TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖMER MERCEN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6265)
|
|
Karar Tarihi: 18/6/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucular
|
:
|
Ömer MERCEN
|
|
|
Zilan
MERCEN
|
|
|
Ahmet MERCEN
|
|
|
Fesih MERCEN
|
|
|
Hamdullah MERCEN
|
|
|
Mehmet MERCEN
|
|
|
Mahmut MERCEN
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Ali AYDEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, 19/3/1975
tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde aleyhlerine açılan kadastro tespitine
itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep
etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci
Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
I.4. İkinci Bölümün 7/1/2014
tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet
Bakanlığının 4/3/2014 tarihli görüş yazısı başvuruculara tebliğ edilmiş olup,
başvurucular vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 24/3/2014
tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru
formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Mardin ili Derik ilçesi Pınarcık köyünde 1974 yılında
yapılan kadastro çalışmaları sonunda, 1, 11, 12, 14, 18, 20, 21, 22, 26, 27,
29, 30, 33, 34, 60, 61, 67, 68, 75, 78, 85, 86, 103, 113, 116, 117, 118, 119,
120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127 ve 128 parsel numaralı taşınmazlar
kısmen hisseli olarak, başvurucu Ömer Mercen ve diğer
başvurucuların murisleri Burhanettin Mercen ile
arkadaşları adlarına tespit edilmiştir.
8. R.B. ve arkadaşları tarafından 20/2/1975 tarihinde, Derik
Tapulama Mahkemesinde, başvurucu Ömer Mercen ve
arkadaşları ile diğer başvurucuların murisleri Burhanettin Mercen
aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında 1, 11, 12, 14, 18, 20, 21,
22, 26, 27, 29, 30, 33, 34, 60, 67, 68, 75, 78, 85, 86, 103, 113, 116, 117,
118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127 ve 128 parsel numaralı
taşınmazların kadastro tespitlerinin iptali talep edilmiştir.
9. Yine R.B. ve arkadaşları tarafından 19/3/1975 tarihinde
Derik Tapulama Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında 61
parsel numaralı taşınmazın kadastro tespitinin iptali talep edilmiştir.
10. Anılan davada Mahkemece, 2/2/1979 tarih ve E.1975/21,
K.1979/21 sayılı ilamla davanın reddine, 61 parsel numaralı taşınmazın tespit
gibi tapuya tesciline karar verilmiştir.
11. Temyiz üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 20/8/1979
tarih ve E.1979/8504, K.1979/8255 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur.
12. Mahkemece bozma kararına uyularak, başvurucu Ömer Mercen ile diğer başvurucuların murisleri aleyhine
20/2/1975 tarihinde açılan dava dosyasıyla birleştirme kararı verilmiş, tüm
taşınmazlara yönelik yapılan yargılama sonunda 28/12/1984 tarih ve E.1979/65,
K.1984/93 sayılı kararla davanın reddine, dava konusu tüm taşınmazların tespit gibi
tapuya tesciline karar verilmiştir.
13. Temyiz üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 17/10/1988
tarih ve E.1985/25029, K.1988/9366 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur.
14. Mahkemece bozma kararına uyularak, 28/4/2014 tarih ve
E.1988/27, K.2014/8 sayılı kararla davanın reddine, taşınmazların tespit gibi
tescillerine karar verilmiş, ancak hüküm davacı tarafından temyiz edilmiş olup
henüz kesinleşmemiştir.
B. İlgili
Hukuk
15. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun “Usul ekonomisi
ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
16. 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev”
kenar başlıklı 25. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı
ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde
gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu
sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen
işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları
çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ”
17. 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı
28. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kadastro hakimi, askı süresi
içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak
taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden
devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu
beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili
olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine
göre resen tebliğ eder.”
18. 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı 29.
maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma
yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya
işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan
delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.
…
Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan
hallerde basit yargılama usulü uygulanır.
Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.”
19. 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri”
kenar başlıklı 30. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu
beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler.
Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma
sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için
tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden
dinleyebilir.
Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli
mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı
veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı
takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri
toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle
yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da
tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı
verilir.”
20. 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve
ilamların infazı” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine
göre resen taraflara tebliğ olunur.”
21. 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku”
kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve
tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan
alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 19/8/2013 tarih ve 2013/6265 numaralı başvuruları incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
23. Başvurucular, 1974 yılında yapılan kadastro çalışmaları
sonunda Derik ilçesinde bulunan taşınmazın murisleri adlarına tespit
edildiğini, 1975 tarihinde Derik Tapulama Mahkemesinde aleyhlerine açılan
kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini, bu
sürede taşınmazı kullanamadıklarını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını
belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
24. Başvurucuların yargılamanın uzunluğuyla ilgili
şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, bu şikâyet için diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
25. Başvurucular, 1975 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde
açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini ve makul sürede
yargılama yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın 35. ve 36. maddesinde
tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
26. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak görüş sunulmasına gerek görülmediği ve başvurucuların
taşınmaz üzerinde halihazırda mülkiyet haklarının bulunmadığı bildirilmiştir.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
28. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
29. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
30. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
31. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın
36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
38).
32. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
33. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, taşınmaz mülkiyeti hakkında Derik Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro
tespitine itiraz davasında, 3402 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan
usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 49).
34. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde gözardı
edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru
açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
35. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
36. Ancak, belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
37. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru
açısından, 20/2/1975 tarihidir.
39. Başvuruya konu dava, başvurucular Ömer Mercen dışında, diğer başvurucuların miras bırakanlarından
intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup, bu yönüyle makul süre
değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçıların
yargılamaya katıldıkları an değil, somut olayda muris açısından değerlendirmeye
esas alınan sürenin başlangıç anıdır (B. No: 2013/1115, 5/12/2013, § 51).
40. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
41. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi
olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
42. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
yargılamanın konusunun, kadastro tespitine itiraz ile taşınmazın başvurucuların
murisi adına tapuya tescili istemine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. 20/2/1975
tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz
davasında birçok parselin kadastro tespitinin iptali talep edilmiştir. Yine,
19/3/1975 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde açılan, 61 parsel numaralı
taşınmazın kadastro tespitinin iptaline yönelik davada, Mahkemece taraf
teşkilinin sağlanmasından sonra deliller toplanmış ve 2/2/1979 tarihinde
davanın reddine ve taşınmazın tespit gibi tesciline karar verilmiştir.
43. Kararın davacılar tarafından temyizi üzerine Yargıtay 7.
Hukuk Dairesinin 20/8/1979 tarihli kararıyla hüküm bozulmuştur. Bozma kararı
sonrasında 7/1/1981 tarihinde dosya yeniden esasa kaydedilerek bozmaya
uyulmasına karar verilmiş ve dava dosyası Mahkemenin 20/2/1975 tarihinde açılan
dava dosyasıyla birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir. Mahkemece,
28/12/1985 tarihinde, asıl ve birleşen davalarda dava konusu tüm parsellere
ilişkin davanın reddine, taşınmazların tespit gibi tesciline karar verilmiştir.
44. Kararın, Yargıtay 7. Hukuk Dairesince 17/10/1988
tarihinde bozulması sonrasında dosya yeniden esasa kaydedilerek yargılamaya
devam edilmiştir. Mahkemece taraf teşkilinin sağlanmasından sonra 28/4/2014
tarihinde davanın reddine karar verilmiş, ancak hüküm kesinleşmemiştir.
45. Yargılama evrakının
incelenmesinden, özellikle tensip zaptı kapsamında ikmaline başlanılması
gereken tapu kaydı, birleşik kroki, mahalli bilirkişi listesi gibi evrakın
ilgili kurumlardan talep edilmeyerek, yargılama sırasında münferit celselerde
verilen ara kararları uyarınca kısım kısım talep
edildiği, Mahkemece birçok defa dosyanın incelemeye alındığı ve bu sebeple
duruşmaların ertelendiği, keşif ara kararlarının farklı gerekçelerle yerine
getirilmediği ve birçok defa keşiflerin ertelendiği anlaşılmaktadır.
46. 3402 sayılı Kanun’da yer
alan özel usul hükümleri ile bu Kanunda hüküm bulunmaması durumunda uygulama
alanı bulacak olan ve medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu
alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
47. Belirtilen hükümlere rağmen, Mahkemece defalarca davaya
dâhil edilmesi gereken şahısların tespiti ve davaya dâhil edilmeleri, yargılama
sırasında vefat edenlere ait veraset ilamlarının sunulması için taraflara
süreler verildiği, birçok defa keşif ara kararlarının müracaat yokluğu, hava şartları,
bilirkişi temin edilememesi, keşif masrafının yatırılmaması, güvenlik gibi
nedenlerle yerine getirilmediği ve bu uygulamanın davada yer alan taraf sayısı
da nazara alındığında yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip
olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda verilen bir kısım keşif ara kararlarından
dönülerek tekrar taraf teşkili sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir.
48. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
yargılamanın gerek taşınmaz sayısı gerekse taraf sayısı bakımından ve keşif ve
bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık
bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı
değerlendirildiğinde Kadastro Mahkemesinde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı
niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara
kararların birçoğunda taraflara eksikliklerin ikmali hususunda usul hükümlerine
aykırı şekilde süreler verilerek, yapılması gereken işlemlerin uzun sürelerle
yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.
49. Özellikle somut yargılama açısından dava malzemesinin
taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olmadığı nazara alındığında,
yargılama makamlarının davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünün daha
dikkatli bir şekilde ele alınması gerekmektedir (B. No: 2013/4687, 23/1/2014, §
47).
50. Başvuru konusu yargılamada söz konusu olduğu gibi,
verilen birleştirme kararının adaletin daha iyi gerçekleştirilebilmesi için
makul olduğu değerlendirilebilirse de, bu tür
kararların yargılamayı uzatacağı göz önünde bulundurularak, yargılamanın diğer
aşamalarında sürecin hızlandırılması hususunda daha fazla gayret ve özen
gösterilmesi gerektiği açıktır.
51. Yargılama sürecinde davanın taraflarının yargılamayı
geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında
taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama
makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak
suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda,
başvurucuların tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu
tespit edilememiştir.
52. Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle
icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık
olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında
başvurucular açısından otuz dokuz yılı aşkın süredir devam eden yargılama
sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
54. Başvurucular ayrıca, uzun süren yargılama nedeniyle
taşınmazdan yararlanamadıkları gibi taşınmazdan sağlanan gelir desteğinden de
mahrum kaldıklarını belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet
haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş olup makul sürede yargılanma haklarının
ihlal edildiği yönünde yukarıda yer verilen tespitler ışığında, mülkiyet
haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının ayrıca değerlendirilmesine
gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
55. Başvurucular, taşınmazlarını uzun süren yargılama boyunca
kullanamadıklarını ve gelirlerinden istifade edemediklerini belirterek, maruz
kaldıkları zarar karşılığı 250.000,00 TL maddi ve 150.000,00 TL manevi
tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
56. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucuların makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğinin tespiti halinde hakkaniyete uygun bir
tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı bildirilmiştir.
57. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
58. Başvurucular tarafından maddi tazminat talebinde
bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği
tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar
arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
59. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin otuz dokuz
yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu
sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvurucu Ömer Mercen’e 22.450,00 TL,
diğer başvuruculara takdiren ayrı ayrı 1.200,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
60. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
61. Başvuruya konu yargılamanın otuz dokuz yılı aşkın süredir
devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği
gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama
dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam
etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede
sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin
ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1.
Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucu Ömer Mercen’e 22.450,00 TL,
diğer başvuruculara ayrı ayrı 1.200,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
C. Başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin ilgili
Derik Kadastro Mahkemesine gönderilmesine,
18/6/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.