logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Vedat Sunay [1.B.], B. No: 2013/6816, 18/6/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

VEDAT SUNAY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6816)

 

Karar Tarihi: 18/6/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Murat AZAKLI

Başvurucu

:

Vedat SUNAY

Vekili

:

Av. Ali Yaşar ÖZKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, 7/4/2008 tarihinde Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davası sonunda davanın reddine karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 21/8/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 22/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 7/1/2014 tarihli görüş yazısı 13/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 27/1/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesi sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, 7/4/2008 tarihinde H.U. mirasçıları aleyhine Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, 2/8/1975 tarihinde H.U’dan Marmara Adasında bulunan taşınmazı 54.000 TL bedel karşılığında, haricen düzenlenen “Arsa Satış Anlaşma Tutanağı” ile satın aldığını, satış bedelini ödediği halde taşınmazın devir ve tesliminin gerçekleştirilmediğini ileri sürerek, ödediği bedelin denkleştirici adalet ilkesine göre mirasçılarından tahsilini talep etmiştir.

8. Mahkemece, 18/9/2008 tarih ve E.2008/131, K.2008/303 sayılı ilamla; yetkili mahkemenin ya davalının ikametgahı mahkemesi ya da sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesi olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, talep halinde dosyanın Marmara Adası Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

9. Temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 27/2/2009 tarih ve E.2009/988, K.2009/2568 sayılı kararıyla; davanın taşınmazın aynına yönelik olmayıp, ödenen paranın iadesine ilişkin olduğu, para alacağının 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 73. maddesine göre alacaklının ikametgahında ödenmesi gerektiği, dolayısıyla yetkili mahkemenin alacaklının ikametgahı mahkemesi olduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

10. Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararı sonrası yapılan yargılama sonunda, 3/5/2012 tarih ve E.2009/281, K.2012/318 sayılı ilamla; sözleşmeye dayalı alacağın mülga 818 sayılı Kanun’un 125. maddesine göre 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, 2/8/1975 tarihli adi yazılı şekilde düzenlenen “Arsa Satış Anlaşma Tutanağı”na göre taşınmazın davacıya teslim edilmediği, bu durumda zamanaşımının satış tarihinden itibaren başlaması gerektiği belirtilerek, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

11. Temyiz üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 18/2/2013 tarih ve E.2012/24442, K.2013/3763 sayılı kararıyla; “dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına” karar verilmiştir.

12. Karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 4/7/2013 tarih ve E.2013/16783, K.2013/18414 sayılı ilamıyla; “dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre HUMK’un 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteminin reddine” karar verilmiştir.

13. Karar, 23/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

14. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

15. 818 sayılı mülga Kanun’un 96. maddesi şöyledir:

“Alacaklı hakkını kısmen veya tamamen istifa edemediği takdirde borçlu kendisine hiç bir kusurun isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bundan mütevellit zararı tazmine mecburdur.”

16. 818 sayılı mülga Kanun’un 125. maddesi şöyledir:

“Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.”

17. 7/6/1939 tarih ve E.1936/31, K.1939/47 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararı şöyledir:

“Her ne kadar gayrimenkulün haricen satışına ve satış vaadine müteallik akit ve muameleler kanunen muteber bulunmamış ise de satıcının memuru mahsus huzurunda ferağın icrasını ve aksi takdirde almış olduğu bedelin iadesini taahhüt etmiş ve alıcının da aralarında takarrür eden bedeli bu şartla satıcıya vermiş olmasına ve şu suretle şartın tahakkuk etmediği takdirde bedelin iadesi müteahhidünbih bulunmasına göre bu taahhütten doğan borçların haklı bir sebep olmaksızın mal iktisabından tevellüt eden borçlar mahiyetinde olmadığından hadisede Borçlar Kanununun 66. maddesinde yazılı müruruzaman müddeti kabili tatbik bulunmadığı ve mezkur kanunun 125. maddesi mucibince kanunda başka suretle bir hüküm mevcut olmayan her dava 10 senelik müruruzamana tabi tutulduğu cihetle bu misilli davalar 10 senelik umumi müruruzaman hükümlerine tabi olduğu gibi satıcının rıza ve ihtiyariyle taahhüdünü ifa edebileceğine göre bunun icrasını beklemek zaruretinde bulunan alıcı için ancak şartın tahakkuk etmediği ve ferağ ümidi münkati olduğu takdirde bedelin istirdadını davaya selahiyet geleceğinden müruruzamanın da paranın verildiği tarihten değil, satıcının birrıza ferağdan nükul ve imtina ettiği zamandan başlayacağına 7.6.1939 tarihinde ekseriyetle karar verildi.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/9/2013 tarih ve 2013/6816 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu, 2/8/1975 tarihinde H.U. ile aralarında haricen düzenledikleri “Arsa Satış Anlaşma Tutanağı” ile 54.000 TL karşılığında taşınmaz satın aldığını, bedeli ödemesine rağmen taşınmazın teslim edilmediğini, satış bedelinin de geri ödenmediğini, bu kapsamda Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini, zamanaşımı başlangıcının sözleşme tarihi olarak kabul edilemeyeceğini, 7/6/1939 tarih ve 31/47 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, zamanaşımının paranın verildiği tarihten değil, satıcının ferağ vermekten imtina ettiği tarihten başlayacağını, satıcıya ödediği bedelin iade edilmediğini, buna rağmen davanın reddine karar verildiğini, temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde belirttiği hususların değerlendirilmediğini, gerekçesiz kararlarla taleplerinin reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

20. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucu, harici satış sözleşmesi ile satın aldığı taşınmazın bedelinin iadesi için açtığı alacak davasının reddedildiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun anılan iddiaları yargılama sonucunda verilen karara yönelik olup, bu iddialar adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, kararları gerekçesiz olması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları ayrıca incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası Yönünden

21. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

23. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

24. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

25. Başvuru konusu olayda başvurucu, haricen düzenlenen“Arsa Satış Anlaşma Tutanağı” ile 54.000 TL karşılığında taşınmaz satın aldığını, bedeli ödemesine rağmen taşınmazın teslim edilmediğini, satış bedelinin de geri ödenmediğini, Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini, zamanaşımının başlangıcının sözleşme tarihi olarak kabul edilemeyeceğini, 7/6/1939 tarih ve 31/47 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, zamanaşımının paranın verildiği tarihten değil, satıcının ferağ vermekten imtina ettiği tarihten başlayacağını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Başvurucu tarafından açılan alacak davasında davalılar, alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürmüşlerdir. Mahkemece tarafların delilleri toplanmış ve adi yazılı belge niteliğindeki satış tutanağında belirtilen taşınmazın başvurucuya teslim edilmediği, bu durumda zamanaşımı süresinin sözleşmenin düzenlendiği tarihten itibaren mülga 818 sayılı Kanun’un 125. maddesinde düzenlenen 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, sözleşmenin düzenlendiği 2/8/1975 tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, zamanaşımı süresinin sözleşme tarihinden itibaren hesaplanamayacağını, davalıların taşınmazı teslimden imtina ettikleri tarihten başlayacağını ileri sürmüşse de Mahkemece, davacı tanığının beyanına göre, davalıların murisinin taşınmazı telle çevirebileceğini davacıya söylemesine rağmen davacının taşınmazı telle çevirmediği ve taşınmazı kullanmadığı, dolayısıyla taşınmazın davacıya teslim edilmediği, bu nedenle zamanaşımının satış tarihinden itibaren başlaması gerektiği belirtilerek davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

27. Temyiz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince hüküm onanmış, karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından reddedilerek hüküm kesinleşmiştir.

28. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

29. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

30. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden

31. Başvurucu, Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.

32. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”

33. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).

34. Öte yandan, temyiz mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).

35. Somut olayda Mahkemece, tüm deliller toplanarak ve davacı tanıkları dinlenerek, sözleşmeye dayalı alacağın mülga 818 sayılı Kanun’un 125. maddesine göre 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, 2/8/1975 tarihli adi yazılı şekilde düzenlenen “Arsa Satış Anlaşma Tutanağı”na göre taşınmazın davacıya teslim edilmediği, bu durumda zamanaşımının satış tarihinden itibaren başlaması gerektiği belirtilerek zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Yargıtay tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek hüküm onanmış ve karar düzeltme istemi reddedilmiştir (bkz. §§ 11-12). Dolayısıyla Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.

36. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurucunun bu yöndeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası Yönünden

37. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir

2. Esas Yönünden

38. Başvurucu, 7/4/2008 tarihinde Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedildiğini, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

39. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak görüş sunulmasına gerek görülmediği belirtilerek, zamanaşımının yanlış hesaplandığına, gerekçeli karar hakkına ve mülkiyet hakkına yönelik ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olup olmadıklarının değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir.

40. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.

41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

42. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

43. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

44. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

45. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

46. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

47. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

48. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

49. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikmelerin ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

50. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

51. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda başvurucunun, harici satış sözleşmesine göre ödediği bedelin tahsili amacıyla açtığı alacak davasında 6100 sayılı Kanun’da yer verilen usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

52. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Sürenin bitiş tarihi ise, yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

53. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

54. Başvuru konusu yargılamanın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihinde yargılamanın sona erdiği anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı, davanın ikame edildiği tarih olan 7/4/2008 tarihidir.

55. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş olup, başvuruya konu yargılamanın yazılı yargılama usulüne tabi olduğu anlaşılmaktadır.

56. Somut başvuruda makul süre incelemesi yapılırken, alacak davası açan başvurucunun kişisel yararı göz önünde bulundurularak, yargılama sürecindeki gecikmelerin her biri belirlenerek gecikmeye neden olan unsurlar ve bunların gecikmedeki etkisinin tespiti ve bahsedilen makul süre kriterlerinin toplam etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

57. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun, “Arsa Satış Anlaşma Tutanağı”na göre haricen satın alınan taşınmazın teslim edilmediği iddiasıyla, ödenen bedelin tahsili istemine ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Mahkemece, 7/4/2008 havale tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının tanzimi sonrasında, ilk duruşmada, davalılar vekilinin yetki itirazının değerlendirilmesi için dosyanın incelemeye alınmasına karar verilmiş, 18/9/2008 tarihli ikinci duruşmada davalılar vekilinin yetki itirazının kabulüne karar verilerek, davanın yetki yönünden reddine ve dosyanın Marmara Adası Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

58. Kararın Yargıtay 13. Hukuk Dairesince 27/2/2009 tarihinde bozulması üzerine Mahkemece 9/6/2009 tarihinde dosya yeniden esasa kaydedilerek yargılamaya devam edilmiş, yeniden başlanılan yargılama süresince 3/5/2012 olan karar tarihine kadar toplam dokuz duruşma yapılmıştır. Bu sürede tarafların delilleri incelenmiş ve davacı tanıklarının beyanları alınmış, tapu kaydı istenmiştir. 9/6/2009 tarihinden itibaren karar tarihine kadar yargılamanın 2 yıl 10 ay 24 gün sürdüğü, bu sürede yaklaşık üç buçuk ay aralıklarla duruşmalar yapıldığı belirlenmiştir. Yargılama süresince başvurucu vekilinin bir duruşmaya katılmadığı, aynı duruşmaya davalılar vekilinin de katılmadığı ve duruşmanın mazeretler nedeniyle ertelendiği anlaşılmaktadır.

59. Mahkemece verilen kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 18/2/2013 tarihli ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme isteminin aynı Daire tarafından reddedildiği 4/7/2013 tarihinde hüküm kesinleşmiştir.

60. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvurucu tarafından açılan alacak davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun, tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamaların uzamasına sebep olduğu da söylenemez.

61. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64), davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu beş yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

62. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

63. Başvurucu, 64.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

64. Adalet Bakanlığı, başvurucunun tazminat talebi konusunda değerlendirme yapmamıştır.

65. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

66. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

67. Başvurucu tarafından Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan alacak davasının, makul olmayan bir süre olan beş yılı aşkın bir süreçte tamamlandığı tespit edilmekle, başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında takdiren 3.350,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

68. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucuya 3.350,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

C. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Vedat Sunay [1.B.], B. No: 2013/6816, 18/6/2014, § …)
   
Başvuru Adı VEDAT SUNAY
Başvuru No 2013/6816
Başvuru Tarihi 6/9/2013
Karar Tarihi 18/6/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, 7/4/2008 tarihinde Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davası sonunda davanın reddine karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal Manevi tazminat
Gerekçeli karar hakkı (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kanun yolu şikâyeti (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 30
818 Borçlar Kanunu 96
125
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi