TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FATİH ÖZGÜNER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6358)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 29/12/2015-29577
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Fatih ÖZGÜNER
|
Vekili
|
:
|
Av. Muhammed Fehim OFLAS
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, hâkim kararı
olmaksızın telefon görüşmelerinin kayda alınması nedeniyle özel hayata saygı
hakkının, bu kayıtların aleyhte delil olarak kullanılması ve makul sürede
yargılanmama nedenleriyle adil yargılanma hakkının, aynı durumda bulunan diğer
sanıklar hakkında beraat kararı veya daha az ceza verilmesi nedeniyle de
ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/8/2013 tarihinde
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 14/11/2014 tarihinde bildirilmiş,
başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve UYAP
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle
şöyledir:
7. Uyuşturucu ticareti
yapıldığına yönelik ihbarlar üzerine Siirt 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 4/8/2009
tarihli ve 2009/624 Değişik İş, 17/8/2009 tarihli ve 2009/667 Değişik İş ve
2/9/2009 tarihli ve 2009/714 Değişik İş sayılı kararlarıyla şüphelilerin
iletişiminin tespit edilmesine karar verilmiştir. Başvurucuya yönelik bir
dinleme kararı bulunmamaktadır.
8. Uyuşturucu madde ticareti
suçu dolayısıyla yapılan soruşturmada, hâkim kararıyla şüpheli Z.D.nin de telekomünikasyon yoluyla iletişimi (telefon
görüşmeleri) dinlenmiştir. Şüpheli Z.D.nin dinlenmesi
esnasında başvurucu ile şüpheli arasında 6/9/2009 tarihinde kısa zaman
aralıklarında gerçekleşen iki ayrı görüşme kayda alınmıştır. Böylelikle
başvurucu da dolaylı şekilde dinlenmiştir.
9. Başvurucu, uyuşturucu madde
ticareti yaptığı şüphesiyle 6/9/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve müteakiben
başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir.
10. Başvurucu ve diğer
şüpheliler hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığının 6/11/2009 tarihli ve
E.2009/4295 sayılı iddianamesiyle aynı yer 3. Ağır Ceza Mahkemesine dava
açılmıştır.
11. İddianamede başvurucuya
yüklenen suçların "suç işlemek amacıyla kurulmuş örgütü yönetme ve üye
olma" ve "uyuşturucu madde ticareti yapma" olduğu ve bu suçların
katalog suçlar arasında yer aldığı görülmektedir.
12. Yürütülen yargılama
sonucunda Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/6/2012 tarihli ve E.2011/40,
K.2012/165 sayılı kararı ile başvurucunun iştirak hâlinde uyuşturucu madde
ticareti yapma suçu sabit görülerek 8 yıl 4 ay hapis ve 66.660 TL adli para
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
13. Gerekçeli kararın ilgili
kısmı şöyledir:
“DELİLLER: İddianame, Siirt 1. Sulh Ceza
Mahkemesinin 04.08.2009 tarih ve 2009624, 17.08.2009 tarih ve 2009/667 D.iş, 02.09.2009 tarih ve 2009/714 D.iş
sayılı CMK'nın 135. Maddesi uyarınca verdiği
iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasına ilişkin kararı, C. Başsavcılığımızın
gecikmesinde sakınca olduğu sebebiyle verildiği 06.09.2009 ve 07.09.2009
tarihli arama ve el koyma kararları, olay yakalama ve rızaen
muhafaza altına alma tutanakları, sanık savunmaları, iletişimin tespiti
tutanakları, nüfus ve sabıka kayıtları ile tüm dosya kapsamından ibarettir.
…
Bu görüşme(ler)de sanık R. Ö.’nün aracında
bulunan sanık Fatih, sanık Ö. ile birlikte Ö.’nün
arabasında bulunan öncülük yapan sanık Z. D.’ye yolun
durumunu sormaktadır.
Suçlamayı kabul
etmeyen sanık öncülük görevini yapan sanık Z. D.’nin
aracınız bize yetişsin diye söylemi karşısında biz niye yetişelim siz önden
gidin şeklinde öndeki araca öncülük yaptığı ve kendisinin de uyuşturucunun
sevkinden haberdar olup aktif rol aldığını açıkça göstermektedir.
… uyuşturucu maddeyi
Başkale ilçesinden Van iline sevk etmek için R. Ö.’nün
aracına binen sanığın uyuşturucunun sevkinde aktif rol aldığı, bu bağlamda
sanığın uyuşturucu sevk ederek, uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği sabit
olduğundan, her ne kadar uyuşturucudan haberdar olmadığını beyan etmişse de,
yukarıdaki TAPE kayıtlarından da anlaşılacağı üzere uyuşturucunun güvenli bir
şekilde sevk edilebilmesi için bulunduğu araca öncülük yapan sanık Z. D. ile
irtibat halinde olduğu her ne kadar R. Ö’nün telefonunun şarjının bittiğini, bu
sebeple konuşmaları R. Ö’nün yaptığını sanık beyan etmişse de sanığın hem
kendisine ait 0 544 'lü numara ile hem de 0 506 nolu numara ile sanık Z. D.'nin
kullandığı 0 507 nolu telefonla aynı zaman diliminde
görüşmeleri bulunmasının karşısında, sanığın kendisini cezadan kurtarmak
amacıyla yapılmış inandırıcılıktan uzak ve dosya ile uyumlu olmayan savunmasına
itibar edilmeyerek, suçu sabit olan sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 188/3
maddesine göre cezalandırılmasına karar verilmiş(tir)”
14. Anılan karara karşı
başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesi 15/4/2013
tarihli ve E.2012/28332, K.2013/3475 sayılı ilamı ile mahkûmiyet kararının
onanmasına karar vermiştir.
15. Başvurucu, onama ilamını
9/7/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.
16. Bireysel başvuru 12/8/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
1. İlgili Mevzuat
17. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(3)Uyuşturucu
veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan,
satışa arz eden, başkalarına veren,
sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on
yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar
adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya
satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis
cezası on beş yıldan az olamaz.
(4) Uyuşturucu veya
uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin
olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında
artırılır.”
18. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135.
maddesinin, 25/5/2005 tarihli ve 5353 sayılı Kanun’un 17. maddesi ile
değiştirilmesinden önceki (1) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine
ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde
edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın
telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda
alınabilir...
(6) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak
uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
6.
Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (Madde 188),
…
8. Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde
220),
…”
19. 5271 sayılı Kanun’un 138.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2)
Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta
olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135 inci maddenin
altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini
uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve
durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir.”
20. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi”
kenar başlıklı 206. maddesinin (2) numaralı fırkası şöyledir:
“Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı
hâllerde reddolunur:
a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
…”
21. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı
217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda
tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle
serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her
türlü delille ispat edilebilir.”
2. İlgili Yargı Kararları
22. Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 12/6/2007 tarihli ve E.2006/5.MD-154, K.2007/145 sayılı kararının
ilgili kısmı şöyledir:
“Sanık hakkındaki
soruşturma izni, iddianame ve son soruşturmanın açılması kararına konu olan
suçlar rüşvet ve görevde yetkiyi kötüye kullanma suçlarıdır. Rüşvet suçu 5271
sayılı CYY’nın 135/6. fıkrasında yer aldığından, bu suç yönünden
iletişimin tespiti suretiyle elde edilen kanıt, CYY’nın
138/2. maddesi fıkrası uyarınca, hakkında iletişimin tespiti kararı bulunmayan
kişi için de kanıt olarak değerlendirilir. Özel Dairece isnat edilen
eylemlerin bir kısmından beraat bir kısmından ise suç niteliğinin değişmesi
suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyet kararı tesis edilmiş ise
de, başlangıçtaki iddia rüşvet suçuna yönelik olup, görevi kötüye kullanma
suçunun özel bir biçimi olan rüşvet suçunun da çoğu zaman görevi kötüye
kullanma suçuna dönüşmesi olanağı bulunduğundan, nitelik değiştirmesi olanağı
bulunan suçlar yönünden de, elde edilen kanıtlar hukuka uygun delil olarak
değerlendirilmelidir.”
23. Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 10/12/2013 tarihli ve E.2013/10-483, K.2013/599 sayılı kararının
ilgili kısmı şöyledir:
“…5271 sayılı CMK'nun 138. maddesinin ikinci fıkrası göz önünde
bulundurulduğunda, 01.06.2005 tarihinden sonra yapılacak olan iletişimin
denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili
olmayan, fakat anılan kanunun 135. maddesinin
altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini
uyandırabilecek bir delil elde edilmesi halinde, tesadüfen elde edilen delil
olarak adlandırılan bu delilin belirtilen suçun soruşturulması ve
kovuşturulmasında kullanılması mümkündür.
Anılan kanunun 138.
maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile, iletişimin denetlenmesi tedbiri
sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat 135.
maddenin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği
şüphesini uyandırabilecek bir delilin elde edilmesi durumunda, bu delilin kullanılabileceğinin kabul edilmiş olması,
tedbirin uygulanması sonucu elde edilen delillerin 135. maddenin altıncı
fıkrasında sayılan suçlarla sınırlı olmak kaydıyla aynı soruşturma veya
kovuşturmayla ilgili olan suçlar yönüyle evleviyetle kullanılabileceğinin
kabulünü gerektirmektedir. Aksi halde, özellikle örgütlü suçlulukla
etkin bir şekilde mücadele amacıyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbirini
düzenleyen kanun koyucunun amacına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte,
örgütlü suçlulukla mücadelenin zorlaştırılması gibi bir sonuca neden olunması
da söz konusu olacaktır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Tuncay
Özkan/Türkiye kararında; "5/1. maddesi, Sözleşmeye taraf devletlerin
organize suçlarla yeterli önlemler alınarak mücadele etmede güvenlik güçleri
için büyük zorluklara sebep olabilecek bir biçimde şüphesiz
uygulanmamalıdır" şeklindeki görüşüyle, kanuni düzenlemelerin özellikle
örgütlü suçlarla mücadeleyi zorlaştıracak şekilde uygulanmaması gerektiğini
önemle vurgulamıştır
Kaldı ki 135.
maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birisi yönüyle uygulanan
iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri sonucu elde edilen delillerin, fıkrada
sayılan ve aynı soruşturma veya kovuşturmanın konusunu oluşturan bir diğer suç
yönüyle kullanılmasını yasaklayan bir düzenlemeye telekomünikasyon yoluyla
yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirinin düzenlendiği maddelerde de yer
verilmemiştir…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 4/11/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 12/8/2013 tarihli ve 2013/6358
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, hakkında usulüne
uygun bir dinleme kararı bulunmaksızın diğer sanıklardan biri ile yaptığı
telefon görüşmesinin aleyhine delil kabul edilerek cezalandırıldığını,
belirtilen delilin hukuka aykırı olduğunu, hükme esas alınamayacağını, hükme
esas alınsa bile Yargıtay içtihatları gereğince maddi olgularla desteklenmeyen
telefon dinleme kayıtlarının tek başına mahkûmiyete yeterli delil olmadığını,
6/9/2009 tarihinde başlayan yargılanmasının 15/3/2013 tarihinde sonuçlandığını,
belirtilen yargılama süresinin makul olmadığını, kendisi ile diğer sanık -aynı
şartlar altında olan kardeşi- hakkında beraat kararı verilmesine rağmen
ayrımcılık yapılarak kendisi hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, Mahkemece
verilen ceza miktarının suça konu uyuşturucu miktarı ile orantısız olduğunu,
temyiz merciinin belirtilen hususları dikkate almadığını ve kararında bu
hususlara yer vermediğini, açıklanan nedenlerle haberleşme özgürlüğü, adil
yargılanma hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden
yargılanma ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
26. Başvurucu, Anayasa'nın 22.
ve 38. maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun iddialarının özünün, yargılamada hukuka aykırı
deliller kullanıldığı ve haksız yere mahkûmiyet kararı verildiği hususu ile
ilgili olduğu görülmüştür. Başvurucu, haberleşme özgürlüğü ile ilgili
açıklamalarını delillerin hukukiliği bağlamında dile getirmiştir. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Bu sebeple başvurucunun iddiaları aşağıda adil yargılanma hakkı ile
ayrımcılık yasağı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı ve Yargılamada Hukuka Aykırı Deliller Kullanıldığı
İddiaları
27. Başvurucu; hakkındaki
yargılamanın adil yürütülmediğini, hâkim kararı olmaksızın kayda alınan telefon
görüşmelerinin mahkûmiyete esas alındığını, Yargıtay içtihatları gereğince
maddi olgularla desteklenmeyen telefon dinleme kayıtlarının tek başına
mahkûmiyete yeterli delil olmadığını, bu sebeplerle haksız olarak mahkûm
edildiğini iddia etmiştir.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
30. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca
-ilke olarak- derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun istisnası derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz
takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür, B. No:
2012/828, 21/11/2013, § 21).
32. Belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut
yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını, delil sunma ve inceleme
yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin
görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın
bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No:
2013/1213, 4/12/2013, § 27).
33. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün
kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup
olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade
etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ndeki (Sözleşme) bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen
ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, §
125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699). AİHM’e
göre delillerle ilgili olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz etme
ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir (Bykov/Rusya [BD], B. No: 4378/02, 10/3/2009, §
90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
§ 700).
34. Başvurucu, yargılandığı ceza
davasında telefon görüşme kayıtlarının suç unsuru taşımadığını, diğer
sanıkların çay kaçakçılığı yaptığını zannettiğini, telefonun araçta bulunan
diğer sanık R. tarafından aniden kendisine verilmesi üzerine görüşme yaptığını,
olaylarla bir ilgisinin olmadığını, bu sebeplerle haksız yere mahkûm edildiğini
ileri sürmüştür. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının özü, Derece Mahkemesinin
delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkindir.
35. Mahkemenin gerekçeli kararı
incelendiğinde söz konusu kararın; sanık savunmalarına, arama tutanağına, olay
ve yakalama tutanağına, iletişim içeriklerine, aramada ele geçirilen uyuşturucu
maddelere ve diğer delillere dayanılarak verildiği görülmektedir. Anılan
kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller
değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca
ulaşılmıştır (bkz. § 13).
36. Başvurucu; yargılama sürecinde
karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına,
kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça
sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna
ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum
da tespit edilmemiştir.
37. Açıklanan nedenlerle
başvurucu tarafından ileri sürülen yukarıdaki iddiaların kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu görülmektedir.
38. Diğer yandan başvurucu;
hakkında dinleme kararı alınmadan diğer sanıkla yaptığı görüşmelerinin de kayıt
altına alındığını, dolaylı şekilde dinlendiğini, bu suretle elde edilen
delillerin hukuka aykırı olduğunu ve hükme esas alınmasının yasal olmadığını
iddia etmiştir.
39. Başvurucunun, hukuka aykırı
olduğunu ve uyuşturucu madde ticareti suçuna yönelik mahkûmiyetine esas
alındığını iddia ettiği bir kısım telefon konuşmaları, aynı soruşturma
kapsamındaki diğer sanıkla ilgili iletişimin denetlenmesi tedbirinin
uygulanması sonucu -dolaylı şekilde- elde edilmiştir (bkz. § 13). Bu kayıtların
5271 sayılı Kanun’un 135. maddesinde belirtilen katalog suçlarla sınırlı olmak
kaydıyla kullanılabileceğinin Yargıtay tarafından kabul edilmesi (bkz. §§ 21,
22), diğer şüphelinin (Z.D.) yasal dinlemesi sırasında bu delile beklenmedik
bir şekilde ulaşılması, aynı gün araçta arama yapılması nedeniyle yeni bir
iletişimin kayda alınması kararının alınmasının mümkün olmaması ve mahkûmiyete
konu uyuşturucu madde ticareti suçunun katalog suçlardan olması nedenleriyle
İlk Derece Mahkemesinin bu kayıtları hükme esas almasının Yargıtay içtihadına
uygun olduğu görülmektedir.
40. İlk Derece Mahkemesinin
somut olayda 5271 sayılı Kanun’un 138. maddesinin (2) numaralı fıkrası
kapsamına giren bir dinleme olduğuna ilişkin Yargıtay içtihadına uygun
yorumunun da keyfî nitelikte ve öngörülemez olmadığı, bireylerin hakkı ile kamu
yararı arasında makul bir denge gözettiği, temel hakları ihlal eden bir
boyutunun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
41. Somut olayda başvurucunun
delillerini sunma ve delillerin değerlendirilmesi konusunda farklı bir
muameleye tabi tutulduğuna dair somut bir olgu bulunmamakta olup mahkûmiyet
hükmü, duruşmada başvurucu ve vekilinin huzurunda tartışılmış delillere
dayandırılmıştır. Diğer taraftan başvuru dosyası incelendiğinde
"silahların eşitliği" ve "çelişmeli yargılama" ilkelerine
aykırı olarak başvurucuya; delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme
hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir delil de
bulunmamaktadır.
42. Açıklanan nedenlerle
başvurucu tarafından yargılamanın sonucu yönünden ileri sürülen ihlal
iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olması, hukuka aykırı delillerin
kullanıldığı iddiası kapsamında ise bir ihlalin olmadığı açık olduğundan açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiği İddiası
43. Başvurucu, aynı durumda
bulunan diğer sanıklar hakkında beraat veya daha az ceza kararı verilmesine
karşın kendisi hakkında mahkûmiyet ve orantısız ceza kararı verilmesinin
ayrımcılık yasağının ihlali anlamı taşıdığını ileri sürmüştür.
44. Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" kenar
başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
45. Sözleşme'nin "Ayırımcılık yasağı" kenar başlıklı
14. maddesi şöyledir:
"Bu Sözleşme'de tanınan hak
ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer
kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet,
doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık
gözetilmeksizin sağlanmalıdır."
46. Başvurucunun, Anayasa'nın
10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik
iddialarının tek başına soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan diğer temel hak ve
özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla eşitlik
ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp, bu hakkın
kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan
tamamlayıcı nitelikte haklardandır. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip
edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasında kişinin hangi temel hak
ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının
gösterilmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§
33, 34).
47. Bu bakımdan başvurucunun,
eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının adil yargılanma hakkı çerçevesinde ve bu
hakla bağlantılı olarak ele alınması gerekir.
48. Somut olayda başvurucu, aynı
durumda bulunan bir diğer sanık hakkında beraat kararı verilmesine ve daha
fazla uyuşturucu madde ele geçirilen olaylarda daha az ceza verilmesine karşın
hakkında eylemle orantısız bir cezaya hükmedildiğini belirterek ayırımcılığa uğradığını
dile getirmiş fakat hangi nedene dayalı olarak kendisine farklı muamelede
bulunulduğuna ilişkin herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Ayırımcılık
iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki
başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir
farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk,
renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu, sözünü ettiği sanıkların durumu
ile kendi durumunun aynı olduğunu ortaya koyamadığı gibi kendisine hangi nedene
dayalı olarak ayırımcılık yapıldığına ilişkin de herhangi bir beyanda
bulunmamıştır.
49. Açıklanan nedenlerle
başvurucu ihlal iddialarını kanıtlayacak herhangi bir delil ileri sürmediğinden
başvurunun bu kısmının, açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
50. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın
makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
51. Bakanlık tarafından benzer nitelikteki başvurulara
ilişkin daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş
sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
52. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18), Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında -ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle- Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun
dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi
olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
53. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın
hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın
süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken
kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri,
§§ 41-45).
54. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, "suç işlemek amacıyla kurulmuş
örgütü yönetme ve üye olma" ve "uyuşturucu madde ticareti yapma"
suçlarını işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında
isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını
gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç
isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına
girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E.,
§ 32).
55. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 6/9/2009 tarihidir. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih; suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin
makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, §
35).
56. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi
neticesinde Van Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında
6/9/2009 tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak müteakiben tutuklandığı, Van
Cumhuriyet Başsavcılığının 6/11/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer
şüpheliler hakkında açılan kamu davası sonunda Van 3. Ağır Ceza Mahkemesince
12/6/2012 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
15/4/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.
57. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
58. Başvuruya konu ceza davasında başvurucu
haricinde sekiz sanığın daha bulunması, yargılama sürecinde hareketsiz bir
dönemin bulunmaması, başvurucu ve diğer sanıklar hakkında birçok suçlamanın ve
birleşen davaların bulunması, yargılamaya konu suçlamaların kapsamı, başka
mahkemelerle yazışma yapılmasının gerekmesi
hususları dikkate alındığında iki dereceli bir yargılamada geçen 3 yıl 7 ayın
biraz üzerindeki yargılama süresinin makul olarak değerlendirilmesi gerekir.
59. Açıklanan
nedenlerle bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucunun adil olmadığı ve yargılamada hukuka aykırı deliller
kullanıldığı iddialarının,
2.
Ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasının,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B.
Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
4/11/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.