TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN GÜMÜŞCÜ BAŞVURUSU(2)
|
(Başvuru Numarası: 2013/7006)
|
|
Karar Tarihi: 13/4/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 15/6/2016-29743
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık
YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Osman
GÜMÜŞCÜ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tam yargı davası sırasında kısıtlı hâle gelen
başvurucuya atanan vasinin davaya icazet vermemesi nedeniyle davanın ehliyet
yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/9/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/4/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım
talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
5/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu,Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını
9/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
başvuruya konu yargılama dosyasından Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) ortamında
temin edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1997 yılında İzmir Emniyet Müdürlüğünce gözaltına
alındığını, bu sırada üzerinde bulunan 153 adet hisse senedi kuponuna el
konulduğunu ancak daha sonra kendisine iade edilmediğini belirterek uğradığını
ileri sürdüğü 200.000 TL maddi zararının tazmini istemiyle 30/12/2011 tarihinde
İzmir 1. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
10. Bu arada başvurucu, yargılandığı başka suçlar nedeniyle Uşak
Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2011 tarihli ve E.2009/345, K.2011/218 sayılı
kararı ile müebbet hapis cezası ile cezalandırılmış ve bu karar Yargıtay 1.
Ceza Dairesinin 23/2/2012 tarihli ve E.2011/7416, K.2012/932 sayılı kararı ile
onanmıştır.
11. Başvurucu 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu'nun 407. maddesi gereği bir yıldan uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir
cezayla mahkûm olması nedeniyle İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/9/2012
tarihli ve E.2012/1333, K.2012/1520 sayılı kararı ile hacir altına alınarak
kendisine vasi atanmıştır.
12. İzmir 1. İdare Mahkemesi 16/2/2012 tarihli ve E.2011/2532,
K.2012/275 sayılı kararı ile dava dilekçesinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesine uygun olarak düzenlenmediği
gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir.
13. Başvurucunun yeni dilekçeyle açtığı dava ise aynı Mahkemenin
E.2012/887 sayılı esasına kaydedilmiştir.
14. İdare Mahkemesi 23/5/2012 tarihli yazıyla başvurucudan,
dosyanın işleme konulabilmesi için 2.951,60TL eksik harcı otuz gün içinde
tamamlamasını istemiştir. Başvurucu 11/6/2012 tarihli dilekçesiyle cezaevinde
hükümlü olduğunu ve harcı ödeyecek durumunun bulunmadığını belirterek adli
yardım talebinde bulunmuştur.
15. Bunun üzerine İdare Mahkemesi 17/7/2012 tarihli ara
kararıyla başvurucuya vasi atanıp atanmadığını ve atanmış ise vesayet kararının
ve başvurucuya verilen cezaya ilişkin Mahkeme ilamının bir örneğinin
gönderilmesini İzmir 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu
Müdürlüğünden istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu, İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin
13/9/2012 tarihli ve E.2012/1333, K.2012/1520 kararıyla başvurucunun hacir
altına alınarak talebi üzerine H.G.nin vasi olarak
atandığını İdare Mahkemesine bildirmiştir.
16. İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarihli ara kararıyla başvurucunun
vasiliğine atanan H. G.den, başvurucu tarafından
açılmış olan davaya icazet verip vermediğini on gün içinde bildirmesini istemiş
ve aksi takdirde dava dosyasındaki bilgi ve belgelere göre karar verileceğini
bildirmiştir.
17. Söz konusu kararın H.G.ye tebliğ edilememesi üzerine İdare
Mahkemesi 2/11/2012 tarihli yazısıyla başvurucudan "Türk Medeni Kanunu Hükümleri uyarınca icazet verip vermediğinin
bildirilmesine ilişkin ara kararına adı geçen vasi H. G. için Mernis adresine yapılan tebligatın, 'muhatabın gösterilen
adresten ayrıldığı ve yeni adresinin bilinmediği' gerekçesiyle Mahkememize iade
edildiği görülmekle, vasiniz ile irtibata geçerek en kısa zamanda tebligata
yarar açık adresini Mahkememize bildirilmesinin sağlanması"nı istemiştir.
18. Başvurucu 3/12/2012 tarihli dilekçesiyle İdare Mahkemesine
vasisi H.G.nin adresini bildirmiş, ayrıca hem
kendisinin hem de H.G.nin ekonomik durumlarının iyi
olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
19. İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarihli ara kararını (bkz. § 16)
başvurucunun bildirdiği adreste H.G.ye 17/12/2012 tarihinde tebliğ etmiştir.
H.G. tarafından davaya muvafakat edip etmediği hususuyla ilgili herhangi bir
cevap verilmemiştir.
20. Bunun üzerine İdare Mahkemesi 18/1/2013 tarihli ve
E.2012/887, K.2013/80 sayılı kararı ile davayı ehliyet yönünden reddetmiştir.
Karar gerekçesi şöyledir:
" ...
...Mahkememizin 21/09/2012 günlü ara kararı
ile davacı vasisi H. G.ye davacı tarafından açılmış bu davaya icazet verip
vermediğinin sorulduğu, bu kararın 17/12/2012 tarihinde H. G.ye tebliğ
edildiği, ancak verilen süre içinde davacı vasisi tarafından Mahkememize
davacının açtığı bu davaya icazet verdiği yolunda bir beyanda bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, kısıtlı olan davacının açtığı bu
davanın kanuni temsilcisi olan vasisi H. G. tarafından icazet verilmemesi
nedeniyle ehliyet yönünden reddi gerekmektedir."
21. Başvurucu, söz konusu karardan üç gün sonra İdare
Mahkemesine verdiği 21/1/2013 tarihli dilekçesiyle vasiye tebliğin yapıldığını
ancak vasinin tebliği okumadığını, şayet vasiden harç isteniyorsa vasinin ve
kendisinin harcı ödeme imkânının bulunmadığınıbelirtmiş
ve adli yardım talebinin kabulünü istemiştir.
22. Başvurucu İdare Mahkemesine verdiği 14/2/2013 tarihli
dilekçesiyle vasisinin harç ödeme ve avukat tutma imkânının bulunmadığını
tekrar belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
23. İdare Mahkemesinin kararının tebliğinin ardından başvurucu
Ceza Mahkemesi kararının İdare Mahkemesine dava açtıktan sonra kesinleştiğini,
dolayısıyla davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu
belirtilerek kararı temyiz etmiş; Danıştay Oununcu
Dairesi 13/5/2013 tarihli ve E.2013/2348, K.2013/4402 sayılı kararı ile temyiz
istemini ehliyet yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
"...
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının
Uşak Ağır Ceza Mahkemesinin 24/09/2011 günlü ve E:2009/435, K:2011/218 sayılı
kararı ile müebbet hapis cezası ile cezalandırıldığı ve bu kararın
kesinleştiği, halen hükümlü olarak İzmir 1 nolu F
Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda cezanın infaz edildiği, kısıtlılığı
nedeniyle İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/09/2012 günlü ve E:2012/1333,
K;2012/1520 sayılı kararı ile hacir altına alınarak, H.G.nin
vasi olarak atanmasına karar verildiği, İdare Mahkemesince, vasisi tarafından
bu davaya icazet verildiği yolunda bir beyanda bulunulmadığından, davanın
ehliyet yönünden reddine karar verildiği, anılan kararın, doğrudan davacı
tarafından ve vasisinin onay verdiğine ilişkin herhangi bir belge sunulmadan
temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, vesayet altında bulunması
sebebiyle tek başına dava açma ehliyeti bulunmayan davacının, aynı sebeple
temyiz etme ehliyeti de bulunmadığından, mahkeme kararına yönelik temyiz
isteminin incelenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır."
24. Danıştay kararı başvurucuya 13/8/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
25. Başvurucu 3/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
26. Başvurucu, temyiz kararından sonra İdare Mahkemesine verdiği
2/9/2013 tarihli dilekçesiyle vasisi H.G.ye ulaşamadığı için icazet vermeye
ikna edemediğini, daha sonra vasi değişikliği yaptığını belirterek yeni
vasisinin adresini bildirmiştir.
B. İlgili Hukuk
27. 2577 sayılı Kanun'un 14. maddesinin (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Dilekçeler, Danıştayda
daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi,
idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye
tarafından:
a) Görev ve yetki,
b) İdari merci tecavüzü,
c) Ehliyet,
d) İdari davaya konu olacak kesin ve
yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,
e) Süre aşımı,
f) Husumet,
g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup
olmadıkları,
Yönlerinden sırasıyla incelenir."
28. Aynı Kanun'un 6. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herhangi bir sebeple harcı veya posta
ücreti verilmeden veya eksik harç veya posta ücreti ile dava açılmış olması
halinde, otuz gün içinde harcın ve posta ücretinin verilmesi ve tamamlanması
hususu daire başkanı veya görevlendireceği tetkik hakimi,
mahkeme başkanı veya hakim tarafından ilgiliye tebliğ olunur. Tebligata rağmen
gereği yerine getirilmediği takdirde bildirim aynı şekilde bir daha
tekrarlanır. Harç veya posta ücreti süresi içinde verilmez veya tamamlanmazsa
davanın açılmamış sayılmasına karar verilir ve davacıya tebliğ olunur."
29. Aynı Kanun'un 31. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunda hüküm
bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan
memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın
ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava,
bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım
hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu
ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik
işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır.
(Ek cümle: 5/4/1990 - 3622/11 md.;
Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı
ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim
tarafından re'sen yapılır."
30. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 51. maddesi şöyledir:
"Dava ehliyeti, medenî
hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir."
31. 4721 sayılı Kanun'un 14. maddesi şöyledir:
"Ayırt etme gücü
bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur."
32. Aynı Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrası şöyledir.
"Ayırt etme gücüne
sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi
işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı
sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir."
33. Aynı Kanun'un 407. maddesi şöyledir:
"Bir yıl veya daha uzun
süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.
Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle
bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen
yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür."
34. Aynı Kanun'un 448. maddesi şöyledir:
"Vesayet dairelerinin
yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasi, vesayet altındaki
kişiyi bütün hukukî işlemlerinde temsil eder."
35. Aynı Kanun'un 462. maddesi şöyledir:
"Aşağıdaki hâllerde
vesayet makamının izni gereklidir:
...
8. Acele hâllerde vasinin geçici önlemler alma
yetkisi saklı kalmak üzere, dava açma, sulh olma, tahkim ve konkordato
yapılması,
..."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
36. Mahkemenin 13/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
37. Başvurucu; başvuru dilekçesinde 1997 yılında gözaltına
alınırken el konulan 153 adet hisse senedi kuponunun geri verilmediğini, on
seneyi aşkın süre söz konusu kuponlarına ulaşamadığı için uğradığı zararın
tazmini istemiyle 30/12/2011 tarihinde dava açtığını, bu sırada henüz
mahkûmiyetinin kesinleşmediğinden davasının görülmesine bir engel bulunmadığı
hâlde İdare Mahkemesinin davayı ehilyet yönünden
reddetmesinin hatalı olduğunu ileri sürmüş; ayrıca Bakanlık görüşüne verdiği
cevapta ise cezaevinde olduğu için vasisine ulaşamadığını, dolayısıyla vasinin
icazet vermeye gidemediğini, vasisinin değişmesi için başvuruda bulunduğunu,
mahkemeye erişim hakkına getirilen kısıtlamanın hakkın özünü kullanılamaz hâle
getirdiğini belirterek Anayasa'nın 38. ve 40. maddelerinde güvence altına
alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 200.000 TL tazminat ödenmesi
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun 1997 yılında gözaltına
alınırken el konulduğu ve geri verilmediği iddia edilen hisse senedi
kuponlarının geri verilmemesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararın
tazmini istemiyle 2011 yılında İdare Mahkemesinde açtığı dava, başvurucunun
kısıtlı olduğu ve vasinin de davaya icazet vermediği gerekçesiyle ehliyet
yönünden reddedilmiştir. Bu nedenle başvurucunun iddiaları mahkemeye erişim
hakkıyla ilgili olduğundan başvuru adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye
erişim hakkı yönünden incelenmiştir.
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.
2. Esas Yönünden
40. Başvurucu, tazminat istemiyle İdare Mahkemesinde dava açtığı
sırada ceza hükmünün henüz kesinleşmediğini, dolayısıyla davasının görülmesi
gerektiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
41. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddialarının mahkemeye
erişim hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) içtihadına göre bu hakkın mutlak olmayıp sınırlandırılabileceği ancak
sınırlamanın hakkın özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği,
mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamaların meşru bir amaç gütmesi ve
hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması
gerektiği, mahkemelerin usul kurallarını uygularken hakkı ihlal edebilecek
aşırı şekilcilikten ve usul kurallarını ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak
aşırı gevşeklikten kaçınması gerektiği, bu kapsamda gerçek kişilerin ayırt etme
gücüne sahip olmama, küçük yaşta olma veya kısıtlı bulunma gibi nedenlerle dava
açma haklarına dava ehliyeti yönünden çeşitli sınırlamalar getirilmesinin meşru
bir amaç taşıyabileceği ancak bu konudaki sınırlamaların hakkın özünü
zedelememesi gerektiği; ehliyetin, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama
yapabilmesi için gereken ve davanın açılmasından hüküm verilmesine kadar var
olması gereken dava şartlarından biri olduğu, hâkim tarafından kendiliginden gözetileceği hususları belirtilmiştir.
42. Başvurucu, Bakanlık görüşüne verdiği cevapta başvuru
formundaki beyanlarına ilave olarak mahkûmiyetine bağlı ve kendi kusurundan
kaynaklanmayan birtakım imkânsızlıklar nedeniyle vasisine ulaşamadığını,
vasisinin değişmesi için talepte bulunduğunu, ayrıca mahkemeye erişim hakkına
getirilen kısıtlamanın hakkın özünü zedelediğini ileri sürmüştür.
43. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir…”
45. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
biridir (Vedat Benli, B. No:
2013/307, 16/5/2013, § 30).
46. Mahkemeye erişim hakkı aynı zaman da Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almakta
olup (Ahmet Yıldırım, B. No:
2012/144, 2/10/2013, § 28) bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
47. Mahkemeye erişim hakkı AİHM içtihadında ilk olarak Golder/Birleşik Krallık (B.
No: 4451/70, 21/2/1975) kararında kabul edilmiştir. Bir mahkûmun avukata
danışma isteminin reddedilmesine ilişkin yapılan başvuruda AİHM, Sözleşme'nin
6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından
birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
48. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından
düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara
tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin
tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan herhangi bir hakkın gerçek
kapsamını sınırlayan hudutlardan başka örtülü olarak izin verilen
sınırlandırmalara da tabidir. Uygulanacak olan sınırlandırmaların, bireylerin
başvurularını bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve ölçüde kısıtlamaması
gerekir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).
49. Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi
tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir
yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer
yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması
sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti,
B. No: 2012/855, 26/6/2014, §§ 36-39).
50. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve
yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine
hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından
görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim
hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006, § 24).
51. Somut olayda İdare Mahkemesi, kısıtlı olması nedeniyle
başvurucunun vasisine söz konusu davaya icazet verip vermediğini sormuş;
vasinin cevap vermemesi üzerine davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Başvurucu
tarafından karar temyiz edilmişse deDanıştay,
başvurucunun temyiz ehliyetinin bulunmadığını belirterek temyiz istemini
reddetmiştir.
52. Başvurucunun İdare Mahkemesindeki ilk davasını açtığı
30/12/2011 tarihinde, henüz ceza davasındaki karar Yargıtay tarafından
onanmadığından başvurucu hakkında kısıtlama kararı verilmemiştir. İdare
Mahkemesinin, dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre
yenilenmesine karar vermesi üzerine başvurucu dilekçesini yenilemiştir.
Başvurucu tarafından 200.000 TL talepli tam yargı davası açılmış olduğundan
İdare Mahkemesi 23/5/2012 tarihli yazıyla bu tutar üzerinden hesapladığı peşin
karar harcını başvurucudan istemiştir. Başvurucunun verdiği cevapta (bkz. § 14)
cezaevinde hükümlü olduğunu bildirmesi üzerine İdare Mahkemesi, Ceza İnfaz
Kurumu Müdürlüğünden başvurucuya vasi tayin edilip edilmediğini sormuştur. BaşvurucuyaH.G.nin vasi tayin edildiğinin öğrenilmesi
üzerine İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarihli ara kararıyla H.G.den
başvurucu tarafından açılmış olan davaya icazet verip vermediğini on gün içinde
bildirmesini, aksi takdirde dava dosyasındaki bilgi ve belgelere göre karar
verileceğini belirtmiştir. Vasi H.G.ye tebliğ yapılamaması üzerine Mahkeme,
başvurucuya bu durumu bildirmiş ve başvurucudan vasisiyle irtibata geçmesini ve
tebligata yarar adresini Mahkemeye bildirmesini sağlamasını istemiştir. Bu yazı
üzerine başvurucu, vasisinin adresini bildirmiş ve İdare Mahkemesi vasiye
davaya icazet verip vermediğini sormuştur.
53. Başvurucu, İdare Mahkemesine verdiği 21/1/2013 tarihli
dilekçesiyle vasiye tebliğin yapıldığını ancak vasinin tebliğ içeriğini
okumadığını, harç istendiğini tahmin ettiğini oysa vasinin yaklaşık 3.000 TL
tutan nisbi harcı ödeme imkânının bulunmadığını
belirterek yeniden adli yardım talebinde bulunmuştur. Ancak başvurucunun bu
dilekçesini vermesinden üç gün önce 18/1/2013 tarihinde, vasiye söz konusu
tebliğin yapılmasının üzerinde bir ay geçtiği hâlde vasi tarafından herhangi
bir cevap verilmediğinden İdare Mahkemesi,davayı
ehliyet yönünden reddetmiştir.
54. 2577 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre idari yargı
yerlerince dava dilekçelerinin öncelikle a) görev ve yetki, b) idari merci
tecavüzü, c) ehliyet, d) idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken
bir işlem olup olmadığı, e) süre aşımı, f) husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere
uygun olup olmadıkları yönlerinden ve bu sıraya göre incelenmesi gerekmektedir ( § 27).
55. Ehliyet, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama
yapabilmesi için gereken ve davanın açılmasından hüküm verilmesine kadar var
olması gereken dava şartlarından biridir. Ehliyet koşulu, yargılamaya bakan
hâkim tarafından yargılamanın her asamasında resen
gözetilir.
56. Ehliyet kavramı, taraf ehliyeti ve dava ehliyeti kurumlarını
kapsamakta ve öğretide ve uygulamada birleşildiği üzere dava ehliyeti, gerçek
ve tüzel kişilerin medeni hakları kullanma yeterliğinin usul hukukunda
somutlaşması, biçime dönüşmesidir. Taraf ehliyeti ise davada bir yan olmak
yeterliğini anlatır ve medeni haklardan yararlanma yeterliğinin usul hukukunda
biçimlenişidir (AYM, E.1987/30,K.1988/5, 15/3/1988).
57. Bununla birlikte bireysel başvuru yolu, bireylerin maruz
kaldığı temel hak ihlallerinin tespit edildiği ve tespit edilen ihlalin ortadan
kaldırılması için etkin araçları içeren anayasal bir güvencedir. Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut biçimde
Anayasa’ya aykırılığının incelenmesini sağlayan bir yol olarak
düzenlenmemiştir. Bir yasama işlemi veya düzenleyici idari işlemin, temel hak
ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda bireysel başvuru yoluyla doğrudan
bu işlemlere değil ancak uygulanan bireysel işlem, eylem ve ihmallere karşı
başvuru yapılabilecektir. Buna göre başvuruda Anayasa Mahkemesinin görevi
hükümlülerin durumu bakımından getirilen sınırlamaların soyut denetimini yapmak
olmayıp somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkının kamusal bir
müdahale nedeniyle ihlal edilip edilmediğini ortaya koymaktır.
58. Somut olayda İdare Mahkemesi her ne kadar önce başvurucudan
eksik harcı tamamlamasını istemişse de başvurucu bu isteme verdiği cevapta
mahkûm olduğunu belirtince Mahkeme, dava ehliyeti yönünden başvurucunun
kısıtlılığını araştırmış; dava sürerken kısıtlandığını öğrenince davanın devam
etmesi için vasinin davaya icazet vermesini gerekli görerek vasiden icazet
vermesini istemiştir. İdare Mahkemesi buaşamada
harçla ilgili yeni bir işlem yapmamış ve karar vermemiş, ilgili usul kuralları
(§§ 27, 28) gereği harçtan önce dava ehliyetini tespite çalışmıştır.
59. Başvuru konusu davanın incelenebilmesi amacıyla İdare
Mahkemesinin vasiden icazet istediğinin hem başvurucu tarafından hem de vasisi
tarafından bilindiği tartışmasızdır. Olayda vasiye icazet kararının
değerlendirmesi için yeterli olacak şekilde on günlük bir süre verildiği hatta
karar verilmeden önce bir aylık bir süre beklendiği de görülmektedir.
Başvurucu, başvuru dosyasındaki ve başvuruya konu İdare Mahkemesi dosyasındaki
dilekçelerinde (§§ 14, 18, 21, 22) vasinin söz konusu izni, harç ödemekten
endişe etmesi nedeniyle vermediğini belirtmişse de İdare Mahkemesi,
başvurucunun kısıtlı olduğunu öğrendikten sonra harçla ilgili bir talepte
bulunmamış; öncelikle dava ehliyetini sağlamaya çalışmıştır. Mevcut mevzuat
hükümlerine göre ancak dava ehliyeti sağlandıktan sonra adli yardım talebinin
incelenmesine geçilebilecektir. Kaldı ki İdare Mahkemesi,vasinin tebligata elverişli adresini
bildirmesini istediği yazıda da başvurucuya, vasiye icazet verip vermediğinin
bildirilmesine ilişkin ara kararı tebliğ etmeye çalıştığını açıkça belirtmiştir
(bkz. § 17). Öte yandan başvurucu, İdare Mahkemesindeki dava sırasında vasisine
ulaşamadığını veya vasisini değiştirmek istediğini de ileri sürmemiş; temyiz
kararından sonra vasisini değiştirdiğini İdare Mahkemesine bildirmiştir.
60. Başvurucu bireysel başvurusunda, mahkûmiyete bağlı sorunlar
nedeniyle vasisine ulaşamadığını ve sonrasında vasisini değiştirdiğini ileri
sürmüş ise de Derece Mahkemesi önündeki yargılamada bu husustan şikâyet etmediğianlaşılmaktadır. Kural olarak başvurucuların
başvuruya konu yargılamada sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında ilgili
makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek
için gerekli özeni göstermiş olması gerekmektedir (Ayşe Zıraman, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 17). Hükümlülerin bulundukları koşullar gereği diğer kişilere
nazaran bazı haklarını kullanırken birtakım sınırlamalara tabi olabilecekleri
veya fiilî engellemelerle karşılaşabilecekleri, bu kapsamda başvurucunun
başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermede zorluk yaşamış
olabileceği kabul edilebilir bir durum olmakla birlikte başvurucunun Derece
Mahkemesindeki yargılama sırasında böyle bir durumdan şikâyet etmediği
anlaşılmaktadır.
61. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde tam yargı
davasında vasinin davaya icazet vermemesi nedeniyle davanın ehliyet yönünden
reddedilmesinde kamu makamlarına atfedilecek bir kusur bulunduğu
söylenemeyeceğinden başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği
sonucuna varılmaktadır.
62. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Erdal TERCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA
13/4/2016 tarihinde Erdal TERCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1- Başvuru dilekçesinden, başvurucunun; 1997 yılında gözaltına
alınırken el konulan 153 adet hisse senedinin kendisine geri verilmediğini, bu
nedenle uğradığı zararın tazmini talebiyle 30.12.2011 tarihinde dava açtığını,
bu arada işlediği bir suç nedeniyle mahkumiyetine karar verildiğini, ceza evine
alındığını, kendisine vasi atandığını, tazminat davasına bakan idare
mahkemesinin de kendisinden eksik kalan harcın tamamlanmasını istediğini, ceza
evinde olduğu için harcı ödeyemeyeceğinden adli yardım talebinde bulunduğunu,
ancak idaremahkemesinin, adli yardımdan önce
kendisine vasi atanıp atanmadığını araştırdığını, vasi atandığını öğrenmesi
üzerine açılan davaya icazet verip vermeyeceğini açıklaması için vasiye süre
verdiğini, belirlenen süre içinde vasinin herhangi bir cevap vermemesi üzerine,
davaya icazet verilmediği gerekçesiyle davayı ehliyet yokluğu nedeniyle
reddettiğini, bu arada başvurucunun vasisinin değiştirilmesini istediğini ve
talebi doğrultusunda vasinin değiştirildiğini; başvurucunun, idare mahkemesinin
vermiş olduğu davanın ehliyet yokluğu nedeniyle reddi kararını temyiz ettiğini,
ancak, Danıştay Onuncu Dairesinin temyiz talebini, temyiz talebinin vasi
tarafından onaylandığına ilişkin herhangi bir belge sunulmadığından,
başvurucunun, vesayet altında olması nedeniyle tek başına dava açma ve temyiz
etme ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle temyiz talebini de reddettiğini, bunun
üzerine bireysel başvuruda bulunduğunu ve Anayasa’nın 38. ve 40. maddelerinde
düzenlenen haklarının ihlâl edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür.
2- Bölüm Çoğunluğu, başvuruyu kabul edilebilir bulmuş ve
mahkemeye erişim hakkı açısından başvurunun esasını inceleyerek ihlâl olmadığı
sonucuna varmıştır.
3- Kanaatimce, başvurunun kabul edilebilirliğine karar vermeden
önce, başvurucunun başvuru ehliyeti açısından durumunun ayrıca incelenmesi
gerekmektedir. Tıpkı dava ehliyeti gibi, başvuru ehliyeti de bir kabul
edilebilirlik şartı olup, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesi aşamasında,
diğer kabul edilebilirlik şartları gibi Anayasa Mahkemesince re’sen incelenmelidir.
4- 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin 7. fıkrasında “Bireysel
başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde
ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır”
hükmü bulunmaktadır. Buna göre, bireysel başvuru ehliyeti açısından ilgili usul
kanunu’ nun6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) olduğu açıktır.
5- HMK m. 51’e göre, dava ehliyeti, medeni hakları kullanma
(fiil) ehliyetine göre belirlenir. 4721 sayılı Medeni Kanun (MK) m. 14’e göre de, “Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve
kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur.”
6- MK’un16. maddesinin birinci fıkrasına göre “Ayırt etme gücüne
sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi
işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı
sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir.". Aynı Kanun'un
407. maddesine göre de“Bir
yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin
kısıtlanır.
Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir hükümlünün
cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili
vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür.”
7- Vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı
kalmak kaydıyla vasi, vesayet altındaki kişiyi bütün hukukî işlemlerinde temsil
eder (MK m.448). Buna göre, acele hâllerde vasinin geçici önlemler alma yetkisi
saklı kalmak üzere, dava açma, sulh olma, tahkim ve konkordato yapılması gibi
işlemler de vesayet makamının izni gereklidir (MK m. 462/8).
8- MK m.453 vd gereğince vesayet
altındaki kişi,bir meslek
veya sanatla uğraşma izni verilmişse, kendi tasarrufuna bırakılmış malvarlığı
ile ilgili olarak yahut münhasıran şahsa bağlı hakları için vasinin izni
olmaksızın dava ehliyetine sahiptir. Bunların dışındaki diğer hallerde kanunda
belirtildiği şekilde vasinin izni ile fiil ve bu duruma bağlı olarak dava
ehliyetine sahiptir. Kısıtlı, vasinin izni olmadan dava açarsa, mahkeme
tarafından verilen sürede vasi davaya icazet verebilir, süresi içinde icazet
verilmezse, mahkeme davayı dava ehliyeti yokluğundan reddeder.
9- HMK’daki düzenlemeye ve usul
hukukundaki uygulamaya paralel olarak, bireysel başvuruda da,
vesayet altındaki kişinin, vasinin iznine tabi bir dava nedeniyle bireysel
başvuruda bulunabilmesi için, ayrıca vasinin iznine ihtiyaç olup olmadığı
araştırılmalıdır.
10- Öncelikle belirtmek gerekir ki, kısıtlı bir kimsenin, bazı
işlemleri yapabilmesi bu bağlamda dava açabilmesi için vasinin iznine tabi
tutulması ilk bakışta, kısıtlının mahkemeye erişim hakkını sınırlandıran bir
durum olarak değerlendirilebilir. Ancak, kısıtlıya vasi atanmasındaki asıl
amaç, kısıtlının hak ve menfaatlerinin daha iyi korunmasının sağlanması, bu
konuda kısıtlıya yardımcı olunmasıdır. Nitekim MK m.447,I’e
göre, vasi kısıtlıyı korumak ve bütün kişisel işlerindeona
yardım etmekle yükümlüdür.
11- Kısıtlının, münhasıran şahsa bağlı bir hakkı veya kendi
tasarrufuna bırakılmış malvarlığı yahut bir meslek veya sanatla uğraşma izni
verilmişse bununla ilgili konularda vasinin izni olmadan bireysel başvuruda
bulunabilmesi doğaldır. Ancak bu konuların dışında diğer konularda da, bireysel başvurunun özelliği gereği ve mahkemeye erişim
hakkı çerçevesinde, kısıtlıların bireysel başvuruda bulunup bulunamayacağı
somut olayın özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir.
12- Anayasa Mahkemesi, uzun süreli hürriyeti bağlayıcı ceza
aldığı için ceza evinde olan ve zorunlu olarak kendisine vasi atanan bir
mahkûmun, ceza evinde kendisine gönderilen postaların teslim edilmemesi yahut
gönderdiği şeylerin ceza evi idaresince sakıncalı bulunarak ilgilisine
gönderilmemesine ilişkin şikayetlerle ilgili olarak vasinin iznini aramaksızın
bireysel başvuruda bulunulabilmesini kabul etmiştir (Örneğin bkz. Bilal Demirdağ, B.No:
2014/4892,5/11/2015). Gerçekten, böyle bir konuda bireysel başvuruda
bulunabilmek için vasinin iznini aramak gerekmeyebilir. Böyle bir konu, geniş
anlamda kısıtlının (mahkûmun) şahsına bağlı bir hak kapsamında değerlendirilebileceği
gibi, kendisi için vasi tarafından korunmayı gerektirecek bir yükümlülük de
kural olarak söz konusu değildir.
13- AİHM’ de Stanev/Bulgaristan
kararında (BD - 36760/06, Karar 17.1.2012), akıl
hastası olduğu için kısıtlanıp, kendisine bir vasi atanan vebir
sosyal eve yerleştirilen başvurucunun, kısıtlanma süreci, bu süreçte kendisine
tanınan yahut tanınmayan haklar ve kaldığı yerin şartlarına ilişkin olarak
yaptığı başvuruyla ilgili olarak şöyle demiştir: “241. Mahkemeye erişim
hakkının mutlak bir hak olmadığı doğrudur. Bu alanın niteliği gereği taraf
devletlere alanın düzenlenmesinde belli bir takdir marjının tanınması gerekir (Ashingdane, § 57).Ayrıca Mahkeme, bir kişinin usuli haklarına yönelik sınırlamalar, bu kişi kısmen
haklarını kullanma yeteneğini kaybetmiş bir kişi olabilir, o kişinin kendi
haklarını ve başkalarının menfaatlerini ve de yargının düzenli işleyişi
nedeniyle haklı kılınabilir.Bununla beraber, bu usuli hakların kullanımı, ilgilinin yargı makamları önüne
taşımayı istediği dava konusunda bağlı olarak değişen bir öneme sahip olabilir.
Özellikle, kişinin kendi (haklarını kullanmada) yetkisizliğine dair verilen
kararın yeniden gözden geçirilmesini istediği hallerde durum böyledir. Çünkü
böyle bir dava bir defa açıldığında yetkisizlik kararı ile etkilenen bütün
hakların ve hürriyetlerin kullanımı için belirleyici olacaktır. Bu kişi
özgürlüğüne getirilebilecek sınırlamalar için de etkili bir sonuç doğuracaktır
(Chtoukatourov, § 71). Mahkeme, bu nedenle söz konusu
hakkın kısmen yetkisiz ilan edilen kişinin haklarının korunması açısından en
temel haklardan birini oluşturduğuna inanmaktadır. Dolayısıyla ilgili kişiler
ilke olarak doğrudan mahkemeye erişim hakkından yararlanmalıdır.”
14- Görüldüğü gibi AİHM’de mahkemeye erişim hakkının mutlak bir
hak olmadığını, ülkelerin bu konuda takdir marjının bulunduğunu kabul etmekte,
ancak, başvurucunun mahkemeye erişim hakkı, yürütülen o süreç sonucu
kısıtlanıyorsa, söz konusu süreçle ilgili olarak başvuruda bulunma hakkının
bulunması gerektiği, aksi takdirde mahkemeye erişim hakkının ihlâli sonucunun
doğabileceğini kabul etmektedir.
15- Somut başvuru konusu olayda, kısıtlının münhasıran şahsına
bağlı bir hakkın kullanılması söz konusu olmadığı gibi, tasarrufuna terkedilen
bir malvarlığı yahutizin verilen bir meslek veya
sanatla ilgili bir başvuru olduğu da anlaşılamamaktadır. Ayrıca başvuru konusuedilen dava, başvurucunun kısıtlanması ve kendisine
vasi atanması sürecine ilişkin bir başvuru da değildir. O nedenle, dava konusu
153 adet hisse senedi nedeniyle tazminat davası açmak vasinin iznine tabidir.
Böyle bir konu nedeniyle dava açmanın vasinin iznine tabi kılınması da olayda
tartışma konusu yapılmamıştır. Nitekim, Bölüm çoğunluğu da vasinin izninin
alınmaması nedeniyle davanın ve temyiz başvurusunun dava ehliyeti yokluğu
nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkı açısından ihlâl oluşturmadığı
sonucuna varmıştır.
16- Buna göre somut başvuru, vasinin izni ile açılması gereken
bir tazminat davasında vasinin izninin alınmaması nedeniyle davanın
reddedilmesine ilişkindir. Başvurucu, vasisinin iznini alarak dava açabilir
yahut açtığı davaya ilişkin bireysel başvuruda bulunabilir. Başvurucunun
şikayetçi olduğu dava, kendisinin ve vasinin gerekli özeni göstermemesi ve
görevini ihmal etmesi nedeniyle reddedilmiştir. Keza başvurucunun vasinin
iznini alarak tekrar bir dava açmasına da engel yoktur.
17- Başvurucunun, vasisinin iznine tabi bir davanın ehliyet
yokluğu nedeniyle reddedilmesinden dolayı bireysel başvuruda bulunabilmesi için
de yine vasisinin izni alınmalıdır. Bu durum, bir başvuru ehliyeti olarak,
kabul edilebilirlik aşamasında incelenmeli ve başvurucu gerekli başvuru
ehliyetine sahip değilse ve bu eksiklik giderilmezse, başvurunun kabul
edilmezliğine karar verilmelidir.
18- Somut olayda da başvurucu, vasinin iznini almadan başvuruda
bulunduğundan, hukuk davalarında olduğu gibi, önceliklebu
eksikliğin giderilmesi yoluna gidilerek vasinin icazet verip vermeyeceği
sorulmalı, kendisine tayine edilen süre içinde vasi cevap vermezse yahut icazet
vermezse başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmelidir.
19- Bu bağlamda şu hususunda belirtilmesi gerekir. Bir an için
kısıtlı tarafından yapılan başvuruda Bölüm çoğunluğu tarafından ihlâl bulunduğu
ve yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğini düşünelim. Bu takdirde, vasi
tarafından izin verilmeden açılan ve reddedilen bir davanın, bireyselbaşvuru sonucu ihlâlin giderilmesi için yeniden
yargılama yapılmasına karar verildiğinde, yine vasinin izni olmamasına rağmen
görülüp görülemeyeceği de cevaplanması gereken ayrı sorudur.
20- Yukarıda belirtildiği şekilde hareket edilmeyip, vasinin
izni olmadan başvurunun kabul edilebilirliğine karar verildiğinden, Bölüm
çoğunluğunun görüşüne katılmam mümkün olmamıştır.