logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Abdulselam Tunç [1.B.], B. No: 2013/6986, 5/11/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDULSELAM TUNÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6986)

 

Karar Tarihi: 5/11/2014

R.G. Tarih-Sayı: 30/1/2015-29252

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Bahadır YALÇINÖZ

Başvurucu

:

Abdulselam TUNÇ

Vekili

:

Av. Nezahat Paşa BAYRAKTAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, maliki olduğu İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada 19 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 2/9/2013 tarihinde İzmir 12. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 7/3/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığının görüş yazısı 14/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve başvurucu vekili de 18/3/2014 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun maliki olduğu İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada 10 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan taşınmazın da bulunduğu belli bir alan (İmariye Mahallesi, Ondokuz Mayıs Mahallesi, Vezirağa Mahallesi, Hasan Özdemir Mahallesi, Yeşildere Mahallesi, Kosova Mahallesi, Kadriye Mahallesi, Altay Mahallesi, Kadifekale mahallesi) 4/5/1998 tarih ve 11100 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edilmiş, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Konak Belediye Başkanlığı arasında imzalanan İzmir-Konak Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine İlişkin Protokol ile afete maruz bölge ilan edilen yerlerdeki gecekondu ve kaçak yapıların tasfiye edilerek söz konusu bölgelerde yaşayan hak sahiplerine Uzundere Toplu Konut alanında TOKİ tarafından yaptırılacak konutlardan tahsis edilmesi öngörülmüştür.

9. İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin 10/10/2005 tarih ve 888 sayılı kararı ile afete maruz bölgelerde yapılacak kamulaştırma işlemleri belediyenin 5 yıllık imar planına alınmış, Belediye Meclisinin 17/2/2006 tarihli kararı ile İzmir İli Afete Maruz Bölgelerde Kalan Taşınmazların Tasfiyesi ve Konut Satışına Dair Yönetmelik kabul edilerek İzmir Büyükşehir Belediye Encümeninin 20/7/2006 tarih ve 264 sayılı kararı ile de afete maruz bölgelerde zemin ve zemin üstü kamulaştırma işlemlerine başlanılmasına karar verilmiştir.

10. Belediye tarafından başvurucuya taşınmazın kamulaştırma bedeli olarak 200.901,68 TL teklif edilmiş ve 13/8/2007 tarihinde bu bedel üzerinde anlaşmazlık tutanağı düzenlenmiştir.

11. Bunun üzerine ilgili Belediye tarafından kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmaz malın Belediye adına tescili için İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır.

12. İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi zemin ve zemin üstü taşınmaz değerinin tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırdıktan sonra 27/10/2008 tarih ve E.2007/502, K.2008/336 sayılı kararı ile taşınmazın kamulaştırma bedelinin 309.430,50 TL olduğunu tespit etmiş ve bu bedelin başvurucuya ödenmesi ile taşınmazın ilgili belediye adına tesciline karar vermiştir.

13. Bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 13/5/2010 tarih ve E.2010/4586, K.2010/7533 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmamıştır.

14. Taşınmazın tespit edilen kamulaştırma bedeli 29/6/2010 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.

15. Başvurucu, kamulaştırma kararının onaylı imar planına dayanmadığı, Encümen kararının kendisine tebliğ edilmediği, kamu yararı kararı alınmadığı ve kurum onayının bulunmadığı, heyelan riskinin kamulaştırmayı gerektirecek boyutta olmadığı, işlemin mülkiyet hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle 4/2/2008 tarihinde İzmir 4. İdare Mahkemesinde yürütmeyi durdurma talepli iptal davası açmış, Mahkeme, öncelikle 10/4/2008 tarihinde yürütmeyi durdurma talebini reddetmiş, ret kararına karşı yapılan itiraz da İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından 15/5/2008 tarihinde reddedilmiştir.

16. İzmir 4. İdare Mahkemesi, 17/10/2008 tarih ve E.2008/165, K.2008/1459 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Hüküm veren İzmir 4. İdare Mahkemesi'nce önceden belirlenerek taraflara bildirilen 17.10.2008 gününde yapılan duruşmaya davacı vekili Av. Nezehat PAŞA BAYRAKTAR ile davalı idare vekili Av. Alper DOĞRUÖZ'ün geldiği görülerek usulüne uygun olarak yapılan duruşmadan sonra gereği görüşüldü:

Yukarıda anılan Kamulaştırma Kanunu hükümleri ile idarelerin kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerini yerine getirmek üzere kamulaştırma yapabilecekleri kurala bağlanmış, kamulaştırmanın usul ve esasları düzenlemiş, Belediye Kanununda ise düzenli kentleşmeyi sağlamak belediyelerin görevleri arasında sayılmıştır.

Olayda; davacıya ait taşınmazın da bulunduğu alanın Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edildiği, bu karara karşı dava açılmadığı, söz konusu bölgenin 1/1000 ölçekli imar planında "jeolojik sakıncası nedeniyle yapı yasağı getirilen alan" olarak ayrıldığı ve bölgede yapılaşma yasağı bulunduğu, bu nedenle söz konusu bölgede gecekondu ve kaçak yapısı olanların hak sahibi yapılarak TOKİ tarafından yaptırılacak konutlara naklinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.

Bu durumda; afete maruz bölge ilan edilen ve yapı yasağı bulunan bölge içinde kalan davacıya ait taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin dava konusu işlemde mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır."

17. Başvurucu, dava dilekçesindeki iddiaların karşılanmadığı, deliller toplanmadan Bakanlar Kurulu kararına karşı dava açılmamış olması nedeniyle davanın reddedilmesinin kanuna aykırılık oluşturduğu iddialarını ileri sürerek kararı temyiz etmiş, ancak Danıştay Altıncı Dairesi 14/9/2011 tarih ve E.2009/2587, K.2011/3184 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.

18. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/6/2013 tarih ve E.2012/158, K.2013/4148 sayılı kararı ile reddedilmiş, Karar, başvurucu vekiline 31/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Anayasa Mahkemesine, 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

20. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma şartları” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

 “İdareler, kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerinin veya teşebbüslerinin yürütülmesi için gerekli olan taşınmaz malları, kaynakları ve irtifak haklarını; bedellerini nakden ve peşin olarak veya aşağıda belirtilen hallerde eşit taksitlerle ödemek suretiyle kamulaştırma yapabilirler.

 Bakanlar Kurulunca kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma bedelinin altıda birinden az olamaz. Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi uygulanır.

 Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanların bedeli, her halde peşin ödenir.

 (Ek : 24/4/2001 - 4650/1 md.) İdarelerce yeterli ödenek temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanılamaz.”

21. 6/1/1982 tarih ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların görevleri” kenar başlıklı 61. maddesinin 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Savcılar, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler. Bu süreler geçirilirse durumu sebepleriyle birlikte Başsavcıya bildirirler. Danıştay Başkanının ve Başsavcısının vereceği diğer görevleri yerine getirir; çalışma düzeninin korunması ve iş veriminin artırılması için Başsavcının alacağı tedbirlere uyarlar”.

22. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun’un “Duruşma” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:

 “1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

 2. Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.

 3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.

 4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.

 5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”

23. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın düzeltilmesi” kenar başlıklı 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“ Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;

a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,

b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,

c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,

d) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,

Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 5/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/9/2013 tarih ve 2013/6986 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu, kamulaştırılan taşınmazının değer tespitinin rayiç bedeller üzerinden değil de çok eski tarihli ve gerçeği yansıtmayan satış bedeli esasa alınarak hesaplandığını, hesaplanan bu bedel üzerinden de değerinin neredeyse yarısı kadar aşınma bedeli düşüldüğünü ve bu nedenle de çok düşük bir fiyat belirlendiğini, taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin işlemin usulüne uygun yapılmadığını, söz konusu işlemin kamu yararı amacı güdülmeksizin kendisi de dâhil olmak üzere kamulaştırılan bölgede yaşayan insanların kökeni nedeniyle yapıldığını, idari işleme karşı açılan iptal davasında idare mahkemesinin herhangi bir delil toplamadığını, bilirkişi incelemesi talebinin reddedildiğini, duruşma talebini dikkate almaksızın hüküm kurulduğunu, dava açmaya zorlanması nedeniyle harç ödemek zorunda kaldığını ve dava sonucunda vekâlet ücretine hükmedildiğini, kararların gerekçesiz olduğunu, aleni yargılama yapılmadığını, idare mahkemesinde hukuk eğitimi almamış hâkimlerin de görev yaptığını, temyiz süreci de dâhil olmak üzere yaklaşık 5 yıl devam eden yargılamanın makul süreyi aştığını, ayrıca temyiz aşamasında savcılık mütalaasının kendisine tebliğ edilmediğini belirterek, Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucunun, mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ayrı bir başlık altında, yargılamanın sonucunun adil olmadığı, Danıştay Savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediği, duruşma talebinin kabul edilmediği, dava açma zorunda bırakılması nedeniyle harç ödediği, açılan davada vekâlet ücretine hükmedildiği, idare mahkemesinin yapısında sorunların bulunduğu, kararların gerekçesiz olduğu ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü şikâyetlerine bağlı olduğundan, başvurunun bu kısmının ise birlikte incelenmesi gerekmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası

27. Başvurucu, kamulaştırılan taşınmazının değer tespitinin rayiç bedeller üzerinden değil de çok eski tarihli ve gerçeği yansıtmayan satış bedeli esas alınarak hesaplandığı, hesaplanan bu bedel üzerinden de değerinin neredeyse yarısı kadar aşınma bedeli düşüldüğü ve bu nedenle de çok düşük bir fiyat belirlendiği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

28. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin şikâyetlerinin hukuk davasının kesinleşmesi, diğer bir ifadeyle yargısal yollarının tüketilmesi sonrası Anayasa Mahkemesi nezdinde ileri sürülebileceğini, oysa başvuruya konu olayda İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan bedel tespiti ve taşınmazın tesciline yönelik davanın sonuçlanmaması nedeniyle usule ilişkin yargısal yolların tüketilmediğini bildirmiştir.

29. Başvurucu cevap dilekçesinde, kamulaştırma bedelinin çok düşük olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetini yinelemiştir.

30. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

31. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).

32. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

33. Başvuru konusu olayda, başvurucunun İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada 10 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan taşınmazı için İzmir Büyükşehir Belediyesince kamulaştırma bedeli olarak teklif edilen 200.901,68 TL başvurucu tarafından kabul edilmemiş ve taraflar arasında 13/8/2007 tarihli anlaşmazlık tutanağı düzenlenmiştir. Belediye tarafından kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmaz malın Belediye adına tescili için İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada Mahkeme, 27/10/2008 tarihli kararı ile taşınmazın kamulaştırma bedelinin 309.430,50 TL olduğunu tespit etmiş ve bu bedelin başvurucuya ödenmesi ile taşınmazın ilgili belediye adına tesciline karar vermiştir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 13/5/2010 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmamış ve tespit edilen kamulaştırma bedeli 29/6/2010 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.

34. Bu durumda başvurucunun, kamulaştırma bedelinin düşük olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyeti zaman bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.

35. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu uyuşmazlığa yönelik ihlal iddiasının 23/9/2012 tarihinden öncesine ait olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

36. Başvurucu, yargılamanın adil yapılmadığı, Danıştay Savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediği, dava açma zorunda bırakılması nedeniyle harç ödediği, açılan davada vekâlet ücretine hükmedildiği, idare mahkemesinin yapısında sorunların bulunduğu, duruşma talebinin kabul edilmediği, kararların gerekçesiz olduğu ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarını ileri sürmüştür.

37. Başvurucunun bu başlık altındaki şikâyetlerinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir.

i. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası

38. Başvurucu, taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin işlemin usulüne uygun yapılmadığını, söz konusu işlemin kamu yararı amacı güdülmeksizin kendisi de dâhil olmak üzere kamulaştırılan bölgede yaşayan insanların kökeni nedeniyle yapıldığını, idari işleme karşı açılan iptal davasında idare mahkemesinin herhangi bir delil toplamadığını, bilirkişi incelemesi talebinin reddedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

39. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

40. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

41. Anılan kurallar uyarınca, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

42. Başvuru konusu olayda, başvurucunun İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada 10 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan taşınmazının da bulunduğu alan 4/5/1998 tarih ve 11100 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edilmiş, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin 10/10/2005 tarih ve 888 sayılı kararı ile afete maruz bölgelerde yapılacak kamulaştırma işlemleri belediyenin 5 yıllık imar planına alınmış, Belediye Meclisinin 17/2/2006 tarihli kararı ile İzmir İli Afete Maruz Bölgelerde Kalan Taşınmazların Tasfiyesi ve Konut Satışına Dair Yönetmelik kabul edilerek İzmir Büyükşehir Belediye Encümeninin 20/7/2006 tarih ve 264 sayılı kararı ile de afete maruz bölgelerde zemin ve zemin üstü kamulaştırma işlemlerine başlanılmasına karar verilmiştir.

43. Başvurucu tarafından kamulaştırma işleminin iptali istemiyle açılan davada İzmir İdare Mahkemesi, kamu idarelerinin kamu hizmetlerini yerine getirmek üzere kamulaştırma yapabileceklerini, başvurucuya ait taşınmazın da bulunduğu alanın Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edildiğini, bu karara karşı dava açılmadığını, söz konusu bölgenin 1/1000 ölçekli imar planında "jeolojik sakıncası nedeniyle yapı yasağı getirilen alan" olarak ayrıldığını, bölgede yapılaşma yasağı bulunduğunu, bu nedenle söz konusu bölgede gecekondu ve kaçak yapısı olanların hak sahibi yapılarak TOKİ tarafından yaptırılacak konutlara naklinin öngörüldüğünü, bu nedenlerle afete maruz bölge ilan edilen ve yapı yasağı bulunan bölge içinde kalan başvurucuya ait taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin dava konusu işlemde mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek davayı reddetmiştir.

44. Başvurucu iddialarının mevzuatın yorumlanmasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu, etnik kökeni nedeniyle taşınmazının bulunduğu alanda kamulaştırma yapıldığı hakkında ise herhangi bir somut bilgi ve belge ileri sürmediği anlaşılmaktadır.

45. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararların değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucu yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.

46. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmınınaçıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay Kararlarının Gerekçesiz Olduğu İddiası

47. Başvurucu, açtığı davada ileri sürdüğü iddialarının karşılanmadığını ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

48. Adalet Bakanlığı görüşünde, ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının adil yargılanma hakkının bir gereği olduğu, kanun yolu incelemeleri neticesinde varılan sonucun ise tamamen gerekçeli olmasının gerekmediği, İlk Derece Mahkemesince kararda iddia ve savunma özetleri ile ilgili mevzuata yer verildiği, davanın nitelendirilmesinin yapıldığı ve karar gerekçesinin oluşturulduğu, temyiz merci tarafından da ilgili Mahkeme kararı aynen benimsenerek onandığı bildirilmiştir.

49. Başvurucu cevap dilekçesinde, başvuru formundaki taleplerini tekrarladığını ifade etmiştir.

50. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).

51. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usuli haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).

52. Başvuru konusu olayda İlk Derece Mahkemesi, 2942 sayılı Kanun hükümleri uyarınca idarelerin kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerini yerine getirmek üzere kamulaştırma yapabileceklerini, davacıya ait taşınmazın da bulunduğu alanın afete maruz bölge ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararına karşı dava açılmadığını, ilgili bölgenin 1/1000 ölçekli imar planında "jeolojik sakıncası nedeniyle yapı yasağı getirilen alan" olarak ayrılması sonucu bölgede yapılaşmanın yasak olduğunu, bu nedenle bölgede gecekondu ve kaçak yapısı olanların hak sahibi yapılarak TOKİ tarafından yaptırılacak konutlara naklinin öngörüldüğünü belirterek, başvurucuya ait taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin dava konusu işlemde mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

53. Bu durumda İlk Derece Mahkemesi başvurucunun taşınmazının durumunu 2942 sayılı Kanun hükümleri uyarınca değerlendirerek dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin uyuşmazlığın çözümü için yeterli görmek suretiyle taşınmaz için bilirkişi incelemesi yaptırmaksızın dava konusu kamulaştırma işleminin tesisinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş olup, kararda başvurucunun iddialarının karşılanmadığından söz etmeye imkân yoktur.

54. Bunun yanında Danıştay, İlk Derece Mahkemesi kararına atıf yaparak ve Mahkemenin gerekçesini aynen kabul ederek temyiz talebini reddetmiş ve kararı onamış, karar düzeltme nedenleri bulunmadığı gerekçesiyle de karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Dolayısıyla Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.

55. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Danıştay Savcılığı Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği İddiası

56. Başvurucu, Danıştay savcısı görüşünün kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

57. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM’in Kılıç ve diğerleri/Türkiye kararında Başsavcılık görüşünün tebliğ edilmemesinin olayda önemli bir zarara maruz kalınmadığı gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verdiğini (Kılıç ve diğerleri/Türkiye B.N:33162/10. 2/12/2013), Anayasa Mahkemesinin verdiği bir kararda da ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık görüşü kendisine tebliğ edilmiş olsaydı, mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine dair başvurucu tarafından herhangi bir açıklamada bulunulmadığı durumda, başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığının söylenemeyeceğine karar verdiğini (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 36), başvuruya konu olayda, temyiz aşamasında Başsavcılık görüşünün önceden taraflara tebliğ edilmediğinin anlaşılmasına karşın başvurucu tarafından da savcılık görüşünün kendisine tebliğ edildiğinde hangi ilave tezleri ileri süreceği yönünde herhangi bir açıklamada bulunmadığı hususun dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.

58. Başvurucu cevap dilekçesinde, başvuru formundaki taleplerini tekrarladığını ifade etmiştir.

59. AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Danıştay savcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11/2007). Bu nedenle savcı düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).

60. Bu kapsamda kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 2575 sayılı Kanun’un 61. maddesine göre Danıştay savcılarının kendilerine havale olan dosyaları Başsavcı adına inceleyeceği ve düşüncelerini gerekçeli ve yazılı olarak verecekleri düzenlenmiş iken bu maddede 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişiklik yapılmış ve yapılan yeni düzenleme sonrasında Danıştay savcılarına yalnızca ilk ve son derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından incelenen davalarda düşünce sunma yükümlülüğü verilmiştir.

61. Bunun yanında 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkra uyarınca Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesinin taraflara tebliğ edileceği ve tarafların, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebileceği düzenlenmiştir.

62. 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinde ise Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlara karşı bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde esas kararı vermiş olan daire, kurul veya bölge idare mahkemesinden kararın düzeltilmesinin istenebileceği belirtilmektedir.

63. Başvuru konusu olayda, temyiz yargılaması sırasında dava dosyasına sunulan Danıştay savcı düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu bu düşünceyi temyiz başvurusunun reddine ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına ilişkin Danıştay Altıncı Dairesi kararında öğrenmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme talebi hakkında karar verilmesinden önce 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle 2576 sayılı Kanun’un 61. maddesinde değişiklik yapılarak Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar dışında Danıştay savcısının düşünce verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmış ve başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay savcısı düşünce vermemiştir.

64. Bu durumda, başvurucu temyiz talebi hakkında verilen Danıştay savcı düşüncesinden temyiz talebinin reddine ilişkin kararın kendisine tebliği ile haberdar olmuş ve karar düzeltme aşamasında bu düşünceye yönelik görüşlerini hazırlama ve Danıştay Altıncı Dairesine sunma imkânı bulmuştur.

65. Diğer taraftan başvurucu eğer temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama hakkının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.

66. Açıklanan nedenlerle, çelişmeli yargılama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Duruşma Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

67. Başvurucu, duruşma yapılmamak suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

68. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun talebi üzerine İzmir 4. İdare Mahkemesi tarafından duruşma yapıldığı ve tarafların dinlenilmesinin ardından mahkemenin karar verdiğini, diğer yandan temyiz aşamasında başvurucunun duruşma talebinin bulunmadığını ve Danıştay Altıncı Dairesi tarafından duruşma yapılmayarak karar verildiğini belirterek, yukarıdaki hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.

69. Başvurucu cevap dilekçesinde, haklı olan başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

70. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No: B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 107).

71. 2577 sayılı Kanun’un “Duruşma” başlıklı 17. maddesinde, temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlı olduğu, bunun yanında Danıştay veya bölge idare mahkemesinin kendiliğinden de duruşma yapılmasına karar verebileceği düzenlenmiştir.

72. Somut olayda başvurucu, İzmir 4. İdare Mahkemesinde gerçekleşen yargılama sürecinde dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesinde iddialarını ileri sürebilmiş, duruşma talebi kabul edilmiş, yapılan duruşmaya kendisinin ve karşı tarafın vekili katılmışlardır. Başvurucu, idare mahkemesi kararına karşı yaptığı temyiz başvurusunda ise duruşma yapılması talebinde bulunmamış, Danıştay Altıncı Dairesi de dosya üzerinden incelemesini yaparak idare mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.

73. Bu bilgiler ışığında, yargılamanın evrak üzerinden yapılacağı kurala bağlanan ve temyiz aşamasında duruşma yapılması talebe veya Danıştay Dairesinin takdirine bağlı kılınan idari yargılama sürecinde, ilk derece yargılamasında talep üzerine duruşmanın yapılmış olması, temyiz dilekçesi ve buna karşı sunulan savunma dilekçesinin yazılı olarak alındıktan ve dava dosyası bir bütün olarak incelendikten sonra karara bağlanan temyiz yargılamasının salt dosya üzerinden yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.

74. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının bir ihlalin olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

v. İdari Yargının Yapısındaki Sorunlar Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

75. Başvurucu, idari yargıda hukuk fakültesi mezunu olmayan hâkimlerin görev yapmasının ve idareye karşı açılacak davalar için idari mahkemelerin kurulmuş olmasının adil yargılanma hakkının ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

76. Anayasa’nın 138. maddesi şöyledir:

“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

77. Anayasa’nın 139. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.”

78. Anayasa’nın 159. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:

 “Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.”

79. 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun “Adaylığa atanma” kenar başlıklı 9. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Her yıl alınacak aday sayısı, avukatlık mesleğinden alınacaklarla birlikte Türkiye Adalet Akademisinin görüşü alınmak suretiyle, kadro ve ihtiyaç durumuna göre Adalet Bakanlığınca tespit edilir.”

80. 2802 sayılı Kanun’un “Atama” kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Meslek öncesi eğitim sonunda yazılı sınavda başarılı olan ve mani hâli olmayan, erkekler için askerliğini yaptığını veya askerlikle ilişiği olmadığını belgeleyen adayların mesleğe kabullerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.”

81. 11/12/2010 tarih ve 6087 Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 4. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Kurulun görevleri şunlardır:

b) Hâkim ve savcılarla ilgili olarak;

1) Mesleğe kabul etme,

2) Atama ve nakletme,

… işlemlerini yapmak.”

82. Mahkemelerin “bağımsızlığı ve tarafsızlığı” adil yargılanmanın koşulları arasındadır. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hâkimlerin bağımsızlığı ile eş anlamlı kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır. Hâkimlerin bağımsızlığı, onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak olarak adalet dağıtacakları yolundaki güven ve inancı yerleştirme amacına yöneliktir. Demokratik bir toplumda, hâkim bağımsızlığının yalnız yürütme organına karşı değil, devlet yapısı içindeki tüm kurum ve kuruluşlar ile kişilere karşı da sağlanması gerekir. Başka herhangi bir kişi, kurum veya organdan emir almamak, yasamanın, yürütmenin ve diğer dış unsurların etki alanının dışında olmak, baskı altında olmamak şeklinde tanımlanan bağımsızlık, tarafların etki alanının dışında kalmayı, dava taraflarına karşı bağımsızlığı da kapsamaktadır (AYM, E.2011/29, K.2012/49, 30/3/2012).

83. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesi bakımından bir mahkemenin "bağımsız" olup olmadığı incelenirken, üyelerinin atanma biçimi ve görev süreleri, dıştan gelecek baskılara karşı mevcut güvencelerin olup olmadığı ve bir bağımsızlık görüntüsü verip vermediğine bakılması gerektiğini tekrarlamaktadır. Bu hükmün altındaki anlamıyla "tarafsızlık" şartı konusunda uygulanacak iki test vardır: Birincisi belirli bir davada belirli bir yargıcın kişisel kanaati konusundaki kararı içerir. İkincisi ise hâkimin yasal yöndeki şüpheleri uzak tutmak konusunda yeterli garantiyi verip vermediğinin araştırılmasıdır. Bu, heyet olan bir makama uygulandığında heyet üyelerinin kişisel davranışlarından uzak olarak tarafsızlığına şüphe getirebilecek araştırılabilir gerçeklerin olup olmadığına karar vermek anlamına gelir. Bağımsızlık konusunda ise görünümün önemi olabilir. Bir makamın bağımsızlıktan yoksun oluşundan endişe duymak için yasal bir sebebin varolup olmadığına karar verilirken, tarafsız olmadığını savunanların dayandığı nokta önemlidir. Buna rağmen bu kesin değildir. Kesin olan, endişenin tarafsız olarak doğruluğunun kanıtlanmasıdır (bkz. Çıraklar/Türkiye, B. No. 70/1997/854/1061, 28/10/1998).

84. AİHM, Sözleşme'nin 6 maddesinin 1. paragrafı bakımından bir mahkemenin "tarafsızlığını" tespit ederken, öznel bir sınamaya yani belli bir olayda, belli bir yargıcın kişisel kanı ve davranışları ile nesnel bir sınamaya yani hiçbir şüpheye mahal vermeksizin yargıca yeterli güvence verilip verilmediğine bakılarak belirlenmesi gerektiğini hatırlatmıştır (bkz. Şahiner/Türkiye, B.No. 29279/95, 25/9/2001, § 35, 36).

85. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK), Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararı ile ilgili başvuruda, Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasını, yargıç bağımsızlığının ihlali için yeterli bir neden olarak görmemiştir (AİHK, Uslu/Türkiye, B.No. 29860/96, 20/5/1998).

86. Tüm bu açıklamalar ışığında, AİHM, hâkimlerin yürütme ve diğer organlara karşı bağımsızlığına dikkat çekmekle beraber, hangi organ tarafından atandıkları hususunu tek başına mahkemelerin bağımsızlığını etkilediğini kabul etmemektedir. AİHM’e göre önemli olan yargılama yaparken hâkimlerin talimat almamalarıdır (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 33).

87. Anayasa’da yer alan “mahkemelerin bağımsızlığı”, “hâkimlik ve savcılık teminatı” ve “hâkimlik ve savcılık mesleği”ne ilişkin ilkeler, hâkimlik ve savcılık mesleğine kabul edilen ve fiilen bu görevi yapan hâkim ve savcılar için öngörülmüştür (AYM, E.2005/47, K.2007/14, 7/2/2007).

88. Somut olayda başvurucu, idari yargıda hukuk fakültesi mezunu olmayan hâkimlerin görev yapmasının ve idareye karşı açılacak davalar için idari mahkemelerin kurulmuş olmasının adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun ihlal iddiaları incelendiğinde, Mahkemenin ve hâkimin bağımsızlığı ve tarafsızlığını kuşkuya düşürecek somut bir hususun ortaya konulmadığı ve iddianın tamamen soyut olarak ileri sürüldüğü anlaşılmaktadır.

89. Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkı yönünden açık bir ihlal saptanmadığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

vi. Aleyhine Hükmedilen Harç ve Vekâlet Ücreti Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

90. Başvurucu, dava açmak için harç ödemek zorunda bırakılmasının ve açılan dava sonucunda aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

91. Dava harcı ve vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup, kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak, gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan harç ve vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Benzer yöndeki B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).

92. Harç ve vekâlet ücretinin orantılılık incelemesi yapılırken, öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam ifade ettiği, başvurucunun ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar dikkate alınmalıdır. Somut olayda başvurucu harç olarak toplam 53,20 TL yatırmış, açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle bu ücret üzerinde bırakılmış ve ayrıca başvurucu aleyhine 450,00 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucu, bir aylık asgari ücretin yaklaşık yarısına tekabül eden bu ücreti ödeme gücüne sahip olmadığına dair hiçbir bilgi ve belge sunmamıştır. Öngörülen harç ve vekâlet ücretinin başvurucuya dava açmasını imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük getirdiğinden ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğundan söz edilemez.

93. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

vii. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası

94. Başvurucu, davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

95. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas İnceleme

96. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

97. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

98. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

99. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

100. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

101. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).

102. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

103. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

104. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

105. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

106. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Başvuru konusu olaya bakıldığında Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruya konu edilen ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dahilinde olan dava, başvurucunun kamulaştırma işleminin iptali istemiyle 4/2/2008 tarihinde İzmir 4. İdare Mahkemesinde açılan davadır. Bu durumda, makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıç tarihi somut başvuru açısından 4/2/2008 tarihidir.

107. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

108. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

109. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden, başvurucu, taşınmazının kamulaştırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 4/2/2008 tarihinde İzmir 4. İdare Mahkemesine dava açmış, İlk Derece Mahkemesi dosyanın tekemmülünün ardından 17/9/2008 tarihinde duruşma yapmış ve aynı gün davanın reddine karar vermiş, bu karar 2/1/2009 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 2/2/2009 tarihli dilekçe ile başvurucu vekili kararı temyiz etmiş, dava dosyası 5/3/2009 tarihinde Danıştaya gönderilmiş ve Danıştay Altıncı Dairesi 14/9/2011 tarihinde İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karar başvurucu vekiline 14/11/2011 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu vekili 29/11/2011 tarihinde karar düzeltme başvurusunda bulunmuş, dava dosyası 5/1/2012 tarihinde Danıştaya gönderilmiş, Danıştay Altıncı Dairesi 11/6/2013 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve uyuşmazlığa konu yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.

110. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).

111. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).

112. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesinde 4/2/2008 tarihinde açılan dava hakkında 17/9/2008 tarihinde karar verildiği ve yargılama süresinin 7 ay 13 gün olduğu, bu kararın 3 ay 15 gün sonra başvurucu vekiline tebliğ edildiği ve karar tarihinden 5 ay 18 gün sonra dava dosyasının temyiz incelemesi için Danıştaya gönderildiği, Danıştay Altıncı Dairesinin temyiz ve karar düzeltmeden oluşan kanun yolu incelemesini 4 yıl 3 ay 6 günde tamamladığı ve toplam yargılama süresinin ise 5 yıl 4 ay 7 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesince makul sürede dava hakkında karar verilmiş ise de kararın tebliğinde ve Danıştay Altıncı Dairesinde geçen kanun yolu incelemesinde gecikmelerin yaşandığı tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.

113. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

114. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmasına ilişkin işlemin iptaline yönelik olmasına ve davanın esastan çözümünün ise kararın başvurucu vekiline tebliği de dahil olmak üzere İlk Derece Mahkemesince 10 ay 28 gün içinde tamamlanmış olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme talepleri hakkında 4 yıl 3 ay 6 günde karar verilmiş olması ve toplam yargılamanın 5 yıl 4 ay 7 gün sürmesi şikâyete konu yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğunu ortaya koymaktadır.

115. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

116. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edilmesi nedeniyle maddi tazminata, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

117. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

118. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin 5 yıl 4 ay 7 günlük yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren net 3.350,00 TL manevi tazminat ödenmesine, mülkiyet hakkının ihlaline yönelik şikâyetin ise kabul edilemez bulunması nedeniyle başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

119. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alının mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yargılamanın adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğu yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Danıştay Savcılığı görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

6. İdari yargının yapısındaki sorunlar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

7. Aleyhine hükmedilen harç ve vekâlet ücreti nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

8. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 3.350,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

D. 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

5/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Abdulselam Tunç [1.B.], B. No: 2013/6986, 5/11/2014, § …)
   
Başvuru Adı ABDULSELAM TUNÇ
Başvuru No 2013/6986
Başvuru Tarihi 2/9/2013
Karar Tarihi 5/11/2014
Resmi Gazete Tarihi 30/1/2015 - 29252

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, maliki olduğu İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada 19 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) İhlal Manevi tazminat
Mülkiyet hakkı Kamulaştırma bedeli, kamu yararı Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (bariz takdir hatası, içtihat farklılığı vs.-idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Gerekçeli karar hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Silahların eşitliği ilkesi / çelişmeli yargılama ilkesi (İdare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Aleni yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Mahkemeye erişim hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Mülkiyet hakkı Kamulaştırma bedeli, kamu yararı Zaman Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2942 Kamulaştırma Kanunu 3
2575 Danıştay Kanunu 61
6352 Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun 47
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 17
54
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi