TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HADİYE MELEK ÖNDER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6247)
|
|
Karar Tarihi: 18/6/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Hadiye
Melek ÖNDER
|
Vekili
|
:
|
Av. Rıza Hakan BAŞSORGUN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 14/7/2004 tarihinde Ankara 2. Asliye Ticaret
Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini, makul sürede yargılama
yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 19/2/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümün 6/3/2014 tarihli ara kararı gereğince
başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına
karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 21/3/2014
tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, F.G. ve Ziraat Bankası A.Ş. aleyhine 14/7/2004
tarihinde Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada; davalı banka
hesabında bulunan likit fonunun, bilgisi ve talimatı dışında diğer davalı
tarafından bozulduğunu, banka görevlilerinin telkini ve alacağının ödeneceği
hususundaki taahhütlere güvenerek davalılar lehine noterden ibraname verdiğini,
alacağının ödenmediğini ileri sürerek, ibranamenin iptalini ve likit fon
bedelinin tahsilini talep etmiştir.
8. Mahkemece, 31/3/2005 tarihinde Mahkemenin görevsizliğine
ve dosyanın Ankara 1. veya 2. Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmek üzere
tevzi memurluğuna tevdiine karar verilmiş, yapılan tevzi ile dava dosyası
Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesi esasına kaydedilerek yargılamaya devam
edilmiştir.
9. Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesince 31/5/2006 tarih ve
E.2005/279, K.2006/248 sayılı kararla; davacının hata veya hileye düşürüldüğünü
ya da tehdit altında ibraname imzaladığını kanıtlayamadığı gibi, işlemlerin
yapıldığı tarihten dava tarihine kadar 1 yıldan fazla sürenin geçtiği
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19/2/2008
tarih ve E.2006/10511, K.2008/1864 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
11. Karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk
Dairesinin 11/7/2008 tarih ve E.2008/7881, K.2008/9361 sayılı ilamıyla,
ibranameyi geçersiz kılan hata, hile veya tehdit fillinin olup olmadığı
araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm
bozulmuştur.
12. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
sonunda, 10/3/2010 tarih ve E.2008/530, K.2010/114 sayılı kararla; noterde düzenlenen
ibranameyi geçersiz kılan hata, hile veya tehdit fillinin mevcut olmadığı,
iradeyi fesada uğratacak herhangi bir neden bulunmadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
13. Temyiz üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 30/10/2012
tarih ve E.2010/12480, K.2012/16864 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır.
14. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 13/6/2013 tarih ve
E.2013/4826, K.2013/12432 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
15. Karar, 18/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu, 19/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi”
kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
18. 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun
23. maddesi şöyledir:
“Akit yapılırken esaslı bir hataya duçar olan taraf, o akit
ile ilzam olunamaz.”
19. 818 sayılı mülga Kanun’un
28. maddesi şöyledir:
“Diğer tarafın hilesiyle akit icrasına mecbur olan tarafın
hatası esaslı olmasa bile, o akit ile ilzam olunmaz.
Üçüncü bir şahsın hilsine düçar olan tarafın yaptığı akit lüzum ifade eder. Şu kadar
ki diğer taraf bu hileye vakıf bulunur veya vakıf olması lazım gelirse o akit
lazım olmaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 19/8/2013 tarih ve 2013/6247 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, Ziraat Bankası A.Ş.'de
bulunan hesabındaki likit fonlarının banka görevlisinin fiili sonucu, bilgi ve
talimatı olmaksızın bozulduğunu, banka görevlisinin ve müfettişinin telkinleri
ve alacağının ödeneceği taahhüdü üzerine ibraname düzenlediğini, alacaklarının
ödenmediğini, ibranamenin iradesine aykırı olarak düzenlendiğini, hata ve
tehdit ile ibraname alındığını, tüm bunlara rağmen 14/7/2004 tarihinde Ankara
2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, Mahkemece
Yargıtay bozma kararının yerine getirilmediğini, bankacı yerine, banka hukuk
müşavirliğinden emekli olan bilirkişiden rapor alındığını, raporun hukuki
mütalaa şeklinde olduğunu, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek,
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep
etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun
Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada delillerin eksik ve hatalı
değerlendirilmesi sonucu davanın reddedildiğini belirterek, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Başvurucunun
yargılamanın sonucunun adil olmadığı ve makul sürede yargılama yapılmadığı
yönündeki iddiaları ayrı ayrı incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun
Adil Olmadığı İddiası Yönünden
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
24. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
26. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz
takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26).
27. Başvuru konusu olayda
başvurucu, Ziraat Bankası A.Ş.'de bulunan hesabındaki
likit fonlarının banka görevlisinin fiili sonucu, bilgi ve talimatı olmaksızın
bozulduğunu, banka görevlisinin ve müfettişinin telkinleri ve alacağının
ödeneceği taahhüdü üzerine ibraname düzenlediğini, alacaklarının ödenmediğini,
hata ve tehdit ile ibraname alındığını, tüm bunlara rağmen açtığı davanın
reddedildiğini, Mahkemece Yargıtay bozma kararının yerine getirilmediğini,
bankacı yerine, banka hukuk müşavirliğinden emekli olan bilirkişiden rapor
alındığını, raporun hukuki mütalaa şeklinde olduğunu belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Başvurucu tarafından Ankara
2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan davada tarafların tüm delilleri
toplanmış, başvurucunun tanıkları dinlenmiş, ilgili Banka tarafından düzenlenen
soruşturma ve müfettiş raporları ile Ankara 30. Noterliğinde başvurucu
tarafından düzenlenen ibraname incelenmiş ve bilirkişi raporu alınarak,
başvurucunun Noterde düzenlediği ibranameyi geçersiz kılacak hata, hile ve
ikrah fiilinin mevcut olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Yargıtay tarafından da bu inceleme ve gerekçe doğrultusunda hüküm onanmıştır.
Davanın reddedilme gerekçesi dikkate alındığında, bankacı yerine, banka hukuk
müşavirliğinden emekli bilirkişiden rapor alınmasının başvurucunun haklarını
ihlal ettiğinden de söz edilemez.
29. Başvurucunun iddiaları
incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve
esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
30. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilememiştir.
31. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası içermediği
anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı
İddiası Yönünden
32. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Başvurucu, 14/7/2004 tarihinde Ankara 2. Asliye Ticaret
Mahkemesinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek,
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
37. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
isteme hakkına sahiptir.”
38. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın
36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
38).
39. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
40. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara
ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru
konusu olayda başvurucunun açtığı alacak davasında, 1086 sayılı mülga Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu ile 6100 sayılı Kanun’da yer verilen usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
41. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
42. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
43. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre
değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm
gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi
değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha
etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
44. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
45. Medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı
kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Sürenin bitiş
tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona
erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
46. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
47. Başvuru konusu yargılamanın,
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden
23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihinde yargılamanın sona
erdiği anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde
dikkate alınacak sürenin başlangıcı 14/7/2004 tarihidir.
48. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş olup, başvuruya
konu yargılama faaliyetinin yazılı yargılama usulüne tabi olduğu
anlaşılmaktadır.
49. Başvuruya konu yargılama sürecinin
incelenmesinde, yargılamanın konusunun, irade sakatlığı nedeniyle ibranamenin
iptali ile fon bedelinin tahsili istemine ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Başvurucu tarafından 14/7/2004 tarihinde Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde
açılan davada, Mahkemece tarafların delilleri toplanmış ve 31/3/2005 tarihinde
mahkemenin görevsizliğine karar verilmiştir. 19/7/2005 tarihinde dava dosyası
Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesi esasına kaydedilmiştir. Anılan Mahkeme,
davalı F.G. hakkında Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki dava dosyasını
incelemiş ve 31/5/2006 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Hükmün
Yargıtay tarafından bozulması üzerine, Mahkemece bozma kararına uyularak
tarafların tanıkları dinlenmiş, teftiş raporları incelenmiş, bankacı ve hukukçu
bilirkişilerden rapor alınmasına karar verilmiştir. Bilirkişi raporunun
gelmesinden ve tarafların itirazları değerlendirildikten sonra 10/3/2010
tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine
Yargıtay 11. Hukuk Dairesince, 30/10/2012 tarihinde hüküm onanmış, karar
düzeltme isteminin reddedildiği 13/6/2013 tarihinde hüküm kesinleşmiştir.
50. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu alacak davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük,
maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller,
taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır.
Mahkemece, yargılama süresince yaklaşık üç buçuk ay aralıklarla duruşmalar yapıldığı
belirlenmiştir. Yargılama sırasında başvurucu vekilinin mazeret bildirerek
katılmadığı duruşmanın bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu kapsamda, başvurucunun
tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını
kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep
olduğu da söylenemez.
51. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64), davaya bütün olarak
bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek
bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık dokuz yıllık yargılama sürecinde
makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
52. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
53. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle
likit fon bedelinin ödenmesini ve 100.000,00 TL manevi tazminatın tahsilini
talep etmiştir.
54. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucu tarafından likit fon bedelinin ödenmesi
talebinde bulunulmuş olup bu talep, maddi tazminat istemi olarak değerlendirilmiştir.
Mevcut başvuruda makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle
iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun
maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
56. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık
dokuz yıllık yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin
uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararı karşılığında başvurucuya takdiren 6.650,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya 6.650,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE
C. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
I.E. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
II.
18/6/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.