TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ADA DENİZ ACENTALIKLARI VE DANIŞMANLIK LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/6405)
Karar Tarihi: 15/12/2015
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Akif YILDIRIM
Başvurucu
Ada Deniz Acentalıkları ve Danışmanlık Ltd. Şti.
Temsilcisi
Özdemir AKKUYRUK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tesis edilen idari para cezasının başkalarına uygulanandan farklı ve fahiş oranda hesaplanması nedeniyle eşitlik ilkesinin; idari para cezasının iptali için açılan davanın reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 04/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık 4/2/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.
6. Bakanlığın görüş yazısı 13/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 25/2/2014 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Şirket, LLC Limited Şirketinin acenteliğini yapmıştır.
9. Şirkete ait M/T Kapitan isimli gemiyle taşınarak M/T yüzer antreposuna 22/3/2005 tarihli ve 58 sayılı özet beyan ile tahliye edilen fuel oil cinsi eşyanın 143.124 kg eksik çıktığı yetkili gözetim firmasınca düzenlenen 24/3/2005 tarihli tutanak ile tespit edilmiştir.
10. Bunun üzerine 24/3/2005 tarihli ve 2685 sayılı yazı ile özet beyan eksikliğine ilişkin olarak üç ay içinde eksikliğin neden kaynaklandığının izahı ve ispatı istenmiş, bilahare başvurucuya üç aylık ek süre verilmiştir.
11. Başvurucu 23/9/2005 tarihli dilekçe ekinde “Rusya Federasyonu Ticaret ve Sanayi Odası tarafından Moskova’da 19.09.2005 tarihinde mühürlenmiş ve onaylanmıştır.” şerhini taşıyan ve Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği Konsolosluk Şubesince onaylanan 22/9/2005 tarihli manifesto düzeltmesini ibraz etmiştir.
12. İbraz edilen belgeler yeterli görülerek Haramidere Akaryakıt Gümrük Müdürlüğünün 23/9/2005 tarihli ve 10109 sayılı işlemi ile özet beyan eksikliğine ilişkin takibat kaldırılmıştır.
13. Haramidere Gümrük Müdürlüğünün yapılan teftişi neticesinde düzenlenen 23/2/2007 tarihli ve 4 sayılı cevaplı raporun birinci maddesinde, 173.124 kg fuel oil eksikliği ile ilgili olarak Müdürlüğe ibraz edilen manifesto düzeltme belgesinde belgenin boşaltma acentesi olarak başvurucu Şirketçe düzenlenerek imzalandığı, mahreç ülke Ticaret ve Sanayi Odasınca ve Moskova Büyükelçiliği tarafından tasdiklendiği ve tahkikatın kaldırıldığının görüldüğü ancak bu tür belgelerin boşaltma acentesi tarafından değil; yükleme acentesi tarafından düzenlenmesinin gerektiği, bu yüzden yapılan işlemin uygun görülmeyerek otuz gün içinde usulüne uygun bir yazıyla eksikliğin giderilmesinin gerektiği belirtilmiştir.
14. Anılan rapor uyarınca Gümrük Müdürlüğünün 26/2/2007 tarihli ve 2068 sayılı yazısı ile başvurucu Şirketten özet beyan eksikliğinin izahı istenmiş, aksi hâlde 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 238. maddesi uyarınca işlem yapılacağı tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu Şirket ile Müdürlük arasında bu aşamadan sonra yazışmalar devam etmiş ancak başvurucu Şirketin özet beyan eksikliğini gidermediğinden bahisle Müdürlüğün 6/4/2007 tarihli ve 66 sayılı kararı ile Şirkete 143.791 TL para cezası verilmiştir.
16. Şirket tarafından bu karara karşı yapılan itiraz, İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğünün 2/5/2007 tarihli ve 2007/30 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
17. Başvurucu Şirket tarafından anılan kararın ve dayanağı işlem ve tahakkukların iptali istemiyle 6/6/2007 tarihinde İstanbul 7. Vergi Mahkemesinde dava açılmıştır.
18. Mahkeme 19/2/2008 tarihli ve E.2007/1916, K.2008/612 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi şöyledir:
“Olayda, ihtilaf konusu fuel oil cinsi eşyaya ilişkin gerek manifestoda, gerekse faturada yer alan miktara göre boşaltma sırasında ortaya çıkan 173.124-kg eksikliğin izah ve ispatının eşyanın yüklendiği liman yetkilileri, çıkış acenteleri, ve taşımacı kuruluş kamu kuruluşu ise bu kuruluştan alınan ve eşyanın yüklendiği limandaki en büyük Mülki İdare Amirince, Gümrük İdaresince, Ticaret Ve Sanayi Odalarınca Veya Liman Başkanlığınca onaylanmış belgelerle ispat edilmesi gerekliliği açık olup, boşaltma limanındaki acente olan ödevli şirketçe tanzim edilen ve bilahare “Rusya Federasyonu Ticaret ve Sanayi Odası tarafından Moskova’da 19.09.2005 tarihinde mühürlenmiş ve onaylanmıştır.” şerhini taşıyan ve Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği Konsolosluk Şubesince onaylanmış olan 22.09.2005 tarihili manifesto düzeltmesinin söz konusu eksikliği ispat ve izahı mümkün olmayıp 4458 sayılı Yasanın 237. maddesi uyarınca kesilen para cezasına vaki itirazı reddeden başmüdürlük işleminde hukuka aykırılık görülmemiştir.”
19. Başvurucu Şirket tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Yedinci Dairesinin 27/3/2012 tarihli ve E.2008/2475, K.2012/1029 sayılı ilamı ile onanmıştır.
20. Anılan karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 26/6/2013 tarihli ve E.2012/6778, K.2013/3769 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
21. Karar, başvurucu vekiline 26/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve 22/8/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
22. 4458 sayılı Kanun’un 237. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan kısmı şöyledir:
“1. (Değişik ibare:18.06.2009 - 5911 S.K./61.mad) 35/A ila 35/C madde hükümlerine göre taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentaları tarafından gümrük idaresine verilen özet beyan veya özet beyan olarak kullanılan ticari veya resmi belgelerdeki kayıtlı miktara göre fazla çıkan kapların yanlışlıkla mahrecinden fazla olarak yüklenmiş olduğu gümrük idaresince belirlenecek süre içinde kanıtlanamadığı takdirde, söz konusu eşyaya el konularak müsadere olunur ve eşyanın CIF kıymeti kadar para cezası alınır.
2. 1 inci fıkraya göre ceza belirlenmesi mümkün olamıyorsa, noksan her kap için 241 inci maddenin 1 inci fıkrasında belirlenen miktarda para cezası alınır.
3. (Değişik ibare:18.06.2009 - 5911 S.K./61.mad) 35/A ila 35/C madde hükümlerine göre taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentaları tarafından gümrük idaresine verilen özet beyan veya özet beyan olarak kullanılan ticari veya resmi belgelerdeki kayıtlı miktara göre fazla çıkan kapların yanlışlıkla mahrecinden fazla olarak yüklenmiş olduğu gümrük idaresince belirlenecek süre içinde kanıtlanamadığı takdirde, söz konusu eşyaya el konularak müsadere olunur ve eşyanın CIF kıymeti kadar para cezası alınır.
…
6. Bu maddede belirtilen para cezaları, yapılan tespite göre taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentalardan alınır.”
23. Gümrükler Genel Müdürlüğünün mülga 2002/28 No.lu Genelgesi’nin “Cezai İşlem” kenar başlıklı 3. maddesinin ilgi kısmı şöyledir:
“Özet beyan eksikliğinin veya fazlalığının tespit edildiğini gösterir tutanağın imzalandığı tarihte yapılan bildiri üzerine 3 ay içinde taşıt sahipleri, kaptanları ya da acentaları tarafından bu eksiklik veya fazlalığın neden kaynaklandığının, eşyanın yüklendiği liman yetkilileri, çıkış acentaları ve taşımacı kuruluş kamu kuruluşu ise bu kuruluştan alınan ve eşyanın yüklendiği limandaki en büyük Mülki idare Amirince, Gümrük idaresince, Ticaret ve Sanayi Odalarınca veya Liman Başkanlığınca onaylanmış belgelerle ispat edilemediği takdirde Gümrük Kanununun 237 nci maddesi uyarınca cezai işleme başlanacaktır.
…”
24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 22/8/2013 tarihli ve 2013/6405 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu temsilcisi, Şirketin “acente” niteliğinde olmadığını ve somut olayda tahliye limanında gemi ilgililerinin vekili sıfatı ile hareket ettiğini, asıl muhatapların gemi sahibi, donatanı veya kaptanı olması gerekirken cezanın asıl muhataplar yerine temsilcisi olduğu Şirketlerine verilmesinin hukuki olmadığını, Haramidere Gümrük Müdürlüğünün 2005 yılında özet beyan eksikliğini belirledikten sonra adı geçen Acente tarafından gönderilen belgeleri yeterli bularak takibatın kaldırılmasına karar verdiğini ancak daha sonra 2007 yılında yapılan teftiş incelemesi sonucu yeni bir kararla ilk karar olan takibatın kaldırılmasını geri aldığını, farklı Gümrük Müdürlüklerinde kendi Şirketleriyle aynı konumda olanlara kanuna uygun olarak daha az ceza verildiğini, yargılama sürecinin uzun sürdüğünü ve Danıştay tetkik hâkimlerinin görüşünün taraflarına bildirilmediğini belirterek Anayasa’nın 10., 35., 36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Başvurucu, ayrıca 4458 sayılı Kanun’un sonradan yürürlüğe giren 237. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan “özet beyanı veren kişiden” ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğunu ve iptali gerektiğini de ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 35. ve 38. maddelerinin de ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de bu iddiaların özü, söz konusu kararın adil olmadığı hususuyla ilgilidir. Bu sebeple başvurucunun Anayasa'ya aykırılık ve ayrımcılık yasağının ihlali dışındaki bütün iddiaları adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
29. Başvurucu; gemi sahibi, donatanı veya kaptanı yerine kendilerine ceza verildiğini, ticaret hukuku anlamında acentelik sıfatını haiz olmadıklarını, özet beyan eksikliğini izah ve ispat için kendilerine yeterli süre verilmediğini, bu sebeplerle tesis edilen idari para cezasının hukuka aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
33. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
34. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi, bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemelerinin kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
35. Somut olayda özet beyan muhteviyatı olan eşyanın eksik çıktığından bahisle 4458 sayılı Kanun’un 237. maddesi uyarınca verilen gümrük para cezasının iptaline ilişkin davada başvurucu, söz konusu iddialarını Derece Mahkemesi önünde dile getirmiş ve bu iddialar, İlk Derece Mahkemesi tarafından değerlendirilmiştir. Diğer yandan başvurucuya 24/3/2005 tarihli ve 2685 sayılı yazıyla üç ay süre verilerek başvurucudan eksikliğin izahı ve ispatının istenildiği, başvurucu tarafından süre uzatım talebinde bulunulduğu ve sürenin 24/9/2005 tarihine kadar uzatılmasına karar verildiği görülmektedir.
36. Başvurucunun yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bilgi ya da belge sunmadığı, açtığı davada iddialarını ileri sürebildiği, karşı tarafın delil ve görüşlerinden haberdar olduğu ve bunlara cevap verme imkânı verilmediğine dair bir iddiada bulunmadığı görülmektedir. Bu durumda başvurucunun iddialarının; mevzuatın yorumlanmasına, delillerin değerlendirilmesine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Danıştay Tetkik Hâkimi Görüşlerinin Tebliğ Edilmediği İddiası
38. Başvurucu; Danıştay tetkik hâkimlerinin görüşünün tarafına bildirilmediğini, bu şekilde savunma hakkı ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 62. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tetkik hakimleri Danıştay Başkanının, daire ve kurul başkanlarının kendilerine havale ettikleri işleri inceleyerek daire veya görevli kurula gerekli açıklamaları yaparlar. Kendi düşünce ve görüşlerini sözlü ve yazılı olarak bildirirler, karar taslaklarını yazarlar, gerekli tutanakları düzenler ve Danıştay Başkanı, kurul başkanı ve daire başkanının verecekleri diğer görevleri yerine getirirler.”
40. Tetkik hâkimleri; Danıştay başkanı, kurul ve daire başkanları tarafından kendilerine verilen görevleri yerine getirmekle ve bunlar tarafından havale edilen davaları incelemekle sorumlu iken savcılar, Danıştay başsavcısının denetim ve gözetimi altında çalışmaktadır. Genel olarak tetkik hâkimleri daha evvel ilk derece yargılaması tamamlanmış dosyalar hakkında görüş sunmakta ve görüşlerini yazılı ya da sözlü olarak sunarak daire üyelerinin karar vermesine yardımcı olmaktadır. Ancak bu görevin, tetkik hâkimlerinin Danıştay başkanı ve daire başkanlarını temsilen yerine getirdiği hukuki görevlerinden olduğu görülmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11/2007).
41. Somut davada Danıştay tetkik hâkimleri tarafından dava dosyası incelenmiş ve uyuşmazlığa ilişkin açıklamalar, ilgili Danıştay Dairesine sunulmuştur. Tetkik hâkimlerinin açıklamalarından sonra Daire başkanı ve üyeler tarafından dava hakkında karar verilmiştir. Mevcut davada, tetkik hâkimlerinin önyargılı davrandıklarını gösteren herhangi bir unsur bulunmamaktadır.
42. Bu çerçevede her ne kadar tetkik hâkiminin temyiz incelemesi esnasında sunduğu görüş başvurucuya tebliğ edilmemişse de bu husus, adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Yargıtay tetkik hâkimleri ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi raportör hâkiminin görüşlerinin tebliğ edilmemesine ilişkin benzer değerlendirmeler için sırasıyla bkz. C. İş Ortaklığı, B. No: 2013/769, 11/12/2014, §§ 43-49; Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, §§ 42-48)
43. Açıklanan nedenlerle savunma hakkı ve çelişmeli yargılama ilkesine yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiği İddiası
44. Başvurucu; farklı Gümrük Müdürlüklerinde kendisiyle aynı konumda olanlara kanuna uygun olarak daha az ceza verildiğini, kendilerine fahiş miktarda ceza kesilmesinden dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını ileri sürmüştür.
45. Anayasa'nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
46. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Ayırımcılık yasağı” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”
47. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının -bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında- soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle mutlaka bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp bu hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 33, 34).
48. Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu, ayrımcılığa uğradığını dile getirmiş ve başvuru formuna farklı Gümrük Müdürlüklerince farklı tarihlerde gerçekleşen olaylar için tanzim edilmiş idari para cezalarını delil olarak sunmuştur. Ancak yargı sürecinden geçmeyen farklı olay ve kişilere ait olduğu anlaşılan bu cezaların birçoğunun sonradan yürürlüğe giren mevzuat uyarınca tanzim edildiği görülmüştür. Sonuç olarak başvurucu, kendi durumlarıyla başka tacirlerin durumlarının hangi ayrımcı nedenden dolayı farklılık taşıdığını ortaya koyamamıştır.
49. Açıklanan nedenlerle ayrımcılık yasağının ihlaline yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Anayasa’ya Aykırılık İddiası
50. 6216 sayılı Kanun'un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”
51. Bireysel başvuru yolu, bireylerin maruz kaldığı temel hak ihlallerinin tespit edildiği ve tespit edilen ihlalin ortadan kaldırılması için etkin araçları içeren anayasal bir güvencedir. Ancak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, yasama işlemlerinin soyut biçimde Anayasa'ya aykırılığının ileri sürülmesini sağlayan bir yol olarak düzenlenmemiştir (Süleyman Erte, B. No: 2013/469, 16/4/2013, § 15).
52. Bir yasama işleminin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda bireysel başvuru yoluyla doğrudan yasama işlemine değil, ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilir (Süleyman Erte, § 17). Diğer bir ifadeyle bireysel başvuru kapsamında bir yasama işleminin doğrudan ve soyut olarak Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamaz.
53. Somut olayda başvurucu, 4458 sayılı Kanun'un 237. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan “özet beyanı veren kişiden” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ve iptalinin gerektiğini ileri sürmüştür.
54. Başvurunun bu kısmının, doğrudan ve soyut olarak yasama işlemi aleyhine yapıldığı anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
55. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup bu iddia açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi şikâyette diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
56. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
57. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
58. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde dikkate alınması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
59. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
60. Makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin niteliği dikkate alınarak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih, başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucuya idari para cezasına ilişkin kararın tebliğ edildiği 6/4/2007’dir.
61. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı, bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52).
62. Başvuruya konu yargılama sürecinde gümrük para cezasına ilişkin karar 6/4/2007 tarihinde tebliğ edilmiş, 6/6/2008 tarihinde cezanın iptali için dava açılmış, 19/2/2007 tarihinde davanın reddine karar verilmiş, Danıştay Yedinci Dairesi 27/3/2012 tarihinde temyiz talebini reddederek İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, 26/6/2013 tarihli kararı ile karar düzeltme talebinin de reddine karar vermiştir.
63. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usule ilişin hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 24).
64. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de dikkate alınarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, §§ 54-60).
65. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu altı yılı aşan yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
67. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir tazminat talebinde bulunmamış; 143.791TL maddi tazminat talep etmiştir.
68. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
69. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber başvurucu tarafından uzun yargılama nedeniyle manevi tazminat talebinde bulunulmadığından yalnızca adil yargılanma hakkının ihlal edildiği tespitinin yapılması gerekmektedir.
70. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Danıştay tetkik hâkimlerinin görüşlerinin tebliğ edilmediğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Anayasa'ya aykırılığa ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
D. Maddi tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA
15/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.