TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
LÜTFİ KARACA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6808)
|
|
Karar Tarihi: 4/2/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Lütfi KARACA
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet
Teyit KEŞLİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu
uyarınca tahsis edilen taşınmazın tahsis kararının geri alınması işlemine karşı
İstanbul 5. İdare Mahkemesinde açılan iptal davasının kabul edilmesi üzerine
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından tahsis edilen yeni taşınmazın
değerinin daha az olduğu gerekçesiyle İstanbul 8. İdare Mahkemesinde açılan tam
yargı davasının reddedilmesi ve bu davanın makul sürede sonuçlanmaması
nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru
26/8/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/11/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 20/2/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
3/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 18/3/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Alibeyköy Belediye Başkanlığınca İstanbul ili Eyüp ilçesi
Alibeyköy geçici 151 ada 10 parsel (sonradan 220 ada 10 parsel) sayılı
taşınmaz, 775 sayılı Kanun uyarınca 1973 yılında başvurucuya tahsis edilmiştir.
9. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının tahsis işlemini
iptal etmesi üzerine başvurucu bu idari işleme karşı İstanbul 5. İdare
Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemenin E.1993/50, K.1993/1596 sayılı
kararı ile dava reddedilmiş, bu karar temyiz edilmiş, Danıştay Altıncı
Dairesinin 13/1/1995 tarihli ve E.1994/528, K.1995/177 sayılı kararı ile hükmün
bozulmasına karar verilmiştir.
10. Mahkeme bozma ilamına uymuş ve 17/10/1996 tarihli ve
E.1996/73, K.1996/1237 sayılı kararında "Uyuşmazlıkta,
davacıya 775 sayılı Kanun uyarınca yapılan tahsisin geri alınmasını gerektiren
koşulların kanıtlanamaması karşısında, mümkün ise aynı yerin mümkün bulunmaması
halinde ise başka bir taşınmazın tahsisi suretiyle işlem tesisinin gerekmesine
karşın davacının 775 sayılı Kanundan doğan hakkını ortadan kaldıracak biçimde
işlem tesisinde hukuka uyarlık görülmemiştir." gerekçeleriyle
davanın kabulüne ve davacıya yapılan arsa tahsisi işleminin geri alınması
işleminin iptaline karar vermiştir.
11. Temyiz edilen karar, Danıştay Altıncı Dairesinin
E.1997/1059, K.1998/64 sayılı kararı ile onanmıştır.
12. Büyükşehir Belediyesi, önceki taşınmazın bir kooperatife
tahsis edilmiş olması nedeniyle 9/3/2004 tarihinde başvurucuya bu defa önceki
taşınmazın yerine, İstanbul ili Eyüp ilçesi Emniyettepe
Mahallesi'nde bulunan 571 ada 5 parsel sayılı taşınmazı tahsis etmiştir.
13. Başvurucu, tahsis edilen taşınmazların eş değer olup
olmadıklarının tespiti amacıyla Eyüp 1. Sulh Hukuk Mahkemesinden 11/5/2006
tarihinde delil tespiti talebinde bulunmuş; Mahkemenin 2006/94 Değişik İş
sayılı dosyasına sunulan 8/6/2006 tarihli bilirkişi raporunda, Alibeyköy 220
ada 19 parsel sayılı taşınmazın Emniyettepe Mahallesi
571 ada 5 parsel sayılı taşınmaza göre 5 kat daha değerli olduğunun tespit
edildiği bildirilmiştir.
14. Başvurucu 25/1/2007 tarihinde Büyükşehir Belediyesine
başvurarak eş değer bir arsa verilmesini veya tahsis edilen iki taşınmaz
arasındaki değer farkının ödenmesini talep etmiş; Büyükşehir Belediyesi
19/2/2007 tarihli yazı ile talebi reddetmiştir.
15. Başvurucu 16/4/2007 tarihinde İstanbul 8. İdare Mahkemesinde
tam yargı davası açmış; Mahkeme, 5/12/2007 tarihli ve E.2007/730, K.2007/2501
sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir.
16. Bu karar temyiz edilmiş, Danıştay Altıncı Dairesinin
3/12/2010 tarihli ve E.2009/184, K.2010/10573 sayılı ilamıyla "Temyize konu Mahkeme kararında, 'Dosyanın
incelenmesinden, ...' kısmınının eksik yazılmış
olması nedeniyle yukarıda yer alan usul kurallarına aykırılık bulunduğu
açıktır. Bu itibarla, belirtilen eksikliğin tamamlanması gerektiğinden İdare
Mahkemesinin kararında usul hükümlerine uyarlık görülmemiştir."
gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
17. Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme,
15/4/2011 tarihli ve E.2011/620, K.2011/402 sayılı kararı ile davanın reddine,
55,90 TL tutarındaki yargılama giderleri ile 128,90 TL tutarındaki temyiz
yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve 9.900 TL tutarındaki
avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar vermiştir.
Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Davacı daha önceki mahkeme kararına
rağmen idarenin kendisine eşdeğer bir yer vermeyerek zarara uğramasına neden
olduğunu ileri sürmüş ise de yeniden tahsis edilen taşınmaz ile eski taşınmaz
arasında konum, büyüklük ve değer yönünden bir fark bulunduğunun iddia edilmesi
ve bunun kanıtlanması halinde bu durumun aradaki farkın tazminini gerektiren
bir tazmin nedeni olmayıp sonraki tahsisin iptalini gerektirecek bir neden
olduğu açıktır. Dolayısıyla hak sahibinin sonraki tahsis kararının hukuka
aykırı olduğu iddiasıyla iptali için dava açabilecekken bu yola başvurmadığına
göre doğduğu kanıtlanmamış bir zararın varlığından bahisle tazmini istemiyle
açılan davada hukuka uyarlık görülmemiştir."
18. Temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü
Dairesinin 25/4/2012 tarihli ve E.2011/14729, K.2012/3042 sayılı ilamı ile
onanmıştır.
19. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 9/7/2013
tarihli ve E.2012/10312, K.2013/5520 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
20. Nihai karar başvurucu vekiline 29/7/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
21. Başvurucu 26/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
22. 775 sayılı Kanun’un 7. maddesi şöyledir:
“Belediyelerin mülkiyetinde bulunan ve bundan sonra bu kanuna göre
mülkiyetine geçecek olan arazi ve arsalardan, belediye meclisi kararı ile belli
edilip, Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca uygun görülenler, bu kanun hükümleri
dairesinde konut yapımına ayrılır.
...”
23. 775 sayılı Kanun’un 25. maddesi şöyledir:
“7 nci madde
gereğince tesbit olunan önleme bölgelerindeki
arsalar, öncelikle gecekonduların ıslahı ve tasfiyesi sebepleriyle açıkta
kalacaklara ve diğer konutsuz vatandaşlara verilir.
Bu arsalardan, ıslah ve tasfiye bölgelerinde
bulunan diğer yapı sahiplerinden yapısının tasfiyesini istiyenler
de faydalanabilirler.
Her ne sebeple olursa olsun, bu kanun
hükümlerince arsa tahsis edilecek kimselerin, yoksul veya dar gelirli olması,
kendisinin veya eşinin veya ergin olmıyan çocuğunun
herhangi bir belediye sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya her hangi bir yerde bir ev veya apartmanın ayrı bir
dairesine karşılık olan payına sahip bulunmaması şarttır.
Kimlerin yoksul ve dar gelirli sayılacağı,
kendisine arsa tahsis edileceklerin öncelik sırası ve yukarda sözü geçen diğer
hususların esasları yönetmelikte belirtilir."
24. 775 sayılı Kanun’un 26. maddesi şöyledir:
"25 inci maddede sözü geçen arsalar
yönetmelikte belirtilen şekil ve esaslar dahilinde ve tespit olunacak
bedellerle kendilerine arsa verilmesi gerekenlere dağıtılır.
Arsa ve binaların halihazır durumları ile
şahıslara veya kamu kurum ve kuruluşlarına tahsis veya satışları valiliklerince
tespit ve Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca onaylanan emsal bedel üzerinden
yapılır.
Binalar ve konutlar, valiliklerin teklifi
üzerine, bu bedelin yüzde yirmibeşi (% 25) peşin olarak yatırılmak ve vade farkı alınmak kaydıyla
taksitle de satılabilir.
Şahıslara veya kamu kurum ve kuruluşlarına,
arsaların ve binaların satış veya tahsisine dair esaslar Toplu Konut İdaresi
Başkanlığınca hazırlanacak yönetmelikle belirlenir."
25. 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 16. maddesinin
(4) numaralı fıkrasına eklenen ve 30/4/2013 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren
cümle şöyledir:
“Ancak, tam yargı davalarında dava
dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin
nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere
artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap
verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”
26. 2577 sayılı Kanun'un 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14.
maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası,
49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 4/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu;
i. 775 sayılı Kanun uyarınca kendisine tahsis edilen
taşınmaza yönelik olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesince tahsis işleminin
geri alınması üzerine açtığı davanın kabul edilerek tahsis işleminin geri
alınmasına ilişkin idari işlemin iptal edildiğini, bunun üzerine Büyükşehir Belediyesince
yeniden başka bir taşınmazın tahsis edildiğini ancak tahsis edilen yeni
taşınmazın değerinin daha önce tahsis edilen taşınmaza göre daha az olduğunu,
bu nedenle Mahkeme kararına rağmen eş değer bir arsa tahsis edilmeyerek yapılan
tahsis işlemi yüzünden uğradığı 100.000 TL tutarındaki zararının giderilmesi
için açtığı davanın İstanbul 8. İdare Mahkemesince reddedilmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini,
ii. Mahkeme kararının temyizi üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesince verilen onama ve karar düzeltme
ilamlarında yeterli gerekçe bulunmadığını,
iii. Danıştayca verilen diğer
kararlarda gerekçe bulunmasına rağmen bu onama ve karar düzeltme ilamlarında
yeterli gerekçeye yer verilmemesi nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini,
iv. Mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı ile aleyhine
9.900 TL vekâlet ücretine hükmedilerek mülkiyet hakkının ve hak arama
hürriyetinin ihlal edildiğini,
v. Mahkemece keşif talebinin reddedildiğini ve delillerinin
değerlendirilmeyerek keyfî biçimde karar verildiğini,
vi. Ayrıca yargılamanın makul bir sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa'nın 10., 35., 36. ve 40. maddelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama, maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki tavsifi ile bağlı değildir (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet ve
adil yargılanma haklarının ihlali iddiaları yanında ayrıca eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğini de ileri sürmüştür. Somut olayda başvurucunun bu yöndeki
iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı, somut
olayda onama ve karar düzeltme ilamlarında yeterli gerekçe bulunmamasına
yönelik başvurucunun iddiasının esas itibarıyla gerekçeli karar hakkının ihlali
şikâyetine, dolayısıyla adil yargılanma hakkına ilişkin olduğu
değerlendirilmiştir.
30. Başvurucunun belirtilen diğer ihlal iddiaları da mülkiyet ve
adil yargılanma hakları kapsamında incelenmiştir.
a. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucu kendisine tahsis edilen Eyüp ilçesi Alibeyköy 220
ada 10 parsel sayılı taşınmazın tahsis kararının geri alınması işlemine karşı
açtığı davanın kabulü üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesince bu defa Eyüp
İlçesi Emniyettepe Mahallesi 571 ada 5 parsel sayılı
taşınmazın kendisine tahsis edildiğini ancak bu taşınmazın daha önce tahsis
edilen taşınmazdan beş kat daha az değerli olduğunu, dolayısıyla daha önce
tahsis edilen ile eş değer nitelikte bir taşınmaz tahsis edilmediğini, bu
nedenle uğradığı zararın tazmininine dair açtığı
davanın ise İstanbul 8. İdare Mahkemesince reddedildiğini belirterek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Bakanlık görüş yazısında tam yargı davasının reddine dair
kararda başvurucunun tahsisin iptaline ilişkin olarak iptal davası
açabileceğinin vurgulandığı, başvurucunun mülkiyet hakkı ihlali iddiasına
yönelik başvurabileceği yargısal yolların mevcut olduğu, ancak başvurucunun
kararda işaret edildiği üzere iptal davası açtığına ilişkin herhangi bir
bilginin bulunmadığı belirtilerek karar verilirken bu hususların gözetilmesi
gerektiği bildirilmiştir.
33. Başvurucu ise cevap dilekçesinde, iptal davası açabileceği
gibi doğrudan doğruya tam yargı davası da açabileceğini, yasa ile öngörülen bu
seçimlik hakkının Mahkemece kısıtlanmasının hukukun en temel ilkelerine aykırı
olduğunu ifade etmiştir.
34. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).
35. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir
kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı,
kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti", Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet
hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi,§§
36, 37).
36. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra
edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne
veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir
yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir (İbrahim Mete, B. No: 2013/2495, 8/9/2015,
§ 31).
37. Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında
olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti, mevcut hukuk sisteminde
iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma ise mevzuat
hükümleri ve yargı kararları ile yapılabilecektir (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845,
20/11/2014, § 37).
38. Somut olayda başvurucuya tahsis edilen her iki taşınmaz da
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin mülkiyetinde bulunan taşınmazlardır.
Dolayısıyla anılan taşınmazlar yönünden başvurucunun mevcut bir "mülk"ünün varlığından söz edilemez. Mülkiyeti
Büyükşehir Belediyesine ait olan Eyüp ilçesi Alibeyköy 220 ada 10 parsel sayılı
taşınmaz başvurucuya 775 sayılı Kanun kapsamında tahsis edilmiş ancak konut
yapılmadığı gerekçesiyle Büyükşehir Belediyesince tahsis kararı geri
alınmıştır. Ancak başvurucunun İstanbul 5. İdare Mahkemesinde tahsisin geri
alınması işleminin iptali istemiyle açtığı davada Mahkemece, aynı taşınmazın
veya mümkün değilse başka bir taşınmazın başvurucuya tahsisi gerektiği
belirterek işlemin iptaline karar verilmiştir. Bu durumda başvurucunun Mahkeme
kararına dayalı olarak aynı taşınmazın veya başka bir taşınmazın kendisine
tahsis edileceğine dair "meşru beklentisi" bulunmaktadır.
Başvurucunun Mahkemece verilen iptal kararının uygulanmasını talep etmesi
üzerine kararın yerine getirilmesi kapsamında başvurucuya, Büyükşehir
Belediyesince 9/3/2004 tarihinde Eyüp ilçesi Emniyettepe
Mahallesi 571 ada 5 parsel sayılı taşınmaz tahsis edilmiştir.
39. 775 sayılı Kanun'un 2. maddesinde gecekondu, imar ve yapı
işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalınmaksızın kendisine
ait olmayan arazi veya arsalar üzerinde sahibinin rızası alınmadan yapılan
izinsiz yapılar olarak tanımlanmıştır. 775 sayılı Kanun, gecekonduların ıslahı,
tasfiyesi, yeniden gecekondu yapımının önlenmesi ve bu amaçlarla alınması
gereken tedbirleri düzenlemeyi kapsamaktadır. Bu Kanun ile gecekonduların
tasfiye edilmesi ve yeniden gecekondulaşmanın önlenmesi için Hazineye ve
vakıflara ait iken Belediyeye devredilen taşınmazlar ile Belediyece yapılacak
kamulaştırmalar sonucu edinilen taşınmazların belirli koşullar dâhilinde hak
sahiplerine dağıtılması ve dağıtılan arsalar üzerinde bu defa imar mevzuatına
uygun yeni konut yapımının sağlanması amaçlanmıştır.
40. Gecekondu ıslah bölgelerine ilişkin projeler, hızlı
şehirleşmenin getirdiği sorunların çözümü için düzenli ve etkin yerleşme
politikalarını gerçekleştirmenin aracı olmuştur. Büyük boyutlara ulaşan
gecekondulaşmanın sosyal bir sorun hâline geldiği ülkemizde çağdaş şehircilik
anlayışı içinde bu sorunun çözüme kavuşturulması hedeflenmiştir. Gecekonduların
ıslahı, tasfiyesi ya da yeniden yapımının önlenmesi amacı, uzun süreli bir
planlamayı gerekli kılar (AYM, E.1992/22, K.1992/40, 17/6/1992).775 sayılı
Kanun'da belirtilen kamulaştırma veya kamuya ait arsalarının devri gibi
yollarla Belediyelerce edinilen arsaların dağıtılması sonrasında koşulları uyan
kişilerle dağıtım yapan kamu kuruluşu arasındaki hukuksal işlemlerin uzun
yıllara yayılması ve karmaşıklığı nedeniyle tahsis edilen taşınmaz malın eski
tahsis sahibine geri verilmemesinde meşru bir amacın ve kamu yararının mevcut
olduğu anlaşılmaktadır.
41. Nitekim somut olayda da tahsis işleminin geri alınmasına
ilişkin işleme karşı açılan iptal davasında İstanbul 5. İdare Mahkemesi "aynı veya mümkün olmadığı takdirde başka bir taşınmazın"
başvurucuya tahsis edilmesi gerektiğine karar vermiş, Büyükşehir Belediyesi de
daha önce başvurucuya tahsis edilen taşınmazın aradan geçen süre içinde üçüncü
kişilere tahsis edilmesi nedeniyle başvurucuya farklı bir taşınmazı tahsis
etmiştir (bkz. § 12).
42. Başvurucu ise önceki taşınmaz ile eş değer bir taşınmaz
tahsis edilmediği iddiasıyla bu tahsis işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmektedir. Ancak başvurucu yeniden yapılan tahsis işlemine karşı dava
açmamış, Büyükşehir Belediyesince daha önce tahsis edilen taşınmaz ile eş değer
nitelikte bir taşınmaz tahsis edilmediği gerekçesine dayalı olarak zarara
uğradığı iddiasıyla İstanbul 8. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
Kural olarak 2577 sayılı sayılı Kanun'un 12. maddesine göre ilgililer haklarını
ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla doğrudan doğruya tam yargı davası veya
iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabileceklerdir. Ancak başvuru konusu
olayda Mahkeme, taşınmazın eş değer nitelikte olmaması hâlinde bu durumun
aradaki farkın tazminini gerektiren bir neden olmayıp sonraki tahsisin iptalini
gerektirecek bir sebep olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş; temyiz
edilen karar Danıştay tarafından onanmış, karar düzeltme istemi de reddedilerek
hüküm kesinleşmiştir (bkz. §§ 17-19).
43. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"... Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
45. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan
önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
46. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını
tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala
riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır.
Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının
değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel
koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle
başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında
beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri
dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A.,
B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42;
benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.
İlhan/Türkiye, B. No: 22277/93, 27/7/2000, §§ 56-64).
47. 775 sayılı Kanun'un yukarıda izah edilen amacı (bkz. §§ 45,
46) ve bu amaç doğrultusunda Belediyenin gecekondulaşma ile mücadele kapsamında
mülkiyeti kendisine ait taşınmazları konut yapımı için kişilere yasada
belirtilen koşullarla tahsis ettiği ve kişilerin de ancak bu tahsis amacı
doğrultusunda ve belirli sınırlamalar dâhilinde bu taşınmazları
kullanabildikleri, dolayısıyla somut olay bakımından tam karşılığı ödenmiş bir
mevcut mülkün söz konusu olmayıp belirli koşullar dâhilinde sosyal amaçlarla
konut yapılması için bir arsa tahsisinin söz konusu olduğu ve Büyükşehir
Belediyesince Mahkeme kararının yerine getirilmesi kapsamında başvurucuya
yeniden bir tahsis işlemi de yapıldığı gözetildiğinde tahsis işleminin hukuka
aykırılığı hâlinde idarenin tazminatla sorumlu tutulması yerine tahsis
kararının iptalinin istenilmesi yoluyla daha etkin bir giderim sağlanabilir.
48. Bu durumda başvurucunun, eş değer nitelikte arsa tahsis edilmediği
gerekçesine dayalı olarak zarara uğradığı iddiasıyla İstanbul 8. İdare
Mahkemesinde tam yargı davası açtığı ancak hukuka aykırı olduğunu düşündüğü ve
mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet verdiğini ileri sürdüğü tahsis işlemine
karşı başvurucu tarafından bir iptal davası açılmadığı görülmektedir.
Dolayısıyla başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası ile
ilgili olarak tam yargı davası açma yoluna gidilmekle birlikte somut başvuru
açısından daha etkili giderim yolu olan iptal davası açma imkânı
kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir
deyişle ihlale neden olduğu ileri sürülen iddiaya ilişkin olarak idari ve
yargısal bütün yollara başvurulmadığından başvuru yolları usulünce
tüketilmemiştir.
49. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlali iddiasına
yönelik olarak başvuru yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden başvuru
konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
50. Başvurucu, tam yargı davasının reddine ilişkin İstanbul 8.
İdare Mahkemesinin temyiz edilen kararının Danıştay tarafından gerekçesiz
şekilde onandığını ve karar düzeltme isteminin de gerekçe gösterilmeksizin
reddedildiğini ileri sürmüştür.
51. Bakanlık görüş yazısında AİHM içtihatlarına göre temyiz
mahkemesinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu
ya o gerekçeyi kararında kullanarak veya basit bir atıfla kararına
yansıtmasının yeterli olduğu, somut olayda da Danıştay onama ilamında İlk
Derece Mahkemesinin kararına atıfta bulunulduğu, karar düzeltme talebinin
reddine dair ilamda ise 2577 sayılı Kanun'un 54. maddesindeki sebeplerin
bulunmadığının açıklanladığı belirtilerek bu
hususların Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulması gerektiğinin düşünüldüğü
bildirilmiştir.
52. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundaki
beyanlarını tekrar etmiştir.
53. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
54. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama
hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
55. Temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması
zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı
fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla
kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir
şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece
mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 57).
56. Somut olayda, başvurucunun açtığı davada İstanbul 8. İdare
Mahkemesince, başvurucunun iddiaları ve davalının savunması getirtilen bilgi ve
belgeler ile birlikte değerlendirilmiş; yukarıdaki gerekçelerle ve temel olarak
başvurucunun sonraki tahsis kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla iptali
için dava açabilecekken bu yola başvurmaması nedeniyle doğduğu kanıtlanmamış
bir zararın varlığından bahisle tazmini istemiyle açılan davada hukuka uyarlık
bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 17). Kararın
temyizi üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesince,
Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe kabul
edilerek hüküm onanmış ve karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 2577
sayılı Kanun'un 54. maddesinde yazılı nedenlerin bulunmadığı gerekçesiyle
reddedilmiştir (bkz. §§ 18, 19). Dolayısıyla Danıştay kararlarının gerekçesiz
olduğundan söz edilemez.
57. Açıklanan nedenlerle gerekçeli karar hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Silahların Eşitliği ve
Çelişmeli Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
58. Başvurucu, İstanbul 8. İdare Mahkemesince keşif talebinin
reddedilerek delillerinin incelenmediğini ileri sürmüştür.
59. Bakanlık bu konu ile ilgili olarak görüş bildirmemiştir.
60. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi, adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup bu hak adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden
biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı
birçok kararında ilgili hükmü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6.
maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya
İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.,
B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 25).
61. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin
sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi,mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler
bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın
her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup bu usul güvencesi gereğince
uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri
sunma imkânı tanınmalıdır (Yüksel Hançer,
B. No. 2013/2116, 23/1/2014, § 18).
62. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli
yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve
yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe
aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların
dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin
hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Ahmet Türko, B.
No: 2013/5949, 12/3/2015, § 33). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların
eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar
niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda
davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır.
Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor
olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada tarafların duruşmada hazır
bulunması da dâhil olmak üzere yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını
gerektirir (Tahir Gökatalay,
B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 25).
63. Anayasa Mahkemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkeleri bağlamında yapacağı inceleme, başvuru konusu yargılamanın
bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).
64. Somut olayda başvurucu keşif talebinin reddedildiğini ileri
sürmekteyse de, İstanbul 8. İdare Mahkemesince,
sonraki tahsis kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla iptali için dava
açabilecekken bu yola başvurulmadığı gerekçesiyle, dolayısıyla esasa girilmeden
davanın reddedildiği göz önünde bulundurulduğunda, somut davada Mahkeme
tarafından keşif yapılmasının, davanın reddine ilişkin değerlendirme bakımından
bir etkisinin olmayacağı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, delillerin ve keşif yapılıp
yapılmamasının değerlendirilmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir
yetkisi dâhilindedir.
65. Ayrıca başvurucunun iddiasının aksine Mahkemece resmî
kurumlardan gerekli bilgi ve belgelerin getirtildiği, tarafların bilgi, beyan
ve belgeleri de dikkate alınarak karar gerekçesinde davanın niteliğine uygun ve
talepleri karşılayacak değerlendirmeler yapıldığı ve yukarıdaki gerekçelerle
(bkz. § 17) davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
66. Bu kapsamda başvurucunun yargılamanın sonucunu etkileyecek
usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmasının söz konusu olmadığı ve
başvuruya konu yargılama sürecine bir bütün olarak bakıldığında başvurucuya
karşı tarafça ileri sürülen veya dava dosyasına intikal eden dava malzemesine
ulaşma, bunları tetkik ile beyan ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilerek
yargılamaya aktif katılımının temin edildiği, sonuç olarak somut olayda
silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine yönelik açık ve görünür bir
ihlalin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
67. Açıklanan gerekçeyle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizinaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
d. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
68. Başvurucu, aleyhine hükmedilen avukatlık ücretinin mahkemeye
erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
69. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. İstanbul 5. İdare
Mahkemesinde Görülen İptal Davası Yönünden
70. Başvurucu, tapu tahsis belgesinin iptaline dair idari işleme
karşı açtığı davada yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
71. Bakanlık, İstanbul 5. İdare Mahkemesinde görülen davaya
ilişkin şikâyet yönünden Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından
başlangıcının 23/9/2012 tarihi olduğunu ve ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihani işlem ve kararların bireysel başvurunun konusu
olabileceğini, somut olayda ise tahsis işleminin geri alınmasına yönelik iptal
davasının Danıştay Altıncı Dairesince hükmün onandığı 1996 yılında verilen
karar ile sonuçlandığını belirterek bu hususların Anayasa Mahkemesinin
dikkatine sunulması gerektiğini bildirmiştir.
72. Başvurucu cevap dilekçesinde konu hakkında beyanda
bulunmamıştır
73. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
74. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvuruları inceleyebilir. Niteliği itibarıyla kamu düzenine ilişkin olan ve bu
başvuru şartını taşımayan bireysel başvuruların incelenebilmesi mümkün
değildir.
75. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir
tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması
hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer
Öztürk, B. No. 2012/51, 25/12/2012, § 18).
76. Somut olayda başvurucu, makul sürede yargılanma şikâyetine
ilişkin olarak tarafı olduğu idari yargı sürecinin başlangıç tarihini 1996 yılı
olarak belirtmektedir. Ancak başvuru formu ve ekleri incelendiğinde
başvurucunun tarafı olduğu iki ayrı yargılama sürecinin mevcut olduğu
görülmektedir. Başvurucunun tahsis kararının geri alınması işlemine karşı
açtığı İstanbul 5. İdare Mahkemesinin 1993/50 esas sayılı iptal davasında
verilen karar Danıştayca 13/1/1995 tarihinde
bozulmuş, bozma ilamı üzerine verilen 17/10/1996 tarihli hüküm ise Danıştay
Altıncı Dairesinin E.1997/1059, K.1998/64 sayılı kararı ile onanmış ve
Büyükşehir Belediyesince 9/3/2004 tarihinde başvurucuya yeniden tahsis işlemi
yapılmıştır. Bu durumda kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi
dışında kalan 20/3/2012 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
77. Açıklanan nedenlerden dolayı başvuru konusu İstanbul 5.
İdare Mahkemesinin kararının 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğunun
anlaşılmasıyla başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. İstanbul 8. İdare
Mahkemesinde Görülen Tam Yargı Davası Yönünden
78. Başvurucu ayrıca tapu tahsis belgesinin geri alınması
işleminin iptali üzerine yeniden yapılan tahsis işlemi nedeniyle uğradığını
iddia ettiği zararın tazminine karşı açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığı
gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
79. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
80. Başvurucu, aleyhine yüksek miktarda avukatlık ücretine
hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
81. Bakanlık görüş yazısında Anayasa Mahkemesinin daha önce
vekâlet ücretine ilişkin bir başvuruyu mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelediği ve AİHM'in konuya ilişkin içtihatları
doğrultusunda başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul
edilemez bulduğu bildirilmiştir.
82. Başvurucu cevap dilekçesinde, asgari ücretin çok üzerinde
olan bir vekâlet ücretine hükmedilmesinin dava açma hakkını ortadan kaldırdığını
ifade etmiştir.
83. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36.
maddesi şöyledir:
"Herkes, meşrû
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
..."
84. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen
veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, mahkeme kararını önemli ölçüde
etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
85. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir
amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu
yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil
dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş
olması gerekir (Özkan Şen,§§ 61, 62).
86. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara avukatlık
ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi
için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması
gerekir. Başvuru konusu olayda dava açıldıktan sonra 2/11/2011 tarihinde
yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu davaların,
idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve avukatlar
tarafından takibi öngörülmüş olup davanın reddi hâlinde idare lehine avukatlık
ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz başvuruların
önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere
meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla
başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını
belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla başvurucunun davayı kaybetmesi hâlinde kendisine yüklenecek olan
avukatlık ücreti, bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan Acar, §§ 38, 39).
87. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan
başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan avukatlık
ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli
dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye
başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda davanın özel
koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim
hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (Özkan
Şen, § 54).
88. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve
benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu
belirsizliğin, talep edilen miktarın sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla
aşılması da 2577 sayılı Kanun gereği davanın açıldığı 16/4/2007 tarihi
itibarıyla mümkün olmadığından hak kaybına uğramak istemeyen davacının,
tazminat talebine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçeneğinin
olmadığı görülmektedir (Oğuzhan Kozacıoğlu, B. No: 2013/4513, 24/6/2015, § 45).
89. Başvuru konusu olayda da başvurucunun bu nedenle İstanbul 8.
İdare Mahkemesinde açtığı davada, uğradığını iddia ettiği zararın tazmini
amacıyla 100.000 TL maddi tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Mahkeme, davayı reddettikten sonra başvurucunun reddedilen tazminat talebi
üzerinden davalı idare lehine 9.900 TL nispi avukatlık ücreti ödemesine karar
vermiştir.
90. Her ne kadar başvurucu tam yargı davası açmadan önce
tazminat iddiasına konu her iki taşınmazın değerinin tespitini sulh hukuk
mahkemesinden talep etmiş ise de delil tespitine ilişkin başvurusunda Sulh
Hukuk Mahkemesince alınan bilirkişi raporunda, bu taşınmazlar yönünden açık bir
değer gösterilmeyip salt karşılaştırma yapılarak öncesinde tahsis edilen
taşınmazın beş kat daha değerli olduğu görüşünün belirtilmesiyle yetinildiği
görülmektedir. Kaldı ki başvurucunun taşınmazların değerlerini tam olarak
bilebilecek bir ekspertiz veya uzman olmadığı ve delil tespitinde bir değer
belirlense dahi tam yargı davasında işin esasına girilmesi durumunda ancak
keşif ve uzman bilirkişi incelemesiyle ve mahkemece uygulanacak kriterlere göre
tazminat tutarının belirlenebileceği, dolayısıyla somut olay bakımından
başvurucunun açtığı tam yargı davasında talep edeceği tutarı tam olarak önceden
öngörebilmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.
91. Buna göre başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının
olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu,
davanın reddedilmesi sonrasında 9.900 TL avukatlık ücreti ödeme yükümlülüğü
altına girdiği anlaşılmaktadır.
92. Tam yargı davalarının konusu parayla ölçülebildiğinden bu
tür davalarda nispi vekâlet ücretine hükmedilmektedir. Başvurucu aleyhine
avukatlık ücreti ödenmesini öngören düzenlemenin tek başına mahkemeye erişim
hakkını ihlal ettiği söylenemez. Bu düzenleme sonucu gerçekleşen müdahalenin
ölçülü olup olmadığının da incelenmesi gerekir. Vekâlet ücretinin orantılılık
incelemesi yapılırken öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam ifade
ettiği, başvurucunun ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar dikkate
alınmalıdır.
93. Somut olayın koşulları bir bütün hâlinde
değerlendirildiğinde başvurucunun, dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması
nedeniyle hak kaybına uğramamak için talebini yüksek tuttuğu ve yargılama
sonucunda talep edilen ancak reddedilen tazminat talebi üzerinden 9.900 TL
avukatlık ücretini davalı idareye ödemek zorunda kaldığı görülmüştür. Bu
durumda başvurucunun, ıslah imkânı olmadığından davanın açıldığı sırada yüksek
tazminat talebinde bulunduğu, buna göre yargılamanın sonucunda aleyhine
hükmedilen avukatlık ücretinin ise ölçülü olmadığı, bu nedenle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
94. Açıklanan nedenlerle yapılan müdahale ölçülü olmadığından
başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılama
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
95. Başvurucu tahsis işlemlerine ilişkin tarafı olduğu idari
yargı sürecinin 1996 yılından beri devam ettiğini belirterek makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
96. Bakanlık görüş yazısında, daha önce benzer olayda görüş
bildirildiğinden bu konuda yeniden görüş bildirilmesine gerek olmadığını
belirtmiştir.
97. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan
ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği
açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,§§ 38, 39).
98. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41-45).
99. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak
sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici
olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen
düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali veya bu karar nedeniyle uğranılan zararın
tazmini talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın
tahsis kararının geri alınması işlemi nedeniyle uğranılan zararın tazmini
istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görüldüğünden somut yargılama
faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna
kuşku yoktur (Selahattin Akyıl, B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
100. Başvurucu açmış olduğu iki davanın toplam yargılama
sürecinin 1996 yılından beri devam ettiği gerekçesiyle makul süre şikâyetini
dile getirmekle beraber zaman bakımından yetki bölümünde anlatıldığı gibi
başvurucunun 1993 yılında İstanbul 5. İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasında
Mahkeme 17/10/1996 tarihinde davayı kabul etmiş ve karar, Danıştay Altıncı
Dairesince 1998 yılında onanıp İstanbul Büyükşehir Belediyesince 9/3/2004
tarihinde uygulanmak suretiyle kesinleştiğinden bu davada öne sürülen
şikâyetler zaman bakımından yetki nedeniyle kabul edilmez bulunmuştur. Bu
sebeple başvurucunun 16/4/2007 tarihinde İstanbul 8. İdare Mahkemesinde açtığı
tam yargı davası makul süre şikâyeti yönünden incelenecektir.
101. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili ilişkin makul süre
değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara
bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir (Güher Ergun
ve diğerleri, § 50). Ancak bazı özel durumlarda uyuşmazlığın ortaya
çıktığı daha önceki bir tarih de başlangıç tarihi olarak kabul
edilebilmektedir. Bu durum özellikle, yargısal süreç öncesinde ilgili idareye
müracaat edilmesinin söz konusu olduğu başvurular bakımından geçerlidir (Selahattin Akyıl, § 45). Somut başvuru
açısından bu tarih, başvurucunun Büyükşehir Belediyesine müracaat ettiği
25/1/2007'dir.
102. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52; Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut
başvuru açısından bu tarih, İstanbul 8. İdare Mahkemesince verilen hükmün
onanmasına dair ilama karşı yapılan karar düzeltme isteminin Danıştay Ondördüncü Dairesince reddedildiği 9/7/2013 tarihidir.
103. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
Büyükşehir Belediyesine 25/1/2007 tarihinde yapılan başvurunun reddedilmesi
üzerine 16/4/2007 tarihinde İstanbul 8. İdare Mahkemesinde açılan ve
başvurucunun yeniden yapılan tahsis işlemi nedeniyle zarara uğradığı iddiasıyla
tazminat istemini konu alan davada Mahkemece, tarafların dilekçeleri ve
delillerin toplanması sonucu 5/12/2007 tarihli kararla davanın reddine karar
verildiği, temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin
3/12/2010 tarihli ilamı ile "kararın
eksik yazıldığı" gerekçesiyle hükmün bozulduğu, bozma ilamı
üzerine Mahkemece 15/4/2011 tarihli kararla davanın reddine karar verildiği,
temyiz edilen kararın anılan Dairenin 25/4/2012 tarihli ilamı ile onandığı,
karar düzeltme talebinin de aynı Dairenin 9/7/2013 tarihli kararı ile
reddedilerek İlk Derece Mahkemesi kararının kesinleştiği ve yargılamanın bu
tarih itibarıyla sonlandığı görülmektedir.
104. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan
uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı
yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer
verilmiş olupözellikle idari yargı alanındaki yapısal
sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde
geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu
anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların
makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru
konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da
yer alan usul hükümleri de dikkate alınarak makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin
Akyıl, §§ 54-60).
105. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucunun
tutumunun yargılamanın uzamasına bir etkisi olduğunun tespit edilmediği,
İstanbul 8. İdare Mahkemesince verilen 5/12/2007 tarihli ilk kararın Danıştay
Altıncı Dairesinin3/12/2010 tarihli ilamı ile salt "kararın eksik yazıldığı" gerekçesiyle bozulduğu
ve yargılamanın özellikle bu nedenle uzadığı gözetildiğinde 2577 sayılı
Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut
başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön
bulunmadığı, yaklaşık altı yıl beş ay süren yargılama sürecinde makul olmayan
bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
106. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
107. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
108. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
109. Başvuruda mahkemeye erişim ve makul sürede yargılanma
haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
110. Başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya makul sürede yargılanma hakkının
ihlali nedeniyle net 5.000 TL ve mahkemeye erişim hakkının ihlali nedeniyle de
net 4.000 TL olmak üzere toplam net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
111. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvuruda mahkemeye erişim ve makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmakla beraber başvurucu
tarafından ileri sürülen zarar ile tespit edilen ihlaller arasında illiyet bağı
bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine
karar verilmesi gerekir.
112. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. İstanbul 5. İdare Mahkemesinde görülen iptal davası yönünden
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
6. İstanbul 8. İdare Mahkemesinde görülen tam yargı davası
yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya mahkemeye erişim hakkının ihlaline ilişkin olarak
net 4.000 TL ve makul sürede yargılanma hakkının ihlaline ilişkin olarak net
5.000 TL olmak üzere toplam net 9.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
4/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.