TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADA DENİZ ACENTALIKLARI VE
DANIŞMANLIK LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6405)
|
|
Karar Tarihi: 15/12/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Ada Deniz Acentalıkları
ve Danışmanlık Ltd. Şti.
|
Temsilcisi
|
:
|
Özdemir AKKUYRUK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru, tesis edilen idari para cezasının başkalarına uygulanandan farklı ve
fahiş oranda hesaplanması nedeniyle eşitlik ilkesinin; idari para cezasının
iptali için açılan davanın reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru 22/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe
ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Bölüm tarafından 04/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık
4/2/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.
6. Bakanlığın
görüş yazısı 13/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 25/2/2014
tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle
şöyledir:
8.
Başvurucu Şirket, LLC Limited Şirketinin acenteliğini yapmıştır.
9.
Şirkete ait M/T Kapitan isimli gemiyle taşınarak M/T
yüzer antreposuna 22/3/2005 tarihli ve 58 sayılı özet beyan ile tahliye edilen fuel oil cinsi eşyanın 143.124 kg
eksik çıktığı yetkili gözetim firmasınca düzenlenen 24/3/2005 tarihli tutanak
ile tespit edilmiştir.
10.
Bunun üzerine 24/3/2005 tarihli ve 2685 sayılı yazı ile özet beyan eksikliğine
ilişkin olarak üç ay içinde eksikliğin neden kaynaklandığının izahı ve ispatı
istenmiş, bilahare başvurucuya üç aylık ek süre verilmiştir.
11.
Başvurucu 23/9/2005 tarihli dilekçe ekinde “Rusya
Federasyonu Ticaret ve Sanayi Odası tarafından Moskova’da 19.09.2005 tarihinde
mühürlenmiş ve onaylanmıştır.” şerhini taşıyan ve Türkiye’nin Moskova
Büyükelçiliği Konsolosluk Şubesince onaylanan 22/9/2005 tarihli manifesto
düzeltmesini ibraz etmiştir.
12.
İbraz edilen belgeler yeterli görülerek Haramidere
Akaryakıt Gümrük Müdürlüğünün 23/9/2005 tarihli ve 10109 sayılı işlemi ile özet
beyan eksikliğine ilişkin takibat kaldırılmıştır.
13. Haramidere Gümrük Müdürlüğünün yapılan teftişi neticesinde
düzenlenen 23/2/2007 tarihli ve 4 sayılı cevaplı raporun birinci maddesinde,
173.124 kg fuel oil
eksikliği ile ilgili olarak Müdürlüğe ibraz edilen manifesto düzeltme
belgesinde belgenin boşaltma acentesi olarak başvurucu Şirketçe düzenlenerek
imzalandığı, mahreç ülke Ticaret ve Sanayi Odasınca ve Moskova Büyükelçiliği
tarafından tasdiklendiği ve tahkikatın kaldırıldığının görüldüğü ancak bu tür
belgelerin boşaltma acentesi tarafından değil; yükleme acentesi tarafından
düzenlenmesinin gerektiği, bu yüzden yapılan işlemin uygun görülmeyerek otuz
gün içinde usulüne uygun bir yazıyla eksikliğin giderilmesinin gerektiği
belirtilmiştir.
14.
Anılan rapor uyarınca Gümrük Müdürlüğünün 26/2/2007 tarihli ve 2068 sayılı
yazısı ile başvurucu Şirketten özet beyan eksikliğinin izahı istenmiş, aksi
hâlde 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 238. maddesi uyarınca
işlem yapılacağı tebliğ edilmiştir.
15.
Başvurucu Şirket ile Müdürlük arasında bu aşamadan sonra yazışmalar devam etmiş
ancak başvurucu Şirketin özet beyan eksikliğini gidermediğinden bahisle
Müdürlüğün 6/4/2007 tarihli ve 66 sayılı kararı ile Şirkete 143.791 TL para
cezası verilmiştir.
16.
Şirket tarafından bu karara karşı yapılan itiraz, İstanbul Gümrük ve Muhafaza
Başmüdürlüğünün 2/5/2007 tarihli ve 2007/30 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
17.
Başvurucu Şirket tarafından anılan kararın ve dayanağı işlem ve tahakkukların
iptali istemiyle 6/6/2007 tarihinde İstanbul 7. Vergi Mahkemesinde dava
açılmıştır.
18.
Mahkeme 19/2/2008 tarihli ve E.2007/1916, K.2008/612 sayılı kararı ile davayı
reddetmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi şöyledir:
“Olayda, ihtilaf konusu fuel
oil cinsi eşyaya ilişkin gerek manifestoda, gerekse
faturada yer alan miktara göre boşaltma sırasında ortaya çıkan 173.124-kg
eksikliğin izah ve ispatının eşyanın yüklendiği liman yetkilileri, çıkış
acenteleri, ve taşımacı kuruluş kamu kuruluşu ise bu kuruluştan alınan ve eşyanın
yüklendiği limandaki en büyük Mülki İdare Amirince, Gümrük İdaresince, Ticaret
Ve Sanayi Odalarınca Veya Liman Başkanlığınca onaylanmış belgelerle ispat
edilmesi gerekliliği açık olup, boşaltma limanındaki acente olan ödevli
şirketçe tanzim edilen ve bilahare “Rusya Federasyonu Ticaret ve Sanayi Odası
tarafından Moskova’da 19.09.2005 tarihinde mühürlenmiş ve onaylanmıştır.”
şerhini taşıyan ve Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği Konsolosluk Şubesince
onaylanmış olan 22.09.2005 tarihili manifesto
düzeltmesinin söz konusu eksikliği ispat ve izahı mümkün olmayıp 4458 sayılı
Yasanın 237. maddesi uyarınca kesilen para cezasına vaki itirazı reddeden
başmüdürlük işleminde hukuka aykırılık görülmemiştir.”
19.
Başvurucu Şirket tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Yedinci Dairesinin
27/3/2012 tarihli ve E.2008/2475, K.2012/1029 sayılı ilamı ile onanmıştır.
20.
Anılan karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 26/6/2013
tarihli ve E.2012/6778, K.2013/3769 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
21.
Karar, başvurucu vekiline 26/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve 22/8/2013
tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
22.
4458 sayılı Kanun’un 237. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan kısmı
şöyledir:
“1. (Değişik ibare:18.06.2009 - 5911 S.K./61.mad) 35/A ila
35/C madde hükümlerine göre taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentaları tarafından gümrük idaresine verilen özet beyan
veya özet beyan olarak kullanılan ticari veya resmi belgelerdeki kayıtlı
miktara göre fazla çıkan kapların yanlışlıkla mahrecinden fazla olarak
yüklenmiş olduğu gümrük idaresince belirlenecek süre içinde kanıtlanamadığı
takdirde, söz konusu eşyaya el konularak müsadere olunur ve eşyanın CIF kıymeti
kadar para cezası alınır.
2. 1 inci fıkraya göre ceza belirlenmesi mümkün olamıyorsa,
noksan her kap için 241 inci maddenin 1 inci fıkrasında belirlenen miktarda
para cezası alınır.
3. (Değişik ibare:18.06.2009 - 5911 S.K./61.mad) 35/A ila
35/C madde hükümlerine göre taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentaları tarafından gümrük idaresine verilen özet beyan
veya özet beyan olarak kullanılan ticari veya resmi belgelerdeki kayıtlı
miktara göre fazla çıkan kapların yanlışlıkla mahrecinden fazla olarak
yüklenmiş olduğu gümrük idaresince belirlenecek süre içinde kanıtlanamadığı
takdirde, söz konusu eşyaya el konularak müsadere olunur ve eşyanın CIF kıymeti
kadar para cezası alınır.
…
6. Bu maddede belirtilen para cezaları, yapılan tespite göre
taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentalardan
alınır.”
23.
Gümrükler Genel Müdürlüğünün mülga 2002/28 No.lu Genelgesi’nin “Cezai İşlem” kenar başlıklı 3. maddesinin
ilgi kısmı şöyledir:
“Özet beyan eksikliğinin veya fazlalığının tespit edildiğini
gösterir tutanağın imzalandığı tarihte yapılan bildiri üzerine 3 ay içinde
taşıt sahipleri, kaptanları ya da acentaları
tarafından bu eksiklik veya fazlalığın neden kaynaklandığının, eşyanın
yüklendiği liman yetkilileri, çıkış acentaları ve
taşımacı kuruluş kamu kuruluşu ise bu kuruluştan alınan ve eşyanın yüklendiği
limandaki en büyük Mülki idare Amirince, Gümrük idaresince, Ticaret ve Sanayi
Odalarınca veya Liman Başkanlığınca onaylanmış belgelerle ispat edilemediği
takdirde Gümrük Kanununun 237 nci maddesi uyarınca
cezai işleme başlanacaktır.
…”
24.
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 1. maddesinin
(2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20.
maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60.
maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25.
Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 22/8/2013
tarihli ve 2013/6405 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu temsilcisi, Şirketin “acente” niteliğinde
olmadığını ve somut olayda tahliye limanında gemi ilgililerinin vekili sıfatı
ile hareket ettiğini, asıl muhatapların gemi sahibi, donatanı veya kaptanı
olması gerekirken cezanın asıl muhataplar yerine temsilcisi olduğu Şirketlerine
verilmesinin hukuki olmadığını, Haramidere Gümrük
Müdürlüğünün 2005 yılında özet beyan eksikliğini belirledikten sonra adı geçen
Acente tarafından gönderilen belgeleri yeterli bularak takibatın kaldırılmasına
karar verdiğini ancak daha sonra 2007 yılında yapılan teftiş incelemesi sonucu
yeni bir kararla ilk karar olan takibatın kaldırılmasını geri aldığını, farklı
Gümrük Müdürlüklerinde kendi Şirketleriyle aynı konumda olanlara kanuna uygun
olarak daha az ceza verildiğini, yargılama sürecinin uzun sürdüğünü ve Danıştay
tetkik hâkimlerinin görüşünün taraflarına bildirilmediğini belirterek Anayasa’nın 10., 35., 36. ve 38. maddelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Başvurucu, ayrıca 4458
sayılı Kanun’un sonradan yürürlüğe giren 237. maddesinin yedinci fıkrasında yer
alan “özet beyanı veren kişiden”
ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğunu ve iptali gerektiğini de ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
28.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 35. ve 38. maddelerinin de ihlal
edildiğini ileri sürmüş ise de bu iddiaların özü, söz konusu kararın adil
olmadığı hususuyla ilgilidir. Bu sebeple başvurucunun Anayasa'ya aykırılık ve
ayrımcılık yasağının ihlali dışındaki bütün iddiaları adil yargılanma hakkı
çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
29.
Başvurucu; gemi sahibi,
donatanı veya kaptanı yerine kendilerine ceza verildiğini, ticaret hukuku
anlamında acentelik sıfatını haiz olmadıklarını, özet beyan eksikliğini izah ve
ispat için kendilerine yeterli süre verilmediğini, bu sebeplerle tesis
edilen idari para cezasının hukuka aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30.
Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
31.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32.
6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı
yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip
edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile
sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapılamaz.”
33.
6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
34.
Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması, bireysel
başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin
tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik içermesi, bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece
mahkemelerinin kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
35.
Somut olayda özet beyan muhteviyatı olan eşyanın eksik çıktığından bahisle 4458
sayılı Kanun’un 237. maddesi uyarınca verilen gümrük para cezasının iptaline
ilişkin davada başvurucu, söz
konusu iddialarını Derece Mahkemesi önünde dile getirmiş ve bu iddialar, İlk
Derece Mahkemesi tarafından değerlendirilmiştir. Diğer yandan başvurucuya
24/3/2005 tarihli ve 2685 sayılı yazıyla üç ay süre verilerek başvurucudan
eksikliğin izahı ve ispatının istenildiği, başvurucu tarafından süre uzatım
talebinde bulunulduğu ve sürenin 24/9/2005 tarihine kadar uzatılmasına karar
verildiği görülmektedir.
36.
Başvurucunun yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bilgi ya da
belge sunmadığı, açtığı davada iddialarını ileri sürebildiği, karşı tarafın
delil ve görüşlerinden haberdar olduğu ve bunlara cevap verme imkânı
verilmediğine dair bir iddiada bulunmadığı görülmektedir. Bu durumda
başvurucunun iddialarının; mevzuatın yorumlanmasına, delillerin
değerlendirilmesine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
37.
Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemeleri kararlarının bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Danıştay Tetkik Hâkimi Görüşlerinin Tebliğ Edilmediği
İddiası
38.
Başvurucu; Danıştay tetkik hâkimlerinin görüşünün tarafına bildirilmediğini, bu
şekilde savunma hakkı ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
39. 6/1/1982
tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 62. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Tetkik hakimleri
Danıştay Başkanının, daire ve kurul başkanlarının kendilerine havale ettikleri
işleri inceleyerek daire veya görevli kurula gerekli açıklamaları yaparlar.
Kendi düşünce ve görüşlerini sözlü ve yazılı olarak bildirirler, karar
taslaklarını yazarlar, gerekli tutanakları düzenler ve Danıştay Başkanı, kurul
başkanı ve daire başkanının verecekleri diğer görevleri yerine getirirler.”
40.
Tetkik hâkimleri; Danıştay başkanı, kurul ve daire başkanları tarafından
kendilerine verilen görevleri yerine getirmekle ve bunlar tarafından havale
edilen davaları incelemekle sorumlu iken savcılar, Danıştay başsavcısının
denetim ve gözetimi altında çalışmaktadır. Genel olarak tetkik hâkimleri daha
evvel ilk derece yargılaması tamamlanmış dosyalar hakkında görüş sunmakta ve
görüşlerini yazılı ya da sözlü olarak sunarak daire üyelerinin karar vermesine yardımcı
olmaktadır. Ancak bu görevin, tetkik hâkimlerinin Danıştay başkanı ve daire
başkanlarını temsilen yerine getirdiği hukuki görevlerinden olduğu
görülmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11/2007).
41. Somut
davada Danıştay tetkik hâkimleri tarafından dava dosyası incelenmiş ve
uyuşmazlığa ilişkin açıklamalar, ilgili Danıştay Dairesine sunulmuştur. Tetkik
hâkimlerinin açıklamalarından sonra Daire başkanı ve üyeler tarafından dava
hakkında karar verilmiştir. Mevcut davada, tetkik hâkimlerinin önyargılı
davrandıklarını gösteren herhangi bir unsur bulunmamaktadır.
42.
Bu çerçevede her ne kadar tetkik hâkiminin temyiz incelemesi esnasında sunduğu
görüş başvurucuya tebliğ edilmemişse de bu husus, adil yargılanma hakkının
ihlali niteliğinde kabul edilemez (Yargıtay tetkik hâkimleri ile Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi raportör hâkiminin görüşlerinin tebliğ edilmemesine ilişkin benzer
değerlendirmeler için sırasıyla bkz. C. İş Ortaklığı, B. No: 2013/769, 11/12/2014, §§ 43-49; Kamil Koç, B. No:
2012/660, 7/11/2013, §§ 42-48)
43. Açıklanan
nedenlerle savunma hakkı ve çelişmeli yargılama ilkesine yönelik açık bir
ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiği İddiası
44. Başvurucu;
farklı Gümrük Müdürlüklerinde kendisiyle aynı konumda olanlara kanuna uygun
olarak daha az ceza verildiğini, kendilerine fahiş miktarda ceza kesilmesinden
dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını ileri sürmüştür.
45. Anayasa'nın
“Kanun önünde eşitlik” kenar
başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
46.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Ayırımcılık
yasağı” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Bu Sözleşme'de tanınan hak
ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer
kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet,
doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık
gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”
47. Başvurucunun,
Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine
yönelik iddiasının -bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında- soyut
olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan
diğer temel hak ve özgürlüklerle mutlaka bağlantılı olarak ele alınması
gerekir. Dolayısıyla eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip
olmayıp bu hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence
altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. Ayrımcılık yasağının ihlal
edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için ihlal iddiasının, kişinin hangi
temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz
kaldığının gösterilmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 33,
34).
48. Ayrımcılık
iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki
başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir
farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk,
renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekir. Somut olayda başvurucu, ayrımcılığa uğradığını dile
getirmiş ve başvuru formuna farklı Gümrük Müdürlüklerince farklı tarihlerde
gerçekleşen olaylar için tanzim edilmiş idari para cezalarını delil olarak
sunmuştur. Ancak yargı sürecinden geçmeyen farklı olay ve kişilere ait olduğu
anlaşılan bu cezaların birçoğunun sonradan yürürlüğe giren mevzuat uyarınca
tanzim edildiği görülmüştür. Sonuç olarak başvurucu, kendi durumlarıyla başka
tacirlerin durumlarının hangi ayrımcı nedenden dolayı farklılık taşıdığını
ortaya koyamamıştır.
49. Açıklanan
nedenlerle ayrımcılık yasağının ihlaline yönelik bir ihlalin olmadığının açık
olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Anayasa’ya Aykırılık İddiası
50. 6216
sayılı Kanun'un “Bireysel başvuru hakkı”
kenar başlıklı 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yasama işlemleri ile
düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi
Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı
işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”
51. Bireysel
başvuru yolu, bireylerin maruz kaldığı temel hak ihlallerinin tespit edildiği
ve tespit edilen ihlalin ortadan kaldırılması için etkin araçları içeren
anayasal bir güvencedir. Ancak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu,
yasama işlemlerinin soyut biçimde Anayasa'ya aykırılığının ileri sürülmesini
sağlayan bir yol olarak düzenlenmemiştir (Süleyman
Erte, B. No: 2013/469, 16/4/2013, § 15).
52.
Bir yasama işleminin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda
bireysel başvuru yoluyla doğrudan yasama işlemine değil, ancak yasama işleminin
uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilir (Süleyman Erte, § 17). Diğer bir ifadeyle
bireysel başvuru kapsamında bir yasama işleminin doğrudan ve soyut olarak
Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamaz.
53.
Somut olayda başvurucu, 4458 sayılı Kanun'un 237. maddesinin yedinci fıkrasında
yer alan “özet beyanı veren kişiden”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ve iptalinin gerektiğini ileri sürmüştür.
54.
Başvurunun bu kısmının, doğrudan ve soyut olarak yasama işlemi aleyhine
yapıldığı anlaşıldığından diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Yargılamanın Makul Sürede
Sonuçlandırılmadığı İddiası
55.
Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş olup bu iddia açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi şikâyette
diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
56.
Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
57.
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18), Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir
Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda
belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup
ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının
yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
58.
Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili
makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın
süresinin makul olup olmadığının tespitinde dikkate alınması gereken
kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri,
§§ 41–45).
59.
Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir.
Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına
dâhil olan ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler
üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36.
maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu
anlamda belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun
haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan
davalara da uygulanacaktır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, § 44).
60.
Makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olmakla
beraber bazı özel durumlarda girişimin niteliği dikkate alınarak uyuşmazlığın
ortaya çıktığı daha önceki bir tarih, başlangıç tarihi olarak kabul
edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, §
21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup makul süre
değerlendirmesinde dikkate alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi,
başvurucuya idari para cezasına ilişkin kararın tebliğ edildiği 6/4/2007’dir.
61.
Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde
yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların
yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan
değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı, bireysel başvurunun karara
bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve
diğerleri, § 52).
62.
Başvuruya konu yargılama sürecinde gümrük para cezasına ilişkin karar 6/4/2007
tarihinde tebliğ edilmiş, 6/6/2008 tarihinde cezanın iptali için dava açılmış,
19/2/2007 tarihinde davanın reddine karar verilmiş, Danıştay Yedinci Dairesi
27/3/2012 tarihinde temyiz talebini reddederek İlk Derece Mahkemesi kararını
onamış, 26/6/2013 tarihli kararı ile karar düzeltme talebinin de reddine karar
vermiştir.
63.
İlgili yargılama evrakının incelenmesinden 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı
alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli
genel usule ilişin hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır (bkz. § 24).
64.
Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava
sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM
tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup özellikle idari
yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme
incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel
oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki
yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel
başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle 2577 sayılı
Kanun’da yer alan usul hükümleri de dikkate alınarak makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, §§ 54-60).
65. Başvuruya
konu davaya bir bütün olarak bakıldığında 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı
bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu altı yılı
aşan yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
66.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
67.
Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir
tazminat talebinde bulunmamış; 143.791TL maddi tazminat talep etmiştir.
68.
6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
69.
Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber başvurucu tarafından
uzun yargılama nedeniyle manevi tazminat talebinde bulunulmadığından yalnızca
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği tespitinin yapılması gerekmektedir.
70.
Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar
arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
71.
Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Danıştay tetkik hâkimlerinin görüşlerinin tebliğ edilmediğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
4. Anayasa'ya
aykırılığa ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5.
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
D. Maddi tazminata ilişkin
taleplerin REDDİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA
15/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.