logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Sertaç Kılıçarslan [2.B.], B. No: 2013/7090, 18/2/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

                                               

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

 

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

 

 

KARAR

 

 

 

SERTAÇ KILIÇARSLAN BAŞVURUSU

 

(Başvuru Numarası: 2013/7090)

 

 

 

Karar Tarihi: 18/2/2016

 

R.G. Tarih ve Sayı: 31/3/2016-29670


 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan                     :   Engin YILDIRIM

Üyeler                       :   Serdar ÖZGÜLDÜR

                                      Osman Alifeyyaz PAKSÜT

                                      Muammer TOPAL

                                      M. Emin KUZ  

Raportör                  :   Recep ÜNAL

Başvurucu               :   Sertaç KILIÇARSLAN

Vekili                        :   Av. Nezahat PAŞA BAYRAKTAR

 

I.     BAŞVURUNUN KONUSU

1.    Başvuru; yargılamanın adil yürütülmediği, makul sürede sonuçlandırılmadığı, yakalama ve tutuklama sürecindeki uygulamaların kişi hürriyeti ve güvenliğini ihlal ettiği, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yakalama ve gözaltı sürecindeki cebir ve tehdit eylemlerinin işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II.   BAŞVURU SÜRECİ

2.    Başvuru 13/9/2013 tarihinde İzmir 13. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3.    İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4.    Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5.    Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6.    Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 25/8/2015 tarihinde sunmuştur.

III.  OLAY VE OLGULAR

A.   Olaylar

7.    Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle, ilgili olaylar özetle şöyledir:

1.    Başvurucunun Yakalanması

8.    Türkçe adı "Kürdistan İşçi Partisi" olan PKK terör örgütü üyesi, "Özgür" kod adlı H.O. isimli kişinin kendi iradesiyle güvenlik güçlerine teslim olması üzerine Siirt Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.

9.    Soruşturma kapsamında H.O.nun 25/5/2007 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Adı geçen kişi ifadesinde örgüte nasıl katıldığını ve iştirak ettiği eylemleri anlatmıştır. Adı geçen kişi ayrıca, ifadesinin alındığı tarihten önceki son on aydır İzmir'de "Harun" kod adını kullanan arkadaşı ile kırsal bölgede kaldıklarını, bu süre zarfında eylem amaçlı keşif yaptıklarını, herhangi bir eyleme teşebbüslerinin olmadığını, bu dönemde İzmir şehir merkezindeki ailesinin yanında barındığını, Harun kod adlı kişi ile en son 18/5/2007 tarihine kadar kırsalda kaldıklarını, iletişimlerini posta kutusu adını verdikleri bir bidon vasıtasıyla sağladıklarını, arazideki silah ve mühimmatları da adı geçen kişi ile birlikte bidonlara koyarak üç farklı yerdetoprağa gömdüklerini ifade etmiştir.

10.  Kolluk ekipleri tarafından 25/7/2007 tarihinde saat 22.30 sıralarında adı geçen kişinin tarif ettiği yere gidilmiş ve belirtilen eşya, silah ve mühimmat ile bir buluşma notu bulunmuştur. Anılan nottaki bilgilere istinaden 26/5/2007 tarihinde saat 09.00 sıralarında "posta kutusu" olarak tabir edilen bölgede güvenlik tedbirleri alınarak gizlice beklenilmiş ve saat 12.30 sıralarında belirtilen yere gelmekte iken "Dur!" ihtarı üzerine kaçmaya çalışan başvurucu, görevlilerce yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu, adının "V... D..." olduğunu bildirmiş ve bu adı taşıyan bir kimlik ibraz etmiştir.

11.  Buca İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerince 27/5/2007 tarihinde başvurucunun, müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır. Aynı tarihte itirafçı H.O.nun Siirt Merkez Jandarma Karakol Komutanlığında şüpheli sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur.

12.  Başvurucunun, 28/5/2007 tarihinde bu kez Cumhuriyet savcısı tarafından, müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır. Müteakiben 30/5/2007 tarihinde başvurucunun aynı usulle ek ifadesi alınmıştır.

13.  Başvurucu, sevk edildiği İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Üyeliğinin 30/5/2007 tarihli ve 2007/45 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu, yorgun olduğu gerekçesiyle sorgusunda savunma yapmamıştır.

14.  İzmir (CMK 250. madde ile yetkili) Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi Üyeliğinin 29/6/2007 tarihli ve 2007/678 Değişik İş sayılı kararı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 108. maddesi gereğince başvurucunun tutukluluk hâlinindevamına karar verilmiştir.

2.    Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi Önündeki Dava Süreci

15.  Diyarbakır (CMK 250. madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığının (Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı) 1996/1791 Soruşturma sayılı istinabe yazısına istinaden 28/3/2008 tarihinde Siirt Cumhuriyet Başsavcılığınca H.O.nun tanık sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur.

16.  Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 27/6/2008 tarihli ve 2008/1698 Soruşturma ve E.2008/873 sayılı iddianamesi ile "devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasa'ya muhalefet" suçlarını işlediği iddia edilen başvurucu hakkında Diyarbakır (CMK 250. madde ile yetkili) 6. Ağır Ceza Mahkemesinde (Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır.

17.  Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince görülen E.2008/377 sayılı davanın 2/9/2008 tarihli birinci oturumunda, iddianamenin kabulüne dair karar ile 27/6/2008 tarihli iddianame ve ekleri okunmuştur. Başvurucu, kimlik tespitini müteakip yaptığı savunmasında, kendisine isnat edilen suçun işlendiği tarihin, anılan bölgeye intikalinden 1,5 ay öncesine tekabül ettiğini ifade ederek H.O.nun duruşmaya çağrılarak huzurda ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Başka suçtan (İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince görülen dava kapsamında) tutuklu olan başvurucunun, mevcut dava kapsamında ayrıca tutuklanmasına ve H.O.nun duruşmada hazır bulundurulması için müzekkere yazılmasına karar verilmiştir.

18.  Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince görülen E.2008/377 sayılı davanın 21/10/2008 tarihli ikinci oturumunda, başvurucunun nakli ve duruşmada hazır bulundurulması için (İzmir 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna) yazılan müzekkereye cevap verilmediği tespit edilmiştir. Aynı oturumda, duruşmaya getirilen H.O.nun, iddia makamı ve başvurucunun zorunlu müdafii huzurunda tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Anılan tanığın duruşma tutanağına yansıyan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Ben[im] soruşturma aşamasında vermiş olduğum ifadelerim doğrudur. [D]aha önce 10.07.2007 tarihinde polise vermiş olduğum ifadede ve özellikle 04.04.2006 günü Bingöl ili Genç ilçesi polis karakoluna düzenlenen ve bir polis memurunun şehit edildiği olaya ilişkin olarak ... ifadelerimi aynen tekrar ederim. [O] ifadelerime ekleyecek ve çıkarılacak bir şey yoktur.

Tanığın dosyada mevcut dizi 177-186'd[a]ki 10.07.2007 tarihli kolluk ifadesi okundu soruldu: Okunan ifade bana aittir. [O] ifademde de belirttiğim üzere ben duyduğum şeyleri anlattım ve aktardım. [Y]oksa benim görgüye dayalı bir bilgim yoktur. [Ö]rgüt içerisinde benim kod adım Özgür-Şerdem idi. Sertaç KILIÇARSLAN'ın kod adı ise Harun idi ..."

19.  Başvurucunun zorunlu müdafii, aleyhe olan beyanlarını kabul etmediğini ve önceki beyanları ile yeni beyanı arasında çelişki bulunduğunu bildirdiği tanığın, başvurucu ile yüzleştirilmesini talep etmiştir.

20.  Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince, mevcut davanın (E.2008/377) İzmir (CMK 250. madde ile yetkili) 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/235 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine ve yargılamanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin belirtilen dosyası üzerinden yürütülmesine, bilinmeyen bir tarihte karar verilmiştir.

3.    İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi Önündeki Dava Süreci

a.    E.2007/305 Sayılı Dosya

21.  İzmir (CMK 250. madde ile yetkili) Cumhuriyet Başsavcılığının 6/7/2007 tarihli ve 2007/377 Hazırlık ve E.2007/295 sayılı iddianamesi ile "örgüt üyeliği, eylemde bulunmak, patlayıcı madde bulundurmak, resmi evrakta sahtecilik ve 6136 sayılı [K]anun'a muhalefet" suçlarını işlediği iddiası ile başvurucu hakkında İzmir (CMK 250. maddesi ile yetkili) 10. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

22.  İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince düzenlenen 18/7/2007 tarihli ve E.2007/305 sayılı tensip tutanağı ile diğer hususlara ek olarak H.O.nun olay hakkında bilgi ve görgüsünün tespiti için bulunduğu yer mahkemesine istinabe yazısı yazılmasına karar verilmiştir.

23.  H.O.nun Siirt'te tutuklu olması nedeniyle istinabe yazısı yazılan Siirt Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hâkimliğince adı geçen kişinin tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Adı geçen tanığın tutanağa yansıyan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"... 1999 yılında örgüte katıldım. Örgüte katılış sürecimi, iddianameye konu erzak ve diğer maddelerin İzmir'e götürülmesi konusunda daha önce verdiğim ayrıntılı ifademi tekrar ediyorum. Gerçek ismini bilmediğim Soro kod adlı şahsı ayarladığı kamyonla yine Soro kod adlı kişinin Harun kod adlı Sertaç ve beni görevlendirmesi üzerine iddianamede yer alan malzemeleri Bornova Çiçekli köyüne 2006 yaz aylarında götürdük. ..."

24.  İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen E.2007/305 sayılı davanın 18/10/2007 tarihli birinci oturumunda başvurucu, tutuklu sanık sıfatıyla ve müdafii ile birlikte hazır bulundurulmuş ve savunması alınmıştır.

25.  Davanın 18/6/2008 tarihli oturumunda başvurucunun müdafii, yazılı savunma dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır. Başvurucu ise müdafiinin beyanlarına iştirak ettiğini bildirmiştir.

26.  Davanın, başvurucunun müdafiinin katıldığı 7/5/2008 tarihli oturumunda, iddia makamı esas hakkında yazılı mütalaasını sunmuştur. Anılan mütalaada özetle başvurucunun "terör örgütü üyesi olmak, patlayıcı madde ve silah bulundurmak, sahte kimlik kullanmak" fiillerini işlediği iddia edilmiş ve bu nedenle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesi çerçevesinde, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 58. maddesinin (9) numaralı, 314. maddesinin (2) numaralı, 174. maddesinin (1) ve (2) numaralı ve 204. maddesinin (1) numaralı fıkraları ile 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun'un 13. maddesinin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılması talep edilmiştir.

27.  Davanın 8/10/2008 tarihli oturumunda Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucu hakkındaki ilgili dava dosyasının birleştirilmesinin talep edildiği ve iddianamenin bir örneğinin gönderildiğinin bildirilmesi üzerine başvurucu ve müdafii dosyaların birleştirilmesine sözlü olarak itiraz etmişlerdir. İddia makamı da olumsuz görüş bildirmiş ve 7/5/2008 tarihli oturumda sunulan esas hakkında mütalaayı tekrar ettiğini ifade etmiştir. Esas hakkındaki savunmasını yapması istenen başvurucunun, siyasi nitelikte ve terör örgütü propagandası içeren savunma yaptığı gerekçesiyle savunmasının alınmasından vazgeçilmiştir. Duruşma tutanağının ilgili kısımları şöyledir:

"...

Sanık Sertaç Kılıçarslan'dan esas hakkındaki savunması soruldu: Avukatımın beyanlarına aynen katılıyorum. [M]ağdurum. [T]ahliyeme karar verilmesini talep ederim dedi.

Sanığın siyasi savunma yaptığı, yarım saat beklenmesine rağmen kendisine yüklenen eylemler ile ilgili hiçbir beyanda bulunmadığı ve terör örgütünün propagandasını yaptığı görülmekle özel durumu ile ilgili savunma yapmayacaksa propaganda yapamayacağı hatırlatıldı. [S]anık yazmış olduğu siyasi savunmayı okumak istediğini okumadığı takdirde yargının bağımsız olmayacağını söyledi.

İDDİA MAKAMINDAN SORULDU; sanığın iddianamede belirtilen suçlamalar dışında [PKK] terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşıldığından bu duruma mahkeme kararı ile engel olunması ve diğer usul... işlemlerin[in] yerine getirilmesi talep olunur dedi.

GG

Sanık Sertaç Kılıçarslan kendisine yüklenen eylemler ile ilgili savunmada bulunmayıp PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı anlaşıldığından ve savunma hakkını kötüye kullandığından sözlü savunmasının alınmasından vazgeçilmesine, elinde okumakta olduğu 12 sayfa yazılı savunma dilekçesinin alınarak dosyaya konulmasına oy birliği ile karar verildi. [A]çık yargılamaya devam olundu.

..."

28.  Anılan duruşma sonunda başvurucu hakkındaki davanın 5271 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince mevcut dosyadan ayrılarak yeni bir esas numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir. Aynı oturumda hiyerarşik yapısına dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçlarından, diğer sanıkların bir kısmı hakkında mahkûmiyet, bir kısmı hakkında ise delil yetersizliği nedeniyle beraat kararları verilmiştir.

b.    E.2008/235Sayılı Dosya

29.  Tefrikine karar verilen, başvurucunun yargılandığı dava dosyasına E.2008/235 numarası verilmiştir.

30.  E.2008/235 sayılı davanın 22/1/2009 tarihli oturumunda, heyet değişikliği nedeniyle eski tutanaklar ve iddianamenin kabulü kararı okunmuştur. Başvurucunun müdafii, tefrik edilen dosyadaki beraat ve mahkûmiyet kararlarına katılan hâkimlerin, başvurucu hakkındaki bu davanın duruşmalarına katılmalarının usule uygun olmadığını, anılan hâkimlerin yargılamanın esası hakkındaki görüşlerini daha önce açıkladıklarını, yargılamanın bir anlamı kalmadığını belirterek davadan çekilmelerini talep etmiştir. Başvurucu, avukatının görüşlerine katıldığını, savunmasını daha önce yaptığını, suçsuz olduğunu ifade etmiştir. Duruşma sonunda Mahkemece, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine yazılan müzekkere cevabının beklenmesine, çekilme ve ret taleplerinin değerlendirilmesi için dosyanın incelemeye alınmasına karar verilmiştir.

31.  Davanın 1/4/2009 tarihli oturumunda Mahkemece "sanık müdafiinin ... daha önceki ... karara katılan üye hakimlerin çekilmesi, olmadığı takdirde reddine ilişkin istemi süresinde ve yerinde olmadığından CMK 28. maddesi uyarınca 7 gün içinde 8. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar" verilmiştir. Duruşma sırasında Mahkemece, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından E.2008/377 sayılı dava dosyasının mevcut dosya ile birleştirilmesine karar verildiği tespit edilmiştir. Birleştirme konusunda iddia ve savunma makamlarının olumsuz görüşleri üzerine Mahkeme, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme isteminin reddine, "[h]er iki dava dosyasının incelenmesinde sanığa isnat edilen eylemlerin... Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada [mevcut] olduğu, bu nedenle sanık hakkındaki yargılamanın eylem ağırlığı bulunan Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesindeki dosya ile birleştirilmesinin gerektiği anlaşılmakla ... davanın Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine [ait] 2008/377 esas sayılı dava... ile birleştirilmesine, ... her iki mahkeme arasında meydana gelen birleştirme hususundaki ihtilafın giderilmesi için dosyanın öncelikle YÜKSEK YETKİLİ YARGITAY 5. CEZA DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE..." karar verilmiştir.

c.    Yargı Yeri Belirlenmesi Süreci

32.  Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23/6/2009 tarihli ve 2009/152011 sayılı yazılı görüşünde "her iki mahkemenin yargılama konusunun aynı olmasına, sanık ve suç yönünden şahsi, hukuki ve fiili irtibat bulunduğu anlaşılmakla davaların birlikte yürütülmesinde yarar görülmesine, iddianame tarihine ve Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçesine göre, davaların İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/235 esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine, ... karar verilmesi ..." talep edilerek dosya, Yargıtay 5. Ceza Dairesi Başkanlığına sunulmuştur.

33.  Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 11/8/2009 tarihli ve E.2009/10636, K.2009/10117 sayılı kararı ile "[i]ncelenen dosya içeriğine, sanıkların üzerine atılan suçların niteliğine, iddianamede olayın anlatılış biçimine, her iki mahkemenin dava dosyaları arasında sanık Sertaç Kılıça[r]slan ve suçlar yönünden şahsi, hukuki ve fiili irtibat bulunduğu anlaşılmakla, davaların birlikte yürütülmesinde yarar görüldüğünden, iddianame ve suç tarihleri de gözetilerek İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin ... birleştirme kararının kaldırılmasına, ... davanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası üzerinden yürütülmesine, ..." karar verilmiştir.

d.    E.2009/171Sayılı Dosya

34.  Yargıtay 5. Ceza Dairesinin, her iki davanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan dava dosyası kapsamında birleştirilmesine dair 11/8/2009 tarihli kararı üzerine her iki dava dosyası anılan Mahkemenin E.2009/171 sayılı dosya sırasına kaydedilmiştir.

 

35.  E.2009/171 sayılı davanın, başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 12/11/2009 tarihli oturumunda Yargıtay 5. Ceza Dairesinin birleştirmeye dair 11/8/2009 tarihli kararı okunmuştur. Duruşma sonunda bir kısım suçtan zarar görenlerin davaya katılma taleplerinin kabulüne, ayrıca bir müzekkere cevabının beklenmesi ve bir müştekinin beyanının alınması için istinabeye başvurulmasına karar verilmiştir.

36.  Davanın başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 4/3/2010 tarihli oturumunda, bir kısım müzekkerelerin cevaplarının ulaşmadığı tespit edilmiştir. Aynı oturumda başvurucu, tanık H.O.nun niçin aleyhinde beyanda bulunduğunu açıklamıştır. Belirtilen beyanında başvurucu; H.O.nun kendisi aleyhine beyanda bulunmaya zorlandığını, adı geçenin de "pişmanlık yasasından faydalanmak" için aleyhinde ifade verdiğini, ifadelerinin çelişkili olduğunu, olayın geçtiği bölgede "Harun" kod adlı başka kişiler de olduğunu, H.O. isimli şahısla yüzleştirilmek istediğini belirtmiştir. Mahkeme ise başvurucunun bu talebinin, "[d]osya kapsamına göre ... davaya yenilik getirmeyeceği" gerekçesiyle reddine karar vermiştir.

37.  Davanın başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 23/6/2010 tarihli oturumunda bir kısım şikâyetçilerin davaya katılma taleplerinin kabulü dışında esaslı herhangi bir işlem yapılmamıştır.

38.  Davanın başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 13/10/2010 tarihli oturumunda esaslı herhangi bir işlem yapılmamıştır.

39.  Davanın 26/1/2011 tarihli oturumunda kendisine, istinabe yoluyla ifadesi alınan müşteki beyanına bir diyeceği olup olmadığı sorulan başvurucunun cevabı duruşma tutanağına "Sanığın Türkçe dışında anlaşılmayan bir dille cevap verdiği görüldü. / Sanığa daha önce savunmalarını Türkçe yaptığı, Türkçe'yi yeterince anlayıp konuşabildiği, bu nedenle başka bir dille savunma yapmasına yasal olanak bulunmadığı, başka bir dille savunma yapmakta ısrar etmesi halinde savunma yapma hakkından vazgeçmiş sayılabileceği ikaz edilip hatırlatıldı." şeklinde yansımıştır. Başvurucu, savunmasını Kürtçe yapacağını, bu nedenle Kürtçe bilen tercüman bulundurulmasını istediğini beyan etmiştir. Aynı oturumda iddia makamı esas hakkında mütalaasını sunmuş olup mütalaanın ilgili kısımları şöyledir:

"...

04.04.2006 tarihinde Bingöl ili, Genç ilçesi polis merkezi ve lojmanlarına PKK terör örgütü mensupları tarafından silahlı saldırıda bulunulduğu, saldırı neticesinde nöbet kulübesi önündeki polis memuru C... B...'ın öldüğü, atılı saldırı olayı Cudi kod isimli örgüt mensubunun [sözde] eyalet yönetimine teklif ettiği, Cudi kod adını kullanan örgüt mensubunun bölgeyi çok iyi bildiği, eylem onayının alındığı, onay sonrası Soro, Cudi, Harun, Şivan ve Civan kod adlı terör örgütü mensuplarının yanlarına roketatar ve mühimmatı ile hazırlanan el bombası düzenekli C4 patlayıcı maddeyi de alarak saldırının yapılacağı yere gittikleri, yapılan plan dahilinde saldırının gerçekleştirildiği, saldırıyı gerçekleştiren grup içerisinde Harun kod adını kullanan sanık Sertaç Kılıça[r]slan'ın da bulunduğu,

..."

40.  İddia makamının mütalaası üzerine başvurucunun müdafii, soruşturmanın genişletilmesi talepleri ve esas hakkındaki savunmalarını sunabilmeleri için süre talep etmiştir. Başvurucu da mütalaaya karşı savunmasını daha kapsamlı hazırlayacağını bildirmiştir. Duruşma sonunda Mahkemece savunma için süre taleplerinin kabulüne, başvurucunun "daha önce savunmalarını Türkçe yapması nazara alındığından, Türkçe'yi yeterince anlayıp konuşabildiği, bu nedenle başka bir dille savunma yapmasına yasal olarak imkan bulunmadığı" gerekçesiyle başvurucunun Kürtçe tercüman talebinin reddine karar verilmiştir.

41.  Davanın 21/4/2011 tarihli oturumunda iddia makamı, esas hakkındaki mütalaasını tekrar etmiştir. Başvurucunun müdafii, 4/4/2006 tarihinde başvurucunun Türkiye'de olmadığına dair tanıklığı olan M.A.C. ile aracı yağma edilen taksi şoförünün ifadelerinin alınmasını talep etmiştir. Başvurucu ise müdafiinin belirttiklerinin doğru olduğunu, o tarihte Türkiye'de olmadığını bilen başka kişiler de bulunduğunu ancak yurt dışında olmaları nedeniyle bu kişilere ulaşmasının mümkün olmadığını, cezaevindeki "psikolojik ve fiziki baskı" nedeniyle savunmasını hazırlamasının güçleştiğini beyan ederek kendisine tekrar süre verilmesini talep etmiştir. Duruşma sonunda Mahkemece başvurucu müdafiinin tanık dinletme talebi, M.A.C. isimli şahıs yönünden kabul edilirken "aradan geçen süre, daha önce taksi şoförünün de şahısları tanımıyor oluşu nazara alındığında teşhis işleminin sağlıklı olamayacağı" gerekçesiyle taksi şoförünün dinlenmesi talebinin reddine karar verilmiştir.

42.  Davanın 22/8/2011 tarihli oturumunda, tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan getirtilmiş olan tanık M.A.C.nin beyanı alınmıştır. Anılan tanığın duruşma tutanağına yansıyan beyanı şöyledir:

"Ben 2006 yılı Nisan ayı ortalarında Irak ülkesinde Zap bölgesinde sanık Sertaç ile tanıştım. [K]ısa bir süre de yaklaşık 2 hafta kadar da birlikte kaldık. 2 hafta kadar bu birliktelikten sonra sanık Sertaç ile ayrıldık. [B]ir daha da birbirimizi görmedik dedi.

Sanık müdafiinin talebi ile tanıktan soruldu: 04/04/2006 tarihinde Bingöl'deki saldırıyı medya vasıtasıyla duydum. Bu olayın meydana geldiği tarihte sanık Sertaç da benim yanımdaydı. [Y]ani Zap bölgesinde beraberdik dedi."

43.  Başvurucunun müdafii; tanık H.O.nun aşamalarda verdiği ifadelerinde 4/4/2006 tarihli olayla ilgili herhangi bir beyanı bulunmadığını, sadece bir yerdeki anlatımında soyut olarak "Harun" kod adlı bir kişiden söz ettiğini ancak bu kişinin müvekkili (başvurucu) olduğu konusunda dosyada delil bulunmadığını, bu sebeple adı geçen tanığın Mahkeme huzuruna getirilerek teşhis ve yüzleştirme yapılması gerektiğini, bu işlemden sonra esas hakkında savunmalarını sunacaklarını ifade etmiştir. Başvurucu müdafiinin bu talebi Mahkemece "dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve yargılamanın geçirmiş olduğu aşama nazara alınarak" reddedilmiştir.

44.  Davanın 12/12/2011 tarihli oturumunda iddia makamının esas hakkındaki önceki mütalaası yeniden okunmuş olup mütalaaya karşı diyecekleri sorulan başvurucu, Kürtçe savunma yapma talebini yinelemiştir. Mahkemenin bunun yasal olarak mümkün olmadığını hatırlatması üzerine başvurucu, savunma yapmayacağını bildirmiştir. Başvurucunun müdafii ise savunmalarını hazırlamak için ek süre talep etmiş ve duruşma sonunda müdafie, sonraki oturum tarihine kadar ek süre verilmiştir.

45.  Davanın 28/3/2012 tarihli oturumunda iddia makamı esas hakkındaki önceki mütalaasını tekrar etmiştir. Müdafi ise başvurucunun cezaevinden göndermek istediği, 4/4/2006 tarihinde meydana gelen olaya ilişkin tanıkların isimlerini içeren dilekçenin kendisine ulaşmadığını ifade ederek konuya ilişkin olarak dinlenmesini istedikleri tanıkların isimlerini Mahkemeye bildirmiştir. Başvurucuya diyecekleri sorulduğunda -duruşma tutanağındaki tespite göre- Türkçe dışında bir dille cevap vermiştir. Mahkemece "[d]osya kapsamı, ... birleşen Diyarbakır 6. ACM'ne ait 2008/377 [e]sas sayılı dosya içeriği, mevcut delil durumu nazara alınarak sanık müdafii tarafından dinlenmesi talep edilen tanıkların dinlenmelerinin davaya herhangi bir yenilik getirmeyeceği, zira yargılamanın geçirmiş olduğu aşama itibariyle hızlı, etkin, adil yargılama ilkeleri de gözetilerek tanıkların dinlenmesi yönündeki taleplerin reddine" oybirliği ile karar verilmiştir.

46.  İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2009/171, K.2012/65 sayılı kararı ile "[s]ayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermileri satın alınması taşınması bulundurulması, Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, resmi belgede sahtecilik, tasarlayarak öldürme" suçlarını işlediği sabit görülen başvurucunun, iki defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile buna ek olarak toplam 22 yıl hapis ve 10.675 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın 1998 yılı Mayıs ayında PKK terör örgütüne Tatvan kırsalında katıldığı, aynı yıl Kuzey Irak'ta bulunan HARKURK kampında 3 ay askeri ve siyasi eğitim aldığı, 1999 yılında KİNERE kampına gittiği, 2001 yılına kadar burada kaldığı, 2001 yılında özel kuvvetler birliğine seçilip 6 ay boyunca yoğun olarak silah, bomba ve patlayıcı eğitimi aldığı, 2002 yılında KANDİL dağı bölgesinde bulunan ŞEHİTKAŞIN kampına geçtiği, 2004 yılı bahar aylarına kadar bu kampta kalıp daha sonra BETİNA - ZAP bölgesinde özel kuvvetler kampında kaldığı, 2006 yılı bahar aylarında Bingöl Genç kırsalına geldiği, 6 kişilik grup içerisinde yer aldığı, grup üyelerinin SORO (K) CUDİ (K), ŞİVAN (K), CİVAN (K), ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O... ve sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'dan oluştuğu, 04/04/2006 günü bu grubun Genç ilçesi Polis Merkezi Amirliği'ne ve Lojmanlarına karşı eylemde bulunduğu, sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın bizzat polis memurun maktül C... B...'ı silahlarıyla öldürdüğü, diğer örgüt üyelerinin el bombası ve roketatar ile karakola saldırdıkları, daha sonra grup sorumlusu SORO (K)'un talimatıyla İzmir ve çevresinde eylem yapmak üzere görevlendirildiği, kendisine 2500 Dolar, ... ve malzeme verildiği, ayrıca örgütçe daha önce verilen sahte kimliği de alarak Diyarbakır Lice kırsalında sürücülüğünü Ramazan'ın yaptığı bir kamyon ile Bornova ilçesi Çiçekli Köyü kırsalına geldiği, mühimmatı üç ayrı noktaya birlikte geldiği ÖZGÜR (K) H... O... ile birlikte gömdükleri, bir süre eylem talimatı bekledikleri, bu arada eylem için keşif yaptığı, eylem yapmak üzere hava radar Birliği'nin servis aracın[a] ve Bornova ilçesi Pınarbaşı kırsalında bulunan LPG dolum tesislerine yönelik keşif yaptığı, hatta ... eylem için 2 düzenek hazırladığı, bilahare yakalandığı anlaşılmıştır.

Tanık ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O... ... sanığın 04/04/2006 tarihinde Genç ilçesinde polis memuru C... B...'ın şehit edilmesi olayını bizzat sanık SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın gerçekleştirdiğini belirtmiş ve teşhis etmiştir.

Sanık [da] aşamalardaki savunmalarında örgüte katılışını, kamplarda aldığı eğitimleri, 2006 yılında Bingöl ilçesi Genç kırsalında bulunduğunu, eylem yapmak üzere İzmir kırsalına geldiğini söylemiştir. [A]ncak Genç ilçesindeki polis memuruna düzenlenen saldırıya katıldığını kabul etmemiştir.

...

TOPLANAN DELİLLER VE TÜM DOSYA KAPSAMINA GÖRE:

...

b-) Tanık ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O...'un beyanı, sanığın belirtilen tarihlerde Bingöl ili Genç kırsalı[nda] olduğuna dair savunmaları, adli tıp raporları, olay yeri tutanakları, ekspertiz raporları, müşteki beyanları dikkate alındığında sanığın 04/04/2006 tarihinde maktül C... B...'ı tabancayla öldürdüğü anlaşılmış olup, tasarlayarak yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle adam öldürmek suçundan TCK 82/1-a-g son cümle, 3713 sayılı [Y]asa'nın 5/1 maddeleri gereğince cezalandırması gerekmiştir.

..."

47.  Temyiz yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/6/2013 tarihli ve E.2013/3869, K.2013/9735 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır.

 

48.  Onama kararını 19/8/2013 tarihinde öğrendiğini beyan eden başvurucu, 13/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun, onama kararını daha önce öğrendiğine dair herhangi bir bilgi veya belge tespit edilmemiştir.

B.   İlgili Hukuk

1.    Ceza Muhakemesi Kanunu

49.  4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Görülmekte olan davaların birleştirilmesi ve ayrılması" kenar başlıklı 10. maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:

"Kovuşturma evresinin her aşamasında, bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebilir."

50.  5271 sayılı Kanun'un "İddianamenin iadesi" kenar başlıklı 174. maddesi şöyledir:

"(1) Mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde soruşturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle;

a) 170 inci maddeye aykırı olarak düzenlenen,

b) Suçun sübûtuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen,

c) Önödemeye veya uzlaşmaya tâbi olduğu soruşturma dosyasından açıkça anlaşılan işlerde önödeme veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenen,

İddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilir.

(2) Suçun hukukî nitelendirilmesi sebebiyle iddianame iade edilemez.

(3) En geç birinci fıkrada belirtilen süre sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır.

(4) Cumhuriyet savcısı, iddianamenin iadesi üzerine, kararda gösterilen eksiklikleri tamamladıktan ve hatalı noktaları düzelttikten sonra, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini gerektiren bir durumun bulunmaması halinde, yeniden iddianame düzenleyerek dosyayı mahkemeye gönderir. İlk kararda belirtilmeyen sebeplere dayanılarak yeniden iddianamenin iadesi yoluna gidilemez.

(5) İade kararına karşı Cumhuriyet savcısı itiraz edebilir."

51.  5271 sayılı Kanun'un "Tanık ve bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenmeleri" kenar başlıklı 180. maddesi şöyledir:

"(1) Hastalık veya malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle bir tanık veya bilirkişinin uzun ve önceden bilinmeyen bir zaman için duruşmada hazır bulunmasının olanaklı bulunmayacağı anlaşılırsa, mahkeme onun bir naiple veya istinabe yoluyla dinlenmesine karar verebilir.

(2) Bu hüküm, konutlarının yetkili mahkemenin yargı çevresi dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanık ve bilirkişinin dinlenmesinde de uygulanır.

(3) Davayı görmekte olan mahkeme, zorunluluk olmadıkça, büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunan şikâyetçi, katılan, sanık, müdafi veya vekil, tanık ve bilirkişilerin istinabe yoluyla dinlenmesine karar veremez.

(4) İstinabe olunan mahkeme, büyükşehir belediye sınırları içerisinde ise, ilgililer kendi yargı çevresinde bulunmasa da büyükşehir belediye sınırları içerisinde yerine getirilmesi gereken istinabe evrakını geri çevirmeksizin gereğini yapar.

(5) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir."

52.  5271 sayılı Kanun'un "Duruşmanın başlaması" kenar başlıklı 191. maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:

"(1) Sanığın ve müdafiinin hazır bulunup bulunmadığı, çağrılmış tanık ve bilirkişilerin gelip gelmedikleri saptanarak duruşmaya başlanır. Sanık, duruşmaya bağsız olarak alınır. Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar. "

2.    Türk Ceza Kanunu

53.  5237 sayılı Kanun'un "Suçta tekerrür ve özel tehlikeli suçlular" kenar başlıklı 58. maddesinin (6) ve (9) numaralı fıkraları şöyledir:

"(6) Tekerrür halinde hükmolunan ceza, mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilir. Ayrıca, mükerrir hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanır.

...

(9) Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, ... örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanmasına hükmedilir."

54.  5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli haller" kenar başlıklı 82. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Kasten öldürme suçunun;

a) Tasarlayarak,

...

g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

...

İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."

55.  5237 sayılı Kanun'un "Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi" kenar başlıklı 174. maddesi şöyledir:

"(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.

(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

..."

56.  5237 sayılı Kanun'un "Resmi belgede sahtecilik" kenar başlıklı 204. maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:

"(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

57.  5237 sayılı Kanun'un "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" kenar başlıklı 302. maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:

"(1) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/36 md.) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."

3.    Diğer Mevzuat

58.  3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.

..."

59.  6136 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

"Ateşli silahın, bu Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasında sayılanlardan olması ya da silâh veya mermilerin sayı veya nitelik bakımından vahim olması halinde beş yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşyüz günden beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur."

60.  13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 25. maddesi şöyledir:

“(1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:

a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.

b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır.

c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.

d) Hükümlü, yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek etkinliğini yürütebilir.

e) Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve onbeş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere, süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.

f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde onbeş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.

g) Hükümlü hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.

h) Hükümlü, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz.

ı) Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemez. Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır.”

61.  16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

“İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır :

1. Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.

2. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.

3. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.

4. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek.

5. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.

Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır.”

IV.  İNCELEME VE GEREKÇE

62.  Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A.   Başvurucunun İddiaları

63.  Başvurucu ilk olarak gözaltına alındıktan sonra psikolojik baskı altında tutulduğunu, darp edildiğini, uzun süre ormanlık alanda bekletilerek ölümle tehdit edildiğini, doktora erişim imkânı sağlanmadığını, doktor raporlarının usulüne uygun düzenlenmediğini, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının kötü muamele teşkil ettiğini, bu çerçevede Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64.  Başvurucu ikinci olarak yakalama sırasında derhâl haklarının hatırlatılmadığını, hangi suç şüphesi ile gözaltına alındığının, hakkındaki iddianın ne olduğunun, gözaltına alınma gerekçesinin dayanağı olan delillerin, yakalama ve gözaltına alma işlemlerinin dayanak belgelerinin kendisine bildirilmediğini, yakalama sonrasında yakınlarına haber verilmediğini, tutukluluk durumunun periyodik incelemesinde duruşma yapılmadığını, tutukluluğun değerlendirilmesine dair kararların, Cumhuriyet savcısının mütalaalarının kendisine bildirilmediğini ve kendisine bunlara karşı itiraz imkânı tanınmadığını, soyut ve matbu ifadelerle tutuklama ve tutukluluğun devamı kararları verildiğini, gerçek bir hukuki denetim yapılmadığını, süresi içinde yetkili hâkim önüne çıkarılmadığını, tutukluluk süresinin makul süreyi aştığını, tutukluluk hâlinin devamına karşı itirazlarının etkili bir şekilde incelenmediğini, İlk Derece Mahkemesinin nihai kararının onanmasına kadar geçen süre zarfında tutukluluk durumunun incelenmediğini, bu nedenlerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

 

65.  Başvurucu üçüncü olarak özel yetkili mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmadıklarını, değerlendirme aşamasında iddianamenin kendisine tebliğ edilmediğini, atılı suçu işlemediğini, suç ile arasında illiyet bağı kurulmadığını, suçsuzluğunu ispata yönelik tanık dinletme ve yeniden teşhis yapılması taleplerinin Mahkemece yeterli gerekçe sunulmaksızın reddedildiğini, duruşmaya katılarak "itirafçı" tanığa soru sorma imkânından mahrum bırakıldığını, anılan tanığın dosyanın birleştirildiği diğer Mahkeme tarafından istinabe yoluyla dinlenmesi nedeniyle tanığa soru sorma imkânı sağlanmadığını, yargılamanın uzun sürdüğünü, ana dilde savunma yapma imkânı tanınmadığını, merci tayini prosedürü kapsamında Yargıtay Cumhuriyet savcısının görüşünün tebliğ edilmediğini, dosyanın olayın meydana geldiği yerden başka bir mahkeme önündeki dosya ile birleştirilmesinin kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğunu, örgüt propagandası yaptığı gerekçesiyle savunmasının kesildiğini, mahkeme heyetinin tarafsızlığını yitirdiğini, temyiz duruşmasında hazır bulundurulmadığını ve avukatının katılmasının engellendiğini, temyiz incelemesi yapan Yargıtay Özel Dairesinin etkili bir temyiz denetimi yapmadığını, bu nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

66.  Başvurucu son olarak 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesi gereğince hakkında uygulanan, medeni haklarına ilişkin sınırlamalar nedeniyle Anayasa'nın 20. maddesinin, Kürt kökenli olmasına bağlı olarak hakkındaki yargılama ve ispat standartları konusunda ayrımcılık yapıldığını iddia ederek Anayasa'nın 36. ve 38. maddeleri ile bağlantılı olarak 10. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

67.  Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla altı yıldır tutuklu olması nedeniyle başvuru harç ve giderlerini ödeyecek gelirinin bulunmadığını belirterek adli yardımdan faydalandırılma ve ayrıca iddia ettiği 50.000 TL maddi ve 150.000 TL manevi zararını karşılayacak ve adil tatmin sağlayacak bir tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.

B.   Değerlendirme

1.    Adli Yardım Talebi Yönünden

68.  Uzun süredir cezaevinde bulunan ve herhangi bir geliri olduğuna dair bilgi elde edilemeyen başvurucunun, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler temelinde başvurucunun, açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulü gerekir.

2.    Kabul Edilebilirlik Yönünden

a.    Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

69.  Başvurucu; yakalama sırasında derhâl haklarının hatırlatılmadığını,                hangi suç şüphesi ile gözaltına alındığının, hakkındaki iddianın ne olduğunun, gözaltına alınma gerekçesinin dayanağı olan delillerin, yakalama ve gözaltına alma işlemlerinin dayanak belgelerinin kendisine bildirilmediğini, yakalama sonrasında yakınlarına haber verilmediğini, tutukluluk durumunun periyodik incelemesinde duruşma yapılmadığını, tutukluluğun değerlendirilmesine dair kararların, Cumhuriyet savcısının mütalaalarının kendisine bildirilmediğini ve bunlara karşı itiraz imkânı tanınmadığını, dayanılan somut olay ve deliller açıklanmaksızın soyut ve matbu (klişe veya basmakalıp) ifadelerle tutuklama ve tutukluluğun devamına karar verildiğini, gerçek bir hukuki denetim yapılmadığını, 26/5/2007 tarihinde gözaltına alındığını, 30/5/2007 akşamı hâkim önüne çıkarılarak tutuklandığını, ilk duruşmaya çıkarılarak savunmasının alındığı tarihin 18/7/2007 olduğunu, bu çerçevede süresi içinde yetkili hâkim önüne çıkarılmadığını, tutukluluk süresinin makul olmadığını, tutukluluk hâlinin devamına karşı itirazlarının etkili bir şekilde incelenmediğini, itiraz merciinin hiçbir şekilde Mahkemenin verdiği ret kararını kaldırmadığını, ilk derece mahkemesinin nihai kararından kararının onanmasına kadar geçen süre zarfında tutukluluk durumunun incelenmediğini ileri sürmüştür.

70.  Bakanlık görüş yazısında İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/4/2012 tarihli kararıyla başvurucunun çeşitli suçlardan mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği, başvurucunun tutukluluk hâlinin, davanın esasına ilişkin kararın 12/4/2012 tarihinde açıklanması ile sona erdiği, bu itibarla başvurucunun şikâyetinin zaman bakımından kabul edilebilirliğinin takdirinin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.

71.  Başvurucu; tutukluluk hâlinin Yargıtayın onama kararının Yerel Mahkemeye ulaşmasına kadar devam ettiğini, Yerel Mahkemenin esasa ilişkin hükmünü açıklamasının tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olamayacağını, yeni kanunda beş yıl tutuklu kalan kişinin kararı kesinleşmedikçe tahliye edilmesi yolunun açıldığını ve beş yıl tutuklu kaldığı hâlde dosyası Yargıtayda temyiz incelemesinde olan çoğu mahpusun tahliye edildiğini, buna rağmen Yerel Mahkemenin, dosyanın Yargıtayda olmasını gerekçe göstererek tahliye kararı vermediğini, ayrıca haksız yere verilen mahkûmiyet kararının özgürlük ve güvenlik hakkını da ihlal ettiğini ifade etmiştir.

72.  Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının, anılan yetkinin başladığı 23/9/2012 tarihinden sonra verilmiş olması gerektiği, bu tarihten önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığı kabul edilmiştir (Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§ 24-29). Bu ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâli, nihai kararın verildiği 12/4/2012 tarihinde sona ermiş olduğundan başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b.    İşkence, Eziyet veya İnsan Haysiyeti İle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

73.  Başvurucu; gözaltına alındıktan sonra psikolojik baskı altında tutulduğunu, darp edildiğini, uzun süre ormanlık alanda bekletilerek ölümle tehdit edildiğini, doktora erişim imkânı sağlanmadığını, doktor raporlarının usulüne uygun düzenlenmediğini, bu çerçevede Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

74.  Bakanlık görüşünde, başvurucunun belirtilen iddiasının kabul edilebilirliğine ilişkin olarak görüş bildirilmemiştir.

75.  Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

76.  Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlayabilmesi için öncelikle işkence ve kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt; yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

77.  Söz konusu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu mümkün olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, kamu denetimine tabi olarak bağımsız biçimde, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

78.  Somut olay bu ilkeler kapsamında incelendiğinde başvurucunun, iddialarını bir doktor raporu veya gerçekten kötü muamele gördüğüne dair makul bir açıklamayı destekleyen bir kanıt unsuruna ya da delil başlangıcına dayandırmadığı anlaşılmaktadır. Gerek başvuru dosyasında gerekse yargılamaya konu dosyada, başvurucunun kolluk görevlilerince yakalandığı ve sonrasında gözaltında tutulduğu sırada Anayasa’nın 17. maddesine aykırılık teşkil edecek bir kötü muameleye maruz kaldığı izlenimi doğuran ya da soruşturma organları nezdinde bu kapsamdaki iddialarını ileri sürdüğünü ya da hakkında düzenlenen doktor raporlarına itiraz ettiğini ortaya koyan herhangi bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. Ayrıca kolluk görevlileri önünde verilenler de dâhil olmak üzere başvurucunun tüm ifade ve savunmaları avukat huzurunda alınmış olup Cumhuriyet savcısı ya da sorgu hâkimi tarafından dinlendiği sırada da işkence gördüğüne yönelik herhangi bir beyanda bulunmadığı görülmektedir.

79.  Öte yandan hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında özgürlüğünden yoksun bırakılan bir kimsenin içinde bulunduğu hassas durum da gözönüne alındığında gözaltı sırasında şiddete maruz kaldığını kanıtlayacak doktor raporu elde etmesinin zor olabileceği kabul edilmelidir. Bununla birlikte başvuru formu ve eklerinde, başvurucunun gözaltına alınırken ve gözaltından çıkarılırken düzenlenmesi yasa gereği zorunlu olan doktor raporlarına itiraz ettiği veya başka bir doktor tarafından muayene edilmeyi talep ettiği ya da insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamelede bulunduğunu iddia ettiği görevliler hakkında şikâyetçi olduğu ve bu anlamda soruşturma makamlarını harekete geçirme girişiminde bulunduğu yönünde herhangi bir tespite rastlanmamıştır.

80.  Bu açıklamalar ışığında başvurucunun, gözaltına alındıktan sonra işkence, eziyet veya insan haysiyeti ile bağdaşmayan muameleye tabi tutulduğunun ispatını mümkünkılar nitelikte -her türlü makul şüpheden uzak- hiçbir kanıt unsuru bulunmadığı dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki iddialarının soyut ve kanıtlanmamış şikâyetlerden oluştuğu anlaşılmaktadır.

81.  Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c.    Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Şikâyetler

i      Davaya Bakan Mahkemenin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Devamı Niteliğinde Olduğuna İlişkin İddia

82.  Başvurucu; 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile görevli Mahkemenin özel statülü olarak kurulmasının, adil yargılanma hakkı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) tanıdığı çoğu hakkı baştan ortadan kaldırdığını, devlet güvenlik mahkemelerinin (DGM) sadece adlarının değiştiğini, bu mahkemelerin özel statülerini yeni kanunda da aynen koruduğunu, DGM’lerin tarafsız olmadıklarını, adil yargılama yapmadıklarını, bu mahkemelerin kuruluşlarının Sözleşme ile koruma altına alınan hakları ihlal ettiğine dair sayısız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı mevcut olduğunu, devlete karşı işlenen veya örgütlü suçlar için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve kendisinin bu mahkemede yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğunu, bu çerçevede Anayasa’nın 37. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

83.  30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“Başvuru dilekçesinde … işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, … belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır.”

84.  6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir.

(2) Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

85.  Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) bireysel başvuruların içeriğini düzenleyen “Bireysel başvuru formu ve ekleri” kenar başlıklı 59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“…

(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:

d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.

e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.

…”

86.  6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun, başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 38; Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).

87.  Belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesince başvurunun, açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.

 

88.  Başvurucu, ihlal iddiasını salt 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile görevli Mahkemenin özel statülü olarak kurulmasına ve DGM’lerin uzantısı olduğu iddiasına dayandırmış ve anılan Mahkemenin "adil yargılanma hakkı ve Sözleşme'nin tanıdığı çoğu hakkı ... ortadan kaldırdığı" iddiasını temellendirmemiştir. Bir başka ifadeyle Mahkemenin hangi somut özelliğinin, adil yargılanma hakkını ihlal ettiği konusunda bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle ihlal iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucunun, iddiasını kanıtlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

89.  Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii.    Değerlendirme Aşamasında İddianamenin Tebliğ Edilmediğine İlişkin İddia

90.  Başvurucu, değerlendirilmesi ve kabulü sürecinde iddianamenin kendisine tebliğ edilmediğini ve kendisine iddianameye itiraz hakkı tanınmadığını ileri sürmüştür.

91.  Bakanlık görüş yazısında başvurucunun bu iddiasının kabul edilebilirliği konusunda görüş bildirilmemiştir.

92.  Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

93.  Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”

94.  Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

95.  Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).

96.  5271 sayılı Kanun'un "İddianamenin iadesi" kenar başlıklı 174. maddesinin (1) numaralı fıkrasında iddianamenin, iddianame ve soruşturma evrakının Mahkemeye verildiği tarihten itibaren en geç on beş gün içinde eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anılan maddenin (3) numaralı fıkrasına göre de belirtilen süre sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır. Öte yandan anılan Kanun'un 191. maddesinin (1) numaralı fıkrasında duruşmanın başladığının, iddianamenin kabulü kararı okunarak açıklanacağı belirtilmiştir. Bu itibarla 5271 sayılı Kanun'da, kabulü aşamasında "iddianamenin" veya kabul edildikten sonra "iddianamenin kabulü kararının" taraflara tebliği için bir usul belirlenmemiştir. Ayrıca iddianamenin kabulüne itiraz mümkün değildir. (Abdulvahap Aydemir ve Yusuf Candemir, B. No: 2013/7349, 1/12/2015, § 77).

97.  İlgili hukuk hükümleri (bkz. § 50) çerçevesinde ceza muhakemesi sürecine has bir ön inceleme niteliğinde olduğu anlaşılan iddianamenin değerlendirilmesi sürecindeki incelemenin konusu, "iddianame"nin kendisi olup "cezai alanda ... yöneltilen suçlamaların esası konusunda" herhangi bir inceleme yapılmamaktadır. Diğer taraftan, adil yargılanma hakkı bireylere, kovuşturulmamayı isteme gibi bir hak da sağlamamaktadır (Abdulvahap Aydemir ve Yusuf Candemir, § 78).

98.  Bu nedenle iddianamenin değerlendirilmesi prosedürüne ilişkin iddiaların konusunun, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının kapsamı dışında yer aldığının kabulü gerekir.

99.  Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii.   Ana Dilde Savunma Yapma İmkânı Sağlanmadığına İlişkin İddia

100. Başvurucu, kendisini ana dilinde savunmak istemesine rağmen buna izin verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

101. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

102. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

"3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgarî haklara sahiptir:

...

e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak."

103. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).

104. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendi, hakkında suç isnadı olan sanığın, mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını güvence altına alır. Bu hak yalnızca hakkında suç isnadında bulunulan kişilere tanınmış bir haktır ve bu haktan faydalanabilmek için sanığın ödeme gücü olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır (Ali İlhan Bayar, B. No: 2013/725, 19/11/2014, § 51).

105. Tercüman hakkı, hem belgelerin çevirisine hem de sözlü ifadelere uygulanır; her iki durumda da adil bir yargılama yapılabilmesi için gerekli olan çevirinin yapılması gerekmektedir. Bu hak duruşmada söylenen her sözcüğün ya da tüm belgelerin çevrilmesini gerektirmez. Değerlendirilecek husus, sanığın hakkındaki suçlamaları tümüyle anlayıp yanıt verebilecek düzeyde olup olmadığıdır (Kamasinski/Avusturya, B. No: 9783/82, 19/12/1989, § 74).

106. Tercüman isteyen herkesin değil, adil bir yargılamadan umulan yararın sağlanması amacıyla ve yalnızca yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilere tercüman atanması bir zorunluluktur. Yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilerin bir tercümanın yardımına ihtiyaç duyması hâlinde devletin çeviri sağlama yükümlülüğü doğar. Ancak somut başvuru açısından çözümlenmesi gereken asıl mesele, devletin yükümlülüğünün tercüman isteyen tüm sanıklar bakımından geçerli olup olmadığıdır. Bu noktada tercüman hakkının sınırlı bir hak olduğunu kabul etmek gerekmektedir (İlhan Bayar, B. No: 2013/4458, 25/6/2015, § 19).

107. Bu kişilerin böyle bir ihtiyacının bulunup bulunmadığını belirlemek davaya bakan hâkimin görevidir. Hâkim, sanıkla görüştükten sonra yargılamada tercüman bulunmamasından sanığın zarar görmeyeceğinden emin olmadır (Cuscani/Birleşik Krallık, B. No: 32771/96, 24/9/2002, § 38)

108. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendinin ancak mahkemede konuşulan dili bilmeyenlerin kullanabileceği bir hak getirdiğini; mahkemenin dilini "anlayan" ve "konuşan" bir sanığın başka bir dilde -örneğin mensubu olduğu etnik dilde- savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinde ısrar edemeyeceğini belirtmektedir(Lagerblom/İsveç, B. No: 26891/95, 14/1/2003, §§ 61-64).

109. Bakanlık görüş yazısında, somut olayda başvurucunun yargılamanın 4/3/2010 tarihli ikinci celsesinde Türkçe savunma yaptığı, 26/1/2011 tarihli beşinci celsede ise savunmasını Kürtçe yapmak istediğini beyan ettiği, Mahkemenin ise başvurucunun daha önce Türkçe savunma yaptığını ve Türkçe anlayıp konuşabildiğini belirterek bu talebi kabul etmediği, başvurucunun 21/4/2011 tarihli altıncı celsedeki savunmasını ve 22/8/2011 tarihli yedinci celsede Türkçe okunan Cumhuriyet savcısı mütalaasına karşı savunmasını Türkçe yaptığı, 21/12/2011 tarihli celsede de Kürtçe savunma yapmak istemesi üzerine Mahkemenin “Türkçe’yi yeterince ve rahatlıkla konuşup anlayabildiği, aşamalarda alınan ifade ve savunmaları ile diğer taleplerinde Türkçe olarak beyanda bulunup kendisini ifade ettiği, bu nedenle Türkçe dışında başka dilde savunma yapmasının ve terc[ü]man atanmasının yasal olarak mümkün olmadığı” gerekçesiyle başvurucunun talebini reddettiği, başvurucunun da aynı celsede Türkçe konuşabildiğini ifade ettiği bildirilmiştir.

110. Başvurucu, belirtilen Bakanlık görüşüne itiraz etmediği gibi başvuru formunda -Kürtçe'nin ana dili olmasının ötesinde- Türkçe anlamadığı veya konuşamadığına dair herhangi bir iddia veya kanıt sunmamıştır.

111. Sunulan veriler ışığında başvurucunun "Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı" kanaatine ulaşılamamıştır. Bu çerçevede başvurucunun, adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan "tercümandan ücretsiz yararlanma" hakkının ihlal edilmediği açıktır.

112. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv.   İddia Tanıklarını Sorguya Çekme Hakkı İle Bağlantılı Olarak Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

113. Başvurucu; Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi önünde devam eden yargılama kapsamında İzmir’de cezaevinde bulunduğu dönemde Diyarbakır’daki duruşmaya götürülmediğini, savunması alınmadan “itirafçı” H.O.nun tanık olarak ifadesinin alındığını, anılan duruşmaya getirtilmemesi nedeniyle adı geçen tanığa soru sormasının engellendiğini, anılan duruşmada bilgisi dışında resen Baro tarafından atanmış müdafiin hazır bulunduğunu, bu avukatla daha önce hiçbir şekilde görüşmediğini, sonraki aşamalarda adı geçen “itirafçı” ile yüzleştirilmesini talep etmesine rağmen Diyarbakır 6. ve İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemelerinin bu yönde bir işlem yapmadıklarını, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin de tensip kararında adı geçen “itirafçı”nın istinabe yoluyla dinlenmesine karar verdiğini, mahkûmiyet açısından dayanılan tek delil olan adı geçen kişinin beyanlarının esas mahkemesi önünde alınmaması ve anılan kişiye soru sorma imkânı sağlanmamasının savunma hakkını kısıtladığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

114. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun bu iddiasının kabul edilebilirliği konusunda görüş bildirilmemiştir.

115. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

v.    Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığına İlişkin İddia

116. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

vi.   Yargı Yeri Belirlenmesi Sürecinde Yargıtay Cumhuriyet Savcısının Yazılı Görüşünün Tebliğ Edilmediğine İlişkin İddia

117. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).

118. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).

119. 5271 sayılı Kanun'un "Görülmekte olan davaların birleştirilmesi" kenar başlıklı 10. maddesinde kovuşturma evresinin her aşamasında, farklı mahkemeler tarafından görülmekte olan bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebileceği düzenlemesine yer verilmiştir. İki farklı ağır ceza mahkemesi önündeki bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesi ve davaya bakacak yargı yerini belirlemeye Yargıtay yetkili olup anılan süreçte ceza davalarının hangi mahkeme önünde birleştirileceği hususunun açıklığa kavuşturulması dışında "cezai alanda ... yöneltilen suçlamaların esası konusunda" herhangi bir inceleme yapılmamaktadır.

 

120. Bu nedenle, başvurucunun yargı yeri belirlenmesi prosedürü kapsamında Yargıtay Cumhuriyet savcısının yazılı görüşünün tebliğ edilmediğine ilişkin iddialarının konusunun, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının kapsamı dışında yer aldığının kabulü gerekir.

121. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

vii.  Davaların Birleştirilmesinin Kanuni Hakim Güvencesini İhlal Ettiğine İlişkin İddia

122. Başvurucu, 4/4/2006 tarihli olayla ilgili olarak Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan dava ile birleştirilmesinin kanuni hâkim güvencesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Bu kapsamda başvurucu; delillerin fiilin işlendiği yerde toplanması ile gerçeğe ulaşma imkânının sağlanabileceğini, mahallinde keşif yapılması, tanıkların ve müştekilerin Mahkeme huzurunda doğrudan dinlenmeleri ve benzeri şekillerde Mahkemenin delillerle doğrudan temas etmesi gerektiğini, ayrıca olayın vuku bulduğu yerdeki toplumsal ve kültürel yapının bilinmesinin olayın kavranması ve delillerin değerlendirilmesinde önemli olduğunu, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin hiçbir delil toplamadan hüküm kurduğunu, incelemeyi duruşmasız yaptığını ifade etmiştir.

123. Sözleşme’nin 6. maddesinde açıkça -adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak- yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 77; AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004), yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulması gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır.

124. Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”

125. Anayasa’nın “Mahkemelerin kuruluşu” kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:

“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”

126. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasayla düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (Tahir Gökatalay, § 79; AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004; E.2005/8, K.2008/166, 20/11/2008).

127. Kanuni hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini değil; her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır (Tahir Gökatalay, § 80).

 

128. Bu güvence, yasada, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce, davayı görecek yargı yerinin belirlenmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Kanuni hâkim güvencesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir anlatımla sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015). Bu bakımdan yargı organları arasındaki yetki ve göreve ilişkin yeni iş bölümünün doğal sonucu olarak dosyaların ilgili mahkemelere gönderilmesi de kanuni hâkim güvencesine aykırı değildir (Deniz Seki, B. No: 2014/5170, 25/6/2015, § 53). Aynı şekilde, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce var olan usul hükümlerine istinaden kovuşturmaya yetkili mahkemeden başka bir mahkeme önünde davaların birleştirilerek açılması veya görülmekte olan davaların birleştirilmesinin de kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu söylenemez.

129. 5271 sayılı Kanun'un "Görülmekte olan davaların birleştirilmesi" kenar başlıklı 10. maddesinde kovuşturma evresinin her aşamasında, farklı mahkemeler tarafından görülmekte olan bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebileceği düzenlemesine yer verilmiştir. İki farklı ağır ceza mahkemesi önündeki bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine ve davaya bakacak yargı yerini belirlemeye Yargıtay yetkili olup bu kapsamda başvurucu hakkındaki kovuşturma, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin yargı yerinin belirlenmesine dair kararı ile İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi önündeki bir başka ceza davası ile birleştirilmiştir. Görüldüğü üzere başvurucu hakkındaki ceza davası, suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan usul hükümlerine istinaden başka bir mahkeme önündeki ceza davası ile birleştirilmiş olup bu durumun kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.

130. Açıklanan nedenlerle “kanuni hâkim güvencesinin” ihlal edilmediği açık olduğundan diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

viii. Temyiz Aşamasında Duruşma Yapılmamasının Sözlü Yargılama Hakkını İhlal Ettiğine İlişkin İddia

131. Başvurucu; temyiz duruşmasında hazır bulundurulmadığını, aynı gün İzmir’de başka bir tutuklu yargılamaya ilişkin duruşması olması nedeniyle avukatınınyerine Ankara Barosu avukatlarından A.G.nin katılmak istediğini belirttiğini ancak A.G.nin duruşmaya kabul edilmediğini ve durumun tutanağa yansıtılmadığını, bu çerçevede temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

132. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

133. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir…”

134. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle, hukuk devletini gerçekleştirme araçlarının en önemlilerinden birini oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması silahların eşitliği ilkesinin ve savunma hakkının güvencesini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılmasının zorunlu olduğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).

135. Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının tanınması, zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını da içerir. Bununla birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük, mutlak değildir (Aziz Ağırlı, B. No: 2013/1377, 25/3/2015,§ 24).

136. Yargılamada tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin, açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Aziz Ağırlı, § 25).

137. AİHM, “önemli bir isnat taşımayanlar” ile “ceza hukukunun çekirdeğini oluşturan” davalar arasında ayrım yapmış; Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamına giren fakat geleneksel ceza hukuku kategorilerine ait olmayan suçların (örneğin trafik kurallarının ihlali) yargılamasında duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir        (Jussila/Finlandiya [BD], B. No: 73053/01, 23/11/2006, § 43).

138. Bu durum, özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı oldukça teknik davalar ile mahkemelerin, tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için geçerli olmaktadır (Aziz Ağırlı, § 27).

139. Yargılamaya taraf olan kişilerin hakkaniyetli yargılama temelinde beyanlarını sözlü vermesinin gerektiği durumlarda sözlü yargılama yapılmaması yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engelleyebilir. Dolayısıyla sadece dosyaya dayanılarak tatmin edici bir çözümün sağlanamayacağı olaylarda, sözlü yargılamanın yapılması gerekir. Sözlü yargılamaya karar vermede davaya konu meselelerin çokluğu değil, niteliği önem kazanacaktır (Aziz Ağırlı, § 28).

140. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun, başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., ; Veli Özdemir,§§ 19, 20).

141. Belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesince başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.

 

142. Somut olayda, ilk derece yargılamasının duruşmalı yapıldığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/6/2013 tarihli onama ilamında ise "[u]sulüne uygun tebligata rağmen sanık müdafiinin duruşmaya gelmediği ve geçerli bir mazeret de bildirmediği anlaşıldığından, duruşmasız olarak yapılan inceleme sonunda gereği düşünüldü..." ifadelerine yer verilmiştir. Buna göre başvurucunun müdafiinin geçerli bir mazeret bildirmeksizin hazır bulunmaması nedeniyle temyiz incelemesinin duruşmasız yapıldığı anlaşılmaktadır.

143. Başvurucu, avukatının aynı tarihte tutuklu devam eden başka bir davanın duruşmasına katılması gerektiği mazeretine dayanarak Yargıtaydaki duruşmaya katılamadığını ve onun yerine duruşmaya girmek isteyen başka bir avukatın da duruşmaya kabul edilmediğini iddia etmektedir. Ancak başvuru formundaki açıklamalar, duruşmaya kabul edilmeyen avukatın, başvurucuyu veya avukatını temsile yetkili olduğu ve bunu belgelendirmesine rağmen duruşmaya kabul edilmediği gibi bir iddia içermemektedir. Bu bilgiler ışığında, temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması nedeniyle başvurucunun sözlü yargılama hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılması mümkün değildir.

144. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ix.   Başvurucunun Kürt Kökenli Olması Nedeniyle Ayrımcılığa Maruz Kaldığına İlişkin İddia

145. Başvurucu, Kürt kökenli olması nedeniyle ve siyasi düşüncelerle hakkındaki yargılamanın farklı standartlara göre yürütüldüğünü, hukuka aykırı delillere göre karar verildiğini, 5237 sayılı Kanun kapsamında hakkında farklı bir infaz rejimi uygulandığını, bu çerçevede ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

146. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun, başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., § 38; Veli Özdemir, §§ 19-20).

147. Belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesince başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.

148. Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."

149. Ayrımcılık iddiasının ciddi olduğunun kabul edilebilmesi için başvurucunun, kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılık bulunduğunu ve bu farklılığın meşru olmayan ve salt ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı temellere dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir.

150. Başvurucu, yargılama standartları ve infaz rejimi bakımından ayrımcılığa tabi tutulduğunu dile getirmekle birlikte Kürt kökenli olması haricinde kendisi ile aynı koşullara sahip olan hangi sanık veya hükümlülere ve hangi surette farklı muamelede bulunulduğuna dair herhangi bir açıklama sunmamıştır.

151. İhlal iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucunun, iddiasını kanıtlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

152. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

x.    İki Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

153. Başvurucu; temyiz incelemesi yapan Yargıtay Dairesinin, tetkik hâkiminin incelemesine göre ve onun hazırladığı rapor üzerinden bir değerlendirme yaptığını, anılan Dairenin etkin ve tarafsız bir inceleme yapmadığını ve dosyayı incelemeden karar verdiğini, iki dereceli yargılanma hakkının etkili olmadığını ileri sürmüştür.

154. İki dereceli yargılanma hakkının, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı ve dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dışında yer aldığı gerekçesiyle benzer başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, §§ 40, 41; Mahmut Kayahan, B. No: 2013/1679, 6/5/2015, §§ 39, 40; Gökhan Günaydın, B. No: 2012/1099, 6/5/2015, §§ 41, 42). Somut başvuruda farklı sonuca varılmasını gerektiren bir yön bulunmadığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

d.    Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

155. Başvurucu, Mahkemece 5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkralarının uygulanmasına dair kararla ceza mahkûmiyeti dışında velayet, vesayet ve benzeri medeni haklara ilişkin ehliyetinin sınırlanmasının Anayasa’nın 20. maddesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

156. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun, başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., § 38; Veli Özdemir, §§ 19, 20).

157. Belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde, Anayasa Mahkemesince başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.

158. Başvurucu, ceza mahkumiyetine ek olarak uygulanmasına karar verilen hak yoksunlukları kapsamında medeni haklara ilişkin ehliyetinin sınırlanmasının Anayasa’nın 20. maddesini ihlal ettiğini ileri sürmüş ise de anılan sınırlamaların özel hayata saygı hakkına nasıl bir müdahale oluşturduğu konusunda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu bağlamda, ihlal iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucunun iddiasını kanıtlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

159. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3.    Esas Yönünden

a.    Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası

160. Başvurucu, 25/5/2007 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan ve İlk Derece Mahkemesinin nihai kararının Yargıtayca 24/6/2013 tarihinde onanması ile sona eren yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

161. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

162. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

163. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında "devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasa'ya muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar, kanunlarda hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmışlardır. Bu çerçevede, başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın, Anayasa’nın 36. maddesinin sağladığı güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).

164. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 26/5/2007'dir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının kesinleşme tarihi olan 24/6/2013 olduğu anlaşılmaktadır.

165. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde yürütülen soruşturma kapsamında 26/5/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, 27/5/2007 tarihinde kolluk görevlilerince ve 28/5/2007 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesinin alınmasını müteakip sevk edildiği İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Üyeliğinin 30/5/2007 tarihli kararı ile tutuklanmıştır.  İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 6/7/2007 tarihli iddianamesi ile İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 27/6/2008 tarihli iddianamesi ile Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde, birbiri ile bağlantılı eylemler nedeniyle başvurucu hakkında kamu davaları açılmıştır. Birbiri ile bağlantılı kamu davalarının hangi mahkeme önünde birleştirileceği konusunda çıkan uyuşmazlığın giderilmesi ve yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyalarının gönderildiği Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 11/8/2009 tarihli kararı ile her iki davanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince görülmekte olan dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli kararı ile "[s]ayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşınması, bulundurulması, Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, resmi belgede sahtecilik, tasarlayarak öldürme" suçlarını işlediği sabit görülen başvurucunun iki defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile buna ek olarak toplam 22 yıl hapis ve 10.675 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/6/2013 tarihli ve E.2013/3869, K.2013/9735 sayılı ilamı ile onanmıştır.

166. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).

167. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, iki farklı mahkeme önünde başlatılmış ve sonradan birleştirilmiş iki ayrı ceza davasının birleştirilmiş olması ve davanın diğer özel koşulları dikkate alındığında, başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğu söylenebilir ise de davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve süresi altı yılı aşmış olan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

168. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b.    İddia Tanıklarını Sorguya Çekme Hakkı İle Bağlantılı Olarak Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

169. Başvurucu; Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi önünde devam eden yargılama kapsamında İzmir’de cezaevinde bulunduğu dönemde, Diyarbakır’daki duruşmaya götürülmediğini, savunması alınmadan “itirafçı” H.O.nun tanık olarak ifadesinin alındığını, anılan duruşmaya getirtilmemesi nedeniyle adı geçen tanığa soru sormasının engellendiğini, anılan duruşmada bilgisi dışında Baro tarafından resen atanmış müdafiin hazır bulunduğunu, bu avukatla daha önce hiçbir şekilde görüşmediğini, sonraki aşamalarda adı geçen “itirafçı” ile yüzleştirilme talep etmesine rağmen, Diyarbakır 6. ve İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemelerinin bu yönde bir işlem yapmadıklarını, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin de tensip kararında adı geçen “itirafçı”nın istinabe yoluyla dinlenmesine karar verdiğini, mahkûmiyet açısından dayanılan tek delil olan adı geçen kişinin beyanlarının esas Mahkemesi önünde alınmaması ve anılan kişiye soru sorma imkânı sağlanmamasının savunma hakkını kısıtladığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

170. Bakanlıkça, belirtilen iddialar yönünden görüş bildirilmemiştir.

171. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara -tanık delili de dâhil olmak üzere- delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

172. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22)

173. Bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan tanıkları sorguya çekme veya çektirme, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenle başvurucunun bir tanığın dinlenmediği yönündeki iddiasının Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

174. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:

“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”

175. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, hakkında suç isnadı olan kişiye iki hak sağlamaktadır. Birincisi, aleyhine olan tanıkları çapraz sorgulama, diğer bir deyişle iddia tanıklarını aleni duruşmada çelişmeli bir biçimde sorgulama hakkı, ikincisi ise kendi tanıklarının da iddia tanıkları ile eşit şartlar altında davet edilmesi ve dinlenmesi ve böylece silahların eşitliğinin sağlanması hakkıdır (Ali İlhan Bayar, § 36).

176. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirli ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46; benzer yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Delta/Fransa, B. No: 11444/85, 19/12/1990, §§ 36, 37).

177. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi ile sağlanan güvence, sanığın suçlu bulunmasından önce çelişmeli bir yargılama yapılması amacıyla aleyhteki bütün unsurların, kural olarak aleni bir duruşmada ve sanığın önüne sunulması gerekliliğine dayanmaktadır. Bu gerekliliğe getirilecek istisnaların adil yargılanma hakkı ile uyumlu olabilmesi için aleyhteki tanık ifadelerine itiraz edebilmek başta olmak üzere ifadelerinin alınması sırasında ve daha sonraki aşamalarda, tanıkları sorgulamak için uygun ve yeterli olanakların sağlanması gibi savunma haklarının saklı tutulması şarttır (Balta ve Demir/Türkiye, B. No: 48628/12, 23/6/2015, § 37).

178. Herhangi bir nedenle iddia tanığının duruşmada hazır bulundurulmaksızın ifadesinin alındığı veya böyle bir tanığın ifadesinin alındığı duruşmaya sanık veya temsilcisinin etkili bir şekilde katılımının sağlanamadığı durumlarda sanık veya temsilcisinin, Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fırkasının (d) bendi anlamında "iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek" imkânından mahrum kalması kaçınılmazdır. Böyle bir sınırlamanın, yargılamanın hakkaniyete uygunluğunu zedelemediğinin kabul edilebilmesi için makul bir gerekçeye dayalı olması, sanık aleyhine ulaşılan sonuç bakımından yegâne veya diğerleri arasında belirleyici nitelikte bir delil olmaması ve nihayet sınırlama ile ortaya çıkan zorlukları giderecek usul güvencelerinin sağlanmış olması gerekmektedir (Balta ve Demir/Türkiye, § 39).

179. Somut başvuruda İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararının gerekçesinde yer verdiği "Tanık ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O... ... sanığın 04/04/2006 tarihinde Genç ilçesinde polis memuru C... B...'ın şehit edilmesi olayını bizzat sanık SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın gerçekleştirdiğini belirtmiş ve teşhis etmiştir." ifadelerinden, başvurucunun 4/4/2006 tarihli olayın failleri arasında olduğu konusunda ulaştığı vicdani kanaat bakımından tanık H.O.nun ifadelerinin belirleyici olduğu anlaşılmaktadır.

180. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince düzenlenen 18/7/2007 tarihli tensip tutanağı ile tanık H.O.nun olay hakkında bilgi ve görgüsünün tespiti için bulunduğu yer mahkemesine istinabe yazısı yazılmasına karar verilmiştir. Anılan yazı üzerine Siirt Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hâkimliğince, adı geçen kişinin tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Ancak bu ifadesinde adı geçen tanık, başvurucu ile ilgili en önemli tanıklığı olan 4/4/2006 tarihli olaydan bahsetmediği gibi Naip Hâkimlikçe de bu konuya ilişkin bir soru sorulmamıştır.

181. Adı geçen tanık ayrıca, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince görülen (sonradan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince görülen dava ile birleştirilen) E.2008/377 sayılı davanın 21/10/2008 tarihli ikinci oturumunda, başvurucunun zorunlu müdafii huzurunda dinlenmiştir. Anılan tanığın duruşma tutanağına yansıyan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Ben[im] soruşturma aşamasında vermiş olduğum ifadelerim doğrudur. [D]aha önce 10.07.2007 tarihinde polise vermiş olduğum ifadede ve özellikle 04.04.2006 günü Bingöl ili Genç ilçesi polis karakoluna düzenlenen ve bir polis memurunun şehit edildiği olaya ilişkin olarak ... ifadelerimi aynen tekrar ederim. [O] ifadelerime ekleyecek ve çıkarılacak bir şey yoktur.

Tanığın dosyada mevcut dizi 177-186'd[a]ki 10.07.2007 tarihli kolluk ifadesi okundu soruldu: Okunan ifade bana aittir. [O] ifademde de belirttiğim üzere ben duyduğum şeyleri anlattım ve aktardım. [Y]oksa benim görgüye dayalı bir bilgim yoktur. [Ö]rgüt içerisinde benim kod adım Özgür-Şerdem idi. Sertaç KILIÇARSLAN'ın kod adı ise Harun idi ..."

182. "[T]asarlayarak, yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle adam öldürmek" suçuna ilişkin mahkûmiyet hükmü bakımından belirleyici delil olan tanık H.O.nun beyanının alınmış olması nedeniyle, yargılama sürecinin en kritik oturumu olan 21/10/2008 tarihli oturuma, başka yerde tutuklu olan başvurucunun katılımı sağlanamamıştır.

183. Diğer yandan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince görülen E.2007/305 sayılı davanın 18/10/2007 tarihli ilk oturumuna başvurucunun kendi avukatının katıldığı, dolayısıyla başvurucunun en geç anılan tarih itibarıyla kendi seçtiği müdafiinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

184. Buna karşılık Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun kendi belirlediği avukatın duruşmaya davet edilip edilmediği ve zorunlu müdafi atanmadan önce başvurucunun kendi belirlediği bir müdafii olup olmadığı konusunda bir araştırma yapılıp yapılmadığı anlaşılamamaktadır. Bu çerçevede duruşmaya, başvurucunun bizzat katılımının veya kendi belirlediği müdafiin katılımının sağlanamamış olması, "iddia tanıklarını sorguya çekme" hakkının kullanılması bağlamında yargılamaya etkili katılımı engellemiştir.

185. Dahası anılan Mahkeme de adı geçen tanığa, ifadesinin inandırıcılığının ve güvenilirliğinin değerlendirilebilmesine imkân sağlayacak nitelikte sorular yöneltmemiştir. Siirt Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hâkimliğince alınan ifadede ise tanık tarafından 4/4/2006 tarihli olaydan hiç bahsedilmediği ve Hâkimlikçe bu konuda tanığa soru yöneltilmediği için inandırıcılık ve güvenilirliğin test edilmesi bakımından herhangi bir önlem alınması da söz konusu olmamıştır. Bu durum ise doğrudan temasta bulunamamış olmaları nedeniyle kendisine soru soramadıkları ve davranışlarını gözlemleyemedikleri tanığın beyanlarını, suç isnadının esasını karara bağlarken belirleyici delil olarak esas alan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinin, anılan tanığın beyanlarının inandırıcılığını ve güvenilirliğini test edememeleri sonucunu doğurmuştur.

186. Oluşan bu dezavantajlı durumun giderilmesi bakımından başvurucunun müdafii, tanık H.O.nun dinlendiği oturumun sonunda başvurucu ile adı geçen tanığın yüzleştirilmelerini talep etmiştir. Dahası yargılamanın sonraki bazı oturumlarında, adı geçen tanığın duruşmaya getirilerek soru sorma, teşhis ve yüzleştirme imkânlarının sağlanması talep edilmiş ise de tüm bu talepler Mahkemece dosya kapsamına göre davaya yenilik getirmeyeceğine ve dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve yargılamanın geçirmiş olduğu aşama gibi yeterince somutlaştırılmamış olgulara atıfta bulunularak reddedilmiştir. Bu şartlar altında, makul bir şekilde gerekçelendirilmemiş olan sınırlamanın haklılığının, İlk Derece Mahkemesi tarafından yeterince ortaya konulduğu sonucuna ulaşılamamıştır.

187. Dahası, davanın 22/8/2011 tarihli oturumunda tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan getirtilmiş olan tanık M.A.C.nin beyanı alınmıştır. Anılan tanığın beyanı şöyledir:

"Ben 2006 yılı Nisan ayı ortalarında Irak ülkesinde Zap bölgesinde sanık Sertaç ile tanıştım. [K]ısa bir süre de yaklaşık 2 hafta kadar da birlikte kaldık. 2 hafta kadar bu birliktelikten sonra sanık Sertaç ile ayrıldık. [B]ir daha da birbirimizi görmedik ..."

188. Yeterince somutlaştırılmamış olan bu beyanı üzerine tanığa, başvurucunun müdafii dışında ve özellikle Mahkeme heyeti tarafından herhangi bir soru yöneltilmemiştir. Mahkûmiyet hükmü bakımından belirleyici delil olan tanık H.O.nun beyanı ile tamamen zıt olan bu beyanın inandırıcılığı ve güvenilirliğinin sınanmaya çalışılmamış olması, ifade alma işleminin bir "formalite"ye dönüştüğü izlenimini uyandırmaktadır. İlk Derece Mahkemesinin, gerekçeli kararında, tanık H.O.nun beyanları ile zıt nitelikteki tanık M.A.C.nin beyanlarına niçin itibar edilmediğini açıklamayı gerekli görmemiş olması da bu izlenimi doğrulamaktadır.

189. Özetle, başvurucunun "tasarlayarak, yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle adam öldürmek" suçundan mahkûmiyeti bakımından, beyanı belirleyici delil olarak kabul edilen iddia tanığının doğrudan sorguya çekilmesine getirilen sınırlamanın, makul bir şekilde gerekçelendirilmediği ve savunma bakımından ortaya çıkan bu dezavantajı giderecekyeterli usul güvencelerinin sağlanmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle, anılan sınırlamanın, adil yargılanma hakkının gerekleri ile bağdaştığının kabulü mümkün değildir.

190. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının bir unsuru olan iddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

191. Başvurucunun, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında ileri sürdüğü, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele niteliğinde olduğuna ilişkin şikâyeti ile Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında ileri sürdüğü "örgüt propagandası yaptığı" gerekçesiyle savunmasının kesildiği, İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyete ilişkin nihai kararının gerekçesinin yetersiz olduğu ve anılan Mahkeme hâkimlerinin tarafsızlıklarını yitirdikleri yönündeki şikâyetlerinin tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015, § 77).

4.    6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

192. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

193. Başvurucu, iddia ettiği 50.000 TL maddi ve 150.000 TL manevi zararını karşılayacak ve adil tatmin sağlayacak bir tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

194. Bakanlık tarafından, somut başvuruda ihlal tespit edilmesi hâlinde başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in benzer başvurularda verdiği ihlal kararlarında hükmettiği tazminat miktarları çerçevesinde hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı yönünde görüş bildirilmiştir.

195. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında tazminata ilişkin olarak başvuru formundaki taleplerini tekrarlamıştır.

196. Başvuruda, iddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak adil yargılanma ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

197. İddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak adil yargılanma hakkının ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

198. Altı yılı aşan ve makul olmayan yargılanma süresi nazara alındığında yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

199. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu, tespit edilen ihlaller nedeniyle maddi zarara uğradığını ortaya koyan herhangi bir belge sunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

200. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V.    HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.   Adli yardım talebinin KABULÜNE, OYBİRLİĞİYLE,

B.   1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

       2. İşkence, eziyet veya insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

       3. Adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen, değerlendirme aşamasında iddianamenin tebliğ edilmediğine, yargı yeri belirlenmesi sürecinde Yargıtay Cumhuriyet savcısının yazılı görüşünün tebliğ edilmediğine ve iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

       4. Adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen, davaya bakan Mahkemenin DGM'lerin devamı niteliğinde olduğuna, ana dilde savunma yapma imkânı sağlanmadığına, davaların birleştirilmesinin kanuni hâkim güvencesini ihlal ettiğine, temyiz aşamasında duruşma yapılmadığına, Kürt kökenli olması nedeniyle ayrımcılık yapıldığına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

       5. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

       6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

       7. İddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

C.   1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,

       2. İddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D.   Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2009/171) GÖNDERİLMESİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

E.    Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

F.    1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,

G.   Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA, OYBİRLİĞİYLE,

H.   Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE

18/2/2016 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY GEREKÇESİ

5271 sayılı Ceza Mahkemesi Kanunu’nun “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinde “(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uyun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” denilmektedir. Ceza muhakemesi öğretisinde “delil serbestisi” ve “hâkimin delilleri takdir yetkisi” olarak ifadesini bulan bu kural, ceza hâkimine (mahkemeye) suçun sübutu konusunda geniş bir değerlendirme hakkı tanımaktadır.

Başvurunun somutunda, başvurucu hakkında tesis edilen ve Yargıtayca’da onanmak suretiyle kesinleşen mahkûmiyet kararının aşağıdaki somut olgu ve delillere dayandırıldığı anlaşılmaktadır:

-    İtirafçı tanık H. O.’nun aşamalardaki bütünlük arzeden beyanları,

-    İtirafçı tanık H. O.’nun ifadeleri doğrultusunda başvurucunun (sanığı) örgüt buluşma noktasında yakalanmış olması,

-    Başvurucunun aşamalardaki beyanlarında örgüt mensubu olduğu ve muhtelif örgütsel faaliyetlerde bulunduğu şeklindeki ikrarları,

-    Başvurucunun ikrarları ile itirafçı tanığın beyanları arasındaki olguya uygun insicam,

-    Örgüt içinde birlikte hareket eden ve aralarında sıkı bir örgütsel bağ bulunan başvurucu ile anılan tanık arasındaki ilişkinin doğal seyri gereği, tanığın örgüt içinde konuşulmayan ve bilinmeyen bir konuyu (Genç Polis Karakolu baskını) dile getirip başvurucu hakkında atf-ı cürmide bulunmasının hayatın olağan akışına aykırı düşmesi,

-    İtirafçı tanığın aşamalardaki tüm beyanlarının bir bütün halinde değerlendirilmesinde bu beyanlarının doğruluğu konusunda kuşku uyandıracak bir çelişki ya da aykırılığın bulunmaması,

-    Genç’teki olayla ilgili delillerin bu konudaki ifade ve açıklamalarla örtüşmesi.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının yegâne delilinin tanık beyanı olmadığı çok açıktır ve ilk derece mahkemesi tüm delilleri değerlendirerek CMK 271. maddedeki takdir hakkı çerçevesinde edindiği vicdani kanaatle mahkûmiyet hükmü tesis etmiştir. Gerek ilk derece mahkemesinin gerek bu kararı onayan Yargıtayın kararlarında keyfilik ve açık takdir hatası da görülmediğinden; başvuru yoluna gidilen kararın Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında bir ihlâle yol açmadığı açıktır. Öte yandan, adı geçen tanık 21.10.2008 tarihli oturumda mahkemece dinlenmiş ve bayanları alınmış; sanığın zorunlu müdafii de bu duruşmada bulunmuş ve tanığın başvurucu (sanık) aleyhindeki beyanlarını kabul etmediğini ifade etmiştir. Başvurucu ile anılan tanığın aynı duruşmada bulunmaları halinde de değişen bir şeyin olmayacağı; başvurucunun bu tanığın beyanlarını kabul etmeyeceği izahtan varestedir. Dolayısiyle, salt başvurucu ile tanığın aynı duruşmada bir arada olmamaları hali tek başına iddia tanıklarını sorguya çekme hakkının ihlâline yol açmaz.

Son olarak, Anayasa’nın 148. maddesindeki “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.” âmir hükmü gözetildiğinde de, bir kanun yolu değerlendirilmesi olan “sübut” olgusunun irdelenmesi mümkün görülmemektedir.

Açıklanan nedenlerle, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini değerlendirdiğimden; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamadım.

 

 

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Sertaç Kılıçarslan [2.B.], B. No: 2013/7090, 18/2/2016, § …)
   
Başvuru Adı SERTAÇ KILIÇARSLAN
Başvuru No 2013/7090
Başvuru Tarihi 13/9/2013
Karar Tarihi 18/2/2016
Resmi Gazete Tarihi 31/3/2016 - 29670

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, yargılamanın adil yürütülmediği, makul sürede sonuçlandırılmadığı, yakalama ve tutuklama sürecindeki uygulamaların kişi hürriyeti ve güvenliğini ihlal ettiği, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yakalama ve gözaltı sürecindeki cebir ve tehdit eylemlerinin işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Makul sürede yargılanma hakkı (ceza) İhlal Manevi tazminat
Tanık dinletme ve sorgulama hakkı (ceza) İhlal Yeniden yargılama
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (süre) Zaman Bakımından Yetkisizlik
Kötü muamele yasağı Yakalama ve/veya gözaltı sırasında güç kullanımı Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı (ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kanun yolu şikâyeti Konu Bakımından Yetkisizlik
Tercüman yardımından yararlanma hakkı (ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5237 Türk Ceza Kanunu 58
82
174
204
302
3713 Terörle Mücadele Kanunu 5
6136 Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun 13
5275 Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun 25
4675 İnfaz Hakimliği Kanunu 4
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 10
174
180
191
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi