TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CBC TEKSTİL SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.
|
BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2013/7045)
|
Karar Tarihi: 17/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
CBC Tekstil San. Tic. Ltd. Şti.
|
Vekili
|
:
|
Av. Ünal SOMUNCUOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, 13/12/2006
tarihinde açılan tazminat davasında, makul sürede yargılama yapılmadığı, lehe
olan deliller dikkate alınmadan ve hatalı olarak hüküm kurulduğu, Mahkeme ve
Yargıtay kararlarının gerekçesiz oluşturulduğu nedenleriyle adil yargılanma
hakkının ihlali iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 4/9/2013 tarihinde
İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 13/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
16/4/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir
örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 4/5/2015 tarihli yazısında,
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine
atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 13/12/2006
tarihinde İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada, davalı banka
ile aralarında yapılan 29/11/2001 tarihli protokole göre, bankanın kendisine
ihracat kredisi kullandırmayı taahhüt ettiğini ancak bu taahhüdünü yerine
getirmediğini, bu nedenle ihracat bağlantılarını gerçekleştiremediğini, bu
şekilde kâr mahrumiyetine uğradığını, ayrıca davalı tarafa olan eski kredi
borcunun da ihracat yolu ile kapatılması mümkün olacak iken, taahhüdün yerinde
getirilmemesi nedeniyle, bu imkânın da ortadan kalkmış olduğunu belirterek,
tazminat talebinde bulunmuştur.
8. Başvurucunun iddialarına
karşı davalı taraf banka cevap dilekçesinde özetle, uzun yıllardır kredi
ilişkisi içinde oldukları başvurucunun bir süredir ödeme güçlüğü yaşadığını ve
kullanmakta olduğu kredilerin geri ödemelerinin aksadığını bu kapsamda ödeme
güçlüğünden kurtulabilmesi için başvurucu ile aralarında 29/11/2001 tarihli
protokolün imzalandığını, söz konusu protokol uyarınca başvurucu ve müşterek
müteselsil kefillerin bankaya olan toplam borçlarının tasfiyesi karşılığında
başvurucuya toplam borç tutarında 18 ay vadeli döviz kredisi kullandırıldığını,
bu krediden gelen meblağ ile başvurucunun geçmiş kredi borçlarının
kapatıldığını ve başvurucuya 18 ay gibi uzun bir vadede eski borçları ödeme ve
tasfiye imkanının sağlandığını böylelikle imzalanan protokolün başvurucuya
borçlarını kapatma konusunda bir vade yarattığını, başvurucunun kendisine
gönderilen kredi hesaplarına ilişkin özetlere itiraz etmesi sonucu Hazine
Müsteşarlığı Kontrolörleri Kurulunca inceleme başlatıldığını, dava konusu döviz
kredisinin amacı dışında kullanılmasının ve kambiyo mevzuatına aykırı bir
durumun söz konusu olmadığını belirtmiştir.
9. Açılan dava İstanbul 1.
Asliye Ticaret Mahkemesinin, E.2006/797 sıra sayısına kaydedilerek görülmeye
başlanmış, yargılama sürecinde tarafların iddiaları dinlenmiş, delil listeleri
ve ekleri ile uyuşmazlık konusu hakkında Hazine Müsteşarlığı Hazine
Kontrolörleri Kurulunca hazırlanan inceleme raporları dava dosyasına eklenmiş,
delillerin toplanmasının ardından bilirkişi raporu aldırılmış, alınan rapora
yapılan itirazların ardından ek bilirkişi raporu aldırılmıştır.
10. Bu kapsamda yapılan
yargılama sonunda İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, 1/2/2010 tarihli ve
E.2006/797, K.2010/18 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın
ilgili kısımları şöyledir:
“… Taraflar arasında düzenlenen ve geçerliliği
her iki tarafça da kabul ve aksi iddia ve iptali istenmeyen 29.11.2001 tarihli
protokolün birinci maddesi ile; Davacı borçlu şirket ve müşterek borçlu
müteselsil kefillerin 30.11.2001 tarihi itibarı ile döviz kredisi ana para ve
faizinden, teminat mektup komisyon ve gecikme faizinden, KMH ve gecikme
faizinden, SMK ve faizinden, sigorta priminden kaynaklanan protokolün 1.
maddesinde yazılı miktar DEM ve TL borçları oldukları kabul edilmiştir. 2.A
madde ile; borçlu davacı şirket tarafından 1. maddede kabul edilen borcun
30.11.2001 tarihi itibarı ile 2.945.000. EURO ana para borcu olarak
belirlenmesini,
2. B madde ile; söz
konusu borcun tamamının karşılanmasını teminen
2.495.000. EURO karşılığı libor+5,5 faiz oranının uygulanarak ve 18 ay vadeli
olmak üzere ihracat döviz kredisi tahsis edilmesini,
2. C madde ile, (d)
bendinde belirtilen ödeme planına uyulması, faizlerin zamanında ödenmesi,
ihracat taahhütlerinin tamamlanmamış olması kaydıyla bakiye alacak için
kredinin 18 ay vadeli olarak tekrarlanması,
2. D madde ile;
2.495.000. EURO tutarındaki ana paranın aşağıdaki ifa planı doğrultusunda
ödenerek tasfiye edilmesi hususlarında mutabık kalmışlardır.
29. 11.2001 tarihli
protokol kapsamında davalı banka tarafından davacı CBC Tekstil San. ve Tic.
Ltd. Şti.ne 29.11.2001 tarihinde 2.495.000. EURO (Karşılığı
3.281.234.380.000.- TL.) 220PF00427 referans numarası ile EUR cinsinden bir
İhracat Döviz Kredisi kullandırıldığı ve kullandırılan bu kredi ile davacının
daha önce davalı banka nezdinde açık bulunan 20 adet İhracat Döviz Kredisi
borçlarının faizleriyle birlikte ödenerek kapatılmış olduğu tespit edilmiştir.
Davacı tarafça,
protokoldeki kredinin yapacakları ihracatların
finansmanı için davacı şirkete tahsis edildiğini, kendilerine ödenmesi
gerektiğini, iddia etmelerine rağmen protokolün Hiçbir maddesinde tahsis edilen
ve kullandırılan döviz kredisinin ne zaman eski borçlara mahsup edileceğinin
açık olarak gösterilmediği, protokolde ihracatlar yapıldıktan sonra sağlanacak
gelirle borçların kapatılacağına ilişkinde açık bir hükmün yer almadığı tespit
edilmiştir.
Davacı borçlu
şirketin şikâyeti üzerine Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Stj.
Hazine Kontrolörü S.B. tarafından düzenlenen ve dosyaya delil olarak ibraz
edilen 06.06.2006 tarih ve 7/7 sayılı inceleme raporunun 11 nci
sayfasındaki bilgilere göre; CBC Tekstil ve yetkilileri C. ve F. B.’nin başvurulan ifadelerinde: Firmanın şikayet
dilekçelerinde öne sürülen iddiaların aksine, firmaya nakit olarak herhangi bir
paranın verilmeyeceği, yeni açılan döviz kredisi ile protokol tarihi itibarıyla
var olan borçların mahsuben ödeneceği, söz konusu protokolden doğan yeni döviz
kredisi borcunun vadeye yayılması konusunda da mutabık kalındığı, esas olarak
protokol tarihi itibarıyla borçluların bankaya olan toplam borçlarının hesap
edilerek bu borcun vadeye yayılması suretiyle firmanın ödeme gücünün
kolaylaştırılmasının amaçlandığını belirttikleri anlaşılmaktadır.
Bu bilgilere göre,
davacının bu kredinin doğrudan kendisine ödenmesi için protokol düzenlendiği
iddiaları yine davacı yetkilileri ifadesi ile çelişmektedir.
Öte yandan ihracat
döviz kredilerinin kredi kullanan firmalar açısından vergi, resim harç istinası
sağlayan özel nitelikli kredi olması ve protokolün 2.A maddesinde 30.11.2001
tarihi itibarı ile belirlenen davacı şirketin eski kredi borçları ana para
tutarı olan 2.495.000. EURO borç kadar aynı miktar davacı şirkete döviz kredisi
tahsisi edilmesi, davacı tarafça protokolün geçersiz olduğu yönünden bir
iddiasının olmadığı hususları göz önüne alındıkta ve
Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı kontrolünce düzenlenen 06.06.2006 tarihli
inceleme raporundaki davacı şirket yetkililerinin kredi tahsiline yönelik
beyanları birlikte değerlendirildiğinde yeni tahsis edilen ve eski borç miktarı
kadar olan 2.495.000. EURO paranın davacı firmaya nakit olarak ödenmeyeceği,
döviz kredisi ile protokol tarihi itibarı ile var olan eski kredi borçlarının
mahsuben ödenmesinin ve protokolden doğan yeni döviz kredisi borcunun uzun
vadeye yayılması sureti ile firmanın ödeme gücünün kolaylaştırılmasının
amaçlandığı hususunun kabulünü gerekli kılmaktadır. Davalı banka tarafından
eski borç miktarı kadar protokolle yeni döviz kredisi tahsisi etmesi de bu
görüşü doğrulamaktadır. Dosyada mevcut deliller arasında davalı bankanın eski
kredi borcunun tavsiyesi amacı dışında firmaya ihracat döviz kredisi tahsis ve
kullandırdığını, ispat eder davacı iddiası dışında başkaca delil mevcut
değildir.
Bilirkişi heyetince
1567 sayılı Türk parası kıymetini koruma hakkındaki kanunun 1. maddesi
doğrultusunda bakanlar kurulu tarafından alınan 32 sayılı karar gereği döviz
olarak kullandırılan döviz kredileri ana paralarının sağlanan başka bir döviz
kredisi ile mahsuben ödenemeyeceği kuralı gereğince davacı bankaca davacı
şirketin eski döviz kredi borçlarının protokol ile sağlanan yeni döviz kredisi
ile mahsuben ödenemeyeceği kuralı gereğince davacı bankaca davacı şirketin eski
döviz kredi borçlarının protokol ile sağlanan yeni döviz kredisi ile mahsuben
ödenmesi sebebiyle protokolün kanuna aykırılık sebebiyle davacı tarafça dava
dilekçesinde geçersizliği iddia edilmeyen Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin
2004/636 Esas 2005/511 Karar sayılı, Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin
2003/606 Esas 2005/403 Karar sayılı dava dosyaları ile geçersiz olmadığı
kesinlik kazanan protokolün geçersiz sayılması gerekeceğine, bu nedenle davalı
bankanın 29.11.2001 tarihli 2.495.000. EURO döviz ihracat kredisi ile davacı
şirketin aynı miktar eski borcunu kapatmaması, tasfiye etmemesi gerektiğine,
eski kredi borcunun faizleri birlikte aynen devam etmesi gerektiğine,
kullandırılan bu kredi ile de davacının ihracat yaparak ve yaptığı ihracattan
dönecek dövizle eski borcunu ödemesine ve artan kısmı ile de yeni borcunu
ödemesine izin verilmesi gerektiğine ilişkin görüşüne ve buna dayalı olarak
davacı tarafça delil listesi ekinde verilen fotokopi sipariş belgeleri esas
alınarak farazi yöntemle 41.000.000. EURO luk ihracat
gerçekleştirilebileceğini kaynak yetersizliğinden ihracatın gerçekleşmediğini,
tüm giderler ve vergiler tenzil edildikte şirketin
cirosunun %17 si tutarında kar sağlayabileceği esasına dayalı 1.497.000. EURO
kar mahrumiyeti zarar belirlenmesi ile ilgili Hiçbir yasal dayanağı olmayan
bilirkişi raporuna itibar edilmeyerek hükme esas alınmamıştır.
Toplanan deliller ile
29.11.2001 tarihli protokol ile davalı banka tarafından davacı şirkete tahsis
edilen 2.495.000. EURO döviz ihracat kredilerinin tasfiyesinin amaçlandığı ve
bu amaca uygun olarak da önceki kredi borçlarının faizleri ile birlikte mahsubu
yapılarak ödendiği, davacının protokol ile kullandırılan kredinin kendilerine
ödenmesi ve bu suretle ihracat bağlantılarının gerçekleşmesi sebebiyle kar
mahrumiyetine uğradıklarına ve bu kapsamda kar mahrumiyet zarar iddiasına
dayalı sabit olmayan davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir.
…”
11. İlk Derece Mahkemesinin
kararının temyiz edilmesi sonucu Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2/10/2012 tarihli
ve E.2010/10836, K.2012/14826 sayılı ilamı ile "… Dava dosyası içerisindeki bilgi ve
belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp,
değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, taraflar
arasında düzenlenen protokol sonrasında davalı tarafından davacıya
kullandırılan ihracat döviz kredisiyle ilgili olarak Başbakanlık Hazine
Müsteşarlığı Hazine Kontrolörler Kurulu raporunda, anılan kredinin, davacının
eski döviz kredilerinin tasfiyesine ilişkin kullandırıldığı, gerçekte bu yönde
iradenin olduğu şeklindeki beyanların davalı bankanın yetkililerine ait
olduğunun açıklanmış olmasına, esasen, bu durumun itiraz sonrasında alınan
bilirkişi ek raporunda da düzeltilmiş bulunmasına, her ne kadar karar
gerekçesinde açıklanan beyanların davacı yetkililerince yapıldığı yönündeki
değerlendirme doğru değil ise de bu yanlışlığın sonuca etkili olmamasına,
davacının, davalı bankadan önceden 20 ayrı kredi kullanmış bulunmasına,
ekonomik nedenlerden dolayı bu kredileri geri ödemede güçlük çekmesine, dava
konusu kredinin, 29/11/2001 tarihli protokol hükümleri, özellikle eski dönem
borcunun belirlenerek bu miktarda kredi kullandırılması ve önceki bu borcun
tasfiyesi amacıyla açıldığının açıklanması dikkate alındığında iddianın
kanıtlanamadığının sabit olmasına göre, ..." gerekçesine dayanarak
kararı onamıştır.
12. Aynı Dairece yapılan karar
düzeltme incelemesi de 13/6/2013 tarihli ve E.2013/4828, K.2013/12428 sayılı
ilâm ile reddedilmiş, karar düzeltme talebinin 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı
mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda sayılan hallerden hiçbirini ihtiva
etmediği belirtilmiştir.
13. Karar düzeltme isteminin
reddine ilişkin ilâm başvurucuya 6/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 4/9/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
15. 12/1/2011 tarihli ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul
ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür."
16. 6100 sayılı Kanun’un geçici
3. maddesi şöyledir:
“(1) Bölge adliye
mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece
Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve
başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki
hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2)Bölge
adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna
başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun
26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ
454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”
17. 1086 sayılı mülga Kanun’un,
26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun ile değiştirilmeden önceki 440. maddesi şöyledir:
“I. Yargıtay
kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki
sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir;
1- Temyiz dilekçesi vekanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle
karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların
kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,
2-Yargıtay kararında
birbirine aykırı fıkralar bulunması,
3- Yargıtay
incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya
sahteliğin ortaya çıkması.
4- Yargıtay kararının
usul ve kanuna aykırı bulunması,
…”
18. Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası A.Ş. Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 2/1/2002 tarihli ve 2002/YB-1,
2002/ŞB-1 sayılı Sermaye Hareketleri Genelgesi’nin “BÖLÜM-III KREDİLER” başlıklı ve “4. DÖVİZ VE PREFİNANSMAN KREDİLERİNİN ORTAK HÜKÜMLERİ” alt
başlıklı kısmının 6. maddesi şöyledir:
“Türk
lirası veya döviz olarak kullanılan döviz kredileri ve prefinansman
kredilerinin anapara, faiz ve masrafları, sağlanan başka bir döviz ve
prefinansman kredisi ile mahsuben ödenemez (Dahilde İşleme İzin Belgesi; Vergi,
Resim ve Harç İstisnası Belgesi kapsamı ihracat sayılan satış ve teslimler ile
döviz kazandırıcı hizmetlerin finansmanında kullanılmak amacıyla verilen
krediler hakkında Dış Ticaret Müdürlüğümüzün genelgelerindeki hükümler ile bu
Genelgemizin döviz ve prefinansman kredilerinin ortak hükümleri içinde yer alan
10’uncu madde hükümleri saklıdır.)”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 17/3/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/9/2013 tarihli ve 2013/7045
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, 13/12/2006
tarihinde Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı tazminat davasında
Mahkemenin, gerçek dışı ve hatalı olan bir beyan üzerinden gerekçe
oluşturduğunu, söz konusu gerçek dışı ve hatalı beyanın kanun yolu safhasında
Yargıtay tarafından da tespit edildiğini ancak söz konusu husus davanın esasına
etkisiz görülerek kararın onandığını, ayrıca davanın reddine dayanak alınan,
davalı taraf ile aralarında yapılan protokolün, Türkiye Cumhuriyeti Merkez
Bankası A.Ş. Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün “Sermaye
Hareketleri Genelgesine” aykırı olduğunu, yargılamanın çeşitli
safhalarında bu hususu dile getirilmesine rağmen Mahkeme ve Yargıtay
kararlarında dikkate alınmadığını belirterek, gerekçeli karar hakkının; böylece
yargılamanın tarafsızlığını yitirdiğini ifade ederek eşitlik ilkesinin ve
yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile 100.000,00 TL tazminata ve
10.000,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi,
başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, somut
dava ve buna bağlı olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki nitelendirmesini
kendisi yapar. Bu kapsamda başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği
şikâyetinin özünün, yargılama safhasında iddialarının Mahkeme ve Yargıtay
kararlarında karşılanmamasından kaynaklandığı anlaşıldığından anılan şikâyet
gerekçeli karar hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Bununla
birlikte yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki şikâyeti ise ayrıca
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
22. Başvurucu, Ankara 1. Asliye
Ticaret Mahkemesinde açtığı tazminat davasında Mahkemenin, gerçek dışı ve
hatalı olan bir beyan üzerinden gerekçe oluşturduğunu, söz konusu gerçek dışı
ve hatalı beyanın kanun yolu safhasında Yargıtay tarafından da tespit edildiğini
ancak davanın esasına etkisiz görülmesi ile onamaya hükmedildiğini ayrıca
davanın reddine dayanak alınan, davalı taraf ile aralarında yapılan protokolün,
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası A.Ş. Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün “Sermaye Hareketleri Genelgesine” aykırı
olduğunu, yargılamanın çeşitli safhalarında bu hususu dile getirilmesine rağmen
Mahkeme ve Yargıtay kararlarında dikkate alınmadığını belirterek, gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.”
24. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B.
No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
25. Ancak derece mahkemeleri,
kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber,
ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması
söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda
olabilir. Böyle bir durumda dahi ileri sürülen iddiaların zımnen reddi yeterli
olabilir (Yasemin Ekşi, B. No:
2013/5486, 4/12/2013, § 56).
26. Öte yandan temyiz
mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz
merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya
aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir.
Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş
ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını
ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi,
§ 57).
27. Somut olayda, başvuruya konu
tazminat davasındaki ihtilaf, başvurucu şirket ve davalı taraf arasında kredi
kullanımına yönelik imzalanan 29/11/2001 tarihli protokolün yorumlanmasından
kaynaklanmaktadır. Başvurucunun iddiasına göre anılan protokol ile kendisine
kullandırılacak kredi meblağının, yapacağı ihracata finansman sağlaması
kararlaştırılmıştır. Davalı tarafın iddiasına göre ise anılan protokol ile
kredi meblağının başvurucunun önceki borçlarının kapatılmasında kullanılması
kararlaştırılmıştır (bkz. §§ 7-8).
28. Bu kapsamda İstanbul 1.
Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) de aynı tespitleri yaparak yargılama
dosyasını ele almış, uyuşmazlık konusu protokolün geçerliliğinin her iki
tarafça da kabul edildiğinin ve protokolün geçersizliğinin ya da iptalinin
istenmediğinin altını çizmiş, protokol maddeleri üzerinde yaptığı inceleme
sonucu protokolde, ilgili kredinin başvurucunun yapacağı ihracat finansmanına
tahsis edildiği veya ne zaman önceki borçlara mahsup edileceğinin açık olarak
gösterildiği veya ihracat yapıldıktan sonra sağlanacak gelir ile başvurucunun
borçlarının kapatılacağı yönünde bir hükme rastlanılmadığını ve yargılama
safhasında alınan bilirkişi raporunda yer alan görüşlerin yasal dayanağının
olmadığını belirlemiştir (bkz. § 10).
29. Mahkeme ayrıca protokolde
yaptığı inceleme sonucu başvurucu şirketin davalı tarafa olan önceki borçları
toplamının kendisine tahsis edilen kredi tutarı miktarında olduğunu belirlemiş
ve somut davada başvurucunun protokolün geçersizliği konusunda bir itirazının
bulunmadığını bir kez daha ifade etmiş, Hazine Müsteşarlığı Kontrolörleri
Kurulunca hazırlanan raporu da göz önüne alarak söz konusu kredinin,
başvurucunun önceki borçlarının kapatılması ve başvurucunun ödeme gücünün
kolaylaştırılması amacını taşıdığı kanaatine varmıştır. Mahkeme gerekçeli
kararında, davalı bankanın, söz konusu krediyi başvurucunun önceki borçlarının
tavsiyesi dışında herhangi başka bir amaca tahsis ettiğine dair başvurucunun
iddiası dışında başka bir delil bulunmadığının da altını çizmiştir (bkz. § 10).
30. Öte yandan Anayasa
Mahkemesince yapılan inceleme sonucu, gerekçeli kararda Hazine Müsteşarlığı
Kontrolörler Kurulu Raporuna atıf yapılarak, başvurucunun söz konusu kredinin
doğrudan kendisine ödenmesi yönündeki iddiasının, raporda yer alan başvurucu
şirket yetkililerinin ifadeleri ile çeliştiğinin ortaya konulduğu (bkz. § 10)
ve bu bağlamda İlk Derece Mahkemesince hatalı bir beyana dayanıldığı anlaşılmış
olmakla birlikte temyiz incelemesi safhasında Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin
Mahkemece ortaya konulan söz konusu çelişkinin hatalı olduğunu tespit ettiği ve
bu hatanın sonuca etki etmediğine hükmettiği, İlk Derece Mahkemesinin diğer
tespitlerini göz önüne alarak temyiz itirazlarını reddettiği ve kararı onadığı,
karar düzeltme istemini ise istemin mülga 1086 sayılı Kanun’da sayılan
hallerden hiçbirini ihtiva etmediğini belirterek reddettiği görülmüştür (bkz.
§§ 11-12).
31. Dolayısıyla tüm bu
belirlemeler doğrultusunda somut olayda Mahkeme ve Yargıtay kararlarının keyfi
ve gerekçesiz olduğundan söz edilemeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.
32. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurucunun bu yöndeki
iddiası diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
33. Bu hususlar ile birlikte
başvurucunun, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olması nedeniyle yargılamanın
tarafsızlığını yitirdiğini ifade ederek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğine yönelik iddiasının, anılan Anayasa maddesindeki ifadeler
dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka
Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle
bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, § 33). Bu çerçevede, başvurucunun gerekçeli karar
hakkına yönelik şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun bulunduğunun anlaşılması
nedeniyle, gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiğine yönelik şikâyetinin incelemesinde ayrıca eşitlik ilkesi yönünden
değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığı
İddiası
34. Başvurucunun yargılamanın
uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
35. Başvurucu, 13/12/2006 tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret
Mahkemesinde açtığı tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek, bir davadaki
yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri, B. No:2012/13,
2/7/2013, §§ 34–59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (bkz. Gülseren Gürdal ve diğerleri, B.
No:2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No:2013/3283,
19/12/2013; Haydar İzgi, B.
No:2012/673, 19/12/2013).
37. Başvuru konusu olayda, Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde
açılan tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 1086 sayılı mülga Kanun
ile 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen ve medeni hak
ve yükümlülükleri konu alan somut yargılama faaliyetinin makul süre
değerlendirmesi için başlangıcı, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olup (Güher
Ergun ve diğerleri, § 50) bu tarih somut başvuru açısından, 13/12/2006’dır.
38. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 52), somut
başvuru açısından söz konusu tarih ise karar düzeltme talebinin Yargıtay 11.
Hukuk Dairesince reddedildiği 13/6/2013 tarihidir.
39. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
yargılamanın konusunun kredi kullanımına yönelik davalı taraf ile imzalanan
protokolden kaynaklanan uyuşmazlık nedeniyle uğranıldığı iddia olunan zararlara
karşılık tazminat istemine ilişkin olduğu, davanın 13/12/2006 tarihinde
açıldığı ve İlk Derece Mahkemesince 1/2/2010 tarihinde verilen kararın,
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2/10/2012 tarihli ilamı ile onandığı, karar
düzeltme isteminin de 13/6/2013 tarihinde reddedilmesi ile kesinleştiği
anlaşılmıştır.
40. Başvuruya konu tazminat davasının incelenmesinde; hukuki
meselenin çözümündeki güçlük, yargılamanın niteliği, maddi olayların
karmaşıklığı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık nitelikte olduğu
anlaşılmışsa da somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektirecek
bir yön bulunmadığı ve altı yılı aşkın bir sürede tamamlanan yargılama
sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
42. Başvurucu, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile 100.000,00 TL tazminata ve
10.000,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesini talep etmiştir.
43. 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, Anayasa Mahkemesince bir ihlalin tespit
edilmesi halinde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği belirtilmiştir.
44. Bu doğrultuda başvurucunun
tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin altı yılı aşkın yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net
5.000,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
45. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLMEZ
OLDUĞUNA,
2. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 5.000,00 TL
manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin
REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 TL harç ve 1.800,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
17/3/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.