TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
OSMAN GÜMÜŞCÜ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/6440)
Karar Tarihi: 3/2/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Bahadır YALÇINÖZ
Basvurucu
Osman GÜMÜŞCÜ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde askerlik yaptırılması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/8/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıylayapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. İkinci Bölümce 14/3/2014 tarihinde başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 27/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 5/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, askerliğe elverişsiz olmamasına rağmen haksız olarak üç yıl askerlik yaptığından bahisle 19/1/2009 tarihinde İçişleri Bakanlığından tazminat talebinde bulunmuş; talebin 19/5/2009 tarihli işlem ile reddedilmesi üzerine maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi istemiyle 22/6/2009 tarihli dilekçesini AYİM'e göndermiştir.
10. AYİM Genel Sekreterliğinin 7/7/2009 tarihli yazısıyla başvurucuya, ilgili dilekçeden Mahkemede dava açmak istendiğinin anlaşıldığı, bunun için harç yatırılması ve ekte gönderilen örnek dava dilekçesine uygun dilekçe hazırlanması gerektiği şeklindeyanıt verilmiş, bu yanıttan çok sonra başvurucu 18/8/2011 tarihinde askerliğe elverişli olmadığı hâlde kendisine askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini istemiyle dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesince dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle ret kararı verilmiş ve bu karar üzerine başvurucu 10/1/2012 ve 16/3/2012 tarihlerinde kayda giren dilekçeleri ile davayı yenilemiştir.
11. AYİM İkinci Dairesi 4/7/2012 tarihli ve E.2012/578, K.2012/656 sayılı kararı ile davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…kanunen askerliğe elverişli olmadığı halde kendisine askerlik yaptırıldığını, aradan seneler geçtikten sonra verilen bu kararla mağdur olduğunu, askeri cezaevlerinde ve oda hapsinde bir ton işkence yapıldığını, tezkere aldıktan sonra bu kararın alındığını, 3 sene askerlik yaptığını, hatta 6 gün eksik hizmeti olduğu belirtilerek, bunun Bornova İlçe J.K.lığında tamamlattırıldığını, bu mağduriyeti dolayısıyla dava açmak istemesine rağmen harç yatırması gerektiği söylendiğini, 2 senedir dava açamadığını, zaman aşımı olmasın diye dilekçe yazıp müracaat ettiğini, bu şekilde baştan itibaren askerliğe elverişli olmadığı halde yaklaşık üç yıl askerlik hizmeti yapmış olması nedeniyle uğramış olduğu zararın tazmini amacıyla 20.000 TL maddi ve 40,000 TL. de manevi tazminat olarak toplam 12.000,00 TL. tazminatın ödenmesine, ayrıca ikinci kez alınan harcın iadesine karar vermesini talep ve dava etmiştir.
…
Davacının talebinin askerlik öncesi itibarıyla askerliğe elverişsiz olmasına rağmen haksız olarak 3 yıl süre ile askerlik yaptırılmasından dolayı uğradığı zararların tazmini olduğundan, davanın işlemden doğan tam yargı davası olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden davacı Osman GÜMÜŞÇÜ'nün acemi eğitimi sonrasında tertip edilmiş olduğu Kastamonu-İnebolu İlçe J.K.lığında askerlik hizmetini yapmakta iken 06.01.2003 tarihinde firar ettiği, müteakiben 06.01.2004 tarihinde kendiliğinden döndüğü, askerlik hizmeti devam ederken sevk edilmiş olduğu GATA Asker hastanesine katılmayarak 20.02.2004 tarihinde yeniden firar ettiği, daha sonra 16.04.2004 tarihinde üzerinde esrar maddesiyle Bodrum'da emniyet görevlilerince yakalandığı, bu şekilde işlemiş olduğu firar suçlarından dolayı J.Gn.K.lığı Askeri Mahkemesince yargılanmakta iken sevk edilmiş olduğu Kütahya Asker Hst. Bştbp.liğinin 18.10.2007 tarihli ve 632 numaralı üst komutanlık onaylı TSK Sağlık Raporuyla “antisosyal kişilik bozukluğu" tanısı konularak “suç tarihlerinde ve halen askerliğe elverişli değildir. TCK.nın 32'nci maddesinden istifade edemez" (yani askerliğe elverişsizlik halinin, askeri hizmete başlangıç tarihinde değil, firar suçunu işlediği tarihten itibaren başladığı) karar verildiği, anılan rapor nedeniyle de davacının yargılanmakta olduğu 06.01.2003-06.01.2004 ve 20.02.2004-16.04.2004 tarihleri arasındaki firar suçlarında dolayı 11.11.2008 tarihinde beraatına karar verildiği ve bu kararın temyiz edilmediğinden 16.01.2009 tarihinde kesinleştiği, bu durumda davacının zararını 18.10.2007 tarihli raporla öğrenmiş olduğu, ancak anılan rapor dosyada olmadığından kesinleşme tarihinin tespit edilemediği, bu nedenle de mahkememizin yerleşik içtihatları gereğince davacı lehine yorumla davacının zararını öğrendiği tarih kabul edilen raporun kesinleşme tarihinin bu davada uygulanamadığı, bununla birlikte bir an için dava açma süresi açısından daha da lehe olabilecek şekilde dava açma tarihi J.Gn.K lığı Askeri Mahkemesinin beraat kararının kesinleşme tarihinden başlatılsa, yani davacının askerliğe elverişli olmadığını bu tarihte (16.01.2009) öğrendiği kabul edilse dahi, 16.01.2009 tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açılması veya davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunulması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra 18.08.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu anlaşıldığından, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesi ektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
…”
12. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı düzeltme başvurusu, yine süresinde yapılmadığı gerekçesiyle aynı Dairenin 26/6/2013 tarihli ve E.2103/816, K.2013/773 sayılı kararı ile süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Dairemizin davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin AYİ M İkinci Dairesinin 04.07.2012 gün ve E.2012/578, K.2012/656 sayılı kararının 27.07.2012 tarihinde bizzat davacıya tebliğ edildiği, hatta davacının da 30.07.2012 tarihli dilekçeyle "istemi halinde iade edilmesine karar verilen harcın" kendisine iade edilmesini talep ettiği anlaşılmıştır.
Davacının bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde (en geç 11.08.2012 günü mesai bitimine kadar müracaat etmesi gerektiği, ancak müracaatın son gününün çalışmaya ara verme "adli tatil" süresine rastladığından 1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 86'ncı maddesi gereği, 6 eylülden itibaren 7 gün uzatılarak 13.09.2012 tarihinde mesai bitimine kadar) karar düzeltme talebinde bulunması gerekirken, bu tarihten sonra 02.11.2012 tarihinde kayda geçen dilekçesi ile kararın düzeltilmesi yönünde yaptığı başvurunun süresi geçirildikten sonra yapıldığı anlaşıldığından, karar düzeltme isteminin süre aşımı yönünden reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır."
13. Karar, başvurucuya 24/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 15/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.”
16. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
17. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 35. maddesinin (a) bendi şöyledir:
“Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur.
Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır.
İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.”
18. Anılan Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.”
19. Anılan Kanun’un 42. maddesi şöyledir:
“İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
20. Anılan Kanun’un 59. maddesi şöyledir:
“Kararlarda, sırası ile, aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları yahut unvanları ve adresleri;
b) Davacının ileri sürdüğü maddi vakıaların dayandığı hukuki sebeplerin özeti ve isteğinin sonucu ile davalının savunmasının özeti;
c) Başsavcılığın düşüncesi;
d) Duruşmalı davalarda, duruşma yapılıp yapılmadığı ve yapılmış ise hazır bulunan taraflar ve vekil veya temsilcilerinin ad ve soyadları;
e) Kararın dayandığı kanuni ve hukuki sebepler ile gerekçesi ve hüküm;
f) Kararın tarihi ve oy birliği ile veya oy çokluğuyla mı verildiği;
g) Muhakeme masrafları ile vekalet ücretinin hangi tarafa yükletildiği;
h) Kararı veren Daire veya Daireler Kurulu Başkan ve üyelerinin ad ve soyadları ve imzaları ve varsa ayrışık oyları.”
21. Anılan Kanun’un 66.maddesi şöyledir:
“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir.
a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması;
b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler bulunması;
c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;
Kanunun 45 inci maddesine göre verilen kararların düzeltilmesi işlemi kabul edilerek davaya yeniden bakılması ve esas hakkında karar verilmesi halinde de karar düzeltilmesi isteminde bulunulabilir.
Daireler ile Daireler Kurulu, kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle bağlıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 3/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıdabaşvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu 2004 yılında askerlik hizmetini tamamladığını ancak askerlik hizmeti yapmaya engel hastalığına ilişkin sağlık raporunun 2007 yılında verildiğini oysa askerlik hizmeti sırasında bu raporun verilmesi gerektiğini, kendisine askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğradığı zararların tazmini istemiyle açtığı davanın ise süre aşımı nedeniyle reddedildiğini, bu kararda başvurulacak mercii ve süresinin belirtilmediğini, bu nedenle karar düzeltme talebini süresinde yapamadığını, AYİM’in bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığını, bunun yanında yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; uğradığı maddi ve manevi zararları için 60.000 TL tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
25. Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirme ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Buna göre başvurucunun; mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesi, AYİM’in bağımsız ve tarafsız olmaması ile yargılamanın uzun sürmesi şikâyetlerinin ayrı başlıklar hâlinde incelenmesi gerekmiştir.
1. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
26. Başvurucu 2004 yılında askerlik hizmetini tamamladığını ancak askerlik hizmeti yapmaya engel hastalığına ilişkin sağlık raporunun 2007 yılında verildiğini oysa askerlik hizmeti sırasında bu raporun verilmesi gerektiğini, kendisine askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğradığı zararların tazmini istemiyle açtığı davanın ise süre aşımı nedeniyle reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının alt güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Bakanlık görüş yazısında; mahkemeye erişimin bir unsuru olan mahkeme hakkının mutlak bir hak olmadığı, özellikle bir davanın açılabilirliğine ilişkin bazı sınırlamalar ve niteliği gereği bu konuda düzenleyici işlemlere konu olabileceği, bununla birlikte dava açmak isteyen bir kişi içinbu sınırlamaların mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği; AYİM tarafından, başvurucunun askere elverişli olmadığını sağlık raporunun kesinleştiği tarih itibarıyla bildiği, raporun kesinleşme tarihinin tespit edilmemesi nedeniyle başvurucu lehine yorum yapılarak rapor nedeniyle ceza davasından beraat etmesine ilişkin kararın kesinleşme tarihini dava açma süresinin başlangıcı olarak kabul edildiği belirtilerek başvurucunun iddiaları incelenirken bu hususların dikkate alınması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
28. Başvurucu cevap dilekçesinde 19/1/2009 tarihinde tazminat talebiyle İçişleri Bakanlığına başvuru yaptığını, 15/5/2009 tarihli işlem ile talebinin reddedildiğini, 22/9/2009 tarihinde AYİM’e dilekçe verdiğini; bu dilekçesine, AYİM Genel Sekreterliğince ilgili dilekçeden Mahkemede dava açmak istendiğinin anlaşıldığı, bunun için harç yatırılması ve ekte gönderilen örnek dava dilekçesine uygun dilekçe hazırlanması gerektiği yanıtının verildiğini, daha sonra açtığı davanın ise süre aşımı yönünden reddedildiğini belirtmiştir.
29. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
30. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
32. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
33. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmayı, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (AYM., E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
34. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar, niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar, dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
35. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvurma için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvurma hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
36. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93,22095/93; 22/10/1996, § 51). Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmaz.
37. Somut olayda başvurucu, acemi eğitimi sonrasında Kastamonu-İnebolu İlçe Jandarma Komutanlığında askerlik hizmetini yapmakta iken 6/1/2003 tarihinde firar etmiş, 6/1/2004 tarihinde kendiliğinden birliğine dönmüş,askerlik hizmeti devam ederken sevk edilmiş olduğu GATA'ya gitmeyerek 20/2/2004 tarihinde yeniden firar etmiş, daha sonra 16/4/2004 tarihinde emniyet görevlilerince yakalanmış, bu şekilde işlemiş olduğu firar suçlarından dolayı Jandarma Genel Komutanlığı Askerî Mahkemesince yargılanmakta iken sevk edilmiş olduğu Kütahya Asker Hastanesi Baştabipliğinin 18/10/2007 tarihli ve 632 numaralı sağlık raporuyla başvurucuya antisosyal kişilik bozukluğu tanısı konularak “Suç tarihlerinde ve halen askerliğe elverişli değildir. TCK.nın 32'nci maddesinden istifade edemez.” yönünde karar verilmiş, bu rapor üzerine 6/1/2003-6/1/2004 ve 20/2/2004-16/4/2004 tarihleri arasındaki firar suçlarında dolayı başvurucunun 11/11/2008 tarihinde beraatına karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeyerek 16/1/2009 tarihinde kesinleşmiştir.
38. Başvurucu 19/1/2009 tarihinde tazminat talebiyle İçişleri Bakanlığına başvuru yapmış, 15/5/2009 tarihli işlem ile başvurucunun talebi reddedilmiş, 22/9/2009 tarihinde AYİM’e verdiği dilekçe üzerine AYİM Genel Sekreterliğince 7/7/2009 tarihinde, ilgili dilekçeden Mahkemede dava açmak istendiğinin anlaşıldığı, bunun için harç yatırılması ve ekte gönderilen örnek dava dilekçesine uygun dilekçe hazırlanması gerektiği şeklinde yanıt verilmiş; bu yanıttan çok sonra başvurucu 18/8/2011 tarihinde askerliğe elverişli olmadığı hâlde kendisine askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini istemiyle dava açmıştır.
39. AYİM İkinci Dairesi ise başvurucunun zararını 18/10/2007 tarihli raporla öğrenmiş olduğu ancak anılan rapor dosyada olmadığından kesinleşme tarihinin tespit edilemediği, bu nedenle de yerleşik içtihatları gereğince başvurucu lehine yorum yaparak başvurucunun zararını öğrendiği tarih kabul edilen raporun kesinleşme tarihinin bu davada uygulanmadığı, bununla birlikte dava açma süresi açısından daha da lehe olabilecek şekilde dava açma tarihinin Jandarma Genel Komutanlığı Askerî Mahkemesinin beraat kararının kesinleşme tarihinden başlatılsa yani başvurucunun askerliğe elverişli olmadığını bu tarihte (16/1/2009) öğrendiği kabul edilse dahi, 16/1/2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde dava açılması veya davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunulması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra 18/8/2011 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden davanın reddine karar vermiştir.
40. Mahkemelerin, usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten; öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
41. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir.Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır.
42. İdari işlemlerin sürekli biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; 1602 sayılı Kanun’un 40. maddesi uyarınca dava açma süresinin işlemin yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün olduğu, 42. maddesinde bir idari işlemin icrası nedeniyle doğan zararlardan dolayı ilgililerin icra tarihinden itibaren altmış gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası açabilecekleri,bu durumda olanların Kanun’un 35. maddesi uyarınca idareye başvuru haklarının saklı olduğu belirtilmiş; Kanun’un 35. maddesinin (a) bendinde ise dava açma süresi içinde idareye başvuru yapılabileceği, yapılan bu başvurunun dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde idare tarafından cevap verilmez ise kalan dava açma süresi içinde davanın açılabileceği düzenlenmiştir (Emre Kartal, B. No: 2014/5020, 6/10/2015, § 41).
43. Başvurucu 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyette bulunmayıp anılan sürenin başlangıç tarihinin esas itibarıyla terhis tarihi olarak ve lehine yorum yapılarak hakkında düzenlenen sağlık raporunun kesinleşme tarihinin esas alınarak belirlenmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
44. Başvuru konusu olaya bakıldığında rahatsızlığı nedeniyle askerlik hizmeti yükümlüsü olmaması gerekirken kendisine askerlik hizmeti yaptırılması işlemi nedeniyle başvurucunun uğradığı zararın tazmini istemiyle açtığı davada AYİM tarafından, dava açma süresinin başvurucunun lehine yorum yapılaraksağlık raporunun kesinleştiği tarihte bu durumundan haberdar olduğunun kabul edildiği ancak raporun onaylanma tarihinin tespit edilmediği, bu hâlde bile başvurucu lehine daha geniş yorumla kesinleşen raporun esas alınarak ceza davasında verilen beraat kararının kesinleştiği tarihten itibaren dava açma süresinin başladığı şeklinde değerlendirme yapılarak 1602 sayılı Kanun’da öngörülen sürelerden sonra başvurucunun açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
45. Bu durumda başvurucu her ne kadar ceza davası hakkında verilen kararın kesinleştiği 16/1/2009 tarihinden itibaren süresi içinde 19/1/2009 tarihinde idareye başvuru yapmış ise de idare tarafından talebin 15/5/2009 tarihli işlem ile reddedilmesi üzerine süresi içinde ve usulüne uygun bir şekilde dava açmadığı, buna ilişkin bilgilendirmeye rağmen uzun bir süre bekledikten ve dava açma süresini geçirdikten sonra 18/8/2011 tarihinde AYİM'de dava açtığı görülmekte olup AYİM'in, başvurucunun askere elverişsiz olduğunu en geç ceza davasında verilen beraat kararının kesinleştiği tarih itibarıyla öğrendiği ve bu tarihten itibaren 1602 sayılı Kanun'da belirtilen sürelere riayet etmek suretiyle dava açması gerektiği şeklinde yapılan yorum üzerine davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermesi, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olmadığından başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
46. Diğer taraftan başvurucu, davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin kararda başvurulacak mercii ve süresinin gösterilmediğini belirterek Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
47. Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
48. Anayasa'nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle korunan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa'nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin etkili yolu; yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2013/71, K.2013/77,18/6/2013).
49. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından askere elverişli olmadığı hâlde kendisine askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğradığı zararlarının tazmini istemiyle AYİM’de dava açılmış; AYİM davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiş, anılan karara karşı yapılan düzeltme başvurusu da süresinde yapılmadığı gerekçesiyle yine süre aşımı yönünden reddetmiştir.
50. Başvurucu, karar düzeltme yolu için öngörülen sürenin kararda gösterilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
51. Başvurucu, süresinde açmadığı davaya ilişkin olarak davanın daha sonraki aşamalarında ortaya çıktığını ileri sürdüğü bilgilendirme eksikliğinden şikâyet etmekte ise de bireysel başvuru yapılmadan önce usulüne uygun olarak davanın açılması gerektiği oysa başvurucunun tazminat talebi hakkındaki davanın süresinde açılmadığı için usulden reddedildiği ve bu kararın mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki başvurucu iddiasının yukarıda açıklandığı üzere açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunduğuna karar verildiği anlaşılmaktadır.
52. Anayasa Mahkemesi, kendisine yapılan bireysel başvurularda yargılama aşamasında öngörülen tüm usule ilişkin güvencelerin tek tek ihlal edilip edilmediğini değil; yargılamaya bir bütün olarak bakmak suretiyle başvurucular için öngörülen güvencelere aykırı hareket edilmesi sonucunda yargılamanın bütününü dikkate alarak Anayasa ve Sözleşme'de korunan hak veya hakların ihlal edilip edilmediğine karar verekecektir.
53. Bu durumda başvurucunun karar düzeltme isteminden elde etmek istediği amaç, açtığı davanın süresinde olduğunun kabul edilerek işin esasına girilmesi olduğu oysa yukarıda açıklandığı üzere açtığı davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin kararın Mahkememizce adil yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna varıldığı, bu nedenle her hâlükârda süresinde açılmayan bir dava hakkında verilen karara karşı başvuru süresinin gösterilmemesine ilişkin eksikliğin yargılamanın bütünlüğü çerçevesinde doğrudan başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği sonucuna varılmıştır.
54. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmınındiğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
55. Başvurucu, AYİM’in bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
56. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu bariz olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
57. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili kanunda hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden askerî hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun bulunmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, ayrıca disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerin en fazla dört yıl görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilen Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev sürelerinde idari veya askerî yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, bu subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir.
58. Açıklanan nedenlerle mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin bir husus saptanmadığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Yargılama Süresinin Makul Olmadığına İlişkin İddia
59. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
60. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
61. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde dikkate alınması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
62. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucunun askerlik hizmetinden dolayı uğradığı zararların tazmini isteminden kaynaklanmasından dolayı medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
63. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup bu tarih, somut başvuru açısından davanın yenilenmesi için sunulan dilekçenin kayıt tarihi olan 10/1/2012'dir.
64. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddedildiği 26/6/2013'tür.
65. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından usul hükümleri de dikkate alınarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, §§ 54-60).
66. Somut olaya bakıldığında yenileme dilekçesinin verildiği tarihten itibaren ilk derece yargılamasında geçen sürenin 5 ay 20 gün, kanun yolunda geçen sürenin 11 ay 22 gün ve toplam yargılama süresinin 1 yıl 5 ay 16 gün sürdüğü, başvuru konusu olayda uygulanması gereken usul hükümleri nazara alındığında söz konusu yargılama prosedüründe geçen 1 yıl 5 ay 16 günlük yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
67. Yukarıda açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yargılama süresini makul süreyi aşmamış ve başvuruya konu uyuşmazlığın karara bağlanmasının yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiğine dair bir bulgu saptanmamıştır.
68. Açıklanan nedenlerle başvuruya konu yargılamanın makul süreyi aşmadığı ve başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA
3/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.