/2-703,
K.2012/70 sayılı kararı şöyledir:
“…Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi
için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de Hukuk Genel Kurulu
Kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış olması
ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir.
Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak
elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak
elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde
delil olarak kabulü olanaklı değildir.
Somut olaya gelince;
Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı
kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak
kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde
oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün
değildir.
Kaldı ki, bir an için delil olarak kabul
edilse dahi ne CD içeriği, ne savcılık evrakı ve icra
dosyaları ne de tanık beyanları davalının kusurlu olduğunu ispata yeterli
bulunmamıştır.
O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen
Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul
ve yasaya aykırıdır…”
26. Yüce Divan’ın 19.12.2012 tarih ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı
kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:
“…Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı
delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki
ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması
sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması
hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması,
aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise
delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve
hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu
yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller
hükme esas alınmamalıdır.
Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında,
“Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez.”;
5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, “Yüklenen suç,
hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir”
denilmiştir. Aynı Kanun’un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya
konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması
hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinde (1) numaralı
fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen
delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı
yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala
bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları
sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine
bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması
yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte
doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere,
delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle
ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 19/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 5/8/2013 tarihli ve 2013/6183 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
28. Başvurucu, ilk derece Mahkemesi kararına
esas alınan 23/1/2003 tarihli tespit tutanağında belirtilen taşınmazın
kendisine ait olmadığını ve kendisi tarafından kullanılmadığını, açıkça adres
belirtilmeyen arama kararının hukuka uygun olmadığını, aramanın kanunda belirtilen
usule aykırı yapıldığını, arama esnasında kendisinin bulunmadığını, buna rağmen
o mahal ihtiyar
heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulmadığını, arama tutanağı ile sonradan hazırlanan rapor
arasında farklılıklar bulunduğunu, tutanaktaki tespitin aksine söz konusu
taşınmazın kendisine ait olmadığına ilişkin delillerinin dikkate alınmadığını,
ilk bilirkişi raporu lehe iken, taraflı hazırlanan ikinci bilirkişi raporunda
orman mühendisi olan bilirkişilerce hukuki değerlendirmeler yapıldığını, bilirkişilerin
tarafsız olmadığına yeni bilirkişi atanmasına ilişkin taleplerinin reddine dair
kararın masrafları yatırılmasına karşın Mahkemece temyize gönderilmediğini,
yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması taleplerinin kabul edilmediğini
belirterek, Anayasa'nın 20., 21., 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan özel
hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, adil yargılanma hakları ile 38.
maddesinde yer alan kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak
kullanılamayacağı ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlallerin tespiti
ve ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması ve tedbir kararı
verilerek icra işlemlerinin durdurulması taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
29. Başvurucu Anayasa’nın 20.,
21., 36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de,
başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun arama yapılan yerin
kendisine ait olmadığını ısrarla dile getirdiği, bu nedenle iddialarının
özünün, yargılamanın adil olmadığı ve hukuka aykırı delillere dayanılarak hüküm
tesis edildiği hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu
tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun
bütün iddiaları aşağıda Anayasa’nın 36. ve onunla ilgili 38. maddelerinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a.
Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
30. Başvurucu, mahkemece atanan bilirkişiler
tarafsız olmadığı için yeni bilirkişi atanmasına ilişkin taleplerinin reddine
dair kararın, masrafların yatırılmasına karşın Mahkemece temyize
gönderilmediğini, bu nedenle hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Mahkemece, başvurucunun yeni bilirkişi atanması isteminin
reddine dair kararın temyize gönderilmemesi mahkemeye erişim hakkı kapsamında
değerlendirilecektir.
32. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme
kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını
ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
33. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp,
sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek
sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir
amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük
oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
34. Hukuk yargılamasında kural olarak nihaî kararlar ile hakem
kararlarına karşı temyiz kanun yoluna gidilebilir (§ 24). Anayasa’da, “mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin,
işleyişinin ve yargılama usullerinin” kanunla düzenlenmesi
öngörülmüştür. Buna göre, usul kanunlarının Anayasa’ya uygun olmak koşuluyla
düzenlenmesi kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Anayasa’da mahkeme ara
kararlarının temyiz edilebilmesi hakkını içeren bir kurala yer verilmemiştir.
Ara kararlar, kural olarak esas hükümle birlikte temyiz edilebilir.
35. Somut olayda, başvurucu ara kararla verilen “bilirkişi atanması talebinin reddi”
kararını temyiz etmiştir. Mahkemece, yargılama bir hükümle sonlanmadan evvel
duruşmalar safahatında dile getirilen bu istem örtülü olarak reddedilerek,
talep, esas hükümle birlikte sonradan temyize gönderilmiştir. Başvurucunun
savunmaları ve iddiaları, esas hükümle birlikte yapılan temyiz kanun yolunda
incelenmiştir. Mahkemece verilen “bilirkişi
atanması talebinin reddine” ilişkin karar ara kararı olup, ara
kararı ancak esas hükümle birlikte temyiz edilebilir. Her ne kadar bahsi geçen
ara kararda temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiş ise de,
mahkemenin bu yöndeki kararı izhari nitelikte
olduğundan, davalıya esas hükümden ayrı olarak buna ilişkin ara kararı temyiz
hakkı vermez. Bu nedenlerle, Mahkemenin duruşmalar safahatında verdiği ara
kararın, nihai kararın verilmesi beklenilmeden temyiz incelemesi için
Yargıtay’a gönderilmemesi mahkemeye erişim hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemez.
36. Açıklanan nedenlerle Mahkemece verilen “bilirkişi atanması talebinin reddine” ilişkin ara kararın,
yargılamanın duruşmalar safahatında temyize gönderilmemesinin açık bir ihlal
niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, başvurucunun bu yöndeki iddiaları “açıkça dayanaktan yoksun” bulunduğundan
başvurunun bu kısmının kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Diğer
Şikâyetler
37. Başvurucunun, açıkça adres
belirtilmeyen arama kararının hukuka uygun olmadığı, aramanın kanunda
belirtilen usule aykırı yapıldığı, aramada ihtiyar heyetinden veya
komşulardan iki kişi bulundurulmadığını, arama
sonucunda elde edilen hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığı, bu
nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Anılan nedenlerle,
başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
38. Başvurucu, aleyhindeki davada delil olarak
kullanılan eşyaların, ihtiyar heyetinden
veya komşulardan iki kişinin hazır bulundurulmadığı bir arama kararının icrası esnasında ele geçirildiğini,
aramanın 1412 sayılı Kanun’un 97. maddesine aykırı olarak icra edildiğini, bu
nedenle ele geçen eşyaların yargılamada delil olarak kullanılmasının adil
yargılanma hakkını ihlal ettiğini şikâyet etmektedir.
39. Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrası
şöyledir:
“Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak
kabul edilemez.”
40. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
42. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
43. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde, davada kullanılan delillerin ispat güçleri ile
ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte, ceza muhakemesi açısından 17/12/2004
tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217. maddesinde delilleri takdir yetkisi ile ilgili olarak yüklenen
suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat
edilebileceği belirtilmiştir. Ayrıca aynı Kanun’un 230. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendine göre mahkeme hükmünün gerekçesinde, delillerin
tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin
belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle
elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekmektedir.
44. 6100 sayılı Kanun’un “ispat hakkı” başlığını taşıyan 189.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan; “Hukuka
aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın
ispatında dikkate alınamaz” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak
elde edilmiş delillerin ispat gücü olamayacağı kabul edilmiştir Böylece ispat
hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri
sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş
olması esası getirilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15/2/2012 tarih ve E.2011/2-703,
K.2012/70 sayılı kararı).
45. Adil yargılanma hakkı bireylere dava
sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup
olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil
yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama
sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde
karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara
etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve
iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili
iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz
olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye
alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge
sunmuş olması gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
46. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri
değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına
karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada
sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme
yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin
görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın
bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213,
4/12/2013, § 27). Bu yönüyle Anayasa Mahkemesini görevi, belirli delil
unsurlarının kanuna uygun şekilde elde edilip edilmediklerini tespit etmekten
ziyade, bu türden “kanuna aykırılığın”
Anayasa’da korunan başka bir hakkın ihlali ile sonuçlanıp sonuçlanmadığını ve
bu “kanuna aykırılığın” bir bütün
olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (AİHM’in bu hususta benzer değerlendirmeleri içerir kararı
için bkz. Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008,
§ 52).
47. AİHM, delilerin kabul edilebilirliği ile
ilgili olarak, somut davada kullanılan delillerin sanığın hazır bulunduğu
duruşmada “silahların eşitliği”
ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmektedir
(Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004,
§§ 40-41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya,
B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89). AİHM pek çok kararında, Sözleşme’nin
19. maddesi bağlamında görevinin, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’ye
ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini sağlamak olduğunu, Sözleşme’nin
koruması altında bulunan hak ve özgürlükler ihlal edilmedikçe ulusal bir
mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hataları inceleme görevinin
bulunmadığını, Sözleşme’nin 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence
altına almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında
düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin
bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, §
124).
48. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların
kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama
sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir
uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil
olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz.
Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça
keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki
hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece
mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.
No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
49. AİHM, bariz bir şekilde keyfi olmadıkça,
belirli bir kanıt türünün –iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş
kanıtlar da dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında
başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını
kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil
olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit
edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, §
125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699)
50. AİHM’e göre, iç hukukta yeterli hukuki temeli
bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin
yargılamada kanıt olarak kullanılması, başvurucuya gerekli usuli
güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı, zorlama ve tuzak gibi
yargılamayı lekeleyebilecek nitelikli ve kaynaklı olmaması halinde, genellikle
Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma
standartlarına aykırılık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık [k.k.],
B. No: 63831/00, 26/9/2002). Delillerle ilgili olarak başvurucuya, delillerin
gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip
verilmediği ve mahkemece değerlendirmeye alınıp alınmadığı incelenmelidir.
51. Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı
olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme
bağlanmıştır. Bahsi geçen anayasal kural, temel olarak ceza yargılaması
hukukuna ilişkin olmakla birlikte, uygulanabildiği ölçüde hukuk yargılaması
bakımından da dikkate alınmalıdır. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un. 189.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan
delillerin mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınmayacağı
hükmüne yer verilmiştir. Madde gerekçesinde de, bir davada ileri sürülebilecek
her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması gerektiği;
hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir
vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle, yargılama
sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme
tarafından resen göz önüne alınması ve delilin her ne suretle olursa olsun
hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi halinde diğer tarafça bir
itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek dosya
kapsamında değerlendirilmemesi ilkesinin kabul edildiği ifade edilmiştir.
52. Arama ve el koyma koruma tedbirleri, 5271 sayılı Kanun'un "Koruma tedbirleri" başlıklı dördüncü
kısmının 116 ila 134. maddeleri arasında düzenlenmiştir. 5271 sayılı Kanun’un 116. maddesinde
yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda hükümde
belirtilen nitelikteki şüphe mevcutsa şüphelinin veya sanığın üstünün,
eşyasının, konutunun, işyerinin veya ona ait diğer yerlerin aranabileceği; 117.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi
veya suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla, diğer bir kişinin de üstünün,
eşyasının, konutunun, işyerinin veya ona ait diğer yerlerin aranabileceği; (2)
numaralı fıkrasında ise aramanın yapılabilmesinin, aranılan kişinin veya suçun
delillerinin belirtilen yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak
sağlayan olayların varlığına bağlı olduğu ifade edilmiştir.
53. Aynı Kanun’un 119. maddesinde ise hâkim
kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet
savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin
yazılı emri ile kolluk görevlilerinin arama yapabilecekleri hükme bağlanmıştır.
Benzer düzenlemeler, 1412 sayılı Kanun’un 94. ve devamı maddelerinde
düzenlenmiştir.
54. Somut olayda, Tuzla Cumhuriyet
Başsavcılığının talebi üzerine Tuzla Sulh Ceza Mahkemesinin 22/1/2003 tarih ve
2003/16 Müt. sayılı kararı
ile şüphelinin Akfırat Beldesinde bulunan evleri ve müştemilatı ile
arazilerinin aranmasına izin verilmiştir. Mahkeme’nin, 1412 sayılı Kanun’un
şüphelinin evi ile ona ait sair
mahallerde arama yapılabileceğine ilişkin 94.
maddesine dayandığı anlaşılmaktadır. Arama yapılması talebi, suç delillerine
ulaşılması ve bunlara el konulması nedenleriyle kabul edilmiştir.
55. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412
sayılı Kanun’un 97. maddesine göre, hâkim veya Cumhuriyet savcısı hazır
olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller
ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya
komşulardan iki kişi bulundurulacaktır. İhtiyar heyetinden veya komşulardan
kimse hazır bulundurulmadan yapılan aramanın, o tarihte yürürlükte bulunan 1412
sayılı Kanun’un 97. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olduğu görülmektedir.
56. Diğer taraftan, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
hak arama özgürlüğünün ancak meşru vasıtalardan yararlanmak suretiyle
kullanılabileceğine açıkça işaret edilmiştir. Hal
böyle olunca, adil yargılanma hakkı bakımından, aramanın icrasındaki “kanuna aykırılığın” bir bütün olarak
yargılamanın adil olup olmamasına etkisi incelenmelidir.
57. Yargılama, “arama”
ve “arama esnasında elde edilen eşyalar”
üzerine bina edilmiştir. İlk derece Mahkemesinin davayı
kabul gerekçesi incelendiğinde, 23/1/2003 tarihinde jandarma tarafından tutulan
tutanakta post, trofe ve boynuzların davalıya ait köy
merası üzerindeki evlerde bulunduğunun tespit edildiği, buna göre tutanak
tutulduğu, bu belgenin resmi evrak niteliğinde olduğu, aksinin geçerli
delillerle kanıtlanamadığı yönündeki tespitler olduğu anlaşılmaktadır.
58. Mahkeme kararından anlaşıldığına göre,
yargılamanın esaslı ve belirleyici delili, aramada ele geçen post, trofe ve boynuzlardır. Dayanılan diğer deliller ise, aramada elde
edilen eşyaların değer ve niteliğini tespite ilişkin “bilirkişi raporları” ile kollukça tanzim edilmiş “tespit tutanağı”dır. Diğer bir anlatımla, hükmün esas ve belirleyici unsuru, gerçekleştirilen
hukuka aykırı arama işlemi sonucunda elde edilen delillerdir. Bilirkişi
raporları, aramada ele geçen delillerin değerlendirilmesine yönelik bir
araçtır.
59. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme
yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, somut
olayda, koruma tedbiri niteliğindeki arama kararının icrasının hukuka aykırı
şekilde gerçekleştirilmesi ile elde edilen delillerin tek ve belirleyici delil
olarak kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği
ve aramanın icrasındaki “kanuna aykırılığın” yargılamanın
bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine
varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına adil yargılanma hakkını ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
60. Adil yargılanma hakkı yönünden ihlal kararı verildiğinden, adil
yargılanma hakkı kapsamındaki diğer
şikâyetlerin incelemesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
61. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari
eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
62. Başvurucunun tazminat talebi
bulunmamaktadır.
63. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesi
gerekir.
64. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Mahkemeye erişim hakkına ilişkin şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı
kapsamındaki şikâyetlerinden hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığına
ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına.
E. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
19/11/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.