TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDULSELAM TUNÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/6986)
|
|
Karar Tarihi: 5/11/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 30/1/2015-29252
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Abdulselam
TUNÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Nezahat Paşa
BAYRAKTAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, maliki olduğu
İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada
19 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan
taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/9/2013 tarihinde
İzmir 12. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/1/2014
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığınca 7/3/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüş
yazısı 14/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve başvurucu
vekili de 18/3/2014 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun maliki olduğu
İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada
10 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan
taşınmazın da bulunduğu belli bir alan (İmariye
Mahallesi, Ondokuz Mayıs Mahallesi, Vezirağa Mahallesi, Hasan Özdemir Mahallesi, Yeşildere
Mahallesi, Kosova Mahallesi, Kadriye Mahallesi, Altay Mahallesi, Kadifekale mahallesi) 4/5/1998 tarih ve 11100 sayılı
Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edilmiş, Başbakanlık Toplu
Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Konak
Belediye Başkanlığı arasında imzalanan İzmir-Konak Kentsel Yenileme (Gecekondu
Dönüşüm) Projesine İlişkin Protokol ile afete maruz bölge ilan edilen
yerlerdeki gecekondu ve kaçak yapıların tasfiye edilerek söz konusu bölgelerde
yaşayan hak sahiplerine Uzundere Toplu Konut alanında TOKİ tarafından
yaptırılacak konutlardan tahsis edilmesi öngörülmüştür.
9. İzmir Büyükşehir Belediye
Meclisinin 10/10/2005 tarih ve 888 sayılı kararı ile afete maruz bölgelerde
yapılacak kamulaştırma işlemleri belediyenin 5 yıllık imar planına alınmış,
Belediye Meclisinin 17/2/2006 tarihli kararı ile İzmir İli Afete Maruz
Bölgelerde Kalan Taşınmazların Tasfiyesi ve Konut Satışına Dair Yönetmelik
kabul edilerek İzmir Büyükşehir Belediye Encümeninin 20/7/2006 tarih ve 264
sayılı kararı ile de afete maruz bölgelerde zemin ve zemin üstü kamulaştırma
işlemlerine başlanılmasına karar verilmiştir.
10. Belediye tarafından
başvurucuya taşınmazın kamulaştırma bedeli olarak 200.901,68 TL teklif edilmiş
ve 13/8/2007 tarihinde bu bedel üzerinde anlaşmazlık tutanağı düzenlenmiştir.
11. Bunun üzerine ilgili
Belediye tarafından kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmaz malın Belediye
adına tescili için İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. İzmir 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi zemin ve zemin üstü taşınmaz değerinin tespiti için bilirkişi
incelemesi yaptırdıktan sonra 27/10/2008 tarih ve E.2007/502, K.2008/336 sayılı
kararı ile taşınmazın kamulaştırma bedelinin 309.430,50 TL olduğunu tespit
etmiş ve bu bedelin başvurucuya ödenmesi ile taşınmazın ilgili belediye adına
tesciline karar vermiştir.
13. Bu karar başvurucu
tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 13/5/2010 tarih ve
E.2010/4586, K.2010/7533 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını
onamış, bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmamıştır.
14. Taşınmazın tespit edilen
kamulaştırma bedeli 29/6/2010 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.
15. Başvurucu, kamulaştırma
kararının onaylı imar planına dayanmadığı, Encümen kararının kendisine tebliğ
edilmediği, kamu yararı kararı alınmadığı ve kurum onayının bulunmadığı,
heyelan riskinin kamulaştırmayı gerektirecek boyutta olmadığı, işlemin mülkiyet
hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle 4/2/2008 tarihinde İzmir 4. İdare
Mahkemesinde yürütmeyi durdurma talepli iptal davası açmış, Mahkeme, öncelikle
10/4/2008 tarihinde yürütmeyi durdurma talebini reddetmiş, ret kararına karşı
yapılan itiraz da İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından 15/5/2008 tarihinde
reddedilmiştir.
16. İzmir 4. İdare Mahkemesi,
17/10/2008 tarih ve E.2008/165, K.2008/1459 sayılı kararı ile davayı
reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Hüküm veren İzmir 4. İdare Mahkemesi'nce
önceden belirlenerek taraflara bildirilen 17.10.2008 gününde yapılan duruşmaya
davacı vekili Av. Nezehat PAŞA BAYRAKTAR ile davalı
idare vekili Av. Alper DOĞRUÖZ'ün geldiği görülerek
usulüne uygun olarak yapılan duruşmadan sonra gereği görüşüldü:
…
Yukarıda anılan Kamulaştırma Kanunu hükümleri
ile idarelerin kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerini
yerine getirmek üzere kamulaştırma yapabilecekleri kurala bağlanmış,
kamulaştırmanın usul ve esasları düzenlemiş, Belediye
Kanununda ise düzenli kentleşmeyi sağlamak belediyelerin görevleri
arasında sayılmıştır.
Olayda; davacıya ait taşınmazın da bulunduğu
alanın Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edildiği, bu karara
karşı dava açılmadığı, söz konusu bölgenin 1/1000 ölçekli imar planında
"jeolojik sakıncası nedeniyle yapı yasağı getirilen alan" olarak ayrıldığı
ve bölgede yapılaşma yasağı bulunduğu, bu nedenle söz konusu bölgede gecekondu
ve kaçak yapısı olanların hak sahibi yapılarak TOKİ tarafından yaptırılacak
konutlara naklinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Bu durumda; afete maruz bölge ilan edilen ve
yapı yasağı bulunan bölge içinde kalan davacıya ait taşınmazın
kamulaştırılmasına ilişkin dava konusu işlemde mevzuata ve hukuka aykırılık
bulunmamaktadır."
17. Başvurucu, dava
dilekçesindeki iddiaların karşılanmadığı, deliller toplanmadan Bakanlar Kurulu
kararına karşı dava açılmamış olması nedeniyle davanın reddedilmesinin kanuna
aykırılık oluşturduğu iddialarını ileri sürerek kararı temyiz etmiş, ancak
Danıştay Altıncı Dairesi 14/9/2011 tarih ve E.2009/2587, K.2011/3184 sayılı
kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.
18. Başvurucu tarafından yapılan
karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/6/2013 tarih ve E.2012/158,
K.2013/4148 sayılı kararı ile reddedilmiş, Karar, başvurucu vekiline 31/7/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Anayasa Mahkemesine,
2/9/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
20. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma şartları” kenar başlıklı 3.
maddesi şöyledir:
“İdareler, kanunlarla
yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerinin veya teşebbüslerinin
yürütülmesi için gerekli olan taşınmaz malları, kaynakları ve irtifak
haklarını; bedellerini nakden ve peşin olarak veya aşağıda belirtilen hallerde
eşit taksitlerle ödemek suretiyle kamulaştırma yapabilirler.
Bakanlar Kurulunca
kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan
projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların
korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel
hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda
gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma
bedelinin altıda birinden az olamaz. Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma
bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle
birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü
takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi
uygulanır.
Kamulaştırılan
topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanların
bedeli, her halde peşin ödenir.
(Ek
: 24/4/2001 - 4650/1 md.) İdarelerce yeterli
ödenek temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanılamaz.”
21. 6/1/1982 tarih ve 2575
sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların
görevleri” kenar başlıklı 61. maddesinin 2/7/2012 tarih ve 6352
sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Savcılar, ilk derece
mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava
dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas
hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler. Bu
süreler geçirilirse durumu sebepleriyle birlikte Başsavcıya bildirirler.
Danıştay Başkanının ve Başsavcısının vereceği diğer görevleri yerine getirir;
çalışma düzeninin korunması ve iş veriminin artırılması için Başsavcının
alacağı tedbirlere uyarlar”.
22. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun’un “Duruşma”
kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“1. Danıştay ile
idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin
Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla
benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin
Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine
duruşma yapılır.
2. Temyiz ve
itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge
idare mahkemesi kararına bağlıdır.
3. Duruşma talebi,
dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.
4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan
kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma
yapılmasına karar verebilir.
5. Duruşma
davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”
23. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın düzeltilmesi” kenar başlıklı 54.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava
Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare
mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus
olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün
içinde taraflarca;
a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda
karşılanmamış olması,
b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,
c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,
d) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın
ortaya çıkmış olması,
Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 5/11/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/9/2013 tarih ve 2013/6986
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, kamulaştırılan
taşınmazının değer tespitinin rayiç bedeller üzerinden değil de çok eski
tarihli ve gerçeği yansıtmayan satış bedeli esasa alınarak hesaplandığını,
hesaplanan bu bedel üzerinden de değerinin neredeyse yarısı kadar aşınma bedeli
düşüldüğünü ve bu nedenle de çok düşük bir fiyat belirlendiğini, taşınmazın
kamulaştırılmasına ilişkin işlemin usulüne uygun yapılmadığını, söz konusu
işlemin kamu yararı amacı güdülmeksizin kendisi de dâhil olmak üzere
kamulaştırılan bölgede yaşayan insanların kökeni nedeniyle yapıldığını, idari
işleme karşı açılan iptal davasında idare mahkemesinin herhangi bir delil toplamadığını,
bilirkişi incelemesi talebinin reddedildiğini, duruşma talebini dikkate
almaksızın hüküm kurulduğunu, dava açmaya zorlanması nedeniyle harç ödemek
zorunda kaldığını ve dava sonucunda vekâlet ücretine hükmedildiğini, kararların
gerekçesiz olduğunu, aleni yargılama yapılmadığını, idare mahkemesinde hukuk
eğitimi almamış hâkimlerin de görev yaptığını, temyiz süreci de dâhil olmak
üzere yaklaşık 5 yıl devam eden yargılamanın makul süreyi aştığını, ayrıca
temyiz aşamasında savcılık mütalaasının kendisine tebliğ edilmediğini
belirterek, Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
26. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucunun,
mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ayrı bir başlık altında, yargılamanın
sonucunun adil olmadığı, Danıştay Savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediği,
duruşma talebinin kabul edilmediği, dava açma zorunda bırakılması nedeniyle
harç ödediği, açılan davada vekâlet ücretine hükmedildiği, idare mahkemesinin
yapısında sorunların bulunduğu, kararların gerekçesiz olduğu ve davanın makul
sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamında ileri
sürdüğü şikâyetlerine bağlı olduğundan, başvurunun bu kısmının ise birlikte
incelenmesi gerekmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
27. Başvurucu, kamulaştırılan taşınmazının
değer tespitinin rayiç bedeller üzerinden değil de çok eski tarihli ve gerçeği
yansıtmayan satış bedeli esas alınarak hesaplandığı, hesaplanan bu bedel
üzerinden de değerinin neredeyse yarısı kadar aşınma bedeli düşüldüğü ve bu
nedenle de çok düşük bir fiyat belirlendiği gerekçesiyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin şikâyetlerinin hukuk davasının
kesinleşmesi, diğer bir ifadeyle yargısal yollarının tüketilmesi sonrası
Anayasa Mahkemesi nezdinde ileri sürülebileceğini, oysa başvuruya konu olayda
İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan bedel tespiti ve taşınmazın tesciline
yönelik davanın sonuçlanmaması nedeniyle usule ilişkin yargısal yolların
tüketilmediğini bildirmiştir.
29. Başvurucu cevap
dilekçesinde, kamulaştırma bedelinin çok düşük olması nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetini yinelemiştir.
30. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem
ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
31. Anılan hüküm uyarınca
Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi
olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin
yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da
içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/947, 12/2/2013, §
16).
32. Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin
geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (B.
No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
33. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231
pafta 1633 ada 10 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak
kullanılan taşınmazı için İzmir Büyükşehir Belediyesince kamulaştırma bedeli
olarak teklif edilen 200.901,68 TL başvurucu tarafından kabul edilmemiş ve
taraflar arasında 13/8/2007 tarihli anlaşmazlık tutanağı düzenlenmiştir.
Belediye tarafından kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmaz malın Belediye
adına tescili için İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada Mahkeme,
27/10/2008 tarihli kararı ile taşınmazın kamulaştırma bedelinin 309.430,50 TL
olduğunu tespit etmiş ve bu bedelin başvurucuya ödenmesi ile taşınmazın ilgili
belediye adına tesciline karar vermiştir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 13/5/2010
tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, bu karara karşı karar
düzeltme yoluna başvurulmamış ve tespit edilen kamulaştırma bedeli 29/6/2010
tarihinde başvurucuya ödenmiştir.
34. Bu durumda başvurucunun,
kamulaştırma bedelinin düşük olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine yönelik şikâyeti zaman bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi
dışında kalmaktadır.
35. Açıklanan nedenlerle, başvuru
konusu uyuşmazlığa yönelik ihlal iddiasının 23/9/2012 tarihinden öncesine ait
olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
36. Başvurucu, yargılamanın adil
yapılmadığı, Danıştay Savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediği, dava açma
zorunda bırakılması nedeniyle harç ödediği, açılan davada vekâlet ücretine hükmedildiği,
idare mahkemesinin yapısında sorunların bulunduğu, duruşma talebinin kabul
edilmediği, kararların gerekçesiz olduğu ve davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığı iddialarını ileri sürmüştür.
37. Başvurucunun bu başlık
altındaki şikâyetlerinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir.
i. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
38. Başvurucu, taşınmazın
kamulaştırılmasına ilişkin işlemin usulüne uygun yapılmadığını, söz konusu
işlemin kamu yararı amacı güdülmeksizin kendisi de dâhil olmak üzere kamulaştırılan
bölgede yaşayan insanların kökeni nedeniyle yapıldığını, idari işleme karşı
açılan iptal davasında idare mahkemesinin herhangi bir delil toplamadığını,
bilirkişi incelemesi talebinin reddedildiğini belirterek, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
39. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
40. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel
başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır.
Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
41. Anılan kurallar uyarınca,
bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
42. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231
pafta 1633 ada 10 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak
kullanılan taşınmazının da bulunduğu alan 4/5/1998 tarih ve 11100 sayılı
Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edilmiş, İzmir Büyükşehir
Belediye Meclisinin 10/10/2005 tarih ve 888 sayılı kararı ile afete maruz
bölgelerde yapılacak kamulaştırma işlemleri belediyenin 5 yıllık imar planına
alınmış, Belediye Meclisinin 17/2/2006 tarihli kararı ile İzmir İli Afete Maruz
Bölgelerde Kalan Taşınmazların Tasfiyesi ve Konut Satışına Dair Yönetmelik
kabul edilerek İzmir Büyükşehir Belediye Encümeninin 20/7/2006 tarih ve 264
sayılı kararı ile de afete maruz bölgelerde zemin ve zemin üstü kamulaştırma işlemlerine
başlanılmasına karar verilmiştir.
43. Başvurucu tarafından
kamulaştırma işleminin iptali istemiyle açılan davada İzmir İdare Mahkemesi,
kamu idarelerinin kamu hizmetlerini yerine getirmek üzere kamulaştırma
yapabileceklerini, başvurucuya ait taşınmazın da bulunduğu alanın Bakanlar
Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edildiğini, bu karara karşı dava
açılmadığını, söz konusu bölgenin 1/1000 ölçekli imar planında "jeolojik sakıncası nedeniyle yapı yasağı getirilen
alan" olarak ayrıldığını, bölgede yapılaşma yasağı bulunduğunu,
bu nedenle söz konusu bölgede gecekondu ve kaçak yapısı olanların hak sahibi
yapılarak TOKİ tarafından yaptırılacak konutlara naklinin öngörüldüğünü, bu
nedenlerle afete maruz bölge ilan edilen ve yapı yasağı bulunan bölge içinde
kalan başvurucuya ait taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin dava konusu işlemde
mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek davayı reddetmiştir.
44. Başvurucu iddialarının
mevzuatın yorumlanmasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin
olduğu, etnik kökeni nedeniyle taşınmazının bulunduğu alanda kamulaştırma
yapıldığı hakkında ise herhangi bir somut bilgi ve belge ileri sürmediği
anlaşılmaktadır.
45. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararların değil, yargılama sürecinin ve
usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel
başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için
başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede
yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası
veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut
olayda başvurucu yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi
ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın içeriğinin
adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.
46. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir
keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının“açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
ii. İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay Kararlarının Gerekçesiz
Olduğu İddiası
47. Başvurucu, açtığı davada
ileri sürdüğü iddialarının karşılanmadığını ve Danıştay kararlarının gerekçesiz
olduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
48. Adalet Bakanlığı görüşünde,
ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının adil yargılanma hakkının
bir gereği olduğu, kanun yolu incelemeleri neticesinde varılan sonucun ise
tamamen gerekçeli olmasının gerekmediği, İlk Derece Mahkemesince kararda iddia
ve savunma özetleri ile ilgili mevzuata yer verildiği, davanın
nitelendirilmesinin yapıldığı ve karar gerekçesinin oluşturulduğu, temyiz merci
tarafından da ilgili Mahkeme kararı aynen benimsenerek onandığı bildirilmiştir.
49. Başvurucu cevap
dilekçesinde, başvuru formundaki taleplerini tekrarladığını ifade etmiştir.
50. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber,
bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B.
No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
51. Kanun yolu mahkemelerince
verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi
kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu
şeklinde yorumlanmakla beraber (bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96,
21/1/1999, § 26) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin
de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usuli haklarının ihlal edildiğine yönelik somut
şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçeli karar hakkının
ihlali olarak görülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
52. Başvuru konusu olayda İlk
Derece Mahkemesi, 2942 sayılı Kanun hükümleri uyarınca idarelerin kanunlarla
yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerini yerine getirmek üzere
kamulaştırma yapabileceklerini, davacıya ait taşınmazın da bulunduğu alanın
afete maruz bölge ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararına karşı dava
açılmadığını, ilgili bölgenin 1/1000 ölçekli imar planında "jeolojik sakıncası nedeniyle yapı yasağı
getirilen alan" olarak ayrılması sonucu bölgede yapılaşmanın yasak olduğunu, bu
nedenle bölgede gecekondu ve kaçak yapısı olanların hak sahibi yapılarak TOKİ
tarafından yaptırılacak konutlara naklinin öngörüldüğünü belirterek,
başvurucuya ait taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin dava konusu işlemde
mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
vermiştir.
53. Bu durumda İlk Derece
Mahkemesi başvurucunun taşınmazının durumunu 2942 sayılı Kanun hükümleri
uyarınca değerlendirerek dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin uyuşmazlığın
çözümü için yeterli görmek suretiyle taşınmaz için bilirkişi incelemesi
yaptırmaksızın dava konusu kamulaştırma işleminin tesisinde hukuka aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş olup, kararda başvurucunun iddialarının
karşılanmadığından söz etmeye imkân yoktur.
54. Bunun yanında Danıştay, İlk
Derece Mahkemesi kararına atıf yaparak ve Mahkemenin gerekçesini aynen kabul
ederek temyiz talebini reddetmiş ve kararı onamış, karar düzeltme nedenleri
bulunmadığı gerekçesiyle de karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.
Dolayısıyla Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
55. Açıklanan nedenlerle,
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Danıştay Savcılığı Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği
İddiası
56. Başvurucu, Danıştay savcısı
görüşünün kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
57. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM’in Kılıç ve diğerleri/Türkiye kararında Başsavcılık
görüşünün tebliğ edilmemesinin olayda önemli bir zarara maruz kalınmadığı
gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verdiğini (Kılıç ve diğerleri/Türkiye B.N:33162/10. 2/12/2013),
Anayasa Mahkemesinin verdiği bir kararda da ilk derece yargılaması sırasında
Başsavcılık görüşü kendisine tebliğ edilmiş olsaydı, mahkeme önünde dile
getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine dair başvurucu tarafından
herhangi bir açıklamada bulunulmadığı durumda, başvurucunun ilk derece
yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi
sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir
imkândan mahrum bırakıldığının söylenemeyeceğine karar verdiğini (B. No:
2013/1134, 16/5/2013, § 36), başvuruya konu olayda, temyiz aşamasında
Başsavcılık görüşünün önceden taraflara tebliğ edilmediğinin anlaşılmasına
karşın başvurucu tarafından da savcılık görüşünün kendisine tebliğ edildiğinde
hangi ilave tezleri ileri süreceği yönünde herhangi bir açıklamada bulunmadığı
hususun dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
58. Başvurucu cevap
dilekçesinde, başvuru formundaki taleplerini tekrarladığını ifade etmiştir.
59. AİHM, dosyaya ilişkin
bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Danıştay savcısının
düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama
ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11/2007). Bu nedenle savcı
düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve
karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir
gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).
60. Bu kapsamda kanun koyucu
yasal değişikliğe gitmiş ve 2575 sayılı Kanun’un 61. maddesine göre Danıştay
savcılarının kendilerine havale olan dosyaları Başsavcı adına inceleyeceği ve
düşüncelerini gerekçeli ve yazılı olarak verecekleri düzenlenmiş iken bu
maddede 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişiklik
yapılmış ve yapılan yeni düzenleme sonrasında Danıştay savcılarına yalnızca ilk
ve son derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından incelenen davalarda düşünce
sunma yükümlülüğü verilmiştir.
61. Bunun yanında 2577 sayılı
Kanun’un 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı
fıkra uyarınca Danıştayda ilk derece mahkemesi
sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesinin
taraflara tebliğ edileceği ve tarafların, tebliğden itibaren on gün içinde
görüşlerini yazılı olarak bildirebileceği düzenlenmiştir.
62. 2577 sayılı Kanun’un 54.
maddesinde ise Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel
Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin
itiraz üzerine verdikleri kararlara karşı bir defaya mahsus olmak üzere kararın
tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde esas kararı
vermiş olan daire, kurul veya bölge idare mahkemesinden kararın düzeltilmesinin
istenebileceği belirtilmektedir.
63. Başvuru konusu olayda,
temyiz yargılaması sırasında dava dosyasına sunulan Danıştay savcı düşüncesi
başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu bu düşünceyi temyiz başvurusunun
reddine ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına ilişkin Danıştay Altıncı
Dairesi kararında öğrenmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar
düzeltme talebi hakkında karar verilmesinden önce 6352 sayılı Kanun’un 54.
maddesiyle 2576 sayılı Kanun’un 61. maddesinde değişiklik yapılarak Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar
dışında Danıştay savcısının düşünce verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmış ve
başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay savcısı düşünce
vermemiştir.
64. Bu durumda, başvurucu temyiz
talebi hakkında verilen Danıştay savcı düşüncesinden temyiz talebinin reddine
ilişkin kararın kendisine tebliği ile haberdar olmuş ve karar düzeltme
aşamasında bu düşünceye yönelik görüşlerini hazırlama ve Danıştay Altıncı
Dairesine sunma imkânı bulmuştur.
65. Diğer taraftan başvurucu
eğer temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı
mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin
olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun temyiz
yargılaması sırasında savcı düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle
yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan
mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama
hakkının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.
66. Açıklanan nedenlerle,
çelişmeli yargılama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iv. Duruşma Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiği İddiası
67. Başvurucu, duruşma
yapılmamak suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
68. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun talebi üzerine İzmir 4. İdare Mahkemesi tarafından duruşma
yapıldığı ve tarafların dinlenilmesinin ardından mahkemenin karar verdiğini,
diğer yandan temyiz aşamasında başvurucunun duruşma talebinin bulunmadığını ve
Danıştay Altıncı Dairesi tarafından duruşma yapılmayarak karar verildiğini
belirterek, yukarıdaki hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.
69. Başvurucu cevap
dilekçesinde, haklı olan başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
70. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de
Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması
ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini
kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak
ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli
gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın
mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama
ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi
amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma
yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No:
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 107).
71. 2577 sayılı Kanun’un “Duruşma” başlıklı 17. maddesinde, temyiz
ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili
bölge idare mahkemesi kararına bağlı olduğu, bunun yanında Danıştay veya bölge
idare mahkemesinin kendiliğinden de duruşma yapılmasına karar verebileceği
düzenlenmiştir.
72. Somut olayda başvurucu,
İzmir 4. İdare Mahkemesinde gerçekleşen yargılama sürecinde dava dilekçesi,
cevaba cevap dilekçesinde iddialarını ileri sürebilmiş, duruşma talebi kabul
edilmiş, yapılan duruşmaya kendisinin ve karşı tarafın vekili katılmışlardır. Başvurucu,
idare mahkemesi kararına karşı yaptığı temyiz başvurusunda ise duruşma yapılması
talebinde bulunmamış, Danıştay Altıncı Dairesi de dosya üzerinden incelemesini
yaparak idare mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.
73. Bu bilgiler ışığında,
yargılamanın evrak üzerinden yapılacağı kurala bağlanan ve temyiz aşamasında
duruşma yapılması talebe veya Danıştay Dairesinin takdirine bağlı kılınan idari
yargılama sürecinde, ilk derece yargılamasında talep üzerine duruşmanın
yapılmış olması, temyiz dilekçesi ve buna karşı sunulan savunma dilekçesinin
yazılı olarak alındıktan ve dava dosyası bir bütün olarak incelendikten sonra
karara bağlanan temyiz yargılamasının salt dosya üzerinden yapılması nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.
74. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının bir ihlalin olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. İdari
Yargının Yapısındaki Sorunlar Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği
İddiası
75. Başvurucu, idari yargıda
hukuk fakültesi mezunu olmayan hâkimlerin görev yapmasının ve idareye karşı
açılacak davalar için idari mahkemelerin kurulmuş olmasının adil yargılanma
hakkının ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
76. Anayasa’nın 138. maddesi
şöyledir:
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına
uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
77. Anayasa’nın 139. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri
istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin
veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük
haklarından yoksun kılınamaz.”
78. Anayasa’nın 159. maddesinin
sekizinci fıkrası şöyledir:
“Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve
savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme
ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler
hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini
yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin
değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve
kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.”
79. 24/2/1983 tarih ve 2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun “Adaylığa
atanma” kenar başlıklı 9. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Her yıl alınacak aday sayısı, avukatlık mesleğinden
alınacaklarla birlikte Türkiye Adalet Akademisinin görüşü alınmak suretiyle,
kadro ve ihtiyaç durumuna göre Adalet Bakanlığınca tespit edilir.”
80. 2802 sayılı Kanun’un “Atama” kenar başlıklı 13. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Meslek öncesi eğitim sonunda yazılı sınavda başarılı olan
ve mani hâli olmayan, erkekler için askerliğini
yaptığını veya askerlikle ilişiği olmadığını belgeleyen adayların mesleğe
kabullerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.”
81. 11/12/2010 tarih ve 6087
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“(1) Kurulun görevleri şunlardır:
…
b) Hâkim ve savcılarla ilgili olarak;
1) Mesleğe kabul etme,
2) Atama ve nakletme,
… işlemlerini yapmak.”
82. Mahkemelerin “bağımsızlığı ve tarafsızlığı” adil
yargılanmanın koşulları arasındadır. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle
hâkimlerin bağımsızlığı ile eş anlamlı kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni
ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır. Hâkimlerin bağımsızlığı, onlara tanınan
bir ayrıcalık olmayıp, her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak
olarak adalet dağıtacakları yolundaki güven ve inancı yerleştirme amacına
yöneliktir. Demokratik bir toplumda, hâkim bağımsızlığının yalnız yürütme
organına karşı değil, devlet yapısı içindeki tüm kurum ve kuruluşlar ile
kişilere karşı da sağlanması gerekir. Başka herhangi bir kişi, kurum veya
organdan emir almamak, yasamanın, yürütmenin ve diğer dış unsurların etki
alanının dışında olmak, baskı altında olmamak şeklinde tanımlanan bağımsızlık,
tarafların etki alanının dışında kalmayı, dava taraflarına karşı bağımsızlığı
da kapsamaktadır (AYM, E.2011/29, K.2012/49, 30/3/2012).
83. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesi bakımından bir mahkemenin "bağımsız"
olup olmadığı incelenirken, üyelerinin atanma biçimi ve görev süreleri, dıştan
gelecek baskılara karşı mevcut güvencelerin olup olmadığı ve bir bağımsızlık
görüntüsü verip vermediğine bakılması gerektiğini tekrarlamaktadır. Bu hükmün
altındaki anlamıyla "tarafsızlık"
şartı konusunda uygulanacak iki test vardır: Birincisi belirli bir davada
belirli bir yargıcın kişisel kanaati konusundaki kararı içerir. İkincisi ise
hâkimin yasal yöndeki şüpheleri uzak tutmak konusunda yeterli garantiyi verip
vermediğinin araştırılmasıdır. Bu, heyet olan bir makama uygulandığında heyet
üyelerinin kişisel davranışlarından uzak olarak tarafsızlığına şüphe
getirebilecek araştırılabilir gerçeklerin olup olmadığına karar vermek anlamına
gelir. Bağımsızlık konusunda ise görünümün önemi olabilir. Bir makamın
bağımsızlıktan yoksun oluşundan endişe duymak için yasal bir sebebin varolup olmadığına karar verilirken, tarafsız olmadığını
savunanların dayandığı nokta önemlidir. Buna rağmen bu kesin değildir. Kesin
olan, endişenin tarafsız olarak doğruluğunun kanıtlanmasıdır (bkz. Çıraklar/Türkiye, B. No.
70/1997/854/1061, 28/10/1998).
84. AİHM, Sözleşme'nin 6
maddesinin 1. paragrafı bakımından bir mahkemenin "tarafsızlığını" tespit ederken, öznel
bir sınamaya yani belli bir olayda, belli bir yargıcın kişisel kanı ve
davranışları ile nesnel bir sınamaya yani hiçbir şüpheye mahal vermeksizin
yargıca yeterli güvence verilip verilmediğine bakılarak belirlenmesi
gerektiğini hatırlatmıştır (bkz. Şahiner/Türkiye,
B.No. 29279/95, 25/9/2001, § 35, 36).
85. Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu (AİHK), Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararı ile ilgili başvuruda, Kurul kararlarına karşı
yargı yolunun kapalı olmasını, yargıç bağımsızlığının ihlali için yeterli bir
neden olarak görmemiştir (AİHK,
Uslu/Türkiye, B.No. 29860/96, 20/5/1998).
86. Tüm bu açıklamalar ışığında,
AİHM, hâkimlerin yürütme ve diğer organlara karşı bağımsızlığına dikkat
çekmekle beraber, hangi organ tarafından atandıkları hususunu tek başına
mahkemelerin bağımsızlığını etkilediğini kabul etmemektedir. AİHM’e göre önemli olan yargılama yaparken hâkimlerin
talimat almamalarıdır (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 33).
87. Anayasa’da yer alan “mahkemelerin bağımsızlığı”, “hâkimlik ve savcılık teminatı” ve “hâkimlik ve savcılık mesleği”ne ilişkin ilkeler,
hâkimlik ve savcılık mesleğine kabul edilen ve fiilen bu görevi yapan hâkim ve
savcılar için öngörülmüştür (AYM, E.2005/47, K.2007/14, 7/2/2007).
88. Somut olayda başvurucu,
idari yargıda hukuk fakültesi mezunu olmayan hâkimlerin görev yapmasının ve
idareye karşı açılacak davalar için idari mahkemelerin kurulmuş olmasının adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun ihlal
iddiaları incelendiğinde, Mahkemenin ve hâkimin bağımsızlığı ve tarafsızlığını
kuşkuya düşürecek somut bir hususun ortaya konulmadığı ve iddianın tamamen
soyut olarak ileri sürüldüğü anlaşılmaktadır.
89. Açıklanan nedenlerle, adil
yargılanma hakkı yönünden açık bir ihlal saptanmadığından, başvurunun bu kısmının
“açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
vi. Aleyhine
Hükmedilen Harç ve Vekâlet Ücreti Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiği İddiası
90. Başvurucu, dava açmak için
harç ödemek zorunda bırakılmasının ve açılan dava sonucunda aleyhine vekâlet
ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
91. Dava harcı ve vekâlet ücreti
bir yargılama gideri olup, kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına
müdahale teşkil eder. Ancak, gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının
azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin
uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli
yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu
otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı
imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde
başvurucuya yüklenecek olan harç ve vekâlet ücreti bu çerçevede
değerlendirilmelidir (Benzer yöndeki B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).
92. Harç ve vekâlet ücretinin
orantılılık incelemesi yapılırken, öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam
ifade ettiği, başvurucunun ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar
dikkate alınmalıdır. Somut olayda başvurucu harç olarak toplam 53,20 TL
yatırmış, açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle bu ücret üzerinde bırakılmış ve
ayrıca başvurucu aleyhine 450,00 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir.
Başvurucu, bir aylık asgari ücretin yaklaşık yarısına tekabül eden bu ücreti
ödeme gücüne sahip olmadığına dair hiçbir bilgi ve belge sunmamıştır. Öngörülen
harç ve vekâlet ücretinin başvurucuya dava açmasını imkânsız kılacak veya aşırı
derecede zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük getirdiğinden ve bu suretle
mahkemeye erişim hakkına yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğundan söz
edilemez.
93. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
vii. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
94. Başvurucu, davanın makul
sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
95. Açıkça dayanaktan yoksun
olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
96. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
97. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
98. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
99. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
100. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt
ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü
Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
101. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 39).
102. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
103. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
104. Ancak belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
105. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
106. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarihtir. Başvuru konusu olaya bakıldığında Anayasa Mahkemesine yapılan
başvuruya konu edilen ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi
dahilinde olan dava, başvurucunun kamulaştırma işleminin iptali istemiyle
4/2/2008 tarihinde İzmir 4. İdare Mahkemesinde açılan davadır. Bu durumda,
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıç tarihi somut başvuru açısından
4/2/2008 tarihidir.
107. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
108. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
109. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, başvurucu, taşınmazının kamulaştırılmasına ilişkin
işlemin iptali istemiyle 4/2/2008 tarihinde İzmir 4. İdare Mahkemesine dava
açmış, İlk Derece Mahkemesi dosyanın tekemmülünün ardından 17/9/2008 tarihinde
duruşma yapmış ve aynı gün davanın reddine karar vermiş, bu karar 2/1/2009
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 2/2/2009 tarihli dilekçe ile
başvurucu vekili kararı temyiz etmiş, dava dosyası 5/3/2009 tarihinde Danıştaya gönderilmiş ve Danıştay Altıncı Dairesi 14/9/2011
tarihinde İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karar
başvurucu vekiline 14/11/2011 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu vekili
29/11/2011 tarihinde karar düzeltme başvurusunda bulunmuş, dava dosyası
5/1/2012 tarihinde Danıştaya gönderilmiş, Danıştay
Altıncı Dairesi 11/6/2013 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve uyuşmazlığa
konu yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.
110. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek
biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
44).
111. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar,
hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
112. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesinde 4/2/2008 tarihinde açılan
dava hakkında 17/9/2008 tarihinde karar verildiği ve yargılama süresinin 7 ay
13 gün olduğu, bu kararın 3 ay 15 gün sonra başvurucu vekiline tebliğ edildiği
ve karar tarihinden 5 ay 18 gün sonra dava dosyasının temyiz incelemesi için Danıştaya gönderildiği, Danıştay Altıncı Dairesinin temyiz
ve karar düzeltmeden oluşan kanun yolu incelemesini 4 yıl 3 ay 6 günde
tamamladığı ve toplam yargılama süresinin ise 5 yıl 4 ay 7 gün olduğu, İlk
Derece Mahkemesince makul sürede dava hakkında karar verilmiş ise de kararın
tebliğinde ve Danıştay Altıncı Dairesinde geçen kanun yolu incelemesinde
gecikmelerin yaşandığı tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler
ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve
organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması
üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36.
maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin,
mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil
olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde
düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal ve
organizasyona ilişkin eksikliklerin yargılama faaliyetinin makul sürede
gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
113. Başvurucunun tutumunun yargılamanın
uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
114. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın başvurucunun taşınmazının
kamulaştırılmasına ilişkin işlemin iptaline yönelik olmasına ve davanın esastan
çözümünün ise kararın başvurucu vekiline tebliği de dahil olmak üzere İlk
Derece Mahkemesince 10 ay 28 gün içinde tamamlanmış olmasına karşın temyiz ve
karar düzeltme talepleri hakkında 4 yıl 3 ay 6 günde karar verilmiş olması ve
toplam yargılamanın 5 yıl 4 ay 7 gün sürmesi şikâyete konu yargılamada makul
olmayan bir gecikmenin olduğunu ortaya koymaktadır.
115. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
116. Başvurucu, mülkiyet hakkının
ihlal edilmesi nedeniyle maddi tazminata, yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılamaması nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
117. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
118. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin 5 yıl 4 ay 7 günlük yargılama süresi nazara alındığında,
başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren net 3.350,00 TL manevi tazminat ödenmesine,
mülkiyet hakkının ihlaline yönelik şikâyetin ise kabul edilemez bulunması
nedeniyle başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
119. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alının mülkiyet hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının
"zaman bakımından yetkisizlik"
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Yargılamanın adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğu yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Danıştay Savcılığı görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5.
Duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun
olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6.
İdari yargının yapısındaki sorunlar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan
yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7.
Aleyhine hükmedilen harç ve vekâlet ücreti nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 3.350,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen
süre için yasal faiz uygulanmasına,
5/11/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.