TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖZNUR ÇİÇEK BİLDİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6595)
|
|
Karar Tarihi: 21/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Öznur ÇİÇEK
BİLDİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Erol
ÇİÇEK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) içeren
ürünlerle ilgili olarak Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Anayasa, kanun
ve uluslararası sözleşmeler uyarınca üzerine düşen görevlerini yerine
getirmeyerek ağır hizmet kusuru işlediği gerekçesiyle açılan tam yargı
davasının reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkının, davanın heyet hâlinde incelenmesi gerekirken tek hâkim
tarafından ele alınması nedeniyle kanun yolu merciinin değişmesi ve
yargılamanın heyet hâlinde yapılmaması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/8/2013 tarihinde Orhangazi Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 6/3/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
13/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 17/3/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 11/11/2009 tarihli bir ulusal gazetede “İlk 20’sinin 8’inden GDO çıktı” başlıklı
haber yayımlanmış ve haber içeriğinde “Gıdada
GDO denetimi için alınan numunelerin ilk 20’sinin 8’inden GDO çıkmasıyla
ithalatta tam bir kaos yaşanıyor.”, “Dün
GDO analizinden gelen ilk 20 numuneden 8’inde GDO çıkması, “Yıllardır GDO’lu ürünleri tüketiyoruz savının ne kadar gerçek
olduğunu kanıtlamış oldu.” şeklinde ifadelere yer verilmiştir. Yine
20/11/2009 tarihinde yayımlanan “İthal
edilen mısırlar, soyalar limanlarda kalınca GDO yönetmeliği ertelendi”
başlıklı bir başka haberde “Genetiği
değiştirilmiş organizmalı ürünlerle ilgili yönetmelik 25 gün sonra değişti.
Yeni yönetmeliğe göre, GDO analizleri 1 Mart'ta başlayacak. O tarihe kadar
ithal edilen gıda ürünleri, geçtiğimiz 10 yılda olduğu gibi denetlenmeyecek.”
ifadeleri kullanılmıştır. GDO’lar ile ilgili yapılan
aynı tarihli bir başka haberde ise TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Gıda
Enstitüsünde görevli olduğu belirtilen bir uzmanla yapılan söyleşinin ilgili
kısımları “Yapılan analizlerin sonuçları
istatistiksel çıkarımlar yapmak için yeterli değil, fakat laboratuarımıza
gelen örneklerin bazılarında özellikle mısır ve soya kökenli gıda maddelerinde GDO’ya rastlamaktayız.” şeklinde aktarılmıştır.
9. 25/5/2006 doğumlu bir çocuk annesi olan başvurucu; soya,
mısır ve pirinç gibi ürünlerin bebek mamalarında kullanıldığını, söz konusu
gazete haberlerinin yayımlandığı tarihte çocuğunun üç buçuk yaşında olduğunu,
ilgili haberler nedeniyle çocuğunun beslenmesi için kullandığı mamaların GDO
içeren ürünlerden olup olmadığı konusunda korku ve endişeye kapıldığını, GDO’lu ürünlerin insan sağlığına olumsuz etkileri konusunda
ulaştığı ve dava dilekçesi ekinde de örneklerini sunduğu çeşitli bilimsel
açıklamalar nedeniyle endişelerinin haklı olarak daha da arttığını; ham madde,
tohum ve nihai tüketim malzemesi olarak GDO’lu
ürünlerin ülkemize ithal edildiğini, birbirinden farklı ürünler olduğundan
insan sağlığına etkileri yönünden kategorik olarak tümünün güvenli kabul
edilemeyeceğini, her ürünün ayrı ayrı güvenlik testlerinden geçirilmesi
gerektiğini, Anayasa, kanun ve uluslararası sözleşmeler gereğince
vatandaşlarını bu ürünlerle ilgili olarak aydınlatma, bilgilendirme ve uyarma
görevi bulunan ilgili Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bu görevini yerine
getirmediğini, dolayısıyla idarenin ağır hizmet kusurunun bulunduğunu ileri
sürerek 24/12/2009 tarihinde 6.400 TL manevi tazminat istemiyle Bursa İdare
Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
10. Bursa 3. İdare Mahkemesinin 22/1/2010 tarihli ve
E.2009/1111, K.2010/33 sayılı kararı ile dava yetki yönünden reddedilmiş ve
dava dosyasının yetkili Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmiştir.
11. Ankara 5. İdare Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli ve
E.2010/308, K.2010/1494 sayılı kararı ile idari eylemler nedeniyle hakları
ihlal edilen kişilerin dava açmadan önce ilgili idareye başvurmalarının ve
idareden ön karar almalarının zorunlu olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin
eski adıyla Tarım ve Köyişleri Bakanlığına tevdi
edilmesine karar verilmiştir.
12. Dava dilekçesinin tevdi edilmesi üzerine Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğünün 23/12/2010 tarihli
ve 48653 sayılı yazısı ile başvurucunun iddialarına cevap verilmiştir. Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının cevap yazısının ilgili kısımları şöyledir:
“... Genetiği değiştirilmiş gıda ve yem maddelerinin ülkemize ithal
edilmesi, işlenmesi,ihracatı
ve denetimi ile ilgili usul ve esasların belirlenmesi, yapılacak denetimler ve
denetim sonucu uygulanacak yaptırımlar için yasal dayanak oluşturulması
amacıyla, “Genetiği Değiştirilmiş Gıda ve Yem İthalatı, İşlenmesi, İhracatı ve
Denetimine Dair Yönetmelik” 26 Ekim 2009 tarih ve 27388 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik,
5179 sayılı Kanun, Kartagena Biyogüvenlik
Protokolü ve AB mevzuatı esas alınarak hazırlanmış olup, yönetmelik ile insan,
hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunmasının
sağlanması, bilimsel olarak insan sağlığına zarar verme ihtimali bulunan
uygulamalara izin verilmemesi hedeflenmiştir.
Daha önceden GDO ile ilgili sadece beyan esası ile sınırlı bir kontrol
ve denetim öngörülürken, yönetmelikle bilimsel kriterlerle risk değerlendirme
şartı getirilerek daha ileri düzeyde bir denetim sağlanmıştır. Bu değerlendirme
neticesinde insan, hayvan ve çevre sağlığına uygunluğa dahil risk
değerlendirmeleri yapılıp karar verilmesi hüküm altına alınmıştır.
Ayrıca dilekçenizde ileri sürüldüğü gibi Bakanlıkça insan sağlığı ve
gıda güvenliği açısından yapılan denetimlerle ilgili bir gecikmede söz konusu
değildir. Çünkü ithal edilen bitkisel ve hayvansal gıda maddelerinin
ithalatında orijin ülke ve/veya yükleneceği ülkenin yetkili makamlarınca
onaylanmış Sağlık sertifikası aranmaktadır. 2.9.2007 tarih ve 26631 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan “Gıda Maddeleri ve Gıda
ile Temas Eden Ambalaj Materyallerinin İthalatında Kontrol Belgesi Onaylanması
ve İthalat Aşamasındaki Kontrol İşlemleri Hakkında Tebliğ (Tebliğ No: 39)’de
sertifika “Sertifika: Ürünün güvenliğini gösteren ve hayvansal ürünlerde,
üründe kullanılacak hammaddenin elde edildiği hayvanların bulaşıcı veya salgın hayvan
hastalıklarından ari olduğunu gösteren orijin ülke ve/veya yükleneceği ülkenin
yetkili resmi makamlarınca onaylanmış sertifikayı,” olarak tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla gıda maddeleri ithalatında ihracatçı ülke yetkili otoriteleri
tarafından insan sağlığı gıda güvenliği açısından garanti altına alınmaktadır.
Dilekçenizde de belirtildiği üzere Avrupa Birliği mevzuatında konu
EC/178/2002 ile düzenlenmiştir. Ayrıca GDO ve ürünlerinin ABD, Arjantin,
Kanada, AB gibi gelişmiş ülkeler dahil dünyanın bir çok
ülkesinde tüketime sunulduğu bir gerçektir.
GDO ve ürünlerinin kullanımına izin vermeyen ülkeler tüketici sağlığını
korumaktan daha çok ithalat baskısının önüne geçmek amacıyla bu düzenlemeye
gitmişlerdir. Ülkemiz ise başta yem hammaddeleri olmak üzere yerli üretim
tüketimi karşılayamadığından ithalata ihtiyaç duymaktadır.
26 Ekim 2009 tarihli Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle ülkemizin dış
ticaretinde gündeme gelen sorunların çözümlenmesi, Dünya Ticaret Örgütü
kurallarına uygunluk sağlanması hususları ve kamuoyunun hassasiyetleri dikkate
alınarak, Yönetmelikte değişiklik yapılmış ve bu değişikliklerden önce kontrol
belgesi alınmış ürünler için, 1 Mart 2010 tarihine kadar bu ürünlerin Avrupa
Birliğinin kabul ettiği kriterlere uygun olması koşulu ile yurda girişine izin
verilmesi yönünde düzenleme yapılmıştır.
Dilekçenizde 20 Kasım 2009 ve 20 Ocak 2010 tarihlerinde yapılan
yönetmelik değişiklikleri ile kontrol belgesi olan ürünlerde analiz
zorunluluğunun kaldırıldığı iddia edilmiştir. Ancak Bakanlığımızca, söz konusu
yönetmelik değişiklikleri ile GDO’lu ürün ithal etmek
isteyen ithalatçı firmalardan ürünün içerisindeki geni belirten uluslararası
akredite laboratuardan alınmış analiz raporu veya
ürünün üretildiği/yüklendiği ülkenin yetkili otoritelerince düzenlenmiş belge
aranmıştır. İstenen belgede belirtilen genin Avrupa Birliğinde EFSA tarafından
risk değerlendirmesi yapılarak insan sağlığı ve gıda güvenliği açısından risk
oluşturmayacağı bilimsel olarak değerlendirilmiş genlerden olması durumunda
diğer ithalat kontrolleri de yapılarak uygun bulunanların yurda girişine izin
verilmiştir. Belge getirilememesi durumunda analiz sıklığına göre numune
alınmakta ve ürün analize tabi tutularak GDO tespit edilmesi halinde ürünün
yurda girişine izin verilmemektedir.
Söz konusu yönetmeliğin 11inci maddesin 2inci
fıkrası (a) bendinde “İthalatta, GDO riski taşıması nedeniyle analize tabi
tutulacak ürünler ve bunların sıklıkları Bakanlık onayı ile belirlenir.
Gerektiğinde yine Bakanlık onayı ile güncellenir.” Hükmü yer almaktadır. Buna
göre menşei riskli olan ülkeler de dikkate alınarak GDO riski taşıyan çeşitli
ürün grupları ve analiz sıklıkları belirlenerek, talimatla Bakanlığımız
tarafından İl Müdürlüklerimize gönderilmiş ve İl Müdürlüklerimizce bu çerçevede
ithalat kontrolleri gerçekleştirilmiştir. Buna göre mısır, soya, kolza, pamuk,
papaya ve bunlardan elde edilen ürünler, ABD, Arjantin, Brezilya, Kanada, AB
ülkeleri (27 ülke), Meksika, Çin gibi menşei riskli olan ülkelerden ithal ediliyor
ise söz konusu Bakanlık talimatındaki analiz sıklıkları tablosuna göre %100
sıklıkla kontrol edilmektedir. Analiz sonucunda onaysız GDO tespit edilen
ürünlerin ithalatına izin verilmemektedir.
Ayrıca tüketicilerin yedikleri üründe Genetiği Değiştirilmiş Organizma
olup olmadığı hakkında bilgi edinebilmesi için söz konusu yönetmeliğin 14üncü maddesinde gıdaların etiketlenmesi ve 15inci
maddesinde ise yemlerin etiketlenmesi ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Bu
madde ile tüketicilerin ürünün içinde ne olduğunu bilme hakkı garanti altına
alınmıştır.
5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu 26.3.2010
tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanmış ve 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe girmiş olup GDO’lu ürünlerle ilgili işlemler Kanun kapsamında hazırlanan
ve 13 Ağustos 2010 tarih ve 27671 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Genetik
Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik” hükümlerine
göre yürütülmektedir.
Bu kanunun amacı: “Bilimsel ve teknolojik gelişmeler çerçevesinde,
modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilen genetik
yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinden kaynaklanabilecek riskleri
engellemek, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik
çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla biyogüvenlik sisteminin kurulması ve uygulanması, bu
faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve izlenmesi ile ilgili usul ve
esasları belirlemektir.”
Kanun hükümlerine göre gıda ve yemlerde kullanımına izin verilecek gen
ve oranına gerekli risk değerlendirmeler yapıldıktan sonra Biyogüvenlik
Kurulunca izin verilecek olup Biyogüvenlik Kurulunun
kararları Türkiye Biyogüvenlik Bilgi Değişim
Mekanizmasında www.tbbdm.gov.tr yayınlanacaktır. Türkiye Biyogüvenlik
Bilgi Değişim Mekanizmasının kurulmasının amacı kamuoyunun bilgilendirilmesi ve
karar sürecine katılımının sağlanması olup Biyogüvenlik
Kurulu kamuoyu görüşlerini de dikkate alarak nihai kararını oluşturmaktadır.
5977 sayılı Kanunun Sorumluluğa ilişkin temel ilkeler başlıklı 14üncü maddesinde; ... hükümleri yer almaktadır.
Dilekçenizin incelenmesinde GDO’lu ürünlerden
fiili olarak zarar gördüğünüze dair sağlık kuruluşundan alınmış rapor, mahkeme
kararı veya bu konuda herhangi bir iddianızın bulunmadığı görülmüştür.
Ayrıca GDO’lu ürünlerden zarar görülse dahi
Bakanlığımızın sorumlu tutulamayacağı, sorumluluğun GDO ve ürünleri ilgili
faaliyetlerde bulunanlar olduğu kanunla belirlenmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Bakanlığımızın
denetimlerle ilgili hizmet kusuru bulunmadığından 6.400 TL’lik manevi tazminat
talebiniz Bakanlığımızca uygun görülmemiştir.”
13. İdarenin yazısı üzerine başvurucu, aynı iddiaları (bkz. § 9)
içeren 28/12/2010 havale tarihli dava dilekçesini ve 28/12/2010 alındı tarihli
dava harç makbuzlarını Ankara İdare Mahkemesine gönderilmek üzere Orhangazi
Asliye Hukuk Mahkemesine sunmuş ve bu defa 7.800 TL manevi tazminat isteminde
bulunmuştur.
14. Ankara 13. İdare Mahkemesinin 18/1/2011 tarihli ve
E.2011/58, K.2011/50 sayılı kararı ile Ankara 5. İdare Mahkemesinin 27/10/2010
tarihli kararı üzerine idari başvuru yolları tüketilerek açılan davanın ilgisi
nedeniyle Ankara 5. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
15. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hukuk Müşavirliği
tarafından sunulan 4/3/2011 tarihli cevap dilekçesinde gıdaların ve yemlerin
etiketlenmesi ile ilgili düzenlemeler yapılarak tüketicilerin ürünlerin içeriği
ile ilgili bilgi alma haklarının garanti altına alındığı, Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığının gıda güvenliği konusunda kendisine verilen görevlerini
hukuka, kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun olarak yerine getirdiği ifade
edilmiş ve hizmet kusurunun olmaması, başvurucunun bir zararının doğmaması ve
gerçekleştiği iddia edilen zarar ile eylem ya da işlemler arasında illiyet
bağının bulunmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir.
16. 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri,
İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında
Kanun’un 7. maddesine göre dava değerinin belirlenen parasal sınırın altında
kaldığı gerekçesiyle dava dosyası tek hâkim tarafından incelenmiş ve Ankara 5.
İdare Mahkemesinin 27/6/2012 tarihli ve E.2011/174, K.2012/1116 sayılı kararı
ile davanın reddine karar verilmiştir.
17. Ret kararının gerekçesi şöyledir:
“...
Dava, davacı tarafından, genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünlerle
ilgili olarak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın,
Anayasa, kanun ve uluslararası sözleşmeler uyarınca kendisine verilmiş olan
vatandaşları aydınlatma, bilgilendirme ve uyarma görevlerini yerine
getirmediğinden ağır hizmet kusuru işlediği gerekçesiyle 7.800,00 TL manevi
tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte
ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
...
Olayda, genetiği değiştirilmiş gıda ve yem maddelerinin ülkemize ithal
edilmesi, işlenmesi, ihracatı ve denetimi ile ilgili usul ve esasların
belirlenmesi, yapılacak denetimler ve denetim sonucu uygulanacak yaptırımlara
yönelik idari düzenleme yapılması amacıyla, "Genetiği Değiştirilmiş Gıda
ve Yem İthalatı, İşlenmesi, İhracatı ve Denetimine Dair Yönetmelik" Ekim
2009 tarih ve 27388 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, söz konusuYönetmelik 5179 sayılı Kanun, Kartagena
Biyogüvenlik Protokolu ve
AB mevzuatı esas alınarak hazırlanmış olup, yönetmelik ile insan, hayvan ve
bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunmasının sağlanması,
bilimsel olarak insan sağlığına zarar verme ihtimali bulunan uygulamalara izin
verilmemesi hedeflendiği, önceden GDO ile ilgili sadece beyan esası ile sınırlı
bir kontrol ve denetim öngörülürken, yönetmelikle bilimsel kriterlerle risk
değerlendirme şartı getirilerek daha ileri düzeyde bir denetim sağlandığı,
ayrıca ithal edilen bitkisel ve hayvansal gıda maddelerinin ithalatında orijin
ülke ve/veya yükleneceği ülkenin yetkili resmi makamlarınca onaylanmış sağlık
sertifikası arandığı, 02.09.2007 tarih ve 26631 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 'Gıda Maddeleri ve Gıda ile Temas Eden
Ambalaj Materyallerinin ithalatında Kontrol Belgesi Onaylanması ve İthalat
Aşamasındaki Kontrol işlemleri Hakkında Tebliğ (Tebliğ No: 39)'de sertifika
"Sertifika; Ürünün güvenliğini gösteren ve hayvansal ürünlerde, üründe
kullanılacak hammaddenin elde edildiği hayvanların bulaşıcı veya salgın hayvan
hastalıklarından ari olduğunu gösteren orijin ülke ve/veya yükleneceği ülkenin
yetkili resmi makamlarınca onaylanmış sertifikayı," olarak tanımlandığı,
dolayısıyla gıda maddeleri ithalatında ihracatçı ülke yetkili otoriteleri
tarafından ürün insan sağlığı gıda güvenliği açısından garanti altına alındığı,
26 Ekim 2009 tarihli Yönetmelikte değişiklik yapılarak değişikliklerden önce
kontrol belgesi alınmış ürünler için, 1 Mart 2010 tarihine kadar bu ürünlerin
Avrupa Birliğinin kabul ettiği kriterlere uygun olması koşulu ile yurda
girişine izin verilmesi yönünde düzenleme yapıldığı, 20 Kasım 2009 ve 20 Ocak
2010 tarihlerinde yapılan yönetmelik değişiklikleri ile GDO'lu
ürün ithal etmek isteyen ithalatçı firmalardan ürünün içerisindeki geni
belirten uluslararası akredite laboratuardan alınmış
analiz raporu veya ürünün üretildiği/yüklendiği ülkenin yetkili otoritelerince
düzenlenmiş belge arandığı, belge getirilememesi durumunda analiz sıklığına
göre numune alınarak ve ürün analize tabi tutularak GDO tespit edilmesi halinde
ürünün yurda girişine izin verilmediği, ayrıca tüketicilerin yedikleri üründe
genetiği değiştirilmiş organizma olup olmadığı hakkında bilgi edinebilmesi için
söz konusu yönetmeliğin 14. maddesinde gıdaların etiketlenmesi ve 15.
maddesinde ise yemlerin etiketlenmesi ile ilgili düzenlemeler yapılarak
tüketicilerin ürünün içinde ne olduğunu bilme hakkı garanti altına alındığı,
5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu 26.03.2010 tarih ve
27533 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak 26 Eylül
2010 tarihinde yürürlüğe girdiği, Kanun kapsamında hazırlanan ve 13 Ağustos
2010 tarih ve 27671 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Genetik Yapısı
Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik" hükümlerine göre
yürütülmekte olduğu, GDO'lu ürünlerden görülen
zararın sorumluluğunun GDO ve ürünleri ile ilgili faaliyetlerde bulunanlar
olduğunun kanunla belirlendiği anlaşılmıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere, ülkemizde GDO'lu
ürünlerin kontrol ve denetimi için gereken yasal ve idari düzenlemelerin yerine
getirildiği, bu düzenlemeler doğrultusunda denetim ve yaptırımların
uygulandığı, davacının, somut olarak zarara uğratıldığına veya davalı idarenin
üzerine düşen görevi yerine getirmediğine ilişkin her hangi
bir tespit bulunmadığı görülmektedir.
Bu durumda, manevi tazminata hükmedilebilmesi için manevi tazminatın
unsurlarından olan ağır hizmet kusurunun aranması gerektiği açık olup,
uyuşmazlık konusu olayda, uğranıldığı iddia edilen manevi zararda davalı
idarenin her hangi bir kusuru bulunduğu yolunda tespit
olmadığından, ağır hizmet kusurunun varlığından söz edilemeyeceği dolayısıyla
manevi tazminat unsurlarının oluşmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
...”
18. Ret kararına karşı başvurucu tarafından süresi içinde itiraz
başvurusunda bulunulmuştur. İtiraz dilekçesi şöyledir:
“... ilamın usulden ve esastan bozulması istemidir.
1. Yukarıdaki ilama konu olan dava, 28.12.2010 tarihinde açılmış; dava
değeri 7800 TL olan, manevi tazminata ilişkin tam yargı davasıdır.
2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi
Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun:
Tek hakimle çözülecek davalar:
Madde 7 – 1. (Değişik birinci fıkra: 8/6/2000 -
4577/3 md.) Uyuşmazlık miktarı yirmibeşbin
Türk Lirasını aşmayan;
a) Konusu belli parayı içeren idarî işlemlere karşı açılan iptal
davaları,
b) Tam yargı davaları,
İdare mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından çözümlenir.
2010 Yılı için tek hakimle görülecek davalarda parasal sınır 7.790 TL
olarak belirlenmiştir. Oysa, açılan davanın değeri mahkeme ilamında da
belirtildiği gibi, 7.800 TL’dir.
2. Davanın tek hakimle görülmesi yasal olarak mümkün değildir, bu
nedenle kararın bozulmasını talep ediyoruz. Ayrıca gereksiz olarak yargılamanın
uzatılmasından dolayı, makul sürede yargılanma hakkımız ihlal edilmiştir, bu
konudaki taleplerimizi saklı tutuyoruz.
Talep Sonucu:
Yukarıda belirtilen sebeplerle, mahkemenin yukarıda belirtilen kararı
hukuka açıkça aykırıdır ve bu sebeple bozulmasına karar verilmesini talep
ediyorum.”
19. İtiraz incelemesi neticesinde karar Ankara Bölge İdare
Mahkemesi 1. Kurulunun 18/1/2013 tarihli ve E.2012/13963, K.2013/918 sayılı
ilamı ile onanmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir:
“Ankara 5. İdare Mahkemesi'nce verilen 27/06/2012 gün ve E:2011/174,
K:2012/1116 sayılı karar usul ve hukuka uygun olup bozulmasını gerektiren bir
neden bulunmadığından, itiraz isteminin reddi ile anılan kararın ONANMASINA ...
oybirliğiylekarar verildi.”
20. Onama kararına karşı başvurucu tarafından süresi içinde
karar düzeltme talebinde bulunulmuştur. Karar düzeltme talepli dilekçe
şöyledir:
“... ilamın usulden ve esastan bozulması istemidir.
1. Yukarıdaki ilama konu olan dava, 28.12.2010 tarihinde açılmış; dava
değeri 7800 TL olan, manevi tazminata ilişkin tam yargı davasıdır.
2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi
Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun:
Tek hakimle çözülecek davalar:
Madde 7 – 1. (Değişik birinci fıkra: 8/6/2000 -
4577/3 md.) Uyuşmazlık miktarı yirmibeşbin
Türk Lirasını aşmayan;
a) Konusu belli parayı içeren idarî işlemlere karşı açılan iptal
davaları,
b) Tam yargı davaları,
İdare mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından çözümlenir.
2010 Yılı için tek hakimle görülecek davalarda parasal sınır 7.790 TL
olarak belirlenmiştir. Oysa, açılan davanın değeri mahkeme ilamında da
belirtildiği gibi, 7.800 TL’dir.
2. Davanın tek hakimle görülmesi yasal olarak mümkün değildir, bu
nedenle kararın bozulmasını talep etmemize rağmen karar yasaya aykırı şekilde
onanmıştır.
Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu 18.01.2013 tarih 2012/13963E,
2013/918K sayılı ilamıyla hiçbir gerekçe göstermeden, kararın usul ve hukuka
uygun olduğunu belirtip, kararı onamıştır.
Anayasa
Madde 36: Herkes, meşrû vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Madde 141: Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır.
İYUK Madde 24’e göre:
e) Kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesi kararda gösterilmek
zorundadır.
Madde 31
1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin
davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması,
davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava,
bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım
hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu
ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik
işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır.
HMK’nun Hukuki dinlenilme hakkını açıklayan 27/c fıkrası, Mahkemenin,
açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak
gerekçelendirilmesini düzenlemektedir. Yine aynı maddenin b fıkrası, açıklama
ve ispat hakkını düzenlemiştir. Gerekçesi olmayan bir karara karşı açıklama
yapmak mümkün değildir.
Madde 298- (1) Hüküm, hükmü veren hâkim, toplu mahkemelerde başkan veya
hükme katılmış olan hâkimlerden başkanın seçeceği bir üye tarafından yazılır.
(2) Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.
(3) Hükümde gerekçesi ile birlikte karşı oya da yer verilir.
Madde 370- (1) Yargıtay, onama kararında, onadığı kararın hukuk
kurallarına uygunluk gerekçesini göstermek zorundadır.
Sonuç olarak, itiraz üzerine verilen onama kararı AİHS m.6 ve Anayasa
m.36 daki adil yargılanma
hakkına ve kanuna ve hukuka aykırıdır.
Talep Sonucu:
Yukarıda belirtilen sebeplerle, mahkemenin yukarıda belirtilen kararı,
yukarıda açıkladığımız nedenlerle hukuka açıkça aykırıdır ve bu sebeple kararın
düzeltilmesini talep ediyorum.”
21. Karar düzeltme talebi yine aynı Mahkemenin 26/6/2013 tarihli
ve E.2013/8558, K.2013/12694 sayılı kararıyla reddedilmiş ve 12/8/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“Bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararların
düzeltme yoluyla yeniden incelenebilmeleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 54. maddesinde yazılı sebeplerden birinin varlığı halinde mümkün
olup, kararın düzeltilmesi istemi bu maddede sayılan sebeplerden hiçbirine
uymadığından, yerinde bulunmayan istemin reddine ... oybirliğiylekarar
verildi.”
22. 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
1. İlgili Mevzuat
23. 18/3/2010 tarihli ve 5977 sayılı Biyogüvenlik
Kanunu'nun "Yasaklar"
kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
"(1) GDO ve ürünlerine ilişkin aşağıdaki fiillerin yapılması
yasaktır:
a) GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi.
b) GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması
veya kullandırılması.
c) Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi.
ç)
GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç
ve alan dışında kullanımı.
d) GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam
mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek
besinlerinde kullanılması."
24. 13/8/2010 tarihli ve 27671 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair
Yönetmelik'in (Yönetmelik) “Genel Hükümler”
kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
"(1) Bakanlık; insan, hayvan, bitki sağlığı ile çevrenin ve
biyolojik çeşitliliğin korunması amacıyla bu Yönetmelik kapsamına giren ürünler
hakkında tamamen veya kısmen toplatma, mülkiyetin kamuya geçirilmesi, ürünün
mahrecine iadesi, faaliyetin geçici olarak durdurulması, ürünün imhası,
piyasaya arzı, ticareti ve işlenmesinin yasaklanması gibi ihtiyati tedbirler
dâhil her türlü tedbiri almaya ve düzenlemeyi yapmaya yetkilidir.
(2) Başvurular, başvuru dokümanları, bilimsel değerlendirme raporları
ve kararlar biyogüvenlik bilgi değişim mekanizması
aracılığıyla kamuoyuna duyurulur.
(3) Araştırma ve geliştirme amacıyla ithal edilmek istenen GDO ve
ürünleri dışında bu Yönetmelik kapsamındaki ürünler için gümrük idarelerince GDO'ya ilişkin ek bir belge aranmaz.
(4) GDO ve ürünlerinin araştırmaya yetkili kuruluşlarda sağlanması
gereken standart ve koşullar ile izleme, denetim ve kontrol amaçlı analizleri
yapacak laboratuvarlarda aranacak koşullar Kurul tarafından belirlenir."
25. Yönetmelik’in “Yasaklar”
kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
"(1) Bu Yönetmelik kapsamına giren ürünler ile ilgili olarak;
a) GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi,
b) GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması
veya kullandırılması,
c) Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi,
ç)
GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç
ve alan dışında kullanımı,
d) GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam
mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde
kullanılması yasaktır."
26. Türkiye açısından onaylanması 29/8/1996 tarihli ve 4177
sayılı Kanun'la uygun bulunan ve 27/12/1996 tarihli ve 22860 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Biyolojik Çeşitlilik
Sözleşmesi'nin "Biyoteknolojinin
İşlem Görmesi ve Yararlarının Dağıtımı" kenar başlıklı 19.
maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
"3. Taraflar, biyoteknoloji sonucunda
değişime uğratılmış ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir
kullanımı üzerinde olumsuz etkide bulunabilecek her türlü canlı organizmanın
emniyetli biçimde taşınması, işlem görmesi ve kullanılması konusunda, özellikle
önceden bilgilendirerek mutabakat sağlanmasını da kapsayan uygun usullerin yer
aldığı bir protokolün gerekliliğini ve bunun şeklini değerlendireceklerdir.
4. Akit Tarafların her biri, yukarıdaki 3 üncü
paragrafta anılan organizmaların işlem görmesinde kendisinin şart koştuğu
kullanım ve emniyet kurallarına ilişkin mevcut her türlü bilgiyi, ayrıca özgün
organizmaların potansiyel olumsuz etkileriyle ilgili mevcut her türlü bilgiyi,
bu organizmaların ithal edileceği Akit Tarafa, ya doğrudan doğruya ya da bu
çeşit organizmaları kendi yargı yetkisinin alanı içinde temin etmekte olan
gerçek veya hükmi şahıslardan talep ederek verecektir."
27. Türkiye açısından onaylanması 17/6/2003 tarihli ve 4898
sayılı Kanun'la uygun bulunan, 11/8/2003 tarihli ve 25196 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Biyolojik Çeşitlilik
Sözleşmesi'nin Kartagena Protokolü'nün "Genel Hükümler" kenar başlıklı
2. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"2. Taraflar, insan sağlığı üzerindeki riskleri de gözönünde bulundurarak, herhangi bir değiştirilmiş canlı
organizmanın geliştirilmesi, muamelesi, taşınması, kullanımı, nakli veya
çevreye serbest bırakılmasının biyolojik çeşitlilik üzerindeki riskleri
engelleyecek ya da azaltacak şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacaklardır."
28. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Dilekçelerin verileceği yerler” kenar
başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“Dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrak,
Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlıklarına veya bunlara gönderilmek üzere
idare veya vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi
bulunmayan yerlerde büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde kalıp
kalmadığına bakılmaksızın asliye hukuk hakimliklerine veya yabancı
memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.”
29. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçe
üzerine uygulanacak işlem” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“1. Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına veya 4
ncü maddede yazılı yerlere verilen dilekçelerin harç
ve posta ücretleri alındıktan sonra deftere derhal kayıtları yapılarak kayıt
tarih ve sayısı dilekçenin üzerine yazılır. Dava bu kaydın yapıldığı tarihte
açılmış sayılır.”
30. 2577 sayılı Kanun’un “Kararlarda
bulunacak hususlar” kenar başlıklı 24. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesi ve hüküm: tazminat
davalarında hükmedilen tazminatın miktarı,”
31. 2576 sayılı Kanun’un “Tek
hâkimle çözümlenecek davalar” kenar başlıklı 7. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“1. (Değişik birinci fıkra: 8/6/2000 - 4577/3 md.) Uyuşmazlık miktarı yirmibeşbin
Türk Lirasını aşmayan;
a) Konusu belli parayı içeren idarî işlemlere karşı açılan iptal
davaları,
b) Tam yargı davaları,
İdare mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından çözümlenir.”
32. 2576 sayılı Kanun’un ek 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun tek hakimle çözümlenecek davalara ilişkin 7 nci maddesindeki parasal
sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan
parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298
inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan
edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde
belirlenen sınırların bin Türk lirasını aşmayan kısımları dikkate alınmaz.
Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere
uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce
idare ve vergi mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile Danıştayın bozma kararı üzerine bozulan mahkemece yeniden
bakılan davalarda uygulanmaz.”
33. 2576 sayılı Kanun’un “Bölge
İdare Mahkemelerinin Görevleri” kenar başlıklı mülga 8. maddesinin
(a) bendinin, 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 103. maddesiyle
yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli şöyledir:
“Bölge idare mahkemeleri;
a) Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemelerinde tek hâkim
tarafından 7'inci madde hükümleri uyarınca verilen kararları itiraz üzerine
inceler ve kesin olarak hükme bağlar.”
34. 2577 sayılı Kanun’un “Temyiz”
başlıklı 46. maddesinin birinci fıkrasının, 6545 sayılı Kanun’un 19.
maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:
“Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai
kararları, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda
temyiz edilebilir.”
2. İlgili Yargı Kararları
35. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 21/2/2013 tarihli ve
E.2012/2656, K.2013/576 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"İdare mahkemesince temyiz incelemesine konu kararın verildiği
tarih itibariyle, 2576 sayılı Yasa uyarınca tek hakim
tarafından çözümlenmesi gereken davalardaki parasal üst sınır..."
36. Danıştay 11. Dairesinin 6/6/2012 tarihli ve E.2010/4701,
K.2012/3700 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... ikramiye tutarının, İdare
Mahkemesince temyize konu kararın verildiği tarih itibarıyla, 2576 sayılı Kanun
uyarınca tek hâkim tarafından çözümlenmesi gereken davalardaki parasal üst
sınırın altında kalması karşısında; .."
37. Danıştay 10. Dairesinin 17/11/2009 tarihli ve E.2009/9692,
K.2009/9685 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... idare mahkemesince temyiz
incelemesine konu kararın verildiği tarih itibariyle, 2576 sayılı Yasa uyarınca
tek hakim tarafından çözümlenmesi gereken davalardaki
parasal üst sınır olan ... altında kaldığından ..."
38. Danıştay 4. Dairesinin 6/10/2015 tarihli ve E.2012/8059,
K.2015/4341 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... Aynı Kanunun Ek 1. maddesinde ise,
bu Kanunun tek hakimle çözümlenecek davalara ilişkin 7. maddesindeki parasal
sınırların her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan
parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298.
maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen
yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanacağı hükmüne yer
verilmiştir.
Söz konusu mevzuat hükmü uyarınca, tek hâkim
tarafından çözümlenecek davalara ilişkin üst sınır mahkemece kararın verildiği
2012 yılı için 9.230,00 TL olarak belirlenmiştir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
40. Başvurucu; ithal edilerek satışa sunulmuş gıda ürünlerinin
bir kısmının GDO içerdiği ile ilgili olarak basında yer alan haberler nedeniyle
küçük yaştaki çocuğunun bu tür ürünlerle beslenmiş olabileceği düşüncesiyle
korku ve endişeye kapıldığını, özellikle GDO’lu
olduğu dile getirilen soya, mısır, buğday ve pirinç gibi ham maddelerin bebek
mamalarında kullanıldığını, Anayasa, sair kanun ve uluslararası sözleşmeler
gereğince vatandaşların beden ve ruh sağlıklarının korunması, gıda güvenliğinin
sağlanması amacıyla başta denetim olmak üzere koruyucu tedbirler alınması ve
ürünlerin içeriğiyle ilgili tüketicilerin aydınlatılması konularında devletin
yükümlülüklerinin bulunduğunu, bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi
nedeniyle ilk kez dava açma yoluna başvurduğu 24/12/2009 tarihinde 5977 sayılı
Kanun'un ve Yönetmelik’in henüz yürürlükte olmadığını, dolayısıyla anılan ve
hâlihazırda yürürlükte olan mevzuat gereği ülkemize girişi yasak olan GDO’lu ürünlerin dava tarihi öncesinde etkin şekilde
denetlenmediğini, ayrıca GDO’lu gıdalar nedeniyle
tüketicilerin zarar görme tehlikesi bulunmasına rağmen bu konuda
bilgilendirilmediğini, idarenin hareketsiz kalarak ağır hizmet kusuru
işlediğini, bu gerekçelerle dava tarihinden önceki dönemde uğradıkları manevi
zararın giderilmesi talebiyle dava açmasına ve içinde bulunduğu koşullar ile
davaya konu süreci açıkça ifade etmesine rağmen Mahkemelerce dava tarihinden
sonraki döneme ilişkin değerlendirmeler yapıldığını, yetkisizlik ve mercie
tevdi kararlarından sonra idareden gelen ön karar mahiyetindeki cevap yazısı
üzerine 28/12/2010 tarihinde, Ankara İdare Mahkemesine gönderilmek üzere
Orhangazi Asliye Hukuk Mahkemesine aynı iddiaları ve 7.800 TL manevi tazminat
talebini içeren dava dilekçesini sunduğunu, tek hâkimle çözümlenecek
uyuşmazlıklarda 2010 yılı için belirlenen parasal sınırın 7.790 TL olduğunu,
dolayısıyla değeri bu sınırın üzerinde olan söz konusu davanın heyet hâlinde
incelenmesi gerektiğini ancak kararın tek hâkim tarafından verildiğini, bu
nedenle yargılama usulü ile kanun yolu mercilerinin değiştiğini, itiraz kanun
yolunda dava dosyasının heyet hâlinde incelenmesi hususunda itirazlarını açıkça
sunmasına rağmen bu hususta hiçbir değerlendirme yapılmadan ve gerekçe
sunulmadan kararın onandığını, karar düzeltme talebinde bulunarak aynı
itirazları kapsamlı bir şekilde yinelediğini ancak yine hiçbir değerlendirme
yapılmadan ve gerekçe sunulmadan talebinin reddedildiğini, itiraz ettiği
hususun kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğunu, kanuni hâkim
ilkesinin göz ardı edildiğini ve Mahkeme kararlarının gerekçesiz olarak
verildiğini belirterek Anayasa’nın 17., 36., 37., 56. ve 141. maddelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile lehine maddi ve manevi
tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
42. Başvurucunun;
i. Çocuğu için kullandığı gıda ürünlerinde GDO bulunduğuna
ilişkin basında çıkan haberler nedeniyle korku ve endişeye kapıldığı ve bu
ürünlerle ilgili kamusal makamların denetim, tedbir alma ve bilgilendirme
yükümlülüklerini yerine getirmediği yönündeki şikâyetinin maddi ve manevi
varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında,
ii. Heyet hâlinde çözümlenmesi gereken dava hakkında tek hâkim
tarafından incelenip karar verilmesinin kanuni düzenlemelere açıkça aykırı
olduğu, buna ilişkin itirazlarının kanun yolu mercileri tarafından
karşılanmadığı, davanın heyet hâlinde incelenmesi gerekirken tek hâkim
tarafından ele alınması nedeniyle kanun yolu merciinin değiştiği ve öngörüldüğü
gibi yargılamanın heyet hâlinde yapılmadığı yönündeki şikâyetlerinin iddiaların
özüne uygun olarak adil yargılanma hakkının unsurlarından olan kanuni hâkim
güvencesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
a. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve
Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Başvurucu, bebek mamalarının bir kısmının GDO içerdiği ile
ilgili olarak basında yer alan haberler nedeniyle küçük yaştaki çocuğunun bu
tür ürünlerle beslenmiş olabileceği konusunda korku ve endişeye kapıldığını,
GDO içeren gıda ürünleri ile ilgili olarak devletin denetleme ve vatandaşlarını
bu ürünlerle ilgili aydınlatma yükümlülüğü bulunmasına rağmen bu
yükümlülüklerin yerine getirilmediğini belirterek maddi ve manevi varlığının
korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
44. Bakanlık görüş yazısında, ihlal iddiasına konu eyleme ve
içeriklerine dair kanıtlar ile öne sürülen ihlal nedeniyle ne şekilde ve hangi
ölçüde zarar görüldüğüne ilişkin hususların ortaya konulmadığı ifade
edilmiştir.
45. Başvurucu tarafından Bakanlığın görüşüne karşı verilen
beyanda, başvuru dilekçesindeki görüş ve talepler tekrar edilmiştir.
46. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir.”
47. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir."
49. Özel hayat alanına dâhil olan tüm hukuksal çıkarlar
Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu
hukuksal çıkarların Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği
görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin
kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına
karşılık gelmektedir. Bunun dışında özel hayat kavramına dâhil bir kısım
hukuksal değerin Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlendiği, özel hayatın diğer
alt kategorileri olarak ele alınan haberleşmenin gizliliği ve konuta saygı
hakkının ise Anayasa’nın 21. ve 22. maddelerinde güvence altına alındığı
görülmektedir. Bu kapsamda Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan hakların, temel
olarak Anayasa’nın 17., 20., 21. ve 22. maddelerinde düzenlendiği
anlaşılmaktadır (Mehmet Kurt [GK],
B. No: 2013/2552, 25/2/2016, § 44).
50. Özel hayatın korunması kapsamında kişiliğin serbestçe
geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhildir. Bu
bağlamda kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin hukuksal çıkarı da özel
hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınmaktadır. Fiziksel ve ruhsal
bütünlük hakkı kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlardan biri de
sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıdır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014).
51. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının anayasal anlamda
normatif dayanağı 56. madde hükmünde yer verilen herkesin sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu yönündeki düzenlemedir. Ancak söz
konusu hüküm, Anayasa’nın sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde yer
almaktadır. Anayasa’nın bireysel başvuru hakkının düzenlendiği 148. maddesinin
üçüncü fıkrasında “Herkes, Anayasada güvence
altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” hükmüne yer verilmek suretiyle
Anayasa’da yer alan ikinci ve üçüncü kuşak hakların ihlal edildiği iddiasıyla
bireysel başvuruda bulunulamayacağı ifade edilmekle birlikte sağlıklı bir
çevrede yaşama hakkının; Anayasa’nın, fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması
ile ilgili hukuksal çıkarları ihtiva eden 17. maddesi, özel ve aile hayatına
saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını düzenleyen
21. maddesi ile bağlantılı olarak ve söz konusu hükümlerde yer alan hukuksal
çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir (Mehmet Kurt, § 46).
52. Özel hayat kavramı eksiksiz tanımı bulunmayan geniş bir
kavram olup bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece
belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp
-öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak- özel hayata etkili bir
biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir.
Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da
özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 26). Çevresel rahatsızlıklarla ilgili ihlal
iddiaları kapsamında da ağırlıklı olarak devletin pozitif yükümlülüklerinin
değerlendirilmesi gerekmektedir.
53. Çevre hakkı bağlamında özel hayata, aile hayatına ve konuta
saygı hakkı, sadece kamusal müdahalelere karşı korunmamakta; pozitif
yükümlülükler doktrini uyarınca bu koruma özel kişilerden kaynaklanan
müdahaleler kapsamında da gündeme gelmektedir (Mehmet
Kurt, § 48).
54. Çevresel meseleler bağlamında çevreyi geliştirme, çevre
sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ödevleri arasında
olduğunu belirten Anayasa’nın 56. maddesinin ikinci fıkrasının kamusal
makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin tespiti ve
değerlendirilmesi hususunda gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de genel olarak
çevresel kirlenmeye yer verildiği, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden
ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın devletin görevi olduğu
ile çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi koruyucu fiilî
tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğunun belirtildiği, bu kapsamda devletin
hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve geliştirilmesi
için gereken tedbirleri alması gerektiğinin vurgulandığı ve bu suretle çevresel
meselelerde devletin pozitif yükümlülüklerine işaret edildiği görülmektedir (Mehmet Kurt, § 50).
55. Çevresel kirliliğe dayalı şikâyetlerin genellikle özel
teşebbüslerin faaliyetleri çerçevesinde gündeme geldiği dikkate alındığında
Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin
gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde
çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” şeklindeki düzenlemenin de
kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin
normatif dayanaklarından birini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hüküm
aynı zamanda ilgili faaliyete ilişkin kamusal menfaat ile bireyin maddi ve
manevi varlığının korunması ve geliştirilmesine ilişkin menfaat arasında
gözetilmesi gereken dengeye de vurgu yapmaktadır (Mehmet Kurt, § 51).
56. Gerek yaşam hakkıyla gerekse sağlık hakkıyla olan yakın
ilişkisi ve bugünkü nesilden daha çok gelecek nesilleri ilgilendirmesi çevre
hakkını günümüzde çok daha önemli hâle getirmektedir. Çevrenin kirlendikten ve
bozulduktan sonra eski hâline getirilmesinin çok güç ve külfetli olması hatta
kimi zaman mümkün olmaması nedeniyle ekonomik gelişme ve kalkınma için
yapılacak yatırım ve faaliyetlerin doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden
gerçekleştirilmesi, kirlenen çevrenin temizlenmesi veya bozulan çevrenin
onarılması yerine kirliliği ve bozulmayı önleyici tedbirlere ağırlık verilmesi
gerekmektedir (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014; E.2006/99, K.2009/9,
15/1/2009). Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, getirilecek kuralın
ekonomik, bürokratik ve fiilî yükümlülüklere yol açacağı ve üretim
faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle vazgeçilecek haklardan değildir
(AYM, E.2011/110, K.2012/79, 24/5/2012).
57. Çevre kavramının üzerinde uzlaşılmış bir tanımı bulunmamakla
birlikte çevrenin genel olarak hava, su, toprak, flora ve fauna gibi doğal
kaynakları ve bunların karşılıklı etkileşimini kapsadığı ifade edilmekte;
9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun da ise çevre kavramının
canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak
etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel
ortamı ifade edecek şekilde ele alındığı anlaşılmaktadır (Mehmet Kurt, § 53).
58. Çevre hakkı kapsamında ele alınması gerektiği açık olan
hava, su, toprak kirliliği, gürültü kirliliği ya da elektromanyetik kirlilik
yanında canlıların birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen ekoloji
bilimiyle ilişkili biyolojik çeşitlilik kavramı da bilimsel gelişmelerle
birlikte çevre hukuku çerçevesinde incelenmesi gereken yeni bir kavram
olmuştur. Türkiye açısından onaylanması 29/8/1996 tarihli ve 4177 sayılı
Kanun'la uygun bulunan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'nde biyolojik çeşitlilik
kavramı, diğerlerinin yanı sıra kara, deniz ve diğer su ekosistemleri ile bu
ekosistemlerin bir parçası olan ekolojik kompleksler ve türlerin kendi içindeki
ve türler arasındaki çeşitlilik ve ekosistem çeşitliliği de dâhil olmak üzere
tüm kaynaklardan oluşan canlı organizmalar arasındaki farklılaşma olarak
tanımlanmıştır. Modern biyoteknolojik yöntemler
kullanılmak suretiyle gen aktarılarak elde edilmiş, insan dışındaki bitki,
hayvan ve mikroorganizma dâhil canlı organizma olarak ifade edilen genetiği
değiştirilmiş organizmaların da biyolojik çeşitliliğin kirlenmesi bağlamında
öznesi olan bireyler açısından çevre hakkının konusu olabileceği ve bu şekilde
değerlendirilebileceği açıktır.
59. Söz konusu tanımlar kapsamında çevrenin kendi başına bir
değer olarak korunduğu izlenimi ortaya çıkmakla birlikte çevre merkezli
yaklaşım olarak da adlandırılabilecek, çevrenin kendi başına bir değer olarak
korunması gerekliliğine işaret eden ekolojik yaklaşımın, yerini insan hakları
ile çevrenin korunması arasında açık bir bağ olduğu düşüncesine bıraktığı
görülmektedir. Bu kapsamda çevreye insan merkezli bir anlayışla yaklaşıldığı,
çevre ile nitelikli yaşam ve sağlık arasında bir bağ kurulduğu, çevresel insan
hakları bağlamında değerlendirilebilecek olan birçok uluslararası metnin de
çevrenin korunması ile insan sağlığı ve esenliği arasında bir bağ kurulması ile
oluştuğu anlaşılmaktadır (Mehmet Kurt, §
54).
60. Sözleşme’de de sağlıklı bir
çevrede yaşama hakkı şeklinde belirli bir hak normatif olarak öngörülmemiştir (Bor/Macaristan, B. No: 50474/08,
18/6/2013, § 24). Bununla birlikte çervesel
meseleler, Sözleşme’nin 2., 3., 6. ve 8. maddeleri ile Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) tarafından değerlendirilmektedir (Brincat ve diğerleri/Malta, B. No: 60908/11, 24/7/2014, §§
103-117).
61. Çevresel meselelerin sıklıkla çevresel kirlilik bağlamında
AİHM önüne taşındığı ve söz konusu çevresel rahatsızlığın devletin veya özel
kişilerin faaliyetleri sonucunda oluşması arasında bir ayırım gözetilmeksizin
Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlarla
bağlantı kurulmak suretiyle Mahkemece incelendiği anlaşılmaktadır (Bor/Macaristan, § 25). Belirtilen
değerlendirmeler kapsamında Mahkemenin; iddiaya konu çevresel kirliliğin, özel
hayatın veya aile hayatının nitelik ve kalitesini veya konutundan yararlanma
şeklindeki hukuksal çıkarı olumsuz etkilediğini tespit ederek özel hayat
kavramının alt kategorileri olan özel hayata, aile hayatına ve konuta saygı
hakkı ile sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı arasında bir bağ kurduğu
görülmektedir (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık,
B. No: 9310/81, 21/2/1990; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
36022/97, 2/7/2003; Lopez Ostra/İspanya, B. No: 16798/90, 9/12/1994).
62. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat
kavramı, AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici
bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır. Bununla birlikte, Sözleşme’nin
denetim organlarının içtihatlarında, “bireyin
kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının, özel hayata
saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
63. AİHM içtihadında sıklıkla, devletin, bireylerin 8. maddenin
(1) numaralı fıkrasında yer alan haklarını güvence altına almak hususunda
gerekli ve uygun önlemler alma şeklindeki pozitif yükümlülüğünün söz konusu
olduğu davalar ile 8. maddenin (2) numaralı fıkrası bağlamında haklılığının
ortaya konulması gereken bir kamusal müdahale ile ilgili davalarda uygulanacak
prensiplerin, hemen hemen aynı olduğunun vurgulandığı görülmektedir. Her iki
bağlamda da dikkate alınması gereken hususun, bireyin ve kamunun yarışan
menfaatleri arasında adil bir dengenin tesisi olduğu ve her iki durumda da Sözleşme’ye uyumun sağlanabilmesi için alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesinde, devletin geniş bir takdir yetkisini haiz olduğu
ifade edilmektedir (Bor/Macaristan,
§ 24).
64. Bununla birlikte çevresel meselelerin Sözleşme’nin 8.
maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için belirli koşulların mevcudiyeti
aranmaktadır. Bu bağlamda söz konusu çevresel rahatsızlığın, başvurucunun maddi
ve manevi varlığına, özel hayatına, aile hayatına ya da konuta saygı hakkı
üzerinde doğrudan bir etkide bulunması ve belirtilen değerler üzerindeki
etkisinin asgari bir şiddet derecesine ulaşması gerekmektedir. Bu kapsamda çevresel
rahatsızlığın ciddi bir boyuta ulaşmış olması aranmaktadır. Belirtilen bağlamda
aranan asgari ağırlık eşiğinin söz konusu hukuksal değerlerin ihlal edilip
edilmediğinin değil bizatihi söz konusu alana ilişkin incelenebilir bir sorun
doğurup doğurmadığının tespiti amacıyla değerlendirildiği görülmektedir. Söz
konusu şiddet derecesinin değerlendirilmesi göreli olup her somut olayda
çevresel etkinin yoğunluğu, süresi, beden ve ruh bütünlüğüne etkileri ile
çevrenin genel bağlamı gibi kriterler çerçevesinde ayrıca değerlendirme
yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Fadeyeva/Rusya,
B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 69). Başvurucunun iddiaya konu çevresel kirlilik
kaynağına yakınlığı ya da çevresel rahatsızlıkla olan etkileşimi yapılacak
değerlendirmeler açısından şüphesiz en önemli unsurlardır. Bu kapsamda modern
yaşama mündemiç çevresel tehlikeler ile kıyaslandığında önemsiz kalan çevresel
olumsuzluklar, 8. madde çerçevesindeki güvenceleri harekete geçirmek için
yeterli görülmemektedir (Mehmet Kurt,
§ 58; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 43449/02, 25/11/2010, §
88).
65. Sözleşme’de temiz ve sessiz bir
çevrede yaşama hakkı şeklinde bir hak güvence altına alınmadığı için özel hayat
çerçevesinde korunan hukuksal çıkarlar üzerinde doğrudan ve ciddi bir etkisi
bulunmayan manzara hakkı veya güzel bir çevrede yaşama hakkı gibi çevresel
hakların Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında değerlendirilmesi söz konusu
değildir (Krytatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003,
§§ 52, 53; Ali Rıza Aydın/Türkiye,
B. No: 40806/07, 15/5/2012, §§ 27-29 ). Zira 8.
maddenin aktif hâle gelmesini sağlayan etken, çevrenin genel olarak bozulması
değil; bireylerin özel veya aile hayatı ile konutları için zararlı bir etkinin
söz konusu olmasıdır.
66. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde somut başvuru
açısından değerlendirilmesi gereken ilk husus, başvuruya konu çevresel etkinin
Anayasa’nın 17.maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari
ağırlıkta olup olmadığıdır. Söz konusu ağırlık, olayın tüm koşulları dikkate
alınarak değerlendirilmeli ve değerlendirmede bahsedilen etkinin yoğunluğu,
süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de nazara alınarak normal bir yaşama mündemiç
ve katlanılması mümkün ve muhtemel görülen etki ve rahatsızlıklara nispetle
nasıl bir ağırlık arz ettiği gözönünde
bulundurulmalıdır.
67. AİHM içtihadında da inceleme konusu çevresel etkinin 8.
maddede yer alan güvenceleri etkin hâle getirebilmesi için aranan ağırlık
eşiğinin tespitinde genel olarak başvurucudan söz konusu etki derecesini ortaya
koyan somut veriler sunmasının beklenildiği, söz konusu etki derecesini ortaya
koyan kamusal ölçümler veya uzman raporları gibi veriler ile ilgili alanın
örneğin gürültüye açık bölge olarak tespit edildiğini gösteren kamusal
kararların yapılan değerlendirmelerde dikkate alındığı anlaşılmaktadır. Bununla
birlikte Mahkemenin başvuru evrakı ile ilgili idari ve yargısal prosedüre
ilişkin evrak kapsamında tespit ettiği veriler ve hayatın olağan akışına göre
söz konusu çevresel rahatsızlığın asgari ağırlık eşiğini geçtiğinin kabul
edilmesi gerektiği yönünde tespitlerde bulunduğu başvuru örneklerinin de mevcut
olduğu görülmektedir (Moreno Gomez/İspanya,
B. No: 4143/02, 16/11/2004, §§ 59, 60; Ruano Morcuende/İspanya, B. No:
75287/01, 6/9/2005; Fagerskiöld/İsviçre, B. No: 37664/04, 26/2/2008; Oluic/Hırvatistan,
B. No: 61260/08, 20/5/2010, §§ 52-62; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, §§ 93-95).
68. Bu kapsamda ilgili tesis, işletme veya sair faaliyetler,
eylemler ve ihmaller sonucu ortaya çıkan çevresel etkiler ile başvurucunun
maddi ve manevi varlığı ve bütünlüğü arasında yeterince sıkı bir bağın varlığı
yeterlidir.
69. Somut başvuruda ileri sürülen çevresel bir rahatsızlığa
ilişkin şikâyetlerin başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi
hakkını doğrudan ve ciddi şekilde etkileyip etkilemediği tespit edilirken
Ankara 5. İdare Mahkemesinin 2011/174 Esas sırasına kaydedilen dava dosyasına
sunulan bilgi ve belgelerin ve yargılama sonucunda verilen karar gerekçesi ile
başvuru dosyasına sunulan bilgi ve belgelerin bir bütün hâlinde
değerlendirilmesi gerekir.
70. Başvuru konusu olayda ileri sürülen çevresel rahatsızlığın,
piyasada satışa sunulan bebek mamalarında GDO bulunduğuna ilişkin basında çıkan
haberler nedeniyle duyulan korku ve endişe olduğu ve bunun kamusal makamlar
tarafından GDO içeren ürünlerin ithalatına izin verilmesinden, denetimlerin
yapılmamasından, tüketicilerin bilgilendirilmemesinden ve sonuç olarak gıda
güvenliğinin sağlanmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
71. Başvurucu tarafından gerek İlk Derece Mahkemesine sunulan
dava dilekçesinde gerekse başvuru kapsamında sunulan dilekçede, ihlale neden
olduğu belirtilen kamusal makamların ihmallerinden 11/11/2009 tarihinde ulusal
gazetede çıkan haber üzerine bilgi sahibi olunduğu, sonraki tarihlerde bebek
mamalarında GDO içeren ürünler bulunabileceği ile ilgili olarak farklı gazete
ve bilimsel dergilerde birtakım haberlerin ve makalelerin yayımlandığı, bu tür GDO'lu gıda ürünlerinin tüketildiği takdirde ciddi sağlık
sorunlarının ortaya çıkabileceği düşüncesiyle bebek mamaları ile beslenen
başvurucunun çocuğunun sağlığı için korku ve endişe duyulduğu, bu haberlerin
doğruluğunu teyit eden birçok bilimsel araştırmanın bulunduğu ve tüm bunların
denetim, gözetim ve bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmeyen kamusal
makamların kusurundan kaynaklandığı ileri sürülmüştür.
72. Gıda güvenliğinin sağlanmaması nedeniyle biyolojik
çeşitliliğin kirlenmesi şeklindeki çevresel rahatsızlığın başvurucunun maddi ve
manevi varlığına doğrudan bir etkide bulunması ve belirtilen değerler
üzerindeki etkisinin asgari bir şiddet derecesine ve ciddi bir boyuta ulaşmış
olması gerekir. Bu bağlamda aranan asgari ağırlık eşiği, söz konusu alana
ilişkin incelenebilir bir sorunun bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi
açısından önemli bir kriterdir.
73. Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla yapılan
başvuru kapsamında bir inceleme yapılabilmesi için başvurucu tarafından
öncelikle birtakım delillerin ortaya konulması gerekmektedir. Başvurucudan
beklenen, ileri sürdüğü şikâyetlerini destekleyen olguları ve buna ilişkin
somut kanıtları başvuru dosyasına sunmuş olmasıdır. Başvurucu, maddi ve manevi
varlığına müdahalede bulunulduğunu ifade ettiği dilekçelerde basında yer alan
haberlerde ve TÜBİTAK yetkililerinin açıklamalarında ithal edilen soya, mısır,
pirinç gibi ürünlerde GDO bulgusuna rastlandığının belirtildiğini ifade etmiş
ve bu tür ürünlerin bebek maması içeriğinde kullanıldığını, kendisinin de üç
buçuk yaşında bir çocuk sahibi olduğunu ve söz konusu ürünleri çocuğu için de
kullanmış olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu öne sürmüştür. Basında çıkan
haberlere ve bilimsel dergilerde yayımlanan makalelere dayanan başvurucunun GDO
içeren gıda ürünleri ile ilgili olarak endişelerini dile getirdiği
görülmektedir. Sunulan bilgi ve belgelerde birtakım gıda ürünleri hakkında
bilimsel raporların bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu tür ürünlerin
başvurucunun çocuğunun beslenmesinde kullanılan gıda ürünlerinin içeriğinde
olduğuna ilişkin olaya özgü açıklamalarda bulunulması, buna ilişkin kanıtların
ortaya konulması ve GDO içeren ürünler nedeniyle ortaya çıkan rahatsızlığın
varlığı, yoğunluğu, beden ve ruh sağlığına olan ya da olması muhtemel etkileri
hakkında açık şekilde ve başvuru konusu somut olay özelinde anlatımlarda
bulunulması önem arz etmektedir.
74. Gıda güvenliği konusunda kamusal makamların yükümlülüklerini
yerine getirmedikleri durumlarda başvurucunun içinde bulunduğu kendine özgü
koşullar altında güncel ve kişisel haklarına yönelik ne tür somut olumsuz
etkilerin ortaya çıkığı ya da çıkmasının muhtemel olduğu hususu açıklanmaya
muhtaçtır. Somut durumlara ve etkiye ilişkin açıklamalarda bulunulmaksızın
soyut iddialarla gerçekleştirilen başvurularda ihlal edildiği belirtilen temel
haklara doğrudan bir etkinin bulunduğu veya değerler üzerindeki etkinin asgari
bir şiddet derecesine ve ciddi bir boyuta ulaştığı söylenemeyeceğinden
başvuruya konu çevresel rahatsızlığın inceleme yapılmasını gerektirecek
ağırlıkta olmadığı şeklinde bir sonuç ortaya çıkacaktır.
75. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında yapılan incelemede
basında çıkan haberlere ve birtakım bilimsel araştırmalara dayanan maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuru kapsamında başvurucunun çocuğu için kullanılan bebek mamalarının
içeriğinde GDO'lu gıdaların bulunduğunu ortaya koyan
herhangi bir somut delilin ya da bir verinin Anayasa Mahkemesine sunulmadığı
görülmektedir. Derece Mahkemeleri önünde devam eden yargılamalarda da basında çıkan
haber içeriklerine dayanıldığı ve GDO içeren gıdalar ile ilgili oluştuğu ileri
sürülen endişe ve korkuların güncel ve kişisel etkileri somut olarak
açıklanmadan soyut ve genel olarak ileri sürüldüğü ve GDO'lu
olabilecek gıdaların olumsuz etkilerine maruz kalmış "olma" ihtimali
üzerinden hareket edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun ileri sürdüğü
hususlarda bir endişe yaşadığı görülmekle birlikte, bu endişesinin incelenmeyi
haklı gösterecek ve somut olay bazında asgari şiddet derecesini aşacak şekilde ortaya
konulamadığı değerlendirilmektedir. Dolayısıyla somut başvurunun, başvurucunun
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan haklarına bir etkide bulunduğu
veya bu etkinin asgari bir şiddet derecesine ve ciddi bir boyuta ulaştığı
sonucuna varılamamıştır.
76. Ayrıca tüm bu iddiaların belirtilen çerçevede Derece
Mahkemeleri tarafından değerlendirildiği, mevzuat çerçevesinde ele alınıp
incelendiği ve kararlarda başvurucunun somut olarak bir zarara uğratıldığına
ilişkin herhangi bir tespitte bulunulmadığı gerekçesine dayanıldığı
görüldüğünden karar gerekçelerinin ilgili ve yeterli şekilde oluşturulduğu
anlaşılmaktadır.
77. Açıklanan nedenlerle kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik ihlal iddiasının Anayasa’nın 17.
maddesi bağlamında inceleme yapılmasını gerektirecek ağırlıkta olmadığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
78. Başvurucu; 7.800 TL manevi tazminat talebini içeren dava
dilekçesini sunduğu 2010 yılında tek hâkimle çözümlenecek uyuşmazlıklar için
belirlenen parasal sınırın 7.790 TL olduğunu, davanın tek hâkimle çözümlenecek
davalardan olup olmadığı belirlenirken parasal sınıra ilişkin olarak dava
tarihinde geçerli olan düzenlemelerin dikkate alınması gerektiğini, dolayısıyla
değeri bu sınırın üzerinde olan davanın heyet hâlinde incelenmesi gerekirken
tek hâkim tarafından çözümlenmesi nedeniyle kanun yolu merciinin değişmesi ve
öngörüldüğü gibi yargılamanın heyet hâlinde yapılmaması nedeniyle kanuni hâkim
güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
79. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir."
80. Sözleşme'nin "Adil
yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya
da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul
bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına
sahiptir. ..."
81. Anayasa'nın "Kanuni
hâkim güvencesi" kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:
"Hiç
kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler
kurulamaz."
82. Anayasa'nın "Mahkemelerin
kuruluşu" kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:
"Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama
usulleri kanunla düzenlenir."
83. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
84. 6216 sayılı Kanun’un
“Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi”
kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemezliğine karar verebilir.”
85. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri
ile izleyecekleri yargılama usulünün yasayla düzenlemesini ve dava konusu olay
ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi
kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak
bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele
alınmaktadır (AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004; E.2005/8, K.2008/166,
20/11/2008; Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 79; Benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu (AİHK) kararları için bkz. Zand/Avusturya, B. No: 7360/76, 16/5/1977; Crociani, Palmiotti, Tanassi,
Lefebvre D'Ovidio/İtalya,
B. No: 8603/79, ..., 18/12/1980).
86. Kanuni hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi
içinde yer alan konuların belirlenmesini değil her bir mahkemenin kuruluşu ve
yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin
organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev
ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya
koymaktadır (Tahir Gökatalay,
§ 80).
87. Başvuruya konu yargılama dosyası incelendiğinde, Gıda Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığının ağır hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle ilk
davanın 6.400 TL değer ile 24/12/2009 tarihinde Bursa İdare Mahkemesinde
açıldığı, anılan Mahkemece davanın yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının
Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, Ankara 5. İdare
Mahkemesi tarafından ilgili idareden ön karar alınmadan davanın açıldığı
gerekçesiyle dava dilekçesinin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına tevdi
edilmesine karar verildiği, hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle ilgili
idarenin tazminat talebini reddetmesi üzerine başvurucu tarafından 28/12/2010
tarihli dava dilekçesi ile Ankara İdare Mahkemesinde 7.800 TL değerinde yeni
bir dava açıldığı ve Ankara 5. İdare Mahkemesinin 27/6/2012 tarihli kararıyla
davanın reddine karar verildiği görülmektedir.
88. Başvurucunun iddialarının özü 7.800 TL değer ile 28/12/2010
tarihinde açılan davanın dava tarihi itibarıyla belirlenen parasal sınırın
7.790 TL olması nedeniyle heyet hâlinde incelenmesi gereken davalardan olmasına
rağmen tek hâkim tarafından incelenmesi ve bu nedenle kanun yolu merciinin
değişmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkindir.
89. İdari yargı uyuşmazlıklarında görev kuralları kamu düzenine
ilişkin olduğundan verilen kararların itiraz ya da temyiz incelemeleri
öncelikle görev kuralları yönünden yapılmaktadır (Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulu, E.2011/1155, K.2014/1962, 30/4/2014). İdare veya vergi mahkemelerinin
tek hâkim tarafından verilen kararlarına karşı yapılan kanun yolu
başvurularının bölge idare mahkemelerince, heyet hâlinde verilen kararlarına
karşı yapılan başvuruların ise Danıştayca incelemeye
tabi olması nedeniyle, mahkemelerce kanuni düzenlemelerin öngördüğü parasal
sınırlar dikkate alınmaksızın görev kurallarına aykırı şekilde verilen
kararların, kamu düzenine ve kanuni hâkim güvencesine aykırılık oluşturacağı
açıktır (Danıştay 7. Dairesi, E.2012/120, K.2015/7774, 28/12/2015). Zira
davaların heyet veya tek hâkim tarafından çözümlenmesi kuralının ihlali
hâlinde, bu kararlara karşı kanun yolunun değişmesi sonucu ortaya çıkacaktır.
90. Kamu düzenine ve kanuni hâkim güvencesinin gerekliliklerine
uygun şekilde, tek hâkim sınırı için her yıl belirlenen parasal sınır ile dava
değeri dikkate alınarak davanın tek hâkim tarafından mı yoksa heyet hâlinde mi
çözümlenmesi gerektiği hususunda göreve ilişkin kuralların doğru şekilde tespit
edilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekir. Davanın tek hâkim sınırında olup
olmadığı belirlenirken ise Danıştayın yerleşik
içtihatları doğrultusunda, ilk derece mahkemesi tarafından kararın verildiği
tarihte yürürlükte olan parasal sınırın dikkate alınması gerektiği açıktır
(bkz. §§ 35-38).
91. Yukarıda yer verilen ilkeler ve Danıştayın
yerleşik içtihatları doğrultusunda başvuruya konu edilen dava dosyası
incelendiğinde, 7.800 TL manevi tazminat talebiyle açılan söz konusu davanın
Ankara 5. İdare Mahkemesi tarafından 27/6/2012 tarihinde reddedildiği, tek hâkimle
çözümlenecek davalar için belirlenen parasal sınırın bu tarihte 9.230 TL olduğu
anlaşılmış (bkz. § 38), dolayısıyla verilen mahkeme kararlarının Danıştayın yerleşik içtihatlarıyla uyumlu ve kanuni hâkim
ilkesinin sağladığı güvencelere uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
92. Ayrıca başvurucu tarafından davanın heyet hâlinde
çözümlenmesi gereken davalardan olmasına rağmen tek hâkim tarafından
çözümlenmesi nedeniyle kanun yolu mercilerinde ileri sürülen itiraz
nedenlerinin Bölge İdare Mahkemesince verilen kararlarda karşılanmadığı iddia
edilmiş ise de Danıştayın yerleşik uygulamaları
kapsamında verilen kararların hukuki öngörülebilirlik şartını taşıması ve buna
ilişkin değerlendirmelerin kanuni hâkim güvencesi bağlamında ele alınmış olması
nedeniyle ayrıca gerekçeli karar hakkı yönünden bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
93. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kanuni hâkim güvencesinin
ihlal edildiği iddiası kapsamında yapılan incelemede açık ve görünür bir ihlal
saptanmadığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.