TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
M.B. VE D.B. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/6697)
Karar Tarihi: 22/1/2015
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
M. Emin KUZ
Raportör
Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucular
M. B.
D. B.
Vekili
Av. Neslihan ÖZFİDAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, başvurucu M. B.’nin sınır dışı edilmesi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 20. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
6. Adalet Bakanlığının 21/1/2014 tarihli görüşü başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 12/2/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Ukrayna uyruklu M. B., 20/8/1999 tarihinde turist olarak Türkiye’ye giriş yapmıştır.
9. Başvurucu, 31/3/2002 tarihinde Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Hastanesinde diğer başvurucu D. B.’yi dünyaya getirmiş, ancak doğum raporunda doğum yapan kişi olarak başvurucunun doğum sırasında yanında bulunan G. Ş. isimli kişi gösterilmiştir.
10. 4/5/2002 tarihinde başvurucuların barındıkları eve fuhuş yapıldığı gerekçesiyle baskın yapılması sonucu başvurucu M. B. yakalanarak sınır dışı edilmiştir.
11. Doğum raporunda annesi olarak görünmediği için oğlu olan diğer başvurucu D. B.’yi yanında götüremeyen başvurucu M. B., 15/6/2005 tarihinde tekrar Türkiye’ye giriş yapmış ve D. B.’nin kendi oğlu olduğunun tespiti istemiyle dava açmıştır.
12. Ankara 2. Aile Mahkemesinin 3/5/2006 tarih ve E.2006/178, K.2006/485 sayılı kararıyla D. B.’nin M. B.’nin oğlu olduğunun tespitine karar verilmiştir.
13. 18/1/2007 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat eden başvurucular, M. B.’nin hizmet kusuru sonucunda sınır dışı edilmesi nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebinde bulunmuşlar, talebin reddi üzerine 28/3/2007 tarihinde Ankara 16. İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat istemle dava açmışlardır.
14. Ankara 16. İdare Mahkemesi 30/10/2007 tarih ve E.2007/1199, K.2007/1214 sayılı kararı ile davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Bu durumda 2002 yılında sınır dışı edilen davacının bu işlem nedeniyle uğradığı belirtilen manevi zararın tazmini istemiyle bu işlemin icra tarihi olan 04.05.2002 tarihinden itibaren atmış gün içerisinde veya da sınırdışı edildiği tarihte Türkiye'de kalan oğlu D. B. ile soybağının tesbit edilmesi üzerine 16.05.2006 tarihinde düzenlenen kimlik belgesi ile D. B. için dava açmak için hukuki imkansızlığın kalktığı tarihten itibaren atmış günlük süre içerisinde veya bu süre içerisinde idareye söz konusu manevi zararın tazmini istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine başvuru süresine kadar geçen sürede hesaplanmak suretiyle verilen cevaptan sonra kalan dava açma süresi içerisinde dava açılması gerekirken bu süreler geçirildikten çok sonra 18.01.2007 tarihinde yapılan başvurunun 09.02.2007 tarihinde reddi üzerine 28.03.2007 tarihinde açılan davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenmesi mümkün değildir.”
15. Başvurucular tarafından yapılan temyiz talebi Danıştay Onuncu Dairesinin 21/11/2011 tarih ve E.2008/4725, K.2011/5009 sayılı kararı ile ve karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 6/5/2013 tarih ve E.2012/1864, K.2013/4055 sayılı kararı reddedilmiştir.
16. Karar, başvurucular vekiline 31/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 28/8/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesi şöyledir:
"1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.
3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır."
18. 2577 sayılı Kanun'un “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."
19. 2577 sayılı Kanun’un “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.”
20. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:
a) Görev ve yetki,
b) İdari merci tecavüzü,
c) Ehliyet,
d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,
e) Süre aşımı,
f) Husumet,
g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.”
21. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.”
22. 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı 60. maddesi şöyledir:
“Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 22/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 28/8/2013 tarih ve 2013/6697 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
24. Başvurucular, hukuka aykırı olarak M. B.’nin sınırdışı edilmesi nedeniyle dört buçuk yıl birbirlerinden ayrı yaşamak zorunda kaldıklarını, aile hayatlarının korunmadığını, altı buçuk yıl süren davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 20. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Anayasa’nın 20. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
25. Başvurucular, hukuka aykırı olarak M. B.’nin sınırdışı edilmesi nedeniyle dört buçuk yıl birbirlerinden ayrı yaşamak zorunda kaldıklarını, aile hayatlarının korunmadığını belirterek Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın ve ailenin korunmasına yönelik haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
26. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucular tarafından ihlal iddialarına ilişkin olarak başvurulabilecek yollara süresinde başvurulmadığından idari ve yargısal yolların tüketilmesi gerekliliğinin kabul edilebilirlik incelemesinde değerlendirilmesi gerektiği, esas yönünden ise çocuk ile ebeveynin birlikte yaşamalarının ebeveynler arasındaki ilişki bozulmuş olsa bile aile yaşamının temel bir unsuru olduğu ve bu tür bir birlikteliği engelleyen ulusal makamların işlemlerinin aile ve özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturacağı, somut olay çerçevesinde ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olup olmadığının değerlendirilmesinde bu hususların gözetilmesi gerektiği bildirilmiştir
27. Başvurucular, cevap dilekçesinde İçişleri Bakanlığı aleyhine açtıkları tam yargı davasının, derece mahkemelerince idari işlemden kaynaklanan zararın tazmini istemi şeklinde değerlendirilerek 2577 sayılı Kanun’un 12. maddesi uyarınca süre aşımından reddedildiğini, oysa hukuka aykırı sınır dışı edilme nedeniyle uğranılan zararın idari eylemden kaynaklanan bir zarar olduğunu ve uyuşmazlığın çözümünde 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinin esas alınması gerektiğini, bu madde hükümlerine göre eylemin öğrenilmesinden itibaren bir yıl içinde açtıkları davanın süresinde olduğunu, dolayısıyla başvuru yollarına süresinde başvurduklarını ve birbirlerinden ayrı kaldıkları dönemde yaşadıkları telafisi imkânsız sıkıntılardan dolayı özel hayatın ve aile hayatının korunmasına ilişkin haklarının ihlal edildiğini bildirmişlerdir.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“ Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
29. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 'Bireysel başvuru hakkı' kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“'İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
30. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).
31. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
32. Başvuru konusu olayda, M. B.’nin sınır dışı edilmesi nedeniyle başvurucuların uğradıkları zararların tazmini istemiyle yaptıkları başvurunun reddine dair işleme karşı açtıkları dava reddedilmiştir. Başvurucular, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmekte iseler de dava süre aşımı nedeniyle reddedildiğinden uyuşmazlığın esasının ve ihlal iddialarının derece mahkemeleri tarafından incelenmediği, dolayısıyla başvurucuların, anayasal haklarının ihlali iddialarını hukuk sisteminin belirlediği usul ve şartlar dâhilinde ileri sürmedikleri ve başvuru yollarını usulünce tüketmedikleri anlaşılmaktadır.
33. Başvurucular tarafından, Adalet Bakanlığının görüş yazısına verilen cevapta, idari eylemden kaynaklanan zarar nedeniyle açtıkları davanın 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, anılan maddede tam yargı davasının eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılması gerektiğinin düzenlendiği ve buna göre açtıkları tam yargı davasının süresinde olduğu ileri sürülmüşse de, başvurucuların bu iddiaları başvuru formunda dile getirmedikleri, öte yandan, M. B.’nin sınırdışı edilmesi nedeniyle uğranılan zararların tazmini istemiyle açılan davada, sınır dışı etmenin bir idari işlem olduğunda ve idari eylem olarak nitelendirilemeyeceği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
34. Açıklanan nedenlerle, anayasal hakkının ihlal edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
35. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
36. Başvurucular, 2007 yılında idari yargıda açmış oldukları davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
37. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkına ilişkin kararlarına atfen, başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası açısından görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
38. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18)
39. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
40. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
41. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
42. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
43. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
44. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
45. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
46. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, sınır dışı etme işlemi nedeniyle uğranılan zararların tazimini istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
47. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 28/3/2007 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Somut başvuru açısından bu tarihin, karar düzeltme talebinin Danıştay Onuncu Dairesince reddedildiği 6/5/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
48. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, idari yargıda açılan ve sınır dışı etme işlemi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemini konu alan tam yargı davasında ilk derece mahkemesince, 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre içerisinde ilk inceleme tutanaklarının tanzim edildiği, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap aşamalarının usulüne uygun olarak tamamlandığı ve dosyanın tekemmülünün sağlandığı, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen düzenleyici süreye uygun şekilde dosyanın karara bağlandığı ve yargılamanın yaklaşık yedi aylık bir sürede sonuçlandırıldığı, diğer taraftan başvurucuların temyiz isteminin Danıştay onuncu Dairesince yaklaşık dört yıl bir aylık; karar düzeltme isteminin ise yaklaşık bir yıl beş aylık bir sürede sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.
49. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin 6/5/2013 tarihi itibarıyla tamamlandığı, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 17-22).
50. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60), başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve talep konusu göz önüne alındığında başvuruya konu yargılamanın karmaşık bir nitelik arz etmediği, davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu altı yıl bir ayı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
51. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
52. Başvurucular, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
53. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
54. Başvurucuların tarafı oldukları uyuşmazlığa ilişkin altı yıl bir ayı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvuruculara takdiren net 4.150,00 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucular tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
56. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların,
1. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvuruculara müştereken net 4.150,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
22/1/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.