TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET İSMAİL ONAT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6714)
|
|
Karar Tarihi: 21/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Ahmet İsmail
ONAT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; konutun bulunduğu
sokaktan yüksek gerilimli iletim hattı geçirilmesinin çevresel etki
değerlendirmesi olumlu kararı ile uygun bulunması işleminin iptal edilmesi
talebiyle açılan dava ile söz konusu iletim hattının kaldırılması talebiyle
açılan davaların reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkının, yargılamaların makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/4/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
11/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 24/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 2005 yılında Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ)
tarafından yürütülen Hasköy-Akköprü Enerji İletim
Hattı Projesi kapsamında Ankara ili Keçiören ilçesi Kavacık
Subayevleri Mahallesi'nde yer alan ve mülkiyeti başvurucuya ait olan taşınmazın
bulunduğu Bando Sokak’ta, yüksek gerilim taşıyan elektrik iletim kablolarının
yer altına alınması işlemi gerçekleştirilmiştir.
9. Söz konusu işlemler devam ederken başvurucu tarafından Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına hitaben sunulan 7/10/2005 tarihli dilekçe ile
iskânlı güzergâhta ve trafiğe açık yolun altında bulunan yüksek gerilim
hattının faaliyete geçirilmeden önce hayati tehlike oluşturup oluşturmadığı,
meydana getirdiği manyetik alanın insan sağlığına etki edip etmediği ve mevcut
doğalgaz tesisatına zarar verip vermediği hususlarının ilgili bağımsız
kuruluşlar tarafından incelenip raporlanması ve rapor hakkında kamuoyunun
bilgilendirilmesi talebinde bulunulmuştur.
10. TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından 26/1/2006 tarihinde verilen
cevap yazısında yüksek gerilim taşıyan yer altı kablolarının döşeneceği
güzergâh belirlenirken öncelikle altyapısı oturmuş yapıların bulunduğu ve
hattın en kısa mesafeden götürülmesine olanak veren yerlerin tercih edildiği,
bunun nedeninin proje maliyetlerinin çok yüksek olmasından kaynakladığı,
güzergâhın belirlenmesinin TEİAŞ’ın tasarrufunda bulunduğu, belirlenen
güzergâhın ilgili Belediyenin kazı ve tesis ruhsatı vermesi durumunda tescil
edildiği, söz konusu ruhsatların verilmemesi hâlinde şartlara uygun olarak
başka güzergâhların belirlendiği, ileri teknolojiyle üretilen bu tür kabloların
yeterli derinlikte gömülü olduğu sürece insan sağlığına olumsuz bir etkisinin
bulunmadığı, güzergâh boyunca uyarı levhaları konduğu, bunun amacının ise
gelişigüzel yapılabilecek kazıların önlenmesi olduğu, teknik şartnamelere uygun
şekilde belirlenen Hasköy-Akköprü güzergâhının ilk
hâlinde Şehit Makbule Sokak’ın bulunduğu ancak anılan sokakta kablo kanalı için
uygun genişlik bulunmaması, altyapının sıkışık ve trafiğin yoğun olması gibi
nedenlerle ilgili Belediyeden kazı ruhsatı alınamadığı, bu nedenle güzergâh
üzerindeki Şehit Makbule Sokak’ının çıkarıldığı ve yerine nihai hedefe en uygun
şekilde Bando Sokak’ın eklendiği, bu sokakta kabloların sorunsuz şekilde yer
altına döşendiği ve bunun da güzergâhın isabetli olarak belirlendiği anlamına
geldiği şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
11. Başvurucu 13/2/2006 tarihinde Ankara Valiliğine yaptığı
bilgi edinme başvurusunda, 154 kV geriliminde Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi kapsamında belirlenen
yeni güzergâh hakkında çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) kararı alınıp
alınmadığı hakkında bilgi talep etmiştir. Valilik tarafından verilen 14/3/2006
tarihli cevap yazısında 16/12/2003 tarihli ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi
Yönetmeliği’nin 17. maddesi gereğince söz konusu proje hakkında ilgili Bakanlık
tarafından “Çevresel etki değerlendirmesi
gerekli değildir.” kararı verildiği, kararın askıda ilan edilerek
halka duyurulması konusunda gereğinin yapılması amacıyla ilgili kaymakamlıklara
gönderildiği belirtilmiştir.
12. Başvurucu, elektrik iletim kablolarının Bando Sokak’ta yer
altına alınmaya başlanmasından itibaren proje kapsamında gerçekleştirilen
işlemler ve eylemlerin durdurulması talebiyle farklı tarihlerde birden fazla
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara Valiliği,
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, TEİAŞ Genel Müdürlüğü, Keçiören Belediye
Başkanlığı, Subayevleri Muhtarlığı gibi birçok kurum ve kuruluşa dilekçe
sunmuştur.
13. Taleplerinin reddedilmesi üzerine başvurucu, yüksek
gerilimli elektrik kablolarının yer altına alındığı Bando Sokak’ta elli yıldır
ikamet ettiğini, Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı
Projesi'nde belirlenen ilk güzergâhın elli metre genişliğinde ve
kamulaştırılmış bir araziden geçtiğini, bu güzergâhın projeye çok daha uygun
olduğunu, buna rağmen güzergâhın sekiz metre genişliğinde dar bir sokak olan
Bando Sokak'ı kapsayacak şekilde rant sağlama amacıyla değiştirildiğini, bu
değişiklikle hem hattın uzunluğunun artması nedeniyle kamu zararının doğduğunu
hem de her iki tarafı da iskânlı olan sokakta oturan binlerce insanın can ve
mal güvenliğinin tehlikeye girdiğini, çevresel etki değerlendirmesinin gerekli
olmadığına dair karar alındığı ve bilgilendirme için ilgili kurumların
görevlendirildiği belirtilmesine rağmen proje hakkında çevre sakinlerinin
bilgilendirilmediğini, 154 kV değerinde enerji
taşıyan kabloların oluşturduğu elektromanyetik alanın insan sağlığına olumsuz
etkilerinin olduğunu ve ölüm tehlikesi oluşturduğunu belirterek telafisi
imkânsız zararların doğmaması için öncelikle söz konusu yüksek gerilimli iletim
hattına gerilim verilmesini durduracak şekilde yürütmenin durdurulması kararı
verilmesi ve neticede hattın kaldırılması talebiyle 21/2/2006 tarihli
dilekçesiyle Ankara 4. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Söz konusu dava,
anılan Mahkemenin 2006/476 Esas sırasına kaydedilmiştir.
14. Davalı TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından dava dosyasına
sunulan cevap dilekçesinde söz konusu iletim hattının 1956 yılından itibaren
hizmet verdiği, zaman içerisinde şehrin artan nüfusu ve refah seviyesine göre
oluşan ihtiyaçlar doğrultusunda kabloların yeraltına alınmaya başlandığı, proje
kapsamında belirlenen güzergahlarda idari ve teknik sorunların ortaya çıkması
hâlinde plan değişikliklerinin yapılabileceği, yüksek gerilim taşıyan
kabloların mümkün olduğu ölçüde yapılaşmaların tamamlandığı cadde ve
sokaklardan uygun derinlikteki kanallara doğrudan serilerek ya da boru içine
döşenerek geçirilmesi gerektiği, 30/11/2000 tarihli ve 24246 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri
Yönetmeliği (Yönetmelik) ve teknik şartnamelerdeki uygulama usulleri
benimsendiği sürece ileri teknoloji ile üretilmiş iletim kablolarının insan
sağlığına bir zararının bulunmadığı, başvurucunun iddialarının aksine söz
konusu yüksek gerilimli kablo kanalları yerleştirilmesi amacıyla gerçekleştirilen
kazı ve inşa aşamalarında ilgili kuruluşların temsilcileri ve görevli kontrol
elemanları hazır bulundurularak emniyetli bir çalışma yürütüldüğü ayrıca
mahalle sakinleri ile görüşüldüğü, güzergâhta yapılan değişikliğin başlıca
nedeninin Bando Sokak’taki mevcut altyapı tesislerinin konumu ve yol genişliği
itibarıyla trafik akışı engellenmeden kablo kanallarının inşa edilmesine ve
tesisine teknik açıdan imkân vermesinden kaynaklandığı, yaklaşım ve temas
mesafeleri gözetildiğinde 154 kV değerindeki gerilim
seviyesinin bir tehlike oluşturmayacağı, yer altı kablolarının bulunduğu
kısımlar gelişigüzel kazılmadığı sürece insanların can ve mal güvenliklerini
tehlikeye düşürecek, huzur ve esenliklerini bozacak bir durumun bulunmadığı, bu
amaçla ayrıca uyarı levhalarının yerleştirildiği, Hasköy-Akköprü
Enerji İletim Hattı Projesi'nin uluslararası standartlar gözetilerek ve yüksek
kaliteli malzemeler kullanılarak hayata geçirildiği, hukuka aykırı bir işlem ya
da eylem olmadığı gibi telafisi imkânsız bir durumunda bulunmadığı, bu
nedenlerle yürütmenin durdurulması talebinin ve davanın reddinin gerektiği
ifade edilmiştir. Diğer davalı olan Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından
sunulan cevap dilekçesinde yüksek gerilimli iletim hattının yer altına alınması
çalışmalarının bölgede uzmanlarca yapılan titiz incelemelerle ve teknik
çalışmalarla gerçekleştirildiği, insan sağlığına bir zarar oluşturmayacağı,
güzergâhın değişmesi neticesinde boşalan yerlerin yeşil alan olarak kullanılmak
üzere Büyükşehir Belediyesine devredildiği ve bu amaç dışında kullanılmayacağı,
rant elde edildiği şeklindeki iddianın asılsız olduğu ileri sürülmüştür.
15. Anılan iletim hattının bulunduğu mahalde 30/1/2007 tarihinde
yapılan keşif neticesinde şehir planlama uzmanı, elektrik mühendisi ve çevre
mühendisi akademisyenlerden oluşan bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan
raporda, Batı ülkelerinde olduğu gibi yüksek gerilim hatlarının yer altına
alınmasının güvenlik açısından tercih edilen bir yöntem olduğu, bu çerçevede
kabloların özel nitelikli borular içine alınması ve diğer altyapı
sistemlerinden belli mesafede ayrı konulması gerektiği, buna ilişkin esasların
Yönetmelik’te belirlendiği, buradaki esasların TEİAŞ tarafından yerine
getirildiğinin beyan edildiği, söz konusu kabloların yer altından değil de
havai hat üzerinden geçirildiği durumda havai hat güzergâhı üzerinde çeşitli
kamu kuruluşlarına ve özel hukuk kişilerine ait taşınmazların bulunması
nedeniyle tehlike anında ya da müdahale gerektiğinde izin almanın veya
kamulaştırmanın hem uzun zaman aldığı hem de kamu yararına uygun ekonomik bir
tercih olmadığı, havai hat altındaki alanlardan rant sağlanacağı iddiasına
karşı önlemler alınarak bu tür yerlerin yeşil alan olarak kullanılması koşulu
getirildiği, güzergâhın Şehit Makbule Sokak’tan Bando Sokak’a kaydırılmasında
altyapı tesislerinin çokluğu ve yol ortasında çok sayıda rögar bulunması gibi
teknik birtakım gerekçelere dayanıldığı, Bando Sokak’tan güvenlik koşullarına
uygun şekilde geçirilen yer altı kablolarının çevreye bir zararının
bulunmadığı, sokakta yer alan uyarı levhalarının görsel kirlilik ve psikolojik
olarak rahatsızlık oluşturduğu iddia edilmiş ise de şehirlerde bu tür
levhaların çokça bulunduğu, ayrıca güzergâh değişikliği hakkında Çevre ve Orman
Bakanlığı tarafından ÇED olumlu
kararı verildiği belirtilmiş ve yüksek gerilim taşıyan yer altı kablolarının
Bando Sokak’tan geçirilmesinde teknik ve çevresel açıdan, ayrıca şehircilik
ilkeleri bağlamında bir sakınca bulunmadığı şeklinde değerlendirmelere yer
verilmiştir.
16. Ankara 4. İdare Mahkemesi 2006/476 esas sayılı dava
dosyasında verdiği 26/9/2007 tarihli ara kararı ile yürütmenin durdurulması
talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“… Dava dosyasının incelenmesinden, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin bağlı ortaklığı olan Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş.
Genel Müdürlüğü tarafından işletilmekte olan 33/6,3 kV
2*10 MVA kapasiteli Hasköy Dağıtım Merkezinin, yörenin elektrik enerjisi
ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalması nedeniyle anılan saha davalı idareye devredilerek
davalı idarenin 2004 yılı yatırım programında "04.D.03.0620 proje no'lu TEİAŞ Hasköy- Akköprü
89/154kV XLPE yalıtımlı yer altı kablosuyla enerji iletim tesisleri"
projesine yer verildiği, davacının evinin Hasköy GIS TM ile Akköprü
TM arasında yüksek gerilimle enerji iletimine mahsus 89/154 kV
XLPE yer altı kablosu güzergahında kaldığı, projenin kesinleşmesi üzerine
09.03.2005 tarihinde 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 19. maddesi uyarınca
ihale yapıldığı, yüklenici firma ile 13.05.2005 tarihinde sözleşme imzalandığı,
projede Şehit Makbule Sokaktan geçirilmesi planlanan yüksek gerilim hattının
işin devamı esnasında yüklenici firma ile davalı idarenin kontrol elemanları
tarafından yapılan nihai etüd sonucunda davacının
evinin bulunduğu Bando Sokaktan geçirilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.
Mahkememizin 06.06.2006 tarihli kararı ile güzergah değişikliği ile
ilgili olarak yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar
verilmiş olup, bilirkişilerce hazırlanan raporda özetle; yüksek gerilim
hatlarının yer altına döşenmesinin sağlık açısından bir risk oluşturmadığı,
hatların oluşturduğu manyetik ve elektrik alan değerlerinin hattın toprak
altına döşenmesi durumunda çok daha düşük olduğu, güzergahın Şehit Makbule
Sokak yerine Bando Sokaktan geçirilmesi nedeniyle hattın bir miktar uzatıldığı,
trafik akış yönü, sokaktaki ağaç sayısı, sokakta bulunan rögar kapaklarının
sayısı, döşeme sırasında kablo ek yerlerinin nereye gelmesi gerektiği
konularının güzergah belirlenmesinde göz önüne alınması gerektiği, bu hususlar
göz önüne alındığında güzergah değişikliğinin yerinde olduğu, güzergah
değişikliğinde ve yer altına döşenecek kabloların seçiminde Elektrik Kuvvetli
Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun davranıldığı, tesis alanı kapatılmış olduğundan
Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin 58/b/11 maddesinde belirtilen
mesafelere uyulup uyulmadığının tespit edilemediği, belirtilen nedenlerle
yüksek gerilim hattı kablolarının Bando Sokaktan geçirilmesinde teknik,
çevresel ve şehircilik ilkeleri açısından sakınca bulunmadığı ifade edilmiştir.
Bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiş olup, davacı tarafından
özellikle yüksek gerilim kablolarının yer altına döşenmesinde şartnamelere
uyulmadığı, kazı yaptırılması ve uygun olarak döşenip döşenmediğinin tespiti
istenilmiştir.
Mahkememizin 26.06.2007 tarihli kararı ile ek keşif ve bilirkişi
incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş ise de,
26.07.2007 tarihli kararı ile davalı idareden;
Söz konusu alandaki yüksek gerilim kablolarının Elektrik Kuvvetli Akım
Tesisleri Yönetmeliğinin 58/11. maddesine uygun, yani zemin yüzeyinden itibaren
ne kadar derinliğe döşendiğine ilişkin tüm bilgi ve belgelerin istenilmesine,
Söz konusu alanda yüksek gerilim kablolarının yer altına alınmasına
ilişkin ihale yapılıp yapılmadığının, yapıldı ise bu konuda Kamu İhale Kurumuna
itirazen şikayet
başvurusunda bulunulup bulunulmadığının, İdari Yargıda dava konusu edilip
edilmediğinin sorulmasına,
İhale yapıldı ise hazırlanan idari şartname, teknik şartname ve
sözleşmenin bir örneğinin istenilmesine,
İhaleye çıkılmadan önce uygulama projesi, ön veya kesin proje yapılıp
yapılmadığının sorulmasına,
Yapıldı ise söz konusu alanın üzerinde işaretlendiği projelerin
istenilmesine, karar verilmiştir.
Anılan karar üzerine davalı idareden gelen bilgi ve belgelerin
incelenmesinden; işe ait teknik şartnamenin 4.10.1. maddesinde güç kablolarının
yol seviyesinin minimum 1200 mm altına serileceğinin düzenlendiği, yer altına
döşenecek kablolara ilişkin nihai projede asfaltın yol seviyesinden 10 cm.,
betonun 20 cm., ikaz bantlarının 20 cm., stabilize dolgu malzemesinin 30 cm.,
özel yataklama kumunun 40 cm. olmak üzere toplam 120
cm. olduğu, tesiste herhangi bir özür ya da eksiklik olmadığı tespit edilerek
17.05.2006 tarihinde Kabul Kurulu tarafından Geçici Kabul Tutanağı düzenlendiği
görülmektedir.
26. 07.2007 tarihli
kararımız üzerine davalı idareden gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesi
üzerine ek keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasından bu aşamada
vazgeçilmiştir.
26. 07.2007 tarihli
kararımız üzerine davalı idareden gönderilen bilgi ve belgeler ile verilecek
karara esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporunun birlikte
değerlendirilmesi sonucunda; yüksek gerilim hattının söz konusu alanda yer
altına alınması ve güzergah değişikliği yapılması
işleminde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, olayda yukarıda anılan kanun hükmünde öngörülen
şartların gerçekleşmediği anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması isteminin
reddine …oybirliğiyle karar verildi.”
17. Anılan karar karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare
Mahkemesinin 7/11/2007 tarihli ve 2007/5171 Y.D. İtiraz No.lu kararı ile
reddedilmiştir.
18. Dava süreci devam ederken başvurucu tarafından Çevre ve
Orman Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürlüğüne
hitaben sunulan 5/4/2006 tarihli dilekçe ile çevresel etki değerlendirmesinin
gerekli olmadığına dair verilen kararın halka duyurulması konusunda gereğinin yapılmadığı,
yaşadıkları sokağın kazılarak yer altına döşenen yüksek gerilim taşıyan
kablolar nedeniyle can ve mal güvenliklerinin bulunmadığı, 16/12/2003 tarihli
ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel
Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin (ÇED Yönetmeliği) 19. maddesine aykırı
davranıldığı belirtilerek yatırımın durdurulması ve "ÇED gerekli değildir" kararının
iptali talep edilmiştir.
19. 10/5/2006 tarihinde Ankara Valiliği, proje tanıtım
dosyasında taahhüt edilen hususların yerine getirilmesi için ÇED
Yönetmeliği’nin 19. maddesi gereğince TEİAŞ Genel Müdürlüğüne altmış iş günü
süre verilmesi ve taahhütler yerine getirilene kadar söz konusu 154 kV geriliminde Hasköy-Akköprü yer
altı iletim hattına elektrik verilmemesi yönünde karar almıştır.
20. Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından
Valilik makamına sunulan ve proje hakkında değerlendirmeler içeren 21/8/2006
tarihli yazıda, yöre halkından gelen şikâyet dilekçeleri nedeniyle projenin
çevresel bir baskıya neden olacağı, bu nedenle daha ayrıntılı incelenmesi
gerektiği belirtilmiş ve güzergâh değişikliği için ÇED raporu hazırlanmasının
gerekli olduğu yönünde karar verilmesi teklifinde bulunulmuştur. Bu doğrultuda
Ankara Valiliği tarafından ÇED Yönetmeliği’nin 17. maddesi gereğince "ÇED gereklidir" kararı verilmiştir.
21. Ankara Valiliğinden Keçiören Kaymakamlığına gönderilen
6/11/2006 tarihli yazı ile, söz konusu iletim hattı projesi hakkında yörede
oturanlar tarafından iki yüz altmış yedi adet şikâyet dilekçesi sunulduğu, yer
altı kablolarına test amaçlı elektrik verildiği, Valiliğin 10/5/2006 tarihli
kararı gereğince iletim hattına verilen elektriğin 9/10/2006 tarihinde
kesildiği, güzergah değişikliğine ilişkin karar çıkmadan yer altı iletim
hattına elektrik verilmesi nedeniyle TEİAŞ Genel Müdürlüğüne idari para cezası
uygulandığı belirtilmiş ve tüm bu hususlar hakkında halkın bilgilendirilmesi
talep edilmiştir.
22. Bu kapsamda ÇED Yönetmeliği’nin 9. maddesi gereğince yöre
halkının proje hakkında bilgilendirilmesi, görüş ve önerilerinin alınması
amacıyla 18/12/2006 tarihinde halkın katılımı toplantısı gerçekleştirilmiştir.
23. Çevre ve Ormancılık Bakanlığının 12/3/2007 tarihli
yazısından anlaşıldığı üzere söz konusu projede gerçekleştirilen güzergâh
değişikliği hakkında ÇED Yönetmeliği’nin 14. maddesi gereğince “ÇED olumlu" kararı verilmiştir.
24. Başvurucu tarafından sunulan 12/4/2007 tarihli dilekçe ile
anılan ÇED olumlu kararının
yürütmesinin durdurulması ve iptal edilmesi talebiyle Ankara 4. İdare
Mahkemesinde dava açılmıştır. 2007/493 Esas sırasına kaydedilen dava dosyasına
davalı Ankara Valiliği tarafından sunulan 24/7/2007 tarihli cevap dilekçesinde,
başlangıçta proje hakkında ÇED gerekli
değildir kararı verildiği, ihtiyaç üzerine yapılan güzergâh
değişikliğinden sonra ise proje hakkında ÇED
gereklidir kararı verildiği, yöre halkından gelen şikâyetler
nedeniyle projenin çevresel etkilerinin daha kapsamlı incelenmesi gerektiği
kanaatine ulaşıldığı, ÇED Yönetmeliği’nin Ek-I listesinde yer alan projeler ile
ÇED gereklidir kararı verilen
projelerde halkın katılımı toplantılarının düzenlendiği, anılan projenin ÇED
Yönetmeliği’nin Ek-II listesinde yer aldığı, bu nedenle halkın katılımı
toplantısı düzenlenmediği ancak ÇED
gereklidir kararı ile bu yönde bir adım atıldığı, Valilik tarafından
verilen süre içinde proje sahibi tarafından ÇED Yönetmeliği’ne uygun şekilde
gerekliliklerin yerine getirildiği ve verilen ÇED
olumlu kararının hukuka ve teknik düzenlemelere uygun olduğu
belirtilmiştir. Diğer davalı Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından sunulan cevap
dilekçesinde de benzer gerekçelere dayanılmış ve ÇED Yönetmeliği’nin 8. ile 14.
maddelerinde belirtilen usul ve esaslar gözetilerek ÇED sürecinin tamamlandığı
ve ÇED olumlu kararının verildiği
ileri sürülmüştür.
25. Mahkemece verilen 14/11/2007 tarihli ara kararı ile kanunda
öngörülen şartların gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi
reddedilmiştir. Karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin
12/12/2007 tarihli ve 2007/5958 Y.D. İtiraz nolu
kararıyla reddedilmiştir.
26. Başvurucu tarafından Ankara 4. İdare Mahkemesinin E2006/476
sayılı dava dosyasına sunulan 8/1/2008, 19/2/2008, 12/3/2008 ve 7/4/2008
tarihli dilekçeler ile yeni ve tarafsız bir bilirkişi heyeti oluşturulması ve
incelemelerin E.2007/493 sayılı dava dosyasını kapsayacak şekilde yapılması
talep edilmiştir.
27. Bu doğrultuda 11/4/2008 tarihinde dava konusu yüksek gerilim
hattının Bando Sokak’tan geçen bölümü üzerinde yapılan keşif neticesinde
hazırlanan ek bilirkişi raporunda hattın Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri
Yönetmeliği’ne uygun olarak döşendiği ancak teknik şartname hükümlerine aykırı
olarak beton tabaka kalınlığının 20 cm yerine 18 cm olduğu, derinliğin de 120
cm’den az olduğu, davacının işaret ettiği gibi aynı kanallardan geçen su
boruları ve benzeri altyapı tesislerinde oluşabilecek arızalarla ilgilenilirken
diğer kurumların görevlileri tarafından yüksek gerilim hattına müdahale etme,
özensiz çalışarak yapıyı bozma riskinin bulunduğu şeklinde değerlendirmelere
yer verilmiştir.
28. Ankara 4. İdare Mahkemesi 26/6/2008 tarihli ve E.2006/476,
K.2008/1670 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi
şöyledir:
“… Bilirkişi raporunda belirtildiği üzere, yüksek gerilim hattının yer
altına alınmasında Elektrikli Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun
davranıldığı, ancak Yönetmelikte belirtilen mesafelerden daha fazla derinlik
öngörülen Yapım Sözleşmesine 2 noktada uygunluk bulunmadığı anlaşılmakta olup,
tesisin anılan Yönetmeliğe uygun olması nedeniyle, sözleşme hükümlerine
aykırılığın idare tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna davacı, davacı yanında
müdahil ve TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından itiraz edilmiş ise de, bilirkişi raporundaki saptamalar karşısında itirazlar
yerinde bulunmamıştır.
Dosyada var olan bilgi ve belgeler ile verilecek karara esas
alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporlarının birlikte değerlendirilmesi
sonucunda, yüksek gerilim havai hattının yer altına alınmasında, güzergah seçiminde, tesisin yapılmasında ve havai hattın
kaldırılmasıyla boşalacak alanın yeşil alan olarak kullanılmak üzere Ankara
Büyükşehir Belediyesine devredilmesi işlemlerinde anılan mevzuata hükümlerine
ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan, 19.2.2008 tarihli ara kararımız ile, yeşil alan olarak
kullanılmak üzere Ankara Büyükşehir Belediyesine devredilen taşınmazın içinde
yer aldığı herhangi bir plan yapılıp yapılmadığı sorulmuş olup, gelen cevabi
yazıdan; AYKOME kararı ile kaldırılan enerji nakil hattının geçtiği güzergahın
Keçiören Belediye Meclisinin 31.10.1990 tarih ve 259 sayılı kararı ile onanan
Çubuk Çayı ve Çevresi I. Etap İmar Planı kapsamında kaldığı, onaylı imar
planına göre enerji nakil hattının geçtiği güzergahın bir kısmının E=0,10, Hmax=6,50m yapılanma koşullu pazar alanı olarak ayrılırken
diğer kısmının yeşil alan olarak ayrıldığı belirtilmiş olup, söz konusu plan
veya plan tadilatının bu davanın konusu olmaması nedeniyle belirtilen husus
incelenmemiş olup, plan veya plan tadilatının ayrıca dava konusu yapılabileceği
de açıktır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, … oybirliğiyle karar verildi.”
29. Aynı Mahkeme 2007/493 esas sayılı dava hakkında ise
26/6/2008 tarihli ve E.2007/493, K.2008/1654 sayılı kararıyla davanın reddine
karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“… Dava konusu olayda, TEİAŞ Genel Müdürlüğünce havai elektrik hattının
yer altına indirilmesi için hazırlanan proje tanıtım dosyasında davalı
idarelerden gerekli izin alınmaksızın güzergah değişikliği yapılması üzerine
söz konusu hatta elektrik verilmemesine karar verilerek TEİAŞ Genel Müdürlüğü
hakkında idari para cezası verildiği, daha sonradan güzergah değişikliği için
verilen ÇED gereklidir kararına istinaden yapılan incelemeler ve halkın
katılımı toplantısı sonucunda söz konusu proje için ÇED olumlu kararı verildiği
görülmektedir.
Mahkememizin E.200/476 esas numarasına kayden
yine davacılar tarafından açılan yüksek gerilim havai hattının yer altına
alınmasının durdurulmasına ilişkin başvurunun reddine yönelik 26.1.2006 gün ve
414 sayılı TEİAŞ Genel Müdürlüğü işlemi ile yüksek gerilim havai hattının
kaldırılması ile ortaya çıkacak yeşil alanın Ankara Büyükşehir Belediyesine
devrine ilişkin 20.7.2005 gün ve 204 sayılı davalı Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanlığı AYKOME ara genel kurul kararının iptali istemli davada güzergah
değişikliği ile ilgili olarak yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına karar verilmiş olup yapılan keşif sonucunda düzenlenen bilirkişi
raporunda özetle; yüksek gerilim hatlarının yer altına döşenmesinin sağlık
açısından bir risk oluşturmadığı, hatların oluşturduğu manyetik ve elektrik
alan değerlerinin hattın toprak altına döşenmesi durumunda çok daha düşük
olduğu, güzergahın Şehit Makbule Sokak yerine Bando Sokaktan geçirilmesi
nedeniyle hattın bir miktar uzatıldığı, trafik akış yönü, sokaktaki ağaç
sayısı, sokakta bulunan rögar kapaklarının sayısı, döşeme sırasında kablo ek
yerlerinin nereye gelmesi gerektiği konularının güzergah belirlenmesinde göz
önüne alınması gerektiği, bu hususlar göz önüne alındığında güzergah
değişikliğinin yerinde olduğu, güzergah değişikliğinde ve yer altına döşenecek
kabloların seçiminde Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun
davranıldığı, tesis alanı kapatılmış olduğundan Elektrik Kuvvetli Akım
Tesisleri Yönetmeliğinin 58/b/11 maddesinde belirtilen mesafelere uyulup
uyulmadığının tespit edilemediği, belirtilen nedenlerle yüksek gerilim hattı
kablolarının Bando Sokaktan geçirilmesinde teknik, çevresel ve şehircilik
ilkeleri açısından sakınca bulunmadığı ifade edilmiştir.
Bu durumda TEİAŞ tarafından hazırlanan projenin ilk halinde elektrik
hattının Şehit Makbule Sokaktan geçirilmesi öngörülmüş ise de yukarıda söz
edilen bilirkişi raporu ile de tespit edildiği üzere adı geçen sokağın konumu,
altyapının sıkışık olması ve yer altı kablo kanalı için uygun genişlik
bulunmaması nedeniyle güzergah değişikliğine gidilmesi üzerine Çevresel Etki Değerlendirmesi
Yönetmeliğinde öngörülen koşullara uygun olarak güzergah değişikliğine ilişkin
proje hakkında “ÇED olumlu” kararı verilmesine yönelik tesis edilen dava konusu
işlemlerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,…
oybirliğiyle karar verildi.”
30. Ankara 4. İdare Mahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve
E.2006/476, K.2008/1670 sayılı kararına karşı yürütmenin durdurulması ve bozma
talebiyle temyiz başvurusunda bulunulmuş; anılan karar Danıştay 6. Dairesinin
16/11/2009 tarihli ve E.2009/4375, K.2009/11132 sayılı ilamıyla onanarak
kesinleşmiştir.
31. Ayrıca Ankara 4. İdare Mahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve
E.2007/493, K.2008/1654 sayılı kararına karşı yürütmenin durdurulması ve bozma
talebiyle temyiz başvurusunda bulunulmuş ise de yürütmenin durdurulması talebi
Danıştay 6. Dairesi tarafından 20/10/2009 tarihinde reddedilmiş ve anılan
karar, aynı Dairenin 5/10/2010 tarihli ve E.2008/9842, K.2010/8768 sayılı ilamıyla
onanmış; karar düzeltme talebi de Danıştay 14. Dairesinin 12/6/2013 tarihli ve
E.2011/10699, K.2013/4867 sayılı ilamıyla reddedilerek kesinleşmiştir.
32. Danıştay 14. Dairesi tarafından verilen 12/6/2013 tarihli
nihai karar 12/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu
tarafından 29/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
33. 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu’nun “Elektrik piyasası faaliyetleri”
kenar başlıklı mülga 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Elektrik piyasası faaliyetleri bu Kanun hükümlerine göre piyasada
faaliyet gösterecek tüzel kişilerin üretim, iletim, dağıtım, toptan satış,
perakende satış, perakende satış hizmeti, ticaret, ithalat ve ihracat
faaliyetleridir.
Piyasada faaliyet gösterecek tüzel kişilerin faaliyetlerinde uymaları
gereken usul ve esaslar bu Kanun ve ilgili yönetmeliklerle düzenlenir.
…
b) İletim faaliyeti gösterebilecek tüzel kişiler: Elektrik enerjisi
iletim faaliyetleri Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından
yürütülür.
Kamu mülkiyetindeki tüm iletim tesislerini devralmak, kurulması
öngörülen yeni iletim tesisleri için iletim yatırım planı yapmak, yeni iletim
tesislerini kurmak ve işletmek, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketinin
görevidir.
(Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./2. md.) Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi; ayrıca, Kurul
onayına tabi olan iletim, bağlantı ve sistem kullanım tarifelerini ve şebeke
yönetmeliğini hazırlar, revize eder, denetler ve yük dağıtımı ile frekans
kontrolünü gerçekleştirir, iletim sisteminde ikame ve kapasite artırımı yapar,
gerçek zamanlı sistem güvenilirliğini izler, sistem güvenilirliğini ve elektrik
enerjisinin öngörülen kalite koşullarında sunulmasını sağlamak üzere gerekli
yan hizmetleri belirler ve bu hizmetleri Yan Hizmetler Yönetmeliği hükümleri
doğrultusunda sağlar.
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, Bakanlığın kararı doğrultusunda
uluslararası enterkonneksiyon çalışmalarını yapar,
iletim sistemine bağlı ve/veya bağlanacak olan serbest tüketiciler dahil tüm
sistem kullanıcılarına şebeke yönetmeliği ve iletim lisansı hükümleri
doğrultusunda eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin iletim ve bağlantı
hizmeti sunar.
Piyasanın gelişimine bağlı olarak Kurul kararı doğrultusunda yeni
ticaret yöntemleri ve satış kanallarının uygulanabilmesine yönelik alt yapının
geliştirilmesi ve uygulanması Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından
yürütülür.
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, yönetmelik çerçevesinde,
dağıtım şirketleri tarafından hazırlanan talep tahminlerini esas alarak üretim
kapasite projeksiyonunu hazırlar ve Kurul onayına sunar.
(Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./2. md.) İletim şebekesi dışında, ulusal iletim sistemi için
geçerli standartlara uygun olan ve üretim faaliyeti gösteren tüzel kişinin
lisansı kapsamındaki üretim tesisi ile müşterileri ve/veya iştirakleri ve/veya
serbest tüketiciler arasında özel direkt hat tesisi, Türkiye Elektrik İletim
Anonim Şirketi ile üretim faaliyeti gösteren tüzel kişi arasında yapılacak
kontrol anlaşması ile mümkündür.
(Ek paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./2. md.) Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, uluslararası enterkonneksiyon hatlarının ulusal sınırlar dışında kalan
kısmının tesisi ve işletilmesini yapabilir ve/veya bu amaçla uluslararası
şirket kurabilir ve/veya kurulmuş uluslararası şirketlere ortak olabilir ve
bölgesel piyasaların işletilmesine ilişkin organizasyonlara katılabilir.
c) Dağıtım faaliyeti gösterebilecek tüzel kişiler: Elektrik enerjisi
dağıtım faaliyetleri, dağıtım şirketleri tarafından lisanslarında belirlenen
bölgelerde yürütülür.
Dağıtım şirketleri, bulundukları dağıtım bölgesinde, başka bir
tedarikçiden elektrik enerjisi ve/veya kapasite temin edemeyen tüketiciler
bulunması halinde, perakende satış lisansı alarak bu tüketicilere perakende
satış yapmak ve/veya perakende satış hizmeti vermekle yükümlüdür.
Dağıtım şirketleri, bölgelerinde, başka perakende satış şirketi ve/veya
şirketleri bulunsa dahi perakende satış lisansı almak suretiyle tüketicilere
perakende satış yapabilir ve/veya perakende satış hizmeti verebilir.
Lisanslarında belirtilen bölgelerdeki dağıtım tesislerini işleten
ve/veya sahip olan dağıtım şirketleri, bu tesislerin yenileme, ikame ve
kapasite artırım yatırımlarını yapar, dağıtım sistemine bağlı ve/veya
bağlanacak olan serbest tüketiciler dahil tüm sistem kullanıcılarına, dağıtım
lisanslarının hüküm ve şartları ve dağıtım yönetmeliği hükümleri doğrultusunda
ve yönetmelikte belirlenecek süreler içinde eşit taraflar arasında ayrım
gözetmeksizin elektrik enerjisi dağıtımı ve bağlantı hizmeti sunar.
(Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./2. md.) Dağıtım şirketleri, Yan Hizmetler Yönetmeliği
hükümleri doğrultusunda yan hizmetleri sağlar.
Yönetmelik çerçevesinde, dağıtım lisanslarında belirlenen bölgelerde
talep tahminlerinin hazırlanması ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketine
bildirilmesi görevi dağıtım şirketlerine aittir. Kurul bu talep tahminlerini
onaylar ve tahminler Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından
yayımlanır.
Mülkiyeti kamuda olan dağıtım tesislerinin, Kurul onaylı talep
tahminleri doğrultusunda yatırım planlarının hazırlanması ve Kurul onayına
sunulması, onaylanan yatırım planı uyarınca yatırım programına alınan, dağıtım
tesislerindeki gerekli iyileştirme ve güçlendirme işlerinin gerçekleştirilmesi
ve/veya yeni dağıtım tesislerinin inşa edilmesi görevi söz konusu dağıtım
tesislerini işleten dağıtım şirketlerine aittir.
…”
34. 2/3/2001 tarihli ve 24334 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 5/2/2001 tarihli ve 2001/2026 sayılı Bakanlar Kurulu Kararname’nin
eki 1. maddesi şöyledir:
“Elektrik üretimi, yük tevzii ve işletme
planlaması hizmetlerini yürütmek üzere “Türkiye Elektrik İletim Anonim
Şirketi”, … unvanlarında … iktisadi devlet teşekkülü kurulmuştur.”
35. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Çevresel etki değerlendirilmesi” kenar
başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına
yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi
Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.
Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki
Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay,
izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma
başlanamaz ve ihale edilemez.
Petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetleri, Çevresel Etki
Değerlendirmesi kapsamı dışındadır.
Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel
Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl
ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.”
36. Başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan
16/12/2003 tarihli ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin “Yetki” kenar başlıklı 5. maddesi
şöyledir:
“Bu Yönetmeliğe tabi projeler hakkında “Çevresel Etki Değerlendirmesi
Olumlu”, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz”, “Çevresel Etki
Değerlendirmesi Gereklidir” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli
Değildir” kararlarını verme yetkisi Bakanlığa aittir. Ancak Bakanlık gerekli
gördüğü durumlarda “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” veya “Çevresel
Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararının verilmesi konusundaki
yetkisini, sınırlarını belirleyerek Valiliklere devredebilir.”
37. Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel
Etki Değerlendirmesine Tabi Projeler” kenar başlıklı 7. maddesi
şöyledir:
“Bu Yönetmeliğin;
a) EK-I listesinde yer alan projeler ile,
b) Ek-II listesinde bulunup
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” kararı verilen projeler için
Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hazırlanması zorunludur.”
38. Belirtilen Yönetmelik’in “Halkın
Katılımı Toplantısı” kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“Komisyonun Kapsam belirleme toplantısından önce, halkı yatırım hakkında
bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere proje sahibi
tarafından projenin gerçekleştirileceği yerde Bakanlık ile mutabakat sağlanarak
belirlenen tarihte, halkın katılımı toplantısı düzenlenir. Çevresel Etki
Değerlendirmesi sürecinden önce proje sahibi tarafından, halkı bilgilendirmek
amacıyla anket, seminer vb. çalışmalar yapılabilir.
a) Toplantı yeri Valilik ve proje sahibi tarafından belirlenir ve
Valilik tarafından Bakanlığa bildirilir. Toplantı için projeden en çok etkilenmesi
beklenen yöre halkının kolaylıkla ulaşabileceği merkezi bir yerin seçilmesine
özen gösterilir.
b) Proje sahibi, toplantı tarihini, saatini, yerini ve konusunu
belirten bir ilanı ulusal düzeyde yayımlanan bir gazete ile o yörede yayımlanan
yerel bir gazetede toplantı tarihinden en az üç gün önce yayınlatır.
c) Toplantı İl Çevre ve Orman Müdürünün veya görevlendireceği bir
yetkilinin başkanlığında yapılır. Toplantıda; halkın proje hakkında
bilgilendirilmesi, görüş ve önerilerinin alınması sağlanır. Başkan
katılımcılardan görüşlerini yazılı olarak vermelerini isteyebilir. Toplantı
tutanağı, bir sureti Valilikte kalmak üzere Bakanlığa gönderilir.
Komisyon üyeleri, 8 inci madde de belirlendiği şekilde kendi
isteklerine bağlı olarak Kapsam belirleme toplantısı öncesinde proje uygulama
yerini inceleyebilir, kendilerine iletilen tarihe göre halkın katılımı
toplantısına katılabilirler. Halkın katılımı toplantısı çalışmaları ile ilgili sekreterya hizmeti, İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından
yürütülür.”
39. Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel
Etki Değerlendirmesi Olumlu veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz Kararı”
kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Bakanlık, komisyonun rapor hakkındaki çalışmalarını dikkate alarak beş
işgünü içinde proje için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu”ya
da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verir, bu kararı proje
sahibine ve ilgili kurum ve kuruluşlara yazılı olarak bildirir. Valilik, alınan
kararı gerekçeleri ile beraber uygun araçlarla yöre halkına duyurur.
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı verilen proje için beş
yıl içinde yatırıma başlanmaması durumunda “Çevresel Etki Değerlendirmesi
Olumlu” kararı geçersiz sayılır.
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verilen projeler için
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verilmesine neden olan
koşulların tamamında değişiklik olması durumunda proje sahibi yeniden başvuruda
bulunabilir.”
40. Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel
Etki Değerlendirmesi Gereklidir veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli
Değildir Kararı” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“Bakanlık 15 inci maddenin (a), (b), (c) bendinde yer alan projeleri,
EK-IV’deki kriterler çerçevesinde inceler ve
değerlendirir. Bakanlık, bu aşamada gerekli görülmesi halinde proje sahibinden
projesi ile ilgili geniş kapsamlı bilgi vermesini, araç gereç sağlamasını,
yeterliği kabul edilebilir kuruluşlarca analiz, deney ve ölçümler yapmasını
veya yaptırmasını isteyebilir.
Bakanlık on beş işgünü içinde inceleme ve değerlendirmelerini
tamamlayarak proje hakkında “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” veya
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararını beş işgünü içinde
verir, kararı Valiliğe ve proje sahibine bildirir. Valilik bu kararı taşra
teşkilatlarına ve halka duyurur.
Çevresel Etki Değerlendirmesi gerekli değildir kararı verilen proje
için 5 yıl içinde yatırıma başlanmaması durumunda Çevresel Etki Değerlendirmesi
gerekli değildir kararı geçersiz sayılır.
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” kararı alınan projeler 7 nci madde uyarınca Çevresel Etki
Değerlendirmesine tabidir. Bir yıl içinde 8 inci maddeye göre Çevresel Etki
Değerlendirmesi sürecinin başlatılmaması durumunda başvuru geçersiz sayılır.”
41. Belirtilen Yönetmelik’in “Yönetmeliğe
Aykırı Uygulamaların Durdurulması” kenar başlıklı 19. maddesi
şöyledir:
“Bu Yönetmelik kapsamındaki projelerde;
a) “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi
Gerekli Değildir” kararı alınmadan yatırıma başlandığının tespit edilmesi durumunda,Valilik tarafından
yatırım durdurulur. “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” ya da “Çevresel Etki
Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadıkça durdurma kararı
kaldırılmaz.
b) “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı ya da “Çevresel Etki
Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı verildikten sonra, proje sahibi
tarafından Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyasında
taahhüt edilen hususlara uyulmadığının tespit edilmesi durumunda sözkonusu taahhütlere uyulması için Bakanlıkça da uygun
görülmesi halinde Valilikçe bir defaya mahsus olmak üzere süre verilebilir. Bu
süre sonunda taahhüt edilen hususlara uyulmaz ise yatırım durdurulur.
Yükümlülükler yerine getirilmedikçe durdurma kararı kaldırılmaz.”
42. Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nin 58. maddesi
şöyledir:
“Bu Yönetmeliğin kapsamına giren tesislerde Türk Standartlarına uygun
kablolar kullanılacaktır. Bunlar bulunmadığında Madde 1‘de belirtilen
standartlara uygun kablolar kullanılacaktır.
…
b) Kabloların döşenmesi:
1) Yer altı kablolarının döşendikleri yerler kimyasal, mekanik ve ısıl
etkilerden olabildiğince uzak ya da bunlara karşı korunmuş olmalıdır.
…
11) Yeraltına döşenecek kablolar, sokak ve alanlarda en az 80 cm
derinliğe gömülmelidir. Bu yerlerin dışında en az 60 cm olmalıdır. Bu derinlik
zorunlu durumlarda özel koruyucu önlemler alınarak 20 cm dolaylarında
azaltılabilir.
…
e) Kablo yerlerinin işaretlenmesi:
Kablo tesisleri bulunan kuruluşlar, bunların yerlerini tam olarak
işaretleyerek bu kabloların geçiş güzergahlarını gösteren planları, belediye ve
mücavir alan sınırları içinde ilgili belediyelere, diğer yerlerde de ilgili
mülki idare amirliklerine vermelidir. Yer altı kablo güzergahları kaplamasız
yerlerde işaretli beton kazıklarla, kaplamalı yerlerde oyulmuş işaretlerle belirtilmelidir.
Şöyle ki güzergahı görünmeyen kablolar (mesela hendek içindekiler), kablo
güzergahı ve niteliği anlaşılacak şekilde işaretlenmelidir. Bu çerçevede düz
güzergah maksimum 100 m‘de bir, ek ve branşman yerleri dönüş noktaları vb. yanılgıyı önleyecek
şekilde işaretlenmelidir. Bu işaretler yerine göre beton kazık, pirinç veya
döküm levha ya da kaldırım kaplamasında oyulmak suretiyle yapılmalıdır.
…”
43. 1992 yılında Rio de Janeiro'da yapılan Birleşmiş Milletler
Çevre ve Kalkınma Konferansı sonucunda kabul edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine
Rio Bildirisi’nin 10 numaralı prensibi şöyledir:
“Çevre sorunlarını ele almanın en iyi şekli ve uygun olan çözüm konuyla
ilgili her aşamada ilgili bütün vatandaşların kararlara katılımını sağlamaktır.
Ulusal düzeyde, her kişi, tehlikeli faaliyet ve maddeler ile ilgili bilgiler
dahil olmak üzere, kamu makamlarının sahip olduğu çevre ile ilgili tüm
bilgilere ulaşabilmeli ve karar alma sürecine katılma olanağına sahip
olmalıdır. Devletler, bu bilgilere halkın ulaşmasını sağlamalı ve ayrıca halkın
alınacak kararlara katılımını ve duyarlılığını kolaylaştırmalı ve
özendirmelidir. Devletler ayrıca ilgililerin bu konuda yapabilecekleri idari ve
yargısal başvuru haklarının kolaylaştırılmasını sağlamalıdır.”
44. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin çevre ve insan
haklarına ilişkin 27/6/2003 tarihli ve 1614 sayılı Tavsiye Kararı'nın ilgili
kısmı şöyledir:
“Parlamenterler Meclisi, üye Devletlerin hükümetlerine şu hususları
tavsiye eder:
i) Hükümetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2., 3. ve 8.
maddelerinde ve Sözleşme’nin eki Protokol’ün 1.maddesinde güvence altına
alındığı gibi, kişinin yaşam hakkı, sağlık hakkı, özel yaşamı ve aile yaşamı
ile vücut ve mal bütünlüğünü, özellikle çevrenin korunması gerekliliğini de gözönüne alarak, etkili biçimde koruyucu tedbirler
almalıdır.
ii) Hükümetler, tercihen anayasal düzeyde ve fakat en azından yasal
düzenlemeler sonucunda çevre hakkının Devlet açısından mutlak olarak korunması
gereken nesnel bir insan hakkı olduğunu kabul etmelidirler.
iii) Hükümetler, Aarhus Anlaşmasında kabul edildiği üzere, çevre
alanında bireylerin bilgi edinme ve alınan kararlara katılım hakları ile
kişisel nitelikteki yargısal başvuru haklarını güvence altına almayı kabul
etmelidirler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
45. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
46. Başvurucu; Hasköy-Akköprü Enerji
İletim Hattı Projesi kapsamında belirlenen güzergâhlarda havai hattın yer
altına alınması işlemlerine başlandığını, TEİAŞ tarafından proje kapsamında
verilen taahhütnameye aykırı şekilde rant sağlama amacıyla güzergâhın keyfî
olarak değiştirildiğini, değiştirilen güzergâhın konutunun bulunduğu ve uzun
yıllardır ikamet ettiği iki tarafı iskânlı olan sokağı da kapsadığını, 154 kV değerinde yüksek gerilim taşıyan kabloların yer altına
alınması amacıyla sokakta yapılan kazı çalışmaları ile söz konusu idari
tasarruftan haberdar olduklarını, yüksek gerilim taşıyan kabloların yer altına
alınması hâlinde ortaya çıkacak can ve mal güvenliği riski nedeniyle başta
TEİAŞ olmak üzere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Orman
Bakanlığı, Ankara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı gibi kamu
kurum ve kuruluşlarına hem kendisinin hem de mahallenin diğer sakinlerinin
defalarca şikâyetlerde bulunduğunu, bu doğrultuda projenin gereklerinin yerine
getirilmemesi nedeniyle Ankara Valiliği tarafından projenin geçici olarak durdurulduğunu,
akabinde çevresel bir baskı oluşturulduğu gerekçesiyle ÇED gerekli değildir kararının
kaldırılarak ÇED gereklidir kararı
verildiğini, bu kapsamda yapılan halkın katılımı toplantılarının güzergâh
değişikliğine ilişkin işlemler bittikten sonra gerçekleştirildiğini, idari
makamlarca usulen yürütülen süreç neticesinde güzergâh değişikliği planı için ÇED olumlu kararı verildiğini, iletim
hattına elektrik akışının durdurulması ve kamu yararına uygun şekilde hattın
kaldırılarak daha güvenli olan yerlere aktarılması talebiyle idari yargıda dava
açtığını, ayrıca ÇED olumlu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptal
edilmesi talebiyle yine idari yargıda ayrı bir dava açtığını, yer altı yüksek
gerilim iletim hatlarının nüfus yoğunluğu az olan yerlerden geçirilmesi
gerekirken altyapısının ve trafiğinin sıkışık olduğu Bando Sokak’ın tercih
edilmesi nedeniyle can ve mal güvenliklerinin hiçe sayıldığını, mahalle
sakinleri olarak huzur ve esenliklerinin kalmadığını, ayrıca iletim hattının
yer altına döşenmesi nedeniyle sokakta yoğun şekilde bulunan altyapı
tesisatlarının zarar gördüğünü, inşaat mühendisi olarak uzun yıllar kamu
görevlisi olarak toplu konut projelerinde görevler alması nedeniyle yüksek
gerilimli yer altı kablolarının ne tür ölümcül tehlikelere yol açacağını
öngördüğünden bu konuda tüm idari ve yargısal yollara başvurduğunu, açtığı her
iki davanın reddedilmesi nedeniyle iletim hattının kalıcı hâle getirildiğini,
bu nedenle elli yıldır ikamet ettiği konutundan ayrılarak kiracı olarak başka
bir muhite taşınmak zorunda kaldığını, bu süreçte stres ve endişe içinde
yaşadığını, kamu görevlilerinin şantaj ve tehditlerine maruz kaldığını,
kendisinin ve ailesinin maddi ve manevi kayba uğradığını, tüm bu nedenlerden
dolayı sağlığının bozulduğunu, ayrıca yargılamalarda görev alan hâkimlerin
idari tasarruflarla görevlerinden alınarak yargıya müdahale edildiğini,
bilirkişi heyetlerinin talep ettiği vasıfları haiz kişilerden
oluşturulmadığını, Mahkemelerce usul ve esas kurallarına uygun hareket
edilmediğini, dava süreçlerinin yedi yıl devam etmesi nedeniyle makul sürede
yargılama yapılmadığını belirterek Anayasa'nın 5., 6., 9., 12., 17., 23., 35.,
36., 40. ve 56. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüş; ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’nın 5., 6., 9.,
12., 17., 23., 35., 36., 40. ve 56. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiği iddia edilmiş olmakla beraber ihlal iddialarının mahiyeti gereği,
başvurunun maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile makul
sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
48. Başvurunun incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve
Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvurucu, yüksek gerilim taşıyan iletim kablolarının yer
altına alınması amacıyla yürütülen proje kapsamında belirlenen güzergâhın
konutunun bulunduğu sokağı da kapsayacak şekilde sonradan değiştirilmesi ve bu
doğrultuda idare tarafından gerçekleştirilen işlem, eylem ya ihmaller nedeniyle
kendisinin ve aile bireylerinin can ve mal güvenliklerinin tehlikeye düştüğünü,
huzur ve esenliklerinin kaybolduğunu, bu süreçte stres ve sıkıntılar yaşayarak
sağlığını kaybettiğini ve tüm bunlara neden olan söz konusu iletim hattının
yaşadıkları sokaktan kaldırılması talebiyle açtığı davaların reddedildiğini
belirterek Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
50. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa’nın sağlıklı bir çevrede
yaşama hakkına ilişkin hükümlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 8. maddesi ile bu maddeye ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince
(AİHM) oluşturulan içtihat ışığında yorumlanması gerektiği, söz konusu çevresel
rahatsızlığın başvurucunun yaşam tarzı ve sağlığı üzerinde bir etkisinin olup
olmadığı hususunun tespit edilmesi gerektiği, bu kapsamda başvurucunun
iddialarının yerel makamlarca incelendiği belirtilmiş ve sağlıklı bir çevrede
yaşama hakkı bağlamında AİHM içtihadına yansıyan dava örneklerine yer
verilmiştir.
51. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan
dilekçesinde söz konusu yer altı iletim hattının 154 kV
değerinde yüksek gerilim taşıdığını hatırlatmış ve bu türden kabloların yüksek
voltaj nedeniyle ısınması nedeniyle yakınındaki tesisatların
bozulmasına yol açtığını, yapılacak kazı çalışmalarında temasa açık ölümcül bir
risk oluşturduğunu, bunun yanında hat güzergâhı üzerinde elektromanyetik alanın
oluştuğunu, nüfus yoğunluğunun yüksek olması nedeniyle tüm bunların neden
olacağı can ve mal tehlikesinin birçok insanı telafisi imkânsız şekilde
etkileyeceğini, idari ve yargısal makamlar tarafından korunma sağlanmadığını
belirterek başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
52. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
53. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir.”
54. Anayasa’nın “Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak
ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
55. Anayasa’nın “Çalışma ve
sözleşme hürriyeti” kenar başlıklı 48. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
“Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal
amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak
tedbirleri alır.”
56. Sözleşme’nin “Özel ve
aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
57. Özel hayat alanına dâhil olan tüm hukuksal çıkarlar
Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu
hukuksal çıkarların, Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği
görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin
kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına
karşılık gelmektedir. Bunun dışında özel hayat kavramına dâhil bir kısım
hukuksal değerin Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlendiği, özel hayatın diğer
alt kategorileri olarak ele alınan haberleşmenin gizliliği ve konuta saygı
hakkının ise Anayasa’nın 21. ve 22. maddelerinde güvence altına alındığı
görülmektedir. Bu kapsamda Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan hakların temel
olarak Anayasa’nın 17., 20., 21. ve 22. maddelerinde düzenlendiği
anlaşılmaktadır (Mehmet Kurt [GK],
B. No: 2013/2552, 25/2/2016, § 44).
58. Özel hayatın korunması kapsamında kişiliğin serbestçe
geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhildir. Bu
bağlamda kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin hukuksal çıkarı da özel
hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınmaktadır. Fiziksel ve ruhsal
bütünlük hakkı kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlardan biri de
sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıdır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014).
59. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının anayasal anlamda
normatif dayanağı 56. madde hükmünde yer verilen herkesin sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu yönündeki düzenlemedir. Ancak söz
konusu hüküm, Anayasa’nın sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde yer
almaktadır. Anayasa’nın bireysel başvuru hakkının düzenlendiği 148. maddesinin
üçüncü fıkrasında “Herkes, Anayasada güvence
altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” hükmüne yer verilmek suretiyle
Anayasa’da yer alan ikinci ve üçüncü kuşak hakların ihlal edildiği iddiasıyla
bireysel başvuruda bulunulamayacağı ifade edilmekle birlikte sağlıklı bir
çevrede yaşama hakkının, Anayasa’nın fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması
ile ilgili hukuksal çıkarları ihtiva eden 17. maddesi, özel ve aile hayatına
saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını düzenleyen
21. maddesi ile bağlantılı olarak ve söz konusu hükümlerde yer alan hukuksal
çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir (Mehmet Kurt, § 46).
60. Özel hayat kavramı eksiksiz tanımı bulunmayan geniş bir
kavram olup bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece
belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli
olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının
sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu
pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata
saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 26). Çevresel rahatsızlıklarla ilgili ihlal
iddiaları kapsamında da, ağırlıklı olarak devletin
pozitif yükümlülüklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
61. Çevre hakkı bağlamında özel hayata, aile hayatına ve konuta
saygı hakkı, sadece kamusal müdahalelere karşı korunmamakta; pozitif
yükümlülükler doktrini uyarınca bu koruma özel kişilerden kaynaklanan
müdahaleler kapsamında da gündeme gelmektedir (Mehmet
Kurt, § 48).
62. Anayasa’da pozitif yükümlülüklere ve temel hakların yatay
ilişkilere uygulanmasına gönderme yapan çok sayıda düzenleme bulunmaktadır. Bu
kapsamda Anayasa’nın 176. maddesine göre metne dâhil sayılan başlangıç
bölümünün yedinci paragrafında “Topluca Türk
vatandaşlarının (….) birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı (...)”
göstermesi hususundan bahsedilmekte, Anayasa’nın devletin temel amaç ve
görevlerini belirleyen5. maddesinde ise“(…),
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmak” ifadelerine yer verilmektedir. Bunun yanı sıra Anayasa’nın
bağlayıcılığı ve üstünlüğüne ilişkin 11. madde gereğince Anayasa hükümleri
yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarının yanında diğer kuruluş
ve kişileri de bağlayan temel hukuk kuralları olup Anayasa’da tanımlanan hak ve
özgürlükler tüm bireyler bakımından güvence altındadır. Temel hak ve
hürriyetlerin niteliği başlıklı 12. madde gereğince “(...) temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer
kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder”. Anayasa’nın “hakkın kötüye kullanılmasına” ilişkin
14. maddesinin ikinci fıkrası ise Anayasa hükümlerinden hiçbirinin devlete veya
kişilere, Anayasa'yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya
Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir
faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacağını ifade ederek
hem bireylere hem de devlete hitap etmekte ve temel hakların etkin kullanımı
noktasında kamusal makamlara düşen pozitif yükümlülükler ile temel hakların
yatay ilişkilere uygulanmasının normatif dayanaklarından birini oluşturmaktadır
(Mehmet Kurt, § 49).
63. Belirtilen genel nitelikteki düzenlemelerin yanı sıra ve
özellikle çevresel meseleler bağlamında Anayasa’nın çevreyi geliştirme, çevre
sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ödevleri arasında
olduğunu belirten 56. maddesinin ikinci fıkrasının da kamusal makamların
çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin tespiti ve
değerlendirilmesi hususunda gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de genel olarak
çevresel kirlenmeye yer verildiği, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden
ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın devletin görevi
olduğunun, çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi
koruyucu fiilî tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğunun belirtildiği, bu
kapsamda devletin hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve
geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiğinin vurgulandığı ve bu
suretle çevresel meselelerde devletin pozitif yükümlülüklerine işaret edildiği
görülmektedir (Mehmet Kurt, §
50).
64. Çevresel kirliliğe dayalı şikâyetlerin genellikle özel
teşebbüslerin faaliyetleri çerçevesinde gündeme geldiği dikkate alındığında
Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin
gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde
çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” şeklindeki düzenlemenin de
kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin
normatif dayanaklarından birini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hüküm
aynı zamanda ilgili faaliyete ilişkin kamusal menfaat ile bireyin maddi ve
manevi varlığının korunması ve geliştirilmesine ilişkin menfaat arasında
gözetilmesi gereken dengeye de vurgu yapmaktadır (Mehmet Kurt, § 51).
65. Çevre hakkı, gerek yaşam hakkıyla
gerekse sağlık hakkıyla olan yakın ilişkisi nedeniyle bugünkü nesli hatta daha
çok gelecek nesilleri ilgilendirdiğinden günümüzde çok daha önemli hâle
gelmektedir. Çevrenin kirlendikten ve bozulduktan sonra eski hâline
getirilmesinin çok güç ve külfetli olması hatta kimi zaman mümkün olmaması
nedeniyle, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve
faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesi;
kirlenen çevrenin temizlenmesi veya bozulan çevrenin onarılması yerine,
kirliliği ve bozulmayı önleyici tedbirlere ağırlık verilmesi gerekmektedir
(AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014; E.2006/99, K.2009/9, 15/1/2009).
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, getirilecek kuralın, ekonomik,
bürokratik ve fiilî yükümlülüklere yol açacağı ve üretim faaliyetlerinin
etkileneceği gerekçeleriyle vazgeçilecek haklardan değildir (AYM, E.2011/110,
K.2012/79, 24/5/2012).
66. Çevre kavramının üzerinde uzlaşılmış bir tanımı bulunmamakla
birlikte genel olarak hava, su, toprak, flora ve fauna gibi doğal kaynakları ve
bunların karşılıklı etkileşimini kapsadığı ifade edilmekte; 2872 sayılı
Kanun’da ise çevre kavramının, canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini
sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik,
fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı ifade edecek şekilde ele alındığı
anlaşılmaktadır (Mehmet Kurt, §
53).
67. Söz konusu tanımlar kapsamında çevrenin kendi başına bir
değer olarak korunduğu izlenimi ortaya çıkmakla birlikte çevre merkezli
yaklaşım olarak da adlandırılabilecek olan ve çevrenin kendi başına bir değer
olarak korunması gerekliliğine işaret eden ekolojik yaklaşımın, yerini insan
hakları ile çevrenin korunması arasında açık bir bağ olduğu düşüncesine
bıraktığı görülmektedir. Bu kapsamda çevreye insan merkezli bir anlayışla
yaklaşıldığı, çevre ile nitelikli yaşam ve sağlık arasında bir bağ kurulduğu,
çevresel insan hakları bağlamında değerlendirilebilecek olan birçok
uluslararası metnin de çevrenin korunması ile insan sağlığı ve esenliği
arasında bir bağ kurulması ile oluştuğu anlaşılmaktadır (bkz. § 43). Avrupa
Konseyi düzleminde Parlamenterler Meclisinin sağlıklı bir çevrede yaşama
hakkına ilişkin bir ek protokol hazırlanmasına yönelik tavsiye kararları da
çevresel insan hakları konusundaki dikkate değer metinler arasında yer
almaktadır (bkz. § 44).
68. Sözleşme’de de sağlıklı bir
çevrede yaşama hakkı şeklinde belirli bir hak normatif olarak öngörülmemiştir (Bor/Macaristan, B. No: 50474/08,
18/6/2013, § 24). Bununla birlikte çervesel
meseleler, Sözleşme’nin 2., 3., 6. ve 8. maddeleri ile Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi çerçevesinde AİHM tarafından
değerlendirilmektedir (Brincat ve diğerleri/Malta, B. No: 60908/11,
24/7/2014, §§ 103-117).
69. Çevresel meselelerin sıklıkla çevresel kirlilik bağlamında
AİHM önüne taşındığı ve Mahkemece söz konusu çevresel rahatsızlığın devletin
veya özel kişilerin faaliyetleri sonucunda oluşması arasında bir ayırım
gözetilmeksizin Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınan
hukuksal çıkarlarla bağlantı kurulmak suretiyle incelendiği anlaşılmaktadır (Bor/Macaristan, § 25). Belirtilen
değerlendirmeler kapsamında Mahkemenin; iddiaya konu çevresel kirliliğin, özel
hayatın veya aile hayatının nitelik ve kalitesini veya konutundan yararlanma
şeklindeki hukuksal çıkarı olumsuz etkilediğini tespit ederek özel hayat
kavramının alt kategorileri olan özel hayata, aile hayatına ve konuta saygı
hakkı ile sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı arasında bir bağ kurduğu
görülmektedir (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık,
B. No: 9310/81, 21/2/1990; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No:
36022/97, 2/7/2003; Lopez Ostra/İspanya, B. No: 16798/90, 9/12/1994).
70. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat” kavramı AİHM tarafından
oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan
özellikle kaçınılmaktadır. Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının
içtihatlarında, “bireyin kişiliğini
geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı
hakkının kapsamının belirlenmesine temel alındığı anlaşılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
71. Bunun yanı sıra konuta saygı hakkı, sadece fiziksel alanın
korunması olarak değerlendirilmemekte; aynı zamanda konutu kullanma veya
konuttan yararlanma hakkını da içerdiği ifade edilen bu hakka yönelen gürültü,
koku, emisyonlar gibi somut veya fiziksel olmayan ve söz konusu kullanım
biçimini etkileyen müdahaleler de, konuta saygı hakkı
bağlamında değerlendirilmektedir (Mehmet
Kurt, § 58). AİHM içtihadında ayrıca çevresel meselelerin, özel
hayat kavramının alt kategorilerinden olan aile hayatına saygı hakkı ile
ilişkilendirildiği dava örneklerine de sıklıkla rastlamak mümkündür (Powell ve Rayner/Birleşik
Krallık, § 40; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 118).
72. AİHM, ciddi boyuttaki çevresel kirliliğin bireylerin esenliğini
etkileyebileceğini ve yaşamları bakımından ağır bir tehlikeye maruz
bırakmaksızın da özel ve aile yaşamlarını etkileyecek şekilde konutlarından
yararlanmalarını engelleyebileceğini belirtmektedir (Lopez Ostra/İspanya, § 51; Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No:
46117/99, 10/11/2004, § 113).
73. Bununla birlikte çevresel meselelerin Sözleşme’nin 8.
maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için belirli koşulların mevcudiyeti
aranmaktadır. Bu bağlamda söz konusu çevresel rahatsızlığın başvurucunun maddi
ve manevi bütünlüğüne, özel ve aile hayatına ya da konuta saygı hakkı üzerinde
doğrudan bir etkide bulunması ve belirtilen değerler üzerindeki etkisinin
asgari bir şiddet derecesine ulaşması gerekmektedir. Bu kapsamda çevresel
rahatsızlığın ciddi bir boyuta ulaşmış olması aranmaktadır. Belirtilen bağlamda
aranan asgari ağırlık eşiğinin söz konusu hukuksal değerlerin ihlal edilip
edilmediğinin değil bizatihi söz konusu alana ilişkin incelenebilir bir sorun
doğurup doğurmadığının tespiti amacıyla değerlendirildiği görülmektedir. Söz
konusu şiddet derecesinin değerlendirilmesi göreli olup her somut olayda
çevresel etkinin yoğunluğu, süresi, beden ve ruh bütünlüğüne etkileri ile
çevrenin genel bağlamı gibi kriterler çerçevesinde ayrıca değerlendirme
yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Fadeyeva/Rusya,
B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 69). Yapılan değerlendirmelerde başvurucunun
iddiaya konu çevresel kirlilik kaynağına yakınlığı şüphesiz en önemli unsurdur.
Bu kapsamda her modern kent yaşamına mündemiç çevresel tehlikeler ile
kıyaslandığında önemsiz kalan çevresel olumsuzluklar, 8. madde çerçevesindeki
güvenceleri harekete geçirmek için yeterli görülmemektedir (Mehmet Kurt, § 58; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 43449/02, 25/11/2010, §
88).
74. Sözleşme’de temiz ve sessiz bir
çevrede yaşama hakkı şeklinde bir hak güvence altına alınmadığı için özel hayat
çerçevesinde korunan hukuksal çıkarlar üzerinde doğrudan ve ciddi bir etkisi
bulunmayan, manzara hakkı veya güzel bir çevrede yaşama hakkı gibi çevresel
hakların, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında değerlendirilmesi söz konusu
değildir (Krytatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003,
§§ 52, 53; Ali Rıza Aydın/Türkiye,
B. No: 40806/07, 15/5/2012, §§ 27-29 ). Zira 8.
maddenin aktif hâle gelmesini sağlayan etken, çevrenin genel olarak bozulması
değil bireylerin özel veya aile hayatı ile konutları için zararlı bir etkinin
söz konusu olmasıdır.
75. AİHM içtihadında sıklıkla devletin, bireylerin 8. maddenin
(1) numaralı fıkrasında yer alan haklarını güvence altına almak hususunda
gerekli ve uygun önlemler alma şeklindeki pozitif yükümlülüğünün söz konusu
olduğu davalar ile 8. maddenin (2) numaralı fıkrası bağlamında haklılığının
ortaya konulması gereken bir kamusal müdahale ile ilgili davalarda uygulanacak
prensiplerin hemen hemen aynı olduğunun vurgulandığı görülmektedir. Her iki
bağlamda da dikkate alınması gereken hususun, bireyin ve kamunun yarışan
menfaatleri arasında adil bir dengenin tesisi olduğu ve her iki durumda da Sözleşme’ye uyumun sağlanabilmesi için alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesinde devletin geniş bir takdir yetkisini haiz olduğu
ifade edilmektedir (Bor/Macaristan,
§ 24).
76. Özellikle Anayasa’da yer alan ve pozitif yükümlülükler ile
temel hakların yatay ilişkilere uygulanabilirliğinin normatif dayanaklarını
oluşturan düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda
tüm ilgililerin erişimlerine sunulan veriler kapsamında söz konusu çevresel
mesele ile ilgili karar alma sürecine katılımı ile belirtilen süreçte hukuksal
çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda ilgili idari ve
yargısal yollara başvuru imkânı tanınması da kamusal makamların çevresel
meseleler bağlamındaki yükümlülüklerinin kapsamına dâhildir (Mehmet Kurt, § 61).
77. Çevresel meseleler bağlamında kamusal makamların haiz olduğu
geniş takdir yetkisi nedeniyle birçok uluslararası sözleşmede de çevre hakkı
bağlamında ayrı ve açık usul yükümlülüklerine yer verildiği görülmektedir.
Özellikle kalkınma ve çevrenin korunması arasındaki ilişkinin vurgulanması
açısından dikkat çeken Rio Bildirisi’nin (10) numaralı ilkesinde, çevresel
meselelerin ancak bütün ilgililerin uygun düzeydeki katılımları ile en iyi
şekilde ele alınabileceği ifade edilmiş ve bu hususun temini noktasında kamu
makamlarının elinde bulunan çevreye ilişkin bilgilere uygun şekilde erişme,
karar alma süreçlerine katılma ve yargısal ve idari işlemlere etkili şekilde
erişim sağlanması hakkına yer verilmiştir (bkz. § 43). Bunun yanı sıra
Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından 25/6/1998 tarihinde
kabul edilen ve çevresel usul haklarının tanındığı ikinci ulusal üstü belge
olan Aarhus Sözleşmesi’nin 4. ve 5. maddelerinde kamu makamlarının elinde
bulunan çevresel bilgilere erişim hakkı, 6., 7. ve 8. maddelerinde çevresel
karar alma süreçlerine katılım hakkı, 9. maddesinde ise çevresel meselelerde
yargısal yollara başvuru hakkı açıkça tanınmıştır (Mehmet Kurt, § 62).
78. AİHM’in de çevresel meselelere
ilişkin başvuruları iki ayrı açıdan incelediği, söz konusu müdahalelerin esas
bakımından 8. maddeye uygunluğunun yanı sıra karar alma sürecinin de ayrıca
değerlendirildiği, çevresel meselelerin usul boyutu bağlamında çevresel bilgi
edinme hakkı, çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı ve çevresel
konularda yargısal yollara başvurma hakkı şeklindeki usule ilişkin güvencelere
vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (Taşkın ve
diğerleri/Türkiye, § 115 vd.).
79. Çevresel meseleler bağlamında değerlendirilmesi gereken
temel husus, yukarıda bahsedilen temel prensipler ışığında kamusal makamların,
başvurucunun kamu yararı için söz konusu yüke katlanmasının haklılığını ortaya
koyabilecek argümanlara sahip olup olmadığıdır. Devletin bu alandaki
yükümlülüğünün genel olarak pozitif içerikte olması ve söz konusu alana ilişkin
takdir yetkisinin genişliği karşısında değerlendirme sürecine usul
yükümlülüklerinin de eklenmiş olması sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı
açısından daha güvenceli bir zemin oluşmasını sağlamıştır (Mehmet Kurt, § 64).
80. Söz konusu usule dair haklar kapsamında, çevresel riskler
konusunda ilgili idarelerin kamuyu bilgilendirme pozitif yükümlülüğü
bulunmaktadır. Özellikle çevresel bilgi edinme hakkı bağlamında yalnızca
kamusal makamların uhdesinde bulunan bilgilerin değil, ilgili faaliyeti yürüten
özel kişilerin elinde bulunan bilgilerin de erişime açılması gerektiği
vurgulanmalıdır. Çevresel kirliliğin daha çok özel kişiler eliyle yürütülen
faaliyetler bağlamında gündeme gelmesi bu hususu zorunlu kılmaktadır. Zira
kamusal makamların çevresel kirlilik meselelerindeki sorumluluğu, genellikle
temel hakların yatay uygulamasından kaynaklanmaktadır (Mehmet Kurt, § 65).
81. Erişmeleri sağlanan bilgiler doğrultusunda çevresel karar
alma süreçlerine katılımlarının temin edilmesi gereken bireylerin, söz konusu
süreçte hukuksal çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda
yargısal yollara başvuru imkânının tanınması da önemli bir usule ilişkin
yükümlülüktür (Mehmet Kurt, §
66).
82. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde somut başvuru
açısından değerlendirilmesi gereken ilk husus, başvuruya konu çevresel etkinin
Anayasa’nın 17.maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari
ağırlıkta olup olmadığıdır. Söz konusu ağırlık, olayın tüm koşulları dikkate
alınarak değerlendirilmeli ve değerlendirmede bahsedilen etkinin yoğunluğu,
süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alınarak normal bir kent yaşamına
mündemiç ve katlanılması mümkün ve muhtemel görülen etki ve rahatsızlıklara
nispetle nasıl bir ağırlık arz ettiği gözönünde
bulundurulmalıdır.
83. AİHM içtihadında da inceleme konusu çevresel etkinin 8.
maddede yer alan güvenceleri etkin hâle getirebilmesi için aranan ağırlık
eşiğinin tespitinde genel olarak başvurucudan söz konusu etki derecesini ortaya
koyan somut veriler sunmasının beklenildiği, bu kapsamda söz konusu etki
derecesini ortaya koyan kamusal ölçümler veya uzman raporları gibi veriler ile
ilgili alanın örneğin gürültüye açık bölge olarak tespit edildiğini gösteren
kamusal kararların yapılan değerlendirmelerde dikkate alındığı anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte Mahkemenin, başvuru evrakı ile ilgili idari ve yargısal
prosedüre ilişkin evrak kapsamında tespit ettiği veriler ve hayatın olağan
akışına göre söz konusu çevresel rahatsızlığın asgari ağırlık eşiğini
geçtiğinin kabul edilmesi gerektiği yönünde tespitlerde bulunduğu başvuru
örneklerinin de mevcut olduğu görülmektedir (Moreno Gomez/İspanya, B. No: 4143/02,
16/11/2004, §§ 59–60; Ruano Morcuende/İspanya,
B. No: 75287/01, 6/9/2005; Fagerskiöld/İsviçre, B. No: 37664/04, 26/2/2008; Oluic/Hırvatistan,
B. No: 61260/08, 20/5/2010, §§ 52–62; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, §§ 93–95).
84. Bu kapsamda ilgili tesis, işletme veya sair faaliyet sonucu
ortaya çıkan çevresel etkiler ile başvurucunun özel ve aile hayatı veya
konutunu kullanım hakkı arasında yeterince sıkı bir bağın varlığı yeterlidir (Mehmet Kurt, § 70).
85. Somut başvurunun çevresel bir rahatsızlığa ilişkin oluşu ve
bu bağlamda tüm idari ve yargısal süreçlerin bir bütün olduğu dikkate
alındığında gerek Ankara 4. İdare Mahkemesinin 2006/476 Esas sırasına
kaydedilen dava dosyası üzerinden yürütülen yargılama gerekse aynı Mahkemenin
2007/493 Esas sırasına kaydedilen dava dosyası üzerinden yürütülen yargılama
açısından bir ayrıma gidilmemesi, anılan yargılamalardaki raporların ve karar
gerekçelerinin başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve
geliştirilmesi hakkı bağlamında birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Söz
konusu yargılama süreçlerinden biri zaman bakımından yetkisizlik kapsamında
dahi kalsa bu süreçte elde edilen verilerin çevresel meselelere ilişkin incelemeler
açısından gerekli olması ve sürecin bir bütün olarak ele alınmasının sağlıklı
bir değerlendirme yapılabilmesine katkı sağlaması nedeniyle her iki dava
dosyası da Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında yapılacak değerlendirmelerde gözönüne alınmalıdır.
86. Başvuru konusu olaydaki çevresel rahatsızlığın, yüksek
gerilimli Hasköy-Akköprü havai iletim hattının yer
altına alınması projesi kapsamında belirlenen güzergâhın sonradan
değiştirilerek başvurucunun ikamet ettiği konutun bulunduğu sokaktan
geçirilmesinden ve güzergâh değişikliğine ilişkin çevresel etki değerlendirmesi
yapılmadan iletim hattının yer altına alınması işleminin tamamlanmasından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Yargılama dosyasına sunulan her iki bilirkişi
raporunda da uyuşmazlığa konu edilen yer altı iletim hattının başvurucunun
ikamet ettiği sokaktan geçtiği ve hattın bu sokakta yer altına yerleştirilmesi
işlemlerinin tamamlandığı belirtilmekte olup bilimsel incelemelere dayalı somut
veriler kapsamında iddiaya konu yer altı iletim hatlarının başvurucunun
konutunun bulunduğu sokakta oluşu, somut çevresel rahatsızlığa ilişkin faaliyetlerdebaşvurucunun mesleki deneyime sahip olması
nedeniyle olası etkileri öngörerek ikamet ettiği söz konusu konutunu terk
etmesi ve yüksek gerilim taşıyan bu hattın bedensel ve ruhsal olarak
başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı
üzerindeki etkisi dikkate alındığında ilgili çevresel rahatsızlığın
başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan haktan gerektiği şekilde
istifade etmesini engellediği sonucuna varıldığından başvuruya konu çevresel
rahatsızlığın Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında inceleme yapılmasını
gerektirecek ağırlıkta olduğu değerlendirilmiştir.
87. Çevresel meseleler bağlamında gündeme gelen müdahalelerin
maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını doğrudan ve ciddi
şekilde etkilediğinin tespiti sonrasında, üzerinde durulması gereken husus,
kamu makamlarının bu hakların etkili şekilde korunmasını güvence altına almak
için gerekli adımları atıp atmadığıdır. Bu bağlamda söz konusu çevresel etki
kapsamında karşı karşıya gelen menfaatler arasında adil bir dengenin tesis
edilip edilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir (Mehmet Kurt, § 73).
88. Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek
olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde olumsuz yöndeki etkilerin
önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için
alınacak önlemlerin seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek
değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde
sürdürülecek çalışmaları ifade edecek şekilde tanımlanan ÇED süreci, çevresel
varlıkları korumayı amaçlayan, proje şeklindeki faaliyetler için uygulanan,
muhtemel olumsuz etkileri değerlendiren ve faaliyet sahibi ile kamu otoritesi
ve halkın karşı karşıya geldiği bir süreci ifade etmektedir (Mehmet Kurt, § 74).
89. Bu bağlamda ÇED, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak
yatırım ve faaliyetlerin doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden
gerçekleştirilmesinde kullanılan, karar verme sürecini etkileyen, dolayısıyla
karar mercilerine, kararlarını sağlıklı bir şekilde verebilmeleri için seçenek
üreten ve bu seçeneklerin olumlu ve olumsuz yönlerini saptayan bir yöntem
olarak görülmektedir. ÇED ile korunmaya çalışılan temel unsur, çevre ve bu
çevre içerisindeki varlıklardır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014;
E.2006/99, K.2009/9, 15/1/2009).
90. Olası olumsuz çevresel etkilerin önlenmesi veya en aza
indirilmesi amacının gerçekleştirilebilmesi için sürece dâhil olan söz konusu
tarafların menfaatlerinin titizlikle değerlendirilmesi, bu değerlendirmenin
sağlıklı şekilde yapılabilmesi için de ilgili tarafların sürece etkin
katılımının sağlanması gerektiği tartışmasızdır.
91. Başvurucu tarafından uyuşmazlığa konu çevresel rahatsızlıkla
ilgili olarak yürütülen süreçte proje hakkındaki bilgilere erişimin
engellendiği, karar alma ve alınan kararın hayat geçirilmesi sürecine kendisi
ile birlikte yörede oturan diğer kişilerin katılımlarının sağlanmadığı, ayrıca
ilgili planlama süreci ile ÇED sürecinde yaşanan ve incelenmesi talep edilen
eksikliklerin ve hukuka aykırı eylem ve işlemlerin Mahkeme tarafından gerektiği
şekilde değerlendirilmediği ileri sürülmektedir.
92. Maddi ve manevi varlığı, özel hayata, aile hayatına veya konuta
saygı hakkını etkileyen çevresel bir meselede söz konusu usul güvencelerinin en
önemli bileşenlerinden biri, başvurucunun kamusal makamların eylem veya
ihmallerini bağımsız yargısal bir makam önüne taşıma ve gerektiği şekilde
inceletebilme imkânıdır.
93. Bu alanda kamusal makamların sahip olduğu geniş takdir
yetkisi dikkate alındığında çevresel meseleler bağlamında Anayasa Mahkemesinin
görevi, söz konusu çevresel rahatsızlığın nasıl sonlandırılacağı veya
etkilerinin nasıl azaltılacağının bizzat belirlenmesi değildir. Bununla
birlikte Mahkeme, yargısal makamlar başta olmak üzere, kamusal makamların
konuya gereken özenle yaklaşıp yaklaşmadıkları ve ilgili tüm menfaatleri
gözetip gözetmediklerini değerlendirmek durumundadır (Mehmet Kurt, § 79; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, § 96).
94. Karmaşık çevresel sorunların ele alınıp çözümlenmesi
aşamasında karar süreci, çevreye ve kişi haklarına zarar verebilecek
faaliyetlerin etkilerini önceden değerlendirecek ve önleyecek şekilde tesis
edilmelidir. Böylece bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge
tesis edilerek karşıt görüşlerin dile getirilmesine olanak tanıyacak gerekli
etüt ve değerlendirmelerin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. Bu bağlamda söz
konusu sürece ilişkin bilgilere erişim ve karar alma sürecine aktif katılımın
yanı sıra karardan etkilenebilecek olan bireylerin, karar alma sürecinde görüş
ve menfaatlerinin yeterince dikkate alınmadığını dile getirebilmek için konuyla
ilgili her türlü tasarrufa karşı yargısal başvuru hakkına sahip olmaları ve
iddialarının yargısal makamlarca özenli bir şekilde değerlendirilmesi son
derece önemlidir.
95. Başvuru konusu Hasköy-Akköprü
Enerji İletim Hattı Projesi'nin gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte olan ÇED
Yönetmeliği incelendiğinde anılan projenin sahip olduğu nitelikler gereğince
ÇED Yönetmeliği'nin Ek-II listesinde yer alan projelerden olduğu, bu kapsamdaki
projeler hakkında ÇED kararı alınmasının gerekli olup olmadığının
belirlenebilmesi amacıyla seçme ve eleme kriterleri uygulandığı, bu doğrultuda
hazırlanan ve projenin özelliklerini, projenin yerini, proje teknolojisinin ve
proje alanının seçilme nedenleri ile proje yerinin alternatiflerini içeren
proje tanıtım dosyası hakkında yetkili kamusal makamlar tarafından yapılacak
değerlendirmeler neticesinde ÇED gereklidir
ya da ÇED gerekli değildir
şeklinde karar alındığı, ÇED sürecinin ancak ÇED
gereklidir kararı verilmesi hâlinde işletilebildiği anlaşılmaktadır.
96. Başvuruya konu edilen süreçte söz konusu Yer Altı İletim
Hattı Projesi hakkında başlangıçta ÇED
gerekli değildir kararı verildiği, güzergâh değişikliği hakkında
yöre halkından gelen yoğun şikâyetler nedeniyle Ankara Valiliği tarafından
yeniden değerlendirme yapıldığı ve 10/5/2006 tarihinde, proje tanıtım
dosyasında taahhüt edilen hususların yerine getirilmesi için ÇED
Yönetmeliği’nin 19. maddesi gereğince TEİAŞ Genel Müdürlüğüne altmış iş günü
süre verildiği, taahhütler yerine getirilene kadar da yer altı iletim hattına
elektrik verilmemesi yönünde karar alındığı görülmektedir.
97. Devam eden süreçte Ankara Valiliği tarafından güzergâh
değişikliyle ilgili ÇED gerekli değildir
kararının kaldırılarak ÇED gereklidir
kararı alındığı, bu doğrultuda ÇED sürecinin başlatıldığı, ÇED Yönetmeliği’nin
9. maddesi gereğince halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin
görüş ve önerilerini almak üzere projenin gerçekleştirileceği yerde, 18/12/2006
tarihinde projeyi yürüten kamu görevlileri ile TEİAŞ Genel Müdürlüğü
görevlilerinin ve yöre halkının katıldığı halkın katılımı toplantısının gerçekleştirildiği,
hazırlanan ÇED raporunun uygun araçlarla ilan edilerek halka duyurulduğu ve
neticede yetkili kamusal makam tarafından güzergâhı değiştirilen proje hakkında
ÇED olumlu kararının verildiği
anlaşılmaktadır.
98. Başvurucu tarafından söz konusu yargılama süreçlerinde
sunulan dava dilekçelerinde başka uygun güzergâh bulunmadığı şeklinde bir
gerekçeye dayanılarak hazırlanan proje tanıtım dosyasının dikkate alındığı ve ÇED gerekli değildir kararı verildiği, bu
karar hakkında yöre halkının bilgilendirilmediği, yer altına alınma işlemleri
tamamlanmış proje hakkında sonradan ÇED
gereklidir kararı verildiği, usulen yürütülen ÇED süreci sonunda
hukuka aykırı biçimde ÇED olumlu
kararı verildiği ileri sürülmüş ve yüksek gerilim taşıyan yer altı iletim
hattının insan sağlığına olumsuz etkilerinin olduğu ve ölüm tehlikesi
oluşturduğu ileri sürülerek telafisi imkânsız zararların doğmaması için iletim
hattına elektrik verilmesini engelleyecek şekilde yürütmenin durdurulması
kararı verilmesi, ÇED olumlu
kararının iptal edilmesi ve iletim hattının kaldırılması talep edilmiştir. Bu
yöndeki şikâyet ve taleplerini somut başvuru kapsamında yineleyen başvurucu,
Derece Mahkemelerince yeterli şekilde değerlendirme yapılmadığını, bilirkişi
heyetinin oluşturulması aşamasında taleplerinin dikkate alınmadığını,
yürütmenin tasarruflarıyla yargılama sürecinin etkisizleştirildiğini iddia
etmektedir.
99. Anayasa'nın 48. maddesi gereğince özel teşebbüslerin millî
ekonominin gereklerine uygun yürümesinin sağlanması konusunda Devlet'in tedbir
alma yükümlülüğünün bulunduğu gözönüne alındığında
devlet tarafından kişilerin maddi ve manevi varlıklarının korunması ve
geliştirilmesi hakkına, özel hayata ve aile hayatına, sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına müdahale edebilen ancak söz konusu hakların koruma
alanını daraltmayan ve göz ardı etmeyen, sıkı kontrol ve denetim altında yasal
sorumluluklar taşıyan ve kamu yararına hizmet eden teşebbüslerin kurulmasına ve
faaliyet göstermesine izin verilmesi mümkündür. Bu bağlamda söz konusu yer altı
iletim hattına verilen iznin, ülkenin ekonomik yararına ilişkin meşru amacı
haiz olmasının yanı sıra özellikle enerji sağlama hizmetlerinin kesintisiz
olarak ve en uygun şartlarda sağlanabilmesi açısından kamu yararına hizmet
ettiği açıktır.
100. Kamusal makamların söz konusu çevresel mesele bağlamında
başvurucunun iletim hattının potansiyel zararlı etkilerinden korunmasına
ilişkin kişisel menfaati ile yukarıda belirtilen kamusal menfaatler arasında
adil bir denge gözetip gözetmediği noktasında özellikle dosyaya sunulan
bilimsel raporlarda yer alan verilerin gözönünde
bulundurulması zaruridir.
101. Başvuruya konu yargılama dosyasına sunulan bilirkişi
raporlarında yüksek gerilim taşıyan iletim hatlarının teknik şartnameler
dikkate alınarak yer altına alınmasının güvenlik açısından tercih edilen bir
yöntem olduğu, hattın Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’ne uygun
olarak döşendiği, teknik şartnamelere aykırı olarak inşa edilen tesisatın
bulunduğu, bunun özensiz çalışma hâlinde diğer kurumların görevlileri açısından
risk olabileceği belirtilmiş; söz konusu kabloların havai hat üzerinden
geçirildiği durumlarda ise hatta müdahalenin hem uzun zaman aldığı hem de kamu
yararına uygun ekonomik bir tercih olmadığı, havai hat altındaki alanlardan
rant sağlanacağı iddiasına karşı önlemler alınarak bu tür yerlerin yeşil alan
olarak kullanılması koşulu getirildiği, güzergâh değişikliğinin altyapı
tesislerinin çokluğu ve rögarların yol ortasında bulunması gibi teknik birtakım
gerekçelere dayanıldığı, güvenlik koşullarına uygun şekilde Bando Sokak’tan
geçirilen yer altı kablolarının çevreye bir zararının bulunmadığı, şehircilik
ilkeleri bağlamında teknik ve çevresel açıdan bir sakıncanın olmadığı yönünde
tespitlere yer verildiği görülmektedir.
102. Söz konusu tespitler, can ve mal güvenliğini korumaya
elverişli nitelikteki genel düzenlemelerde öngörülen gerekli tedbirlerin sıkı
bir şekilde alındığı, proje özelinde belirlenen teknik şartnamelere uygun
hareket edildiği, inşa edilen tesisatlara bakım ve
tamir amacıyla yapılan müdahalelerde gerekli önlemlerin alındığı ve hattın
konumu hakkında çevredekilerin yeterli şekilde uyarılması amacıyla gerekli
araçların kullanıldığı takdirde 154 kV gerilimindeki
yer altı iletim hatlarının insan sağlığına doğrudan zararlı etkilerinin
bulunmadığına işaret etmektedir.
103. Özellikle çevresel sorunlara ilişkin karar alma
süreçlerinin bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge tesisine
imkân verecek şekilde gerekli etüt ve ayrıntılı değerlendirmeleri içermesi
zorunludur. Bununla birlikte bu kabul, ilgili kararların yalnızca söz konusu
meselenin her yönü ile ilgili kesin ve ölçülebilir verilerin ortaya
konulabildiği durumlarda alınabileceği şeklinde yorumlanamaz. Bu açıdan kamusal
makamların ilgili alandaki araştırmaları desteklemek ve elde edilen veriler
ışığında mevzuat ve uygulamada gerekli revizyonları yapma yükümlülüğü
bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gaida/Almanya, B. No: 32015/02,
3/7/2007).
104. Somut olayda 2872 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince
gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler sonucunda çevre sorunlarına yol
açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin çevresel etki değerlendirmesi raporu
veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlü oldukları, bu amaçla ÇED
sürecinde uyulacak idari ve teknik usul ve esasları düzenleyen ÇED
Yönetmeliği’nin oluşturulduğu, ayrıca kabloların yeraltına yerleştirilmesi
usulünü düzenleyen Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nin yürürlükte
olduğu gözetildiğinde anılan düzenlemelerde yer alan usul ve esasların anılan
çevresel rahatsızlığı gidermeye elverişli mahiyette olduğu ve bu anlamda
mevzuatın yeterli koruma sağladığı değerlendirilmiştir.
105. Bu güvenceler kapsamında yüksek gerilimli yer altı iletim
hattı hakkında verilen ÇED olumlu
kararının iptali ve belirlenen güzergâhtaki iletim hattının kaldırılması
talebiyle açılan davalarda başvurucunun, söz konusu iletim hattının mevcut ya
da muhtemel zararlı etkilerine ve kamusal makamların planlama, karar alma ve
uygulama süreçlerine ilişkin iddialarını yargısal makamlar önüne taşıma imkânı
bulduğu, çelişmeli bir yargılama prosedüründe iddia ve delillerini sunma,
inceletme ve ilgili kamusal makamların ve kuruluşların iddia ve savunmalarına
yanıt verme imkânını elde ettiği, itiraz üzerine yerel Mahkemeler tarafından
ikinci bir bilirkişi heyetinin oluşturulduğu, iddiaların reddine dair maddi ve
hukuki değerlendirmelerin karar düzeltme aşaması da dâhil iki dereceli bir
yargılama prosedürü neticesinde ortaya konulduğu, kararların bağımsız ve
tarafsız Mahkemelerce verilmediği iddiasını kanıtlayabilecek herhangi nedenin
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
106. Derece mahkemelerince başvurucunun iddialarının yapılan
keşif ve alınan bilirkişi raporları kapsamında ayrıntılı olarak
değerlendirildiği ve başvurucunun iddialarının yerinde görülmeme nedenlerinin
kapsamlı bir gerekçe ile karşılandığı anlaşılmaktadır. ÇED gerekli değildir şeklindeki idari
kararın, projenin değiştirilmesi ya da makul gerekçelerin oluşması durumunda
yetkili makam tarafından ÇED gereklidir şeklinde
değiştirilebileceği gözetilerek verilen Derece Mahkemesi kararlarında, güzergâh
değişikliğine sokağın konumu, altyapının sıkışık olması ve yer altı kablo
kanalı için uygun genişlik bulunmaması nedeniyle gidildiği, ÇED olumlu kararının Yönetmelik’te öngörülen
koşullara uygun olarak tesis edildiği, yüksek gerilim havai hattının yer altına
alınmasında, güzergâh seçiminde, tesisin yapılmasında ve havai hattın
kaldırılmasıyla boşalacak alanın yeşil alan olarak kullanılmak üzere Ankara
Büyükşehir Belediyesine devredilmesi işlemlerinde mevzuat hükümlerine ve hukuka
aykırılık bulunmadığı belirtilmiş ve iletim hattının yer altına alınmasının
insan sağlığına olası zararlı etkilerinin bulunup bulunmadığı konusunda
bilirkişi raporlarına atıflar yapılmıştır. Ayrıca süreç bir bütün olarak ele
alındığında projenin durumu hakkında bilgi edinme talebiyle başvurucu
tarafından sunulan dilekçelere cevaben yeterli bilgilendirmelerin kamusal
makamlar tarafından yapıldığı ve güzergâh değişikliği hakkında ÇED gereklidir kararı verilmesinden sonra
halkın katılımı toplantısının gerçekleştirildiği gözönüne
alındığındaçevresel bilgi edinme hakkı, çevresel
karar alma süreçlerine katılım hakkı ve çevresel konularda yargısal yollara
başvurma hakkı şeklindeki usule ilişkin güvencelere uygun hareket edildiği
anlaşılmaktadır.
107. Belirtilen tespitler ile yapılan teknik ve hukuki
değerlendirmeler neticesinde söz konusu yer altı iletim hattının başvurucunun
maddi ve manevi varlığı üzerinde doğrudan zararlı bir etkisi olduğunun ortaya
konulamadığı, iletim hattının planlanması ve uygulanması süreçlerinde
gerçekleştirilen idari eylem ve işlemlerin hukukiliğinin Derece Mahkemeleri
tarafından iddiaları karşılayacak yeterlilikte değerlendirildiği dikkate
alındığında başvurucunun ve kamunun somut başvuru özelinde karşı karşıya gelen
menfaatleri arasında Derece Mahkemeleri tarafından adil bir denge kurulmadığı
ve takdir hakkının sınırlarının aşıldığı sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Bu
noktada Anayasa Mahkemesinin kendi takdirini, bilimsel veriler ile bu teknik ve
karmaşık alana ilişkin olarak derece mahkemelerinin takdiri yerine ikame etmesi
düşünülemez. Bunun yanı sıra başvurucunun söz konusu çevresel rahatsızlığa
ilişkin iddialarını, ilgili usule ilişkin güvenceleri haiz olarak yargısal
makamlara sunma ve inceletme imkânı bulduğu anlaşılmaktadır.
108. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında kamusal makamların
olaya gereken özenle yaklaşmadıkları, olayda söz konusu olan kamusal ve
bireysel menfaatleri gerektiği şekilde değerlendirmedikleri, başvurucunun maddi
ve varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bağlamında kamusal makamların
pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna varılması mümkün değildir.
109. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
110. Başvurucu, uyuşmazlığa ilişkin yargılama süreçlerinin yedi
yıl devam ettiğini, bu nedenle makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
111. Bakanlık görüş yazısında, daha önce benzer kapsamda sunulan
görüşlere atfen makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin
olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediği ifade edilmiştir.
112. Başvuruya konu edilen iki ayrı yargılama sürecinin
bulunduğu gözetildiğinde, ihlal iddiası doğrultusunda her bir sürecin ayrı ayrı
incelenmesi gerekmektedir.
i. Ankara 4. İdare Mahkemesinin E.2006/476,
K.2008/1670 Sayılı Kararı Yönünden
113. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler."
114. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman
bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce
kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün
değildir (Hasan Taşlıyurt,
B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
115. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin
bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde
uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 18).
116. Başvuru konusu olayda başvurucunun, idarenin eylem ve
işlemlerine karşı Ankara 4. İdare Mahkemesinde açmış olduğu iptal davası,
26/6/2008 tarihinde reddedilmiş, temyiz talebi üzerine Danıştay 6. Dairesi,
16/11/2009 tarihinde yerel mahkeme kararını onamış ve karar düzeltme yoluna
gidilmediğinden anılan karar bu tarihte kesinleşmiştir.
117. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu işlemlerin 23/9/2012
tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle
kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
ii. Ankara 4. İdare Mahkemesinin E.2007/493,
K.2008/1654 Sayılı Kararı Yönünden
118. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, § 18). Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun
dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı bu ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhildir. Ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
119. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir. Somut başvuru açısından bu tarih
12/4/2007'dir. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak
şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Somut yargılama faaliyeti açısından
sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay
14. Dairesi tarafından verilen E.2011/10699, K.2013/4867 sayılı kararın tarihi
olan 12/6/2013 olduğu anlaşılmaktadır.
120. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle
yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden usul hükümlerinin dikkate
alınmadığı gözönünde bulundurularak makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 32-61). Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, başvuruya konu
yargılamanın karmaşık olmadığını ortaya koymaktadır. Somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu
altı yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
121. Açıklanan nedenlerle Ankara 4. İdare Mahkemesinin
E.2007/493, K.2008/1654 sayılı yargılaması yönünden başvurucunun Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
122. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
123. Başvurucu, ihlalin tespitiyle uyuşmazlık hakkında yeniden
yargılama yapılmasına ve lehine 885.006 TL tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
124. Somut başvuruda Ankara 4. İdare Mahkemesinin E.2007/493,
K.2008/1654 sayılı yargılaması yönünden makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
125. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya
net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
126. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ve 198,35 TL harçtan
oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi ve manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.