TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
AHMET OĞUZ ÇİNKO VE ERKAN ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6237)
|
|
Karar Tarihi: 2/7/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 15/9/2015-29476
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ahmet Oğuz ÇİNKO
|
|
|
2. Erkan ÇELİK
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Kürşat KARACABEY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ulusal ölçekte
yayın yapan Radikal gazetesinde (gazete) çıkan haberlere (basın açıklamalarına)
karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve
itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 16/8/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 10/6/2015
tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul
tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde
belirtilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvuruculardan Ahmet Oğuz
Çinko elektrik teknisyeni, Erkan Çelik ise mimar olarak Kültür ve Turizm
Bakanlığında (Bakanlık) çalışmaktadırlar. Gazetenin 14/5/2013 tarihli
nüshasının 6 ve 7. sayfalarında “Yapılmayan
İşe 1 Milyon 200 Bin Lira” başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Söz
konusu haberde Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğünce
yapılan ihalede yüklenici tarafından hiçbir iş yapılmamasına rağmen usulsüz
olarak 1.200.000 TL tutarında hak ediş ödemesi yapıldığı iddia edilmiştir.
Habere göre Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü, teknik
personelden şirkete ödeme yapılması için hak ediş düzenlemelerini istemiş ancak
personel bu talebi kabul etmemiş, bunun üzerine Bakanlıkça görevlendirilen
başvurucular Antalya’ya giderek söz konusu hak edişleri imzalamışlardır.
7. Gazetenin 15/5/2013 tarihli
nüshasının 1 ve 3. sayfalarında ise “İş
Yapmayan Müdür Açığa Alındı” başlığıyla yeni bir haber yayımlanmış,
önceki haber üzerine Bakanlığın müfettiş görevlendirdiği ve Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü’nün açığa alındığı bildirilmiştir.
Aynı haberde, söz konusu inşaat işine ilişkin olarak Bakanlık tarafından
yapılan basın açıklamasına da yer verilmiştir.
8. Başvurucular, davalı
gazeteye gönderdikleri cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması üzerine cevap
ve düzeltme hakkını kullanmak maksadıyla tekzip yazısının yayımlanması için
Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuşlardır. Başvurucular, söz konusu
haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia
etmişlerdir. Başvurucular, haberde geçen; yüklenici tarafından hiçbir iş
yapılmadığı, ihale bedeli, yükleniciye 1.200.000 TL ödeme yapıldığı,
kendilerinin görevlendirilmek suretiyle 17/12/2012 tarihinde Antalya’ya
gönderildikleri, elektrik işi dışında hiçbir iş yapılmadığı hâlde kendilerinin
imzasıyla ödeme yapıldığı, aslında henüz yapılmamış olmasına rağmen
kendilerince hazırlanan hak ediş raporunda bazı yapıların bitirilmiş olduğunun
gösterildiği, Kültür ve Turizm Bakanı’nın müdahalesi üzerine yolsuzluğun ortaya
çıktığı iddiaların tümüyle gerçek dışı olduğunu iddia etmişlerdir.
9. Başvurucular talep
dilekçesine delil olarak gazete suretlerini eklemişlerdir. Bu tür taleplerde
uygulanan usul gereği talep dilekçesi karşı taraf olan gazete sorumlu müdürü
ile gazetenin sahibi olan gerçek veya tüzel kişiye tebliğ edilmemiştir.
Başvurucuların dilekçesi ve sunduğu deliller üzerinden inceleme yapan ilk
derece mahkemesi, 6/6/2013 tarihli kararında, şikâyet konusu gazete
nüshalarında “içeriği itibari ile haber ve
yorum niteliğinde yazıların bulunduğu, yazıların kaynağının gösterildiği, bu
çerçevede de yazıların basın, yayın ve haber alma özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle başvurucuların talebini
reddetmiştir.
10. İtiraz üzerine Ankara 14.
Asliye Ceza Mahkemesi, 4/7/2013 tarihli kararıyla söz konusu kararın usul ve
kanuna uygun olduğu gerekçesiyle başvurucuların itirazını kesin olarak
reddetmiştir. Bu karar, başvurucular vekiline 24/7/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
11. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru 16/8/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
12. 9/6/2004 tarihli ve 5187
sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap”
kenar başlıklı 14. maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:
“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl
edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan
zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç
unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan
düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme
yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç
gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden
sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı
puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
…
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler
içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren,
birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım
tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve
düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın
yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar
verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma
yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna
gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir.
Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim
tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza
hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz
edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.
…”
13. 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar
başlıklı 18. maddesi şöyledir:
“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş
hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili
onmilyar liradan yüzellimilyar
liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel
süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli
yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.
Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili
hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür
ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen
sorumludur.
Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara
uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hâkim ayrıca, masraflar yayın sahibi
tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin
üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar verir.”
14. Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 24/1/2007 tarihli ve E.2007/4-14, K.2007/32 sayılı kararının ilgili
kısmı şöyledir:
“Anayasa'nın 28. maddesinde düzenlenen ‘basın özgürlüğü’
ilkesinin özel hukuk alanındaki sınırlaması MK.nun
24-25 ve BK.nun 49. maddeleridir. Basının olayları
izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme,
öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğu vardır. Bunun içindir ki
basının yayın yaparken yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek
olan eylemi, genel olaylarındaki hukuka aykırı eylemlerden farklılıklar taşır.
İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık
veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışındaki bir olaydaki davranış
biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla
yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu
nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ancak basın özgürlüğü ile kişilik
değerleri karşı karşıya geldiğinde, çatışan iki değer aynı zamanda
korunamayacağına göre somut olaydaki olgular itibariyle birinin diğerine üstün
tutulması gerekir. Bunun sonucunda da, daha az üstün
olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an
için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygun olacağı kabul edilecektir.
Basının haber verme görevini yerine getirirken kullanacağı bu hakkın özel hukuk
alanındaki sınıfı; gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu
ile ifade arasındaki düşünsel bağlılık kuralları olarak belirlenmiştir. Haber
verme bu sınırlar içinde kullandığı sürece hukuka uygundur. Bu unsurlardan biri
olan gerçeklik; verilen habere ya da anlatılmak istenen amaca ve hedefe konu
olan içeriğin, yayın sırasında olayla ilgili durumuna uygunluğudur. Diğer bir
anlatımla gerçeklik somut gerçeklik olmayıp, haberin verildiği andaki beliriş
biçimine, görünürdeki gerçeğe uygunluktur.”
15. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin
14/10/1993 tarihli ve E.1993/4911, K.1993/5847 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
“Haberin gerçekliğine yönelik hâkim incelemesinin objektif
ölçülere dayanması, ilgilisince gerçeğe aykırı sayılmasının değil basının haber
verme hakkının ve toplumun bilgi edinme olanağının sınırlanmasına yol açmayacak
biçimde görünürdeki gerçeğe uygun olup olmadığının asıl alınması; maddi gerçek
araştırılma durumunda olmadığı için ortada görünen durum ve tarafların
iddialarını kanıtlamak için sundukları bilgi ve belgeler değerlendirilmek
suretiyle sonuca ulaşılması, hukukumuzda cevap ve düzeltme sistemimizce
benimsenen yöntem(dir.)”
16. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin
4/3/2009 tarihli ve E.2005/16901, K.2009/2638 sayılı kararın ilgili kısmı
şöyledir:
“5187 sayılı Basın Kanunu 14. maddesi uyarınca cevap ve
düzeltme hakkı, basının haber verme hürriyetinin sınırlanmasına yol açacak
şekilde kullanılamayacağı gibi, eleştiri sınırları içersinde
ele alınan ve objektif olarak verilen bir haberin de cevap ve düzeltme konusu yapılamayacağı(…)gözetilme(lidir.)”
17. 22/11/2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İlke”
kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse,
hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün
nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması
sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı
hukuka aykırıdır.”
18. 4721 sayılı Kanun’un “Davalar” kenar başlıklı 25. maddesinin
birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte
olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden
saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.
Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü
kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.
Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka
aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme
hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.”
19. 12/1/2011 tarihli ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhtiyati
tedbirin şartları” kenar başlıklı 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme
nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen
imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi
bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında
ihtiyati tedbir kararı verilebilir.”
20. 11/1/2011 tarihli ve 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Genel olarak”
kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren,
bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili
yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına
kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle
yükümlüdür.”
21. 6098 sayılı Kanun’un “Kişilik hakkının zedelenmesi” kenar
başlıklı 77. maddesi şöyledir:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı
manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini
isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim
biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı
kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”
22. 6098 sayılı Kanun’un “Genel olarak” kenar başlıklı 77. maddesi
şöyledir:
“Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından
veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.
Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya
gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.”
23. 6098 sayılı Kanun’un “İşin işgörenin menfaatine
yapılması hâlinde” kenar başlıklı 530. maddesi şöyledir:
“İşsahibi, kendi menfaatine yapılmamış
olsa bile, işgörmeden doğan faydaları edinme hakkına
sahiptir; ancak zenginleştiği ölçüde, işgörenin
masraflarını ödemek ve giriştiği borçlardan onu kurtarmakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 2/7/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 16/8/2013 tarihli ve 2013/6237
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
25. Başvurucular, Kültür ve
Turizm Bakanlığında çalıştıklarını, söz konusu gazetede iftira, hakaret, tehdit
ve suçlayıcı ifadeler içeren haberin yayımlanması üzerine tekzip yayımlanması
için yargıya müracaat ettiklerini ancak derece mahkemelerince taleplerinin
reddedildiğini, anılan karara karşı yaptıkları itirazın da kesin olarak reddedildiğini
belirtmişlerdir. Başvurucular, söz konusu haberler nedeniyle yolsuzluk yapan
kişilere yardım eden, rüşvet alan kişiler konumuna sokulduklarını belirterek Anayasa’nın
19., 32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği, düzeltme
ve cevap, adil yargılanma, temel hak ve hürriyetlerin korunması haklarının ve
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tekzip yazısının
yayımlanması ve zararlarının tazmini talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
26. Başvurucular, haklarında
gazetede yayımlanan haberler nedeniyle Anayasa’nın 19., 32., 36. ve 40.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş iseler de
belirtilen ihlal iddiasının özü, söz konusu gazete haberlerinin, şeref ve
itibarlarına yönelik bir müdahale oluşturduğudur. Bu sebeple mevcut davanın
koşullarında şikâyetlerin bir bütün olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
27. Öte yandan başvurucular, söz
konusu gazetedeki haberde bazı suçlayıcı ifadeler yer aldığını, tekzip
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini de
ileri sürmüşlerdir.
28. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini
güvence altına alır. Masumiyet karinesi, bir kimsenin mahkûmiyetine karar
verilmeden devlet yetkililerince o kimsenin suçlu olduğuna dair yapılacak
beyanlara karşı da korunmuştur. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına
alınan ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle
Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, yürütülmekte olan bir soruşturma
hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak masumiyet
karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası bilginin, gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek
verilmesini gerekli kılar (bkz. Kadir Sağdıç
[GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 28; benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. Allenet de Ribemont/Fransa,
B. No: 15175/89, 10/02/1995, § 41).
29. Henüz hakkında kesinleşmiş
mahkûmiyet kararı bulunmayan kişilere yönelik olarak devlet görevlilerinin
ifadeleri veya kışkırtmasına dayanan basın ve yayın organlarındaki yazılar veya
bazı küçük düşürücü ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlali söz konusu
olabilir. Buna karşın kamu menfaatinin söz konusu olduğu durumlarda basın ve
yayın organlarında yazılar yayımlanması ile haberlere ve yorumlara yer
verilmesinin beklenmesi gereken bir olgu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır
(bkz. Kadir Sağdıç, § 29; son
cümleye ilişkin benzer yöndeki bir değerlendirmenin yer aldığı AİHM kararı için
bkz..X./Norveç,
B. No: 3444/67, 16/07/1970).
30. Somut olayda başvurucular,
bu şekilde yayınlar yapılması nedeniyle herhangi bir kamu gücünü kullanan organ
veya yetkili hakkında şikâyetçi olmamışlardır. Başvurucular genel olarak
yayınların yapılması sırasında ve daha sonra devletin, itibarlarını
korumadığından şikâyetçi olmuşlardır. Bu çerçevede, başvuruya konu haberlerde
dile getirilen iddialar ve kullanılan üslup nedeniyle başvurucuların suçlu
olduğu inancı yansıtılmış olsa bile söz konusu haber ve yorumların devlet
yetkililerinin açıklamalarına dayandığı veya bunların söz konusu haber ve
yorumların yapılmasına neden oldukları yönünde bir şikâyette de bulunulmadığı
göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla masumiyet karinesinin ihlal edildiği
yönündeki şikâyetin de Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi
gerekmektedir (Kadir Sağdıç, §
30, 31).
31. Somut başvuruda başvurucu,
şeref ve itibarına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca sulh ceza mahkemesine
başvurarak cevap ve düzeltme talebinde bulunmuş, diğer yollara başvurmamıştır.
32. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı
olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal
başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel
hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması,
kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No. 2012/1027, 12/2/2013,
§§ 19–20).
33. Ancak belirtilen hükümlerde
yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucuların şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek
nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması
gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak
uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit
başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, hukuk sisteminde
yalnızca birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların
uygulama şartları ile başvurucuların kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde
ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucuların başvuru yollarının
tüketilmesi noktasında kendilerinden beklenebilecek her şeyi yerine getirip
getirmediği incelenirken başvurunun özellikleri dikkate alınmalıdır (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan/Türkiye,
B. No: 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
34. O hâlde somut başvuruda
yapılması gereken, devletin pozitif yükümlülüğünün sulh ceza mahkemelerinin
yetkisinde bulunan cevap ve düzeltme yolunun mutlaka kullanılmasını gerekli
kılıp kılmadığını değerlendirmektir. Başka bir deyişle sulh ceza mahkemeleri
nezdinde bulunan cevap ve düzeltme yolunun başvuruya konu basın açıklamaları
nedeniyle şeref ve itibar hakkının korunmadığı yönündeki şikâyetler açısından
makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte,
kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olup olmadığı tespit edilmelidir.
1. Genel
İlkeler
a. Kişinin
Manevi Bütünlüğü
35. Bireyin kişisel şeref ve
itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi
varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının
bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve
üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah Doğtaş, B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Başka
bir deyişle kişisel itibarın korunması hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasının koruması altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel
saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan saldırılara karşı bireyin
korunmaması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş
olabilir (Kadir Sağdıç, § 36; İlhan Cihaner,
B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 42).
36. AİHM, kişisel şeref ve
itibara yapılan müdahaleleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı
hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin
8. maddesi tarafından korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (Bkz. X ve
Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AG/ Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete
makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara kaşı bir kimsenin
itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, § 19 ve 30) eleştirel bir gazete
makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre (k.k.), B. No:
14991/02, 14/06/2005) özel yaşam kapsamında
görülmüştür.
37. Kamusal bir tartışma
bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin
itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Bkz. Pfeifer/Avusturya, § 35) ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının korumasından faydalanır (bkz. Kadir
Sağdıç, § 38; İlhan Cihaner, § 44).
38. Öte yandan Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına
yapılan saldırının belli bir ağırlık düzeyine erişmiş olması ve kişinin
itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak
yararlanmasını güçleştirecek şekilde yapılmış olması gerekir. Ayrıca
öngörülebilir şekilde, kişinin kendi eylemleri sonucu ortaya çıkabilecek
itibarının zedelenmesi olgusundan şikâyet etmek için Anayasa’nın 17. maddesi
ileri sürülemez (bkz. Kadir Sağdıç,
§ 39; İlhan Cihaner,
§ 45, 56; benzer bir değerlendirme için bkz. Mater/Türkiye,
B. No: 54997/08, 16/7/2013, § 52).
39. İnceleme konusu olan davaya
benzeyen diğer davalarda söz konusu olan, devletin bir eylemi olmayıp yargı
mercilerinin, başvurucuların kişisel itibarlarına sağladıkları korumanın
yetersiz olduğu iddiasıdır. Anayasa’nın 17. maddesi esas olarak kamu
görevlilerinin keyfî müdahalelerine karşı bireyi korumayı amaçlasa da söz
konusu madde sadece devletin bu tür müdahalelerde bulunmasından kaçınmasını
sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi ve manevi varlığına etkin bir
saygının sağlanması için gerekli pozitif yükümlülükler eklenebilir. Bu
yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerini de kapsayacak
şekilde, kişisel itibarının korunmasını isteme hakkına saygının güvence altına
alınması amacıyla birtakım tedbirler alınmasını gerektirebilir (Sözleşme’nin 8.
maddesi bağlamında benzer kararlar için bkz. X
ve Y/Hollanda, § 23; Von
Hannover/Almanya (no 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 98). Bu tedbirlere, kişisel
itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da
başvurulabilir (bkz. Kadir Sağdıç,
§ 40; İlhan Cihaner,
§ 47).
40. Başvuruya konu sözler ve
iddialar (§ 6) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına
müdahale edildiği kabul edilmelidir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına
yapılan saldırının kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından
başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına güçleştirecek şekilde yapılmış olup
olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç, § 39; İlhan Cihaner, §
45, 56).
b. Şeref ve
İtibara Yapılan Müdahalelerde Başvurulabilecek Hukuki Yollar
41. Üçüncü kişilerce şeref ve
itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma
yolları öngörülmüş olmakla birlikte bir ihlal iddiasına ilişkin olarak
başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması durumunda kural
olarak başvurucunun aynı amacı taşıyan başvuru yollarının tamamını tüketmesi
beklenemez (bkz. S.S.A., § 30).
42. Gerçekten de şeref ve
itibara yönelik müdahale nedeniyle, sözgelimi 5187 sayılı Kanun hükümlerine
veya diğer ceza kanunlarına göre ceza davası açılması yoluna başvurulabileceği
gibi hukuk muhakemelerinde tanınan yollara da başvurulabilir. Özel hukuk
davaları yoluyla örneğin müdahalenin önlenmesi, durdurulması veya devam eden
müdahaleye son verilmesi istenebilir; müdahalenin hukuka aykırılığının saptanması,
mahkemenin alacağı kararın veya cevap ve düzeltme metninin yayımlanması ya da
üçüncü kişilere bildirilmesi istenebilir, maddi veya manevi tazminat davaları
açılabilir (§ 16-17, 19). Gecikmesinde sakınca bulunan ve ciddi bir zararın
doğacağı anlaşılan hâllerde, tehlike veya zararın önlenmesi için hâkimden
gereken tedbirlere karar vermesi istenebilir (§ 18). Bunlardan başka, basın
yoluyla kişilik haklarına müdahalede bulunulan kişi, açıklamalarından dolayı
sebepsiz yere zenginleşen kişi aleyhine sebepsiz zenginleşme davası açabilir (§
21) veya yayın nedeniyle elde ettiği kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine
göre kendisine ödenmesini isteyebilir (§ 22).
c. Cevap ve
Düzeltme Hakkı
43. Öncelikle cevap ve düzeltme
hakkının, bir yayında kendisinden bahsedilen herkese, aynı yayın organını
kullanarak kendi bakış açısını yansıtma imkânı veren anayasal bir hak olduğu
göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” kenar başlıklı 32. maddesinin
birinci fıkrasında “Düzeltme ve cevap hakkı,
ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili
gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.”
denilmiştir.
44. Cevap ve düzeltme hakkı, bir
kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe
aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu
yayına cevap vermek ve düzeltmeyi istemek hakkıdır. Bu hak ile kişi; saygınlığına,
onuruna, şeref ve itibarına medyanın verdiği zararlara karşı kendini
korumaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya, B.
No: 13010/87, 12/7/1989).
45. 5187 sayılı Kanun’un 14.
maddesine göre cevap ve düzeltme hakkı sadece basılmış eserler için ve bunlar
arasında sadece süreli yayınlar için kabul edilmiş bir haktır. Basın açısından
ise cevap ve düzeltme hakkı, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasına karşı
başvurulan ve klasik yargılama faaliyetlerinden daha kısa sürede netice
alınmasını sağlayan bir tür müeyyidedir. Süreli yayındaki bir yazının kötü
tesirleri nasıl geniş bir alana süratle yayılıyorsa, cevap ve düzeltmeyle bunun
giderilmesinin de aynı geniş alanda ve süratle gerçekleşmesi sağlanarak
kişilerin koruması amaçlanmaktadır.
46. Söz konusu kurala göre bu
yola, kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe
aykırı yayın yapılması hâlinde başvurabilmek mümkündür. Fakat gerçeğe aykırı
basın açıklamalarının objektif olarak gerçek dışı olması şarttır. Yargıtay
Hukuk Genel Kuruluna göre bir haberi hukuka uygun kılan unsurlardan birisi olan
“gerçeklik; verilen habere ya da anlatılmak istenen amaca ve hedefe konu olan
içeriğin, yayın sırasında olayla ilgili durumuna uygunluğudur. Diğer bir anlatımla Yargıtaya göre
basın yönünden gerçeklik, somut gerçeklik olmayıp haberin, verildiği andaki
beliriş biçimine, görünürdeki gerçekliğe uygunluğudur (§ 14). Buna karşılık,
haber veya yoruma konu olan kişi yönünden olayın başka türlü olması cevap
hakkını doğurmaz. Bunun için haber ve yorumdaki kendisiyle ilgili hususların
objektif olarak gerçeğe aykırı olduğunun ispatı gerekir. Bu nedenle cevap
hakkını kullanmak isteyen kişiye, gerçeğe aykırı basın açıklamasının objektif
olarak gerçek dışı olduğunun ispatı ve bunun delillerini sunma külfeti
yüklenmiştir (§ 15).
47. Anayasa’nın 32. maddesinde “kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması” hâllerinden
bahsedilmektedir. Şeref ve itibara “dokunan”
her yayının “kişilerin şeref ve haysiyetini
ihlâl” etmesi söz konusu olmayacağına göre cevap ve düzeltme yolu
yalnızca şeref ve itibara müdahale edildiği hâllerde değil, ancak şeref ve
itibara hukuka aykırı müdahale edildiği hâllerde kullanılabilir. Hukuka
aykırılık ise bu değerlere yönelik “gerçek
dışı açıklamalar varsa” söz konusu olabilir. Bunun sonucu olarak bir
kişinin şeref ve itibarına müdahale edilmesine rağmen yapılan yayın gerçeğe
uygun ise cevap ve düzeltme talebi reddedilebilecektir.
d. Sulh Ceza
Hâkimliklerinde Cevap ve Düzeltme Yolu
48. Hukuk sistemimizde cevap ve
düzeltme hakkının, başvurudaki gibi sulh ceza hâkimliklerine başvurmak
suretiyle veya hukuk mahkemelerinde açılacak nizalı
dava yolu ile kullanılabilmesi mümkündür. Hukuk sistemimizde tekzip talebi
olarak da ifade edilen sulh ceza hâkimine başvuru yolunun şeref ve itibarın
korunması bakımından etkili bir yol olup olmadığının tespit edilmesi için bir
bütün olarak cevap ve düzeltme yolunun koşullarının gözetilmesi gerekir. 5187
sayılı Kanun’un 14. maddesine göre düzeltilecek basın açıklamasının kapsamını
aşmayan, bir karşı saldırı ya da haksız fiil oluşturmayan cevap ve düzeltme
açıklaması kanunda gösterilen süreler içerisinde ilgili basın kuruluşuna
gönderilir. Kanun’da öngörülen sürelerde cevap ve düzeltmenin yayımlanmaması
hâlinde sulh ceza hâkimine başvuru hakkı doğmaktadır.
49. Cevap ve düzeltme yolu, ceza
hukukuna özgü bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir. Bir basın
açıklaması ile şeref ve itibarının ihlal edildiğini veya açıklamanın gerçeğe
aykırı olduğunu düşünen kişi, yetkili sulh ceza hakimliğine başvurarak
hazırladığı cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına karar verilmesini
isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde ve duruşma
yapmaksızın evrak üzerinde yapacağı inceleme sonunda karara bağlamak
zorundadır. Sulh ceza hâkiminin talebin kabulüne dair kararının kesinleşmesi ve
ilgili yayın organınca cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması hâlinde yayın
organının sorumlu müdürü ve onun bağlı olduğu yetkili, adli para cezası ile
cezalandırılabilir.
50. Görüldüğü üzere cevap ve
düzeltme talebi üzerine sulh ceza hâkimi talep sahibinin sunduğu evrak
üzerinden inceleme yapmakta dolayısıyla ilgili yayın organı ve sorumlular,
yapılan başvurudan haberdar olmamaktadırlar. Dahası aleyhlerine cevap ve
düzeltme talep eden ilgililer, duruşma açılmayacağı için nizalı
davalardaki gibi duruşmada hazır bulunamamakta, kendilerini savunamamakta;
hâkimin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil, mütalaa ve görüşler hakkında
bilgi sahibi olamamakta ve bunlar hakkında yorum yapamamaktadırlar. Cevap ve
düzeltme yolu; çekişmesiz bir yargı yolu olduğu, başka bir deyişle karşı taraf
bulunmadığı için karardan etkilenecek basın organının temsilcileri ile sorumlu
kişiler silahların eşitliği ilkesinden faydalanamamakta, davacının iddiaları
karşısında deliller de dâhil olmak üzere savunmalarını ortaya koymak için makul
ve kabul edilebilir olanaklara sahip olamamaktadırlar.
51. Cevap ve düzeltme yolu
çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yolu
ile kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında
da bir kesin hüküm teşkil etmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkı, Anayasa’nın
İkinci Kısım’ının “Kişinin Hakları ve
Ödevleri” başlıklı İkinci Bölüm’ünde
güvence altına alınan, kitle iletişim araçları tarafından bireylerin şeref ve
itibarlarına yönelik olarak yapılan müdahaleleri gecikmeksizin bertaraf
edebilmek ve böylece kişilik hakkının diğer koruma yollarına nazaran daha hızlı
korunmasını sağlamak amacıyla tanınmıştır. Bu sebeple cevap ve düzeltme hakkı
bir müeyyide niteliği taşımasına rağmen bu hakkın kullanılması ya da
kullanılmaması, hak sahibinin bu nedenle diğer dava haklarını kullanmasını
etkilemez.
e. Cevap ve
Düzeltme Hakkı ile İfade Özgürlüğü İlişkisi
52. Cevap ve düzeltme hakkı,
ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü sınırlayan haklardan biridir. Cevap ve
düzeltme hakkını kullanmak basın organının ifade özgürlüğüne müdahale teşkil
eder (Ediciones Tiempo S.A./İspanya, §§ 56–64). Zira basın, istediğini yayımlamak
ya da yayımlamamak konusunda serbesttir. Fakat basının, cevap metni karşısında
serbestliği bulunmamakta, cevap metnini yayımlaması gerekmektedir. Nitekim
Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi, basının sorumlu olması istenilen
bir durum olsa da bu sorumluluğu devlet eliyle sağlamaya çalışmanın anayasaya
uygun olmadığına karar vermiştir. Mahkeme, cevap hakkının devlet eliyle basına
ulaşma hakkı olduğu ve kamusal tartışmanın çeşitliliği ve çoğulculuğu üzerinde
kaçınılmaz bir biçimde sınırlama ve zayıflatma etkisi yaratacağı sonucuna
varmıştır (Miami Herald
Publication Corparation/Tornillo, 418 U.S. 241, 25/6/1974).
53. Anayasa’nın ifade
özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesine göre bilgilerin kamu otoritesinin
müdahalesi olmadan alınıp verilmesi gerekmektedir. Ancak aynı maddenin ikinci
fıkrasında ifade özgürlüğünün belirli sınırlamalara tabi tutulabileceği, bu
sınırlama şartlarından birinin de “başkalarının
şöhret veya haklarını” korumak olduğu dikkate alındığında cevap ve
düzeltme hakkının bu sınırlama kapsamında olduğu kabul edilmelidir (Benzer
değerlendirmeler için bkz. Melnychuk/Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2). Bu itibarla anılan hakkın
geniş gerekçelerle kullanılmasını sağlamanın veya bu hakkın etki alanını
genişletmenin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlali sonucunu doğurabileceği
hatırda tutulmalıdır.
54. Öte yandan cevap ve düzeltme
hakkı ile kişiler ücretsiz olarak kendileri hakkında yayının muhatabı olmuş
kitleye ulaşarak tartışmaya katılmaktadır. Bu hakkın, haber ve bilgilerin
farklı kaynaklardan alınması ile haber ve bilgi çoğulculuğunu ve dolayısıyla toplumun
doğru bilgilendirilmesini sağlama fonksiyonu da bulunmaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya;
Melnychuk/Ukrayna, § 2). O hâlde cevap ve düzeltme
hakkı, aynı zamanda bireyin ifade özgürlüğünün bir parçasıdır ve bu hakkın
kullanılmasını sağlamanın, devletin ifade özgürlüğü kapsamında pozitif edim
yükümlülüğü olduğu kabul edilmelidir. Kural olarak bir yayında bulunacak
yazıları seçme hakkı editoryal bir takdir yetkisidir
ancak bazı yazıların yayıncı kuruluş tarafından yayımlanması haklı biçimde talep
edilebilir. Öyle ise devlet, kitle iletişim araçlarına erişim talebinin
reddedilmesi ile ilgili şartları bireyin ifade özgürlüğüne orantısız müdahale
oluşturacak ölçüde bir keyfîliğe bırakmamalı ve söz
konusu reddedilmeye karşı yerel makamlar önünde itirazı olanaklı kılacak
düzenlemeler yapmalıdır (Melnychuk/Ukrayna, § 2).
55. İfade özgürlüğü demokratik
toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin
gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluştur. İfade özgürlüğü,
yokluğu hâlinde “demokratik bir toplum”dan
söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
Bu sebeple Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ve demokrasinin
işleyişi için yaşamsal önemde olan bu hak, bazı istisnalara tabi ise de bu
istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici
olması gerekir (bkz. Kadir Sağdıç,
§ 48; benzer yöndeki AİHM kararı için başka kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,
7/12/1976, § 49).
56. Öte yandan başkalarının
şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse
de basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını
ilgilendiren her konuyu iletme görevi olduğu, onun bu tür konularda bilgi ve
fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının
eklendiği hatırda tutulmalıdır (bkz. Kadir
Sağdıç, § 51)
57. Bu sebeple mevcut başvuruya
benzer başvurularda, başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
koruma altına alınan kişisel itibarının korunmasını isteme hakkı ile başvuruya
konu ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan
basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde
güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında
ortaya konulan kriterlere uygun şekilde bir denge kurulması gerekmektedir. Söz
konusu dengelemeyi yaparken cevap ve düzeltme hakkının, belli şartlar dâhilinde
bireyin de ifade özgürlüğünü koruma fonksiyonunun bulunduğu göz önünde
bulundurulmalıdır. O hâlde cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasına ilişkin
davalarda bireyin ifade özgürlüğü ile basın araçlarının ifade özgürlüğü
arasında da adil bir denge sağlanmalıdır. Aksi takdirde bireyin ifade
özgürlüğünün korumasız kalma tehlikesi vardır.
2. Genel
İlkelerin Mevcut Olaya Uygulanması
58. Yukarıda değinildiği gibi
cevap ve düzeltme yolu ancak şeref ve itibara hukuka aykırı olarak müdahale
edilen hâllerde başvurulan, bireyin şeref ve itibarına yönelik müdahaleleri
gecikmeksizin bertaraf edebilmesi amacını taşıyan bir yoldur. Cevap ve düzeltme
hakkının amacı, basın hürriyeti ile kişilik hakkı arasında gerekli hassas
dengenin kurulmasını sağlamak; kişi ve kuruluşlara haksız zarar veren, onlar
hakkında gerçek dışı bilgiler yayan ve şeref ve itibarlarını ihlâl eden basın
kuruluşlarının sahip olduğu yayını kullanma imkânını, bu kişi ve kuruluşlara
vererek bu konulardaki cevabını yayımlamaya basın faaliyetinde bulunanları
zorunlu tutmaktır. O hâlde bu hak, basın özgürlüğünün ve basın mensuplarının
haber verme ve eleştiri haklarının özüne dokunmayacak ve aynı zamanda hak
sahibinin çıkarlarını koruyacak şekilde kullanılmalıdır.
59. Başvuru konusu olayda,
şikâyete konu haberlerde Antalya Röleve ve Anıtlar
Müdürlüğünce sürdürülen bir yapım işinde başvurucuların usulsüz olarak hak ediş
belgelerini imzaladıkları ve haberde adı geçen şirkete usulsüz ödeme
yaptıkları, bunun üzerine Bakanlığın müfettiş görevlendirdiği ve Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü’nün açığa alındığı iddia
edilmiştir. Aynı haberde Bakanlık tarafından yapılan basın açıklamasına da yer
verilmiştir. Başvurucular, Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğine başvurarak söz
konusu haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia
etmişlerdir. Başvurucuların dilekçesi ve sunduğu deliller üzerinden inceleme
yapan Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucuların talebini reddetmiştir.
60. Mevcut olayda başvurucunun
basın açıklaması nedeniyle müdahale edilen şeref ve itibar hakkı, cevap ve
düzeltme metninin yayımlanmaması nedeniyle müdahale edilen ifade özgürlüğü ile
gazetenin basın özgürlüğü arasında uygun bir denge kurulması gerekmektedir.
Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya
uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: Söz konusu yayının
gerçek olup olmadığı, yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara
ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, toplumsal ilginin varlığı,
konunun güncel olup olmadığı, haber verilirken özle biçim arasındaki dengenin
korunup korunmadığı, haber veya makalenin yayımlanma şartları, haber veya
makalenin konusu; yayımın içeriği, şekli ve sonuçları ile hedef alınan kişinin
ünlülük derecesi ve ilgili kişinin önceki davranışları (bkz. Kadir Sağdıç, § 58-66; İlhan Cihaner, §
66-73).
61. Türk hukuk sisteminde, cevap
ve düzeltme hakkının kullanılması yollarından ilki olan ve somut başvuruda
kullanılmış bulunan sulh ceza hâkimliklerinde çekişmesiz yargı yolu, karardan
etkilenecek olan yayın organının sorumlu müdürü ve diğer ilgililerin yargılanma
hukukuna yönelik olarak usule ilişkin güvencelerinin kullandırılamadığı
dolayısıyla çatışan haklar arasında dengelemenin yapılmasının zorlaştığı bir
yoldur. Tekzip kararı, yapılmış bir haberin gerçek dışı olduğunu ve maddi
gerçeğin ne olduğunu kamuya bildirme işlevine sahiptir. Çekişmesiz bir dava
sonucunda bu kararı verebilmek ancak hukuka aykırılığın ve gerçek dışılığın çok
belirgin olduğu ve zararın süratle giderilmesinin zaruri olduğu hâllerde
mümkündür. Bu sebeple bireyin şeref ve itibarının korunması için hukuk
düzenindeki diğer yollara göre oldukça dar bir alanda etkili bir yol olduğu
kabul edilmelidir.
62. Başvurucular, 5187 sayılı
Kanun’un 14. maddesi uyarınca söz konusu haber ve basın açıklamasının kişilik
haklarına müdahale oluşturduğu iddiasıyla cevap ve düzeltme talebinde
bulunulmuşlardır. Fakat söz konusu haberler nedeniyle başvurucuların şeref ve
itibarlarına gerçek dışı basın açıklaması ile hukuka aykırı olarak yapılan
müdahalenin çekişmeli bir yargılama yapılmadan, gecikmeksizin ve süratle
bertaraf edilmesi ihtiyacı ortaya konabilmiş değildir.
63. Basın ve yayın organlarınca
yapılan bir basın açıklaması nedeniyle şeref ve itibar hakkına hukuka aykırı
olarak gerçekleştirilen müdahalelerde mağdurun asıl gayesinin, zararının telafi
edilmesi olduğu nazara alındığında özellikle somut başvuruya konu ihlal
iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, koşullara göre diğer ceza veya hukuk
yollarının daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olduğu anlaşılmaktadır.
Dahası başvurucular, açacakları çekişmeli bir hukuk davasında tekzip
metnini yayınlatma taleplerini ileri sürme ve dolayısıyla cevap ve düzeltme
hakkını kullanma imkânına da sahiptir.
64. Yukarıda yer verilen
tespitler çerçevesinde başvurucuların, ortaya çıktığını iddia ettikleri zararın
giderimi için uyuşmazlığın esasına dair ve somut başvuru açısından koşullara
göre sulh ceza hâkimliklerinin görevinde bulunan cevap ve düzeltme yolu
dışındaki daha etkili diğer koruma yollarına başvurmadıkları anlaşıldığından
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının
tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
65. Açıklanan nedenlerle
başvurunun “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Alparslan
ALTAN, Serruh KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ve Hasan
Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun, “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Alparslan ALTAN, Serruh
KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ve Hasan Tahsin GÖKCAN’ın
KARŞI OYLARI ve OY ÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına,
2/7/2015
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucular, ulusal ölçekte
yayın yapan bir gazetede çıkan haberlerde kendileri aleyhine hakaret, tehdit ve
suçlayıcı ifadeler içeren haberler yayınlanması üzerine bu haberlerle ilgili
olarak hazırladıkları tekzip metninin yayınlanması için noter vasıtasıyla
bildirimde bulunmalarına rağmen bu metnin yayınlanmaması üzerine aynı amaçla
yargıya müracaat ettiklerini, ancak derece mahkemelerince taleplerinin yetersiz
gerekçelerle ve hukuka aykırı olarak reddedildiğini, anılan karara karşı
yaptıkları itirazın da kesin olarak reddedildiğini, böylece Anayasa’nın 19.,
32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği, düzeltme
ve cevap, adil yargılanma, temel hak ve hürriyetlerin korunması haklarının ve
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Mahkememiz çoğunluğu
tarafından, basın ve yayın organlarınca yapılan bir yayın nedeniyle şeref ve
itibar hakkına hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen müdahalelerde mağdurun
asıl gayesinin zararının telafi edilmesi olduğu kabul edilerek benzer
uyuşmazlıklar açısından, koşullara göre diğer ceza veya hukuk yollarının daha
yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları
olduğunun anlaşıldığı, başvurucuların ortaya çıktığını iddia ettikleri zararın
giderimi için uyuşmazlığın esasına dair ve somut başvuru açısından koşullara
göre sulh ceza hâkimliklerinin görevinde bulunan cevap ve düzeltme yolu
dışındaki daha etkili diğer koruma yollarına başvurmadıkları, bu durumda
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının
tüketilmesi koşulunun yerine getirildiğinin söylenemeyeceği gerekçesiyle
başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
3. Başvurucular, ulusal ölçekte
yayın yapan bir gazetenin 14-15.5.2013 günlü nüshalarında ve aynı gazetenin
internet sayfasında çıkan haberlerde kendileri aleyhine hakaret, tehdit ve
suçlayıcı ifadeler içeren haberler yayınlanması üzerine bu haberlerle ilgili
olarak hazırladıkları tekzip metninin yayınlanması için noter vasıtasıyla
bildirimde bulunmalarına rağmen bu metnin yayınlanmaması üzerine, cevap ve
düzeltme hakkını kullanmak maksadıyla bu kez tekzip yazısının yayınlanması için
Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuşlardır. Başvurucular, söz konusu
haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia
etmişlerdir. Başvurucular, haberde geçen yüklenici tarafından hiçbir iş
yapılmadığına, ihale bedeline, yükleniciye 1.200.000 TL ödeme yapıldığına,
kendilerinin görevlendirilmek suretiyle 17/12/2012 tarihinde Antalya’ya
gönderildiklerine, elektrik işi dışında hiçbir iş yapılmadığı halde
kendilerinin imzasıyla ödeme yapıldığına, aslında henüz yapılmamış olmasına
rağmen kendilerince hazırlanan hakediş raporunda bazı
yapıların bitirilmiş olduğunun gösterildiğine, Kültür ve Turizm Bakanının
müdahalesi üzerine yolsuzluğun ortaya çıktığına ilişkin iddiaların tümüyle
gerçek dışı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu iddiaların Yüklenici Şirket ve Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından kamuoyuna yapılan açıklamalarla da gerçek dışı
olduğunun anlaşıldığını ifade etmişlerdir.
4. Başvurucuların dilekçesi ve
sunduğu deliller üzerinden inceleme yapan İlk Derece Mahkemesi, 6/6/2013
tarihli kararında, şikâyet konusu gazete nüshalarında “içeriği itibari ile haber ve yorum niteliğinde
yazıların bulunduğu, yazıların kaynağının gösterildiği, bu çerçevede de
yazıların basın, yayın ve haber alma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi
gerektiği” gerekçesiyle başvurucuların talebini reddetmiştir.
5. Başvurucuların iddiaları
çoğunluk tarafından da Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişi
dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkı kapsamında
incelenmiştir. Yapılan değerlendirmede sulh ceza mahkemelerinin yetkisinde
bulunan cevap ve düzeltme yolunun başvuruya konu basın açıklamaları nedeniyle
şeref ve itibar hakkının korunmadığı yönündeki şikâyetler açısından makul bir
başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir
ve etkili bir başvuru yolu olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği
belirtilerek somut olayda kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını
koruyup geliştirme hakkını koruyucu diğer ceza ve hukuk yollarının daha etkili
olduğu düşüncesiyle başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna varılmıştır.
6. Anayasanın 17. maddesinde
düzenlenen kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme
hakkını korumak üzere Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, Ceza
Muhakemesi Kanunu gibi temel kanunlarda kişilerin başvurabileceği genel
nitelikte kanun yolları düzenlenmiştir.
7. Anayasa’nın 32. maddesinde
düzenlenen düzeltme ve cevap hakkı da kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi
varlığını koruyup geliştirme hakkını güvenceye alma amacıyla Anayasa’da özel
olarak düzenlenen bir hukuki yoldur. Bu anlamda Anayasa’nın 32. ve Basın
Kanunu’nun 14. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunan bu hak kişi
dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkını hızlı
bir şekilde ve farklı bir yolla koruyan istisnai nitelikte bir başvuru yolu
olarak ortaya çıkmaktadır.
8. Yayın yoluyla kamuoyunda
oluşan olumsuz kanaati giderebilecek veya etkisini azaltabilecek en hızlı ve
etkili yöntem cevap ve düzeltme hakkının kullanımıdır. Zira, diğer dava
yollarına başvurulması halinde yayın tarihi ile verilecek mahkeme kararı
arasında uzun zaman geçmesi nedeniyle bu yollar kişi aleyhine kamuoyunda oluşan
olumsuz kanaati gidermekte veya etkisini azaltmakta yetersiz kalmaktadır. Bu
yönüyle cevap ve düzeltme hakkının korunması açısından öngörülen cevap ve
düzeltme talebinde bulunma yolu düzenlendiği alan bakımından etkili bir başvuru
yolu ve kamuoyunda oluşan izlenimin etkisini azaltmanın en etkili ve hızlı
yöntemidir. Düzeltme ve cevap hakkının temelinde de bireylere diğer başvuru
yollarına nazaran daha hızlı ve etkin bir koruma sağlama düşüncesi
bulunmaktadır.
9. İfade özgürlüğünün belirli
sınırlamalara tabi tutulabileceği, bu sınırlama şartlarından birinin de “başkalarının şöhret veya haklarını”
korumak olduğu dikkate alındığında, cevap ve düzeltme hakkının bu sınırlama
kapsamında olduğu kabul edilmelidir. (benzer
değerlendirmeler için bkz. Melnychuk/Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2). Haber
ve bilgilerin farklı kaynaklardan alınması ile haber ve bilgi çoğulculuğunu ve
dolayısıyla toplumun doğru bilgilendirilmesini sağlama fonksiyonu da bulunmaktadır
(bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya, B.
No. 13010/87, 12/7/1989; Melnychuk/ Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2). O
halde cevap ve düzeltme hakkı, aynı zamanda, bireyin ifade özgürlüğünün bir
parçasıdır ve bu hakkın kullanılmasını sağlamanın, devletin ifade özgürlüğü
kapsamında pozitif edim yükümlülüğü olduğu kabul edilmektedir.
10. Devletin ifade hürriyeti
alanındaki pozitif yükümlülüğü elbette kişilere veya kurumlara fikirlerini
duyurmak için medyaya erişimde sınırsız bir hak tanınmasını gerektirmez. AİHM’e göre kural olarak gazeteler ve diğer medya
kuruluşları, özel kişilerden gelen mektup, makale ve yorumları yayınlayıp
yayınlamama konusunda editoryal özerklikten
faydalanmalıdır. Bununla beraber çok istisnai koşullarda meşru olarak bir
gazeteden, hakaret davası neticesinde verilmiş bir yargı kararının
yayınlanmasını, bir özür yazısı ya da tekzip metninin yayınlanması istenebilir.
İşte devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında kişilerin medyada kendilerini
ifade etme hakkını garanti altına alması gerekebilir. Devlet, kitle iletişim
araçlarına erişim talebinin reddedilmesi ile ilgili şartları bireyin ifade
özgürlüğüne orantısız müdahale oluşturacak ölçüde bir keyfiliğe bırakmamalı ve
söz konusu reddedilmeye karşı yerel makamlar önünde itirazı olanaklı kılacak
düzenlemeleri yapmalıdır (Melnychuk/ Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2).
11. Nitekim anılan kararda atıf
yapılan Avrupa Konseyi kararları da bu hususu belirtmektedir. AK Bakanlar
Komitesinin cevap hakkına ilişkin (74) 26 sayılı Kararında kişilere haklarında
yayınlar konusunda kısa bir sürede düzeltme imkanının aynı değerdeki bir
yazıyla sağlanması gerektiğini, kişinin ayrıca yayınlara karşı etkili bir
başvuru yoluna sahip olması gerektiğini ifade etmektedir. AK Parlamenter
Meclisi 1215 (1993) sayılı Tavsiye Kararına göre, medya konusundaki yasal düzenlemelerin,
bilgilerin tarafsız bir şekilde aktarılması, çoğulcu fikir yapısını, cinsiyet
eşitliğini ve iddialara maruz kalan her vatandaşa cevap hakkını içerecek
şekilde kaleme alınması gerekir. AK Bakanlar Komitesinin cevap hakkına ilişkin
(2004) 16 sayılı Tavsiye Kararında kişisel hakları etkileyen ve kişiler
hakkında gerçeğe aykırı beyanlar içeren yayınlar hakkında ilgililere cevap
hakkı ya da ona eşdeğer bir başvuru yolunun tanınması gerekir. Eğer düzeltme
metni hiç ya da gerektiği şekilde yayınlanmaz ise buna karşı yazının yayınlanıp
yayınlanmamasına karar verecek bir mahkeme ya da bağımsızlık ve tarafsızlık
güvencelerine sahip bir makama itiraz yolunun öngörülmesi gerekir.
12. AİHM, benzer nitelikte bazı
başvurularda, Türk Hükümetinin, başvurucu tarafından ceza davası açılmaması
nedeniyle başvurunun “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez bulunması gerektiği”
yönündeki itirazı üzerinde durmamıştır (Ramazan Yıldırım/Türkiye, B. No:
4300/05, 18/5/2010). Aynı şekilde hükümetin tazminat davası açılmadığından
kabul edilemezlik itirazı da üzerinde durulmaya değer görülmemiştir (Adnan
Oktar/Türkiye, B. No: 42876/05, 10/5/2011). Bu iki kararda da kabul edilemezlik
kararı verilmiş ise de, başvurucuların cevap ve
düzeltme yolundan sonra tazminat veya ceza davası açma yoluna gitmemiş olmaları
nedeniyle başvuru yollarının tüketilmemiş olduğuna yönelik bir sonuca
varılmamıştır.
13. Hatta AİHM, Nazif
Yavuz/Türkiye (B. No: 34687/07, 18/11/2014) kararında başvurucunun kendisi
hakkında basında çıkan haberlerle alakalı olarak gazetelere bir tekzip metni
yayınlamak üzere gönderme dahil hiçbir girişimde bulunmadığını belirterek
başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir. Gerekçede ilgilinin yazının sorumlularına karşı tazminat davası
açabileceğini veya cevap ve düzeltme hakkının kullanılması yani tekzip metninin
yayınlanması için mahkemelere başvurabileceğini, ancak başvurucunun bu başvuru
yollarını tüketmemiş olduğu ifade edilmiştir (§ 37). Buna göre başvurucu
kendisi açısından hangi yolu daha tatmin edici olarak değerlendirir ise o yolu
kullandıktan sonra başvuru yapabilecektir. Bu yaklaşım AİHM’in
başvuru yollarının tüketilmesi açısından benimsediği etkili başvuru yollarından
birinin tüketilmesinin yeterli olduğunu kabul eden genel yaklaşımına da
uygundur.
14. AİHM’e göre ihlalin giderimi
bakımından potansiyel olarak etkili iç hukuk yolu birden fazla ise başvurucunun
bu yollardan sadece birisine başvurması yeterli olup, bu yollardan hangisine
başvuracağı konusundaki tercih de başvurucuya kalmıştır (Karakó/Macaristan,
B. No: 39311/05, 28/4/2009) Mahkeme bir hukuk yolu tüketilmiş ise, aynı amaca
matuf diğer hukuk yolunu tüketmenin gerekli olmadığı düşüncesindedir. Öte
yandan dikkat çekilmesi gereken bir husus, kendi amaç ve talebi açısından en
uygun hukuk yolunu seçmek konusunda başvurucunun tercih hakkına sahip olduğudur
(Ruža Jelıčıć/Bosna
Hersek (k.k.), B. No: 41183/02, 15/11/2005). Eğer
ulusal hukuk, hukukun farklı alanlarında yani ceza ve medeni hukuk alanında
birden fazla hukuk yolu düzenlemişse, Sözleşme’yi
ihlal iddiası açısından bu hukuk yollarından sadece biri aracılığıyla sonuç
almak isteyen bir başvurucunun, esas olarak aynı amaca sahip diğer başvuru
yollarını tüketmesi gerekli değildir (Jasıńskı/Polonya,
B. No: 72976/01, 6/12/2007, § 27).
15. Cevap ve düzeltme ile elde
edilmek istenen sonuç çoğu zaman kişilik haklarını koruyan diğer hukuk
yollarından farklı olarak değerlendirilebilir. Kural olarak başvurucunun cevap
ve düzeltme hakkını kullanmadaki amacı, doğru olmadığını iddia ettiği haber
veya bilginin kısa sürede düzeltilip doğrusunun yayınlanmasıdır. Diğer hukuk
yollarında ise uğranılan zararın giderilmesi veya sorumluların cezalandırılması
amaçlanır. Düzeltme ve cevap hakkının kullanılması kişiliği koruyan diğer
yollara başvurulmasına engel olmadığı gibi bu yollar birbirinin alternatifi de
değildir. Bu bağlamda cevap ve düzeltme hakkı ile diğer hukuki yollar aynı
hukuki değeri korumadıklarından birbirleri için başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik sebebi olmamalıdırlar.
16. Çoğunluk kararında da
belirtildiği gibi cevap ve düzeltme hakkının, aleyhine yayın yapılan kimseye,
aynı yayın organını kullanarak saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına
müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda
iddialara cevap verme ve düzeltmeyi isteme imkânı veren anayasal bir hak olduğu
göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” kenar başlıklı 32. maddesinin
birinci fıkrasında “Düzeltme ve cevap hakkı,
ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili
gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.”
denilmiştir.
17. Cevap ve düzeltme hakkı, bir
kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe
aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu
yayına cevap vermek ve düzeltmeyi istemek hakkıdır. Bu hak ile bir kişi,
kendisinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına medyanın verdiği zararlara
karşı kendini korumaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya, B. No: 13010/87,
12/7/1989).
18. 5187 sayılı Basın Kanunu’nun
14. maddesine göre cevap ve düzeltme hakkı sadece basılmış eserler için ve
bunlar arasında sadece süreli yayınlar için kabul edilmiş bir haktır. Basın
açısından ise cevap ve düzeltme hakkı, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasına
karşı başvurulan ve klasik yargılama faaliyetlerinden daha kısa sürede netice
alınmasını sağlayan bir tür tedbirdir. Süreli yayındaki bir yazının kötü
tesirleri nasıl geniş bir alana süratle yayılıyorsa, cevap ve düzeltmeyle bunun
giderilmesinin de aynı geniş alanda ve süratle gerçekleşmesi sağlanarak
kişilerin korunması amaçlanmaktadır.
19. Özellikle sosyal ve görsel
medyanın hızının inanılmaz boyutlara ulaştığı günümüzde daha kısa sürede netice
alınmasını gerekli kılan hallerde Anayasa’nın 32. ve Basın Kanunu’nun 14.
maddelerine uygun olarak cevap ve düzeltme haklarını kullanmak amacıyla gerekli
başvuru yollarını tüketmiş olan başvurucuları diğer genel nitelikteki yollara
başvurmaya zorlamak bireysel başvurular açısından cevap ve düzeltme hakkını
anlamsız hale getirecek bir yaklaşımdır. Tazminat ve ceza davalarının
sonuçlanma süreleri gözetildiğinde verilecek kararın başvurucular açısından
etkili olacağını söylemek mümkün görünmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkı
kullanılarak daha kısa sürede netice alınmasını gerekli kılan hallerde
başvurucuların yöneltildiği diğer dava yollarında geçecek süreler ihlali daha
da ağırlaştıracaktır.
20. Kişilerin, kendileri
hakkında kamuoyunda oluşan olumsuz imajı kısa sürede cevap ve düzeltme yoluyla
tamir etmeyi amaçladığı, ayrıca ve açıkça tazminat veya sorumluların
cezalandırılmasını hiçbir şekilde istemediği, yalnızca ve derhal cevap ve
düzeltme hakkını kullanmak istediği durumlarda veya düzeltme ve cevap hakkının
kullanılmasına konu yayında tazminatı veya cezalandırmayı gerektirmeyecek
beyanların kullanıldığı hallerde cevap ve düzeltme hakkını öngören başvuru
yolunun en etkili yol olduğu kuşkusuzdur.
21. Bu nedenle, bireysel başvuru
yolunda, başvuru dilekçelerindeki şikâyetler ve talepler ile somut olayın
özellikleri dikkate alınarak, başvurucuların cevap ve düzeltmeden ziyade
sorumluların cezalandırılmasını ve/veya uğradığı zararlar nedeniyle tazminata
karar verilmesini istediği durumlarda cezalandırma ve tazminat bakımından
etkili diğer hukuk yollarına başvurması gerektiği söylenebilir. Ancak, cevap ve
düzeltme hakkının kullanımına ilişkin başvuru yolunu etkisiz bir yol olarak
nitelendirmek Anayasa ve Basın Kanununun açık
düzenlemelerine aykırı olacağı gibi bireysel başvurunun amacıyla da bağdaşmaz.
22. Nitekim eldeki işe konu
olayda da, cevap ve düzeltme talebini reddeden
mahkemenin gerekçesi dikkate alındığında başvurucuların düzeltme ve cevap
hakkını kullanmaya yönelik başvuru yolu dışında tüketilmesi öngörülen diğer
başvuru yollarından herhangi bir sonuç almaları olanağı da çok fazla
görünmemektedir.
23. Eldeki işte başvurucular açıkça,
ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin 14-15.5.2013 günlü nüshalarında ve
aynı gazetenin internet sayfasında çıkan haberlerde kendileri aleyhine hakaret,
tehdit ve suçlayıcı ifadeler içeren haberler yayınlanması üzerine bu haberlerle
ilgili olarak hazırladıkları tekzip metninin yayınlanması için noter
vasıtasıyla bildirimde bulunmalarına rağmen bu metnin yayınlanmaması üzerine
aynı amaçla yargıya müracaat ettiklerini, ancak derece mahkemelerince
taleplerinin yetersiz gerekçelerle ve hukuka aykırı olarak reddedildiğini,
anılan karara karşı yaptıkları itirazın da kesin olarak reddedildiğini, böylece
Anayasa’nın 19., 32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve
güvenliği, düzeltme ve cevap, adil yargılanma, temel hak ve hürriyetlerin korunması
haklarının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
24. Başvuru dilekçesinde “aleyhinde bireysel başvuru yapılan Ankara 7. Sulh
Ceza Mahkemesi ve Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesinin kararlarıyla başvurucu(ların) hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği, bu ihlaller
neticesinde başvurucuların şeref, haysiyet ve saygınlık ve diğer kişisel
haklarına yönelik yapılan saldırılara karşı cevap vermek suretiyle bu
saldırıların etkilerini bir nebze olsun hafifletme imkanından yoksun kaldıkları,
herhangi bir suç işlemedikleri ve bir suçtan da yargılanmadıkları halde anılan
gazete haberleri ve bu haberleri onaylayan Mahkeme kararlarıyla suçlu ilan
edildikleri” ifade edilmiştir. Sonuç olarak başvurucular anayasal
bir hak olan düzeltme ve cevap haklarını kullanmak amacıyla yaptıkları
başvuruların hukuka aykırı olarak reddedilmesi üzerine ve bu hakkı
kullanmalarını engelleyen kararlar aleyhine başvuruda bulunmuşlardır.
25. Başvurucular sonuç
taleplerinde de daha fazla zarara uğratılmamaları ve haklarının daha uzun süre
ihlal edilmemesi için tedbir kararı verilmesini ve mahkeme kararlarının
yürütmesinin ve icra yolunun durdurulmasını talep etmişlerdir.
26. Başvurucuların başvuru
dilekçesinde ileri sürdükleri iddialar ve talepleri dikkate alındığında başvuru
tamamen cevap ve düzeltme hakkının kullanımına ilişkin bulunmaktadır.
Başvurucular bu konuda bizatihi Anayasa’nın 32. maddesiyle de düzenlenmiş
bulunan etkili başvuru yolunu tüketerek bireysel başvuruyu
gerçekleştirmişlerdir. Bu durumda amaç ve talepleri bakımından etkili bir
başvuru yolunu tüketmiş olan başvurucuları sonuç alamayacakları başka başvuru
yollarına gitmeye zorlamak bireysel başvurunun amacı ile bağdaşmayacağı gibi
başvurucunun hak arama hürriyetine de bir müdahale oluşturacaktır.
27. Belirtilen gerekçelerle,
kabul edilerek esasının incelenmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan,
çoğunluğun “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna yönelik görüşüne katılmadık.
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
KARŞIOY
Başvurucunun,
aleyhine yer alan bir basın açıklaması nedeniyle müdahale edildiğini düşündüğü
şeref ve itibar hakkına karşı yasaca öngörülmüş düzeltme ve cevaplarının yayınlanmasını
istemek hakkının Sulh Ceza Mahkemesince “İçerik itibari ile haber ve yorum
niteliğindeki yazıların bulunduğu, kaynaklarının gösterildiği, yazıların haber
alma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesi ile
reddedildiği buna karşın Anayasal şikayet hakkını
kullandığı görülmektedir.
Mahkememizce
dosyası üzerinde yapılan kabul edilebilirlik incelemesinde şikayet
bir bütün olarak Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmeye alınmış
ve özetle;
Kişiliğine
yöneltilmiş müdahalenin varlığının kabulü yanında yasaca öngörülmüş cevap ve
düzeltme hakkının niteliğine vurgu yapılarak, bu yolun kişilik haklarına
yapılan müdahaleleri gecikmeksizin bertaraf etmek için tanındığı ve hakkın
kullanımının sağlanılmasının devletin pozitif yükümlülüğü
kapsamında olduğu ancak ifade özgürlüğünün bir parçası olarak değerlendirilen
bu hakkın Anayasal güvenceler kapsamında bulunduğu, basın özgürlüğü ile ifade
hürriyetinin çatışma alanında kalması halinde bu hakların kullanılması yönünden
adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiği ifade edilmiş ise de anılan
ilkelerin somut olaya uygulanmasına geçildiğinde, cevap ve düzeltme hakkının
kullanılması halinde çatışan bu haklar arası dengeleme yapılmasının ZORLUĞU
esas alınarak bu yolun, (çelişmesiz bir dava yolu olduğu nitelemesi ile)
müdahalede ki hukuka aykırılık açık bir netlik, belirginlik taşımıyorsa
kullanılmasından ziyade bu yoldan daha etkili olacağı varsayılan daha etkili
bir koruma yoluna başvurulması gerektiği atfı ile, başvuru koşullarının gerçekleşmediği
düşüncesi ile Başvuru yollarının tüketilmediği nedeniyle şikayet kabul edilemez
bulunmuştur.
Şeref
ve itibara yapılmış bir saldırının varlığının tespitine karşın Mahkememiz, bu kabulle
Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında kaldığı açık olan ifade hürriyeti kapsamında
cevap ve düzeltme hakkını kullanma yolunu seçen kişinin hak ihlalinin tespitini
daha etkili olduğunu varsaydığı bir başka dava yoluna bırakmaktadır. Bunu
söylerken de çatışan haklarda denge oluşturmanın zorluğunu asıl gerekçe
yapmaktadır. Haklar çatıştığında dengelemek uygulayıcının görevi olup dengenin
ölçülülüğünü tespit ise mahkemenin görevidir.
Mağdur
kişinin tekzip metninin yayınlanması ile mi yoksa açması beklenilen bir
tazminat davası sonucu ile mi daha ziyade kendini koruyacağı ve tatmin düzeyine
erişeceği yönünde normatif bir düzenleme bulunmamakta olup, insan psikolojisi
ile ilintili bu alanın hukuki bir zorunluluğa oturtulması doğru değildir.
Bu
halde, açıkça dayanaktan yoksun olmayan başvurunun esas yönünden incelemesi
gerekirken Başvuru Yollarının Tüketilmemiş Olması nedeniyle kabul edilmezlik
şeklinde oluşan çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucular
dilekçelerinde, yurt çapında yayın yapan gazetede, haklarında gerçek dışı haber
yayımlanması dolayısıyla, Anayasa’nın 32. ve Basın Kanunu’nun 14. maddesinde
düzenlenen düzeltme ve cevap haklarını kullanmak isteklerinin yetkili
mahkemelerce reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 19., 32., 36. ve 40.
maddelerinde yer alan temel haklarının ihlal edildiğini ve ayrıca mahkemelerin
ret gerekçelerinin kanuna aykırı ve yeterli olmadığını ileri sürmüşlerdir.
Başvuru
Anayasa Mahkemesince, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişi dokunulmazlığı
ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkı kapsamında incelenmiştir.
Kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkını
koruyucu hukuk yolları ilgili kanunlarda düzenlenmiştir. Bunlar örneğin, fail
hakkında ceza soruşturma ve kovuşturması yapılması ya da saldırının önlenmesi,
tespiti, tazminat istemi veya düzeltme ve cevap yayınlatılması için hukuk
davası açılması yollarıdır (Bkz; Türk Medeni Kanunu
m. 24, 25; Borçlar Kanunu m. 49, 51, 56; TCK m. 125; CMK m. 234, 237).
İncelenen
dosyada basılmış bir eser ile kişilik haklarına bir saldırı söz konusu
olduğundan, başvurucular Anayasa’nın 32. ve Basın Kanunu’nun 14. maddeleri
uyarınca, düzeltme ve cevap hakkını kullanmak istemiş, ancak bu istemi
mahkemece reddedilmiş, itirazı da kabul görmemiştir. Başvurucuların elbette
kanunlarda düzenlenen diğer bir hak arama (dava) yoluna başvurmaları
olanaklıdır. Fakat başvurucular, olayın kamuoyundaki güncelliği yitirilmeden
düzeltme ve cevap haklarını kullanmak istemişlerdir. Bu nedenle öncelikle
düzeltme ve cevap hakkının niteliği üzerinde durulmalıdır.
Anayasa’nın
32. maddesinde düzenlenen düzeltme ve cevap hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde
korunan hakkı güvenceye alma amacıyla yine Anayasa’da özel olarak düzenlenen
bir hukuki yoldur. Bu hak bir yönüyle kişisel bir hakkı korumayı amaçlarken,
diğer yandan da basın özgürlüğünü sınırlamaktadır. Buna karşın, yayın yapanla
hakkında yayın yapılan kişi arasındaki uyuşmazlığın esasını çözümlemeyi
amaçlamadığından, bu hakkın kullanımı klasik bir dava yolu şeklinde değildir.
Düzeltme ve cevap hakkı kişiye yalnızca, ilgili yayına cevap verme ve düzeltmek
istediği bilgiyi kamuoyuna sunma imkanı tanımaktadır.
Diğer taraftan bu hak Anayasa ve kanunda sınırlandırılmış olup her tür yayına
karşı kullanılamamaktadır.
Düzeltme
ve cevap hakkına ancak, yapılan yayında şerefe saldırı bulunması veya gerçeğe
aykırı yayın yapıldığı hallerde başvurulabilecektir. Diğer bir ifadeyle,
gazetecinin kamuoyunu aydınlatma görevine ve haber verme hakkına uygun olan
yayınlara karşı düzeltme ve cevap hakkı kullanılamayacaktır. İlgilinin,
hakkındaki yayında şeref hakkının ihlal edildiği veya gerçeğe aykırı haber
yapıldığı iddiası üzerine sulh ceza hakimi, yayının
içeriği ile başvuranın dilekçesi kapsamında, mevcut veriler ışığında bu hakkın
doğup doğmadığına karar verecektir. Diğer taraftan her mahkeme kararı gibi bu
kararın da yeterli gerekçe içermesi ve denetlenebilir olması gerekmektedir (Any. m. 141, CMK m. 34).
Düzeltme
ve cevap hakkı, kişilik haklarını koruyucu diğer dava yollarından birkaç yönden
farklıdır. Şekli bakımdan; tek taraflı bir başvuru olup, karşı tarafa savunma
ve iddialarını ortaya koyma fırsatı tanınmamaktadır. Usul hukuku yönünden
nizasız yargı işi vasfındadır ve hakim kararını üç gün
içinde vermelidir. Bu hak, gerçeğe aykırı bilgi veya şerefe saldırıya karşı,
yine aynı yöntemle ve olayın sıcaklığı geçmeden cevap verilebilmesinin veya
düzeltme yapılmasında kişiliğin korunması bakımından büyük bir önem
taşımaktadır. Anayasa ve kanunda, yayının yapıldığı tarihten sonra birkaç gün
veya hafta içerisinde bu hakkın kullanılmasına önem verilmiştir. Aslında bir
kanun konusu olmasına karşın, hakkın önemi nedeniyle Anayasa’da düzenlenmiştir.
Düzeltme ve cevap hakkıyla ilgili kararında hakim bir
anlamda tedbir kararı vererek, haber veya yayın güncelliğini korurken kamuoyunun
başvurucunun fikirlerine de ulaşması, başvurucunun kendisini kamuoyuna karşı
savunması veya kamusal tartışmaya iştirak etmesi temin edilmektedir. Ancak
cevap ve düzeltmenin hakim kararıyla yayınlatılmış
olması, hak sahibine bundan daha fazla bir hukuki sonuç sağlamamaktadır. Bu
nedenle, söz konusu gerçeğe aykırı veya aşağılayıcı yayından dolayı mağdur
olduğunu ileri süren kişinin ayrıca tazminat davası açması gerekmektedir.
Düzeltme
ve cevap hakkının kullanılması, kişiliği koruyan diğer dava yollarına başvurulmasına
engel teşkil etmemektedir. Başka deyişle, Anayasa koyucunun düzeltme ve cevap
hakkını düzenlerken koruduğu hukuki yarar ile diğer dava yolları tam olarak
örtüşmemektedir. Düzeltme ve cevap hakkı, diğer dava yollarına nazaran sınırlı
ve fakat daha kısa süredeki etkisi nedeniyle hakkı daha koruyucu bir etkiye
sahiptir. Bu özelliği ve önemi dolayısıyla düzeltme ve cevap hakkı Anayasada
özel olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, kişilik haklarını koruyucu klasik dava
ve takip yolları için yapılan, "cezai takip yerine tazminat davası
açılmasının daha etkili bir yol olduğu" şeklindeki değerlendirme bu konuda
yapılamamalıdır.
İşte
bu nedenlerle incelenen olayda başvurucular düzeltme ve cevap haklarını elde
edemediklerinden dolayı hak ihlali iddiasında bulunmuşlardır. Müstakil, özel ve
etkili bir hak arama yolu olan düzeltme ve cevap verme hakkının esası
incelenmeksizin diğer dava yollarına başvuru yolu gösterilmesi, bireysel
başvurunun amacına ve ilkelerine aykırıdır.
Başvuruya
konu olayda Kültür Bakanlığında kamu görevlisi olan başvurucuların,
imzaladıkları hak ediş hakkında gerçeğe aykırı olarak, "yapılmayan işe bir
milyon ikiyüz bin lira" başlığı altında haber
yapıldığını ileri sürmeleri, başvuruya ekli Bakanlığın 15.5.2013 tarihli basın
açıklamasında da ödemenin yapılan işin çok daha az bir miktarına karşılık
geldiğinin belirtilmesi karşısında, başvurucuların düzeltme ve cevap hakkını
kullanmalarında hukuki yararlarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bireysel
başvuruda, açık ve bariz bir takdir hatası olmadıkça, verilen karar sonucunun
esas bakımından adil olup olmadığı konusu incelenemez. Ancak yargılama usulünün
adil yargılanma hakkına uygun yürütülmüş olup olmadığı Anayasa Mahkemesinin
denetim alanı içerisine girmektedir. Bu durumda bireysel başvurunun kabul
edilmesi ve esasının incelenerek, düzeltme ve cevap hakkının reddine ilişkin
kararın yeterli gerekçeyi içerip içermediğinin denetlenmesi gerekmektedir.
Açıkladığım
nedenlerle başvurunun kabul edilebilir bulunarak, esası yönünden incelenmesi
gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun oyuna iştirak edememekteyim.