TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SERPİL TOROS BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6382)
|
|
Karar Tarihi: 9/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem
NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Serpil TOROS
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet
Recai BAĞCI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; çocuk hakkında alınan koruma kararının
kaldırılmasına yönelik dava kapsamında verilen çocuğun anneye teslimine ilişkin
kararın yerine getirilmemesi, çocuk hakkında yeni koruma kararları alınarak bu
kararlara karşı yapılan itirazların reddi ve anneye çocuk ile görüşme imkânı
sağlanmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, koruma kararının
kaldırılması talebiyle açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması
nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölümün Birinci Komisyonunca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 16/3/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 23/5/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
2/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 17/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir.
8. Başvurucu 1/7/2003 tarihinde bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir.
Çocuk doğumundan sonra para karşılığında, bakılması için bir ailenin yanına
bırakılmış, başvurucu tarafından belirtilen aileye ödemede bulunulmaması
üzerine çocuk aile tarafından terkedilmiştir.
9. 20/9/2006 tarihli talep üzerine Niğde 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 5/10/2006 tarihli ve 2006/133 Değişik İş sayılı kararı ile çocuğun
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna (Kurum) bağlı olan ve Niğde'de
bulunan bir kuruma yerleştirilmesine ve 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk
Koruma Kanunu uyarınca çocuk hakkında bakım ve sağlık tedbiri uygulanmasına
karar verilmiştir. Koruma tedbirine ilişkin yargılama sürecinde düzenlenen
27/9/2006 tarihli sosyal inceleme raporunda; çocuğun Niğde ilinde yaşayan
yakınları ile yapılan görüşmeler neticesinde yakınlarının çocuğun bakım ve
sorumluluğunu üstlenmek istemediklerinin ve çocuğa karşı ilgisiz ve sevgisiz
olduklarının tespit edildiği, gözlem sürecinde çocuğun darp edildiği ve kötü
muameleye maruz kaldığına dair bulguların bulunduğu, ayrıca çocuğun yaşı, fizyolojik
özellikleri dikkate alındığında çocukta olası zeka geriliği olup olmadığının
tespit edilmesi gerektiği belirtilmiş ve çocuğun sosyal tehlikelere maruz kalma
ihtimali yüksek olduğundan hakkında 5395 sayılı Kanun uyarınca bakım tedbiri
alındığı, çocuğun şiddete maruz kaldığına dair bulguların varlığı nedeniyle
psikolojik danışmanlık tedbiri alınarak şiddet ya da kötü muamelenin psikolojik
etkilerinin hafifletilmesi ve sağlık tedbiri uygulanarak çocuğun maruz kaldığı
şiddet ya da kötü muamelenin oluşturduğu fiziksel etkinin önüne geçilmesinin
gerekli olduğu ifade edilmiştir.
10. Takip eden süreçte Kurum tarafından 24/5/1983 tarihli ve
2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu'nun 22. maddesi uyarınca koruma kararı
talep edilmesi üzerine, Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli
ve 2007/190-196 Değişik İş sayılı kararı ile çocuğun koruma altına alınmasına,
İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne teslimi ile Müdürlüğe ait bir kuruma
yerleştirilmesine karar verilmiştir.
11. Niğde İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü bünyesinde hazırlanan
22/2/2008 tarihli sosyal çalışmacı raporunda 28/6/2006 tarihinden itibaren
Kurum bakımında olan çocuğun kurumda kaldığı süreçte hiçbir yakınına
ulaşılamadığı ve arayanının bulunmadığı, çocuğun anne ve babasının çocuğa karşı
özen yükümlülüklerini yerine getirmediklerinin anlaşıldığı, çocuğun beş yaşına
gelmiş olması ve yaşı itibarıyla bir aileye ihtiyaç duyduğu gözönünde
bulundurulduğunda evlat edinilmesinin uygun olduğu ve bu hizmetten
yararlanabilmesi için 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
311. maddesi uyarınca anne ve babanın rızası aranmaksızın evlat edindirme
işlemlerinden faydalanması gerektiği ifade edilmiştir.
12. Niğde İl Sosyal Hizmetler Müdürülüğü
tarafından evlat edinmede ana babanın rızasının aranmaması talebiyle açılan
dava neticesinde Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/116, K.2008/104
sayılı kararı ile davanın kabulüne ve çocuğun İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü
tarafından evlatlık verilmesi işlemlerinde anne babanın rızasının aranmamasına
hükmedilmiştir.
13. Başvurucu tarafından Ankara 7. Aile Mahkemesinde 13/5/2008
tarihinde açılan dava ile çocuk hakkında daha önce verilmiş olan Niğde 2.
Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve 2007/190-196 Değişik İş sayılı
koruma kararının kaldırılması talep edilmiştir.
14. Ankara 7. Aile Mahkemesinin 8/7/2008 tarihli ve E.2008/560,
K.2008/862 sayılı kararı ile talebin reddine hükmedilmiş olup ret gerekçesinde;
koruma kararının Değişik İş üzerinden verildiği, ilgili kararın kaldırılması
talebinin de itiraz mahiyetinde olduğu ve bu nedenle koruma kararını veren
Mahkemeden talepte bulunulması gerektiği belirtilmiştir.
15. Devam eden süreçte başvurucu tarafından Niğde 2. Asliye
Hukuk Mahkemesinde 17/9/2008 tarihinde açılan dava ile Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin
27/12/2007 tarihli ve 2007/190-196 Değişik İş sayılı koruma kararının
kaldırılması talep edilmiştir. Dava dilekçesinde, annenin daha önce düzenli bir
işi ve sosyal güvencesi olmaması nedeniyle çocuğuna bakamadığı ve bu nedenle
çocuğun Kurum bakımına alındığı, Kurum bakımında olduğu süreçte beş yaşında
olmasına rağmen üç ayrı ailenin yanına verilen çocuğun psikolojisinin
bozulduğu, annenin hâlihazırda düzenli bir işi ve sosyal güvencesi olması
nedeniyle çocuğuna bakabilecek durumda olduğu belirtilerek çocuğun evlat
edindirme işlemlerinin durdurularak dava sürecinde tedbiren
anneye teslimi veya Kurumda barındırılması, nihai olarak çocuk hakkındaki
koruma kararının kaldırılarak evlat edindirme işlemlerinin durdurulması ve
anneye teslimine karar verilmesi talep edilmiştir.
16. Yargılamanın 13/4/2009 tarihli celsesinde, sosyal hizmet
uzmanı vasıtası ile rapor tanziminin talep edilmesi üzerine, Niğde Sosyal
Hizmetler İl Müdürlüğü, Ankara Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünden çocuk hakkında
sosyal inceleme raporu düzenlenmesini talep etmiştir. Ankara'dan gelen
17/7/2009 tarihli sosyal inceleme raporu ile birlikte başvurucunun durumu
değerlendirilerek Mahkemeye 20/7/2009 tarihli inceleme raporu sunulmuştur.
Raporda annenin, çocuğu terk ettiği koşullar ortadan kalkmış olsa da çocuğun
Niğde'de bulunduğu birbuçuk yıllık süreçte çocuğu
aramadığı ve kendisine ulaşılamadığı, çocuktan sevgi ve aile sıcaklığını
esirgemesi ve ebeveyn sorumluluğunu yerine getirmemesi nedeniyle çocuğun ihmal
ve istismara uğradığı, çocuğun yanında olduğu aile ile sağlıklı anne-baba-çocuk
ilişkisinin temellerinin atıldığı, çocuğun geçmiş yaşantısına karşı herhangi
bir özlem beslemediği, aksine istismara uğradığı anılarını anlattığı, çocuğun
bu sağlıklı ortamdan alınarak anneye teslim edilmesinin kalıcı psikososyal problemlere yol açacağı, bu nedenle çocuğun
annesi ile temas kurmasının veya velayetinin anneye verilmesinin uygun
olmayacağının düşünüldüğü belirtilmiştir.
17. Yargılama sürecinde söz konusu rapora karşı yapılan itiraz
üzerine AnkaraNöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine
yazılan talimat aracılığı ile temin edilen ve uzman klinik psikolog, pedagog ve
sosyal hizmet uzmanı tarafından tanzim edilen 30/11/2010 tarihli psikososyal değerlendirme raporu düzenlenmiştir. Bu
raporda; çocuğun annenin maddi imkânsızlıkları nedeniyle bir aile yanına
bırakıldığı ve anne tarafından maddi destek sağlanmayan aile tarafından sokağa
terk edildiği, Niğde merkezde terk edilmiş olarak bulunan çocuğun Niğde Sosyal
Hizmetler İl Müdürlüğünce Niğde'de bulunan bir çocuk yuvasına yerleştirildiği,
çocuk hakkında ilk sosyal inceleme raporunun 26/9/2006 tarihinde düzenlendiği,
çocuğun Kurum bakımına alınmasının akabinde 30/1/2007 tarihinde Niğde Devlet
Hastanesinde psikiyatri uzmanı tarafından tedavisinin yapıldığı ve fiziksel ve
ruhsal yönden herhangi bir rahatsızlığının bulunmadığının tespit edildiği,
devam eden süreçte çocuğun ana okuluna gönderildiği ve Kurumda kaldığı dönemde
gönüllü aile hizmetlerinden yararlandırıldığı belirtilmiştir. Bununla birlikte,
çocuğun ilk olarak 4/5/2007 tarihinde bir gönüllü aile ile irtibata
geçirildiği, bu süreçte çocuğun koruyucu aile yanına verilme konusunda
hazırlandığı ve büyük beklenti oluşturulduğu, belirtilen aile ile iletişiminin
nasıl olacağı izlenmeden bu tür bir muameleye maruz kaldığı ve ailenin Kuruma
tekrar gelmeyişiyle birlikte çocukta alt ıslatma, tırnak yeme ve şiddetli
ağlama gibi olumsuz davranışlar geliştiği, bu tür davranışların nasıl ele
alındığı ve ne tür bir tedavi yolu izlendiğine dair bir bilgi bulunamadığı, devam
eden süreçte 6/7/2007 tarihinde başka bir ailenin gönüllü aile olma başvurusu
üzerine çocuğun belirtilen aile ile tanıştırıldığı, yatılı olarak ailenin
yanına verildiği ve bu süreçte yukarıda belirtilen davranışsal bozuklukların
gerilediğinin tespit edildiği ancak adres değişikliği sonrasında söz konusu
aile ileKurumun bağlantısının koptuğu ve bağ kurduğu
insanlarla tekrar kopuş yaşamasının çocuğu tekrar travmatize
ettiği, bu durumun Kurum ihmali dışında bir açıklamasının olamayacağı, devam
eden süreçte 26/9/2007 tarihi itibarıyla başka bir ailenin koruyucu aile olarak
çocukla ilgilenmeye başladığı, çocuğu yatılı olarak aldıkları ve çocukla
duygusal bağ geliştirmeye başladıkları,ancak kurum
uzmanları tarafından söz konusu ailenin gönüllü aile olmak değil evlat edinme
isteği taşıdıkları gerekçesiyle ilişkilerinin ani bir şekilde kesildiği ve
çocukta gelişimsel sorunların nüksettiği, nitekim söz konusu ailenin şikâyeti
üzerine başlatılan incelemede, çocuk için yanlış bir hizmet modelinin
uygulandığı ve gönüllü aile hizmetlerinden değil evlat edindirme hizmetlerinden
yaralandırılması gerektiğinin ortaya konulduğu,
ilgili Genel Müdürlükten gelen bu müdahale sonrasında çocuğun son ilişki
kurduğu aile ile iletişimine son verilerek evlat edindirme hizmetlerinden yararlandırılmak
üzere Ankara'ya gönderildiği, burada önce farklı bir aileye verildiği, bu aile
ile uyum problemi yaşaması üzerine 5/3/2008 tarihinde Ankara'daki bir çocuk
yuvasına yerleştirildiği, daha sonra yaklaşık iki buçuk yıldır birlikte
yaşadığı anlaşılan Ç. ailesinin yanına verildiği, bu kapsamda, annesinden
yaklaşık üç yaşında ayrılan, bir süre tanımadığı bir aile ile kalan ve sonra
sokağa bırakılan çocuğun devlet koruması altına alındıktan sonra üç farklı aile
ile tanıştırıldığı ve daha sonra kurumsal yanlışlıklardan dolayı bu ailelerden
koptuğu ve en sonunda evlat edindirilmek üzere başka bir aile yanına
yerleştirildiği sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Raporda ayrıca
başvurucunun babası tarafından 12/3/2008 tarihinde çocuğu teslim alma talebiyle
Niğde İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne başvurulduğu, çocuğun Ankara'da olduğunun
bildirilmesi üzerine 1/4/2008 tarihinde Ankara İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne
müracaat edildiği, Kurum tarafından çocuğun anne babanın rızası aranmadan evlat
edindirme işlemlerinden faydalandırılmasına karar verildiği belirtilerek
talebin reddedildiği tespitlerine yer verilmiştir. Raporun değerlendirme
kısmında, sürece ilişkin olarak edinilen bilgi, görüşme ve izlenimler sonucunda
başvurucunun çocuğu ile hiçbir duygusal bağı olmayan, çocuğunu bir kazanç
kapısı olarak gören ve ondan yararlanmak isteyen bir anne olduğunu düşündürecek
somut bir bulgu ve gözleme rastlanılmadığı, başvurucunun çocuk yetiştirme ve
çocukla bağ kurmaya ilişkin tutum ve düşüncelerinin sağlıklı olduğu, bütün
zihinsel meşguliyetinin çocuğunu yeniden geri alabilmek ve onu büyütebilmek
üzerine olduğu, çocuğuna ve çocuğu ile ilişkisine dair sağlıklı
değerlendirmeler yapabildiği, çocuğu ile ayrı olduğu döneme ilişkin üzgün ve
pişman olduğu, hata ve eksikliklerini kabullendiği, ancak çok yoğun suçluluk
duyguları yaşamadığı, süreçte kendi payını kabullenmekle beraber objektif ve
sağlıklı değerlendirmeler de yapabildiği, geleceğe ilişkin planlarının da
sağlıklı ve gerçekçi olduğu, kaynaklarına uygun biçimde yaşamını yönetebileceği
kanaatine varıldığı, koruma altına alındığı süreçte üç yıl iki aylık takvim
yaşında olduğu anlaşılan çocuğun anne yanından ayrıldığı andan itibaren
yaşadığı sürece bakıldığında tekrar tekrar travmatize
edilmiş bir çocuk olduğunun açıkça görüldüğü, bu durumun Kurum tarafından
çocuğa uygulanan hizmet modeli ve bu modelin uygulanışı esnasında yaşanan
önemli kurumsal yanlışlıklar ve telafi çabalarıyla şiddetlendiği, çocuğun
Kuruma yerleştirildiği andan itibaren sürekli bağlanma ve kopuş yaşamak
durumunda kalarak travmatize olduğu, çocuğun tekrar
tekrar travmatize olmasına neden olan bağlanma ve
kopuş ilişkileri nedeniyle başvurucu ile yeniden kurulacak olan ilişkinin ve
bağın yeni bir travma oluşturacağı düşünülse bile çocuğun kendi varoluşunu anlamaya
çalışırken annesi, babası, geçmişi ve yaşadıklarıyla er geç yüzleşmek zorunda
kalacağı gerçeği gözönünde bulundurulduğunda,
başvurucu ile yaşayacağı yeniden karşılaşma ve yüzleşmenin kaçınılmaz bir
gerçeklik olduğu; çocuğun, annesinin kendisini bırakıp gitmesi nedeniyle
kızgınlık, öfke gibi olumsuz duygular yaşadığı ve onu cezalandırmak istediği,
kendi benliğini sağlıklı oluşturabilmek için annesiyle karşılaşma ve yüzleşmeye
ihtiyaç duyduğunun anlaşıldığı, çok fazla travmatize
olmuş bir çocuk için bu karşılaşma ve yüzleşme ihtiyacından kaçınılması ve bu
gerçekliğin ötelenmesinin çocuğun varoluşu ve kendiyle ilgili sağlıklı bir
bütünleşmeyi yaşayabilmesini engelleyebilecek bir durum olduğu, bu nedenle
çocuğun anne ile karşılaşmasının ve sağlıklı bir şekilde bu ilişkinin
kurulmasının çok önemli ve çocuğun yararına olduğu belirtilmiştir. Sözü edilen
tespitler ışığında raporun sonuç bölümünde, başvurucunun yaşadığı olumsuzluklar
nedeni ile çocuğunu terk edip gitmediği, geçici olarak emanet ettiğinin düşünüldüğü,
sonrasında zorlu yaşam koşullarına rağmen çocuğunu alabilmek için çaba
gösterdiği, bu nedenle başvurucunun çocuğun velayetini almasının uygun
olduğunun düşünüldüğü, velayetin alınması döneminde ise, bu dönem hem başvurucu
hem çocuk hem de çocuğun yanlarında bulunduğu aile açısından sıkıntılı bir
dönem olacağından mutlaka profesyonel psikolojik destek almaları gerektiği,
çocuk ile söz konusu aile arasında şahsi münasebet tesis edilmesinin de uygun
olacağı; söz konusu davanın, başvurucu veya çocuğun yanında bulunduğu aileden
hangisinin koşullarının daha uygun olduğunu kıyaslamak üzerine kurulabilecek ve
bunlar üzerinden değerlendirme yapılabilecek bir dava olmadığı, çocuğun yararı
gözetilerek hem öz annesi hem de iki buçuk yıldır birlikte yaşadığı aile ile
ilişkisinin korunmasının önemli olduğu, çocuğun öncelikle Ç. ailesinin yanında
iken başvurucu ile ilişkisinin yavaş yavaş ve sürece dayalı olarak kurulması
gerektiği ve bu konuda psikologların belirleyeceği plana göre başvurucunun
çocuğun yaşamına girmesinin ve diğer görüşmelerin düzenlenmesinin uygun olacağı
ifade edilmiştir.
18. Yargılama sırasında verilen ara kararıyla, çocuğun evlat
edinilmesi işlemlerinin dava sonuçlanıncaya kadar tedbiren
durdurulmasına karar verilmiştir.
19. Bunun yanı sıra 3/11/2010 tarihli ara kararı ile
başvurucunun çocuk ile her ayın birinci hafta sonu Pazar günü 9.00-15.00
saatleri arasında şahsi ilişki tesisine karar verilmekle birlikte Ankara İl
Sosyal HizmetlerMüdürlüğüne bu hususun temini için
yazılan müzekkereye istinaden gönderilen cevabi yazıda, başvurucu ve yakınları
tarafından çocuğa karşı sevgisiz ve ilgisiz olunması nedeniyle çocuğun koruma
altına alınarak evlat edindirmede anne babanın rızasının alınmamasına
hükmedildiği ve çocuğun iki buçuk yıldır evlat edindirilmek üzere bir ailenin
yanında bulunduğu, yapılan incelemelerde bu aile ve çocuk arasında anne baba ve
çocuk bağının geliştiği, ailesi tarafından terk edilme travmasını yeni atlatan
ve düzenlihayata geçiş sağlayan çocuğun, söz konusu
şahsi ilişki kararının uygulanması hâlinde tekrar travma yaşayacağı ve sosyo psikolojik açıdan telafisi mümkün olmayan zararların
doğacağı bildirilerek söz konusu ara kararının tekrar değerlendirilmesinin
talep edilmesi üzerine 30/11/2010 tarihli ara kararı ile 3/11/2010 tarihli ara
kararından dönülmesine karar verilmiştir.
20. Söz konusu yargılama neticesinde Mahkemece verilen 25/5/2011
tarihli ve E.2008/525, K.2011/479 sayılı karar ile başvurucunun talebi
reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, çocuğun koruma altına alınarak Kuruma
yerleştirilmesi ve evlat edindirmede anne ve babanın rızasının aranmamasına
ilişkin karar muhtevalarına yer verilmiş ve yargılama sırasında temin edilen
20/7/2009 tarihli inceleme raporu ile 30/11/2010 tarihli psikososyal
değerlendirme raporuna değinilerek dosya içinde mevcut inceleme raporlarında
çocuğun evlat edindirme hizmetlerinden faydalandırıldığı, bu aile yanında
sağlıklı gelişim gösterdiği, aile birlik ve bütünlüğü içinde ilişki
kurulduğunun belirtildiğine, hâl böyle iken çocuğun bu ortamdan alınıp tekrar
gerçek anneye verilmesinin çocuk üzerinde kalıcı olumsuz psikososyal
problemlere ve geri dönüşümü olanaksız travmalara yol açabileceği tespitlerine
yer verilmiştir.
21. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilerek Yargıtay 2.
Hukuk Dairesinin 10/12/2012 tarihli ve E.2011/19472, K.2012/29642 sayılı ilamı
ile bozulmuştur. Bozma ilamının gerekçesinde; çocuk hakkında alınan korumaya ve
evlat edindirme işlemlerinde anne babanın rızasının alınmamasına ilişkin
kararların evrak üzerinden, hasımsız ve başvurucuya tebligat yapılmadan
verildiği, koruma kararı verilmesi ve evlat edindirmede anne babanın rızasının
aranmaması kararlarının çocuğun haklarına yönelik olduğu gibi getirdiği
yükümlülükler ve doğurduğu sonuçlar bakımından da önemli olduğu, çocuğun yasal
temsilcisi olan anne ve babasına davanın yöneltilmesi, gösterdikleri delillerin
toplanması ve sonucu uyarınca karar verilmesi gerektiği, bunun yanısıra 2828 sayılı Kanun'da bu tür davaların evrak
üzerinden incelenerek karar verileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı, koruma
kararının verildiği tarihin 27/12/2007, evlat edindirmede anne babanın
rızasının aranmaması kararının verildiği tarihin ise 17/3/2008 tarihi olduğu,
4/3/2008 tarihinde çocuğun Ankara'da koruyucu aile yanına yerleştirildiği,
başvurucunun bu durumu öğrenir öğrenmez 13/5/2008 tarihinde Ankara 7. Aile
Mahkemesinde dava açarak çocuğunun kendisine teslimi için yasal girişimlerde
bulunduğu belirtilmiştir. Gerekçede devamla bozma ilamına konu yargılama
sırasında Ankara 7. Aile Mahkemesine yazılan talimatla alınan 30/11/2009
tarihli raporda anne ile kişisel ilişki kurularak uygun ortamın sağlanması ve
çocuğun velayetinin anneye verilmesinin uygun olacağı yönünde görüş
bildirildiği, gerekçede dayanılan daha önceki kararların başvurucuya usulüne uygun
tebligat yapılmadan alınmış olması, çocuğun koruyucu aile yanına
yerleştirilmesinden kısa süre sonra başvurucu tarafından dava açılması ve uzman
bilirkişi heyetinin oluş ve kabule uygun raporu dikkate alındığında koruma
kararının kaldırılarak çocuğun başvurucuya teslimine karar verilmesi gerekirken
yargılamanın kısa sürede bitirilememesi nedeniyle çocuğun koruyucu aile yanında
kaldığı sürenin uzamış olması gerekçe gösterilerek ret hükmü kurulmasının uygun
olmadığı belirtilmiştir.
22. Bozma kararı sonrası Niğde 2. Asliye Hukuk
MahkemesininE.2013/118 sayılı dosyası üzerinde yürütülen yargılamanın 1/4/2013
tarihli celsesinde, çocuğun tedbiren başvurucuya
teslimine karar verilmiştir.
23. Belirtilen ara kararı üzerine başvurucu tarafından Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğüne verilen 3/4/2013 tarihli
dilekçe ile ilgili ara kararı uyarınca çocuğun yanında bulunduğu aileden
alınarak tarafına teslim edilmesi talep edilmiş, Niğde 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 23/5/2013 tarihli müzekkeresi ile de ara kararı gereğinin yerine
getirilmesi hususu ilgili kuruma bildirilmiştir.
24. Bozma ilamı sonrası yürütülen yargılama neticesinde Niğde 2.
Asliye Hukuk Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli ve E.2013/118, K.2013/318 sayılı
kararı ile Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve
2007/190-196 Değişik İş sayılı koruma kararının kaldırılmasına ve çocuğun
başvurucu anneye teslim edilmesine karar verilmiştir.
25. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmiş olup Yargıtay 2.
Hukuk Dairesinin 12/6/2014 tarihli ve E.2014/9792, K.2014/13171 sayılı ilamı
ile bozulmuştur. Bozma ilamının gerekçesinde; ilk derece mahkemesi tarafından
bozmaya uyularak karar verilmiş ise de bozmadan sonra Kurum tarafından çocuğun geçici
bakım sözleşmesiyle teslim edildiği aile tarafından bir başka mahkemede evlat
edinme davası açıldığı, evlat edinmeye karar verildiği ve bu kararın henüz
kesinleşmediğinin anlaşıldığı, evlat edinme kararının kesinleşmesi durumunda bu
davada verilen karar üzerinde değiştirici etkiye sahip olacağı, bu nedenle
belirtilen kararın kesinleşmesinin beklenmesi ve neticesine göre karar
verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
26. Bozma kararı sonrasında dosya Niğde 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinin E.2014/616 sırasına kaydedilmiş olup Niğde Aile Mahkemesinin
faaliyete geçmiş olmasına binaen verilen 21/10/2014 tarihli ve E.2014/616,
K.2014/771 sayılı görevsizlik kararı sonrasında dosyanın Niğde Aile
Mahkemesinin E.2014/717 sırasına kaydı yapılmıştır. İlgili celselerde bozma
ilamında işaret edilen evlat edinme davasına ilişkin Ankara 10. Aile
Mahkemesinin E.2012/1389 sayılı dosyasının sonuçlanmasının beklenilmesine karar
verilmiş olup duruşma 16/3/2016 tarihineertelenmiştir.
27. Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli ve
E.2013/118, K.2013/318 sayılı kararı sonrasında, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı tarafından 30/5/2013 tarihinde çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun
uyarınca acil koruma kararı verilmesi yönünde talepte bulunulmuş ve talep
dilekçesinde, çocuğu yanında bulunduran aile tarafından Ankara 10. Aile
Mahkemesinin E.2012/1389 sayılı dosyası üzerinde açılan evlat edinme davasında
alınan beyanında çocuk tarafından, hâlihazırda birlikte olduğu aile ile kalmak
istediği, onları anne ve babası olarak gördüğü, gerçek annesini hatırladığı,
annesinin başında sigara söndürdüğünü, kalması için kendisini yanına alan
ailelerden para aldığını ve bir süre sonra kendisini geri istediğini
hatırladığı yönünde beyanda bulunduğu belirtilmiş ve teslimin herhangi yakın
tarihli bir rapor düzenlenmeden yapılmasının çocuğun ruhsal dünyasında ağır bir
travma oluşturacağı ifade edilmiştir. Dosyaya sunulan ve Ankara Aile ve Sosyal
Politikalar Müdürlüğü bünyesinde bulunan sosyal çalışmacı tarafından düzenlenen
30/5/2013 tarihli raporda,Niğde 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi tarafından çocuğun anneye teslim edilmesi hususunda gönderilen
müzekkere sonrasında, 29/5/2013 tarihinde çocuğun yanında bulunduğu aileye
gönderilen yazı ile çocuğun teslim edilmesinin talep edildiği, aynı tarihte
çocuğun örselenmeden teslim edilmesinin sağlanması amacıyla ne gibi bir yol
izlenebileceğinin tespiti maksadıyla ilgili Müdürlükte görevli sosyal çalışmacı
ve iki psikoloğun aile ile görüşmeye gittiği, görüşme esnasında ailenin
tedirgin olduğu, çocuğun da götürüleceğinden korktuğu, bu nedenle çocuğun bir
süredir okula devam etmediğinin tespit edildiği, görüşme sürecinde çocuğun
tedirgin ve sessiz olduğu, çocuğa süreç hakkında bilgi verilmeye ve annesine
teslimi sürecinde endişelenmemesi için çocuğu rahatlatma yönünde telkinlerde
bulunulmaya çalışılmak istendiği ancak çocuğun bu durumu hiç bir şekilde
kabullenecek bir yapıda olmadığı, ailesinden ayrılırsa kendisine zarar
vereceğini ifade ettiği belirtilmiş; yapılan tespitler çerçevesinde, çocuğun
annesine teslimi durumunda öncelikli olarak uzman gözetiminde saatlik olarak
görüşmelerinin sağlanması, bu görüşmelerin süre ve içeriğinin çocuğun talebi
doğrultusunda düzenlenmesi ve bu süreçte çocuğun ailenin yanında kalmasının
çocuk odaklı yaklaşıma uygun olacağı ifade edilmiştir. Uzman psikolog
tarafından hazırlanan aynı tarihli görüşme raporunda da çocuğun davranışları
ile ilgili benzer tespitlere yer verilmiş ve çocuğun, başka bir aileye ya da
kuruluşa alınması hâlinde kaçarak yanında bulunduğu ailesine döneceğini, Kurumda
kalsa bile kesinlikle annesine dönmek istemediğini beyan ettiği belirtilmiştir.
İlgili talep Ankara 3. Çocuk Mahkemesinin 31/5/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir
Talep sayılı kararı ile kabul edilerek 5395 sayılı Kanun'un 9. maddesinin (1)
ve (2) numaralı fıkraları uyarınca otuz gün süre ile sınırlı olarak çocuğun
acil koruma altına alınmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucununNiğde Sulh Ceza Mahkemesinin 15/1/2009 tarihli
kararı ile çocuğunu terk etme suçundan mahkûmiyetine hükmedildiği, bunun yanı
sıra Ankara 6. Aile Mahkemesinin 9/7/2012 tarihli kararı ile başvurucunun
çocuğa iki ay süre ile yaklaşmamasına karar verildiği ve dosya kapsamından
başvurucunun çeşitli illerde lokantalarda servis elemanı olarak ve mutfak
kısmında çalıştığının, bu nedenle sürekli olarak bir yerde yerleşmediğinin ve
sık sık iş değiştirdiğinin belirlendiği tespitlerine yer verilmiştir. Gerekçede
ayrıca, çocuğun küçük yaşta eziyet gördüğü ve bu hâlde sokağa terk edildiği,
Kuruma geldiğinde nüfus kaydının dahi yapılmamış olması nedeniyle Kurumun
talebi üzerine nüfus kaydının yapıldığı, hakkında koruma kararı ve sağlık
tedbirine hükmedilerek yaşadığı travma nedeniyle tedavi gördüğü, evlat
edindirilmek üzere kaldığı ailenin yanında okula başladığı ve dosyada mevcut sosyal
inceleme raporlarına göre düzenli bir aile hayatına kavuştuğu, başvurucunun
kendisini alma girişimi nedeniyle psikolojik travma yaşadığı, özel bir
psikiyatri merkezi tarafından düzenlenen 16/4/2013 ve 18/4/2013 tarihli
raporlarla da belirtilen hususun tevsik edildiği, 30/5/2013 tarihli rapor
içeriği de dikkate alındığında çocuğun başvurucuya tesliminin telafisi güç
psikolojik bir travmaya yol açabileceği ve bu kapsamda çocuğun başvurucuya
tesliminin yararına olmayacağı, uygun bir sosyal çözüm bulunana kadar çocuğun
acil koruma altına alınmasının uygun olacağı belirtilmiştir.
28. Belirtilen koruma kararına karşı başvurucu tarafından itiraz
edilmiş ve itiraz dilekçesinde diğer itiraz ve iddiaların yanı sıra
başvurucunun çocukla görüştürülmediği, Kurumda kaldığı süreçte bir aileden
alınıp diğerine verilmek suretiyle altı aile değiştirdiği ve travma üstüne
travma yaşadığı, Kurum yetkililerinin çocuğu yanlarına alan ailelere verdiği
yanlış bilgiler nedeniyle çocuğun, annesi tarafından 2008 yılından beri kendisine
kavuşmak için verilen hukuk mücadelesini bilmeden annesine tepkili olarak
büyüdüğü ifade edilmiştir. Söz konusu itiraz, Ankara 1. Çocuk Mahkemesinin
17/6/2013 tarihli ve 2013/33 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
29. 4/6/2013 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Ankara İl Müdürlüğü bünyesinde gerçekleştirilen evlat edinme komisyon
toplantısına ilişkin tutanakta; toplantının, acil koruma kararı sürecinde
çocuğun hâlihazırda bulunduğu aile yanından alınıp alınmaması ve ne gibi işlemler
gerçekleştirilmesi gerektiğinin değerlendirilmesi amacıyla yapıldığı
belirtilmiş, çocuğun 4/3/2008 tarihinden beri belirtilen ailenin yanında
kaldığı, koruma kararının kaldırılmasına ilişkin dava dosyasına sunulan
30/11/2010 tarihli raporun annenin ikamet adresinde sosyal inceleme yapılmadan
gerçekleştirildiği, raporun tanzim tarihinin üzerinden uzun süre geçmesi
nedeniyle güncelliğini yitirdiği, annenin ikametinde sosyal inceleme
gerçekleştirilerek çocuk ile ilişki sürecinde karşılaşabileceği muhtemel problemlerin
üstesinden gelebilme düzeyinin ve yaşanılan çevre ile ev koşullarının çocuğun
sağlıklı gelişimi için yeterli olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği,
çocuğun süreç içerisinde annesi ile uzman gözetiminde saatlik olarak
görüştürülmesinin sağlanması ve bu görüşmelerin süre ve içeriğinin çocuğun
talebi doğrultusunda düzenlenmesi gerektiği, bu süreçte çocuğun ailenin yanında
kalmasının uygun olacağı, ayrıca çocuk hakkında 2828 sayılı Kanun'un 22.
maddesi gereğince koruma kararı talep edilmesinin ve evlat edinme sürecinde
yaşanan gelişmeler nedeniyle koruyucu aile modeline geçiş sağlanması için
çalışma yapılmasının uygun olduğu ifade edilmiştir.
30. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğü
tarafından 19/6/2013 tarihinde, acil koruma kararı sürecinde çocuğun aile
yanından alınıp alınmaması ve ne gibi işlemler gerçekleştirilmesi gerektiğinin
değerlendirilmesi amacıyla meslek gruplarından oluşan bir komisyon toplandığı
ve çocuk hakkında 2828 sayılı Kanun'un 22. maddesi gereğince koruma kararı
talep edilmesi ile çocuk hakkında uygun olacak şekilde sosyal hizmet
modellerinin belirlenmesinin uygun olacağı kanaatine varıldığı belirtilerek
2828 sayılı Kanun'un 22. maddesi gereğince koruma kararı talep edilmesi
üzerine, Ankara 3. Çocuk Mahkemesinin 26/6/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir
Talep sayılı kararı ile 2828 sayılı Kanun'un 22. maddesi uyarınca çocuğun
koruma altına alınmasınakarar verilmiştir. Karar
gerekçesinde, Ankara 3. Çocuk Mahkemesinin 31/5/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir
Talep sayılı karar gerekçesinde yer verilen hususlar aynen tekrar edilmiştir.
31. Karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara 1.
Çocuk Mahkemesinin 10/7/2013 tarihli ve 2013/38 Değişik İş sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
32. Ret kararı başvurucu vekiline 22/7/2013 tarihinde tebliğ
edilmiş olup 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
33. Belirtilen yargısal süreçlerin yanısıra
çocuğun anne tarafından emanet edildiği ancak bir süre sonra çocuğu terk ettiği
belirtilen şahıs ile anne hakkında, çocuğu terk etme suçu kapsamında yürütülen
yargılama neticesinde, Niğde Sulh Ceza Mahkemesinin 15/1/2009 tarihli kararı
ile başvurucu ve diğer sanık hakkındaöngörülen
hürriyeti bağlayıcı ceza bağlamında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmiştir.
34. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hukuk Müşavirliği
tarafından Anayasa Mahkemesine hitaben gönderilen 2/5/2014 tarihli yazıda;
Ankara 10. Aile Mahkemesinin E.2012/1389 sırasına kayden
yürütülen evlat edinme davası neticesinde 30/12/2013 tarihli kararla çocuğun
yanında kaldığı aile tarafından evlat edinilmesine karar verildiği belirtilmiş,
ayrıca 12/7/2013 tarihli Koruyucu Aile Sözleşmesi ile koruyucu aile modeline
geçiş yapılarak bu hizmetten yararlandırılan çocuk için, başvurucu annenin görüşme
talebine istinaden 8/1/2014 tarihinde İl Müdürlüğünde görüşme planlandığı,
ancak İl Müdürlüğüne gelmek istemeyen ve görüşmeyi reddeden çocuğun ağlayarak
tepki verdiği, annesi ile görüşmeyi şiddetle reddettiği, bu nedenle görüşmenin
gerçekleştirilemediği ifade edilmiş ve yazı ekinde sürece ilişkin diğer evrakla
birlikte, çocuğun anneye teslimi hâlinde çocuğu nasıl bir hayat beklediği
bilinmemekle beraber daha önce yaşadığı ayrılık travmasından daha büyük bir
sorunla karşı karşıya kalacağı tespitlerine yer verilen 24/4/2014 tarihli
sosyal çalışmacı raporu ibraz edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
35. 4721 sayılı Kanun’un “Koruma
önlemleri” başlıklı 346. maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki hâllerde ana ve babadan birinin rızası aranmaz:
1. Kim olduğu veya uzun süreden beri nerede oturduğu bilinmiyorsa veya
ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun bulunuyorsa,
2. Küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerinegetirmiyorsa.”
36. 4721 sayılı Kanun’un “Koşulları”başlıklı 311.
maddesi şöyledir:
“Küçük, gelecekte evlât edinilmek amacıyla bir kuruma yerleştirilir ve
ana ve babadan birinin rızası eksik olursa, evlât edinenin veya evlât edinmede
aracılık yapan kurumun istemi üzerine ve kural olarak küçüğün
yerleştirilmesinden önce, onun oturduğu yer mahkemesi bu rızanın aranıp
aranmamasına karar verir.
Diğer hâllerde,bu
konudaki karar evlât edinme işlemleri sırasında verilir.
Ana ve babadan birinin küçüğe karşı özen
yükümlülüğünü yeterince yerine getirmemesi sebebiyle rızasının aranmaması hâlinde,
bu konudaki karar kendisine yazılı olarak bildirilir.”
37. 4721 sayılı Kanun’un “Karar”
başlıklı 312. maddesi şöyledir:
“Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba
duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için
uygun önlemleri alır.”
38. 4721 sayılı Kanun’un “Çocukları
yerleştirilmesi”başlıklı 347. maddesi şöyledir:
“Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk
manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile
yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.
Çocuğun aile içinde kalması ailenin huzurunu onlardan katlanmaları
beklenemeyecek derecede bozuyorsa ve durumun gereklerine göre başka çare de
kalmamışsa, ana ve baba veya çocuğun istemi üzerine hâkim aynı önlemleri
alabilir.
Ana ve baba ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu önlemlerin gerektirdiği
giderler Devletçe karşılanır.
Nafakaya ilişkin hükümler saklıdır.”
39. 2828 sayılı Kanun’un “Koruma
kararı” başlıklı 22. maddesi şöyledir:
“Korunmaya muhtaç çocukların reşit oluncaya kadar bu Kanun hükümlerine
göre Kurumca kurulan sosyal hizmet kuruluşlarında bakılıp yetiştirilmeleri ve
bir meslek sahibi edilmeleri hususundaki gerekli tedbir kararı yetkili ve
görevli mahkemece alınır. Bu karar için gerekli belgeler Kurumca düzenlenir ve
ilgili mahkemeye gönderilir.
Haklarında derhal korunma tedbiri alınmasında zorunluluk görülen çocuklar
mahkeme kararı alınıncaya kadar, bu Kanuna göre kurulmuş kuruluşlarda veya aile
yanında mahalli mülki amirin onayı alınmak suretiyle bakım altına alınır.”
40. 5395 sayılı Kanun’un “Amaç”
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen
çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına
ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.”
41. 5395 sayılı Kanun’un “Tanımlar”
başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt
bendi şöyledir:
“(1) Bu Kanunun uygulanmasında;
a) …
1. Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve
duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar
edilen ya da suç mağduru çocuğu,
…
İfade eder.”
42. 5395 sayılı Kanun’un “Temel
ilkeler” başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;
a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence
altına alınması,
b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,
c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi
tutulmaması,
d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine
katılımlarının sağlanması,
e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum
kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,
f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi,
g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel
ihtimam gösterilmesi,
h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve
gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu
geliştirmesinin desteklenmesi,
i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına
en son çare olarak başvurulması,
j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare
olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal
sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,
k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı
kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,
l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların
yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik
önlemler alınması,
İlkeleri gözetilir.”
43. 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu
ve destekleyici tedbirler” başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile
ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve
barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan;
a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk
yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili
sorunlarının çözümünde yol göstermeye,
b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak
devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna
gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre
ait işyerlerine yerleştirilmesine,
c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir
nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım
yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara
yerleştirilmesine,
d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve
tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna,
bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına,
e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı
tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya,
Yönelik tedbirdir.
(2) Hakkında, birinci fıkranın (e) bendinde tanımlanan barınma tedbiri
uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulur.
(3) Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında
bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu
kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması
hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın uygulanmasında, çocuk
hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine de karar
verilebilir.”
44. 5395 sayılı Kanun’un “Kuruma
başvuru” başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“(1) Adlî ve idarî merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim
kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlüdür. Çocuk ile çocuğun
bakımından sorumlu kimseler çocuğun korunma altına alınması amacıyla Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna başvurabilir.
2) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kendisine bildirilen
olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhâl yapar.”
45. 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu
ve destekleyici tedbir kararı alınması” başlıklı 7. maddesi
şöyledir:
“(1) Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun
anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir.
(2) Tedbir kararı verilmeden önce çocuk hakkında sosyal inceleme
yaptırılabilir.
(3) Tedbirin türü kararda gösterilir. Bir veya birden fazla tedbire
karar verilebilir.
(4) Hâkim, hakkında koruyucu ve destekleyici tedbire karar verdiği
çocuğun denetim altına alınmasına da karar verebilir.
(5) Hâkim, çocuğun gelişimini göz önünde bulundurarak koruyucu ve
destekleyici tedbirin kaldırılmasına veya değiştirilmesine karar verebilir. Bu
karar acele hâllerde, çocuğun bulunduğu yer hâkimi tarafından da verilebilir.
Ancak bu durumda karar, önceki kararı alan hâkim veya mahkemeye bildirilir.
(6) Tedbirin uygulanması, onsekiz yaşın
doldurulmasıyla kendiliğinden sona erer. Ancak hâkim, eğitim ve öğrenimine devam
edebilmesi için ve rızası alınmak suretiyle tedbirin uygulanmasına belli bir
süre daha devam edilmesine karar verebilir.
(7) Mahkeme, korunma ihtiyacı olan çocuk hakkında, koruyucu ve
destekleyici tedbir kararının yanında 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk
Medenî Kanunu hükümlerine göre velayet, vesayet, kayyım, nafaka ve kişisel
ilişki kurulması hususlarında da karar vermeye yetkilidir.”
46. 5395 sayılı Kanun’un “Acil
koruma kararı alınması” başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“(1) Derhâl korunma altına alınmasını gerektiren bir durumun varlığı
hâlinde çocuk, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından bakım ve
gözetim altına alındıktan sonra acil korunma kararının alınması için Kurum
tarafından çocuğun Kuruma geldiği tarihten itibaren en geç beş gün içinde çocuk
hâkimine müracaat edilir. Hâkim tarafından, üç gün içinde talep hakkında karar
verilir. Hâkim, çocuğun bulunduğu yerin gizli tutulmasına ve gerektiğinde
kişisel ilişkinin tesisine karar verebilir.
(2) Acil korunma kararı en fazla otuz günlük süre ile sınırlı olmak
üzere verilebilir. Bu süre içinde Kurumca çocuk hakkında sosyal inceleme
yapılır. Kurum, yaptığı inceleme sonucunda, tedbir kararı alınmasının
gerekmediği sonucuna varırsa bu yöndeki görüşünü ve sağlayacağı hizmetleri
hâkime bildirir. Çocuğun, ailesine teslim edilip edilmeyeceğine veya uygun
görülen başkaca bir tedbire hâkim tarafından karar verilir.
(3) Kurum, çocuk hakkında tedbir kararı alınması gerektiği sonucuna
varırsa hâkimden koruyucu ve destekleyici tedbir kararı verilmesini talep
eder.”
47. 5395 sayılı Kanun’un “Bakım
ve barınma kararlarının yerine getirilmesi” başlıklı 10. maddesi
şöyledir:
“Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından, kendisine
intikal eden olaylarda gerekli önlemler derhâl alınarak çocuk, resmî veya özel
kuruluşlara yerleştirilir.”
48. Türkiye açısından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve
27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 3. maddesi
şöyledir:
“(1)Kamusal ya da özel sosyal yardım
kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından
yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel
düşüncedir.
(2)Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının,
vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve
ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için
gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve
idari önlemleri alırlar.
(3)Taraf Devletler, çocukların bakımı veya
korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik,
sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından,
yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
49. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 9. maddesinin ilgili
fıkraları şöyledir:
“(1)Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve
usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına
olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun; ana–babasından,
onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana–babası
tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmâl edilmesi
durumlarında ya da ana–babanın birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun
ikametgâhının belirlenmesi amacıyla karara varılması gerektiğinde, bu tür bir
ayrılık kararı verilebilir.
(2)Bu maddenin birinci fıkrası uyarınca
girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara işleme katılma ve görüşlerini
bildirme olanağı tanınır.
(3)Taraf Devletler, ana–babasından veya
bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına
aykırı olmadıkça, anababanın ikisiyle de düzenli bir
biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.”
50. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 12. maddesi şöyledir:
“(1)Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma
yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe
ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun
olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar.
(2)Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir
adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya
da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin
kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.”
51. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 18. maddesi şöyledir:
“(1) Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin
sağlanmasında ana–babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması
için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi
sorumluluğu ilk önce ana–babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere
düşer. Bu kişiler herşeyden önce çocuğun yüksek
yararını gözönünde tutarak hareket ederler.
(2)Bu Sözleşme’de
belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf
Devletler, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada
ana–baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı
ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar.
(3)Taraf Devletler, çalışan ana–babanın, çocuk
bakım hizmet ve tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden
yararlanma hakkını sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.”
52. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 19. maddesi şöyledir:
“(1)Bu Sözleşme’ye
Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal
vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken
bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale,
ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü
muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün
önlemleri alırlar.
(2)Bu tür koruyucu önlemler; burada
tanımlanmış olan çocuklara kötü muamele olaylarının önlenmesi, belirlenmesi,
bildirilmesi, yetkili makama havale edilmesi, soruşturulması, tedavisi ve
izlenmesi için gerekli başkaca yöntemleri ve uygun olduğu takdirde adliyenin
işe el koyması olduğu kadar durumun gereklerine göre çocuğa ve onun bakımını
üstlenen kişilere, gereken desteği sağlamak amacı ile sosyal programların
düzenlenmesi için etkin usulleri de içermelidir.”
53. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 20. maddesi şöyledir:
“(1)Geçici ve sürekli olarak aile çevresinden
yoksun kalan veya kendi yararına olarak bu ortamda bırakılması kabul edilmeyen
her çocuk, Devletten özel koruma ve yardım görme hakkına sahip olacaktır.
(2)Taraf Devletler bu durumdaki bir çocuk için
kendi ulusal yasalarına göre, uygun olan bakımı sağlayacaklardır.
(3)Bu tür bakım, başkaca benzerleri yanında. bakıcı aile yanına verme, İslâm Hukukunda kefalet (kafalah), evlât edinme ya da gerekiyorsa çocuk bakımı amacı
güden uygun kuruluşlara yerleştirmeyi de içerir. Çözümler düşünülürken, çocuğun
yetiştirilmesinde sürekliliğin korunmasına ve çocuğun etnik, dinsel, kültürel
ve dil kimliğine gereken saygı gösterilecektir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
54. Mahkemenin 9/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
55. Başvurucu; çocuğu hakkındaki koruma kararının kaldırılması
talebiyle açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, mahkemece verilen
çocuğun kendisine teslim edilmesine dair tedbir kararı ve nihai karar gereğinin
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevlilerince yerine getirilmediğini,
ayrıca Kurum tarafından yapılan koruyucu ve destekleyici tedbir talebini içeren
başvurunun incelemesinin duruşmasız yapıldığını, bu kapsamda delil ibraz etme
ve savunma hakkı ile silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğini, ayrıca
belirtilen tedbir talebinin değerlendirilmesinde talep sahibi Kurum bünyesinde
görev yapan uzman raporunun da esas alındığını, tedbir talebinin kabulüne dair
karar ile bu karara yapılan itiraz üzerine verilen kararın yeterli gerekçe
ihtiva etmediğini, ayrıca belirtilen karar için kanun yolu olarak temyiz değil
sadece itiraz imkânı tanınması suretiyle mahkemeye erişim ve etkili başvuru
hakkının engellendiğini, belirtilen tüm bu süreçlerde ve özellikle Kurum
tarafından çocuğun kendisine teslim edilmesine dair mahkeme kararlarının yerine
getirilmemesi nedeniyle çocuğu ile görüşme imkânının elinden alındığını
belirterek Anayasa’nın 20., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
56. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’nın 10., 13.,
20., 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş
olmakla beraber ihlal iddialarının mahiyeti gereği, başvurunun aile hayatına
saygı hakkı ve makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
57. Başvurunun incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşıldığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
58. Başvurucu anne, hakkındaki koruma kararı kaldırılarak
kendisine teslimine karar verilen çocuğunun ilgili makamlarca kendisine teslim
edilmediğini ve görüşme imkânı verilmediğini, belirtilen teslim kararını
takiben verilen koruma kararlarına ilişkin yargısal süreçlere uygun şekilde
katılımının temin edilmediğini ve verilen kararların yeterli gerekçe ihtiva
etmediğini belirterek Anayasa’nın 20. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
59. Bakanlık görüş yazısında, adil yargılanma hakkı kapsamındaki
iddialara ilişkin olarak yargı kararlarının yerine getirilmesinin adil
yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olduğu; somut olayda ise idarenin,
çocuğun devlet koruması altında olması cihetiyle o sırada anneye teslim
edilmesini, ilgili kanunda yer alan tedbir alınması gerekli “acele durum” olarak nitelendirdiği ve
bunun gereği olarak yine bir yargı organından geçici koruma tedbiri talep
ettiği, aile hayatına saygı hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak ise
müdahalenin ihlal teşkil etmemesi için kanunilik ve meşru amaç unsurlarını
taşıması ve demokratik toplumda zorunluluk şartının gerçekleşmesinin zaruri
olduğu; aile yaşamına yönelik bir tasarrufun aile yaşamının sürdürülmesi veya
aile bağlarının geliştirilmesini önlemek suretiyle aile yaşamına bir müdahale
oluşturup oluşturmadığının incelenmesi gerektiği; bu bağlamda Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından sürekli olarak Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8. maddesinin, ebeveynin çocukları ile biraraya gelmelerine imkân verecek tedbirlerin alınmasına
ilişkin bir hakkı ve ulusal makamlar için de bu tür bir harekette bulunma
yükümlülüğü içerdiği görüşünün dile getirildiği bildirilmiştir. Somut olayda,
başvurucu her ne kadar çocuğu ile kişisel bir ilişki kurmak değil, çocuğunun
velayetini tamamen almayı amaçlayan girişimlerde bulunmuşsa da şikâyet ettiği
konunun aile yaşamının korunması ile ilgili olduğunun açık olduğu, buna
karşılık devletin pozitif yükümlülüklerinin sadece anne için geçerli olmayıp
henüz kendisini idare edemeyecek yaşta bulunan küçük bir çocuğun korunup
kollanmasını da gerektirdiği, somut olayda çocuğun annesinin velayeti altında
değil, devletin koruması ve vesayeti altında olduğu; başka bir deyişle
devletin, bir annenin çocuğu ile kişisel ilişki kurabilmesinden ne kadar
sorumlu ise aynı şekilde bir çocuğun bedensel ve ruhsal gelişimi ve geleceği
için alınması gereken tedbirler konusunda da aynı ağırlıkta sorumlu olduğu, bu
sorumluluk doğrudan kamu menfaati ile ilgili olduğundan 5395 sayılı Kanun başta
olmak üzere ulusal mevzuat ve uluslararası mevzuatta, devletin çocuklar
konusunda alabileceği tedbirlerin geniş olarak yer aldığı ifade edilmiştir.
i. Genel İlkeler
60. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
61. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık
ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim
kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin
üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili
merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin
onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz
saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına
sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında
bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini
talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de
kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık
rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller
kanunla düzenlenir.”
62. Anayasa’nın “Ailenin
korunması ve çocuk hakları” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların
korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için
gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça
aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme
hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
tedbirleri alır.”
63. Sözleşme’nin “Özel ve
aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
64. Aile yaşamına saygı hakkı, Anayasa’nın 20. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate
alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi
ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi
gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu düzenleme Sözleşme’nin 8.
maddesi çerçevesinde korunan aile yaşamına saygı hakkının Anayasa’daki
karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, özellikle aile yaşamına saygı hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında göz nünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Murat Atılgan,
B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 22; Marcus Frank Cerny, (GK), B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 36).
65. Aile yaşamındaki temel ilişkiler, kadın ve erkek ile ebeveyn
ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmî evlilik birlikleri kural olarak aile
hayatı kapsamında güvence altına alınmakta olup evlilik içinde doğan çocuklar
kendiliğinden evlilik birliğinin bir parçası sayılırlar. Somut başvuru
açısından ise doğumundan itibaren başvurucu anne ile çocuk arasında belirli
süre devam eden bir ilişkinin söz konusu olduğu, akabinde çocuğun kamu
korumasına alındığı fakat devam eden süreçte başvurucu annenin çocuğa ilişkin
koruma kararının kaldırılması ve velayetin gerektirdiği yetki ve
sorumlulukların üstlenilmesi hususunda süregelen bir çaba içerisinde bulunduğu,
bu kapsamda başvurucunun doğal anne olması hasebiyle başvurucu ve çocuk
arasında hukuki anlamda bir soybağı bulunduğu gibi
aile hayatının tesisi açısından önem arz eden kişisel bağın da fiilen mevcut
olduğu görülmekte olup başvurucu anne ile çocuğu arasındaki söz konusu ilişki
aile yaşamının kurulması için yeterlidir.
66. Aile yaşamının temel unsuru, aile ilişkilerinin normal bir
şekilde gelişebilmesi ve bu bağlamda aile fertlerinin birlikte yaşama hakkıdır.
Bu hakkın kapsamının, aile yaşamına saygı yükümlülüğünden ayrı düşünülmesi
mümkün değildir (Murat Atılgan, §
24; Marcus Frank Cerny, §
38).
67. Ebeveyn ile çocukların birlikte yaşama istekleri aile
yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olup çocuğun herhangi bir nedenle kamu
koruması altına alınmış olması, aile yaşamını ortadan kaldırmaz. Ebeveyn ve
çocuk arasındaki aile yaşamının, anne ve babanın birlikte yaşamamaları veya
ortak yaşama son vermeleri veya çocuğun kamu koruması altına alınması
sonrasında da devam edeceği açık olup anne babanın ve çocuğun aile yaşamlarına
saygı hakkı, belirtilen durumlarda ailenin yeniden birleştirilmesine yönelik
tedbirleri de içermektedir (Murat Atılgan,
§ 25; Marcus Frank Cerny, §
39. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Olsson/İsveç, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; B./Birleşik Krallık, B. No: 9840/82,
8/7/1987, § 60; Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, §
55; Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/6/1988, §
21; Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/2011,
§§56, 57).
68. Aile yaşamına saygı hakkı kapsamında devlet için söz konusu
olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla
sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak aile yaşamına
etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de
içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler
alanında olsa da aile yaşamına saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını
zorunlu kılar (Murat Atılgan, §
26; Marcus Frank Cerny, §
40. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X
ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 23; Hokkanen/Finlandiya, § 55).
69. Devletin pozitif tedbirler alma yükümlülüğü konusunda
Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri; ebeveynin, mevcut olayda annenin çocuğuyla
bütünleşmesinin sağlanması amacıyla tedbirler alınmasını isteme hakkını ve
kamusal makamların bu tür tedbirleri alma yükümlülüğünü içermektedir. 41.
maddede, her çocuğun yüksek yararına aykırı olmadıkça anne ve babasıyla kişisel
ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahip olduğu açıkça belirtilmektedir.
Söz konusu yükümlülüğün uluslararası sözleşmelerde de yer bulduğu görülmektedir
(bkz. § 49). Ancak bu yükümlülük mutlak olmayıp her olayın özel koşullarına
bağlı olarak alınacak tedbirlerin nitelik ve kapsamı farklılaşabilmektedir (Marcus Frank Cerny, §
41. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hokkanen/Finlandiya, § 58; Ignaccolo-Zenide/Romanya, B. No: 31679/96, 25/1/2000, §
94; İlker Ensar Uyanık/Türkiye,
B. No: 60328/09, 3/5/2012, § 49).
70. AİHM de önüne gelen birçok davada, aile yaşamına saygının
kamu makamlarına ebeveyn ve çocuklarını bir araya getirmek şeklinde pozitif bir
görev yüklediğini ve bu durumun, ayrılığa devletin değil ebeveynin yol açtığı
durumlarda dahi geçerli olduğunu, bu alandaki pozitif yükümlülüğün aile
yaşamına saygıyı güvence altına almak için tasarlanmış ve hem bireylerin
haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve oluşturulmasını hem de
fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını gerektirdiğini ifade
etmektedir (Marcus Frank Cerny, §
42. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hokkanen/Finlandiya, § 58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, § 63; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006,
§ 52).
71. Bununla birlikte aile yaşamına saygı hakkı kapsamındaki
pozitif yükümlülüklerin, hangi koşullarda olumlu edimde bulunmayı
gerektirdiğinin kesin çizgilerle belirlenmesi, söz konusu hak kapsamındaki
ilişkilerin mahiyeti gereği kolay değildir. AİHM de özellikle pozitif
yükümlülükler söz konusu olduğunda saygı kavramının çok kesin bir tanımının bulunmadığını
ve taraf devletlerde karşılaşılan durumlar ve izlenen uygulamalardaki
farklılıklar dikkate alındığında bu kavramın gereklerinin olaydan olaya önemli
ölçüde değiştiğini kabul etmektedir (Marcus Frank Cerny, § 43. Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Abdulaziz, Cabales ve Balkani/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80,
28/5/1985, § 67).
72. Anne baba ve çocukların birlikte yaşama hakkı aile hayatının
esaslı bir unsuru olup çocuğun kamu koruması altına alınması durumunda da
devletin ebeveyn ve çocuğun yeniden bütünleşmesine ilişkin olarak bireylerin
haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve oluşturulmasını ve fiilen
hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını sağlama yükümlülüğü, aile
hayatına saygı hakkı bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin bir görünümünü
oluşturmaktadır. Bu bağlamda çocukların kamu korumasına alınmasına ilişkin
problemler, aile hayatına saygı hakkı bağlamında değerlendirme yapılmasını
gerektiren önemli bir dava grubudur.
73. Söz konusu dava grubu açısından, kamusal makamlarca alınan
tedbirin yeterliliği, ilgili tedbirin uygulanma hızı ile doğru orantılıdır. Söz
konusu kararların usulüne uygun şekilde ve ivedi olarak yerine getirilmesinin
hem çocuklar hem de ebeveyn üzerinde çeşitli etkileri bulunmakla birlikte, söz
konusu eksiklik ve gecikmeler özellikle karar gereklerinin yerine getirilmediği
her an ebeveyn ile ilişkileri daha da sınırlanan veya kopan çocuk açısından
telafisi imkânsız zararların doğmasına neden olabilmekte ve aile hayatına saygı
hakkı bağlamında ciddi sorunları gündeme getirmektedir.
74. AİHM de anne ve babanın çocuk ile birlikte yaşamaya devam
etmelerinin, Sözleşme’nin 8. maddesinin birinci paragrafı anlamında aile
hayatının temel bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Özellikle
çocukların zorunlu olarak kamu korumasına alındığı ve koruma tedbirlerinin
uygulandığı durumlarda AİHM, Sözleşme’nin 8. maddesinin ebeveynin çocuğu ile
yeniden birleşmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep hakkının yanı sıra
ulusal makamların bu önlemleri alma yükümlülüğünü de kapsadığını ifade
etmektedir (Hokkanen/Finlandiya, § 55).
75. Söz konusu pozitif yükümlülükler bağlamında kamusal makamlar
anne baba ve çocuk arasındaki bağın devamlılığını sağlamak üzere, uygun bütün
önlemleri almakla ve bu amaçla en süratli usullere başvurmakla yükümlüdürler.
Bu yükümlülük ilgili vakalarda aile hayatına saygı hakkının öngördüğü pozitif
yükümlülüklerin yerine getirilmesi açısından oldukça önemlidir.
76. Davanın özel koşulları içerisinde, kamu makamlarının ailenin
yeniden bütünleşmesini kolaylaştırma noktasında kendilerinden beklenilen tüm
makul önlemleri almaları gerekir. Ancak bu yükümlülük mutlak olmayıp özellikle
belirli bir süre başka şahıslarla yaşayan veya bir kurumda barındırılan çocuğun
ebeveyn ile bütünleşmesi söz konusu olduğunda, bu durum derhâl tesis
edilemeyebilir ve birtakım hazırlayıcı tedbirlerin alınmasını gerektirebilir.
Bu önlemlerin nitelik ve kapsamı, davanın koşularına bağlı olmakla birlikte
olayın tüm taraflarının anlayış ve işbirliği en önemli
bileşenlerden biridir. Ancak yalnız başına ebeveynin tutumu, kamusal makamların
kararın icrası için tüm uygun önlemleri almamasının mazereti olamaz.
77. Koruma kararları geçici birer önlem niteliği taşıdıkları
için şartlar değişir değişmez sona erdirilmeleri gerekmektedir. Bu nedenle
geçici koruma sağlayan önlemlerin ve uygulanma tarzlarının da ebeveyn ve çocuğu
yeniden biraraya getirme şeklindeki nihai amaç ile
uyumlu olması gerekmektedir. Anne baba ve çocuğun birbirleriyle kolaylıkla ve
düzenli olarak görüşmelerinin önüne engeller konulduğu takdirde, aile üyeleri
arasındaki bağlar zayıflayacak ve başarılı bir şekilde yeniden bütünleşmeleri
gittikçe zorlaşacaktır. Bu kapsamda, uygun şartlar oluşur oluşmaz aileyi
yeniden biraraya getirme şeklindeki pozitif
yükümlülük, kamusal makamların ilgili koruma tedbirinin başlamasından itibaren
artan bir gayret ve özen göstermelerini zorunlu hâle getirmektedir.
78. Bu nedenle mevcut bir ailenin ve tesis edilmiş aile
bağlarının söz konusu olduğu durumlarda, kamusal makamların bu bağların
gelişmesini mümkün kılacak tarzda hareket etme mecburiyetini gözönünde bulundurması ve anne baba ile çocukların yeniden
bütünleşmelerini sağlayıcı tedbirler alması gerekmektedir.
79. Kamusal makamlardan, en azından ailenin durumunda herhangi
bir gelişme olup olmadığının belirlenmesi amacıyla durumu belirli zaman
aralıkları itibarıyla yeniden değerlendirmesi beklenilmektedir. Biyolojik anne
ve baba ile çocuğun birbirlerini görmelerinin engellendiği veya aralarında
doğal bağların oluşumuna imkân vermeyecek şekilde nadiren biraraya
gelmelerine olanak sağlandığı durumlarda, ailenin yeniden bütünleşmesi ihtimali
giderek azalacak ve nihai olarak ortadan kalkacaktır.
80. Kamusal makamlar tarafından alınan önlemler ve uygulamalar
bağlamında, ailenin yeniden bütünleşmesi şeklindeki nihai amacın gözönünde bulundurulması gerekmekle birlikte söz konusu
alanda dikkate alınması gereken temel unsurun, çocuğun üstün menfaati olması
nedeniyle elbette kamusal makamlara zorunlu olarak belirli tarzdaki tedbirlerin
alınması sorumluluğunun yüklenmesi söz konusu olamaz. Anne baba ile temasın
çocuğun üstün menfaatini ağır şekilde tehdit ettiği durumlarda, söz konusu
menfaatler arasında adil bir dengenin tesis edilmesi ilgili kamusal makamların
yetkisi dahilindedir.
81. Söz konusu değerlendirmede çocuğun kamu koruması altında
kalmasındaki menfaati ile anne babanın çocukla yeniden bütünleşmelerine ilişkin
menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulması zaruridir. Belirtilen dengenin
tesisinde çocuğun üstün yararının, niteliği ve önemi nedeniyle daha fazla
ağırlık verilmesi ve ebeveynin menfaatinden üstün tutulması gerektiği
yadsınamaz. Zira aile hayatına saygı hakkı, anne ve babaya, çocuğun sağlığı ve
gelişimi açısından tehlikeli olan tedbirlerin alınmasını talep hakkı vermez.
82. Bununla birlikte ailenin mevcut durumunun çocuğun sağlık ve
güvenliği açısından uygun olmadığının kanıtlandığı durumlar dışında, çocuğun
menfaati de doğal ailesi ile bağlarının sürdürülmesini gerektirmektedir. Söz
konusu bağlantının kesilmesi, çocuğun adeta köklerinden koparılması anlamına
gelmektedir. Bu nedenle çocuğun üstün menfaati de söz konusu bağlantının
yalnızca olağanüstü ve istisnai durumlarda engellenmesini gerektirmektedir.
Belirtilen kişisel bağın korunması veya yeniden tesisi için tüm imkânlar
kullanılmalıdır.
83. Kamusal makamlar söz konusu aile ilişkilerinin
sürdürülebilirliği ve olayın tarafları arasında işbirliğinin
tesisi noktasında kendilerinden beklenilen en üstün gayreti göstermek zorunda
olmakla birlikte bu alanda zorlayıcı tedbirlere başvurma yükümlülüğü, tüm
tarafların menfaati özellikle de çocuğun üstün yararı karşısında sınırlı olmak
durumundadır. Özellikle çocuğa karşı zorlayıcı tedbirler alınması, bu hassas
alan açısından kabul edilebilir değildir (M.
M. E. ve T. E., B. No: 2013/2910, 5/11/2015, § 83. Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Hokkanen/Finlandiya, § 58; Maire/Portekiz, B. No: 48206/99, 26/9/2003, § 71).
84. Çocuğun söylemlerinin dikkate alınabileceği belirli bir
olgunluk düzeyine erişmiş olması durumunda ve üstün menfaatine aykırı olmamak
koşulu ile kişisel ilişki sürecinde çocuğun istek ve söylemlerinin de dikkate
alınması zaruridir (M. M. E. ve T. E.,
§ 84. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hokkanen/Finlandiya, § 61). Bu husus uluslararası sözleşme
metinlerinde de açıkça ifade edilmektedir (bkz. § 50).
85. Mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmek, öncelikle
derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Çocuğun üstün yararı söz
konusu dava grubu açısından en önemli unsur olup olayın tüm tarafları ile
doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın koşullarını
değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu da tartışmasızdır.
Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup
olmadığını belirlemekle sınırlıdır.Bu
nedenle Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından izlenen usulü
denetleme ve özellikle mahkemelerin koruma tedbirlerine ilişkin mevzuat
hükümlerini yorumlayıp uygularken Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerindeki
güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahiptir. Bu kapsamda
Anayasa Mahkemesinin görevi; koruma tedbirleri, gereklilikleri ve bunların
uygulanması hususunda derece mahkemelerinin yerini almak değildir. Kamusal
makamların takdir hakları kapsamında aldıkları kararların, aile hayatına saygı
hakkı bağlamında söz konusu olan güvenceler açısından değerlendirilmesidir.
86. Bu bağlamda AİHM de ulusal mahkemeler tarafından izlenen
usulü denetleme ve özellikle ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerini yorumlayıp
uygularken Sözleşme’deki ve özellikle 8. maddedeki
güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahip olduğunu
vurgulamaktadır. AİHM, yaptığı denetime temel aldığı önemli bir ilke olan
ikincillik ilkesi gereği, ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerinin yorumlanmasına
ilişkin takdirini değerlendirmeye tabi tutmamakta ancak ulusal mahkemeler
tarafından ulaşılan sonucun Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen standartlara
uygun bir denge sağlayıp sağlamadığını ve ulaşılan sonucun bu yönüyle aile
hayatına saygı hakkının ihlali anlamına gelip gelmediğini incelemektedir (Bronda/İtalya, B. No: 22430/93, 9/6/1998, § 59; Hokkanen/Finlandiya, § 55).
87. AİHM, çocukların koruma altına alınması hususunda kamusal
müdahalenin uygunluğuna ilişkin algının her taraf devlette farklı olabildiğini
ve ailenin rolüne ilişkin gelenekler, aile ile ilgili meselelerde devletin rolü
ve bu alandaki kamusal tedbirlerin ulaşılabilirliği gibi değişik faktörlere
bağlı olduğunu vurgulamakta; çocuğun üstün yararının ne olduğuna ilişkin
tespitin her olayda dikkate alınması gereken en önemli husus olduğunu ifade
etmektedir. Mahkemeye göre söz konusu tedbirlerin alınması aşamasında ve hemen
akabinde, ilgili taraflarla doğrudan temas hâlinde bulunan yerel makamlardır.
Bu noktada Mahkemenin görevinin, çocukların koruma altına alınması ve çocukları
koruma altına alınan anne babalarının haklarına ilişkin düzenleme yapma
sorumluluğu olan yetkili makamların yerini almak değil, belirtilen makamların
takdir yetkileri kapsamında aldığı kararların Sözleşme'de
yer alan güvencelere uygunluk açısından denetlenmesi olduğu belirtilmektedir (Johansen/Norveç, B. No: 17383/90, 7/8/1990, § 64).
88. Koruma kararları ile ilgili başvurular bağlamında Anayasa
Mahkemesinin görevi de ilgili kamusal makamların yerini alarak çocuk için uygun
koruma önlemlerinin ne olduğunu bizzat karara bağlamak değildir. Ancak söz
konusu süreçte aile hayatına saygı hakkının gerektirdiği güvencelerin gerek
ebeveyn gerek çocuk açısından gözetilip gözetilmediğinin denetlenmesi
zaruridir.
89. Koruma kararları ile velayet ve kişisel ilişkiye ilişkin
hükümlerin icrası problemi sıklıkla adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına
konu olmakla birlikte sürecin ivedi olarak yürütülmesi de dâhil olmak üzere
ilgili prosedüre ilişkin işlem ve eylemlerin aile hayatına saygı hakkı
bağlamında meydana getirdiği sonuçlar dikkate alındığında söz konusu iddiaların
aile hayatına saygı hakkı bağlamında ele alınması uygun görülmektedir (M. M. E. ve T. E., § 137. Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Maire/Portekiz, § 62; Santos Nunes/Portekiz, B. No: 61173/08,
22/5/2012, §§ 56, 57).
90. AİHM, aile yaşamıyla ilgili meselelerin karara bağlanmasında
uygulanacak olan usullerin de aile yaşamına saygı gösterilecek şekilde olması
gerektiğini ifade etmektedir. Sözleşme’nin 8. maddesi açıkça bir usul şartı
içermemekle birlikte Mahkeme belirli usul gereklerinin Sözleşme’nin 8.
maddesinde mündemiç olduğunu belirtmektedir. Yerel kurumların karar alma
süreci, kararın özellikle konuyla ilgili noktalara dayanmasını, tek yanlı
olmamasını ve böylece keyfî görünmemesini sağlayacağından, kararın esası
üzerinde etkisiz sayılamaz. Buna göre Mahkeme, bu sürecin her şart altında adil
bir tarzda yürütülüp yürütülmediğini ve Sözleşme’nin 8. maddesiyle korunan
menfaatlere gereği gibi saygı gösterilmesini sağlayıp sağlamadığını
belirleyebilmek için sürece bakma yetkisine sahip olduğunu vurgulamaktadır.
Kamusal makamların, koruma altındaki çocuklar üzerinde karara varırken dikkate
alması gereken hususlar arasında, doğal anne babanın görüşleri ve menfaatleri
zorunlu olarak yer almalıdır. Mahkemeye göre çocukların korunmasına ilişkinkarar alma süreci, anne babaların menfaatlerinin
korunması için kendilerinin karar alma sürecine yeterli ölçüde
katılabilmelerini, anne babanın görüşlerinin ve menfaatlerinin kamusal makamlar
tarafından bilinmesini ve gereği gibi dikkate alınmasını, ayrıca mevcut hukuk
yollarını zamanında kullanabilmelerini sağlayacak şekilde olmalıdır. Mahkemeye
göre karara bağlanması gereken husus, olaydaki özel şartlar ve özellikle alınan
kararların ağırlığı gözönünde tutularak bir bütün
olarak bakıldığında anne babanın karar alma sürecine, menfaatlerinin yeterli
düzeyde korunmasını sağlayacak ölçüde katılmış olup olmadıklarıdır. Söz konusu
katılım sağlanmamışsa aile yaşamına saygı gösterilmesi söz konusu olmayacak ve
karardan doğan müdahale, Sözleşme’nin 8. maddesi anlamında meşru
görülemeyecektir (Olsson/İsveç, § 71; W./Birleşik Krallık, B. No: 9749/82, 8/7/1987, §§ 62-64; Kutzner/Almanya, B. No: 46544/99, 26/2/2002, §
56).
91. Yetkili kamusal makamların ve özellikle yargısal organların
kararlarında, ebeveynin kanun yollarına başvuru hakkını etkili şekilde
kullanarak yargısal sürecin ilerleyen aşamalarına da etkin şekilde
katılımlarını sağlayacak şekilde ayrıntılı gerekçelere yer vermeleri
zorunludur. Bunun yanı sıra ebeveynin, çocuğun koruma altına alınması ile
ilgili süreçte kamusal makamlarca dayanılan bilgi ve belgelere ulaşabilecek
pozisyonda olması gerekmektedir. Talepte bulunulmaması durumunda dahi,
çocukları ile ilgili önemli kararların alınması sürecinde elde edilen verilerin
ebeveynle paylaşılması, sürecin doğru yürütülmesi açısından önemlidir.
92. Karar alma sürecine katılımın yanı sıra bu sürecin
uzunluğunun da gözönünde bulundurulması
gerekmektedir. Zira bu tür davalarda usul yönünden bir gecikmenin, mahkeme
önüne getirilen meselenin henüz mahkeme tarafından görülmeden fiili olarak
belirlenmesi sonucunu doğurma tehlikesi vardır. Aile yaşamına etkili bir
şekilde saygı gösterilmesi, bir anne veya babanın çocuğu ile gelecekteki
ilişkisinin zamanın akışıyla değil, sadece konuyla ilgili hususların ışığında
belirlenmesini gerektirir.
93. Acil koruma önlemleri söz konusu olduğunda, durumun aciliyetine binaen karar alma sürecinde ilgililerle tam bir
işbirliği sağlanması her zaman mümkün olmayabilir.
Bununla birlikte aile hayatına saygı hakkının, ilgili tedbirin ilgili ve
yeterli bir gerekçeyi haiz olması ve anne babaya çocukları ile ilgili tedbirin
alınma sürecine yeterli ölçüde katılma imkânı tanınması şeklindeki gereklerinin
birlikte değerlendirilmesi neticesinde, çocukların kamu korumasına alınması ile
ilgili kararların, objektif bir gözlemciyi ilgili kararın dosya kapsamındaki
tüm delillerin dikkatli ve tarafsız şekilde değerlendirildiği hususunda ikna
edecek nitelikte olması ve bu bağlamda tedbirin dayandığı sebeplerin açıkça
ifade edilmesi gerektiği açıktır (K.
A./Finlandiya, B. No: 27751/95, 14/1/2003, § 103).
94. Yukarıda da ifade edildiği üzere aile hayatına saygı hakkı
bağlamında ele alınabilecek olan negatif ve pozitif yükümlülüklerin sınırının
ve pozitif yükümlülüklerin hangi durumda olumlu edimde bulunulmasını zorunlu
kıldığının, kesin çizgilerle belirlenmesi mümkün olmayıp bu yükümlülüklerin
birçok olayda birlikte gündeme gelmesi olasıdır.
95. Başvuru konusu olayda da benzer bir durum söz konusu olup
başvurucu anne tarafından çocuğun kendisine teslim edilmesine ilişkin karar
gereğinin kurum yetkililerince yerine getirilmediği iddia edilmektedir. Söz
konusu süreçte, ilgili kurum yetkililerinin işlem ve davranışları önemli
olmakla birlikte sürecin özellikle verilen koruma kararları nedeniyle kesintiye
uğradığı görülmektedir. Bu açıdan söz konusu koruma kararlarına ilişkin
yargısal prosedürün ve kararların yerine getirilmesine dair diğer kamusal işlem
ve eylemlerin bir bütün hâlinde değerlendirilmesi, kamu makamlarının aile
hayatına saygı hakkı bağlamındaki yükümlülüklerinin kapsamının net bir şekilde
ortaya konulması ve bu yükümlülüklerin ifası için makul olan tüm önlemlerin
alınıp alınmadığının tespiti açısından önemlidir.
96. Bununla birlikte, çocuk hakkındaki koruma kararının
kaldırılması ile ilgili süreç, derece mahkemeleri nezdinde sonuçlanmadığı gibi
başvurucunun makul sürede yargılama iddiası dışında söz konusu sürece ilişkin
ayrı bir iddiasının bulunmadığı da dikkate alınarak aile hayatına saygı hakkı
bağlamında yapılan değerlendirmenin, çocuğun anneye teslimine dair ara karar
sonrasında ilgili kurum tarafından yürütülen işlemler ve bu süreçte alınan
koruma kararlarına ilişkin yargısal süreçle bağlantılı olarak yapılması uygun
görülmüştür.
ii. Müdahalenin Varlığı
97. Başvuruya konu olayda çocuk hakkında verilen koruma
kararlarının, anneninçocukla ilişki kurma hakkı
üzerinde etkili olduğunda kuşku yoktur. Bu bağlamda somut başvuru açısından,
koruma tedbirleri alınmak suretiyle başvurucu annenin velayet hakkı
kapsamındaki yetkilerini kullanması ve çocuk ile kişisel ilişki kurması
konusunda öngörülen kısıtlamaların, aile hayatına saygı hakkına müdahale
oluşturduğu açıktır.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
98. Anayasa’nın 20. maddesinde, bu hakkın tüm boyutlarına
ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla
beraber özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından
kaynaklanan bazı sınırları bulunmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde
yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün
olabilmektedir. Bu noktada Anayasanın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri
işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
99. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz.”
100. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlüklerin sınırlanması
ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün
hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde
bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının birarada
ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak
uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile
sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20.
maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi
gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
Kanunîlik
101. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
102. Çocukların bakım ve gözetimi ile haklarında koruma tedbirlerine
başvurulmasını gerektiren durumlara ilişkin olarak 4721, 5395 ve 2828 sayılı
Kanunların ilgili maddelerinde ayrıntılı düzenlemelere yer verilmektedir. Bu
kapsamda başvurucu annenin aile yaşamının, uygulamada ve etkili bir şekilde
korunmasını güvence altına alan yasal bir çerçevenin mevcut olduğu ve çocuk
hakkında koruma tedbirlerine hükmedilmesi şeklindeki uygulamanın, belirtilen
hükümler temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Derece mahkemesi kararlarının
söz konusu Kanun hükümlerine dayandığı anlaşılmakla belirtilen yargısal
kararların yeterli hukuki temele sahip olduğu görülmektedir.
Meşru Amaç
103. Anayasa’nın 41. maddesinin ikinci fıkrasında, devletin
çocukların korunması için gerekli tedbirleri alacağı, teşkilatı kuracağı;
dördüncü fıkrasında ise her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
tedbirlerin öngörüleceği belirtilmiştir. İlgili Kanun hükümlerinde de söz
konusu tedbirlerin alınması bağlamında “çocuğun
menfaati ve gelişmesinin tehlikeye girmesi”, “çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesinin tehlikede
bulunması” ve “korunma ihtiyacı
olan çocukların korunması, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınması”
amaçlarının açıkça ifade edildiği görülmektedir (bkz. §§ 37, 38, 40).
104. Somut başvuru açısından çocuk hakkında verilen koruma
kararlarında, derece mahkemelerinin çocuğun sağlık ve güvenliğinin temini
şeklinde meşru bir amaç izlediği, bu çerçevede başvuruya konu müdahalenin meşru
temellere dayandığı anlaşılmaktadır.
Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve
Ölçülülük
105. Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan müdahalenin
ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen demokratik
toplum düzeninde gereklilik, hakkın özüne dokunmama ve ölçülülük şeklindeki
güvence ölçütlerine uygun olması gerekir.
106. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş
ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin
özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle
getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı
kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı, kişilerin hak ve
özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal
düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu
nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları, nedeni,
yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı
demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Murat Atılgan, § 37; Marcus Frank Cerny, § 71).
107. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve
özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmektedir. Bu yönüyle her temel
hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu
çerçevede, hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz
hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul
edilmelidir. Aile hayatına saygı hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan
kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede
güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkın özünü zedeleyeceği
açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden
fazla sınırlanmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük
ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye
uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına
ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın
orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük
getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Murat Atılgan, § 38; Marcus Frank Cerny, § 72).
108. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm
temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması hususunda geçerli olan bu denge, aile
hayatına saygı hakkının sınırlanmasında da gözönünde
bulundurulmalıdır. Aile hayatına saygı hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlama aracı arasında
orantısızlık bulunmamalı,sınırlama
ile ulaşılabilecek yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan bireyin kaybı
arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada,
belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlama yapılıp yapılmadığının tespiti için
müdahale teşkil ettiği ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği iddia edilen
önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın
ağırlığının gözönünde bulundurulması ve özellikle
çocuklarla ilgili koruma tedbirleri söz konusu olduğunda, ebeveyn ve çocuğun
menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi
gerekmektedir. Bu dengenin kurulması, söz konusu vakalar özelinde devletin aile
hayatına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerinin icrası ile yakından
ilgilidir (Murat Atılgan, § 39; Marcus Frank Cerny, §
73).
109. Bu alandaki belirleyici mesele; çocuğun, anne babanın ve
kamu düzeninin yarışan menfaatleri arasında, devletin bu konuda kendisine
tanınan takdir alanı içinde adil bir denge kurup kurmadığıdır. Ancak bu denge
kurulurken çocuğun koruma altına alınmasıyla ilgili meselelerde çocukların
menfaatlerinin üstün bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır.Bununla birlikte söz konusu haklar
arasında denge kurulurken ebeveynin çocukla düzenli ilişkide bulunmaları gereği
de dikkate alınması gereken bir diğer önemli faktördür (Marcus Frank Cerny, § 74). Özellikle
koruma tedbirleri ve çocukların kamu koruması altına alınmasının söz konusu
olduğu durumlarda, bu dengelemenin hassas bir şekilde yapılması ve takdirin
gerekçelerinin ilgili kararlara açıkça yansıtılması zaruridir.
110. Her çocuk, menfaatleri aksini gerektirmedikçe ebeveyni ile
doğrudan ve düzenli olarak kişisel ilişkisini sürdürme hakkına sahiptir.
Çocuğun menfaati, bir yandan söz konusu ailenin sağlıksız olması durumu hariç
ailesiyle bağlarını sürdürmesi gerektiğine işaret etmekte; öte yandan çocuğun
sağlıklı ve güvenli bir çevrede gelişimini sürdürmesini içermektedir. Aynı
düşünce uluslararası sözleşme hükümlerine de yansıtılmış olup (bkz. § 49) tüm
bu düzenlemeler çocuğun üstün menfaati de gözönünde
bulundurulmak suretiyle aile ilişkilerinin sürdürülebilirliğini amaçlamaktadır
(Nurettin Özaltın, B. No:
2013/19725, 19/11/2015, § 37) .
111. AİHM de çocuğun ve ebeveynin menfaatlerine ilişkin
değerlendirmenin ulusal yargı makamlarınca yapılması gerektiğini kabul etmekle
birlikte uyuşmazlığa ilişkin yargılama prosedürünün adil olması ve ilgililere
bütün haklarını kullanabilme olanağı sağlaması gerektiğini ifade etmekte ve bu
bağlamda, ulusal mahkemelerin özellikle olgusal, duygusal, psikolojik, maddi ve
tıbbi nitelikteki bütün faktörler ile ailenin durumunu derinlemesine inceleyip
incelemediğini ve çocuğun yüksek menfaatlerini tespit etmek suretiyle ilgili
kişilerin de yararlarına ilişkin makul bir değerlendirme ve dengelemede
bulunulup bulunulmadığını belirlemek durumunda olduğunu belirtmektedir (İlker Ensar Uyanık/Türkiye, § 52; Neulinger ve Shuruk/İsviçre,
B. No: 41615/07, 6/7/2010, § 139).
112. Başvuruya konu yargısal uygulamanın yukarıda belirtilen
meşru temellere dayandığı açık olmakla birlikte başvurucu annenin aile hayatına
bir müdahale teşkil ettiği anlaşılan sınırlamanın, belirtilen hakkın özüne
dokunarak, onu anlamsız kılacak ölçüde olmaması gerekmektedir.
113. Kamusal makamların izlenen meşru amaçlar bağlamında bir
hakkın sınırlandırılması sürecinde takdir yetkisi bulunmakla birlikte,
belirtilen takdir yetkisi, her bir vaka özelinde ayrı bir kapsama sahiptir.
Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey
bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta
veya genişlemekte, yükümlülüklerin türü ve kapsamı her bir olay özelinde farklı
değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.
114. Bu bağlamda koruma tedbirleriyle ilgili davalarda, koruma
altına alındığında çocuğun daha mutlu olacak olması yeterli olmayıp yargısal
kararlarda yer verilen gerekçelerin aile hayatına saygı hakkı bakımından
"yeterli" olarak görülüp görülemeyeceği hususunda karar verilebilmesi
için olaya ve özellikle kararın alındığı koşullara bir bütün olarak bakılması
zorunludur (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Olsson/İsveç, § 72; K. and T./Finlandiya, B. No: 25702/94, 12/7/2001, §
173).
115. Bir çocuğun koruma altına alınması normal şartlar altında
geçici bir tedbir niteliğinde olup şartlar değişir değişmez sona erdirilmesi geremektedir. Bunun yanı sıra söz konusu geçici korumanın
uygulanması için alınacak tüm tedbirlerin doğal anne baba ve çocuğu yeniden
bütünleştirme şeklindeki nihai amaç ile uyumlu olması zaruridir. Bu açıdan,
çocuğun koruma altında kalmasına ilişkin menfaati ile anne babanın çocukları
ile yeniden bütünleşme hususundaki menfaatleri arasında adil bir denge tesis
edilmelidir. Söz konusu dengenin tesisinde elbette çocuğun üstün yararı
öncelikle gözönünde bulundurulması gereken ve çoğu
zaman anne babanın menfaatlerinin üzerinde yer alan unsurdur (Johansen/Norveç, § 78).
116. Kamusal makamlara tanınan takdir yetkisi, konunun niteliği
ve tehlikede olan menfaatin ağırlığına göre değişmektedir. Çocuğun, sağlığı ve
gelişimi açısından önemli bir tehlike altında olduğu düşünülen bir durumdan
korunması ile şartlar elverir elvermez ailenin yeniden bütünleşmesinin
sağlanması amacının dengeli bir değerlendirmeye tabi tutulması zorunludur.
117. Kamusal makamların böylesine duyarlı bir alanda karara
varırken çok güç bir görev üstlendikleri gerçeği karşısında, her defasında
esnek olmayan bir usulü izlemelerinin zorunlu görülmesi, karşılaşılan sorunlara
yenilerini ekleyeceğinden, bu konuda kamusal makamlara bir ölçüye kadar takdir
alanı tanınması gerektiği açıktır. Öte yandan alınmış olan kararların kalıcı
sonuçlara neden olabileceği de göz önünde tutulmalıdır. Zira anne babasından
alınıp alternatif koruyucuların yanına yerleştirilen bir çocuğun, zaman içinde
onlarla bağ kurması kaçınılmazdır. Bu bağları, anne babanın çocuk ile kişisel
ilişkisini kısıtlayan veya sona erdiren bir kararı daha sonra kaldırmak
suretiyle tahrip etmek veya kesmek de çocuğun menfaatine olmayabilir. O hâlde
bu alan, sıradan keyfî müdahalelere karşı söz konusu olabilecek korumadan daha
geniş koruma gerektiren bir alandır (W./Birleşik
Krallık, § 62; B./Birleşik
Krallık, § 63).
118. Şüphesiz çocuğun üstün yararının ne olduğuna ilişkin tespit,
bu tür davalarda dikkate alınması gereken en önemli unsurdur. Bu bağlamda
ilgili taraflarla doğrudan temas hâlinde olan yargısal organların, belirtilen
hususun tespiti noktasında daha avantajlı konumda olduğu açıktır. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesinin görevi, derece mahkemelerinin yerine geçerek koruma
tedbirlerinin gerekliliği hususunun bizzat tanzim ve tespiti olmayıp ilgili
anayasal normlar bağlamında, derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış olan
takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesidir.
Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin söz konusu mevzuat hükümlerini
yorumlayıp uygularken anne baba ile çocuğun ve kamunun menfaatleri arasında
kurulması gereken dengeyi tespit etmek suretiyle Anayasa’nın 20. maddesindeki
güvenceleri koruyup korumadıklarını belirleme yetkisine sahiptir. Bu nedenle
derece mahkemelerince varılan sonucun Anayasa’nın 20.maddesine uygun olup
olmadığının, yani çocuk hakkında verilen koruma kararlarının başvurucu annenin
aile yaşamına saygı hakkına orantılı bir müdahale oluşturup oluşturmadığının
karara bağlanması gerekmektedir.
119. Derece mahkemelerinin, çocuklarla ilgili koruma
tedbirlerinin değerlendirilmesinde, aile hayatı kapsamındaki ilişkilerin
sürdürülebilir ve etkili olmasını temin edecek şekilde hareket etmesi
zaruridir. Bu kapsamda özellikle müdahalenin ölçülülüğü noktasında, derece
mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve sağduyulu bir şekilde kullanıp
kullanmadıkları hususunu değerlendirme durumunda olan Anayasa Mahkemesi, bu
bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır (Murat Atılgan, § 44; Nurettin
Özaltın, § 55; Marcus Frank Cerny, §
83. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Bronda/İtalya, § 59; Hokkanen/Finlandiya,
§ 55).
120. Derece mahkemelerinin, takdirlerinin gerekçelerini, ilgili
ebeveynin kanun yoluna müracaat imkânını da etkili şekilde kullanabilmelerini
sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya koymaları ve ulaşılan sonuçların
yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi yeterli ve objektif
verilere dayandırılması gerekmektedir (Murat
Atılgan, § 45; Nurettin Özaltın,
§ 56; Marcus Frank Cerny, §
84. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Saviny/Ukrayna, B. No: 39948/06, 18/12/2008, §§ 56-58; Gluhakovic/Hırvatistan, § 62).
121. Aile hayatına saygı hakkı bağlamındaki uyuşmazlıklarda,
ilgili idari ve yargısal işlemlerin süratle yerine getirilmesi kadar, karar
oluşturma sürecinin ilgili kişilerin görüşlerini tam olarak sunabildikleri adil
bir süreç olmasının sağlanması da önemlidir. Bu çerçevede, Anayasa’nın 20.
maddesi kapsamında aile hayatına saygı hakkına ilişkin pozitif yükümlülük
değerlendirmesinin içeriğine, ilgili yargısal süreçlerin ivedi şekilde,
tarafların katılımına açık ve adil yargılanma hakkının usule ilişkin
gereklerine riayetle yürütülmesi şeklindeki usuli
yükümlülüğün de eklenmesi gerekmektedir (Marcus Frank Cerny, § 81; M. M. E. ve T. E., B. No: 2013/2910,
5/11/2015, § 160. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Amanalachioai/Romanya, B. No: 4023/04, 26/5/2002, § 63,
İlker Ensar Uyanık/Türkiye, § 33;
Maire/Portekiz, § 62; Santos Nunes/Portekiz, §§56, 57).
122. Başvuru konusu yargısal sürecin değerlendirilmesinden;
başvurucu tarafından çocuğun, doğumundan sonra para karşılığında bakılması için
bir ailenin yanına bırakıldığı ve bir müddet sonra bu aile tarafından
terkedilmesi üzerine Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/10/2006 tarihli ve
2006/133 Değişik İş sayılı kararı ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumuna bağlı olan ve Niğde'de bulunan bir kuruma yerleştirilmesine ve 5395
sayılı Kanun uyarınca çocuk hakkında bakım ve sağlık tedbiri uygulanmasına
karar verildiği; bu kararı takiben Kurum tarafından talepte bulunulması üzerine
Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve 2007/190-196 Değişik
İş sayılı kararı ile çocuğun koruma altına alınmasına, İl Sosyal Hizmetler
Müdürlüğüne teslimi ile Müdürlüğe ait bir kuruma yerleştirilmesine karar
verildiği, Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/116, K.2008/104 sayılı
kararı ile de çocuğun İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü tarafından evlatlık
verilmesi işlemlerinde anne babanın rızasının aranmamasına hükmedildiği
görülmektedir. Belirtilen kararları takip eden süreçte, başvurucu tarafından
Ankara 7. Aile Mahkemesinde 13/5/2008 tarihinde açılan dava ile çocuk hakkında
daha önce verilmiş olan Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli
ve 2007/190-196 Değişik İş sayılı koruma kararının kaldırılmasının talep
edildiği fakat Mahkemece talebin reddine hükmedildiği, başvurucu tarafından
Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 17/9/2008 tarihinde açılan dava ile aynı
talebin ileri sürülmesi üzerine, Mahkemece verilen 25/5/2011 tarihli ve
E.2008/525, K.2011/479 sayılı karar ile başvurucunun talebinin reddedildiği, bu
kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 10/12/2012
tarihli ve E.2011/19472, K.2012/29642 sayılı ilamı ile bozulduğu
anlaşılmaktadır. Bozma kararı sonrası Niğde 2. Asliye Hukuk
MahkemesininE.2013/118 sayılı dosyası üzerinde yürütülen yargılamanın 1/4/2013 tarihli
celsesinde, çocuğun tedbiren başvurucuya teslimine
karar verildiği, belirtilen ara kararı üzerine başvurucu tarafından Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğüne verilen 3/4/2013 tarihli
dilekçe ile ilgili ara kararı uyarınca çocuğun yanında bulunduğu aileden
alınarak tarafına teslim edilmesinin talep edildiği, Niğde 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 23/5/2013 tarihli müzekkeresi ile de ara kararı gereğinin yerine
getirilmesi hususunun ilgili Kuruma bildirildiği görülmektedir. Bozma sonrası
yapılan yargılamada, Mahkemenin 8/5/2013 tarihli ve E.2013/118, K.2013/318
sayılı kararı ile Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve
2007/190-196 Değişik İş sayılı koruma kararının kaldırılmasına ve çocuğun
başvurucu anneye teslim edilmesine hükmedildiği anlaşılmaktadır. Belirtilen
hüküm sonrasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 30/5/2013
tarihinde çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun uyarınca acil koruma kararı
verilmesi yönünde talepte bulunulduğu, söz konusu talebin kabulü suretiyle
Ankara 3. Çocuk Mahkemesinin 31/5/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir Talep sayılı
kararı ile 5395 sayılı Kanun'un 9. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
uyarınca otuz gün süre ile sınırlı olarak çocuğun acil koruma altına alınmasına
karar verildiği, başvurucu tarafından belirtilen karara karşı yapılan itirazın
reddedildiği, acil koruma kararını takiben Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Ankara İl Müdürlüğü tarafından 19/6/2013 tarihinde çocuk hakkında 2828 sayılı
Kanun'un 22. maddesi gereğince koruma kararı talep edilmesi üzerine Ankara 3.
Çocuk Mahkemesinin 26/6/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir Talep sayılı kararı ile
2828 sayılı Kanun'un 22. maddesi uyarınca çocuğun koruma altına alınmasınakarar verildiği ve başvurucu tarafından söz
konusu karara karşı yapılan itirazın da olumsuz sonuçlandığı anlaşılmaktadır.
123. Ret kararının başvurucu vekiline 22/7/2013 tarihinde tebliğ
edildiği ve 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu görülmekle
birlikte çocuk hakkında verilen koruma kararının kaldırılması talebiyle Niğde
2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonucunda Mahkemece verilen 8/5/2013
tarihli kararın da bozma ilamına konu edildiği, bozma sonrası Niğde 2. Asliye
Hukuk Mahkemesinin E.2014/616 sırasına kaydedilen dava kapsamında 21/10/2014
tarihinde verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın Niğde Aile Mahkemesinin
E.2014/717 sırasına kaydının yapıldığı ve duruşmasının 16/3/2016 tarihineertelendiği anlaşılmaktadır.
124. Çocuğun anneye teslimine dair karar sonrasında alınan
koruma tedbirlerine ilişkin yargısal süreçlerin, taleplerin ilgili mahkemelere
iletildiği tarihlerden itibaren süratle sonuçlandırıldığı görülmektedir.
Başvurucu annenin koruma tedbirleri ile ilgili yargısal süreçlerin ivedi olarak
yürütülmesi ile ilgili belirli bir iddiası olmamakla beraber söz konusu
süreçlerin hızla tamamlanması noktasında ilgili kamu makamları tarafından
gereken hassasiyetin gösterildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte özellikle
çocuk hakkında 2828 sayılı Kanun'un 22. maddesi gereğince koruma kararı
alınmasına ilişkin sürece başvurucu annenin etkin katılımının sağlanmamış
olduğu görülmektedir. Çocuk hakkında alınan acil koruma kararının niteliği
dikkate alınarak talebin ivedi şekilde neticelendirilmesi maksadıyla hızlı bir
usulün izlenmiş olması makul görülebilmekle beraber özellikle çocuk hakkında
yürütülen evlat edindirme süreci de dikkate alındığında çocuğun koruyucu aile
yanında kalış süresi ve bu bağlamda çocuk ve anne arasındaki bağlantı üzerinde
önemli etkiler göstereceği açık olan 2828 sayılı Kanun'un 22. maddesi gereğince
başvurucunun, karar sürecine aile hayatına saygı hakkı bağlamındaki güvenceleri
etkin kılacak ölçüde katılımının sağlanması zaruridir.
125. Koruma altına alındığı tarihte henüz üç yaşında olan
çocuğun; uzun süreli olarak koruyucu aile yanına yerleştirilmesi,doğal annesiyle temas ettirilmemesi
ve hakkında evlat edindirme işlemlerinin başlatılmış olması, çocuğun geleceği
için hayati öneme sahip olup başvurucunun belirtilen sürece daha yakından
katılmış olması gerektiği açıktır.
126. Belirtilen karar öncesinde başvurucuya tebligat yapılmadığı
ve bu suretle karar öncesinde dosyaya sunulan uzman raporu da dahil olmak üzere
dava evrakı hakkında başvurucuya değerlendirme yapma imkânı tanınmadığı
görülmektedir. Başvurucu tarafından belirtilen karara karşı itiraz edilmekle
birlikte yapılan itiraz Ankara 1. Çocuk Mahkemesinin 10/7/2013 tarihli ve
2013/38 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş ve ret gerekçesinde Ankara 3.
Çocuk Mahkemesinin 26/6/2013 tarihli ve 2013/126 Tedbir Talep sayılı karar
gerekçesinde yer verilen hususların aynen tekrar edilmesiyle yetinilmiştir. Bu
noktada karara bağlanması gereken husus, olaydaki özel şartlar gözönünde bulundurulduğunda başvurucu annenin karar alma
sürecine, menfaatlerinin yeterli düzeyde korunmasını sağlayacak ölçüde katılmış
olup olmadığıdır. Söz konusu katılım sağlanmamışsa aile yaşamına saygı
gösterilmesi söz konusu olmayacak ve karardan doğan müdahale meşru
görülemeyecektir. Somut başvuru açısından, özellikle çocuğun anneye teslimine ilişkin
ara kararı ile koruma kararının kaldırılarak çocuğun anneye teslimine işaret
eden hüküm nazara alındığında ve çocuk hakkında verilen son koruma kararının
anne ile çocuğun ilişkileri ve çocuğun geleceği için arz ettiği önem gözönünde bulundurulduğunda, başvurucu annenin
menfaatlerinin korunmasına imkân verecek ölçüde ilgili sürece katılımının önemi
ortadadır. 2828 sayılı Kanun kapsamında, ilgili taleplerin karara bağlanmasında
duruşma zorunluluğu öngörülmemekle birlikte yerleşik yargı içtihatlarında da
benzer koruma kararları kapsamında konunun ebeveyn ve çocuk arasındaki
ilişkiler ve çocuğun üstün menfaati açısından arz ettiği önem dikkate alınarak ebevyenin sürece etkin şekilde katılımının sağlanması
gerektiğinin vurguladığı görülmektedir (Y.2.H.D., E.2009/7464, K.2009/15295,
9/9/2009; Y.2.H.D., E.2009/7467, K.2009/15296, 9/9/2009). Çocuk hakkında 2828
sayılı Kanun'un 22. maddesi kapsamında daha önce alınmış olan koruma kararının
da Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 10/12/2012 tarihli ve E.2011/19472, K.2012/29642
sayılıbozma ilamı kapsamında değerlendirildiği ve
çocuk hakkında alınan korumaya ve evlat edindirme işlemlerinde anne babanın
rızasının alınmamasına ilişkin kararların evrak üzerinden, hasımsız ve
başvurucuya tebligat yapılmadan verildiği, koruma kararı verilmesi ve evlat
edindirmede anne babanın rızasının aranmaması kararlarının çocuğun haklarına
yönelik olduğu gibi getirdiği yükümlülükler ve doğurduğu sonuçlar bakımından da
önemli olduğu, çocuğun yasal temsilcisi olan anne ve babasına davanın yöneltilmesi,
gösterdikleri delillerin toplanması ve sonucu uyarınca karar verilmesi
gerektiği, bunun yanı sıra 2828 sayılı Kanun'da bu tür davaların evrak
üzerinden incelenerek karar verileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı
hususlarına işaret edildiği görülmektedir.
127. Derece mahkemelerinin koruma kararlarına ilişkin
gerekçeleri değerlendirildiğinde başvurucununNiğde
Sulh Ceza Mahkemesinin 15/1/2009 tarihli kararı ile çocuğunu terk etme suçundan
mahkumiyetine hükmedildiği, bunun yanı sıra Ankara 6. Aile Mahkemesinin
9/7/2012 tarihli kararı ile başvurucunun çocuğa iki ay süre ile yaklaşmamasına
karar verildiği ve dosya kapsamından başvurucunun çeşitli illerde lokantalarda
servis elemanı olarak ve mutfak kısmında çalıştığının, bu nedenle sürekli
olarak bir yerde yerleşmediğinin ve sık sık iş değiştirdiğinin belirlendiği
tespitlerine yer verildiği görülmektedir. Gerekçelerde ayrıca, çocuğun küçük
yaşta eziyet gördüğü ve bu hâlde sokağa terk edildiği, kuruma geldiğinde nüfus
kaydının dahi yapılmamış olması nedeniyle kurumun talebi üzerine nüfus kaydının
yapıldığı, hakkında koruma kararı ve sağlık tedbirine hükmedilerek yaşadığı
travma nedeniyle tedavi gördüğü, evlat edindirilmek üzere kaldığı ailenin
yanında okula başladığı ve dosyada mevcut sosyal inceleme raporlarına göre
düzenli bir aile hayatına kavuştuğu, başvurucunun kendisini alma girişimi
nedeniyle psikolojik travma yaşadığı, özel bir psikiyatri merkezi tarafından
düzenlenen raporlarla da belirtilen hususun tevsik edildiği, kurum tarafından
tedbir talep dosyasına sunulan 30/5/2013 tarihli rapor içeriği de dikkate
alındığında çocuğun başvurucuya tesliminin telafisi güç psikolojik bir travmaya
yol açabileceği ve bu kapsamda çocuğun başvurucuya tesliminin yararına
olmayacağı ve uygun bir sosyal çözüm bulunana kadar çocuğun acil koruma altına
alınmasının uygun olacağının belirtildiği anlaşılmaktadır. Acil koruma kararı
sonrasında çocuk hakkında 2828 sayılı Kanun'un 22. maddesi uyarınca verilen
kararda da aynı gerekçelere yer verildiği görülmektedir. Söz konusu koruma
kararlarına başvurucu tarafından itiraz edilmiş ve itiraz dilekçesinde diğer
itiraz ve iddiaların yanı sıra, başvurucunun çocukla görüştürülmediği, kurumda
kaldığı süreçte bir aileden alınıp diğerine verilmek suretiyle altı aile
değiştirdiği ve travma üstüne travma yaşadığı, kurum yetkililerinin çocuğu
yanlarına alan ailelere verdiği yanlış bilgiler nedeniyle çocuğun, annesi
tarafından 2008 yılından beri kendisine kavuşmak için verilen hukuk
mücadelesini bilmeden annesine tepkili olarak büyüdüğü ifade edilmiştir. Ancak
söz konusu itirazlar, ayrıntılı ve farklı bir gerekçeye yer verilmeksizin
itiraz mercilerince reddedilmiştir.
128. Çocuk hakkında daha önce Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin
2007/190-196 Değişik İş sayılı dosyası kapsamında verilen koruma kararının
kaldırılması ve çocuğun anneye teslimi talebi ile ilgili süreç derece
mahkemeleri nezdinde sonuçlanmadığı gibi başvurucunun makul sürede yargılama
iddiası dışında söz konusu sürece ilişkin ayrı bir iddiasının bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Bu husus dikkate alınarak aile hayatına saygı hakkı bağlamında
yapılan değerlendirmenin, çocuğun anneye teslimine dair ara kararı sonrasında
ilgili kurum tarafından yürütülen işlemler ve bu süreçte alınan koruma
kararlarına ilişkin yargısal süreçle bağlantılı olarak yapılması uygun
görülmektedir. Bununla birlikte, çocuk ve anne arasındaki ilişkinin
düzenlenmesi hususunda daha sonraki koruma kararlarını veren mahkemelerce de
nazara alınması gerektiği kanaatiyle sonuçlanmamış olan yargılama sürecinde yer
verilen bir kısım tespitlerin de gözönünde
bulundurulması zaruridir.
129. Bu kapsamda, koruma kararının kaldırılması ve çocuğun
anneye teslimi talebine ilişkin yargılama sürecinde temin edilen ve uzman
klinik psikolog, pedagog ve sosyal hizmet uzmanı tarafından tanzim edilen
30/11/2010 tarihli psikososyal değerlendirme raporunda;annesinden yaklaşık üç yaşında ayrılan, bir süre
tanımadığı bir aile ile kalan ve sonra sokağa bırakılan çocuğun devlet koruması
altına alındıktan sonra üç farklı aile ile tanıştırıldığı ve daha sonra
kurumsal yanlışlıklardan dolayı bu ailelerden koptuğu ve en sonunda evlat
edindirilmek üzere başka bir aile yanına yerleştirildiği, kurum tarafından
gerekli hizmet modelinin belirlenmesinde yapılan hatalar nedeniyle çocuğun
müteaddit defalar yaşadığı bağlanma ve kopuşlar sonucunda tekrar tekrar travmatize edildiği ve bu durumun kurumun ihmali dışında
bir açıklamasının bulunmadığı belirtilmiş olup söz konusu hususun koruyucu
ailelerden birinin şikâyeti üzerine ilglili Genel
Müdürlük tarafından da değerlendirilerek nihai olarak çocuk için en uygun
hizmet modelinin evlat edindirme hizmeti olduğu sonucuna ulaşıldığı
görülmektedir. Ayrıca söz konusu raporda,çocuğun
tekrar tekrar travmatize olmasına neden olan bağlanma
ve kopuş ilişkileri nedeniyle, başvurucu ile yeniden kurulacak olan ilişkinin
ve bağın yeni bir travma oluşturacağı düşünülse bile çocuğun kendi varoluşunu
anlamaya çalışırken annesi, babası, geçmişi ve yaşadıklarıyla er geç yüzleşmek
zorunda kalacağı gerçeği gözönünde bulundurulduğunda
başvurucu ile yaşayacağı yeniden karşılaşma ve yüzleşmenin kaçınılmaz bir
gerçeklik olduğu; çocuğun, annesinin kendisini bırakıp gitmesi nedeniyle
kızgınlık, öfke gibi olumsuz duygular yaşadığı ve onu cezalandırmak istediği,
kendi benliğini sağlıklı oluşturabilmek için annesiyle karşılaşma ve yüzleşmeye
ihtiyaç duyduğunun anlaşıldığı, çok fazla travmatize
olmuş bir çocuk için bu karşılaşma ve yüzleşme ihtiyacından kaçınılması ve bu
gerçekliğin ötelenmesinin çocuğun varoluşu ve kendiyle ilgili sağlıklı bir
bütünleşmeyi yaşayabilmesini engelleyebilecek bir durum olduğu, bu nedenle
çocuğun anne ile karşılaşmasının ve sağlıklı bir şekilde bu ilişkinin
kurulmasının çok önemli ve çocuğun yararına olduğu, bu nedenlebaşvurucunun
çocuğun velayetini almasının uygun olduğunun düşünüldüğü, velayetin alınması
döneminde ise bu dönem hem başvurucu ve çocuk, hem de çocuğun yanlarında
bulunduğu aile açısından sıkıntılı bir dönem olacağından, bu dönemde mutlaka
profesyonel psikolojik destek almaları gerektiği, çocuk ile söz konusu aile
arasında şahsi münasebet tesis edilmesinin de uygun olacağı; söz konusu
davanın, başvurucu veya çocuğun yanında bulunduğu aileden hangisinin
koşullarının daha uygun olduğunu kıyaslamak üzerine kurulabilecek ve bunlar
üzerinden değerlendirme yapılabilecek bir dava olmadığı, çocuğun yararı
gözetilerek hem öz annesi hem de iki buçuk yıldır birlikte yaşadığı aile ile
ilişkisinin korunmasının önemli olduğu, çocuğun öncelikle koruyucu aile yanında
iken başvurucu ile ilişkisinin yavaş yavaş ve sürece dayalı olarak kurulması
gerektiği ve bu konuda psikologların belirleyeceği plana göre başvurucunun
çocuğun yaşamına girmesinin ve diğer görüşmelerin düzenlenmesinin uygun olacağının
değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
130. Zira belirtilen yargılama sürecinde de 3/11/2010 tarihli
ara kararı ile başvurucunun çocuk ile her ayın birinci hafta sonu Pazar günü 9.00-15.00 saatleri arasında şahsi ilişki
tesisine karar verildiği ancak Ankara İl Sosyal HizmetlerMüdürlüğü
tarafından ilgili ara kararının yeniden değerlendirilmesi yönünde talepte
bulunulması üzerine 30/11/2010 tarihli ara kararı ile 3/11/2010 tarihli ara
kararından dönülmesine karar verildiği görülmektedir.
131. Bunun yanı sıra ilk derece mahkemesince verilen kararın
temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi tarafından verilen 10/12/2012
tarihli bozma ilamında yer verilen çocuk hakkında alınan korumaya ve evlat
edindirme işlemlerinde anne babanın rızasının alınmamasına ilişkin kararların
evrak üzerinden, hasımsız ve başvurucuya tebligat yapılmadan verildiği, koruma
kararı verilmesi ve evlat edindirmede anne babanın rızasının aranmaması
kararlarının çocuğun haklarına yönelik olduğu gibi getirdiği yükümlülükler ve
doğurduğu sonuçlar bakımından da önemli olduğu, çocuğun yasal temsilcisi olan
anne ve babasına davanın yöneltilmesi, gösterdikleri delillerin toplanması ve
sonucu uyarınca karar verilmesi gerektiği,uzman
raporlarında anne ile kişisel ilişki kurularak uygun ortamın sağlanması ve
çocuğun velayetinin anneye verilmesinin uygun olacağı yönünde görüş
bildirildiği ve yargılamanın kısa sürede bitirilememesi nedeniyle çocuğun
koruyucu aile yanında kaldığı sürenin uzamış olması gerekçe gösterilerek ret
hükmü kurulmasının uygun olmadığı yönündeki tespitler de dikkate değerdir.
132. Çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun uyarınca acil koruma
kararı verilmesi yönünde talepte bulunulan tedbir dosyasına sunulan 30/5/2013
tarihli raporda,Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
tarafından çocuğun anneye teslim edilmesi hususunda verilen karar sonrasında
çocuğun örselenmeden teslim edilmesinin sağlanması amacıyla ne gibi bir yol
izlenebileceğinin tespiti maksadıyla ilgili Müdürlükte görevli sosyal çalışmacı
ve iki psikoloğun aile ile görüşmeye gittiği, çocuğa süreç hakkında bilgi
verilmeye ve annesine teslimi sürecinde endişelenmemesi için çocuğu rahatlatma
yönünde telkinlerde bulunulmaya çalışılmak istendiği ancak çocuğun bu durumu
hiçbir şekilde kabullenecek bir yapıda olmadığı, ailesinden ayrılırsa kendisine
zarar vereceğini ifade ettiği belirtilmiş; yapılan tespitler çerçevesinde,
çocuğun annesine teslimi durumunda öncelikli olarak uzman gözetiminde saatlik
olarak görüşmelerinin sağlanması, bu görüşmelerin süre ve içeriğinin çocuğun
talebi doğrultusunda düzenlenmesi ve bu süreçte çocuğun ailenin yanında
kalmasının çocuk odaklı yaklaşıma uygun olacağının ifade edildiği
görülmektedir. Mahkemece verilen acil koruma kararı sonrasında 4/6/2013
tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğü bünyesinde
gerçekleştirilen evlat edinme komisyon toplantısına ilişkin tutanakta da
annenin ikametinde sosyal inceleme gerçekleştirilerek çocuk ile ilişki
sürecinde karşılaşabileceği muhtemel problemlerin üstesinden gelebilme
düzeyinin ve yaşanılan çevre ile ev koşullarının çocuğun sağlıklı gelişimi için
yeterli olup olmadığının değerlendirilmesi, çocuğun süreç içerisinde annesi ile
uzman gözetiminde saatlik olarak görüştürülmesinin sağlanması ve bu
görüşmelerin süre ve içeriğinin çocuğun talebi doğrultusunda düzenlenmesi
gerektiği yönünde tespitlere yer verildiği anlaşılmaktadır.
133. Yukarıda yer verilen tüm kararlar, uzman raporları ve kurum
tarafından gerçekleştirilen toplantı sonucunu yansıtan tutanakta, çocuğun
anneye teslim süreci belirli zorluklar içermekle birlikte çok fazla travmatize olmuş bir çocuk için bu karşılaşma ve yüzleşme
ihtiyacından kaçınılması ve bu gerçekliğin ötelenmesinin çocuğun varoluşu ve
kendiyle ilgili sağlıklı bir bütünleşmeyi yaşayabilmesini engelleyebilecek bir
durum olduğu, bu nedenle çocuğun anne ile karşılaşmasının ve sağlıklı bir
şekilde bu ilişkinin kurulmasının çok önemli ve çocuğun yararına olduğu,
muhtemel bir bütünleşmenin kolaylaştırılması hususunda, çocuk ve annenin
öncelikli olarak uzman gözetiminde saatlik olarak görüşmelerinin sağlanması, bu
görüşmelerin süre ve içeriğinin çocuğun talebi doğrultusunda düzenlenmesi
gereğinin vurgulandığı görülmektedir.
134. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında, çocuğun sağlık ve
güvenliğinin teminini amaçlayan ve çocuğun anneye teslimine ilişkin kararın
infazı sürecinde alınan koruma tedbirlerinin demokratik bir toplumda
gerekliliği hususunda şüphe uyandıracak bir neden bulunmamaktadır. Karar
gerekçelerinde de genel olarak çocuk ve annenin durumuna vurgu yapılmak
suretiyle çocuğun sağlık ve güvenliğinin temini amacından hareket edildiği
görülmektedir. Bu kapsamda yargı mercileri tarafından dayanılan gerekçeler
ilgili olmakla birlikte söz konusu gerekçelerin başvurucu ve çocuğunun aile
hayatına yönelik söz konusu müdahaleyi haklı gösterecek şekilde yeterli
olmaları da zaruridir.
135. Kamusal makamların takdir yetkisi, konunun niteliği ve
tehlike altında olan menfaatin ağırlığına bağlı olarak değişmektedir. Bu
kapsamda kamusal makamlar, bir çocuğun koruma altına alınmasının gerekliliğini
değerlendirme noktasında geniş bir takdir hakkını haizdir. Bununla birlikte
velayet ve ziyaret haklarına ilişkin kısıtlamalar gibidaha
ileri tedbirler söz konusu olduğunda, daha katı bir değerlendirme gündeme
gelmektedir. Zira bu tür kısıtlamalar, anne baba ve çocuk arasındaki
ilişkilerin çok etkili şekilde kesilmesi gibi bir tehlikeyi barındırmaktadır (Johansen/Norveç,§ 64).
136. Mahkeme kararlarında,uzman
raporları ve annenin düzenli bir yaşam sürdürmediğine ilişkin değerlendirmelere
yer verilerek çocuğun sağlık ve güvenliği açısından kamu korumasından
yararlandırılması sonucuna ulaşılması hususunda yer verilen gerekçelerin ilgili
olduğu görülmekle birlikte, anne ve çocuk arasındaki ilişkinin tamamen ortadan
kaldırılmasını öngören kararların, anne ve çocuk arasında uzman raporlarında
yer verilen tedbirler alınmak suretiyle tesis edilebilecek olan ilişkinin,
çocuğun üstün yararı bağlamında nasıl bir menfi etkisi olacağı hususunda bir
açıklamaya yer vermediği gibi bu ilişkiyi temin edebilecek olan alternatif
tedbirlerin de değerlendirilmediği görülmektedir. Bu kapsamda, çocuğun daha
önce Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve 2007/190-196
Değişik İş sayılı kararı ile koruma altına alındığı ve hâlihazırda Niğde Aile
Mahkemesinde derdest olan davanın da söz konusu koruma kararının kaldırılarak
çocuğun anneye teslimi talebine ilişkin olduğu dikkate alındığında, görece
olarak anne ve çocuk arasındaki bağın sürdürülebilirliğine katkı sağlayabilecek
altefnatif tedbirler değerlendirilmeksizin çocuk
hakkında yeniden 2828 sayılı Kanun'un 22. maddesi gereğince koruma kararı
verilmiş olması da dikkate değerdir.
137. Başvurucu anne ve çocuğun yeniden bütünleşmesinin
sağlanması için alınacak tedbirlerin ne olduğuna ilişkin kesin bir tespitte
bulunmak Anayasa Mahkemesinin görevi olmayıp bu tedbirlerin nitelik, kapsam ve
süresinin belirlenmesi olaya ilişkin maddi bulgular ve taraflarla doğrudan
temas hâlinde bulunan ilgili kamusal makamların yetki ve sorumluluk
alanındadır. Bununla birlikte kamusal makamlar tarafından olayın özel koşulları
içerisinde, çocuğun anne babasından ayrılmasına ve ilişkilerinin tamamen
kesilmesine neden olan tedbirlere başvurulmadan önce çocuğun mevcut aile
içerisinde daha sağlıklı ve güvenli şekilde hayatını sürdürmesini temin
edebilecek eğitim veya danışmanlık gibi destekleyici tedbirlerin de
değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
138. Bu kapsamda söz konusu koruma kararının, ilgili tedbirin
ebeveyn ve çocuk üzerindeki etkilerinin ve çocuğun kamu korumasına alınmasına
alternatif olabilecek tedbirlerin dikkatli şekilde değerlendirilmesi suretiyle
verilmediği ve bu kapsamda alınan kararların yeterli gerekçeye dayanmadığı
görülmektedir. Kamusal makamların söz konusu alandaki takdir yetkilerine rağmen
alınan koruma kararı ve bunun uygulanma tarzı, söz konusu tedbirlerin
başvurucunun aile hayatına saygı hakkı üzerindeki etkileri nazara alındığında
orantısızdır.
139. Somut başvuru açısından, çocuğu koruyucu aile yanına
yerleştirilen ve çocuğu ile bağlantı kurma olanağı sağlanmayan başvurucu
ziyaret hakkından da yoksun bırakılmış olup sonuçları itibarıyla çok geniş
kapsamlı olan bu tedbirler başvurucuyu çocuğu ile bir aile yaşamı sürdürmekten
mahrum bırakmış ve onları tekrar bütünleştirme amacıyla çelişmiştir. Söz konusu
sonuçları doğuran tedbirler ancak olağanüstü koşullarda tatbik edilebilir ve
sadece çocuğun üstün yararı ile ilgili baskın bir menfaatin varlığı ile
meşrulaştırılabilir. Zira bu tedbirler anne ve çocuk arasındaki aile bağlarının
kopması tehlikesini içermektedir (Johansen/Norveç,
§ 78).
140. Belirtilen koruma kararlarının yanı sıra çocuğun anneye
teslimine ilişkin kararın infazı sürecinde yer alan diğer kamusal işlem ve
eylemlerin de ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Kamu makamları somut olay
benzeri uyuşmazlıklarda, ailenin bütünleşmesini kolaylaştıracak tedbirleri
almakla yükümlüdür. Çocuğun, anne babanın ve kamu düzeninin yarışan menfaatleri
arasındaki dengenin kurulmasında ilgili kamu makamları belirli bir takdir
alanına sahip olmakla birlikte burada önemli olan husus, ilgili makamların
ailenin yeniden bütünleşmesini kolaylaştırmak için olayın özel şartlarının
gerektirdiği her türlü tedbiri alıp almadıklarıdır.
141. Söz konusu sürecin değerlendirilmesinden; yukarıda yer
verilen uzman raporları, yargısal kararlar ve komisyon tutanaklarında defaatle çocuğun sağlıklı gelişimi için anne ile ilişki
kurmasının sağlanması ve muhtemel bir bütünleşmenin temini noktasında, çocuk ve
annenin öncelikli olarak uzman gözetiminde saatlik olarak görüşmelerinin
temini, bu görüşmelerin süre ve içeriğinin çocuğun talebi doğrultusunda
düzenlenmesi veannenin ikametinde sosyal inceleme
gerçekleştirilerek çocuk ile ilişki sürecinde karşılaşabileceği muhtemel
problemlerin üstesinden gelebilme düzeyinin ve yaşanılan çevre ile ev
koşullarının çocuğun sağlıklı gelişimi için yeterli olup olmadığının
değerlendirilmesi gerektiği yönünde tespitlere yer verilmesine rağmen ilgili
idarenin söz konusu bütünleşmeye yönelik olan ve anne ile çocuğun ilişki
kurmasına imkân veren bir tedbir aldığına ilişkin herhangi bir veri
bulunmamaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından Anayasa
Mahkemesine hitaben gönderilen 2/5/2014 tarihli yazıda; başvurucu annenin
görüşme talebine istinaden 8/1/2014 tarihinde İl Müdürlüğünde çocuk ve anne
için bir görüşme planlandığı ancak İl Müdürlüğüne gelmek istemeyen ve görüşmeyi
reddeden çocuğun ağlayarak tepki verdiği, annesi ile görüşmeyi şiddetle
reddettiği, bu nedenle görüşmenin gerçekleştirilemediği ifade edilmiştir. Sonuç
alınamayan bu girişim dışında, ailenin yeniden bütünleşmesine yönelik bir adım
atılmadığı anlaşılmaktadır.
142. Başvurucu annenin koruma kararının kaldırılması ve çocuğun
kendisine teslimine ilişkin kararın icra sürecinde kendisinden beklenilen tüm
girişimlerde bulunduğu görülmektedir.
143. Söz konusu koruma kararları ile ilgili başvuru evrakına
çocuğun, yanında bulunduğu aile tarafından Ankara 10. Aile Mahkemesinin
E.2012/1389 sayılı dosyası üzerinde açılan evlat edinme davasında alınan
beyanında, hâlihazırda birlikte olduğu aile ile kalmak istediği, onları anne ve
babası olarak gördüğü, gerçek annesini hatırladığı; annesinin başında sigara
söndürdüğünü, kalması için kendisini yanına alan ailelerden para aldığını ve
bir süre sonra kendisini geri istediğini hatırladığı yönünde beyanda bulunduğu
yansımış olmakla ve bir kısım uzman raporlarında çocukla yapılan görüşmede,
annesine teslimi hâlinde kendisine zarar vereceği yönünde beyanda bulunduğunun
belirtildiği görülmekle birlikte süreçte temin edilen hiçbir uzman raporunda,
çocuğun beyanının dikkate alınmasını gerektiren olgunluğa ulaştığı yönünde bir
tespite yer verilmediği anlaşılmaktadır.
144. Somut başvuru açısından başvurucu ve kızının yaklaşık on
yıldır ayrı yaşadığı görülmekte ve bu süreçte aralarında temas sağlandığına
ilişkin bir veri ne ilgili yargılama evrakında ne de idarenin 2/5/2014 tarihli
yazısı kapsamında yer almaktadır. Bu bağlamda zamanın geçmesinin, annenin
koruma kararının kaldırılmasına ilişkin çabasına rağmen anne ve çocuk
arasındaki bağı gittikçe azalttığı açıktır. Yaklaşık üç yaşında koruma altına
alınan, belirli bir süre değişik aileler yanında ve kurum bakımında kalan, son
yedi yılı ise evlat edindirme sürecinde olduğu aile yanında geçiren çocuğun;
çocukluğunun büyük bir bölümünü annesi ile gerçek bir bağlantı kuramadan geçirdiği,
bu nedenle doğal annesi ile biraraya gelme sürecinin
çocuk açısından oldukça zorlu bir deneyim olacağı açıktır. Bu nedenle söz
konusu süreçteki bağlantı eksikliğinin, ailenin yeniden bütünleşmesi açısından
başa çıkılması zor neticeler doğurduğu görülmektedir.
145. Kamusal makamların özellikle çocuğun gösterdiği tutum
nedeniyle ebeveyn ve çocuk arasında daha iyi ilişkiler kurulmasına yardımcı
olma konusunda bazı güçlüklerle karşılaştıkları görülmekle birlikte ilgili
kamusal makamların daha aktif bir tutum alması zaruridir. Bu bağlamda, koruma
altına alınan çocuğun işbirliğine yanaşmayan tutumuna
rağmen koruma kararının geçerli olduğu dönemde alınması gereken tedbirlerin
özenli bir değerlendirmeye tabi tutulmadığı ve başvurucunun sürece katılımının
sağlanmamasının çok daha çarpıcı bir hâle geldiği anlaşılmaktadır. İlgili
idarenin söz konusu hareket tarzının, uzman ve komisyon raporlarında yer
verilen, başvurucunun hayat şartlarını çocuğun bakım ve gözetimini uygun
düzeyde üstenebilecek şekilde geliştirdiği ve kontrol altında da olsa başvurucu
ile çocuk arasında görüşme imkânının sağlanması gerektiği yönündeki tespitlerle
bağdaştırmak da mümkün görünmemektedir.
146. Somut başvuru açısından, kamusal makamların başvurucu ve
kızı arasında bir görüşme ve iletişim ortamı oluşturulması noktasındaki durağan
tutumu, olası bir yeniden bütünleşme bir yana, aile bağlarının zamanla daha da
kopmasına zemin hazırlamıştır. Çocuğun koruma altında bulunduğu yaklaşık on
yıllık süre boyunca kamusal makamların aile hayatına saygı hakkının amacı
bağlamında, anne ve çocuk arasında olası bir yeniden bütünleşmenin teminine
yönelik olarak kendilerinden beklenilen olağan çabayı göstermediği sonucuna
varılmaktadır. Bu kapsamda kamusal makamların, başvurucunun durumundaki olumlu
gelişmeler de nazara alınmaksızın olası bir yeniden bütünleşmeyi sağlamaya
yönelik tedbirlerin alınması konusundaki ihmali, aile hayatına saygı hakkının
sağladığı güvencelerin etkisiz hâle gelmesine yol açmıştır.
147. Başvurucu anne ve kızı arasında ilişki kurulmasına dair
kısıtlamaların ve kamusal makamların bu kısıtlamaları gerekli sıklıkla ve
etkili şekilde gözden geçirme hususundaki ihmalinin, olası bir yeniden
bütünleşmenin temini bir yana, bu bağların zarar görmesine neden olduğu
görülmektedir. Bu kapsamda, ne yargısal makamların ne
de ilgili idarenin; ailenin yeniden bütünleşmesi fikrini, önemli bir amaç
olarak dikkate almadıkları, bunun yerine salt çocuğun koruma altında olmasının
daha yararlı olacağı düşüncesiyle hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Bunun yanı
sıra başvurucunun çocuğu ile görüşmesine imkân sağlanmaması ve koruma kararları
ile devam eden süreçte sürdürülen evlat edindirme prosedürü de dikkate
alındığında alınan tedbirler, doğal ailenin yeniden bütünleşmesinden ziyade
koruyucu aile ile çocuk arasındaki bağların güçlenmesini sağlamıştır.
148. Sonuç olarak derece mahkemelerince verilen koruma
kararlarıyla ilgili yargısal sürece başvurucu annenin menfaatlerinin dikkate
alınmasını sağlayacak şekilde katılımı sağlanmadığı gibi söz konusu kararlarda
yer verilen gerekçelerin aile hayatına saygı hakkı bağlamında yeterli olmadığı,
ayrıca kararın icra sürecinde yer alan ilgili idare tarafından özellikle
çocuğun üstün yararı dikkate alınarak aile ilişkilerinin sürdürülebilirliği ve
muhtemel bir yeniden bütünleşmenin temini amacıyla uygun olanadımların
atılmadığı görülmektedir. Başvurucuyu ziyaret hakkından mahrum bırakan ve
mevcut ailenin yeniden bütünleşmesi amacını gözetmediği anlaşılan söz konusu
uygulamanın, aile hayatına saygı hakkının amacıyla bağdaşır şekilde meşruluğu
ortaya konulamadığı gibi kamusal makamlarca aile hayatına saygı hakkının etkin
şekilde kullanılmasına hizmet eden güvencelerin temini noktasındaki pozitif
yükümlülüklerin gerektiği şekilde yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.
149. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlaline
İlişkin İddia
150. Başvurucu, çocuğu hakkındaki koruma kararının kaldırılması
talebiyle Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılan davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
151. Bakanlık, görüş yazısında makul sürede yargılanma hakkının
ihlali iddiasına ilişkin olarak ayrıca görüş bildirilmemiştir.
152. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı
da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhildir. Ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
153. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olup somut başvuru açısından bu tarih
17/9/2008'dir. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak
şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara
ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren
başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı
bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı, bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher
Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti
açısından sürenin bitiş tarihinin, bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih
olduğu anlaşılmaktadır.
154. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle
yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin dikkate
alınmadığı gözönünde bulundurularak makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 54-64).
155. AİHM de birçok kararında Sözleşme’nin 6. maddesi bağlamında
ve ağırlıklı olarak makul sürede yargılanma hakkı özelinde velayet ve kişisel
ilişki tesisine dair yargılama ve icra prosedürlerini değerlendirmekte yapılan
inceleme sırasında makul süre koşulu değerlendirilirken kullanılan; davanın
karmaşıklığı, tarafların tutumu, yetkili makamların tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriterlerinden
özellikle son ölçüte vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır. AİHM’e
göre belirtilen dava grubu ve bu kapsamda elde edilen yargı kararlarının
icrası, işte tam da bu nedenle süratle neticelendirilmesi gereken
prosedürlerdir (Hokkanen/Finlandiya, § 72; Maire/Portekiz, § 74; Neulinger ve Shuruk/İsviçre, §§ 131,132).
156. Bu kapsamda somut başvuru açısından yargılama süresinin,
çocuk ile koruyucu aile arasındaki ilişkinin daha da gelişmesine katkı sağlayan
yedi yılı aşkın bir süreye çıkmış olması dikkate değerdir.
157. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu
yargılamanın karmaşık olmadığını ortaya koymakta olup somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu
yedi yıl dört ayı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
158. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
159. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
160. Başvurucu, ihlalin tespitiyle uyuşmazlık hakkında yeniden
yargılama yapılmasına ve adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 300.000 TL
manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
161. Somut başvuruda aile hayatına saygı hakkı ve makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
162. Aile hayatına saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (2013/126 Tedbir sayılı
dosya kapsamında) Ankara 3. Çocuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ
bu görüşe katılmamıştır.
163. Aile hayatına saygı hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
yeniden yargılama tedbiri ile giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 7.800 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
164. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Aile hayatına saygı hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa’nın 20. maddesinde
güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE
OYBİRLİĞİYLE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Kararın bir örneğinin aile
hayatına saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 3. Çocuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve M. Emin KUZ'un
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Başvurucuya net 7.800 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE; tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. Kararın bir örneğinin gereği
için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğüne GÖNDERİLMESİNE
OYBİRLİĞİYLE,
F. 198,35 TL harç ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA
OYBİRLİĞİYLE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE
9/3/2016 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Hakkında koruma kararı alınan çocuk ile başvurucu anne
arasında bir görüşme ortamı oluşturulmamasının ve anne ile çocuk arasında
muhtemel bir yeniden bütünleşmeyi sağlama konusundaki ihmallerin aile hayatına
saygı hakkının sağladığı güvencelerin etkisiz hâle gelmesine yol açtığı, koruma
kararlarıyla ilgili yargı sürecinde başvurucu annenin menfaatlerinin dikkate
alınmasını sağlayacak şekilde katılımının sağlanmadığı ve kararların
gerekçelerinin yeterli olmadığı, sonuç olarak başvurucunun Anayasanın 20.
maddesinde teminat altına alınan mezkûr hakkının ihlal edildiği yönündeki
tespitlere katılmakla birlikte, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılması yönündeki çoğunluk görüşüne aşağıdaki sebeplerle
katılmıyoruz.
2. Devletin pozitif yükümlülüklerinin sadece anne için geçerli
olmayıp çocuğun korunup kollanmasını da gerektirdiği, devletin bir annenin
çocuğu ile kişisel ilişki kurabilmesinden sorumlu olduğu kadar, özellikle
koruması altında bulunan çocuğun bedenî ve ruhî gelişimi için gerekli
tedbirlerin alınmasından da sorumlu olduğu açıktır. Nitekim bu kararda da, aile hayatına saygı
hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin hangi şartlarda olumlu edimde
bulunmayı gerektirdiğinin belirlenmesinin bu hak kapsamındaki ilişkilerin
mahiyeti gereği kolay olmadığı ve AİHM’in özellikle
pozitif yükümlülükler söz konusu olduğunda aile hayatına saygı kavramının
gereklerinin olaydan olaya önemli ölçüde değiştiğini kabul ettiği belirtilmektedir
(§ 71).
3. Kararda da belirtildiği üzere, kamu makamları tarafından alınan tedbirler bakımından ailenin yeniden
bütünleşmesi şeklindeki nihaî amacın gözönünde
bulundurulması gerekmekle birlikte, bu alanda dikkate alınması gereken temel
unsur çocuğun üstün yararı olduğundan, anne baba ile temasın çocuğun bu
menfaatini ağır şekilde tehdit ettiği durumlarda, söz konusu menfaatler
arasında adil bir dengenin kurulması kamu makamlarının yetkisi dahilindedir
(§ 80).
4. Yine kararda, bu dengenin
kurulmasında çocuğun üstün yararının, niteliği ve önemi gereği, ebeveynin
menfaatinden üstün tutulması gerektiği; zira aile hayatına saygı hakkının, anne
ve babaya, çocuğun sağlığı ve gelişimi açısından tehlikeli olan tedbirlerin
alınmasını isteme hakkı vermediği belirtilmektedir (§ 81).
5. Nihayet, çocuğun
söylemlerinin belirli bir olgunluk düzeyine ulaşmış olması hâlinde ve üstün
menfaatine aykırı olmaması şartı ile kişisel ilişki sürecinde çocuğun istek ve
söylemlerinin dikkate alınması gerektiği de kararda kabul
edilmektedir (§ 84).
6. Somut olayda mahkemece uzman klinik psikolog, pedagog ve
sosyal hizmet uzmanından alınan 30/11/2010 tarihli psikososyal
değerlendirme raporunda yer verilen “çocuğun
kuruma yerleştirildiği andan itibaren sürekli bağlanma ve kopuş yaşamak
durumunda kalarak travmatize olduğu, çocuğun tekrar
tekrar travmatize olmasına neden olan bağlanma ve
kopuş ilişkileri nedeniyle başvurucu ile yeniden kurulacak olan ilişkinin ve
bağın yeni bir travma oluşturabileceği” yönündeki değerlendirmeler
(§ 17) ile Kurumun yazılarında ve mahkemelerce uzman kişilerden alınan
raporlara dayanılarak verilen kararlarda belirtilen “çocuğun evlat edindirilmek üzere uzun süredir yanında bulundurulduğu
aile ile arasında ana, baba ve çocuk bağının geliştiği” (§ 19),
çocuğun “bu aile yanında sağlıklı gelişim
gösterdiği, aile birlik ve bütünlüğü içinde ilişki kurulduğu” (§
20), “davada alınan beyanına göre çocuğun
hâlihazırda birlikte olduğu aile ile kalmak istediği, onları anne ve babası
olarak gördüğü, … evlat edindirilmek üzere kaldığı ailenin yanında okula
başladığı ve dosyada mevcut sosyal inceleme raporlarına göre düzenli bir aile
hayatına kavuştuğu, başvurucunun kendisini alma girişimi nedeniyle psikolojik
travma yaşadığı, …(2013 yılında verilen üç ayrı rapora göre) başvurucuya tesliminin telafisi güç psikolojik bir
travmaya yol açabileceği ve bu kapsamda çocuğun başvurucuya tesliminin yararına
olmayacağı” (§ 27) yönündeki tespitler dikkate alındığında, yeniden
yargılama kararının çocuğun daha büyük sorunlarla karşılaşmasına yol açabilecek
sonuçlar doğurabileceği düşünülmektedir.
7. Bu sebeplerle, yeniden yargılama yerine, yalnızca ihlalin
tespitiyle giderilemeyecek olan manevî zararları karşılığında başvurucu lehine
manevî tazminata hükmedilmesi gerektiği ve bunun yeterli olduğu düşüncesiyle, çoğunluğun
kararına katılmıyoruz.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
M. Emin KUZ
|