TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
AHMET İSMAİL ONAT BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/6714)
Karar Tarihi: 21/4/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Raportör Yrd.
Fatih ALKAN
Başvurucu
Ahmet İsmail ONAT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; konutun bulunduğu sokaktan yüksek gerilimli iletim hattı geçirilmesinin çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı ile uygun bulunması işleminin iptal edilmesi talebiyle açılan dava ile söz konusu iletim hattının kaldırılması talebiyle açılan davaların reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamaların makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 11/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 24/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. 2005 yılında Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) tarafından yürütülen Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi kapsamında Ankara ili Keçiören ilçesi Kavacık Subayevleri Mahallesi'nde yer alan ve mülkiyeti başvurucuya ait olan taşınmazın bulunduğu Bando Sokak’ta, yüksek gerilim taşıyan elektrik iletim kablolarının yer altına alınması işlemi gerçekleştirilmiştir.
9. Söz konusu işlemler devam ederken başvurucu tarafından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına hitaben sunulan 7/10/2005 tarihli dilekçe ile iskânlı güzergâhta ve trafiğe açık yolun altında bulunan yüksek gerilim hattının faaliyete geçirilmeden önce hayati tehlike oluşturup oluşturmadığı, meydana getirdiği manyetik alanın insan sağlığına etki edip etmediği ve mevcut doğalgaz tesisatına zarar verip vermediği hususlarının ilgili bağımsız kuruluşlar tarafından incelenip raporlanması ve rapor hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi talebinde bulunulmuştur.
10. TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından 26/1/2006 tarihinde verilen cevap yazısında yüksek gerilim taşıyan yer altı kablolarının döşeneceği güzergâh belirlenirken öncelikle altyapısı oturmuş yapıların bulunduğu ve hattın en kısa mesafeden götürülmesine olanak veren yerlerin tercih edildiği, bunun nedeninin proje maliyetlerinin çok yüksek olmasından kaynakladığı, güzergâhın belirlenmesinin TEİAŞ’ın tasarrufunda bulunduğu, belirlenen güzergâhın ilgili Belediyenin kazı ve tesis ruhsatı vermesi durumunda tescil edildiği, söz konusu ruhsatların verilmemesi hâlinde şartlara uygun olarak başka güzergâhların belirlendiği, ileri teknolojiyle üretilen bu tür kabloların yeterli derinlikte gömülü olduğu sürece insan sağlığına olumsuz bir etkisinin bulunmadığı, güzergâh boyunca uyarı levhaları konduğu, bunun amacının ise gelişigüzel yapılabilecek kazıların önlenmesi olduğu, teknik şartnamelere uygun şekilde belirlenen Hasköy-Akköprü güzergâhının ilk hâlinde Şehit Makbule Sokak’ın bulunduğu ancak anılan sokakta kablo kanalı için uygun genişlik bulunmaması, altyapının sıkışık ve trafiğin yoğun olması gibi nedenlerle ilgili Belediyeden kazı ruhsatı alınamadığı, bu nedenle güzergâh üzerindeki Şehit Makbule Sokak’ının çıkarıldığı ve yerine nihai hedefe en uygun şekilde Bando Sokak’ın eklendiği, bu sokakta kabloların sorunsuz şekilde yer altına döşendiği ve bunun da güzergâhın isabetli olarak belirlendiği anlamına geldiği şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
11. Başvurucu 13/2/2006 tarihinde Ankara Valiliğine yaptığı bilgi edinme başvurusunda, 154 kV geriliminde Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi kapsamında belirlenen yeni güzergâh hakkında çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) kararı alınıp alınmadığı hakkında bilgi talep etmiştir. Valilik tarafından verilen 14/3/2006 tarihli cevap yazısında 16/12/2003 tarihli ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 17. maddesi gereğince söz konusu proje hakkında ilgili Bakanlık tarafından “Çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir.” kararı verildiği, kararın askıda ilan edilerek halka duyurulması konusunda gereğinin yapılması amacıyla ilgili kaymakamlıklara gönderildiği belirtilmiştir.
12. Başvurucu, elektrik iletim kablolarının Bando Sokak’ta yer altına alınmaya başlanmasından itibaren proje kapsamında gerçekleştirilen işlemler ve eylemlerin durdurulması talebiyle farklı tarihlerde birden fazla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, TEİAŞ Genel Müdürlüğü, Keçiören Belediye Başkanlığı, Subayevleri Muhtarlığı gibi birçok kurum ve kuruluşa dilekçe sunmuştur.
13. Taleplerinin reddedilmesi üzerine başvurucu, yüksek gerilimli elektrik kablolarının yer altına alındığı Bando Sokak’ta elli yıldır ikamet ettiğini, Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi'nde belirlenen ilk güzergâhın elli metre genişliğinde ve kamulaştırılmış bir araziden geçtiğini, bu güzergâhın projeye çok daha uygun olduğunu, buna rağmen güzergâhın sekiz metre genişliğinde dar bir sokak olan Bando Sokak'ı kapsayacak şekilde rant sağlama amacıyla değiştirildiğini, bu değişiklikle hem hattın uzunluğunun artması nedeniyle kamu zararının doğduğunu hem de her iki tarafı da iskânlı olan sokakta oturan binlerce insanın can ve mal güvenliğinin tehlikeye girdiğini, çevresel etki değerlendirmesinin gerekli olmadığına dair karar alındığı ve bilgilendirme için ilgili kurumların görevlendirildiği belirtilmesine rağmen proje hakkında çevre sakinlerinin bilgilendirilmediğini, 154 kV değerinde enerji taşıyan kabloların oluşturduğu elektromanyetik alanın insan sağlığına olumsuz etkilerinin olduğunu ve ölüm tehlikesi oluşturduğunu belirterek telafisi imkânsız zararların doğmaması için öncelikle söz konusu yüksek gerilimli iletim hattına gerilim verilmesini durduracak şekilde yürütmenin durdurulması kararı verilmesi ve neticede hattın kaldırılması talebiyle 21/2/2006 tarihli dilekçesiyle Ankara 4. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Söz konusu dava, anılan Mahkemenin 2006/476 Esas sırasına kaydedilmiştir.
14. Davalı TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından dava dosyasına sunulan cevap dilekçesinde söz konusu iletim hattının 1956 yılından itibaren hizmet verdiği, zaman içerisinde şehrin artan nüfusu ve refah seviyesine göre oluşan ihtiyaçlar doğrultusunda kabloların yeraltına alınmaya başlandığı, proje kapsamında belirlenen güzergahlarda idari ve teknik sorunların ortaya çıkması hâlinde plan değişikliklerinin yapılabileceği, yüksek gerilim taşıyan kabloların mümkün olduğu ölçüde yapılaşmaların tamamlandığı cadde ve sokaklardan uygun derinlikteki kanallara doğrudan serilerek ya da boru içine döşenerek geçirilmesi gerektiği, 30/11/2000 tarihli ve 24246 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği (Yönetmelik) ve teknik şartnamelerdeki uygulama usulleri benimsendiği sürece ileri teknoloji ile üretilmiş iletim kablolarının insan sağlığına bir zararının bulunmadığı, başvurucunun iddialarının aksine söz konusu yüksek gerilimli kablo kanalları yerleştirilmesi amacıyla gerçekleştirilen kazı ve inşa aşamalarında ilgili kuruluşların temsilcileri ve görevli kontrol elemanları hazır bulundurularak emniyetli bir çalışma yürütüldüğü ayrıca mahalle sakinleri ile görüşüldüğü, güzergâhta yapılan değişikliğin başlıca nedeninin Bando Sokak’taki mevcut altyapı tesislerinin konumu ve yol genişliği itibarıyla trafik akışı engellenmeden kablo kanallarının inşa edilmesine ve tesisine teknik açıdan imkân vermesinden kaynaklandığı, yaklaşım ve temas mesafeleri gözetildiğinde 154 kV değerindeki gerilim seviyesinin bir tehlike oluşturmayacağı, yer altı kablolarının bulunduğu kısımlar gelişigüzel kazılmadığı sürece insanların can ve mal güvenliklerini tehlikeye düşürecek, huzur ve esenliklerini bozacak bir durumun bulunmadığı, bu amaçla ayrıca uyarı levhalarının yerleştirildiği, Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi'nin uluslararası standartlar gözetilerek ve yüksek kaliteli malzemeler kullanılarak hayata geçirildiği, hukuka aykırı bir işlem ya da eylem olmadığı gibi telafisi imkânsız bir durumunda bulunmadığı, bu nedenlerle yürütmenin durdurulması talebinin ve davanın reddinin gerektiği ifade edilmiştir. Diğer davalı olan Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından sunulan cevap dilekçesinde yüksek gerilimli iletim hattının yer altına alınması çalışmalarının bölgede uzmanlarca yapılan titiz incelemelerle ve teknik çalışmalarla gerçekleştirildiği, insan sağlığına bir zarar oluşturmayacağı, güzergâhın değişmesi neticesinde boşalan yerlerin yeşil alan olarak kullanılmak üzere Büyükşehir Belediyesine devredildiği ve bu amaç dışında kullanılmayacağı, rant elde edildiği şeklindeki iddianın asılsız olduğu ileri sürülmüştür.
15. Anılan iletim hattının bulunduğu mahalde 30/1/2007 tarihinde yapılan keşif neticesinde şehir planlama uzmanı, elektrik mühendisi ve çevre mühendisi akademisyenlerden oluşan bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda, Batı ülkelerinde olduğu gibi yüksek gerilim hatlarının yer altına alınmasının güvenlik açısından tercih edilen bir yöntem olduğu, bu çerçevede kabloların özel nitelikli borular içine alınması ve diğer altyapı sistemlerinden belli mesafede ayrı konulması gerektiği, buna ilişkin esasların Yönetmelik’te belirlendiği, buradaki esasların TEİAŞ tarafından yerine getirildiğinin beyan edildiği, söz konusu kabloların yer altından değil de havai hat üzerinden geçirildiği durumda havai hat güzergâhı üzerinde çeşitli kamu kuruluşlarına ve özel hukuk kişilerine ait taşınmazların bulunması nedeniyle tehlike anında ya da müdahale gerektiğinde izin almanın veya kamulaştırmanın hem uzun zaman aldığı hem de kamu yararına uygun ekonomik bir tercih olmadığı, havai hat altındaki alanlardan rant sağlanacağı iddiasına karşı önlemler alınarak bu tür yerlerin yeşil alan olarak kullanılması koşulu getirildiği, güzergâhın Şehit Makbule Sokak’tan Bando Sokak’a kaydırılmasında altyapı tesislerinin çokluğu ve yol ortasında çok sayıda rögar bulunması gibi teknik birtakım gerekçelere dayanıldığı, Bando Sokak’tan güvenlik koşullarına uygun şekilde geçirilen yer altı kablolarının çevreye bir zararının bulunmadığı, sokakta yer alan uyarı levhalarının görsel kirlilik ve psikolojik olarak rahatsızlık oluşturduğu iddia edilmiş ise de şehirlerde bu tür levhaların çokça bulunduğu, ayrıca güzergâh değişikliği hakkında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından ÇED olumlu kararı verildiği belirtilmiş ve yüksek gerilim taşıyan yer altı kablolarının Bando Sokak’tan geçirilmesinde teknik ve çevresel açıdan, ayrıca şehircilik ilkeleri bağlamında bir sakınca bulunmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
16. Ankara 4. İdare Mahkemesi 2006/476 esas sayılı dava dosyasında verdiği 26/9/2007 tarihli ara kararı ile yürütmenin durdurulması talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“… Dava dosyasının incelenmesinden, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin bağlı ortaklığı olan Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından işletilmekte olan 33/6,3 kV 2*10 MVA kapasiteli Hasköy Dağıtım Merkezinin, yörenin elektrik enerjisi ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalması nedeniyle anılan saha davalı idareye devredilerek davalı idarenin 2004 yılı yatırım programında "04.D.03.0620 proje no'lu TEİAŞ Hasköy- Akköprü 89/154kV XLPE yalıtımlı yer altı kablosuyla enerji iletim tesisleri" projesine yer verildiği, davacının evinin Hasköy GIS TM ile Akköprü TM arasında yüksek gerilimle enerji iletimine mahsus 89/154 kV XLPE yer altı kablosu güzergahında kaldığı, projenin kesinleşmesi üzerine 09.03.2005 tarihinde 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 19. maddesi uyarınca ihale yapıldığı, yüklenici firma ile 13.05.2005 tarihinde sözleşme imzalandığı, projede Şehit Makbule Sokaktan geçirilmesi planlanan yüksek gerilim hattının işin devamı esnasında yüklenici firma ile davalı idarenin kontrol elemanları tarafından yapılan nihai etüd sonucunda davacının evinin bulunduğu Bando Sokaktan geçirilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.
Mahkememizin 06.06.2006 tarihli kararı ile güzergah değişikliği ile ilgili olarak yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş olup, bilirkişilerce hazırlanan raporda özetle; yüksek gerilim hatlarının yer altına döşenmesinin sağlık açısından bir risk oluşturmadığı, hatların oluşturduğu manyetik ve elektrik alan değerlerinin hattın toprak altına döşenmesi durumunda çok daha düşük olduğu, güzergahın Şehit Makbule Sokak yerine Bando Sokaktan geçirilmesi nedeniyle hattın bir miktar uzatıldığı, trafik akış yönü, sokaktaki ağaç sayısı, sokakta bulunan rögar kapaklarının sayısı, döşeme sırasında kablo ek yerlerinin nereye gelmesi gerektiği konularının güzergah belirlenmesinde göz önüne alınması gerektiği, bu hususlar göz önüne alındığında güzergah değişikliğinin yerinde olduğu, güzergah değişikliğinde ve yer altına döşenecek kabloların seçiminde Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun davranıldığı, tesis alanı kapatılmış olduğundan Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin 58/b/11 maddesinde belirtilen mesafelere uyulup uyulmadığının tespit edilemediği, belirtilen nedenlerle yüksek gerilim hattı kablolarının Bando Sokaktan geçirilmesinde teknik, çevresel ve şehircilik ilkeleri açısından sakınca bulunmadığı ifade edilmiştir.
Bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiş olup, davacı tarafından özellikle yüksek gerilim kablolarının yer altına döşenmesinde şartnamelere uyulmadığı, kazı yaptırılması ve uygun olarak döşenip döşenmediğinin tespiti istenilmiştir.
Mahkememizin 26.06.2007 tarihli kararı ile ek keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş ise de, 26.07.2007 tarihli kararı ile davalı idareden;
Söz konusu alandaki yüksek gerilim kablolarının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin 58/11. maddesine uygun, yani zemin yüzeyinden itibaren ne kadar derinliğe döşendiğine ilişkin tüm bilgi ve belgelerin istenilmesine,
Söz konusu alanda yüksek gerilim kablolarının yer altına alınmasına ilişkin ihale yapılıp yapılmadığının, yapıldı ise bu konuda Kamu İhale Kurumuna itirazen şikayet başvurusunda bulunulup bulunulmadığının, İdari Yargıda dava konusu edilip edilmediğinin sorulmasına,
İhale yapıldı ise hazırlanan idari şartname, teknik şartname ve sözleşmenin bir örneğinin istenilmesine,
İhaleye çıkılmadan önce uygulama projesi, ön veya kesin proje yapılıp yapılmadığının sorulmasına,
Yapıldı ise söz konusu alanın üzerinde işaretlendiği projelerin istenilmesine, karar verilmiştir.
Anılan karar üzerine davalı idareden gelen bilgi ve belgelerin incelenmesinden; işe ait teknik şartnamenin 4.10.1. maddesinde güç kablolarının yol seviyesinin minimum 1200 mm altına serileceğinin düzenlendiği, yer altına döşenecek kablolara ilişkin nihai projede asfaltın yol seviyesinden 10 cm., betonun 20 cm., ikaz bantlarının 20 cm., stabilize dolgu malzemesinin 30 cm., özel yataklama kumunun 40 cm. olmak üzere toplam 120 cm. olduğu, tesiste herhangi bir özür ya da eksiklik olmadığı tespit edilerek 17.05.2006 tarihinde Kabul Kurulu tarafından Geçici Kabul Tutanağı düzenlendiği görülmektedir.
26. 07.2007 tarihli kararımız üzerine davalı idareden gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesi üzerine ek keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasından bu aşamada vazgeçilmiştir.
26. 07.2007 tarihli kararımız üzerine davalı idareden gönderilen bilgi ve belgeler ile verilecek karara esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesi sonucunda; yüksek gerilim hattının söz konusu alanda yer altına alınması ve güzergah değişikliği yapılması işleminde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, olayda yukarıda anılan kanun hükmünde öngörülen şartların gerçekleşmediği anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması isteminin reddine …oybirliğiyle karar verildi.”
17. Anılan karar karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 7/11/2007 tarihli ve 2007/5171 Y.D. İtiraz No.lu kararı ile reddedilmiştir.
18. Dava süreci devam ederken başvurucu tarafından Çevre ve Orman Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürlüğüne hitaben sunulan 5/4/2006 tarihli dilekçe ile çevresel etki değerlendirmesinin gerekli olmadığına dair verilen kararın halka duyurulması konusunda gereğinin yapılmadığı, yaşadıkları sokağın kazılarak yer altına döşenen yüksek gerilim taşıyan kablolar nedeniyle can ve mal güvenliklerinin bulunmadığı, 16/12/2003 tarihli ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin (ÇED Yönetmeliği) 19. maddesine aykırı davranıldığı belirtilerek yatırımın durdurulması ve "ÇED gerekli değildir" kararının iptali talep edilmiştir.
19. 10/5/2006 tarihinde Ankara Valiliği, proje tanıtım dosyasında taahhüt edilen hususların yerine getirilmesi için ÇED Yönetmeliği’nin 19. maddesi gereğince TEİAŞ Genel Müdürlüğüne altmış iş günü süre verilmesi ve taahhütler yerine getirilene kadar söz konusu 154 kV geriliminde Hasköy-Akköprü yer altı iletim hattına elektrik verilmemesi yönünde karar almıştır.
20. Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından Valilik makamına sunulan ve proje hakkında değerlendirmeler içeren 21/8/2006 tarihli yazıda, yöre halkından gelen şikâyet dilekçeleri nedeniyle projenin çevresel bir baskıya neden olacağı, bu nedenle daha ayrıntılı incelenmesi gerektiği belirtilmiş ve güzergâh değişikliği için ÇED raporu hazırlanmasının gerekli olduğu yönünde karar verilmesi teklifinde bulunulmuştur. Bu doğrultuda Ankara Valiliği tarafından ÇED Yönetmeliği’nin 17. maddesi gereğince "ÇED gereklidir" kararı verilmiştir.
21. Ankara Valiliğinden Keçiören Kaymakamlığına gönderilen 6/11/2006 tarihli yazı ile, söz konusu iletim hattı projesi hakkında yörede oturanlar tarafından iki yüz altmış yedi adet şikâyet dilekçesi sunulduğu, yer altı kablolarına test amaçlı elektrik verildiği, Valiliğin 10/5/2006 tarihli kararı gereğince iletim hattına verilen elektriğin 9/10/2006 tarihinde kesildiği, güzergah değişikliğine ilişkin karar çıkmadan yer altı iletim hattına elektrik verilmesi nedeniyle TEİAŞ Genel Müdürlüğüne idari para cezası uygulandığı belirtilmiş ve tüm bu hususlar hakkında halkın bilgilendirilmesi talep edilmiştir.
22. Bu kapsamda ÇED Yönetmeliği’nin 9. maddesi gereğince yöre halkının proje hakkında bilgilendirilmesi, görüş ve önerilerinin alınması amacıyla 18/12/2006 tarihinde halkın katılımı toplantısı gerçekleştirilmiştir.
23. Çevre ve Ormancılık Bakanlığının 12/3/2007 tarihli yazısından anlaşıldığı üzere söz konusu projede gerçekleştirilen güzergâh değişikliği hakkında ÇED Yönetmeliği’nin 14. maddesi gereğince “ÇED olumlu" kararı verilmiştir.
24. Başvurucu tarafından sunulan 12/4/2007 tarihli dilekçe ile anılan ÇED olumlu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptal edilmesi talebiyle Ankara 4. İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. 2007/493 Esas sırasına kaydedilen dava dosyasına davalı Ankara Valiliği tarafından sunulan 24/7/2007 tarihli cevap dilekçesinde, başlangıçta proje hakkında ÇED gerekli değildir kararı verildiği, ihtiyaç üzerine yapılan güzergâh değişikliğinden sonra ise proje hakkında ÇED gereklidir kararı verildiği, yöre halkından gelen şikâyetler nedeniyle projenin çevresel etkilerinin daha kapsamlı incelenmesi gerektiği kanaatine ulaşıldığı, ÇED Yönetmeliği’nin Ek-I listesinde yer alan projeler ile ÇED gereklidir kararı verilen projelerde halkın katılımı toplantılarının düzenlendiği, anılan projenin ÇED Yönetmeliği’nin Ek-II listesinde yer aldığı, bu nedenle halkın katılımı toplantısı düzenlenmediği ancak ÇED gereklidir kararı ile bu yönde bir adım atıldığı, Valilik tarafından verilen süre içinde proje sahibi tarafından ÇED Yönetmeliği’ne uygun şekilde gerekliliklerin yerine getirildiği ve verilen ÇED olumlu kararının hukuka ve teknik düzenlemelere uygun olduğu belirtilmiştir. Diğer davalı Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından sunulan cevap dilekçesinde de benzer gerekçelere dayanılmış ve ÇED Yönetmeliği’nin 8. ile 14. maddelerinde belirtilen usul ve esaslar gözetilerek ÇED sürecinin tamamlandığı ve ÇED olumlu kararının verildiği ileri sürülmüştür.
25. Mahkemece verilen 14/11/2007 tarihli ara kararı ile kanunda öngörülen şartların gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir. Karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 12/12/2007 tarihli ve 2007/5958 Y.D. İtiraz nolu kararıyla reddedilmiştir.
26. Başvurucu tarafından Ankara 4. İdare Mahkemesinin E2006/476 sayılı dava dosyasına sunulan 8/1/2008, 19/2/2008, 12/3/2008 ve 7/4/2008 tarihli dilekçeler ile yeni ve tarafsız bir bilirkişi heyeti oluşturulması ve incelemelerin E.2007/493 sayılı dava dosyasını kapsayacak şekilde yapılması talep edilmiştir.
27. Bu doğrultuda 11/4/2008 tarihinde dava konusu yüksek gerilim hattının Bando Sokak’tan geçen bölümü üzerinde yapılan keşif neticesinde hazırlanan ek bilirkişi raporunda hattın Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’ne uygun olarak döşendiği ancak teknik şartname hükümlerine aykırı olarak beton tabaka kalınlığının 20 cm yerine 18 cm olduğu, derinliğin de 120 cm’den az olduğu, davacının işaret ettiği gibi aynı kanallardan geçen su boruları ve benzeri altyapı tesislerinde oluşabilecek arızalarla ilgilenilirken diğer kurumların görevlileri tarafından yüksek gerilim hattına müdahale etme, özensiz çalışarak yapıyı bozma riskinin bulunduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir.
28. Ankara 4. İdare Mahkemesi 26/6/2008 tarihli ve E.2006/476, K.2008/1670 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“… Bilirkişi raporunda belirtildiği üzere, yüksek gerilim hattının yer altına alınmasında Elektrikli Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun davranıldığı, ancak Yönetmelikte belirtilen mesafelerden daha fazla derinlik öngörülen Yapım Sözleşmesine 2 noktada uygunluk bulunmadığı anlaşılmakta olup, tesisin anılan Yönetmeliğe uygun olması nedeniyle, sözleşme hükümlerine aykırılığın idare tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna davacı, davacı yanında müdahil ve TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından itiraz edilmiş ise de, bilirkişi raporundaki saptamalar karşısında itirazlar yerinde bulunmamıştır.
Dosyada var olan bilgi ve belgeler ile verilecek karara esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporlarının birlikte değerlendirilmesi sonucunda, yüksek gerilim havai hattının yer altına alınmasında, güzergah seçiminde, tesisin yapılmasında ve havai hattın kaldırılmasıyla boşalacak alanın yeşil alan olarak kullanılmak üzere Ankara Büyükşehir Belediyesine devredilmesi işlemlerinde anılan mevzuata hükümlerine ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan, 19.2.2008 tarihli ara kararımız ile, yeşil alan olarak kullanılmak üzere Ankara Büyükşehir Belediyesine devredilen taşınmazın içinde yer aldığı herhangi bir plan yapılıp yapılmadığı sorulmuş olup, gelen cevabi yazıdan; AYKOME kararı ile kaldırılan enerji nakil hattının geçtiği güzergahın Keçiören Belediye Meclisinin 31.10.1990 tarih ve 259 sayılı kararı ile onanan Çubuk Çayı ve Çevresi I. Etap İmar Planı kapsamında kaldığı, onaylı imar planına göre enerji nakil hattının geçtiği güzergahın bir kısmının E=0,10, Hmax=6,50m yapılanma koşullu pazar alanı olarak ayrılırken diğer kısmının yeşil alan olarak ayrıldığı belirtilmiş olup, söz konusu plan veya plan tadilatının bu davanın konusu olmaması nedeniyle belirtilen husus incelenmemiş olup, plan veya plan tadilatının ayrıca dava konusu yapılabileceği de açıktır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, … oybirliğiyle karar verildi.”
29. Aynı Mahkeme 2007/493 esas sayılı dava hakkında ise 26/6/2008 tarihli ve E.2007/493, K.2008/1654 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“… Dava konusu olayda, TEİAŞ Genel Müdürlüğünce havai elektrik hattının yer altına indirilmesi için hazırlanan proje tanıtım dosyasında davalı idarelerden gerekli izin alınmaksızın güzergah değişikliği yapılması üzerine söz konusu hatta elektrik verilmemesine karar verilerek TEİAŞ Genel Müdürlüğü hakkında idari para cezası verildiği, daha sonradan güzergah değişikliği için verilen ÇED gereklidir kararına istinaden yapılan incelemeler ve halkın katılımı toplantısı sonucunda söz konusu proje için ÇED olumlu kararı verildiği görülmektedir.
Mahkememizin E.200/476 esas numarasına kayden yine davacılar tarafından açılan yüksek gerilim havai hattının yer altına alınmasının durdurulmasına ilişkin başvurunun reddine yönelik 26.1.2006 gün ve 414 sayılı TEİAŞ Genel Müdürlüğü işlemi ile yüksek gerilim havai hattının kaldırılması ile ortaya çıkacak yeşil alanın Ankara Büyükşehir Belediyesine devrine ilişkin 20.7.2005 gün ve 204 sayılı davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı AYKOME ara genel kurul kararının iptali istemli davada güzergah değişikliği ile ilgili olarak yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş olup yapılan keşif sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda özetle; yüksek gerilim hatlarının yer altına döşenmesinin sağlık açısından bir risk oluşturmadığı, hatların oluşturduğu manyetik ve elektrik alan değerlerinin hattın toprak altına döşenmesi durumunda çok daha düşük olduğu, güzergahın Şehit Makbule Sokak yerine Bando Sokaktan geçirilmesi nedeniyle hattın bir miktar uzatıldığı, trafik akış yönü, sokaktaki ağaç sayısı, sokakta bulunan rögar kapaklarının sayısı, döşeme sırasında kablo ek yerlerinin nereye gelmesi gerektiği konularının güzergah belirlenmesinde göz önüne alınması gerektiği, bu hususlar göz önüne alındığında güzergah değişikliğinin yerinde olduğu, güzergah değişikliğinde ve yer altına döşenecek kabloların seçiminde Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun davranıldığı, tesis alanı kapatılmış olduğundan Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin 58/b/11 maddesinde belirtilen mesafelere uyulup uyulmadığının tespit edilemediği, belirtilen nedenlerle yüksek gerilim hattı kablolarının Bando Sokaktan geçirilmesinde teknik, çevresel ve şehircilik ilkeleri açısından sakınca bulunmadığı ifade edilmiştir.
Bu durumda TEİAŞ tarafından hazırlanan projenin ilk halinde elektrik hattının Şehit Makbule Sokaktan geçirilmesi öngörülmüş ise de yukarıda söz edilen bilirkişi raporu ile de tespit edildiği üzere adı geçen sokağın konumu, altyapının sıkışık olması ve yer altı kablo kanalı için uygun genişlik bulunmaması nedeniyle güzergah değişikliğine gidilmesi üzerine Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde öngörülen koşullara uygun olarak güzergah değişikliğine ilişkin proje hakkında “ÇED olumlu” kararı verilmesine yönelik tesis edilen dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,… oybirliğiyle karar verildi.”
30. Ankara 4. İdare Mahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve E.2006/476, K.2008/1670 sayılı kararına karşı yürütmenin durdurulması ve bozma talebiyle temyiz başvurusunda bulunulmuş; anılan karar Danıştay 6. Dairesinin 16/11/2009 tarihli ve E.2009/4375, K.2009/11132 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir.
31. Ayrıca Ankara 4. İdare Mahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve E.2007/493, K.2008/1654 sayılı kararına karşı yürütmenin durdurulması ve bozma talebiyle temyiz başvurusunda bulunulmuş ise de yürütmenin durdurulması talebi Danıştay 6. Dairesi tarafından 20/10/2009 tarihinde reddedilmiş ve anılan karar, aynı Dairenin 5/10/2010 tarihli ve E.2008/9842, K.2010/8768 sayılı ilamıyla onanmış; karar düzeltme talebi de Danıştay 14. Dairesinin 12/6/2013 tarihli ve E.2011/10699, K.2013/4867 sayılı ilamıyla reddedilerek kesinleşmiştir.
32. Danıştay 14. Dairesi tarafından verilen 12/6/2013 tarihli nihai karar 12/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu tarafından 29/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
33. 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun “Elektrik piyasası faaliyetleri” kenar başlıklı mülga 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Elektrik piyasası faaliyetleri bu Kanun hükümlerine göre piyasada faaliyet gösterecek tüzel kişilerin üretim, iletim, dağıtım, toptan satış, perakende satış, perakende satış hizmeti, ticaret, ithalat ve ihracat faaliyetleridir.
Piyasada faaliyet gösterecek tüzel kişilerin faaliyetlerinde uymaları gereken usul ve esaslar bu Kanun ve ilgili yönetmeliklerle düzenlenir.
…
b) İletim faaliyeti gösterebilecek tüzel kişiler: Elektrik enerjisi iletim faaliyetleri Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından yürütülür.
Kamu mülkiyetindeki tüm iletim tesislerini devralmak, kurulması öngörülen yeni iletim tesisleri için iletim yatırım planı yapmak, yeni iletim tesislerini kurmak ve işletmek, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketinin görevidir.
(Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./2. md.) Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi; ayrıca, Kurul onayına tabi olan iletim, bağlantı ve sistem kullanım tarifelerini ve şebeke yönetmeliğini hazırlar, revize eder, denetler ve yük dağıtımı ile frekans kontrolünü gerçekleştirir, iletim sisteminde ikame ve kapasite artırımı yapar, gerçek zamanlı sistem güvenilirliğini izler, sistem güvenilirliğini ve elektrik enerjisinin öngörülen kalite koşullarında sunulmasını sağlamak üzere gerekli yan hizmetleri belirler ve bu hizmetleri Yan Hizmetler Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda sağlar.
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, Bakanlığın kararı doğrultusunda uluslararası enterkonneksiyon çalışmalarını yapar, iletim sistemine bağlı ve/veya bağlanacak olan serbest tüketiciler dahil tüm sistem kullanıcılarına şebeke yönetmeliği ve iletim lisansı hükümleri doğrultusunda eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin iletim ve bağlantı hizmeti sunar.
Piyasanın gelişimine bağlı olarak Kurul kararı doğrultusunda yeni ticaret yöntemleri ve satış kanallarının uygulanabilmesine yönelik alt yapının geliştirilmesi ve uygulanması Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından yürütülür.
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, yönetmelik çerçevesinde, dağıtım şirketleri tarafından hazırlanan talep tahminlerini esas alarak üretim kapasite projeksiyonunu hazırlar ve Kurul onayına sunar.
(Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./2. md.) İletim şebekesi dışında, ulusal iletim sistemi için geçerli standartlara uygun olan ve üretim faaliyeti gösteren tüzel kişinin lisansı kapsamındaki üretim tesisi ile müşterileri ve/veya iştirakleri ve/veya serbest tüketiciler arasında özel direkt hat tesisi, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi ile üretim faaliyeti gösteren tüzel kişi arasında yapılacak kontrol anlaşması ile mümkündür.
(Ek paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./2. md.) Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, uluslararası enterkonneksiyon hatlarının ulusal sınırlar dışında kalan kısmının tesisi ve işletilmesini yapabilir ve/veya bu amaçla uluslararası şirket kurabilir ve/veya kurulmuş uluslararası şirketlere ortak olabilir ve bölgesel piyasaların işletilmesine ilişkin organizasyonlara katılabilir.
c) Dağıtım faaliyeti gösterebilecek tüzel kişiler: Elektrik enerjisi dağıtım faaliyetleri, dağıtım şirketleri tarafından lisanslarında belirlenen bölgelerde yürütülür.
Dağıtım şirketleri, bulundukları dağıtım bölgesinde, başka bir tedarikçiden elektrik enerjisi ve/veya kapasite temin edemeyen tüketiciler bulunması halinde, perakende satış lisansı alarak bu tüketicilere perakende satış yapmak ve/veya perakende satış hizmeti vermekle yükümlüdür.
Dağıtım şirketleri, bölgelerinde, başka perakende satış şirketi ve/veya şirketleri bulunsa dahi perakende satış lisansı almak suretiyle tüketicilere perakende satış yapabilir ve/veya perakende satış hizmeti verebilir.
Lisanslarında belirtilen bölgelerdeki dağıtım tesislerini işleten ve/veya sahip olan dağıtım şirketleri, bu tesislerin yenileme, ikame ve kapasite artırım yatırımlarını yapar, dağıtım sistemine bağlı ve/veya bağlanacak olan serbest tüketiciler dahil tüm sistem kullanıcılarına, dağıtım lisanslarının hüküm ve şartları ve dağıtım yönetmeliği hükümleri doğrultusunda ve yönetmelikte belirlenecek süreler içinde eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin elektrik enerjisi dağıtımı ve bağlantı hizmeti sunar.
(Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./2. md.) Dağıtım şirketleri, Yan Hizmetler Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda yan hizmetleri sağlar.
Yönetmelik çerçevesinde, dağıtım lisanslarında belirlenen bölgelerde talep tahminlerinin hazırlanması ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketine bildirilmesi görevi dağıtım şirketlerine aittir. Kurul bu talep tahminlerini onaylar ve tahminler Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından yayımlanır.
Mülkiyeti kamuda olan dağıtım tesislerinin, Kurul onaylı talep tahminleri doğrultusunda yatırım planlarının hazırlanması ve Kurul onayına sunulması, onaylanan yatırım planı uyarınca yatırım programına alınan, dağıtım tesislerindeki gerekli iyileştirme ve güçlendirme işlerinin gerçekleştirilmesi ve/veya yeni dağıtım tesislerinin inşa edilmesi görevi söz konusu dağıtım tesislerini işleten dağıtım şirketlerine aittir.
…”
34. 2/3/2001 tarihli ve 24334 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5/2/2001 tarihli ve 2001/2026 sayılı Bakanlar Kurulu Kararname’nin eki 1. maddesi şöyledir:
“Elektrik üretimi, yük tevzii ve işletme planlaması hizmetlerini yürütmek üzere “Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi”, … unvanlarında … iktisadi devlet teşekkülü kurulmuştur.”
35. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Çevresel etki değerlendirilmesi” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.
Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.
Petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetleri, Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışındadır.
Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.”
36. Başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 16/12/2003 tarihli ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin “Yetki” kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“Bu Yönetmeliğe tabi projeler hakkında “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu”, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz”, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararlarını verme yetkisi Bakanlığa aittir. Ancak Bakanlık gerekli gördüğü durumlarda “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararının verilmesi konusundaki yetkisini, sınırlarını belirleyerek Valiliklere devredebilir.”
37. Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel Etki Değerlendirmesine Tabi Projeler” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
“Bu Yönetmeliğin;
a) EK-I listesinde yer alan projeler ile,
b) Ek-II listesinde bulunup
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” kararı verilen projeler için Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hazırlanması zorunludur.”
38. Belirtilen Yönetmelik’in “Halkın Katılımı Toplantısı” kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“Komisyonun Kapsam belirleme toplantısından önce, halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere proje sahibi tarafından projenin gerçekleştirileceği yerde Bakanlık ile mutabakat sağlanarak belirlenen tarihte, halkın katılımı toplantısı düzenlenir. Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinden önce proje sahibi tarafından, halkı bilgilendirmek amacıyla anket, seminer vb. çalışmalar yapılabilir.
a) Toplantı yeri Valilik ve proje sahibi tarafından belirlenir ve Valilik tarafından Bakanlığa bildirilir. Toplantı için projeden en çok etkilenmesi beklenen yöre halkının kolaylıkla ulaşabileceği merkezi bir yerin seçilmesine özen gösterilir.
b) Proje sahibi, toplantı tarihini, saatini, yerini ve konusunu belirten bir ilanı ulusal düzeyde yayımlanan bir gazete ile o yörede yayımlanan yerel bir gazetede toplantı tarihinden en az üç gün önce yayınlatır.
c) Toplantı İl Çevre ve Orman Müdürünün veya görevlendireceği bir yetkilinin başkanlığında yapılır. Toplantıda; halkın proje hakkında bilgilendirilmesi, görüş ve önerilerinin alınması sağlanır. Başkan katılımcılardan görüşlerini yazılı olarak vermelerini isteyebilir. Toplantı tutanağı, bir sureti Valilikte kalmak üzere Bakanlığa gönderilir.
Komisyon üyeleri, 8 inci madde de belirlendiği şekilde kendi isteklerine bağlı olarak Kapsam belirleme toplantısı öncesinde proje uygulama yerini inceleyebilir, kendilerine iletilen tarihe göre halkın katılımı toplantısına katılabilirler. Halkın katılımı toplantısı çalışmaları ile ilgili sekreterya hizmeti, İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından yürütülür.”
39. Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz Kararı” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Bakanlık, komisyonun rapor hakkındaki çalışmalarını dikkate alarak beş işgünü içinde proje için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu”ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verir, bu kararı proje sahibine ve ilgili kurum ve kuruluşlara yazılı olarak bildirir. Valilik, alınan kararı gerekçeleri ile beraber uygun araçlarla yöre halkına duyurur.
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı verilen proje için beş yıl içinde yatırıma başlanmaması durumunda “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı geçersiz sayılır.
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verilen projeler için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verilmesine neden olan koşulların tamamında değişiklik olması durumunda proje sahibi yeniden başvuruda bulunabilir.”
40. Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“Bakanlık 15 inci maddenin (a), (b), (c) bendinde yer alan projeleri, EK-IV’deki kriterler çerçevesinde inceler ve değerlendirir. Bakanlık, bu aşamada gerekli görülmesi halinde proje sahibinden projesi ile ilgili geniş kapsamlı bilgi vermesini, araç gereç sağlamasını, yeterliği kabul edilebilir kuruluşlarca analiz, deney ve ölçümler yapmasını veya yaptırmasını isteyebilir.
Bakanlık on beş işgünü içinde inceleme ve değerlendirmelerini tamamlayarak proje hakkında “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararını beş işgünü içinde verir, kararı Valiliğe ve proje sahibine bildirir. Valilik bu kararı taşra teşkilatlarına ve halka duyurur.
Çevresel Etki Değerlendirmesi gerekli değildir kararı verilen proje için 5 yıl içinde yatırıma başlanmaması durumunda Çevresel Etki Değerlendirmesi gerekli değildir kararı geçersiz sayılır.
“Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” kararı alınan projeler 7 nci madde uyarınca Çevresel Etki Değerlendirmesine tabidir. Bir yıl içinde 8 inci maddeye göre Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinin başlatılmaması durumunda başvuru geçersiz sayılır.”
41. Belirtilen Yönetmelik’in “Yönetmeliğe Aykırı Uygulamaların Durdurulması” kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
“Bu Yönetmelik kapsamındaki projelerde;
a) “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadan yatırıma başlandığının tespit edilmesi durumunda,Valilik tarafından yatırım durdurulur. “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadıkça durdurma kararı kaldırılmaz.
b) “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı verildikten sonra, proje sahibi tarafından Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyasında taahhüt edilen hususlara uyulmadığının tespit edilmesi durumunda sözkonusu taahhütlere uyulması için Bakanlıkça da uygun görülmesi halinde Valilikçe bir defaya mahsus olmak üzere süre verilebilir. Bu süre sonunda taahhüt edilen hususlara uyulmaz ise yatırım durdurulur. Yükümlülükler yerine getirilmedikçe durdurma kararı kaldırılmaz.”
42. Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nin 58. maddesi şöyledir:
“Bu Yönetmeliğin kapsamına giren tesislerde Türk Standartlarına uygun kablolar kullanılacaktır. Bunlar bulunmadığında Madde 1‘de belirtilen standartlara uygun kablolar kullanılacaktır.
b) Kabloların döşenmesi:
1) Yer altı kablolarının döşendikleri yerler kimyasal, mekanik ve ısıl etkilerden olabildiğince uzak ya da bunlara karşı korunmuş olmalıdır.
11) Yeraltına döşenecek kablolar, sokak ve alanlarda en az 80 cm derinliğe gömülmelidir. Bu yerlerin dışında en az 60 cm olmalıdır. Bu derinlik zorunlu durumlarda özel koruyucu önlemler alınarak 20 cm dolaylarında azaltılabilir.
e) Kablo yerlerinin işaretlenmesi:
Kablo tesisleri bulunan kuruluşlar, bunların yerlerini tam olarak işaretleyerek bu kabloların geçiş güzergahlarını gösteren planları, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ilgili belediyelere, diğer yerlerde de ilgili mülki idare amirliklerine vermelidir. Yer altı kablo güzergahları kaplamasız yerlerde işaretli beton kazıklarla, kaplamalı yerlerde oyulmuş işaretlerle belirtilmelidir. Şöyle ki güzergahı görünmeyen kablolar (mesela hendek içindekiler), kablo güzergahı ve niteliği anlaşılacak şekilde işaretlenmelidir. Bu çerçevede düz güzergah maksimum 100 m‘de bir, ek ve branşman yerleri dönüş noktaları vb. yanılgıyı önleyecek şekilde işaretlenmelidir. Bu işaretler yerine göre beton kazık, pirinç veya döküm levha ya da kaldırım kaplamasında oyulmak suretiyle yapılmalıdır.
43. 1992 yılında Rio de Janeiro'da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı sonucunda kabul edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Bildirisi’nin 10 numaralı prensibi şöyledir:
“Çevre sorunlarını ele almanın en iyi şekli ve uygun olan çözüm konuyla ilgili her aşamada ilgili bütün vatandaşların kararlara katılımını sağlamaktır. Ulusal düzeyde, her kişi, tehlikeli faaliyet ve maddeler ile ilgili bilgiler dahil olmak üzere, kamu makamlarının sahip olduğu çevre ile ilgili tüm bilgilere ulaşabilmeli ve karar alma sürecine katılma olanağına sahip olmalıdır. Devletler, bu bilgilere halkın ulaşmasını sağlamalı ve ayrıca halkın alınacak kararlara katılımını ve duyarlılığını kolaylaştırmalı ve özendirmelidir. Devletler ayrıca ilgililerin bu konuda yapabilecekleri idari ve yargısal başvuru haklarının kolaylaştırılmasını sağlamalıdır.”
44. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin çevre ve insan haklarına ilişkin 27/6/2003 tarihli ve 1614 sayılı Tavsiye Kararı'nın ilgili kısmı şöyledir:
“Parlamenterler Meclisi, üye Devletlerin hükümetlerine şu hususları tavsiye eder:
i) Hükümetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2., 3. ve 8. maddelerinde ve Sözleşme’nin eki Protokol’ün 1.maddesinde güvence altına alındığı gibi, kişinin yaşam hakkı, sağlık hakkı, özel yaşamı ve aile yaşamı ile vücut ve mal bütünlüğünü, özellikle çevrenin korunması gerekliliğini de gözönüne alarak, etkili biçimde koruyucu tedbirler almalıdır.
ii) Hükümetler, tercihen anayasal düzeyde ve fakat en azından yasal düzenlemeler sonucunda çevre hakkının Devlet açısından mutlak olarak korunması gereken nesnel bir insan hakkı olduğunu kabul etmelidirler.
iii) Hükümetler, Aarhus Anlaşmasında kabul edildiği üzere, çevre alanında bireylerin bilgi edinme ve alınan kararlara katılım hakları ile kişisel nitelikteki yargısal başvuru haklarını güvence altına almayı kabul etmelidirler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
45. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
46. Başvurucu; Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi kapsamında belirlenen güzergâhlarda havai hattın yer altına alınması işlemlerine başlandığını, TEİAŞ tarafından proje kapsamında verilen taahhütnameye aykırı şekilde rant sağlama amacıyla güzergâhın keyfî olarak değiştirildiğini, değiştirilen güzergâhın konutunun bulunduğu ve uzun yıllardır ikamet ettiği iki tarafı iskânlı olan sokağı da kapsadığını, 154 kV değerinde yüksek gerilim taşıyan kabloların yer altına alınması amacıyla sokakta yapılan kazı çalışmaları ile söz konusu idari tasarruftan haberdar olduklarını, yüksek gerilim taşıyan kabloların yer altına alınması hâlinde ortaya çıkacak can ve mal güvenliği riski nedeniyle başta TEİAŞ olmak üzere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı gibi kamu kurum ve kuruluşlarına hem kendisinin hem de mahallenin diğer sakinlerinin defalarca şikâyetlerde bulunduğunu, bu doğrultuda projenin gereklerinin yerine getirilmemesi nedeniyle Ankara Valiliği tarafından projenin geçici olarak durdurulduğunu, akabinde çevresel bir baskı oluşturulduğu gerekçesiyle ÇED gerekli değildir kararının kaldırılarak ÇED gereklidir kararı verildiğini, bu kapsamda yapılan halkın katılımı toplantılarının güzergâh değişikliğine ilişkin işlemler bittikten sonra gerçekleştirildiğini, idari makamlarca usulen yürütülen süreç neticesinde güzergâh değişikliği planı için ÇED olumlu kararı verildiğini, iletim hattına elektrik akışının durdurulması ve kamu yararına uygun şekilde hattın kaldırılarak daha güvenli olan yerlere aktarılması talebiyle idari yargıda dava açtığını, ayrıca ÇED olumlu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptal edilmesi talebiyle yine idari yargıda ayrı bir dava açtığını, yer altı yüksek gerilim iletim hatlarının nüfus yoğunluğu az olan yerlerden geçirilmesi gerekirken altyapısının ve trafiğinin sıkışık olduğu Bando Sokak’ın tercih edilmesi nedeniyle can ve mal güvenliklerinin hiçe sayıldığını, mahalle sakinleri olarak huzur ve esenliklerinin kalmadığını, ayrıca iletim hattının yer altına döşenmesi nedeniyle sokakta yoğun şekilde bulunan altyapı tesisatlarının zarar gördüğünü, inşaat mühendisi olarak uzun yıllar kamu görevlisi olarak toplu konut projelerinde görevler alması nedeniyle yüksek gerilimli yer altı kablolarının ne tür ölümcül tehlikelere yol açacağını öngördüğünden bu konuda tüm idari ve yargısal yollara başvurduğunu, açtığı her iki davanın reddedilmesi nedeniyle iletim hattının kalıcı hâle getirildiğini, bu nedenle elli yıldır ikamet ettiği konutundan ayrılarak kiracı olarak başka bir muhite taşınmak zorunda kaldığını, bu süreçte stres ve endişe içinde yaşadığını, kamu görevlilerinin şantaj ve tehditlerine maruz kaldığını, kendisinin ve ailesinin maddi ve manevi kayba uğradığını, tüm bu nedenlerden dolayı sağlığının bozulduğunu, ayrıca yargılamalarda görev alan hâkimlerin idari tasarruflarla görevlerinden alınarak yargıya müdahale edildiğini, bilirkişi heyetlerinin talep ettiği vasıfları haiz kişilerden oluşturulmadığını, Mahkemelerce usul ve esas kurallarına uygun hareket edilmediğini, dava süreçlerinin yedi yıl devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek Anayasa'nın 5., 6., 9., 12., 17., 23., 35., 36., 40. ve 56. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’nın 5., 6., 9., 12., 17., 23., 35., 36., 40. ve 56. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber ihlal iddialarının mahiyeti gereği, başvurunun maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
48. Başvurunun incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvurucu, yüksek gerilim taşıyan iletim kablolarının yer altına alınması amacıyla yürütülen proje kapsamında belirlenen güzergâhın konutunun bulunduğu sokağı da kapsayacak şekilde sonradan değiştirilmesi ve bu doğrultuda idare tarafından gerçekleştirilen işlem, eylem ya ihmaller nedeniyle kendisinin ve aile bireylerinin can ve mal güvenliklerinin tehlikeye düştüğünü, huzur ve esenliklerinin kaybolduğunu, bu süreçte stres ve sıkıntılar yaşayarak sağlığını kaybettiğini ve tüm bunlara neden olan söz konusu iletim hattının yaşadıkları sokaktan kaldırılması talebiyle açtığı davaların reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 17. ve 20. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
50. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa’nın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına ilişkin hükümlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesi ile bu maddeye ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) oluşturulan içtihat ışığında yorumlanması gerektiği, söz konusu çevresel rahatsızlığın başvurucunun yaşam tarzı ve sağlığı üzerinde bir etkisinin olup olmadığı hususunun tespit edilmesi gerektiği, bu kapsamda başvurucunun iddialarının yerel makamlarca incelendiği belirtilmiş ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı bağlamında AİHM içtihadına yansıyan dava örneklerine yer verilmiştir.
51. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde söz konusu yer altı iletim hattının 154 kV değerinde yüksek gerilim taşıdığını hatırlatmış ve bu türden kabloların yüksek voltaj nedeniyle ısınması nedeniyle yakınındaki tesisatların bozulmasına yol açtığını, yapılacak kazı çalışmalarında temasa açık ölümcül bir risk oluşturduğunu, bunun yanında hat güzergâhı üzerinde elektromanyetik alanın oluştuğunu, nüfus yoğunluğunun yüksek olması nedeniyle tüm bunların neden olacağı can ve mal tehlikesinin birçok insanı telafisi imkânsız şekilde etkileyeceğini, idari ve yargısal makamlar tarafından korunma sağlanmadığını belirterek başvuru dilekçesindeki görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
52. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
53. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
54. Anayasa’nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
55. Anayasa’nın “Çalışma ve sözleşme hürriyeti” kenar başlıklı 48. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.”
56. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
57. Özel hayat alanına dâhil olan tüm hukuksal çıkarlar Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınmakla birlikte söz konusu hukuksal çıkarların, Anayasa’nın farklı maddelerinin koruma alanına girdiği görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bunun dışında özel hayat kavramına dâhil bir kısım hukuksal değerin Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlendiği, özel hayatın diğer alt kategorileri olarak ele alınan haberleşmenin gizliliği ve konuta saygı hakkının ise Anayasa’nın 21. ve 22. maddelerinde güvence altına alındığı görülmektedir. Bu kapsamda Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan hakların temel olarak Anayasa’nın 17., 20., 21. ve 22. maddelerinde düzenlendiği anlaşılmaktadır (Mehmet Kurt [GK], B. No: 2013/2552, 25/2/2016, § 44).
58. Özel hayatın korunması kapsamında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhildir. Bu bağlamda kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin hukuksal çıkarı da özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınmaktadır. Fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlardan biri de sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıdır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014).
59. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının anayasal anlamda normatif dayanağı 56. madde hükmünde yer verilen herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu yönündeki düzenlemedir. Ancak söz konusu hüküm, Anayasa’nın sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde yer almaktadır. Anayasa’nın bireysel başvuru hakkının düzenlendiği 148. maddesinin üçüncü fıkrasında “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” hükmüne yer verilmek suretiyle Anayasa’da yer alan ikinci ve üçüncü kuşak hakların ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunulamayacağı ifade edilmekle birlikte sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının, Anayasa’nın fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması ile ilgili hukuksal çıkarları ihtiva eden 17. maddesi, özel ve aile hayatına saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını düzenleyen 21. maddesi ile bağlantılı olarak ve söz konusu hükümlerde yer alan hukuksal çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir (Mehmet Kurt, § 46).
60. Özel hayat kavramı eksiksiz tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 26). Çevresel rahatsızlıklarla ilgili ihlal iddiaları kapsamında da, ağırlıklı olarak devletin pozitif yükümlülüklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
61. Çevre hakkı bağlamında özel hayata, aile hayatına ve konuta saygı hakkı, sadece kamusal müdahalelere karşı korunmamakta; pozitif yükümlülükler doktrini uyarınca bu koruma özel kişilerden kaynaklanan müdahaleler kapsamında da gündeme gelmektedir (Mehmet Kurt, § 48).
62. Anayasa’da pozitif yükümlülüklere ve temel hakların yatay ilişkilere uygulanmasına gönderme yapan çok sayıda düzenleme bulunmaktadır. Bu kapsamda Anayasa’nın 176. maddesine göre metne dâhil sayılan başlangıç bölümünün yedinci paragrafında “Topluca Türk vatandaşlarının (….) birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı (...)” göstermesi hususundan bahsedilmekte, Anayasa’nın devletin temel amaç ve görevlerini belirleyen5. maddesinde ise“(…), kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” ifadelerine yer verilmektedir. Bunun yanı sıra Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğüne ilişkin 11. madde gereğince Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarının yanında diğer kuruluş ve kişileri de bağlayan temel hukuk kuralları olup Anayasa’da tanımlanan hak ve özgürlükler tüm bireyler bakımından güvence altındadır. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği başlıklı 12. madde gereğince “(...) temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder”. Anayasa’nın “hakkın kötüye kullanılmasına” ilişkin 14. maddesinin ikinci fıkrası ise Anayasa hükümlerinden hiçbirinin devlete veya kişilere, Anayasa'yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacağını ifade ederek hem bireylere hem de devlete hitap etmekte ve temel hakların etkin kullanımı noktasında kamusal makamlara düşen pozitif yükümlülükler ile temel hakların yatay ilişkilere uygulanmasının normatif dayanaklarından birini oluşturmaktadır (Mehmet Kurt, § 49).
63. Belirtilen genel nitelikteki düzenlemelerin yanı sıra ve özellikle çevresel meseleler bağlamında Anayasa’nın çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ödevleri arasında olduğunu belirten 56. maddesinin ikinci fıkrasının da kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin tespiti ve değerlendirilmesi hususunda gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır. Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinde de genel olarak çevresel kirlenmeye yer verildiği, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın devletin görevi olduğunun, çevreyi koruyucu mevzuat kadar devlet denetiminin ve çevreyi koruyucu fiilî tedbir ve faaliyetlerin de gerekli olduğunun belirtildiği, bu kapsamda devletin hem kirlenmenin önlenmesi hem de tabii çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiğinin vurgulandığı ve bu suretle çevresel meselelerde devletin pozitif yükümlülüklerine işaret edildiği görülmektedir (Mehmet Kurt, § 50).
64. Çevresel kirliliğe dayalı şikâyetlerin genellikle özel teşebbüslerin faaliyetleri çerçevesinde gündeme geldiği dikkate alındığında Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” şeklindeki düzenlemenin de kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki pozitif yükümlülüklerinin normatif dayanaklarından birini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hüküm aynı zamanda ilgili faaliyete ilişkin kamusal menfaat ile bireyin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesine ilişkin menfaat arasında gözetilmesi gereken dengeye de vurgu yapmaktadır (Mehmet Kurt, § 51).
65. Çevre hakkı, gerek yaşam hakkıyla gerekse sağlık hakkıyla olan yakın ilişkisi nedeniyle bugünkü nesli hatta daha çok gelecek nesilleri ilgilendirdiğinden günümüzde çok daha önemli hâle gelmektedir. Çevrenin kirlendikten ve bozulduktan sonra eski hâline getirilmesinin çok güç ve külfetli olması hatta kimi zaman mümkün olmaması nedeniyle, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesi; kirlenen çevrenin temizlenmesi veya bozulan çevrenin onarılması yerine, kirliliği ve bozulmayı önleyici tedbirlere ağırlık verilmesi gerekmektedir (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014; E.2006/99, K.2009/9, 15/1/2009). Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, getirilecek kuralın, ekonomik, bürokratik ve fiilî yükümlülüklere yol açacağı ve üretim faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle vazgeçilecek haklardan değildir (AYM, E.2011/110, K.2012/79, 24/5/2012).
66. Çevre kavramının üzerinde uzlaşılmış bir tanımı bulunmamakla birlikte genel olarak hava, su, toprak, flora ve fauna gibi doğal kaynakları ve bunların karşılıklı etkileşimini kapsadığı ifade edilmekte; 2872 sayılı Kanun’da ise çevre kavramının, canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı ifade edecek şekilde ele alındığı anlaşılmaktadır (Mehmet Kurt, § 53).
67. Söz konusu tanımlar kapsamında çevrenin kendi başına bir değer olarak korunduğu izlenimi ortaya çıkmakla birlikte çevre merkezli yaklaşım olarak da adlandırılabilecek olan ve çevrenin kendi başına bir değer olarak korunması gerekliliğine işaret eden ekolojik yaklaşımın, yerini insan hakları ile çevrenin korunması arasında açık bir bağ olduğu düşüncesine bıraktığı görülmektedir. Bu kapsamda çevreye insan merkezli bir anlayışla yaklaşıldığı, çevre ile nitelikli yaşam ve sağlık arasında bir bağ kurulduğu, çevresel insan hakları bağlamında değerlendirilebilecek olan birçok uluslararası metnin de çevrenin korunması ile insan sağlığı ve esenliği arasında bir bağ kurulması ile oluştuğu anlaşılmaktadır (bkz. § 43). Avrupa Konseyi düzleminde Parlamenterler Meclisinin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına ilişkin bir ek protokol hazırlanmasına yönelik tavsiye kararları da çevresel insan hakları konusundaki dikkate değer metinler arasında yer almaktadır (bkz. § 44).
68. Sözleşme’de de sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı şeklinde belirli bir hak normatif olarak öngörülmemiştir (Bor/Macaristan, B. No: 50474/08, 18/6/2013, § 24). Bununla birlikte çervesel meseleler, Sözleşme’nin 2., 3., 6. ve 8. maddeleri ile Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi çerçevesinde AİHM tarafından değerlendirilmektedir (Brincat ve diğerleri/Malta, B. No: 60908/11, 24/7/2014, §§ 103-117).
69. Çevresel meselelerin sıklıkla çevresel kirlilik bağlamında AİHM önüne taşındığı ve Mahkemece söz konusu çevresel rahatsızlığın devletin veya özel kişilerin faaliyetleri sonucunda oluşması arasında bir ayırım gözetilmeksizin Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında güvence altına alınan hukuksal çıkarlarla bağlantı kurulmak suretiyle incelendiği anlaşılmaktadır (Bor/Macaristan, § 25). Belirtilen değerlendirmeler kapsamında Mahkemenin; iddiaya konu çevresel kirliliğin, özel hayatın veya aile hayatının nitelik ve kalitesini veya konutundan yararlanma şeklindeki hukuksal çıkarı olumsuz etkilediğini tespit ederek özel hayat kavramının alt kategorileri olan özel hayata, aile hayatına ve konuta saygı hakkı ile sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı arasında bir bağ kurduğu görülmektedir (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, B. No: 9310/81, 21/2/1990; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 36022/97, 2/7/2003; Lopez Ostra/İspanya, B. No: 16798/90, 9/12/1994).
70. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat” kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır. Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında, “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesine temel alındığı anlaşılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
71. Bunun yanı sıra konuta saygı hakkı, sadece fiziksel alanın korunması olarak değerlendirilmemekte; aynı zamanda konutu kullanma veya konuttan yararlanma hakkını da içerdiği ifade edilen bu hakka yönelen gürültü, koku, emisyonlar gibi somut veya fiziksel olmayan ve söz konusu kullanım biçimini etkileyen müdahaleler de, konuta saygı hakkı bağlamında değerlendirilmektedir (Mehmet Kurt, § 58). AİHM içtihadında ayrıca çevresel meselelerin, özel hayat kavramının alt kategorilerinden olan aile hayatına saygı hakkı ile ilişkilendirildiği dava örneklerine de sıklıkla rastlamak mümkündür (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, § 40; Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 118).
72. AİHM, ciddi boyuttaki çevresel kirliliğin bireylerin esenliğini etkileyebileceğini ve yaşamları bakımından ağır bir tehlikeye maruz bırakmaksızın da özel ve aile yaşamlarını etkileyecek şekilde konutlarından yararlanmalarını engelleyebileceğini belirtmektedir (Lopez Ostra/İspanya, § 51; Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No: 46117/99, 10/11/2004, § 113).
73. Bununla birlikte çevresel meselelerin Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için belirli koşulların mevcudiyeti aranmaktadır. Bu bağlamda söz konusu çevresel rahatsızlığın başvurucunun maddi ve manevi bütünlüğüne, özel ve aile hayatına ya da konuta saygı hakkı üzerinde doğrudan bir etkide bulunması ve belirtilen değerler üzerindeki etkisinin asgari bir şiddet derecesine ulaşması gerekmektedir. Bu kapsamda çevresel rahatsızlığın ciddi bir boyuta ulaşmış olması aranmaktadır. Belirtilen bağlamda aranan asgari ağırlık eşiğinin söz konusu hukuksal değerlerin ihlal edilip edilmediğinin değil bizatihi söz konusu alana ilişkin incelenebilir bir sorun doğurup doğurmadığının tespiti amacıyla değerlendirildiği görülmektedir. Söz konusu şiddet derecesinin değerlendirilmesi göreli olup her somut olayda çevresel etkinin yoğunluğu, süresi, beden ve ruh bütünlüğüne etkileri ile çevrenin genel bağlamı gibi kriterler çerçevesinde ayrıca değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 69). Yapılan değerlendirmelerde başvurucunun iddiaya konu çevresel kirlilik kaynağına yakınlığı şüphesiz en önemli unsurdur. Bu kapsamda her modern kent yaşamına mündemiç çevresel tehlikeler ile kıyaslandığında önemsiz kalan çevresel olumsuzluklar, 8. madde çerçevesindeki güvenceleri harekete geçirmek için yeterli görülmemektedir (Mehmet Kurt, § 58; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 43449/02, 25/11/2010, § 88).
74. Sözleşme’de temiz ve sessiz bir çevrede yaşama hakkı şeklinde bir hak güvence altına alınmadığı için özel hayat çerçevesinde korunan hukuksal çıkarlar üzerinde doğrudan ve ciddi bir etkisi bulunmayan, manzara hakkı veya güzel bir çevrede yaşama hakkı gibi çevresel hakların, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında değerlendirilmesi söz konusu değildir (Krytatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 52, 53; Ali Rıza Aydın/Türkiye, B. No: 40806/07, 15/5/2012, §§ 27-29 ). Zira 8. maddenin aktif hâle gelmesini sağlayan etken, çevrenin genel olarak bozulması değil bireylerin özel veya aile hayatı ile konutları için zararlı bir etkinin söz konusu olmasıdır.
75. AİHM içtihadında sıklıkla devletin, bireylerin 8. maddenin (1) numaralı fıkrasında yer alan haklarını güvence altına almak hususunda gerekli ve uygun önlemler alma şeklindeki pozitif yükümlülüğünün söz konusu olduğu davalar ile 8. maddenin (2) numaralı fıkrası bağlamında haklılığının ortaya konulması gereken bir kamusal müdahale ile ilgili davalarda uygulanacak prensiplerin hemen hemen aynı olduğunun vurgulandığı görülmektedir. Her iki bağlamda da dikkate alınması gereken hususun, bireyin ve kamunun yarışan menfaatleri arasında adil bir dengenin tesisi olduğu ve her iki durumda da Sözleşme’ye uyumun sağlanabilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesinde devletin geniş bir takdir yetkisini haiz olduğu ifade edilmektedir (Bor/Macaristan, § 24).
76. Özellikle Anayasa’da yer alan ve pozitif yükümlülükler ile temel hakların yatay ilişkilere uygulanabilirliğinin normatif dayanaklarını oluşturan düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda tüm ilgililerin erişimlerine sunulan veriler kapsamında söz konusu çevresel mesele ile ilgili karar alma sürecine katılımı ile belirtilen süreçte hukuksal çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda ilgili idari ve yargısal yollara başvuru imkânı tanınması da kamusal makamların çevresel meseleler bağlamındaki yükümlülüklerinin kapsamına dâhildir (Mehmet Kurt, § 61).
77. Çevresel meseleler bağlamında kamusal makamların haiz olduğu geniş takdir yetkisi nedeniyle birçok uluslararası sözleşmede de çevre hakkı bağlamında ayrı ve açık usul yükümlülüklerine yer verildiği görülmektedir. Özellikle kalkınma ve çevrenin korunması arasındaki ilişkinin vurgulanması açısından dikkat çeken Rio Bildirisi’nin (10) numaralı ilkesinde, çevresel meselelerin ancak bütün ilgililerin uygun düzeydeki katılımları ile en iyi şekilde ele alınabileceği ifade edilmiş ve bu hususun temini noktasında kamu makamlarının elinde bulunan çevreye ilişkin bilgilere uygun şekilde erişme, karar alma süreçlerine katılma ve yargısal ve idari işlemlere etkili şekilde erişim sağlanması hakkına yer verilmiştir (bkz. § 43). Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından 25/6/1998 tarihinde kabul edilen ve çevresel usul haklarının tanındığı ikinci ulusal üstü belge olan Aarhus Sözleşmesi’nin 4. ve 5. maddelerinde kamu makamlarının elinde bulunan çevresel bilgilere erişim hakkı, 6., 7. ve 8. maddelerinde çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı, 9. maddesinde ise çevresel meselelerde yargısal yollara başvuru hakkı açıkça tanınmıştır (Mehmet Kurt, § 62).
78. AİHM’in de çevresel meselelere ilişkin başvuruları iki ayrı açıdan incelediği, söz konusu müdahalelerin esas bakımından 8. maddeye uygunluğunun yanı sıra karar alma sürecinin de ayrıca değerlendirildiği, çevresel meselelerin usul boyutu bağlamında çevresel bilgi edinme hakkı, çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı ve çevresel konularda yargısal yollara başvurma hakkı şeklindeki usule ilişkin güvencelere vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (Taşkın ve diğerleri/Türkiye, § 115 vd.).
79. Çevresel meseleler bağlamında değerlendirilmesi gereken temel husus, yukarıda bahsedilen temel prensipler ışığında kamusal makamların, başvurucunun kamu yararı için söz konusu yüke katlanmasının haklılığını ortaya koyabilecek argümanlara sahip olup olmadığıdır. Devletin bu alandaki yükümlülüğünün genel olarak pozitif içerikte olması ve söz konusu alana ilişkin takdir yetkisinin genişliği karşısında değerlendirme sürecine usul yükümlülüklerinin de eklenmiş olması sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı açısından daha güvenceli bir zemin oluşmasını sağlamıştır (Mehmet Kurt, § 64).
80. Söz konusu usule dair haklar kapsamında, çevresel riskler konusunda ilgili idarelerin kamuyu bilgilendirme pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Özellikle çevresel bilgi edinme hakkı bağlamında yalnızca kamusal makamların uhdesinde bulunan bilgilerin değil, ilgili faaliyeti yürüten özel kişilerin elinde bulunan bilgilerin de erişime açılması gerektiği vurgulanmalıdır. Çevresel kirliliğin daha çok özel kişiler eliyle yürütülen faaliyetler bağlamında gündeme gelmesi bu hususu zorunlu kılmaktadır. Zira kamusal makamların çevresel kirlilik meselelerindeki sorumluluğu, genellikle temel hakların yatay uygulamasından kaynaklanmaktadır (Mehmet Kurt, § 65).
81. Erişmeleri sağlanan bilgiler doğrultusunda çevresel karar alma süreçlerine katılımlarının temin edilmesi gereken bireylerin, söz konusu süreçte hukuksal çıkarlarının yeterince gözetilmediğini düşünmeleri durumunda yargısal yollara başvuru imkânının tanınması da önemli bir usule ilişkin yükümlülüktür (Mehmet Kurt, § 66).
82. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde somut başvuru açısından değerlendirilmesi gereken ilk husus, başvuruya konu çevresel etkinin Anayasa’nın 17.maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta olup olmadığıdır. Söz konusu ağırlık, olayın tüm koşulları dikkate alınarak değerlendirilmeli ve değerlendirmede bahsedilen etkinin yoğunluğu, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alınarak normal bir kent yaşamına mündemiç ve katlanılması mümkün ve muhtemel görülen etki ve rahatsızlıklara nispetle nasıl bir ağırlık arz ettiği gözönünde bulundurulmalıdır.
83. AİHM içtihadında da inceleme konusu çevresel etkinin 8. maddede yer alan güvenceleri etkin hâle getirebilmesi için aranan ağırlık eşiğinin tespitinde genel olarak başvurucudan söz konusu etki derecesini ortaya koyan somut veriler sunmasının beklenildiği, bu kapsamda söz konusu etki derecesini ortaya koyan kamusal ölçümler veya uzman raporları gibi veriler ile ilgili alanın örneğin gürültüye açık bölge olarak tespit edildiğini gösteren kamusal kararların yapılan değerlendirmelerde dikkate alındığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Mahkemenin, başvuru evrakı ile ilgili idari ve yargısal prosedüre ilişkin evrak kapsamında tespit ettiği veriler ve hayatın olağan akışına göre söz konusu çevresel rahatsızlığın asgari ağırlık eşiğini geçtiğinin kabul edilmesi gerektiği yönünde tespitlerde bulunduğu başvuru örneklerinin de mevcut olduğu görülmektedir (Moreno Gomez/İspanya, B. No: 4143/02, 16/11/2004, §§ 59–60; Ruano Morcuende/İspanya, B. No: 75287/01, 6/9/2005; Fagerskiöld/İsviçre, B. No: 37664/04, 26/2/2008; Oluic/Hırvatistan, B. No: 61260/08, 20/5/2010, §§ 52–62; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, §§ 93–95).
84. Bu kapsamda ilgili tesis, işletme veya sair faaliyet sonucu ortaya çıkan çevresel etkiler ile başvurucunun özel ve aile hayatı veya konutunu kullanım hakkı arasında yeterince sıkı bir bağın varlığı yeterlidir (Mehmet Kurt, § 70).
85. Somut başvurunun çevresel bir rahatsızlığa ilişkin oluşu ve bu bağlamda tüm idari ve yargısal süreçlerin bir bütün olduğu dikkate alındığında gerek Ankara 4. İdare Mahkemesinin 2006/476 Esas sırasına kaydedilen dava dosyası üzerinden yürütülen yargılama gerekse aynı Mahkemenin 2007/493 Esas sırasına kaydedilen dava dosyası üzerinden yürütülen yargılama açısından bir ayrıma gidilmemesi, anılan yargılamalardaki raporların ve karar gerekçelerinin başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bağlamında birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Söz konusu yargılama süreçlerinden biri zaman bakımından yetkisizlik kapsamında dahi kalsa bu süreçte elde edilen verilerin çevresel meselelere ilişkin incelemeler açısından gerekli olması ve sürecin bir bütün olarak ele alınmasının sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesine katkı sağlaması nedeniyle her iki dava dosyası da Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında yapılacak değerlendirmelerde gözönüne alınmalıdır.
86. Başvuru konusu olaydaki çevresel rahatsızlığın, yüksek gerilimli Hasköy-Akköprü havai iletim hattının yer altına alınması projesi kapsamında belirlenen güzergâhın sonradan değiştirilerek başvurucunun ikamet ettiği konutun bulunduğu sokaktan geçirilmesinden ve güzergâh değişikliğine ilişkin çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan iletim hattının yer altına alınması işleminin tamamlanmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Yargılama dosyasına sunulan her iki bilirkişi raporunda da uyuşmazlığa konu edilen yer altı iletim hattının başvurucunun ikamet ettiği sokaktan geçtiği ve hattın bu sokakta yer altına yerleştirilmesi işlemlerinin tamamlandığı belirtilmekte olup bilimsel incelemelere dayalı somut veriler kapsamında iddiaya konu yer altı iletim hatlarının başvurucunun konutunun bulunduğu sokakta oluşu, somut çevresel rahatsızlığa ilişkin faaliyetlerdebaşvurucunun mesleki deneyime sahip olması nedeniyle olası etkileri öngörerek ikamet ettiği söz konusu konutunu terk etmesi ve yüksek gerilim taşıyan bu hattın bedensel ve ruhsal olarak başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı üzerindeki etkisi dikkate alındığında ilgili çevresel rahatsızlığın başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan haktan gerektiği şekilde istifade etmesini engellediği sonucuna varıldığından başvuruya konu çevresel rahatsızlığın Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında inceleme yapılmasını gerektirecek ağırlıkta olduğu değerlendirilmiştir.
87. Çevresel meseleler bağlamında gündeme gelen müdahalelerin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını doğrudan ve ciddi şekilde etkilediğinin tespiti sonrasında, üzerinde durulması gereken husus, kamu makamlarının bu hakların etkili şekilde korunmasını güvence altına almak için gerekli adımları atıp atmadığıdır. Bu bağlamda söz konusu çevresel etki kapsamında karşı karşıya gelen menfaatler arasında adil bir dengenin tesis edilip edilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir (Mehmet Kurt, § 73).
88. Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları ifade edecek şekilde tanımlanan ÇED süreci, çevresel varlıkları korumayı amaçlayan, proje şeklindeki faaliyetler için uygulanan, muhtemel olumsuz etkileri değerlendiren ve faaliyet sahibi ile kamu otoritesi ve halkın karşı karşıya geldiği bir süreci ifade etmektedir (Mehmet Kurt, § 74).
89. Bu bağlamda ÇED, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesinde kullanılan, karar verme sürecini etkileyen, dolayısıyla karar mercilerine, kararlarını sağlıklı bir şekilde verebilmeleri için seçenek üreten ve bu seçeneklerin olumlu ve olumsuz yönlerini saptayan bir yöntem olarak görülmektedir. ÇED ile korunmaya çalışılan temel unsur, çevre ve bu çevre içerisindeki varlıklardır (AYM, E.2013/89, K.2014/116, 3/7/2014; E.2006/99, K.2009/9, 15/1/2009).
90. Olası olumsuz çevresel etkilerin önlenmesi veya en aza indirilmesi amacının gerçekleştirilebilmesi için sürece dâhil olan söz konusu tarafların menfaatlerinin titizlikle değerlendirilmesi, bu değerlendirmenin sağlıklı şekilde yapılabilmesi için de ilgili tarafların sürece etkin katılımının sağlanması gerektiği tartışmasızdır.
91. Başvurucu tarafından uyuşmazlığa konu çevresel rahatsızlıkla ilgili olarak yürütülen süreçte proje hakkındaki bilgilere erişimin engellendiği, karar alma ve alınan kararın hayat geçirilmesi sürecine kendisi ile birlikte yörede oturan diğer kişilerin katılımlarının sağlanmadığı, ayrıca ilgili planlama süreci ile ÇED sürecinde yaşanan ve incelenmesi talep edilen eksikliklerin ve hukuka aykırı eylem ve işlemlerin Mahkeme tarafından gerektiği şekilde değerlendirilmediği ileri sürülmektedir.
92. Maddi ve manevi varlığı, özel hayata, aile hayatına veya konuta saygı hakkını etkileyen çevresel bir meselede söz konusu usul güvencelerinin en önemli bileşenlerinden biri, başvurucunun kamusal makamların eylem veya ihmallerini bağımsız yargısal bir makam önüne taşıma ve gerektiği şekilde inceletebilme imkânıdır.
93. Bu alanda kamusal makamların sahip olduğu geniş takdir yetkisi dikkate alındığında çevresel meseleler bağlamında Anayasa Mahkemesinin görevi, söz konusu çevresel rahatsızlığın nasıl sonlandırılacağı veya etkilerinin nasıl azaltılacağının bizzat belirlenmesi değildir. Bununla birlikte Mahkeme, yargısal makamlar başta olmak üzere, kamusal makamların konuya gereken özenle yaklaşıp yaklaşmadıkları ve ilgili tüm menfaatleri gözetip gözetmediklerini değerlendirmek durumundadır (Mehmet Kurt, § 79; Mileva ve diğerleri/Bulgaristan, § 96).
94. Karmaşık çevresel sorunların ele alınıp çözümlenmesi aşamasında karar süreci, çevreye ve kişi haklarına zarar verebilecek faaliyetlerin etkilerini önceden değerlendirecek ve önleyecek şekilde tesis edilmelidir. Böylece bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge tesis edilerek karşıt görüşlerin dile getirilmesine olanak tanıyacak gerekli etüt ve değerlendirmelerin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. Bu bağlamda söz konusu sürece ilişkin bilgilere erişim ve karar alma sürecine aktif katılımın yanı sıra karardan etkilenebilecek olan bireylerin, karar alma sürecinde görüş ve menfaatlerinin yeterince dikkate alınmadığını dile getirebilmek için konuyla ilgili her türlü tasarrufa karşı yargısal başvuru hakkına sahip olmaları ve iddialarının yargısal makamlarca özenli bir şekilde değerlendirilmesi son derece önemlidir.
95. Başvuru konusu Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi'nin gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte olan ÇED Yönetmeliği incelendiğinde anılan projenin sahip olduğu nitelikler gereğince ÇED Yönetmeliği'nin Ek-II listesinde yer alan projelerden olduğu, bu kapsamdaki projeler hakkında ÇED kararı alınmasının gerekli olup olmadığının belirlenebilmesi amacıyla seçme ve eleme kriterleri uygulandığı, bu doğrultuda hazırlanan ve projenin özelliklerini, projenin yerini, proje teknolojisinin ve proje alanının seçilme nedenleri ile proje yerinin alternatiflerini içeren proje tanıtım dosyası hakkında yetkili kamusal makamlar tarafından yapılacak değerlendirmeler neticesinde ÇED gereklidir ya da ÇED gerekli değildir şeklinde karar alındığı, ÇED sürecinin ancak ÇED gereklidir kararı verilmesi hâlinde işletilebildiği anlaşılmaktadır.
96. Başvuruya konu edilen süreçte söz konusu Yer Altı İletim Hattı Projesi hakkında başlangıçta ÇED gerekli değildir kararı verildiği, güzergâh değişikliği hakkında yöre halkından gelen yoğun şikâyetler nedeniyle Ankara Valiliği tarafından yeniden değerlendirme yapıldığı ve 10/5/2006 tarihinde, proje tanıtım dosyasında taahhüt edilen hususların yerine getirilmesi için ÇED Yönetmeliği’nin 19. maddesi gereğince TEİAŞ Genel Müdürlüğüne altmış iş günü süre verildiği, taahhütler yerine getirilene kadar da yer altı iletim hattına elektrik verilmemesi yönünde karar alındığı görülmektedir.
97. Devam eden süreçte Ankara Valiliği tarafından güzergâh değişikliyle ilgili ÇED gerekli değildir kararının kaldırılarak ÇED gereklidir kararı alındığı, bu doğrultuda ÇED sürecinin başlatıldığı, ÇED Yönetmeliği’nin 9. maddesi gereğince halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere projenin gerçekleştirileceği yerde, 18/12/2006 tarihinde projeyi yürüten kamu görevlileri ile TEİAŞ Genel Müdürlüğü görevlilerinin ve yöre halkının katıldığı halkın katılımı toplantısının gerçekleştirildiği, hazırlanan ÇED raporunun uygun araçlarla ilan edilerek halka duyurulduğu ve neticede yetkili kamusal makam tarafından güzergâhı değiştirilen proje hakkında ÇED olumlu kararının verildiği anlaşılmaktadır.
98. Başvurucu tarafından söz konusu yargılama süreçlerinde sunulan dava dilekçelerinde başka uygun güzergâh bulunmadığı şeklinde bir gerekçeye dayanılarak hazırlanan proje tanıtım dosyasının dikkate alındığı ve ÇED gerekli değildir kararı verildiği, bu karar hakkında yöre halkının bilgilendirilmediği, yer altına alınma işlemleri tamamlanmış proje hakkında sonradan ÇED gereklidir kararı verildiği, usulen yürütülen ÇED süreci sonunda hukuka aykırı biçimde ÇED olumlu kararı verildiği ileri sürülmüş ve yüksek gerilim taşıyan yer altı iletim hattının insan sağlığına olumsuz etkilerinin olduğu ve ölüm tehlikesi oluşturduğu ileri sürülerek telafisi imkânsız zararların doğmaması için iletim hattına elektrik verilmesini engelleyecek şekilde yürütmenin durdurulması kararı verilmesi, ÇED olumlu kararının iptal edilmesi ve iletim hattının kaldırılması talep edilmiştir. Bu yöndeki şikâyet ve taleplerini somut başvuru kapsamında yineleyen başvurucu, Derece Mahkemelerince yeterli şekilde değerlendirme yapılmadığını, bilirkişi heyetinin oluşturulması aşamasında taleplerinin dikkate alınmadığını, yürütmenin tasarruflarıyla yargılama sürecinin etkisizleştirildiğini iddia etmektedir.
99. Anayasa'nın 48. maddesi gereğince özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine uygun yürümesinin sağlanması konusunda Devlet'in tedbir alma yükümlülüğünün bulunduğu gözönüne alındığında devlet tarafından kişilerin maddi ve manevi varlıklarının korunması ve geliştirilmesi hakkına, özel hayata ve aile hayatına, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına müdahale edebilen ancak söz konusu hakların koruma alanını daraltmayan ve göz ardı etmeyen, sıkı kontrol ve denetim altında yasal sorumluluklar taşıyan ve kamu yararına hizmet eden teşebbüslerin kurulmasına ve faaliyet göstermesine izin verilmesi mümkündür. Bu bağlamda söz konusu yer altı iletim hattına verilen iznin, ülkenin ekonomik yararına ilişkin meşru amacı haiz olmasının yanı sıra özellikle enerji sağlama hizmetlerinin kesintisiz olarak ve en uygun şartlarda sağlanabilmesi açısından kamu yararına hizmet ettiği açıktır.
100. Kamusal makamların söz konusu çevresel mesele bağlamında başvurucunun iletim hattının potansiyel zararlı etkilerinden korunmasına ilişkin kişisel menfaati ile yukarıda belirtilen kamusal menfaatler arasında adil bir denge gözetip gözetmediği noktasında özellikle dosyaya sunulan bilimsel raporlarda yer alan verilerin gözönünde bulundurulması zaruridir.
101. Başvuruya konu yargılama dosyasına sunulan bilirkişi raporlarında yüksek gerilim taşıyan iletim hatlarının teknik şartnameler dikkate alınarak yer altına alınmasının güvenlik açısından tercih edilen bir yöntem olduğu, hattın Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’ne uygun olarak döşendiği, teknik şartnamelere aykırı olarak inşa edilen tesisatın bulunduğu, bunun özensiz çalışma hâlinde diğer kurumların görevlileri açısından risk olabileceği belirtilmiş; söz konusu kabloların havai hat üzerinden geçirildiği durumlarda ise hatta müdahalenin hem uzun zaman aldığı hem de kamu yararına uygun ekonomik bir tercih olmadığı, havai hat altındaki alanlardan rant sağlanacağı iddiasına karşı önlemler alınarak bu tür yerlerin yeşil alan olarak kullanılması koşulu getirildiği, güzergâh değişikliğinin altyapı tesislerinin çokluğu ve rögarların yol ortasında bulunması gibi teknik birtakım gerekçelere dayanıldığı, güvenlik koşullarına uygun şekilde Bando Sokak’tan geçirilen yer altı kablolarının çevreye bir zararının bulunmadığı, şehircilik ilkeleri bağlamında teknik ve çevresel açıdan bir sakıncanın olmadığı yönünde tespitlere yer verildiği görülmektedir.
102. Söz konusu tespitler, can ve mal güvenliğini korumaya elverişli nitelikteki genel düzenlemelerde öngörülen gerekli tedbirlerin sıkı bir şekilde alındığı, proje özelinde belirlenen teknik şartnamelere uygun hareket edildiği, inşa edilen tesisatlara bakım ve tamir amacıyla yapılan müdahalelerde gerekli önlemlerin alındığı ve hattın konumu hakkında çevredekilerin yeterli şekilde uyarılması amacıyla gerekli araçların kullanıldığı takdirde 154 kV gerilimindeki yer altı iletim hatlarının insan sağlığına doğrudan zararlı etkilerinin bulunmadığına işaret etmektedir.
103. Özellikle çevresel sorunlara ilişkin karar alma süreçlerinin bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge tesisine imkân verecek şekilde gerekli etüt ve ayrıntılı değerlendirmeleri içermesi zorunludur. Bununla birlikte bu kabul, ilgili kararların yalnızca söz konusu meselenin her yönü ile ilgili kesin ve ölçülebilir verilerin ortaya konulabildiği durumlarda alınabileceği şeklinde yorumlanamaz. Bu açıdan kamusal makamların ilgili alandaki araştırmaları desteklemek ve elde edilen veriler ışığında mevzuat ve uygulamada gerekli revizyonları yapma yükümlülüğü bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gaida/Almanya, B. No: 32015/02, 3/7/2007).
104. Somut olayda 2872 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler sonucunda çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin çevresel etki değerlendirmesi raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlü oldukları, bu amaçla ÇED sürecinde uyulacak idari ve teknik usul ve esasları düzenleyen ÇED Yönetmeliği’nin oluşturulduğu, ayrıca kabloların yeraltına yerleştirilmesi usulünü düzenleyen Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nin yürürlükte olduğu gözetildiğinde anılan düzenlemelerde yer alan usul ve esasların anılan çevresel rahatsızlığı gidermeye elverişli mahiyette olduğu ve bu anlamda mevzuatın yeterli koruma sağladığı değerlendirilmiştir.
105. Bu güvenceler kapsamında yüksek gerilimli yer altı iletim hattı hakkında verilen ÇED olumlu kararının iptali ve belirlenen güzergâhtaki iletim hattının kaldırılması talebiyle açılan davalarda başvurucunun, söz konusu iletim hattının mevcut ya da muhtemel zararlı etkilerine ve kamusal makamların planlama, karar alma ve uygulama süreçlerine ilişkin iddialarını yargısal makamlar önüne taşıma imkânı bulduğu, çelişmeli bir yargılama prosedüründe iddia ve delillerini sunma, inceletme ve ilgili kamusal makamların ve kuruluşların iddia ve savunmalarına yanıt verme imkânını elde ettiği, itiraz üzerine yerel Mahkemeler tarafından ikinci bir bilirkişi heyetinin oluşturulduğu, iddiaların reddine dair maddi ve hukuki değerlendirmelerin karar düzeltme aşaması da dâhil iki dereceli bir yargılama prosedürü neticesinde ortaya konulduğu, kararların bağımsız ve tarafsız Mahkemelerce verilmediği iddiasını kanıtlayabilecek herhangi nedenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
106. Derece mahkemelerince başvurucunun iddialarının yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporları kapsamında ayrıntılı olarak değerlendirildiği ve başvurucunun iddialarının yerinde görülmeme nedenlerinin kapsamlı bir gerekçe ile karşılandığı anlaşılmaktadır. ÇED gerekli değildir şeklindeki idari kararın, projenin değiştirilmesi ya da makul gerekçelerin oluşması durumunda yetkili makam tarafından ÇED gereklidir şeklinde değiştirilebileceği gözetilerek verilen Derece Mahkemesi kararlarında, güzergâh değişikliğine sokağın konumu, altyapının sıkışık olması ve yer altı kablo kanalı için uygun genişlik bulunmaması nedeniyle gidildiği, ÇED olumlu kararının Yönetmelik’te öngörülen koşullara uygun olarak tesis edildiği, yüksek gerilim havai hattının yer altına alınmasında, güzergâh seçiminde, tesisin yapılmasında ve havai hattın kaldırılmasıyla boşalacak alanın yeşil alan olarak kullanılmak üzere Ankara Büyükşehir Belediyesine devredilmesi işlemlerinde mevzuat hükümlerine ve hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiş ve iletim hattının yer altına alınmasının insan sağlığına olası zararlı etkilerinin bulunup bulunmadığı konusunda bilirkişi raporlarına atıflar yapılmıştır. Ayrıca süreç bir bütün olarak ele alındığında projenin durumu hakkında bilgi edinme talebiyle başvurucu tarafından sunulan dilekçelere cevaben yeterli bilgilendirmelerin kamusal makamlar tarafından yapıldığı ve güzergâh değişikliği hakkında ÇED gereklidir kararı verilmesinden sonra halkın katılımı toplantısının gerçekleştirildiği gözönüne alındığındaçevresel bilgi edinme hakkı, çevresel karar alma süreçlerine katılım hakkı ve çevresel konularda yargısal yollara başvurma hakkı şeklindeki usule ilişkin güvencelere uygun hareket edildiği anlaşılmaktadır.
107. Belirtilen tespitler ile yapılan teknik ve hukuki değerlendirmeler neticesinde söz konusu yer altı iletim hattının başvurucunun maddi ve manevi varlığı üzerinde doğrudan zararlı bir etkisi olduğunun ortaya konulamadığı, iletim hattının planlanması ve uygulanması süreçlerinde gerçekleştirilen idari eylem ve işlemlerin hukukiliğinin Derece Mahkemeleri tarafından iddiaları karşılayacak yeterlilikte değerlendirildiği dikkate alındığında başvurucunun ve kamunun somut başvuru özelinde karşı karşıya gelen menfaatleri arasında Derece Mahkemeleri tarafından adil bir denge kurulmadığı ve takdir hakkının sınırlarının aşıldığı sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin kendi takdirini, bilimsel veriler ile bu teknik ve karmaşık alana ilişkin olarak derece mahkemelerinin takdiri yerine ikame etmesi düşünülemez. Bunun yanı sıra başvurucunun söz konusu çevresel rahatsızlığa ilişkin iddialarını, ilgili usule ilişkin güvenceleri haiz olarak yargısal makamlara sunma ve inceletme imkânı bulduğu anlaşılmaktadır.
108. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında kamusal makamların olaya gereken özenle yaklaşmadıkları, olayda söz konusu olan kamusal ve bireysel menfaatleri gerektiği şekilde değerlendirmedikleri, başvurucunun maddi ve varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bağlamında kamusal makamların pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna varılması mümkün değildir.
109. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
110. Başvurucu, uyuşmazlığa ilişkin yargılama süreçlerinin yedi yıl devam ettiğini, bu nedenle makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
111. Bakanlık görüş yazısında, daha önce benzer kapsamda sunulan görüşlere atfen makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediği ifade edilmiştir.
112. Başvuruya konu edilen iki ayrı yargılama sürecinin bulunduğu gözetildiğinde, ihlal iddiası doğrultusunda her bir sürecin ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.
i. Ankara 4. İdare Mahkemesinin E.2006/476, K.2008/1670 Sayılı Kararı Yönünden
113. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
114. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
115. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
116. Başvuru konusu olayda başvurucunun, idarenin eylem ve işlemlerine karşı Ankara 4. İdare Mahkemesinde açmış olduğu iptal davası, 26/6/2008 tarihinde reddedilmiş, temyiz talebi üzerine Danıştay 6. Dairesi, 16/11/2009 tarihinde yerel mahkeme kararını onamış ve karar düzeltme yoluna gidilmediğinden anılan karar bu tarihte kesinleşmiştir.
117. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu işlemlerin 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
ii. Ankara 4. İdare Mahkemesinin E.2007/493, K.2008/1654 Sayılı Kararı Yönünden
118. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, § 18). Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı bu ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhildir. Ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
119. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Somut başvuru açısından bu tarih 12/4/2007'dir. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay 14. Dairesi tarafından verilen E.2011/10699, K.2013/4867 sayılı kararın tarihi olan 12/6/2013 olduğu anlaşılmaktadır.
120. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden usul hükümlerinin dikkate alınmadığı gözönünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 32-61). Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, başvuruya konu yargılamanın karmaşık olmadığını ortaya koymaktadır. Somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu altı yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
121. Açıklanan nedenlerle Ankara 4. İdare Mahkemesinin E.2007/493, K.2008/1654 sayılı yargılaması yönünden başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
122. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
123. Başvurucu, ihlalin tespitiyle uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına ve lehine 885.006 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
124. Somut başvuruda Ankara 4. İdare Mahkemesinin E.2007/493, K.2008/1654 sayılı yargılaması yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
125. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
126. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ve 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.