TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SIDIKA YÖNETCİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7056)
|
|
Karar Tarihi: 20/4/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Sıdıka YÖNETCİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Adnan ÇUKUR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; Türkiye İmar Bankası TAŞ'ın yetkisiz olarak Devlet
İç Borçlanma Senedi satışında devletin sorumluluğunun bulunması ve zararın
tazmini için açılan davanın dava devam ederken çıkarılan kanuna dayanılarak
reddedilmesi ile vekâlet ücretinin düşürülmesi, bu kanunda öngörülen giderim
yolunun zararları tam olarak karşılamaması nedenleri ile adil yargılanma ve
mülkiyet hakları ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/8/2013 tarihinde Aydın 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıylayapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 20/10/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 13/11/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
26/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından
Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türkiye İmar Bankası TAŞ'tan (Banka) başvuru
forumunda belirtilmeyen bir tarihte 51.595,96 TL tutarında Devlet İç Borçlanma
Senedi (DİBS) satın alma işlemi yapmıştır.
9. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Bankanın
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından 21/11/1990 tarihinde aracılık
faaliyetlerinin durdurulmasına ve borsa üyelik belgesi iptal edilmiş olmasına rağmen
çeşitli gazete ve televizyonlarda ilan ve reklamlar vererek bono ve tahvil
piyasası işlemleri yapmaya devam ettiğini, çifte kayıt tuttuğunu ya da DİBS
işlemlerini kayıtlarına yansıtmadığını, özellikle 2002 yılından sonra yoğun
olarak müşterilere satılan DİBS’lerin neredeyse
tamamının karşılıksız çıktığını ve açığa satılmış olduğunu tespit ederek
3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı karar ile 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı
mülga Bankalar Kanunu’nun 14. maddesinin 3 numaralı fıkrası uyarınca adı geçen
Bankanın, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerini
kaldırmış, Bankanın yönetim ve denetimini de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna
(TMSF) intikal ettirmiştir.
10. Bu gelişmeler üzerine başvurucu 22/12/2003 tarihinde Ankara
12. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açarak BDDK tarafından yönetimine el
konularak TMSF'ye devredilen Bankadan satın aldığı
51.595,95 YTL tutarındaki DİBS tutarının hesaplanacak faiziyle birlikte hizmet
kusuru işlemek suretiyle zararın oluşmasına yol açtığını iddia ettiği davalı
idareler olan BDDK ve SPK'dan müştereken ve müteselsilen
tahsiline karar verilmesini istemiştir.
11. Yapılan yargılama sonunda Ankara 12. İdare Mahkemesi
28/12/2006 tarihli ve E.2005/274, K.2006/3344 sayılı kararıyla davanın kabulüne
ve DİBS işlem tutarı olan 51.595,95 TL’nin davanın açıldığı 22.12.2003
tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte hizmet kusurları
saptanan davalı idareler tarafından yarı yarıya davacıya ödenmesine hükmetmiş
başvurucuya Avukatlık Asgari Ücret Tarifesince (AAÜT) hesaplanan 4.927,68 TL
vekâlet ücretinin davalı idarelerden yarı yarıya alınarak ödenmesine karar
vermiştir.
12. Ankara 12. İdare Mahkemesinin bu kararına karşı davalı
idareler tarafından temyiz kanun yoluna başvurulmuş dosya temyiz aşamasında
iken 24/5/2007 tarihli ve 5667 sayılı "Bankacılık
İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk
Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan
Tutarların Ödenmesi Hakkında Kanun" ve 13/7/2007 tarihli ve
2007/12398 sayılı "Bankacılık İşlemleri
Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim
Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların
Ödenmesine İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Karar" yürürlüğe
girmiştir.
13. Temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 9/3/2010 tarihli ve E.2008/716, K.2010/2392 sayılı ilamıyla adı
geçen banka aracılığıyla satın alınan devlet iç borçlanma senetlerinin
ödenmelerine dair yeni yasal düzenleme ve Bakanlar Kurulu Kararı dikkate
alınarak yeniden bir karar verilmek üzere kararın bozulmasına ve yeniden bir
karar verilmek üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine
hükmedilmiştir.
14. Öte yandan başvurucu tarafından 13/5/2010 tarihinde 5667
sayılı Kanun ve 2007/12398 sayılı karar uyarınca ilgili idareye müracaatta
bulunulması üzerine başvurucuya Banka nezdinde dava veya icra takibi konusu
olsun veya olmasın karşılığı bulunmayan DİBS'lerden
kaynaklanan her türlü alacağını tüm asıl ve ferîleri ile birlikte T.C. Ziraat
Bankası A.Ş. aracılığıyla tahsil ettiği herhangi bir hak ve alacağı kalmadığı
beyan ve kabulünü içeren ibraname imzalaması sonucunda iç borçlanma senedi
karşılığı olarak 6/7/2010 tarihinde 66.130,02 TL ödeme yapılmıştır.
15. Danıştay Onüçüncü Dairesinin
9/3/2010 tarihli bozma ilamına uyan Ankara 12. İdare Mahkemesi 17/6/2010
tarihli ve E.2010/864, K.2010/928 sayılı kararıyla yasal düzenleme ile
giderilecek olan zararın tazmini istemiyle açılan davanın konusu kalmadığı
gerekçesiyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiş
başvurucuya AAÜT uyarınca 500 TL vekalet ücretinin davalı idarelerden yarı
yarıya alınarak ödenmesine karar vermiştir.
16. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu
Danıştay Onüçüncü Dairesi 31/10/2011 tarihli ve
E.2010/3634, K.2011/4816 sayılı ilamıyla onamaya hükmetmiş, karar düzeltme
istemini de 4/7/2013 tarihli ve E.2012/1311, K.2013/2064 sayılı ilamıyla
reddetmiştir.
17. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya
1/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 27/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
19. Anayasa Mahkemesince 9/2/2016 tarihinde TMSF Başkanlığına
müzekkere yazılarak başvurucunun 5667 sayılı Kanun uyarınca talepte bulunup
bulunmadığı hususun bildirilmesi ile talepte bulunulmuş ise ödeme yapılıp
yapılmadığı hususunun bildirilmesi istenilmiştir.
20. TMSF Başkanlığınca Anayasa Mahkemesine gönderilen 1/3/2016
tarihli cevap yazısında başvurucunun, 5667 sayılı Kanun kapsamında 13/5/2010
tarihinde talepte bulunduğu ve bu talep doğrultusunda 2/7/2010 tarihinde Ziraat
Bankası A.Ş. Aydın Şubesine 66.130,02 TL tutarında ödeme yapıldığı ilgili şube
tarafından da bu ödemenin 6/7/2013 tarihinde başvurucuya ödendiği bildirilmiş,
yazı ekinde bu işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler sunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
21. 18/6/1999 tarihli ve 4389
sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun 10. ve 16. Maddelerinin ilgili kısımları
şöyledir:
“Madde 10
...
2. ...
b) Tasarruf mevduatı, gerçek kişiler tarafından bu nam altında
açtırılan ve ticari işlemlere konu olmayan mevduattır. ...
…
3. 17.2.1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin rehinlere ve
22.4.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanununun
alacağın devir ve temlikine ilişkin hükümleri ile diğer kanunların verdiği
yetkiler ve koyduğu yükümlülükler saklı kalmak şartıyla, mevduat sahiplerinin
mevduatlarını geri alma hakları hiçbir suretle sınırlandırılamaz. Mevduat
sahibi ile banka arasında vade ve ihbar süresi hakkında kararlaştırılan şartlar
saklıdır.”
“Madde 16
...
3. Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat
sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır.
Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan
ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından
teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir. Bu şekilde
alınan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karar tarihinden itibaren
altı ay içinde dava ve icra-iflas takibine konu olmaz ise kendiliğinden ortadan
kalkar. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı
tarihten itibaren bankanın alacaklıları, alacaklarını temlik edemez veya bu
sonucu doğurabilecek işlemleri yapamazlar. Fon, yönetim ve denetimi kendisine
intikal eden bankadaki sigortalı mevduatı doğrudan veya ilan edeceği başka bir
banka aracılığı ile ödeyerek, mevduat sahipleri yerine bankanın doğrudan
doğruya iflasını ister. Bu görev ve yetki münhasıran Fona aittir. ...”
22. 24/5/2007 tarihli ve 5667 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma
ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim
Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların
Ödenmesi Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
“(1) Mülga 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulunun 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı Kararı ile bankacılık işlemleri yapma
ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketi
tarafından, Banka bünyesinde karşılığında Devlet iç borçlanma senedi
bulunmamasına rağmen ikincil piyasada Devlet iç borçlanma senedi satışı adı
altında toplanan tutarlar, başvuru halinde bu Kanunda belirlenen esaslar
çerçevesinde Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilecek özel tertip Devlet iç
borçlanma senetleri kullanılmak suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
aracılığıyla ödenir.
(2) Bu Kanun uyarınca yapılacak ödemelerde; hak sahipliğinin tespitinde
Müflis Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin kayıtları esas alınır. Hak
sahiplerinden talep toplanması, talep toplamanın şekli ve süresi, hak
sahipliğinin ispatında aranacak belgeler, ödemeye aracı olacak bankanın
tespiti, nakden ve defaten yapılacak ödemenin şekli ve süresi ile kesinleşmiş
idarî yargı kararlarına veya bu nitelikteki kararlara dayalı icra takiplerine
ilişkin her türlü ödemeler, uygulanacak faiz oranı ile faizin başlangıç tarihi,
hak sahiplerine yapılacak ödeme nedeniyle istenebilecek ibraname ve diğer
belgelerin içeriği ile ödemelere ilişkin diğer usûl
ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.
(3) Bu Kanun kapsamında yapılacak ödemelerde, Türkiye İmar Bankası Türk
Anonim Şirketine Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla yatırılan tutarları
ifade eden işlem tutarları esas alınır.”
23. 5667 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla Türkiye İmar Bankası
Türk Anonim Şirketine yatırılan tutarlar nedeniyle idarî yargı mercilerinde
açılan davalar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır.”
24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller:" kenar
başlıklı 31. maddesi şöyledir:
"1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan
hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve
reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların
vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif,
delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma
sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve
inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik
işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır.
..."
25. 5667 sayılı Kanun'un 1. maddesine göre Bakanlar Kurulu
tarafından çıkarılan 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı "Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul
Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç
Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesine İlişkin Esas
ve Usuller Hakkında Karar"ın
(BKK) 1., 3. ve 4. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:
"MADDE 1-
(1) Bu
Kararın amacı; bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan
Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet iç borçlanma senedi satışı
adı altında toplanan tutarların ödenmesine ilişkin esas ve usullerin
düzenlenmesidir.”
“MADDE 3-
1) Banka tarafından toplanan işlem tutarları
ve bu Kararın 4 üncü maddesinin altıncı fıkrası
uyarınca işleyecek faizleri, bu Karar hükümlerine göre başvuran hak
sahiplerine, ekte yer alan taahhütname ve ibraname ödeme sırasında Ödeme
Bankası tarafından alınmak kaydıyla, Fon aracılığıyla ödenir. Fon tarafından,
bu fıkra kapsamında aktarılan tutarlara ilişkin bilgiler yazılı ve elektronik
ortamda BDDK, SPK ve Müsteşarlığa bildirilir.
(2) Bu Karar kapsamında kesinleşmiş idari
yargı kararlarına dayanan her türlü ödemeler; hak sahiplerinin kesinleşme
şerhli ilam ve aşağıdaki belgelerle birlikte BDDK ve SPK'ya ayrı ayrı
yapacakları yazılı başvuru üzerine, anılan idarelerin Fona yapacakları ortak
bildirimini müteakip, Fon tarafından ödeme tarihine kadar hesaplanacak faizleri
ile birlikte Ödeme Bankasına altmış gün içinde aktarılır.
...”
"MADDE 4-
(1) 3 üncü maddenin
birinci fıkrası kapsamında ödeme talep edenkişiler
tarafından, bu Kararın yayımı tarihinden itibaren yirmi gün içinde, iadeli taahhütlüposta yolu ile veya özel şirketler aracılığıyla
imza karşılığı teslim suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu adına başvuru
merkezi olarak belirlenen “Büyükdere Caddesi Bentekİşhanı
No:47 K:1Mecidiyeköy 34387 Şişli – İstanbul” adresine başvurulur.
...
(6) Bu madde kapsamındaki ödemelerde anapara
olarak işlem tutarı esas alınır. Söz konusu tutara, 19/1/2004 tarihinden bu
maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son gününe kadar,
Türkiye İstatistik Kurumunca bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru
süresinin son günü itibarıyla açıklanmış olan en son Tüketici Fiyat Endeks
sayısının, tahakkuk dönemi başlangıç tarihinde açıklanmış en son Tüketici Fiyat
Endeks sayısına bölünmesi ile bulunan oran üzerinden faiz tahakkuk ettirilir.
...
(10) Bu maddenin birinci fıkrasında yer alan
yirmi günlük sürenin bitiminden sonra yapılacak başvurular ile süresi
içerisinde yapılmış olmakla birlikte bu maddenin dördüncü fıkrası hükmü saklı
kalmak kaydı ile evrakı eksik olan başvurulara ilişkin ödemeler, gecikmeli
talebin Fona ulaştığı veya eksik bilgi ve belgelerin tamamlanarak Fona
ulaştırıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde Fon tarafından, altıncı fıkra
çerçevesinde hak sahiplerine ödenmek üzere Ödeme Bankasına aktarılır."
26. 24/12/2009 tarihli ve 27442 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 2010 yılı Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Ücret Tarifesi'nin ikinci kısım ikinci bölümünün 14. bendi
şöyledir:
"14. İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar için
a) Duruşmasız ise 500,00 TL
..."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu açtığı dava görülmekte iken çıkarılan 5667 sayılı
Kanun ile yargılamaya müdahale edildiğini bunun sonucunda Mahkemece davanın
konusu kalmadığı gerekçesiylekarar verilmesine yer
olmadığına hükmedildiğini, daha önce lehine hükmedilen vekalet ücretinin
düşürüldüğünü, söz konusu Kanun ile faiz yönünden uğranılan gerçek zararının
çok altında ödeme yapılmasının öngörüldüğünü belirterek adil yargılanma ve
mülkiyet hakları ile hak arama özgürlüğünün ihlal ettiğini ileri sürmüş 150.000
TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
30. Başvurucunun 5667 sayılı Kanun ile yetkisiz DİBS satışından
dolayı uğranılan zararın giderimi yoluna gidildiği ancak faiz yönünden
uğranılan gerçek zararının çok altında ödeme yapıldığı iddiasının mülkiyet
hakkının ihlali iddiası kapsamında, yargılama devam ederken yapılan
düzenlemeler ile yargılamaya müdahale edildiği iddiasının silahların eşitliği
ilkesinin ihlali iddiası kapsamında, yargılama sonunda düşük vekalet ücretine
hükmedildiği iddiasının mahkemeye erişim hakkının ihlali iddiası kapsamında
incelenmesi uygun görülmüştür.
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
31. Başvurucu yetkisiz DİBS satışı nedeniyle uğradığı zararın
5667 sayılı Kanun ve 2007/12398 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında öngörülen
giderim yolunda giderilmeye çalışıldığını ancak bu yolun zararının tamamını
karşılamada yetersiz kaldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
32. Bakanlığın görüş yazısında özetle 5667 sayılı Kanun ve
ilgili Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca başvurucuya anapara ile TEFE-TÜFE faizi
eklenmek sureti ile ödeme yapılması imkanının bulunduğunu bu şekilde yapılacak
ödeme ile başvurucunun katlanılmaz bir yüke maruz kalıp kalmayacağının ve adil
bir denge oluşturulup oluşturulamayacağının Anayasa Mahkemesince
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
33. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı herhangi bir beyanda
bulunmamıştır.
34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. ...”
35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
36. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip
olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel
başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından
yapılabilir.”
37. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin
bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi
için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar
başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya
işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden dolayı
kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların
sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur”
olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur
Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
38. Bireysel başvuruda “mağdur”
kavramı davada menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız
bir şekilde yorumlanmaktadır. Bu kavramın yorumu günümüzde toplumun koşulları
ışığında değişime tabi olup bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde
uygulanmalıdır (Arman Mazman,
B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 40).
39. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bir hakkın ihlaline
karar verilebilmesi için mağdurluk statüsünün ve/veya başvuruya konu olan kamu
gücü kullanımına dayalı temel nedenlerin başvuru hakkında karar verileceği
zamana kadar devam etmesi gerekir. Mağdurluk statüsünün devamı konusunda
değerlendirme yapılırken başvurucunun şikâyet ettiği hususların hâlâ mevcut olup
olmadığı ve muhtemel hak ihlalinin etkilerinin giderilip giderilmediği
incelenmelidir (Arman Mazman,
§ 41).
40. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir.
Anayasa’ya göre bu hak mutlak bir hak olmayıp ancak kamu yararı amacıyla ve
kanunla bu hakka sınırlama getirilebilir. (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
41. Mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde
kullanılabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmayıp
özellikle başvurucuların kamu makamlarından meşru beklentilerinin olduğu
tedbirler ile mülkünden etkili bir biçimde yararlanabilmeleri arasında doğrudan
bir bağ bulunduğu durumlarda ayrıca pozitif koruma önlemlerinin de alınması
gerekmektedir (Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, §
134).
42. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri
kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir.
Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin
gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir.
Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve gerçekleştirilmesi
için devletin alacağı tedbirlerden bahsedilmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §
38).
43. Bireylerin Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) ortak koruma alanında bulunan temel haklara özel hukuk kişileri
tarafından yapılan müdahaleler sonucu haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda
devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilir. Devletin bu tür haksız
müdahalelere karşı bireylerin mülkiyet hakkının korunması için etkili iç hukuk
yolları ihdas ederek yapılan müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak
suretiyle koruma talep edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda
özel kişilerin çatışan hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce Anayasa'ya
uygun yorumla temel hakların korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili
bir iç hukuk yolu ihdas ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı
oluşturarak üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye Emekliler Derneği, § 39).
44. Somut başvuruya konu davada başvurucuya elinde DİBS olmadan
ve ikincil piyasada bunları satma yetkisi bulunmayan Banka tarafından
karşılığında bedeli alınarak DİBS satışı gerçekleştirilmiştir. Satışı yapan ve
başvurucuların zararına neden olan Banka bir özel hukuk tüzel kişisidir.
Başvurucuyu mülkünden mahrum bırakan işlemin kamu gücü kullanılmasından
kaynaklanmadığında bir şüphe bulunmamaktadır (Turgay
Şen, B. No:2013/6941, 6/1/2016, § 40).
45. Bununla birlikte Anayasa’nın 167. maddesinin ilk fıkrasında “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet
piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici
tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önler.” denilmektedir. 4389 sayılı mülga Kanun ve
19/12/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu da bahsedilen Anayasa hükmü
ile devlete verilen finansal piyasaların güven içinde çalışması ve tasarruf
sahiplerinin haklarının korunması amacıyla çıkarılmıştır. Nitekim 5411 sayılı
Kanun’un 1. maddesinde bu amaç “Bu Kanunun
amacı, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanmasına, kredi sisteminin
etkin bir şekilde çalışmasına, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin
korunmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.” şeklinde
ifade edilmiştir. Bahsedilen Kanunlar ile birçok kanun bu amacı gerçekleştirmek
için kamu kurumları (BDDK, TMSF ve SPK gibi) ihdas ederek finans piyasalarının
güven ve istikrarını sağlama ve tasarruf sahiplerinin haklarını koruma görevini
bu kurumlar vasıtasıyla devlete yüklemiş ve bu amaçla mevduat sigortası gibi
sistemler kabul etmiştir (Turgay Şen, §
41).
46. Mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi
ve denetlenmesi devletin görevleri arasında yer almakta olup bu görevin yerine
getirilmemesinde başta ilgili kamu kurumları olmak üzere kamu sorumluluğu
bulunduğu açıktır. Bu çerçevede karşılığı olmayan DİBS satışı nedeniyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol kapsamında pozitif yükümlülüklerinin
Mahkemece de tespit edildiği şekilde gereği gibi yerine getirilmediği
anlaşılmaktadır.
47. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Bunun yanında
ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme
yükümlülüğü, somut olayın koşullarına bağlı olarak düzenleme/kontrol yetkisinin
kullanıldığı durumlarda gerekmeyebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, §§ 83, 84, 91).
48. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünce incelenerek 6/1/2016
tarihinde karara bağlanan ve incelenmekte olan başvuru ile aynı şikayetlerin
ileri sürüldüğü Turgay Şen Başvurusu
kapsamında konu ile ilgili TMSF'den bilgi istenmiş cevaben
sunulan 20/11/2015 tarihli yazıda 5667 sayılı Kanun kapsamında Bankanın
karşılığı olmayan DİBS satışı nedeniyle Kanun'un yayın tarihinden 19/10/2015
tarihine kadar toplam 54 etapta 22.095 hesapta 26.140 adet işlem karşılığı
725.044.483,41 TL anapara olmak üzere 965.324.216,36TL ödeme yapıldığı,
2007/12398 sayılı BKK’nın 4. maddesinin onuncu
fıkrasında geçen sürenin hak düşürücü süre olarak uygulanmadığı ve ilgili
belgeler tamamlanarak başvurulması hâlinde altmış gün içinde ilgilisine ödeme
yapıldığı hâlen bu kapsamda kendilerine başvurmayan 97 hak sahibinin bulunduğu
belirtilmiştir (Turgay Şen, §
49).
49. Somut başvuruya konu davada başvurucu karşılığı bulunmayan
DİBS satışı nedeniyle DİBS'lerin işlem tutarı olan
51.595,95 TL'nin işletilecek faizi ile birlikte ödenmesi talebinde bulunmuş,Mahkemece 28/12/2006
tarihli karar ile DİBS'lerin işlem bedeli olan bu
tutarın dava tarihinden (22/12/2003) itibaren işleyecek yasal faizi ile
birlikte BDDK ve SPK’dan yarı yarıya tahsil edilerek başvurucuya ödenmesine
hükmedilmiştir. Karar temyiz aşamasında iken yürürlüğe giren 5667 sayılı
Kanun'la TMSF’ye başvurulması hâlinde Bankaya DİBS
almak amacıyla yatırılan bedelin işlem tarihinden ödeme tarihine kadar tüketici
fiyatları endeksi uygulanarak ödeneceği hükmü getirildiğinden Danıştay 13.
Dairesi uyuşmazlığın yeni ortaya çıkan hukuki durum çerçevesinde çözülmesi
gerektiği gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş ve Mahkeme bozma
kararına uymuş ve dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı vermiş, bu
karar da temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek 4/7/2013 tarihinde
kesinleşmiştir. Bu arada başvurucu da 13/5/2010 tarihinde anılan Kanun
kapsamında idareye başvurmuş ve kendisine ibraname imzalaması sonucunda iç
borçlanma senedi karşılığı olarak 6/7/2010 tarihinde 66.130,02 TL ödeme
yapılmıştır. Başvurucu kendisine ödeme yapılması ile birlikte 5667 sayılı Kanun
ile getirilen başvuru yolunun tüm zararlarını gidermediği gerekçesiyle ilgili
yargılama süreci kesinleştikten sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur.
50. Başvurucu kendisine satıldığını kabul ettiği DİBS’lerin 28/12/2006 tarihli İlk Derece Mahkemesi
kararında hükmedildiği gibi işlem tutarı olan 51.595,95 TL üzerinden dava
tarihinden itibaren işletilecek faizi ile birlikte ödenmesini talep etmekte
5667 sayılı Kanun ile getirilen giderim yolunun zararını karşılamada yetersiz
kaldığını iddia etmektedir.
51. Başvurucunun söz konusu iddiası daha önce bir başka bireysel
başvurunun konusu olarak Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünün 6/1/2006 tarihli
kararında değerlendirilmiştir (Turgay Şen).
52. Anılan kararda, başvurucunun takip ettiği yargılama
sürecinin sonunda elde etmek istediği sonuç ile 5667 sayılı Kanun'da belirtilen
giderim yoluna başvurması hâlinde elde edeceği sonuç arasında mağduriyetin
giderilmesi yönünden ciddi bir farklılık bulunmadığı tespit edilmekle birlikte
mali piyasalarda faaliyet gösteren kurumların düzenlenmesi ve denetlenmesinin
devletin görevleri arasında yer aldığı belirtilmiştir. Ayrıca özel kişiler
arasında sözleşmeden kaynaklanan başvuru konusu zararın Bankanın kötü niyetli
yönetilmesi sonucu ortaya çıktığı, burada devletin sorumluluğunun pozitif
yükümlülükler kapsamında bulunduğu ve özel kişiler arasında yapılan sözleşmede
tarafların sözleşmenin yerine getirilmemesi nedeniyle oluşabilecek zarar
riskinin taraflar üzerinde olduğu daha düşük getirili ve daha düşük riskli
sözleşme yerine daha yüksek getiri sağlayan daha yüksek riskli sözleşmeyi
tercih edenlerin sorumluluğunun da gözönünde
bulundurularak bir dengeleme yapılmasının mülkiyet hakkının ihlali anlamına
gelmeyeceği ifade edilmiş; bu kapsamda daha önce karşılaşılmamış bir yolsuzluk
tipi olarak ikincil piyasalarda satış yetkisi bulunmadan ve/veya elinde DİBS
olmadan bireylere satış yapan Banka, sahip ve yönetiminin sebep olduğu Bankaya
el konmasını gerektirecek boyutta ciddi zararının ve Bankaya mevduat veya diğer
finansman enstrümanları almak için yatırdıkları tasarrufları hileli işlemlerle
ellerinden alınmış binlerce mudinin zararını
gidererek bankacılık sisteminin tekrar istikrar ve güvene kavuşturulması ile
devam eden binlerce davanın yargısal yollar tüketilmeden gerek yargıya iş yükü
olmasının ve gerekse zarara uğrayan mudilerin yargı külfetlerine katlanmasının
önüne geçmeyi amaçlayan 5667 sayılı Kanun'la getirilen düzenlemenin öngörülen
kamu yararı ile mudilerin mülkiyet hakları arasında sağlanması gereken adil
dengeyi koruduğu sonucuna ulaşılmış ayrıca 5667 sayılı Kanun'la öngörülen
başvuru yolunun mülkiyet hakkını, sorumluluğu büyük oranda devlette kabul
ederek koruyan bir mekanizma olduğu, sorumluluklar arasında adil denge
sağladığı, ekonominin gerektirdiği kamu yararı ile kişilerin mülkiyet hakkının
korunması arasında adil dengeyi garanti altına aldığı, ilgili çözüm yolunun
başvurucu üzerinde aşırı ve ağır bir yük oluşturmadığı, başvurucunun iddia
ettiği gibi davası görülmeye devam etse dahi Danıştay içtihadının işlem
bedelini kanuni faizle ödenmesi yönünde olduğu ve bu yönde bir karar ile
ödenecek meblağın 5667 sayılı Kanun yoluyla yapılacak ödemeden ciddi manada
farklı olmayacağı ifade edilerek anılan Kanun ile getirilen çözüm yolunun
tüketilmesi gereken etkili bir yol olduğu hüküm altına alınmıştır (Turgay Şen, §§ 53-62).
53. AİHM de yetkisiz DİBS satışı nedeniyle 5667 sayılı Kanun
yoluna başvurduktan sonra taahhütname ve ibraname imzalatılması ile
zararlarının tam karşılanmamasından şikâyet eden başvuranların, ödemeleri kabul
etme konusunda devlet makamlarının baskısına maruz kalmadıklarını, bu kapsamda
söz konusu düzenlemenin temel amacının bankacılık sistemi ve mali sistemi
desteklemek ve bankacılığın etkinliğini güvence altına almak, bankacılık
sisteminin devamlılığı ile bu bankalarda hesapları olan kişilere yapılacak
ödemeler arasında bir denge sağlamak olduğu ve bu kapsamda müdahalenin meşru
amacının bulunduğunu ifade etmiş, bu kapsamda 5667 sayılı Kanun'a ilişkin
hükümler gereğince alacaklılar arasında adil yönetimin sağlandığını ve ulusal
ekonominin gerektirdiği genel yararın gerekleri ile kişilerin mülkiyet hakkının
korunması arasında adil dengenin garanti altına alındığını ve müdahalenin
başvuranlar üzerinde aşırı ve ağır bir yük oluşturmadığını değerlendirmiş ve
ilgili şikayetler yönünden başvuruları kabul edilemez bulmuştur (Erdem ve Egin-Erdem/Türkiye,
B. No: 28431/06, 17/11/2009).
54. Bu kapsamda somut başvuruya konu şikâyet
değerlendirildiğinde başvurucuların 5667 sayılı Kanun'da öngörülen yola
başvurduğu ve kendilerine 17/1/2008 tarihinde toplam 222.897,58 TL ödeme
yapıldığı, bu bağlamda ve yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında (bkz. §§
57, 58) başvurucuların mağduriyetinin 17/1/2008 tarihinde sona ermiş olduğu
sonucuna varılmıştır.
55. Açıklanan nedenlerle başvurucuların mülkiyet hakkına yönelik
şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettikleri anlaşıldığından başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
56. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların
eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule
ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin
diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını
makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına
gelmektedir (Yaşasın Aslan, B.
No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Kural olarak başvurucular davanın karşı
tarafına tanınan bir avantajın kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan
olumsuz etkilendiğini ispat etmek zorunda değildirler. Taraflardan birine
tanınan diğerine tanınmayan avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna
dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş sayılabilir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793,
18/9/2014, § 37).
57. Devletin, kendisi taraf olsun ya da olmasın davanın
taraflarından birini diğerine nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle getiren
kanuni düzenlemeler yapması, silahların eşitliği ilkesi ve dolayısıyla
yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi kuralına aykırılık oluşturur. Bir
başka ifadeyle yasama organının, yargılamadaki taraflardan birinin lehine sonuç
doğuracak şekilde kanun çıkarttığı durumlarda, davanın taraflarının eşit
konumda olduğu söylenemez. Bunun için yargısal süreci etkilediği iddia edilen
düzenlemenin taraflardan birinin davadaki başarı şansını önemli ölçüde
azaltması, ortaya çıkan bu sonuç ile kanuni düzenleme arasında bir illiyet bağı
bulunması ve bu illiyet bağını kesen veya zayıflatan başka etken ortaya
çıkmamış olması gerekir (Zekiye Şanlı,
B. No: 2012/931, 26/6/2014, § 72).
58. Somut başvuruya konu davada 5667 sayılı Kanun'un yürürlüğe
girmesiyle başvurucunun davası ve benzer davalar hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar verilmiştir. Bu yönde kararın verilmesinin nedeni 5667 sayılı
Kanun'un yeni bir idari başvuru yolu sunması ve devam eden davaların bu yolla
çözümünü öngörmesidir.
59. Yukarıda anlatıldığı gibi 5667 sayılı Kanun'la öngörülen
yeni başvuru yolu, yargı yoluna gerek kalmadan mudilerin haklarını korumayı
amaçlamakta olup başvurucunun davası İlk Derece Mahkemesinde çıkan karar veya Danıştayın verdiği hükümle kesinleşmiş olsa elde edeceği
bedele yakın bir bedeli yargı masrafları ve süreçlerine katlanmadan elde
etmesini temin etmeyi amaçlamaktadır. Öngörülen bu yol başvurucuyu ve diğer
mudileri dezavantajlı duruma düşürme veya davanın esasını oluşturan tazminatı
devlet lehine kaldırmayı amaçlayan bir düzenleme olmayıp dava konusu edilmiş
bedeli (başvurucuların DİBS alımı işlemine konu ettikleri anapara miktarını) enflasyon
farkı ilave ederek yargısal yollara gerek kalmaksızın pratik ve hızlı bir
biçimde ödemeyi sağlamaktadır. Bu düzenlemenin kamu yararını sağlamanın yanında
uzun yargısal süreçler ve talep fazlası için aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti
ve harçlar gibi yargı masraflarına katlanmadan sonuç almaya imkân verdiğinden
başvurucu dâhil benzer durumda olan mudilerin de yararını sağlamaya yönelik
olduğu açıktır. Nitekim 22.095 hesap sahibinin tamamına yakını bu yola
başvurarak Bankaya yatırdığı bedeli enflasyon farkıyla birilikte
tahsil etmiştir (Turgay Şen, §
66).
60. Açıklanan nedenlerle başvurucuların silahların eşitliği
ilkesinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
61. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız
hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren
sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
62. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak sınırlandırılabilen bir
haktır. Bununla birlikte sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek nitelikte
olmaması, meşru bir amaç izlemesi, ölçülü olması ve başvurucuya ağır bir yük
getirmemesi gerekir (Serkan Acar,
B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
63. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması
ve mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkların makul sürede
bitirebilmesi amacıyla belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin
kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız kılmadıkça ya da aşırı derecede
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Davanın
sonucuna göre kaybeden tarafa yüklenen vekâlet ücretinin davanın açıldığı tarih
itibarıyla öngörülebilir gider olarak kabulü mümkün olmadığından mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğinden söz edilemez (Yaşasın Aslan, § 24; Serkan
Acar, §§ 38-40).
64. Somut başvuruya konu olayda, öncelikle başvurucu tarafından
açılan davayı kabul eden Ankara 12. İdare Mahkemesinin, 28/12/2006 tarihli
kararı ile başvurucu lehine AAÜT uyarınca nispi olarak hesaplanan 4.927,68 TL
vekalet ücretine hükmedilmiş, ardından yargılama dosyası temyiz incelemesinde
iken çıkarılan 5667 sayılı Kanun ile dava konusuna ilişkin yeni bir çözüm yolu
oluşturulması sonucu ve Danıştay Onüçüncü Dairesince
ilgili uyuşmazlığın da bu yola başvurularak çözülmesi gerektiği gerekçesiyle
bozmaya hükmedilmiştir. Bozma üzerine dava dosyası üzerinde yeniden inceleme
yapan Ankara 12. İdare Mahkemesi 17/6/2010 tarihinde karar verilmesine yer
olmadığına hükmetmiş ayrıca başvurucu lehine karar tarihi itibarıyla yürürlükte
olan 2010 yılı AAÜT uyarınca idare ve vergi mahkemelerinde takip edilen
davalarda duruşmasız işler için öngörülen 500 TL vekalet ücretine hükmetmiştir.
Bu karar temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçmiş ve 4/7/2013 tarihinde
kesinleşmiştir.
65. Bununla birlikte başvurucu, 5667 sayılı Kanun ile
oluşturulan giderim yoluna da 13/5/2010 tarihinde müracaat ederek, Türkiye İmar
Bankası nezdinde dava veya icra takibi konusu olsun veya olmasın karşılığı
bulunmayan DİBS'lerden kaynaklanan her türlü
alacağını tüm asıl ve fer’ileri ile birlikte, T.C.
Ziraat Bankası A.Ş. aracılığıyla tahsil ettiği, herhangi bir hak ve alacağı
kalmadığı beyan ve kabulü karşılığında (bkz. § 14), 66.130,02 TL tutarında
ödeme almıştır. Bu durumda yukarıda da yer verilen tespitler ışığında (bkz. §
59) 5667 sayılı ile öngörülen giderim yolunun yargı yoluna gerek kalmadan
mudilerin haklarını korumayı amaçlamakta olduğu, başvurucunun davası İlk Derece
Mahkemesinde çıkan karar veya Danıştayın verdiği
hükümle kesinleşmiş olsa elde edeceği bedele yakın bir bedeli yargı masrafları
ve süreçlerine katlanmadan elde etmesini temin etmeyi amaçladığı, ilgili yolun
başvurucuyu ve diğer mudileri dezavantajlı duruma düşürme veya davanın esasını
oluşturan tazminatı devlet lehine kaldırmayı amaçlayan bir düzenleme olmadığı
ve düzenlemenin kamu yararını sağlamanın yanında uzun yargısal süreçler ve
talep fazlası için aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti ve harçlar gibi yargı
masraflarına katlanmadan sonuç almaya imkân verdiği hususları da bir bütün
olarak değerlendirildiğinde, başvurucunun İlk Derece Mahkemesince karar
verilmesine yer olmadığı hükmü kurulması ile lehine hükmedilen vekalet
ücretinin düşürülmesinin mahkemeye erişim hakkına engel teşkil etmediği
sonucuna varılmış, başvuru konusu kararda açık ve görünür bir ihlal saptanmamıştır.
66. Açıklanan gerekçeyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mahkemeye erişim hakkının ihlaline ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.