TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞAFAK PINAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6945)
|
|
Karar Tarihi: 16/9/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alpaslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Şafak PINAR
|
|
|
2. Tayyar PINAR
|
|
|
3. Burcu Çağlar PINAR
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Emre İNCULA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, dağcılık kampında meydana gelen ölüm olayının
etkili şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış, başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/1/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 13/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurun
belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 13/3/2014 tarihinde
Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/5/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 3/6/2014 tarihinde
beyanda bulunmuşlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu soruşturma dosyası
içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular Şafak ve Tayyar Pınar’ın oğlu, diğer
başvurucu Burcu Çağlar Pınar’ın ise kardeşi olan 3/4/1981 doğumlu O. P., mezunu
olduğu Üniversitenin Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksek Okulunun eğitim
faaliyetleri kapsamında Çamlıhemşin ilçesi, Verçenik
Dağı eteklerinde ve 26/7/2011-3/8/2011 tarihleri arasında organize ettiği
dağcılık kampına, anılan okul ve görevlilerinin izni veya onayı olmaksızın
dâhil olmuştur.
9. Dağcılık faaliyetlerinin devam ettiği 28/7/2011 tarihinde
grubun toplu olarak yürüyüş faaliyeti yaptığı sırada O. P. ile bir grup
arkadaşı, ana gruptan ayrılarak bölgede bulunan bir su kaynağının olduğu alana
doğru hareket etmişlerdir.
10. O. P., arkadaşlarıyla bu bölgeye vardığında yüksek bir
alandan düşen kaya parçalarının altında kalarak yaşamını yitirmiştir.
11. Kampta bulunan iki öğrencinin, yakınlarda bulunan bir
köye giderek telefonla haber vermesi neticesinde olay yetkili mercilere
bildirilmiştir.
12. Olay yerinin konumu ve ulaşım imkânlarının kısıtlı olması
nedeniyle öncelikle Erzurum ilinde bulunan ambulans helikopterin olay yerine
intikal etmesi istenmiş ancak hava muhalefeti nedeniyle bu mümkün olamayınca
gönüllü arama-kurtarma (AKUT) timlerine haber verilmiştir.
13. Durumdan hemen haberdar edilen Çamlıhemşin Cumhuriyet
Savcısı, olay yerine ancak saatler sonra gece yarısı ulaşılabileceğinin ve olay
mahallinde keşif yapılmasının teknik imkânlar bakımından mümkün olmayacağının
kendisine bildirilmesi üzerine kolluğa, olay yerinde bulunan delillerin
muhafaza altına alınması ile ölenin, ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmak
üzere ilçe morguna getirilmesi talimatını vermiştir.
14. O. P.ye ait ceset, olay yerine ancak saat 18.00-19.00
sıralarında ulaşabilen AKUT ekipleri ve diğer görevliler tarafından Çamlıhemşin
ilçe morguna götürülmüştür.
15. Cumhuriyet Savcısı; adli doktor ile birlikte ceset
üzerinde ölü muayene işlemi yapmış, adli doktorun cesedin muhtemel ölüm
sebebinin düşmeye bağlı künt travma sonucu kafatası
bütünlüğünün bozulmasına bağlı beyin harabiyeti ile
kaburga kırığına bağlı solunum yetmezliği olabileceğini ancak olay yerinin adli
açıdan incelenmemesi nedeniyle kesin ölüm sebebinin ölü muayenesiyle tespitinin
mümkün olmadığını, bu nedenle klasik otopsi işlemi yapılması gerektiğini
bildirmesi üzerine cesedi, klasik otopsi işlemi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu
Trabzon Grup Başkanlığına göndermiştir.
16. Anılan Kurumun 22/8/2011 tarihli raporunda “…Kişinin ölümünün genel beden travmasından gelişen multipl kot kırıklarıyla mütefarik
iç organ harabiyeti ve iç kanama sonucu meydana
gelmiş olduğunu, kişiye ait örnekler üzerinde yapılan analizlerde, kanda 82 ng/mL (seksenikinanogram/mililitre)
‘esrar’ etken maddesi ‘Tetrahidrocannabinol’ THC
bulunduğunu, ayrıca idrarda da aynı etken maddeye rastlandığı” bildirilmiştir.
17. Başvurucular, soruşturma dosyasına ibraz ettikleri
4/8/2011 tarihli dilekçe ile ölümden sorumlu olan kişiler hakkında şikâyetçi
olduklarını beyan etmişlerdir.
18. Çamlıhemşin Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet
Başsavcılığı), 13/10/2011 tarihli ve K.2001/102 sayılı kararında “…Müteveffanın ölümü ile sonuçlanan olayın meydana
gelmesinde, herhangi bir kusur veya kast atfedilebilecek bir kişinin
bulunmadığı ve kazanın olay yerindeki doğa koşullarının tabii sonucu olarak
meydana geldiği” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar
vermiştir.
19. Anılan karara başvurucuların itirazları, Trabzon 2. Ağır
Ceza Mahkemesinin 19/12/2011 tarihli ve K.2011/486 Değişik İş sayılı kararı ile
“ … Olayın üniversiteye bağlı bir eğitim
kurumunca düzenlenen dağcılık kampı ve faaliyetleri sırasında meydana gelmiş
olması, maktul Onur Pınar’ın kampı düzenleyen okulun öğrencisi olmamasına rağmen
kamp yetkilisinin bilgisi dâhilinde orada bulunuşu dikkate alındığında, söz
konusu kampın durumunun tespiti, yani kurumca düzenlenip düzenlenmediği,
yetkili ve sorumlu kişilerin kimler olduğu, okul öğrencisi olmayan kimselerin
kampa kabul edilmelerinin mümkün olup olmadığı, kamp sorumlularının olayda
herhangi bir ihmali davranışlarının bulunup bulunmadığı hususları araştırılıp,
olayın meydana gelişinde herhangi bir kimsenin kusuru olup olmadığı hakkında
gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılarak, sonucuna göre bir karar vermesi
gerekirken, ölümle sonuçlanan böyle bir olay hakkında son derece yüzeysel bir
araştırma ile yetinildiği” gerekçesine istinaden kabul edilmiş ve
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılmasına; soruşturma
dosyasının, karar gerekçesinde belirtilen ve bunlar dışında uygun görülecek
hususlar araştırıldıktan sonra sonucuna göre karar verilmek üzere Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.
20. Bu karar üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmaya
konu dağcılık faaliyetlerinin sorumluları olduğunu tespit ettiği bir öğretim
üyesi ile bir öğretim görevlisi hakkında soruşturmaya devam etmiş, 14/2/2012
tarihli ve K.2012/2 sayılı kararıyla “…Olayın
öğretim elemanlarının ‘görevleri sırasında’ meydana geldiği, bu kişiler
hakkında yapılacak soruşturmanın ise, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53.
maddesi kapsamında izne bağlı olduğu” gerekçesine istinaden
görevsizliğine ve dosyanın soruşturma yapılmak üzere Üniversite Rektörlüğüne
gönderilmesine karar vermiştir.
21. Üniversite Rektörlüğünce oluşturulan Soruşturma Kurulu
tarafından olayla ilgili olarak yapılan soruşturma sonucu hazırlanan raporlarda
“ …Sorumlu öğretim üyelerinin görev ve yetki
kullanımında ‘kusurlu davranmak’ fiilini işledikleri sonucuna varıldığı, söz
konusu öğretim üyelerinin Yüksek Öğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve
Memurları Disiplin Yönetmeliği’nin 5. maddesinin (a) fıkrası uyarınca ‘uyarma
cezası’ ile cezalandırılmalarına, vefat eden O.P.’nin
arkadaşı E.A. ile birlikte üniversitenin mezun öğrencilerinden olup, kurumca
alınan kafile onayında isimleri olmamasına rağmen kafileyi takip ederek,
sorumluların istememelerine rağmen yakınlarına kamp kurup onları zor durumda
bıraktıkları göz önüne alındığında, verilen disiplin cezasının yeterli olduğu
sonucuna varılarak, ayrıca Türk Ceza Kanunu’na göre yargılanmamalarının yerinde
olacağı kanısına varıldığı” şeklinde görüş belirtilmiştir.
22. Soruşturma Kurulu, 6/3/2013 tarihli ve K.2013/4 sayılı
kararıyla şüpheli öğretim görevlileri hakkında “men-i muhakeme” kararı
vermiştir.
23. Başvurucuların bu karara itirazları, Danıştay Birinci
Dairesinin (Daire) 23/5/2013 tarihli ve E.2013/642, K.2013/712 sayılı kararıyla
“…Dosyadaki bilgi ve belgelere göre mevcut
delillerin, atılı suçlardan dolayı şüpheliler hakkında kamu davasını açılmasını
gerektirecek nitelikte olmadığının anlaşıldığı” gerekçesine
istinaden reddedilmiş ve “men-i muhakeme” kararı onanmıştır.
24. Anılan nihai karar, başvurucular vekiline 5/7/2013
tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 13/9/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuşlardır.
25. Başvurucular, bireysel başvuruda bulunduktan sonra
1/10/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek Cumhuriyet
Savcısı tarafından yürütülen ve görevsizlik kararı verilen soruşturmanın
yeniden yürütülmesi ile söz konusu Üniversite görevlileri ve kamp sorumluları
hakkında “taksirle öldürme ve görevi kötüye kullanma” suçlarından kamu davası
açılması talebinde bulunmuşlardır.
26. Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın şüphelileri ile bazı
tanıklarının bir kısmının ifadelerini ilk kez, geriye kalanlarını ise yeniden
almış ve 24/11/2014 tarihinde “…Şikâyete
konu olayla ilgili olarak daha önce yapılan soruşturmada görevsizlik kararı
verilerek, dosyanın üniversiteye gönderildiği ve üniversite tarafından verilen
kararın Danıştay incelemesinden geçerek kesinleştiği, bu nedenle suçlamaya dair
dilekçe hakkında 2547 sayılı Kanun’un 53. maddesi uyarınca işlem yapılmasına
yer olmadığına” itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir.
27. Başvurucuların bu karara itirazları, Rize Sulh Ceza
Hâkimliğinin 23/1/2015 tarihli ve 2015/24 Değişik İş sayılı kararıyla kesin
olarak reddedilmiştir.
B. İlgili Hukuk
28. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun
53. maddesi şöyledir:
“Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile
yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim
elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da
görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlar hakkında
aşağıdaki hükümler uygulanır:
(1) İlk
soruşturma:
Yükseköğretim
Kurulu Başkanı için, kendisinin katılmadığı, Milli Eğitim Bakanının
başkanlığındaki bir toplantıda, Yükseköğretim Kurulu üyelerinden teşkil
edilecek en az üç kişilik bir kurulca, diğerleri için, Yükseköğretim Kurulu
Başkanınca veya diğer disiplin amirlerince doğrudan veya görevlendirecekleri
uygun sayıda soruşturmacı tarafından yapılır.
Öğretim
elemanlarından soruşturmacı tayin edilmesi halinde, bunların, hakkında
soruşturma yapılacak öğretim elemanının akademik unvanına veya daha üst
akademik unvana sahip olmaları şarttır.
(2) Son
soruşturmanın açılıp açılmamasına;
...
c)
Üniversite, fakülte, enstitü ve yüksekokul yönetim kurulu üyeleri, fakülte
dekanları ve dekan yardımcıları, enstitü ve yüksekokul müdürleri ve
yardımcıları ile üniversite genel sekreterleri hakkında, rektörün başkanlığında
rektörce görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik kurul,
d)
Öğretim elemanları, fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterleri hakkında
üniversite yönetim kurulu üyeleri arasından oluşturulacak üç kişilik kurul,
...
Karar
verir.
...
(4)
Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri
hakkında, Danıştayın 2 nci Dairesinde verilen lüzum-u muhakeme kararına
itiraz ile men-i muhakeme kararlarının kendiliğinden incelenmesi Danıştayın İdari İşler Kuruluna aittir. Diğer kurullarca
verilen lüzum-u muhakeme kararına ilgililerce yapılacak itiraz ile men-i
muhakeme kararları kendiliğinden Danıştay 2 nci Dairesince incelenerek karara bağlanır. Lüzum-u
muhakemesi kesinleşen Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu
Başkan ve üyelerinin yargılanması Yargıtay ilgili ceza dairesine, temyiz
incelemesi Ceza Genel Kuruluna, diğer görevlilerin yargılanmaları suçun
işlendiği yer adliye mahkemelerine aittir.
...
(7) İdeolojik amaçlarla Anayasada yer alan temel hak ve
hürriyetleri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk,
sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanılarak nitelikleri Anayasada belirtilen
Cumhuriyeti ortadan kaldırmak maksadıyla işlenen suçlarla bunlara irtibatlı
suçlar, öğrenme ve öğretme hürriyetini doğrudan veya dolaylı olarak kısıtlayan,
kurumların sükûn, huzur ve çalışma düzenini bozan boykot, işgal, engelleme,
bunları teşvik ve tahrik, anarşik ve ideolojik olaylara ilişkin suçlar ile ağır
cezayı gerektiren suçüstü hallerinde, yukarıda yazılı usuller uygulanmaz; bu
hallerde kovuşturmayı Cumhuriyet savcısı doğrudan yapar.”
29. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Taksirle
bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.”
30. 5237 sayılı Kanun’un 257. maddesi şöyledir:
“(1)Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin
mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir
menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2)Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme
göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.”
31. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu
ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle
yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı
gidermekle yükümlüdür.”
32. 6098 sayılı Kanun’un 74. maddesi şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun
değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da,
hukuk hâkimini bağlamaz.”
33. 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları
ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim
üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde
eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının
yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen
reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 16/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 13/9/2013 tarihli ve 2013/6945 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucular; dağcılık sporcusu olmayan ve bu spor hakkında
herhangi bir eğitim almayan yakınlarının, öğrencisi olmadığı bir okulun
düzenlediği dağcılık kampına kabul edildiğini, sonrasında meydana gelen ve tüm
yönleriyle aydınlatılamayan kaza sonucu yaşamını yitirdiğini, Cumhuriyet
Başsavcılığınca olayda ihmali bulunan kişiler hakkında “taksirle öldürme”
suçundan soruşturmaya devam edilmesi gerekirken suçun niteliği ile soruşturma
yapmaya yetkili mercide yanılgıya düşülüp görevsizlik kararı verilmesi
suretiyle etkin bir soruşturma yapılmadığını ve bu karar üzerine dosyayı
inceleyen Soruşturma Kurulunca verilen karara itirazlarını inceleyen Dairenin,
gerekçeden yoksun bir şekilde bu kararı onadığını belirterek Anayasa’nın 36.
maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın
kaldırılarak soruşturmanın yeniden yapılması talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Bu nedenle ceza soruşturmasında mağdur konumunda olan
başvurucuların şikâyetlerinin özünü teşkil eden yakınlarının ölümü ile ilgili
olarak yapılan soruşturmanın etkin yapılmadığı ve soruşturma sonucunda verilen
karara karşı yaptıkları itirazın gerekçeden yoksun bir şekilde reddedildiği
iddiaları, Anayasa’nın 17. maddesi ile ilişkili görülmüş ve değerlendirme bu
madde kapsamında yapılmıştır.
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
37. Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde, şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından herhangi bir değerlendirmeye yer verilmemiş olup
öncelikli olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca AİHS’in 2. maddesinin ilk cümlesiyle devlete yalnızca
kasıtlı ve kanunsuz ölüme sebebiyet vermekten kaçınma zorunluluğu değil; aynı
zamanda egemenlik alanı içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumaya yönelik
gerekli tedbirleri alma zorunluluğu getirdiği, AİHS’in
2. maddesinin temel özellikleri uyarınca da bu iddiaların etkili bir şekilde
soruşturulması için usul yükümlülüğünü içerdiğinin görüleceği, soruşturmanın;
sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına yol açabilecek
nitelikte etkili olması gerektiği, burada somut olayda varılan sonuçla değil,
bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülük söz konusu olup yetkililerin
somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün
makul önlemleri almalarının gerektiği ifade edilmiştir.
38. Bakanlık, yine AİHM kararlarına dayanılarak devletin
soruşturma açma yükümlülüğünün, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç
nedeniyle yargılatma ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir
ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği anlamına gelmediğini, buna
karşın ulusal mahkemelerin hiçbir şekilde hayatı tehlikeye atan suçları cezasız
bırakmaması gerektiğini belirtmiştir.
39. Bakanlık görüşünde, soruşturma kapsamında yapılan
işlemler tek tek sıralanmış ve O. P.nin kaza sonrası
ölümü ile ilgili olarak derhâl soruşturma başlatıldığı, ölü muayene ve olay
yeri incelemesinin yapıldığı, kesin ölüm sebebinin belirlendiği, olayın
tanıklarının dinlendiği, ölenin söz konusu kampa izinli olarak katılıp
katılmadığının araştırılması yönünde ilgili Üniversiteye yazı yazılarak kampa
katılan öğrencilerin isim listesinin gönderilmesinin istenildiği, ölümün
Üniversitenin dağcılık dersi faaliyetinde gerçekleşmesi ve şüphelilerin öğretim
üyesi olması nedeniyle Cumhuriyet savcılığı tarafından 2547 sayılı Kanun
uyarınca ilgililer için görevsizlik kararı verilerek dosyanın Üniversite
Rektörlüğüne gönderildiği, burada Soruşturmacı Kurul tarafından şüpheliler ile
tanıkların ifadelerinin alındığı ve şüpheliler hakkında müteveffanın ölümünde
herhangi bir kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle “men-i muhakeme” kararı
verildiği, bu karara karşı yapılan itirazın ise Danıştay tarafından kesin
olarak reddedildiği, ayrıca başvurucuların vekilleri aracılığıyla soruşturmaya
katılabildikleri ve verilen kararlara itiraz edebildikleri belirtilmiş;
Üniversitenin eğitim faaliyeti sorumluları hakkında disiplin yaptırımı
uygulandığı da hatırlatılmıştır.
40. Bakanlık görüşünde son olarak ölüm olayının, 2547 sayılı
Kanun kapsamında kalan bir görev suçu olduğuna ilişkin Cumhuriyet
Başsavcılığının değerlendirmesi ile soruşturmacı tarafından verilen kararın,
Devletin etkin soruşturma yükümlülüğünü ihlal edip etmediği yönünden
değerlendirilmesi gerektiği ve bu konudaki takdirin ise Anayasa Mahkemesine ait
olduğu ifade edilmiştir.
41. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı sundukları
cevaplarında, görüş yazısında yaşam hakkı kavramının açıklanarak şikâyetlerinin
bu hak kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiş olmasına rağmen O. P.nin ölümü ile sonuçlanan olayla ilgili olarak yapılan
soruşturmadaki eksikliklerden hiçbir surette bahsedilmediğini belirtmişlerdir.
2. Genel
İlkeler
42. Bütün diğer haklar için bir temel oluşturan yaşam hakkı,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış ve bu maddede belirlenen
istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği
belirtilmiştir. Devletin yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle
kamu otoritelerinin yaşam hakkına müdahale etmemelerini yani maddede belirtilen
istisnalar dışında kişilerin ölümüne neden olmamalarını gerektirir. Bu,
devletin yaşam hakkından kaynaklanan negatif ödevidir. İkinci olarak yaşam
hakkına saygı, devletin üçüncü kişilerden gelecek tehlikelere karşı bireylerin
hayatını korumasını gerektirir. Bir kimsenin hayatına yönelik çok özel ve ciddi
bir tehdidin varlığı kanıtlanmışsa devletin bu tehdide karşı bireyin hayatını
korumak için makul tedbirleri alması gerekir. Bu, yaşam hakkından kaynaklanan
devletin pozitif yükümlülüğüdür. Bir ölüm meydana gelmişse devletin, pozitif
yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit
ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde
yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine
gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde
kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma
yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş,
B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
43. Bireyin, bir devlet görevlisi ya da özel bir kişi
tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde
bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi,“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı
5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir
soruşturmanın yapılmasını gerektirir (Salih
Akkuş, § 30).
44. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararlarında sıklıkla
belirtildiği üzere yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının
amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili şekilde uygulanmasını
ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir
sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer
yandan burada yer verilen değerlendirmeler; hiçbir şekilde Anayasa’nın 17.
maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya
da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir
ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 56).
45. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin
davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam
hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise
“etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59,
benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vo/Fransa
[BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya,
B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51).
46. Bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza
soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına
gelmemektedir. Ancak ilke olarak örneğin tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler
konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek
olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail
Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
47. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı
kapsamında yapılacak olan soruşturmaların veya açılacak davaların makul
derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359,
10/12/2014, § 96). Yürütülecek ceza
soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi
pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının
kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ek olarak her olayda, ölen kişinin
yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde
katılmaları sağlanmalıdır (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
3. İlkelerin Başvuruya Uygulanması
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda başvurucular, ölen kişinin sırasıyla
anne, baba ve kardeşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 41).
49. Somut olayda başvurucular; yakınları olan ölenin,
eğitimini almadığı ve profesyonel olmadığı bir spor faaliyetine katılmasına
izin verildiğini ve bu faaliyet sırasında alınması gerekli güvenlik
tedbirlerinin alınmaması sonucu meydana gelen kazada yaşamını yitirdiğini,
ölümden sorumlu olan kişiler hakkında yapılan soruşturmanın ise etkili bir
şekilde yürütülmeyip sonucunda verilen kararı onayan Dairenin de gerekçeden
yoksun bir şekilde karar verdiğini ileri sürmüşlerdir.
50. Etkili soruşturma yapma kapsamında, yürütülen ve
kesinleşmiş olan soruşturma işlemleri nedeniyle yaşam hakkının ihlal edilip
edilmediği hususunda Anayasa Mahkemesi tarafından bir karar verilmesine engel
bulunmamakla birlikte bunun için öncelikle ihlale neden olduğu ileri sürülen
eylem veya ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal yolların tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilip tüketilmediğinin tespiti gerekir.
51. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam
hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemişse “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmeyeceği, mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olmasının yeterli olabileceği (bkz. § 45) belirtilmişti.
Anayasa Mahkemesinin kararlarında da sıklıkla belirttiği üzere ceza kanunları
uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere karşı da husumetin yöneltileceği
kişiye bağlı olarak 2577 sayılı Kanun ile 6098 sayılı Kanun’un (bkz. §§ 31-33)
hükümleri uyarınca kusura hatta kusursuz sorumluluğa dayalı olarak idareye veya
kişilere yönelik idare ve hukuk mahkemeleri önünde uğranılan zararları tazmin
yolları düzenlenmiştir (Bilal Turan ve
diğerleri, B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 65).
52. Dolayısıyla başvuru konusu
olayda müteveffanın ölümünün ne şekilde gerçekleştiğinin ve özellikle yaşam
hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilip verilmediğinin ortaya konularak
yukarıda belirtilen ilkeler ışığında ve somut başvuruya konu olayın kendine
özgü koşulları da dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında, olay hakkındaki
olası sorumluların tespiti adına etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi
zorunluluğunun bulunup bulunmadığına ilişkin bir değerlendirmenin yapılması
gerekmektedir.
53. Buna göre yapılan incelemede, öncelikle başvurucuların
yakınlarının ölümüne kasten sebebiyet verildiğini gösteren herhangi bir bulguya
rastlanılmadığı ve olayın meydana geldiği koşullar bu anlamda herhangi bir
şüphe uyandırmadığı gibi başvurucuların bu yönde bir iddialarının da bulunmadığı
anlaşılmıştır. Başvurucular, olayda “taksir” seviyesinde kusurları bulunduğunu
düşündükleri kişilerin yargılanıp cezalandırılmalarını talep etmişler, ölümün
bir üçüncü kişinin kasıtlı eylemi nedeniyle meydana geldiğini ise ileri
sürmemişlerdir.
54. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verildiği
belirlenemeyip bu yönde bir iddia da ileri sürülmediğine göre somut olayda
mutlaka bir ceza soruşturması yürütülmesinin gerekip gerekmediği
değerlendirilmeye açık olmaktadır.
55. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle
başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki
sorumluluk, ceza hukuku alanında “suç” olarak adlandırılan insan davranışına
göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamakta olup bir eylemin
suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız
fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemesi, ceza hukuku alanında “taksire”
dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen kasten veya taksirle
başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha
fazla olması, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki
sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulanması,
hukuki sorumluluk alanında aynı maddi olay ve olgular çerçevesinde daha düşük
bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabilmesi ve
hukuk sistemimizde ceza yargılamasında şahsi hak iddiasında bulunma imkânı
ortadan kaldırılırken hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl
gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu dikkate alındığında
hukuki tazmin yolunun, özellikle somut başvuruya konu olayın kendine özgü
koşulları açısından başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru
yolu olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, §§ 44 vd.; Mesut Özbezen,
B. No: 2013/8175, 15/4/2014, §§ 40 vd.).
56. Başvurucuların katıldıkları ceza soruşturmasına ilişkin
süreç incelendiğinde ise başvurucuların resmî bir başvuru yapması
beklenmeksizin yetkililerce resen harekete geçilip soruşturmanın derhâl
başlatıldığı, bizzat Cumhuriyet Savcısı tarafından ölü muayene ile otopsi
işlemlerinin yapıldığı, sonrasında otopsi raporlarının alındığı, ölüm sebebinin
kesin olarak saptandığı, ilgili Üniversiteye yazı yazılarak ölenin söz konusu
kampa izin alarak katılıp katılmadığının araştırıldığı, olayın tanıklarının
dinlendiği, olay sırasında görevli olan üniversite öğretim görevlilerinin kusur
derecelerinin tartışılıp buna göre haklarında ceza yargılaması yapılmasına
gerek olup olmadığının değerlendirildiği ve buna göre mevcut delillerin atılı
suçlardan dolayı şüpheliler hakkında kamu davasını açılmasını gerektirecek
nitelikte olmadığına kanaat getirildiği, başvurucuların bu karara itiraz
edebildikleri, öncesinde de taleplerini içerir dilekçe vererek meşru
menfaatlerini koruyabilecek nitelikte soruşturma sürecine dâhil olabildikleri
görülmektedir. Anılan süreç dikkate alındığında yürütülen soruşturmanın,
derinliği ve ciddiyetine etki edecek nitelikte yetersiz olduğunu ortaya koyacak
bir eksiklik veya soruşturmayı yürüten yetkililere yüklenilebilecek bir ihmal
saptanmamıştır. Ayrıca soruşturmada makul derecede ivedilik ve özen şartının
yerine getirilmediği de söylenemez.
57. Hâl böyle iken başvurucular sadece, Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturmaya şikâyetçi sıfatıyla katılıp bu
soruşturma süreci sonucunda verilen karara itiraz etmişler ancak ölümle
sonuçlanan olayda taksir seviyesinde sorumlulukları olduğunu düşündükleri
kişiler aleyhine hukuki tazmin yolunu kullanmayı değerlendirmemişlerdir.
58. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
59. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
60. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi, idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
61. Diğer taraftan etkili bir başvurudan söz edebilmek için
başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun
uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü
ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun; bir hak ihlali
iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak
ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim (tazminat)
sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine vuku bulmuş
bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanı sıra
sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usule ilişkin
güvencelerin sağlanması gerekir (S.S.A.,
B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28, benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ramirez Sanchez/Fransa,
B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157, 160; Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 95).
62. Bireysel başvuru dosyası ve eklerinde, başvurucuların
somut başvuruya konu olayın kendine özgü koşulları açısından başarı şansı
sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olan hukuki tazmin
yoluna müracaat ettiklerine ilişkin herhangi bir bilgi ve belge
bulunmamaktadır. Başvurucuların, sadece resen başlatılan ceza soruşturması
sürecine katılıp hukuki tazmin olanağını ise değerlendirmedikleri dikkate
alındığında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm
başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
63. Açıklanan nedenlerle, yargısal başvuru yollarının tamamı
bireysel başvuru yapılmadan önce usulüne uygun şekilde tüketilmeden temel hak
ihlali iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama
giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına,
16/9/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.