İKİNCİ
BÖLÜM
KARAR
Başkan : Engin
YILDIRIM
Üyeler : Serdar
ÖZGÜLDÜR
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
Muammer
TOPAL
M.
Emin KUZ
Raportör : Recep
ÜNAL
Başvurucu : Sertaç
KILIÇARSLAN
Vekili :
Av. Nezahat PAŞA BAYRAKTAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yargılamanın adil yürütülmediği,
makul sürede sonuçlandırılmadığı, yakalama ve tutuklama sürecindeki
uygulamaların kişi hürriyeti ve güvenliğini ihlal ettiği, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası ile yakalama ve gözaltı sürecindeki cebir ve tehdit
eylemlerinin işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele
yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/9/2013 tarihinde İzmir 13. Asliye
Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için
Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/8/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine
sunulan görüş 21/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu,
Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 25/8/2015 tarihinde sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği
şekliyle, ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucunun Yakalanması
8. Türkçe adı "Kürdistan İşçi Partisi"
olan PKK terör örgütü üyesi, "Özgür" kod adlı H.O. isimli kişinin
kendi iradesiyle güvenlik güçlerine teslim olması üzerine Siirt Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.
9. Soruşturma kapsamında H.O.nun 25/5/2007
tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Adı geçen kişi ifadesinde
örgüte nasıl katıldığını ve iştirak ettiği eylemleri anlatmıştır. Adı geçen
kişi ayrıca, ifadesinin alındığı tarihten önceki son on aydır İzmir'de
"Harun" kod adını kullanan arkadaşı ile kırsal bölgede kaldıklarını,
bu süre zarfında eylem amaçlı keşif yaptıklarını, herhangi bir eyleme
teşebbüslerinin olmadığını, bu dönemde İzmir şehir merkezindeki ailesinin
yanında barındığını, Harun kod adlı kişi ile en son 18/5/2007 tarihine kadar
kırsalda kaldıklarını, iletişimlerini posta kutusu adını verdikleri bir bidon
vasıtasıyla sağladıklarını, arazideki silah ve mühimmatları da adı geçen kişi
ile birlikte bidonlara koyarak üç farklı yerdetoprağa gömdüklerini ifade
etmiştir.
10. Kolluk ekipleri tarafından 25/7/2007 tarihinde
saat 22.30 sıralarında adı geçen kişinin tarif ettiği yere gidilmiş ve
belirtilen eşya, silah ve mühimmat ile bir buluşma notu bulunmuştur. Anılan
nottaki bilgilere istinaden 26/5/2007 tarihinde saat 09.00 sıralarında "posta
kutusu" olarak tabir edilen bölgede güvenlik tedbirleri alınarak
gizlice beklenilmiş ve saat 12.30 sıralarında belirtilen yere gelmekte iken
"Dur!" ihtarı üzerine kaçmaya çalışan başvurucu, görevlilerce
yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu, adının "V... D..."
olduğunu bildirmiş ve bu adı taşıyan bir kimlik ibraz etmiştir.
11. Buca İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerince
27/5/2007 tarihinde başvurucunun, müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır. Aynı
tarihte itirafçı H.O.nun Siirt Merkez Jandarma Karakol Komutanlığında şüpheli
sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur.
12. Başvurucunun, 28/5/2007 tarihinde bu kez
Cumhuriyet savcısı tarafından, müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır. Müteakiben
30/5/2007 tarihinde başvurucunun aynı usulle ek ifadesi alınmıştır.
13. Başvurucu, sevk edildiği İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesi Nöbetçi Üyeliğinin 30/5/2007 tarihli ve 2007/45 Sorgu sayılı kararı
ile tutuklanmıştır. Başvurucu, yorgun olduğu gerekçesiyle sorgusunda savunma
yapmamıştır.
14. İzmir (CMK 250. madde ile yetkili) Nöbetçi
Ağır Ceza Mahkemesi Üyeliğinin 29/6/2007 tarihli ve 2007/678 Değişik İş sayılı
kararı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 108.
maddesi gereğince başvurucunun tutukluluk hâlinindevamına karar verilmiştir.
2. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi
Önündeki Dava Süreci
15. Diyarbakır (CMK 250. madde ile görevli)
Cumhuriyet Başsavcılığının (Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı) 1996/1791
Soruşturma sayılı istinabe yazısına istinaden 28/3/2008 tarihinde Siirt
Cumhuriyet Başsavcılığınca H.O.nun tanık sıfatıyla ifadesine başvurulmuştur.
16. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının
27/6/2008 tarihli ve 2008/1698 Soruşturma ve E.2008/873 sayılı iddianamesi ile
"devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak, kişinin yerine
getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasa'ya
muhalefet" suçlarını işlediği iddia edilen başvurucu hakkında Diyarbakır
(CMK 250. madde ile yetkili) 6. Ağır Ceza Mahkemesinde (Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesi) kamu davası açılmıştır.
17. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince görülen
E.2008/377 sayılı davanın 2/9/2008 tarihli birinci oturumunda, iddianamenin
kabulüne dair karar ile 27/6/2008 tarihli iddianame ve ekleri okunmuştur.
Başvurucu, kimlik tespitini müteakip yaptığı savunmasında, kendisine isnat
edilen suçun işlendiği tarihin, anılan bölgeye intikalinden 1,5 ay öncesine
tekabül ettiğini ifade ederek H.O.nun duruşmaya çağrılarak huzurda ifadesinin
alınmasını talep etmiştir. Başka suçtan (İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince
görülen dava kapsamında) tutuklu olan başvurucunun, mevcut dava kapsamında
ayrıca tutuklanmasına ve H.O.nun duruşmada hazır bulundurulması için müzekkere
yazılmasına karar verilmiştir.
18. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince görülen
E.2008/377 sayılı davanın 21/10/2008 tarihli ikinci oturumunda, başvurucunun
nakli ve duruşmada hazır bulundurulması için (İzmir 2 No.lu F Tipi Yüksek
Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna) yazılan müzekkereye cevap verilmediği tespit
edilmiştir. Aynı oturumda, duruşmaya getirilen H.O.nun, iddia makamı ve
başvurucunun zorunlu müdafii huzurunda tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır.
Anılan tanığın duruşma tutanağına yansıyan ifadesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Ben[im] soruşturma aşamasında vermiş olduğum
ifadelerim doğrudur. [D]aha önce 10.07.2007 tarihinde polise vermiş olduğum
ifadede ve özellikle 04.04.2006 günü Bingöl ili Genç ilçesi polis karakoluna
düzenlenen ve bir polis memurunun şehit edildiği olaya ilişkin olarak ...
ifadelerimi aynen tekrar ederim. [O] ifadelerime ekleyecek ve çıkarılacak bir
şey yoktur.
Tanığın dosyada mevcut dizi 177-186'd[a]ki 10.07.2007
tarihli kolluk ifadesi okundu soruldu: Okunan ifade bana aittir. [O] ifademde
de belirttiğim üzere ben duyduğum şeyleri anlattım ve aktardım. [Y]oksa benim
görgüye dayalı bir bilgim yoktur. [Ö]rgüt içerisinde benim kod adım
Özgür-Şerdem idi. Sertaç KILIÇARSLAN'ın kod adı ise Harun idi ..."
19. Başvurucunun zorunlu müdafii, aleyhe olan
beyanlarını kabul etmediğini ve önceki beyanları ile yeni beyanı arasında çelişki
bulunduğunu bildirdiği tanığın, başvurucu ile yüzleştirilmesini talep etmiştir.
20. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince, mevcut
davanın (E.2008/377) İzmir (CMK 250. madde ile yetkili) 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2008/235 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine ve
yargılamanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin belirtilen dosyası üzerinden
yürütülmesine, bilinmeyen bir tarihte karar verilmiştir.
3. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi
Önündeki Dava Süreci
a. E.2007/305 Sayılı Dosya
21. İzmir (CMK 250. madde ile yetkili) Cumhuriyet
Başsavcılığının 6/7/2007 tarihli ve 2007/377 Hazırlık ve E.2007/295 sayılı
iddianamesi ile "örgüt üyeliği, eylemde bulunmak, patlayıcı madde
bulundurmak, resmi evrakta sahtecilik ve 6136 sayılı [K]anun'a muhalefet"
suçlarını işlediği iddiası ile başvurucu hakkında İzmir (CMK 250. maddesi ile
yetkili) 10. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
22. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince düzenlenen
18/7/2007 tarihli ve E.2007/305 sayılı tensip tutanağı ile diğer hususlara ek
olarak H.O.nun olay hakkında bilgi ve görgüsünün tespiti için bulunduğu yer
mahkemesine istinabe yazısı yazılmasına karar verilmiştir.
23. H.O.nun Siirt'te tutuklu olması nedeniyle
istinabe yazısı yazılan Siirt Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hâkimliğince adı geçen
kişinin tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Adı geçen tanığın tutanağa yansıyan
ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:
"... 1999 yılında örgüte katıldım. Örgüte katılış
sürecimi, iddianameye konu erzak ve diğer maddelerin İzmir'e götürülmesi
konusunda daha önce verdiğim ayrıntılı ifademi tekrar ediyorum. Gerçek ismini
bilmediğim Soro kod adlı şahsı ayarladığı kamyonla yine Soro kod adlı kişinin
Harun kod adlı Sertaç ve beni görevlendirmesi üzerine iddianamede yer alan
malzemeleri Bornova Çiçekli köyüne 2006 yaz aylarında götürdük. ..."
24. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen
E.2007/305 sayılı davanın 18/10/2007 tarihli birinci oturumunda başvurucu,
tutuklu sanık sıfatıyla ve müdafii ile birlikte hazır bulundurulmuş ve
savunması alınmıştır.
25. Davanın 18/6/2008 tarihli oturumunda
başvurucunun müdafii, yazılı savunma dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.
Başvurucu ise müdafiinin beyanlarına iştirak ettiğini bildirmiştir.
26. Davanın, başvurucunun müdafiinin katıldığı
7/5/2008 tarihli oturumunda, iddia makamı esas hakkında yazılı mütalaasını
sunmuştur. Anılan mütalaada özetle başvurucunun "terör örgütü üyesi
olmak, patlayıcı madde ve silah bulundurmak, sahte kimlik kullanmak"
fiillerini işlediği iddia edilmiş ve bu nedenle 12/4/1991 tarihli ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5. maddesi çerçevesinde, 26/9/2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 58. maddesinin (9) numaralı, 314.
maddesinin (2) numaralı, 174. maddesinin (1) ve (2) numaralı ve 204. maddesinin
(1) numaralı fıkraları ile 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun'un 13. maddesinin ikinci fıkrası
gereğince cezalandırılması talep edilmiştir.
27. Davanın 8/10/2008 tarihli oturumunda
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucu hakkındaki ilgili dava
dosyasının birleştirilmesinin talep edildiği ve iddianamenin bir örneğinin
gönderildiğinin bildirilmesi üzerine başvurucu ve müdafii dosyaların
birleştirilmesine sözlü olarak itiraz etmişlerdir. İddia makamı da olumsuz
görüş bildirmiş ve 7/5/2008 tarihli oturumda sunulan esas hakkında mütalaayı
tekrar ettiğini ifade etmiştir. Esas hakkındaki savunmasını yapması istenen
başvurucunun, siyasi nitelikte ve terör örgütü propagandası içeren savunma
yaptığı gerekçesiyle savunmasının alınmasından vazgeçilmiştir. Duruşma
tutanağının ilgili kısımları şöyledir:
"...
Sanık Sertaç Kılıçarslan'dan esas hakkındaki savunması
soruldu: Avukatımın beyanlarına aynen katılıyorum. [M]ağdurum. [T]ahliyeme
karar verilmesini talep ederim dedi.
Sanığın siyasi savunma yaptığı, yarım saat
beklenmesine rağmen kendisine yüklenen eylemler ile ilgili hiçbir beyanda
bulunmadığı ve terör örgütünün propagandasını yaptığı görülmekle özel durumu
ile ilgili savunma yapmayacaksa propaganda yapamayacağı hatırlatıldı. [S]anık yazmış
olduğu siyasi savunmayı okumak istediğini okumadığı takdirde yargının bağımsız
olmayacağını söyledi.
İDDİA MAKAMINDAN SORULDU; sanığın iddianamede
belirtilen suçlamalar dışında [PKK] terör örgütünün propagandasını yaptığı
anlaşıldığından bu duruma mahkeme kararı ile engel olunması ve diğer usul...
işlemlerin[in] yerine getirilmesi talep olunur dedi.
GG
Sanık Sertaç Kılıçarslan kendisine yüklenen eylemler
ile ilgili savunmada bulunmayıp PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı
anlaşıldığından ve savunma hakkını kötüye kullandığından sözlü savunmasının
alınmasından vazgeçilmesine, elinde okumakta olduğu 12 sayfa yazılı savunma
dilekçesinin alınarak dosyaya konulmasına oy birliği ile karar verildi. [A]çık
yargılamaya devam olundu.
..."
28. Anılan duruşma sonunda başvurucu hakkındaki
davanın 5271 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince mevcut dosyadan ayrılarak
yeni bir esas numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir. Aynı oturumda
hiyerarşik yapısına dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım
etmek suçlarından, diğer sanıkların bir kısmı hakkında mahkûmiyet, bir kısmı
hakkında ise delil yetersizliği nedeniyle beraat kararları verilmiştir.
b. E.2008/235Sayılı Dosya
29. Tefrikine karar verilen, başvurucunun
yargılandığı dava dosyasına E.2008/235 numarası verilmiştir.
30. E.2008/235
sayılı davanın 22/1/2009 tarihli oturumunda, heyet değişikliği nedeniyle eski
tutanaklar ve iddianamenin kabulü kararı okunmuştur. Başvurucunun müdafii,
tefrik edilen dosyadaki beraat ve mahkûmiyet kararlarına katılan hâkimlerin,
başvurucu hakkındaki bu davanın duruşmalarına katılmalarının usule uygun
olmadığını, anılan hâkimlerin yargılamanın esası hakkındaki görüşlerini daha
önce açıkladıklarını, yargılamanın bir anlamı kalmadığını belirterek davadan
çekilmelerini talep etmiştir. Başvurucu, avukatının görüşlerine katıldığını,
savunmasını daha önce yaptığını, suçsuz olduğunu ifade etmiştir. Duruşma
sonunda Mahkemece, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine yazılan müzekkere
cevabının beklenmesine, çekilme ve ret taleplerinin değerlendirilmesi için
dosyanın incelemeye alınmasına karar verilmiştir.
31. Davanın
1/4/2009 tarihli oturumunda Mahkemece "sanık müdafiinin ... daha önceki
... karara katılan üye hakimlerin çekilmesi, olmadığı takdirde reddine ilişkin
istemi süresinde ve yerinde olmadığından CMK 28. maddesi uyarınca 7 gün içinde
8. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar"
verilmiştir. Duruşma sırasında Mahkemece, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından E.2008/377 sayılı dava dosyasının mevcut dosya ile birleştirilmesine
karar verildiği tespit edilmiştir. Birleştirme konusunda iddia ve savunma
makamlarının olumsuz görüşleri üzerine Mahkeme, Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin birleştirme isteminin reddine, "[h]er iki dava dosyasının
incelenmesinde sanığa isnat edilen eylemlerin... Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinde görülen davada [mevcut] olduğu, bu nedenle sanık hakkındaki
yargılamanın eylem ağırlığı bulunan Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesindeki
dosya ile birleştirilmesinin gerektiği anlaşılmakla ... davanın Diyarbakır 6.
Ağır Ceza Mahkemesine [ait] 2008/377 esas sayılı dava... ile birleştirilmesine,
... her iki mahkeme arasında meydana gelen birleştirme hususundaki ihtilafın
giderilmesi için dosyanın öncelikle YÜKSEK YETKİLİ YARGITAY 5. CEZA DAİRESİNE
GÖNDERİLMESİNE..." karar verilmiştir.
c. Yargı
Yeri Belirlenmesi Süreci
32. Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının 23/6/2009 tarihli ve 2009/152011 sayılı yazılı
görüşünde "her iki mahkemenin yargılama konusunun aynı olmasına, sanık
ve suç yönünden şahsi, hukuki ve fiili irtibat bulunduğu anlaşılmakla davaların
birlikte yürütülmesinde yarar görülmesine, iddianame tarihine ve Diyarbakır 6.
Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçesine göre, davaların İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2008/235 esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine, ... karar
verilmesi ..." talep edilerek dosya, Yargıtay 5. Ceza Dairesi
Başkanlığına sunulmuştur.
33. Yargıtay
5. Ceza Dairesinin 11/8/2009 tarihli ve E.2009/10636, K.2009/10117 sayılı
kararı ile "[i]ncelenen dosya içeriğine, sanıkların üzerine atılan
suçların niteliğine, iddianamede olayın anlatılış biçimine, her iki mahkemenin
dava dosyaları arasında sanık Sertaç Kılıça[r]slan ve suçlar yönünden şahsi,
hukuki ve fiili irtibat bulunduğu anlaşılmakla, davaların birlikte
yürütülmesinde yarar görüldüğünden, iddianame ve suç tarihleri de gözetilerek
İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin ... birleştirme kararının kaldırılmasına, ...
davanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası üzerinden yürütülmesine, ..."
karar verilmiştir.
d. E.2009/171Sayılı
Dosya
34. Yargıtay
5. Ceza Dairesinin, her iki davanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte
olan dava dosyası kapsamında birleştirilmesine dair 11/8/2009 tarihli kararı
üzerine her iki dava dosyası anılan Mahkemenin E.2009/171 sayılı dosya sırasına
kaydedilmiştir.
35. E.2009/171
sayılı davanın, başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 12/11/2009 tarihli
oturumunda Yargıtay 5. Ceza Dairesinin birleştirmeye dair 11/8/2009 tarihli
kararı okunmuştur. Duruşma sonunda bir kısım suçtan zarar görenlerin davaya
katılma taleplerinin kabulüne, ayrıca bir müzekkere cevabının beklenmesi ve bir
müştekinin beyanının alınması için istinabeye başvurulmasına karar verilmiştir.
36. Davanın
başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 4/3/2010 tarihli oturumunda, bir kısım
müzekkerelerin cevaplarının ulaşmadığı tespit edilmiştir. Aynı oturumda
başvurucu, tanık H.O.nun niçin aleyhinde beyanda bulunduğunu açıklamıştır.
Belirtilen beyanında başvurucu; H.O.nun kendisi aleyhine beyanda bulunmaya
zorlandığını, adı geçenin de "pişmanlık yasasından faydalanmak" için
aleyhinde ifade verdiğini, ifadelerinin çelişkili olduğunu, olayın geçtiği
bölgede "Harun" kod adlı başka kişiler de olduğunu, H.O. isimli şahısla
yüzleştirilmek istediğini belirtmiştir. Mahkeme ise başvurucunun bu talebinin,
"[d]osya kapsamına göre ... davaya yenilik getirmeyeceği"
gerekçesiyle reddine karar vermiştir.
37. Davanın
başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 23/6/2010 tarihli oturumunda bir kısım
şikâyetçilerin davaya katılma taleplerinin kabulü dışında esaslı herhangi bir
işlem yapılmamıştır.
38. Davanın
başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 13/10/2010 tarihli oturumunda esaslı
herhangi bir işlem yapılmamıştır.
39. Davanın
26/1/2011 tarihli oturumunda kendisine, istinabe yoluyla ifadesi alınan müşteki
beyanına bir diyeceği olup olmadığı sorulan başvurucunun cevabı duruşma
tutanağına "Sanığın Türkçe dışında anlaşılmayan bir dille cevap verdiği
görüldü. / Sanığa daha önce savunmalarını Türkçe yaptığı, Türkçe'yi yeterince
anlayıp konuşabildiği, bu nedenle başka bir dille savunma yapmasına yasal
olanak bulunmadığı, başka bir dille savunma yapmakta ısrar etmesi halinde
savunma yapma hakkından vazgeçmiş sayılabileceği ikaz edilip hatırlatıldı."
şeklinde yansımıştır. Başvurucu, savunmasını Kürtçe yapacağını, bu nedenle
Kürtçe bilen tercüman bulundurulmasını istediğini beyan etmiştir. Aynı oturumda
iddia makamı esas hakkında mütalaasını sunmuş olup mütalaanın ilgili kısımları
şöyledir:
"...
04.04.2006 tarihinde Bingöl ili, Genç ilçesi polis
merkezi ve lojmanlarına PKK terör örgütü mensupları tarafından silahlı
saldırıda bulunulduğu, saldırı neticesinde nöbet kulübesi önündeki polis memuru
C... B...'ın öldüğü, atılı saldırı olayı Cudi kod isimli örgüt mensubunun
[sözde] eyalet yönetimine teklif ettiği, Cudi kod adını kullanan örgüt
mensubunun bölgeyi çok iyi bildiği, eylem onayının alındığı, onay sonrası Soro,
Cudi, Harun, Şivan ve Civan kod adlı terör örgütü mensuplarının yanlarına
roketatar ve mühimmatı ile hazırlanan el bombası düzenekli C4 patlayıcı maddeyi
de alarak saldırının yapılacağı yere gittikleri, yapılan plan dahilinde
saldırının gerçekleştirildiği, saldırıyı gerçekleştiren grup içerisinde Harun
kod adını kullanan sanık Sertaç Kılıça[r]slan'ın da bulunduğu,
..."
40. İddia
makamının mütalaası üzerine başvurucunun müdafii, soruşturmanın genişletilmesi
talepleri ve esas hakkındaki savunmalarını sunabilmeleri için süre talep
etmiştir. Başvurucu da mütalaaya karşı savunmasını daha kapsamlı
hazırlayacağını bildirmiştir. Duruşma sonunda Mahkemece savunma için süre
taleplerinin kabulüne, başvurucunun "daha önce savunmalarını Türkçe
yapması nazara alındığından, Türkçe'yi yeterince anlayıp konuşabildiği, bu
nedenle başka bir dille savunma yapmasına yasal olarak imkan bulunmadığı"
gerekçesiyle başvurucunun Kürtçe tercüman talebinin reddine karar verilmiştir.
41. Davanın 21/4/2011 tarihli oturumunda iddia
makamı, esas hakkındaki mütalaasını tekrar etmiştir. Başvurucunun müdafii,
4/4/2006 tarihinde başvurucunun Türkiye'de olmadığına dair tanıklığı olan
M.A.C. ile aracı yağma edilen taksi şoförünün ifadelerinin alınmasını talep
etmiştir. Başvurucu ise müdafiinin belirttiklerinin doğru olduğunu, o tarihte
Türkiye'de olmadığını bilen başka kişiler de bulunduğunu ancak yurt dışında
olmaları nedeniyle bu kişilere ulaşmasının mümkün olmadığını, cezaevindeki
"psikolojik ve fiziki baskı" nedeniyle savunmasını hazırlamasının
güçleştiğini beyan ederek kendisine tekrar süre verilmesini talep etmiştir.
Duruşma sonunda Mahkemece başvurucu müdafiinin tanık dinletme talebi, M.A.C.
isimli şahıs yönünden kabul edilirken "aradan geçen süre, daha önce
taksi şoförünün de şahısları tanımıyor oluşu nazara alındığında teşhis
işleminin sağlıklı olamayacağı" gerekçesiyle taksi şoförünün
dinlenmesi talebinin reddine karar verilmiştir.
42. Davanın 22/8/2011 tarihli oturumunda, tutuklu
bulunduğu ceza infaz kurumundan getirtilmiş olan tanık M.A.C.nin beyanı
alınmıştır. Anılan tanığın duruşma tutanağına yansıyan beyanı şöyledir:
"Ben 2006 yılı Nisan ayı ortalarında Irak
ülkesinde Zap bölgesinde sanık Sertaç ile tanıştım. [K]ısa bir süre de yaklaşık
2 hafta kadar da birlikte kaldık. 2 hafta kadar bu birliktelikten sonra sanık
Sertaç ile ayrıldık. [B]ir daha da birbirimizi görmedik dedi.
Sanık müdafiinin talebi ile tanıktan soruldu:
04/04/2006 tarihinde Bingöl'deki saldırıyı medya vasıtasıyla duydum. Bu olayın
meydana geldiği tarihte sanık Sertaç da benim yanımdaydı. [Y]ani Zap bölgesinde
beraberdik dedi."
43. Başvurucunun müdafii; tanık H.O.nun aşamalarda
verdiği ifadelerinde 4/4/2006 tarihli olayla ilgili herhangi bir beyanı
bulunmadığını, sadece bir yerdeki anlatımında soyut olarak "Harun"
kod adlı bir kişiden söz ettiğini ancak bu kişinin müvekkili (başvurucu) olduğu
konusunda dosyada delil bulunmadığını, bu sebeple adı geçen tanığın Mahkeme
huzuruna getirilerek teşhis ve yüzleştirme yapılması gerektiğini, bu işlemden
sonra esas hakkında savunmalarını sunacaklarını ifade etmiştir. Başvurucu
müdafiinin bu talebi Mahkemece "dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve
yargılamanın geçirmiş olduğu aşama nazara alınarak" reddedilmiştir.
44. Davanın 12/12/2011 tarihli oturumunda iddia
makamının esas hakkındaki önceki mütalaası yeniden okunmuş olup mütalaaya karşı
diyecekleri sorulan başvurucu, Kürtçe savunma yapma talebini yinelemiştir.
Mahkemenin bunun yasal olarak mümkün olmadığını hatırlatması üzerine başvurucu,
savunma yapmayacağını bildirmiştir. Başvurucunun müdafii ise savunmalarını
hazırlamak için ek süre talep etmiş ve duruşma sonunda müdafie, sonraki oturum
tarihine kadar ek süre verilmiştir.
45. Davanın 28/3/2012 tarihli oturumunda iddia
makamı esas hakkındaki önceki mütalaasını tekrar etmiştir. Müdafi ise
başvurucunun cezaevinden göndermek istediği, 4/4/2006 tarihinde meydana gelen
olaya ilişkin tanıkların isimlerini içeren dilekçenin kendisine ulaşmadığını
ifade ederek konuya ilişkin olarak dinlenmesini istedikleri tanıkların
isimlerini Mahkemeye bildirmiştir. Başvurucuya diyecekleri sorulduğunda
-duruşma tutanağındaki tespite göre- Türkçe dışında bir dille cevap vermiştir.
Mahkemece "[d]osya kapsamı, ... birleşen Diyarbakır 6. ACM'ne ait
2008/377 [e]sas sayılı dosya içeriği, mevcut delil durumu nazara alınarak sanık
müdafii tarafından dinlenmesi talep edilen tanıkların dinlenmelerinin davaya
herhangi bir yenilik getirmeyeceği, zira yargılamanın geçirmiş olduğu aşama
itibariyle hızlı, etkin, adil yargılama ilkeleri de gözetilerek tanıkların
dinlenmesi yönündeki taleplerin reddine" oybirliği ile karar
verilmiştir.
46. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/4/2012
tarihli ve E.2009/171, K.2012/65 sayılı kararı ile "[s]ayı ve nitelik
bakımından vahim olan silah veya mermileri satın alınması taşınması
bulundurulması, Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, tehlikeli
maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, resmi belgede
sahtecilik, tasarlayarak öldürme" suçlarını işlediği sabit görülen
başvurucunun, iki defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile buna ek olarak
toplam 22 yıl hapis ve 10.675 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"Sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın 1998 yılı
Mayıs ayında PKK terör örgütüne Tatvan kırsalında katıldığı, aynı yıl Kuzey
Irak'ta bulunan HARKURK kampında 3 ay askeri ve siyasi eğitim aldığı, 1999
yılında KİNERE kampına gittiği, 2001 yılına kadar burada kaldığı, 2001 yılında
özel kuvvetler birliğine seçilip 6 ay boyunca yoğun olarak silah, bomba ve
patlayıcı eğitimi aldığı, 2002 yılında KANDİL dağı bölgesinde bulunan
ŞEHİTKAŞIN kampına geçtiği, 2004 yılı bahar aylarına kadar bu kampta kalıp daha
sonra BETİNA - ZAP bölgesinde özel kuvvetler kampında kaldığı, 2006 yılı bahar
aylarında Bingöl Genç kırsalına geldiği, 6 kişilik grup içerisinde yer aldığı,
grup üyelerinin SORO (K) CUDİ (K), ŞİVAN (K), CİVAN (K), ÖZGÜR ŞERDEM (K) H...
O... ve sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'dan oluştuğu, 04/04/2006 günü bu
grubun Genç ilçesi Polis Merkezi Amirliği'ne ve Lojmanlarına karşı eylemde
bulunduğu, sanık HARUN (K) SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın bizzat polis memurun maktül
C... B...'ı silahlarıyla öldürdüğü, diğer örgüt üyelerinin el bombası ve
roketatar ile karakola saldırdıkları, daha sonra grup sorumlusu SORO (K)'un
talimatıyla İzmir ve çevresinde eylem yapmak üzere görevlendirildiği, kendisine
2500 Dolar, ... ve malzeme verildiği, ayrıca örgütçe daha önce verilen sahte
kimliği de alarak Diyarbakır Lice kırsalında sürücülüğünü Ramazan'ın yaptığı
bir kamyon ile Bornova ilçesi Çiçekli Köyü kırsalına geldiği, mühimmatı üç ayrı
noktaya birlikte geldiği ÖZGÜR (K) H... O... ile birlikte gömdükleri, bir süre
eylem talimatı bekledikleri, bu arada eylem için keşif yaptığı, eylem yapmak
üzere hava radar Birliği'nin servis aracın[a] ve Bornova ilçesi Pınarbaşı
kırsalında bulunan LPG dolum tesislerine yönelik keşif yaptığı, hatta ... eylem
için 2 düzenek hazırladığı, bilahare yakalandığı anlaşılmıştır.
Tanık ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O... ... sanığın
04/04/2006 tarihinde Genç ilçesinde polis memuru C... B...'ın şehit edilmesi
olayını bizzat sanık SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın gerçekleştirdiğini belirtmiş ve
teşhis etmiştir.
Sanık [da] aşamalardaki savunmalarında örgüte
katılışını, kamplarda aldığı eğitimleri, 2006 yılında Bingöl ilçesi Genç
kırsalında bulunduğunu, eylem yapmak üzere İzmir kırsalına geldiğini
söylemiştir. [A]ncak Genç ilçesindeki polis memuruna düzenlenen saldırıya
katıldığını kabul etmemiştir.
...
TOPLANAN DELİLLER VE TÜM DOSYA KAPSAMINA GÖRE:
...
b-) Tanık ÖZGÜR ŞERDEM (K) H... O...'un beyanı,
sanığın belirtilen tarihlerde Bingöl ili Genç kırsalı[nda] olduğuna dair savunmaları,
adli tıp raporları, olay yeri tutanakları, ekspertiz raporları, müşteki
beyanları dikkate alındığında sanığın 04/04/2006 tarihinde maktül C... B...'ı
tabancayla öldürdüğü anlaşılmış olup, tasarlayarak yerine getirdiği kamu görevi
nedeniyle adam öldürmek suçundan TCK 82/1-a-g son cümle, 3713 sayılı [Y]asa'nın
5/1 maddeleri gereğince cezalandırması gerekmiştir.
..."
47. Temyiz yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 9.
Ceza Dairesinin 24/6/2013 tarihli ve E.2013/3869, K.2013/9735 sayılı ilamı ile
İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır.
48. Onama kararını 19/8/2013 tarihinde öğrendiğini
beyan eden başvurucu, 13/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Başvurucunun, onama kararını daha önce öğrendiğine dair herhangi bir bilgi veya
belge tespit edilmemiştir.
B. İlgili Hukuk
1. Ceza Muhakemesi Kanunu
49. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun "Görülmekte olan davaların birleştirilmesi ve
ayrılması" kenar başlıklı 10. maddesinin (1) numaralı fırkası
şöyledir:
"Kovuşturma evresinin her aşamasında, bağlantılı ceza
davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar
verilebilir."
50. 5271 sayılı Kanun'un "İddianamenin
iadesi" kenar başlıklı 174. maddesi şöyledir:
"(1) Mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma
evrakının verildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde soruşturma evresine
ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar
belirtilmek suretiyle;
a) 170 inci maddeye aykırı olarak düzenlenen,
b) Suçun sübûtuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut
bir delil toplanmadan düzenlenen,
c) Önödemeye veya uzlaşmaya tâbi olduğu soruşturma
dosyasından açıkça anlaşılan işlerde önödeme veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın
düzenlenen,
İddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar
verilir.
(2) Suçun hukukî nitelendirilmesi sebebiyle iddianame
iade edilemez.
(3) En geç birinci fıkrada belirtilen süre sonunda
iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır.
(4) Cumhuriyet savcısı, iddianamenin iadesi üzerine,
kararda gösterilen eksiklikleri tamamladıktan ve hatalı noktaları düzelttikten
sonra, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini gerektiren bir durumun
bulunmaması halinde, yeniden iddianame düzenleyerek dosyayı mahkemeye gönderir.
İlk kararda belirtilmeyen sebeplere dayanılarak yeniden iddianamenin iadesi
yoluna gidilemez.
(5) İade kararına karşı Cumhuriyet savcısı itiraz
edebilir."
51. 5271 sayılı Kanun'un "Tanık ve
bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenmeleri" kenar başlıklı
180. maddesi şöyledir:
"(1) Hastalık veya malûllük veya giderilmesi
olanağı bulunmayan başka bir nedenle bir tanık veya bilirkişinin uzun ve
önceden bilinmeyen bir zaman için duruşmada hazır bulunmasının olanaklı
bulunmayacağı anlaşılırsa, mahkeme onun bir naiple veya istinabe yoluyla
dinlenmesine karar verebilir.
(2) Bu hüküm, konutlarının yetkili mahkemenin yargı
çevresi dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanık ve bilirkişinin
dinlenmesinde de uygulanır.
(3) Davayı görmekte olan mahkeme, zorunluluk
olmadıkça, büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunan şikâyetçi, katılan,
sanık, müdafi veya vekil, tanık ve bilirkişilerin istinabe yoluyla dinlenmesine
karar veremez.
(4) İstinabe olunan mahkeme, büyükşehir belediye
sınırları içerisinde ise, ilgililer kendi yargı çevresinde bulunmasa da
büyükşehir belediye sınırları içerisinde yerine getirilmesi gereken istinabe
evrakını geri çevirmeksizin gereğini yapar.
(5) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya
bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması
suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak
ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve
kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir."
52. 5271 sayılı Kanun'un "Duruşmanın başlaması"
kenar başlıklı 191. maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:
"(1) Sanığın ve müdafiinin hazır bulunup
bulunmadığı, çağrılmış tanık ve bilirkişilerin gelip gelmedikleri saptanarak
duruşmaya başlanır. Sanık, duruşmaya bağsız olarak alınır. Mahkeme başkanı veya
hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar.
"
2. Türk Ceza Kanunu
53. 5237 sayılı Kanun'un "Suçta tekerrür
ve özel tehlikeli suçlular" kenar başlıklı 58. maddesinin (6) ve (9)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(6) Tekerrür halinde hükmolunan ceza,
mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilir. Ayrıca, mükerrir hakkında
cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanır.
...
(9) Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın
infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, ... örgüt mensubu suçlu
hakkında da uygulanmasına hükmedilir."
54. 5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli haller"
kenar başlıklı 82. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Kasten öldürme suçunun;
a) Tasarlayarak,
...
g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
...
İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası ile cezalandırılır."
55. 5237 sayılı Kanun'un "Tehlikeli
maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi" kenar
başlıklı 174. maddesi şöyledir:
"(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın,
patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli
hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal,
ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza
eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve
beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni
olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya
kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza
ile cezalandırılır.
(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında
artırılır.
..."
56. 5237 sayılı Kanun'un "Resmi belgede
sahtecilik" kenar başlıklı 204. maddesinin (1) numaralı fırkası
şöyledir:
"(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen,
gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte
resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır."
57. 5237 sayılı Kanun'un "Devletin
birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" kenar başlıklı 302. maddesinin
(1) numaralı fırkası şöyledir:
"(1) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/36 md.) Devlet topraklarının
tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya
Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin
egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya
yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile
cezalandırılır."
3. Diğer Mevzuat
58. 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların
artırılması" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler
hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para
cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak
cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın
yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması
dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu
madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın
üçte ikisinden az olamaz.
..."
59. 6136 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ikinci
fıkrası şöyledir:
"Ateşli silahın, bu Kanunun 12 nci maddesinin
dördüncü fıkrasında sayılanlardan olması ya da silâh veya mermilerin sayı veya
nitelik bakımından vahim olması halinde beş yıldan sekiz yıla kadar hapis ve
beşyüz günden beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur."
60. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 25. maddesi şöyledir:
“(1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı
rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:
a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.
b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor
yapma hakkı tanınır.
c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve
eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık
havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede
kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.
d) Hükümlü, yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare
kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek etkinliğini yürütebilir.
e) Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü
hâllerde ve onbeş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere,
süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.
f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve
vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde onbeş günlük aralıklarla ve
günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.
g) Hükümlü hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında
çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.
h) Hükümlü, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin
dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz.
ı) Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara
verilemez. Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve
zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam
teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek
güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır.”
61. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz
Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar
başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır :
1. Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve
tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları
ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal
sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması,
dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin
şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.
2. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tâbi
tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri;
tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin
şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.
3. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin
tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik
hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri
incelemek ve karara bağlamak.
4. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme
kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve
tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri
raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar
vermek.
5. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara
ilişkin hükümler saklıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
62. Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
63. Başvurucu ilk olarak gözaltına alındıktan
sonra psikolojik baskı altında tutulduğunu, darp edildiğini, uzun süre ormanlık
alanda bekletilerek ölümle tehdit edildiğini, doktora erişim imkânı
sağlanmadığını, doktor raporlarının usulüne uygun düzenlenmediğini,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının kötü muamele teşkil ettiğini, bu
çerçevede Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
64. Başvurucu ikinci olarak yakalama sırasında
derhâl haklarının hatırlatılmadığını, hangi suç şüphesi ile gözaltına
alındığının, hakkındaki iddianın ne olduğunun, gözaltına alınma gerekçesinin
dayanağı olan delillerin, yakalama ve gözaltına alma işlemlerinin dayanak
belgelerinin kendisine bildirilmediğini, yakalama sonrasında yakınlarına haber
verilmediğini, tutukluluk durumunun periyodik incelemesinde duruşma
yapılmadığını, tutukluluğun değerlendirilmesine dair kararların, Cumhuriyet
savcısının mütalaalarının kendisine bildirilmediğini ve kendisine bunlara karşı
itiraz imkânı tanınmadığını, soyut ve matbu ifadelerle tutuklama ve
tutukluluğun devamı kararları verildiğini, gerçek bir hukuki denetim
yapılmadığını, süresi içinde yetkili hâkim önüne çıkarılmadığını, tutukluluk
süresinin makul süreyi aştığını, tutukluluk hâlinin devamına karşı
itirazlarının etkili bir şekilde incelenmediğini, İlk Derece Mahkemesinin nihai
kararının onanmasına kadar geçen süre zarfında tutukluluk durumunun
incelenmediğini, bu nedenlerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
65. Başvurucu
üçüncü olarak özel yetkili mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmadıklarını,
değerlendirme aşamasında iddianamenin kendisine tebliğ edilmediğini, atılı suçu
işlemediğini, suç ile arasında illiyet bağı kurulmadığını, suçsuzluğunu ispata
yönelik tanık dinletme ve yeniden teşhis yapılması taleplerinin Mahkemece
yeterli gerekçe sunulmaksızın reddedildiğini, duruşmaya katılarak
"itirafçı" tanığa soru sorma imkânından mahrum bırakıldığını, anılan
tanığın dosyanın birleştirildiği diğer Mahkeme tarafından istinabe yoluyla
dinlenmesi nedeniyle tanığa soru sorma imkânı sağlanmadığını, yargılamanın uzun
sürdüğünü, ana dilde savunma yapma imkânı tanınmadığını, merci tayini prosedürü
kapsamında Yargıtay Cumhuriyet savcısının görüşünün tebliğ edilmediğini, dosyanın
olayın meydana geldiği yerden başka bir mahkeme önündeki dosya ile
birleştirilmesinin kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğunu, örgüt propagandası
yaptığı gerekçesiyle savunmasının kesildiğini, mahkeme heyetinin tarafsızlığını
yitirdiğini, temyiz duruşmasında hazır bulundurulmadığını ve avukatının
katılmasının engellendiğini, temyiz incelemesi yapan Yargıtay Özel Dairesinin
etkili bir temyiz denetimi yapmadığını, bu nedenlerle Anayasa'nın 36.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
66. Başvurucu
son olarak 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesi gereğince hakkında uygulanan,
medeni haklarına ilişkin sınırlamalar nedeniyle Anayasa'nın 20. maddesinin,
Kürt kökenli olmasına bağlı olarak hakkındaki yargılama ve ispat standartları
konusunda ayrımcılık yapıldığını iddia ederek Anayasa'nın 36. ve 38. maddeleri
ile bağlantılı olarak 10. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
67. Başvurucu,
başvuru tarihi itibarıyla altı yıldır tutuklu olması nedeniyle başvuru harç ve
giderlerini ödeyecek gelirinin bulunmadığını belirterek adli yardımdan
faydalandırılma ve ayrıca iddia ettiği 50.000 TL maddi ve 150.000 TL manevi
zararını karşılayacak ve adil tatmin sağlayacak bir tazminata hükmedilmesi
taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Adli
Yardım Talebi Yönünden
68. Uzun
süredir cezaevinde bulunan ve herhangi bir geliri olduğuna dair bilgi elde
edilemeyen başvurucunun, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin
yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013)
kararında belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler
temelinde başvurucunun, açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin
kabulü gerekir.
2.
Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
69. Başvurucu;
yakalama sırasında derhâl haklarının hatırlatılmadığını, hangi
suç şüphesi ile gözaltına alındığının, hakkındaki iddianın ne olduğunun,
gözaltına alınma gerekçesinin dayanağı olan delillerin, yakalama ve gözaltına
alma işlemlerinin dayanak belgelerinin kendisine bildirilmediğini, yakalama
sonrasında yakınlarına haber verilmediğini, tutukluluk durumunun periyodik
incelemesinde duruşma yapılmadığını, tutukluluğun değerlendirilmesine dair
kararların, Cumhuriyet savcısının mütalaalarının kendisine bildirilmediğini ve
bunlara karşı itiraz imkânı tanınmadığını, dayanılan somut olay ve deliller
açıklanmaksızın soyut ve matbu (klişe veya basmakalıp) ifadelerle tutuklama ve
tutukluluğun devamına karar verildiğini, gerçek bir hukuki denetim
yapılmadığını, 26/5/2007 tarihinde gözaltına alındığını, 30/5/2007 akşamı hâkim
önüne çıkarılarak tutuklandığını, ilk duruşmaya çıkarılarak savunmasının
alındığı tarihin 18/7/2007 olduğunu, bu çerçevede süresi içinde yetkili hâkim
önüne çıkarılmadığını, tutukluluk süresinin makul olmadığını, tutukluluk
hâlinin devamına karşı itirazlarının etkili bir şekilde incelenmediğini, itiraz
merciinin hiçbir şekilde Mahkemenin verdiği ret kararını kaldırmadığını, ilk
derece mahkemesinin nihai kararından kararının onanmasına kadar geçen süre
zarfında tutukluluk durumunun incelenmediğini ileri sürmüştür.
70. Bakanlık
görüş yazısında İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/4/2012 tarihli kararıyla
başvurucunun çeşitli suçlardan mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına
karar verildiği, başvurucunun tutukluluk hâlinin, davanın esasına ilişkin
kararın 12/4/2012 tarihinde açıklanması ile sona erdiği, bu itibarla
başvurucunun şikâyetinin zaman bakımından kabul edilebilirliğinin takdirinin
Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.
71. Başvurucu;
tutukluluk hâlinin Yargıtayın onama kararının Yerel Mahkemeye ulaşmasına kadar
devam ettiğini, Yerel Mahkemenin esasa ilişkin hükmünü açıklamasının tutukluluk
hâlinin devamına gerekçe olamayacağını, yeni kanunda beş yıl tutuklu kalan
kişinin kararı kesinleşmedikçe tahliye edilmesi yolunun açıldığını ve beş yıl
tutuklu kaldığı hâlde dosyası Yargıtayda temyiz incelemesinde olan çoğu
mahpusun tahliye edildiğini, buna rağmen Yerel Mahkemenin, dosyanın Yargıtayda
olmasını gerekçe göstererek tahliye kararı vermediğini, ayrıca haksız yere
verilen mahkûmiyet kararının özgürlük ve güvenlik hakkını da ihlal ettiğini
ifade etmiştir.
72. Anayasa
Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok
kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk
derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının, anılan yetkinin başladığı
23/9/2012 tarihinden sonra verilmiş olması gerektiği, bu tarihten önce verilen
bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman
bakımından yetki dışında kaldığı kabul edilmiştir (Osman Büyüksu, B. No:
2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§
20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§ 24-29). Bu ilkeler
temelinde yapılan değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâli, nihai kararın
verildiği 12/4/2012 tarihinde sona ermiş olduğundan başvurunun bu kısmının zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. İşkence,
Eziyet veya İnsan Haysiyeti İle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
73. Başvurucu;
gözaltına alındıktan sonra psikolojik baskı altında tutulduğunu, darp
edildiğini, uzun süre ormanlık alanda bekletilerek ölümle tehdit edildiğini,
doktora erişim imkânı sağlanmadığını, doktor raporlarının usulüne uygun
düzenlenmediğini, bu çerçevede Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
74. Bakanlık
görüşünde, başvurucunun belirtilen iddiasının kabul edilebilirliğine ilişkin
olarak görüş bildirilmemiştir.
75. Anayasa’nın
17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
76. Bireyin,
bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17.
maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir
bir iddiasının bulunması hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturmanın
yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlayabilmesi için öncelikle işkence ve
kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia
edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak
kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt; yeterince ciddi, açık ve
tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de
oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma
yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394,
6/3/2014, § 28).
77. Söz
konusu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya
elverişli olmalıdır. Şayet bu mümkün olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme
rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin
fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin
haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır. Devletin pozitif yükümlülüğü
kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli
soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Bu bağlamda
soruşturmanın derhâl başlaması, kamu denetimine tabi olarak bağımsız biçimde,
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir
Canan, § 25).
78. Somut
olay bu ilkeler kapsamında incelendiğinde başvurucunun, iddialarını bir doktor
raporu veya gerçekten kötü muamele gördüğüne dair makul bir açıklamayı
destekleyen bir kanıt unsuruna ya da delil başlangıcına dayandırmadığı
anlaşılmaktadır. Gerek başvuru dosyasında gerekse yargılamaya konu dosyada,
başvurucunun kolluk görevlilerince yakalandığı ve sonrasında gözaltında tutulduğu
sırada Anayasa’nın 17. maddesine aykırılık teşkil edecek bir kötü muameleye
maruz kaldığı izlenimi doğuran ya da soruşturma organları nezdinde bu
kapsamdaki iddialarını ileri sürdüğünü ya da hakkında düzenlenen doktor
raporlarına itiraz ettiğini ortaya koyan herhangi bir bilgi ya da belge
bulunmamaktadır. Ayrıca kolluk görevlileri önünde verilenler de dâhil olmak
üzere başvurucunun tüm ifade ve savunmaları avukat huzurunda alınmış olup
Cumhuriyet savcısı ya da sorgu hâkimi tarafından dinlendiği sırada da işkence
gördüğüne yönelik herhangi bir beyanda bulunmadığı görülmektedir.
79. Öte
yandan hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında özgürlüğünden yoksun
bırakılan bir kimsenin içinde bulunduğu hassas durum da gözönüne alındığında
gözaltı sırasında şiddete maruz kaldığını kanıtlayacak doktor raporu elde
etmesinin zor olabileceği kabul edilmelidir. Bununla birlikte başvuru formu ve
eklerinde, başvurucunun gözaltına alınırken ve gözaltından çıkarılırken
düzenlenmesi yasa gereği zorunlu olan doktor raporlarına itiraz ettiği veya
başka bir doktor tarafından muayene edilmeyi talep ettiği ya da insan haysiyeti
ile bağdaşmayan muamelede bulunduğunu iddia ettiği görevliler hakkında
şikâyetçi olduğu ve bu anlamda soruşturma makamlarını harekete geçirme girişiminde
bulunduğu yönünde herhangi bir tespite rastlanmamıştır.
80. Bu
açıklamalar ışığında başvurucunun, gözaltına alındıktan sonra işkence, eziyet
veya insan haysiyeti ile bağdaşmayan muameleye tabi tutulduğunun ispatını
mümkünkılar nitelikte -her türlü makul şüpheden uzak- hiçbir kanıt unsuru
bulunmadığı dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki
iddialarının soyut ve kanıtlanmamış şikâyetlerden oluştuğu anlaşılmaktadır.
81. Açıklanan
nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil
Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Şikâyetler
i Davaya
Bakan Mahkemenin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Devamı Niteliğinde Olduğuna
İlişkin İddia
82. Başvurucu;
5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile görevli Mahkemenin özel statülü olarak
kurulmasının, adil yargılanma hakkı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) tanıdığı çoğu hakkı baştan ortadan kaldırdığını, devlet güvenlik
mahkemelerinin (DGM) sadece adlarının değiştiğini, bu mahkemelerin özel
statülerini yeni kanunda da aynen koruduğunu, DGM’lerin tarafsız olmadıklarını,
adil yargılama yapmadıklarını, bu mahkemelerin kuruluşlarının Sözleşme ile
koruma altına alınan hakları ihlal ettiğine dair sayısız Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararı mevcut olduğunu, devlete karşı işlenen veya örgütlü
suçlar için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve kendisinin bu
mahkemede yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğunu, bu
çerçevede Anayasa’nın 37. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
83. 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin
(3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Başvuru dilekçesinde … işlem, eylem
ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve
dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, … belirtilmesi gerekir.
Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen
işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin
eklenmesi şarttır.”
84. 6216
sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Bireysel başvuru hakkında kabul
edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen
şartların taşınması gerekir.
(2) Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
85. Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) bireysel başvuruların içeriğini düzenleyen “Bireysel
başvuru formu ve ekleri” kenar başlıklı 59. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“…
(2) Başvuru formunda aşağıdaki
hususlar yer alır:
…
d) Bireysel başvuru kapsamındaki
haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve
delillere ait özlü açıklamalar.
e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir
temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.
…”
86. 6216
sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun,
başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki
haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri
ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., B. No: 2013/2355,
7/11/2013, § 38; Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).
87. Belirtilen
koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesince başvurunun, açıkça
dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar
verilebilir.
88. Başvurucu,
ihlal iddiasını salt 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile görevli Mahkemenin
özel statülü olarak kurulmasına ve DGM’lerin uzantısı olduğu iddiasına
dayandırmış ve anılan Mahkemenin "adil yargılanma hakkı ve Sözleşme'nin
tanıdığı çoğu hakkı ... ortadan kaldırdığı" iddiasını
temellendirmemiştir. Bir başka ifadeyle Mahkemenin hangi somut özelliğinin,
adil yargılanma hakkını ihlal ettiği konusunda bir açıklamada bulunmamıştır. Bu
nedenle ihlal iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların ispatına ilişkin
yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucunun, iddiasını kanıtlayamadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
89. Açıklanan
nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Değerlendirme Aşamasında
İddianamenin Tebliğ Edilmediğine İlişkin İddia
90. Başvurucu, değerlendirilmesi ve kabulü
sürecinde iddianamenin kendisine tebliğ edilmediğini ve kendisine iddianameye
itiraz hakkı tanınmadığını ileri sürmüştür.
91. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun bu
iddiasının kabul edilebilirliği konusunda görüş bildirilmemiştir.
92. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
93. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
94. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi
gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
95. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını
düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni
hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının”
esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı
bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği
gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya
yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma
hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı
dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, §
23).
96. 5271
sayılı Kanun'un "İddianamenin iadesi" kenar başlıklı 174.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında iddianamenin, iddianame ve soruşturma
evrakının Mahkemeye verildiği tarihten itibaren en geç on beş gün içinde eksik
veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anılan maddenin (3) numaralı fıkrasına
göre de belirtilen süre sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır.
Öte yandan anılan Kanun'un 191. maddesinin (1) numaralı fıkrasında duruşmanın
başladığının, iddianamenin kabulü kararı okunarak açıklanacağı belirtilmiştir.
Bu itibarla 5271 sayılı Kanun'da, kabulü aşamasında "iddianamenin"
veya kabul edildikten sonra "iddianamenin kabulü kararının" taraflara
tebliği için bir usul belirlenmemiştir. Ayrıca iddianamenin kabulüne itiraz
mümkün değildir. (Abdulvahap Aydemir ve Yusuf Candemir, B. No:
2013/7349, 1/12/2015, § 77).
97. İlgili
hukuk hükümleri (bkz. § 50) çerçevesinde ceza muhakemesi sürecine has bir ön
inceleme niteliğinde olduğu anlaşılan iddianamenin değerlendirilmesi
sürecindeki incelemenin konusu, "iddianame"nin kendisi olup
"cezai alanda ... yöneltilen suçlamaların esası konusunda"
herhangi bir inceleme yapılmamaktadır. Diğer taraftan, adil yargılanma hakkı
bireylere, kovuşturulmamayı isteme gibi bir hak da sağlamamaktadır (Abdulvahap
Aydemir ve Yusuf Candemir, § 78).
98. Bu
nedenle iddianamenin değerlendirilmesi prosedürüne ilişkin iddiaların
konusunun, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının kapsamı dışında yer
aldığının kabulü gerekir.
99. Açıklanan
nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Ana
Dilde Savunma Yapma İmkânı Sağlanmadığına İlişkin İddia
100. Başvurucu,
kendisini ana dilinde savunmak istemesine rağmen buna izin verilmemesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
101. Anayasa’nın
“Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
102. Sözleşme'nin
"Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
"3. Bir suç ile itham edilen
herkes aşağıdaki asgarî haklara sahiptir:
...
e) Mahkemede kullanılan dili
anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz
olarak yararlanmak."
103. Anayasa’nın
36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da
adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve
içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
104. Sözleşme'nin
6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendi, hakkında suç isnadı olan
sanığın, mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir
tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını güvence altına alır.
Bu hak yalnızca hakkında suç isnadında bulunulan kişilere tanınmış bir haktır
ve bu haktan faydalanabilmek için sanığın ödeme gücü olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır (Ali İlhan Bayar, B. No: 2013/725, 19/11/2014, § 51).
105. Tercüman
hakkı, hem belgelerin çevirisine hem de sözlü ifadelere uygulanır; her iki
durumda da adil bir yargılama yapılabilmesi için gerekli olan çevirinin
yapılması gerekmektedir. Bu hak duruşmada söylenen her sözcüğün ya da tüm
belgelerin çevrilmesini gerektirmez. Değerlendirilecek husus, sanığın
hakkındaki suçlamaları tümüyle anlayıp yanıt verebilecek düzeyde olup
olmadığıdır (Kamasinski/Avusturya, B. No: 9783/82, 19/12/1989, § 74).
106. Tercüman isteyen herkesin değil, adil bir
yargılamadan umulan yararın sağlanması amacıyla ve yalnızca yargılamada
kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilere tercüman atanması
bir zorunluluktur. Yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve
konuşamayan kişilerin bir tercümanın yardımına ihtiyaç duyması hâlinde devletin
çeviri sağlama yükümlülüğü doğar. Ancak somut başvuru açısından çözümlenmesi
gereken asıl mesele, devletin yükümlülüğünün tercüman isteyen tüm sanıklar
bakımından geçerli olup olmadığıdır. Bu noktada tercüman hakkının sınırlı bir
hak olduğunu kabul etmek gerekmektedir (İlhan Bayar, B. No: 2013/4458,
25/6/2015, § 19).
107. Bu kişilerin böyle bir ihtiyacının bulunup
bulunmadığını belirlemek davaya bakan hâkimin görevidir. Hâkim, sanıkla
görüştükten sonra yargılamada tercüman bulunmamasından sanığın zarar
görmeyeceğinden emin olmadır (Cuscani/Birleşik Krallık, B. No: 32771/96,
24/9/2002, § 38)
108. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (e) bendinin ancak mahkemede konuşulan dili bilmeyenlerin
kullanabileceği bir hak getirdiğini; mahkemenin dilini "anlayan"
ve "konuşan" bir sanığın başka bir dilde -örneğin mensubu
olduğu etnik dilde- savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinde
ısrar edemeyeceğini belirtmektedir(Lagerblom/İsveç, B. No: 26891/95,
14/1/2003, §§ 61-64).
109. Bakanlık görüş yazısında, somut olayda
başvurucunun yargılamanın 4/3/2010 tarihli ikinci celsesinde Türkçe savunma
yaptığı, 26/1/2011 tarihli beşinci celsede ise savunmasını Kürtçe yapmak
istediğini beyan ettiği, Mahkemenin ise başvurucunun daha önce Türkçe savunma
yaptığını ve Türkçe anlayıp konuşabildiğini belirterek bu talebi kabul
etmediği, başvurucunun 21/4/2011 tarihli altıncı celsedeki savunmasını ve
22/8/2011 tarihli yedinci celsede Türkçe okunan Cumhuriyet savcısı mütalaasına
karşı savunmasını Türkçe yaptığı, 21/12/2011 tarihli celsede de Kürtçe savunma
yapmak istemesi üzerine Mahkemenin “Türkçe’yi yeterince ve rahatlıkla
konuşup anlayabildiği, aşamalarda alınan ifade ve savunmaları ile diğer
taleplerinde Türkçe olarak beyanda bulunup kendisini ifade ettiği, bu nedenle
Türkçe dışında başka dilde savunma yapmasının ve terc[ü]man atanmasının yasal
olarak mümkün olmadığı” gerekçesiyle başvurucunun talebini reddettiği,
başvurucunun da aynı celsede Türkçe konuşabildiğini ifade ettiği
bildirilmiştir.
110. Başvurucu, belirtilen Bakanlık görüşüne itiraz
etmediği gibi başvuru formunda -Kürtçe'nin ana dili olmasının ötesinde- Türkçe
anlamadığı veya konuşamadığına dair herhangi bir iddia veya kanıt sunmamıştır.
111. Sunulan veriler ışığında başvurucunun "Mahkemede
kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı" kanaatine
ulaşılamamıştır. Bu çerçevede başvurucunun, adil yargılanma hakkının
güvenceleri arasında yer alan "tercümandan ücretsiz yararlanma"
hakkının ihlal edilmediği açıktır.
112. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iv. İddia Tanıklarını Sorguya Çekme
Hakkı İle Bağlantılı Olarak Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
113. Başvurucu; Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi
önünde devam eden yargılama kapsamında İzmir’de cezaevinde bulunduğu dönemde
Diyarbakır’daki duruşmaya götürülmediğini, savunması alınmadan “itirafçı”
H.O.nun tanık olarak ifadesinin alındığını, anılan duruşmaya getirtilmemesi
nedeniyle adı geçen tanığa soru sormasının engellendiğini, anılan duruşmada
bilgisi dışında resen Baro tarafından atanmış müdafiin hazır bulunduğunu, bu
avukatla daha önce hiçbir şekilde görüşmediğini, sonraki aşamalarda adı geçen “itirafçı”
ile yüzleştirilmesini talep etmesine rağmen Diyarbakır 6. ve İzmir 10. Ağır
Ceza Mahkemelerinin bu yönde bir işlem yapmadıklarını, İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin de tensip kararında adı geçen “itirafçı”nın istinabe
yoluyla dinlenmesine karar verdiğini, mahkûmiyet açısından dayanılan tek delil
olan adı geçen kişinin beyanlarının esas mahkemesi önünde alınmaması ve anılan
kişiye soru sorma imkânı sağlanmamasının savunma hakkını kısıtladığını
belirterek Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
114. Bakanlık görüş yazısında başvurucunun bu
iddiasının kabul edilebilirliği konusunda görüş bildirilmemiştir.
115. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmayan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Yargılamanın
Makul Sürede Sonuçlandırılmadığına İlişkin İddia
116. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmayan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
vi. Yargı Yeri Belirlenmesi Sürecinde
Yargıtay Cumhuriyet Savcısının Yazılı Görüşünün Tebliğ Edilmediğine İlişkin
İddia
117. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi
gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
118. Sözleşme’nin adil yargılanma
hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni
hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının”
esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı
bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği
gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya
yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma
hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı
dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, §
23).
119. 5271 sayılı Kanun'un "Görülmekte
olan davaların birleştirilmesi" kenar başlıklı 10. maddesinde
kovuşturma evresinin her aşamasında, farklı mahkemeler tarafından görülmekte
olan bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek
görevli mahkemece karar verilebileceği düzenlemesine yer verilmiştir. İki
farklı ağır ceza mahkemesi önündeki bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesi
ve davaya bakacak yargı yerini belirlemeye Yargıtay yetkili olup anılan süreçte
ceza davalarının hangi mahkeme önünde birleştirileceği hususunun açıklığa
kavuşturulması dışında "cezai alanda ... yöneltilen suçlamaların esası
konusunda" herhangi bir inceleme yapılmamaktadır.
120. Bu nedenle, başvurucunun yargı
yeri belirlenmesi prosedürü kapsamında Yargıtay Cumhuriyet savcısının yazılı
görüşünün tebliğ edilmediğine ilişkin iddialarının konusunun, Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanının kapsamı dışında yer aldığının kabulü
gerekir.
121. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
vii. Davaların Birleştirilmesinin Kanuni
Hakim Güvencesini İhlal Ettiğine İlişkin İddia
122. Başvurucu, 4/4/2006 tarihli olayla
ilgili olarak Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davanın İzmir 10.
Ağır Ceza Mahkemesinde açılan dava ile birleştirilmesinin kanuni hâkim
güvencesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Bu kapsamda başvurucu; delillerin
fiilin işlendiği yerde toplanması ile gerçeğe ulaşma imkânının
sağlanabileceğini, mahallinde keşif yapılması, tanıkların ve müştekilerin
Mahkeme huzurunda doğrudan dinlenmeleri ve benzeri şekillerde Mahkemenin
delillerle doğrudan temas etmesi gerektiğini, ayrıca olayın vuku bulduğu
yerdeki toplumsal ve kültürel yapının bilinmesinin olayın kavranması ve
delillerin değerlendirilmesinde önemli olduğunu, İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin hiçbir delil toplamadan hüküm kurduğunu, incelemeyi duruşmasız
yaptığını ifade etmiştir.
123. Sözleşme’nin 6. maddesinde açıkça
-adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak- yasa ile kurulmuş bir mahkeme
tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Bu hak,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının da
zımni bir unsuru olmakla beraber (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780,
20/3/2014, § 77; AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004), yargılamayı yapan
mahkemenin yasayla kurulması gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve
açık bir hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği
mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin
kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim
güvencesinin değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır.
124. Anayasa’nın “Kanuni hâkim
güvencesi” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir
merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir
merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler
kurulamaz.”
125. Anayasa’nın “Mahkemelerin
kuruluşu” kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi
ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
126. Kanuni hâkim güvencesi,
mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasayla
düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini
gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi
mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal
hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (Tahir Gökatalay,
§ 79; AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004; E.2005/8, K.2008/166, 20/11/2008).
127. Kanuni hâkim güvencesi, sadece
mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini değil; her
bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de
dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri
ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır
biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır (Tahir Gökatalay, §
80).
128. Bu güvence, yasada, suçun
işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce, davayı görecek yargı yerinin
belirlenmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Kanuni hâkim güvencesi yargılama
makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra
kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir anlatımla sanığa veya davanın
taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM, E.2014/164, K.2015/12,
14/1/2015). Bu bakımdan yargı organları arasındaki yetki ve göreve ilişkin yeni
iş bölümünün doğal sonucu olarak dosyaların ilgili mahkemelere gönderilmesi de
kanuni hâkim güvencesine aykırı değildir (Deniz Seki, B. No: 2014/5170,
25/6/2015, § 53). Aynı şekilde, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından
önce var olan usul hükümlerine istinaden kovuşturmaya yetkili mahkemeden başka
bir mahkeme önünde davaların birleştirilerek açılması veya görülmekte olan
davaların birleştirilmesinin de kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu
söylenemez.
129. 5271 sayılı Kanun'un "Görülmekte
olan davaların birleştirilmesi" kenar başlıklı 10. maddesinde
kovuşturma evresinin her aşamasında, farklı mahkemeler tarafından görülmekte
olan bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek
görevli mahkemece karar verilebileceği düzenlemesine yer verilmiştir. İki
farklı ağır ceza mahkemesi önündeki bağlantılı ceza davalarının
birleştirilmesine ve davaya bakacak yargı yerini belirlemeye Yargıtay yetkili
olup bu kapsamda başvurucu hakkındaki kovuşturma, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin
yargı yerinin belirlenmesine dair kararı ile İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi
önündeki bir başka ceza davası ile birleştirilmiştir. Görüldüğü üzere başvurucu
hakkındaki ceza davası, suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan usul hükümlerine
istinaden başka bir mahkeme önündeki ceza davası ile birleştirilmiş olup bu
durumun kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
130. Açıklanan nedenlerle “kanuni
hâkim güvencesinin” ihlal edilmediği açık olduğundan diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
viii. Temyiz Aşamasında Duruşma Yapılmamasının
Sözlü Yargılama Hakkını İhlal Ettiğine İlişkin İddia
131. Başvurucu; temyiz duruşmasında
hazır bulundurulmadığını, aynı gün İzmir’de başka bir tutuklu yargılamaya
ilişkin duruşması olması nedeniyle avukatınınyerine Ankara Barosu avukatlarından
A.G.nin katılmak istediğini belirttiğini ancak A.G.nin duruşmaya kabul
edilmediğini ve durumun tutanağa yansıtılmadığını, bu çerçevede temyiz
incelemesinin duruşmasız yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
132. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
133. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız
ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete
uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir…”
134. Anayasa'nın
36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel
unsurlarından biri de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık
ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli
mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin
saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu
yönüyle, hukuk devletini gerçekleştirme araçlarının en önemlilerinden birini
oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması
silahların eşitliği ilkesinin ve savunma hakkının güvencesini oluşturur. Ancak
bu her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılmasının zorunlu olduğu
anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve
iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna
tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini
oluşturmaz (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).
135. Sözleşme’nin
6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının
tanınması, zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını da içerir. Bununla
birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük, mutlak
değildir (Aziz Ağırlı, B. No: 2013/1377, 25/3/2015,§ 24).
136. Yargılamada
tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu haklarından vazgeçmesi ve kamu
yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli kıldığı bir durumun bulunmaması
hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin, açıkça veya zımnen yapılması
mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri
sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası
ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve
olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi
yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Aziz
Ağırlı, § 25).
137. AİHM,
“önemli bir isnat taşımayanlar” ile “ceza hukukunun çekirdeğini
oluşturan” davalar arasında ayrım yapmış; Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamına
giren fakat geleneksel ceza hukuku kategorilerine ait olmayan suçların (örneğin
trafik kurallarının ihlali) yargılamasında duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini
belirtmiştir (Jussila/Finlandiya [BD], B. No: 73053/01,
23/11/2006, § 43).
138. Bu
durum, özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya
olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı oldukça teknik davalar ile mahkemelerin,
tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak adil ve makul bir
biçimde karar verebilecekleri davalar için geçerli olmaktadır (Aziz Ağırlı,
§ 27).
139. Yargılamaya
taraf olan kişilerin hakkaniyetli yargılama temelinde beyanlarını sözlü
vermesinin gerektiği durumlarda sözlü yargılama yapılmaması yargılamanın bir
bütün olarak adil olmasını engelleyebilir. Dolayısıyla sadece dosyaya
dayanılarak tatmin edici bir çözümün sağlanamayacağı olaylarda, sözlü
yargılamanın yapılması gerekir. Sözlü yargılamaya karar vermede davaya konu
meselelerin çokluğu değil, niteliği önem kazanacaktır (Aziz Ağırlı, §
28).
140. 6216
sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun,
başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru
kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin
gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., ; Veli
Özdemir,§§ 19, 20).
141. Belirtilen
koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesince başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar
verilebilir.
142. Somut
olayda, ilk derece yargılamasının duruşmalı yapıldığı konusunda bir tereddüt
bulunmamaktadır. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/6/2013 tarihli onama ilamında
ise "[u]sulüne uygun tebligata rağmen sanık müdafiinin duruşmaya
gelmediği ve geçerli bir mazeret de bildirmediği anlaşıldığından, duruşmasız
olarak yapılan inceleme sonunda gereği düşünüldü..." ifadelerine yer
verilmiştir. Buna göre başvurucunun müdafiinin geçerli bir mazeret
bildirmeksizin hazır bulunmaması nedeniyle temyiz incelemesinin duruşmasız
yapıldığı anlaşılmaktadır.
143. Başvurucu, avukatının aynı tarihte
tutuklu devam eden başka bir davanın duruşmasına katılması gerektiği mazeretine
dayanarak Yargıtaydaki duruşmaya katılamadığını ve onun yerine duruşmaya girmek
isteyen başka bir avukatın da duruşmaya kabul edilmediğini iddia etmektedir.
Ancak başvuru formundaki açıklamalar, duruşmaya kabul edilmeyen avukatın,
başvurucuyu veya avukatını temsile yetkili olduğu ve bunu belgelendirmesine
rağmen duruşmaya kabul edilmediği gibi bir iddia içermemektedir. Bu bilgiler
ışığında, temyiz incelemesinin duruşmasız yapılması nedeniyle başvurucunun
sözlü yargılama hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılması mümkün değildir.
144. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ix. Başvurucunun Kürt
Kökenli Olması Nedeniyle Ayrımcılığa Maruz Kaldığına İlişkin İddia
145. Başvurucu, Kürt kökenli olması
nedeniyle ve siyasi düşüncelerle hakkındaki yargılamanın farklı standartlara
göre yürütüldüğünü, hukuka aykırı delillere göre karar verildiğini, 5237 sayılı
Kanun kapsamında hakkında farklı bir infaz rejimi uygulandığını, bu çerçevede
ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
146. 6216 sayılı Kanun’un 47.
maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile
İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun, başvuru
konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal
edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki
haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri
ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., § 38; Veli
Özdemir, §§ 19-20).
147. Belirtilen koşullar yerine
getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesince başvurunun açıkça dayanaktan yoksun
olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.
148. Anayasa'nın "Kanun önünde
eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları
bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar."
149. Ayrımcılık iddiasının ciddi
olduğunun kabul edilebilmesi için başvurucunun, kendisiyle benzer durumdaki
başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir
farklılık bulunduğunu ve bu farklılığın meşru olmayan ve salt ırk, renk,
cinsiyet, din, dil vb. ayırımcı temellere dayandığını makul delillerle ortaya
koyması gerekir.
150. Başvurucu, yargılama standartları
ve infaz rejimi bakımından ayrımcılığa tabi tutulduğunu dile getirmekle
birlikte Kürt kökenli olması haricinde kendisi ile aynı koşullara sahip olan
hangi sanık veya hükümlülere ve hangi surette farklı muamelede bulunulduğuna
dair herhangi bir açıklama sunmamıştır.
151. İhlal iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların
ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucunun, iddiasını
kanıtlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
152. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
x. İki
Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
153. Başvurucu; temyiz incelemesi yapan Yargıtay
Dairesinin, tetkik hâkiminin incelemesine göre ve onun hazırladığı rapor üzerinden
bir değerlendirme yaptığını, anılan Dairenin etkin ve tarafsız bir inceleme
yapmadığını ve dosyayı incelemeden karar verdiğini, iki dereceli yargılanma
hakkının etkili olmadığını ileri sürmüştür.
154. İki dereceli yargılanma hakkının, Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı ve dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi
dışında yer aldığı gerekçesiyle benzer başvuruların kabul edilemez olduğuna
karar verilmiştir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, §§
40, 41; Mahmut Kayahan, B. No: 2013/1679, 6/5/2015, §§ 39, 40; Gökhan
Günaydın, B. No: 2012/1099, 6/5/2015, §§ 41, 42). Somut başvuruda farklı
sonuca varılmasını gerektiren bir yön bulunmadığından başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Özel Hayata Saygı
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
155. Başvurucu, Mahkemece 5237 sayılı Kanun’un 53.
maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkralarının uygulanmasına dair kararla
ceza mahkûmiyeti dışında velayet, vesayet ve benzeri medeni haklara ilişkin
ehliyetinin sınırlanmasının Anayasa’nın 20. maddesini ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
156. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3)
numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün 59.
maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun, başvuru konusu olaylara
ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair
hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan
hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri ve
delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., § 38; Veli Özdemir,
§§ 19, 20).
157. Belirtilen koşullar yerine
getirilmediği takdirde, Anayasa Mahkemesince başvurunun açıkça dayanaktan
yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.
158. Başvurucu, ceza mahkumiyetine ek olarak
uygulanmasına karar verilen hak yoksunlukları kapsamında medeni haklara ilişkin
ehliyetinin sınırlanmasının Anayasa’nın 20. maddesini ihlal ettiğini ileri
sürmüş ise de anılan sınırlamaların özel hayata saygı hakkına nasıl bir
müdahale oluşturduğu konusunda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu
bağlamda, ihlal iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların ispatına ilişkin
yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucunun iddiasını kanıtlayamadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
159. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3. Esas
Yönünden
a. Yargılamanın
Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
160. Başvurucu, 25/5/2007 tarihinde gözaltına
alınmasıyla başlayan ve İlk Derece Mahkemesinin nihai kararının Yargıtayca
24/6/2013 tarihinde onanması ile sona eren yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
161. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme
metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen
adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
162. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç
dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu
ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§
41-45).
163. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul
sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında "devletin
birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak, kişinin yerine getirdiği kamu görevi
nedeniyle kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasa'ya muhalefet" suçlarını
işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan
suçlar, kanunlarda hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmışlardır. Bu
çerçevede, başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın, Anayasa’nın
36. maddesinin sağladığı güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku
bulunmamaktadır (B.E., § 32).
164. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır.
Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı
26/5/2007'dir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının
nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise
Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin
Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Bu kapsamda somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkında verilen
mahkûmiyet kararının kesinleşme tarihi olan 24/6/2013 olduğu anlaşılmaktadır.
165. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde
yürütülen soruşturma kapsamında 26/5/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu,
27/5/2007 tarihinde kolluk görevlilerince ve 28/5/2007 tarihinde İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesinin alınmasını müteakip sevk edildiği İzmir
10. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Üyeliğinin 30/5/2007 tarihli kararı ile
tutuklanmıştır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 6/7/2007 tarihli iddianamesi
ile İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının
27/6/2008 tarihli iddianamesi ile Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde, birbiri
ile bağlantılı eylemler nedeniyle başvurucu hakkında kamu davaları açılmıştır.
Birbiri ile bağlantılı kamu davalarının hangi mahkeme önünde birleştirileceği
konusunda çıkan uyuşmazlığın giderilmesi ve yargı yerinin belirlenmesi için
dava dosyalarının gönderildiği Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 11/8/2009 tarihli
kararı ile her iki davanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince görülmekte olan
dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli kararı ile "[s]ayı ve nitelik bakımından
vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşınması, bulundurulması,
Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, tehlikeli maddeleri izinsiz
olarak bulundurma veya el değiştirme, resmi belgede sahtecilik, tasarlayarak
öldürme" suçlarını işlediği sabit görülen başvurucunun iki defa
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile buna ek olarak toplam 22 yıl hapis ve
10.675 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan
karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/6/2013 tarihli ve E.2013/3869, K.2013/9735
sayılı ilamı ile onanmıştır.
166. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama
usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§
24-40).
167. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve
davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, iki
farklı mahkeme önünde başlatılmış ve sonradan birleştirilmiş iki ayrı ceza
davasının birleştirilmiş olması ve davanın diğer özel koşulları dikkate
alındığında, başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğu söylenebilir ise de
davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve süresi altı yılı aşmış olan
yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
168. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. İddia Tanıklarını Sorguya Çekme
Hakkı İle Bağlantılı Olarak Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
169. Başvurucu; Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi
önünde devam eden yargılama kapsamında İzmir’de cezaevinde bulunduğu dönemde,
Diyarbakır’daki duruşmaya götürülmediğini, savunması alınmadan “itirafçı”
H.O.nun tanık olarak ifadesinin alındığını, anılan duruşmaya getirtilmemesi
nedeniyle adı geçen tanığa soru sormasının engellendiğini, anılan duruşmada
bilgisi dışında Baro tarafından resen atanmış müdafiin hazır bulunduğunu, bu
avukatla daha önce hiçbir şekilde görüşmediğini, sonraki aşamalarda adı geçen “itirafçı”
ile yüzleştirilme talep etmesine rağmen, Diyarbakır 6. ve İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemelerinin bu yönde bir işlem yapmadıklarını, İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin de tensip kararında adı geçen “itirafçı”nın istinabe
yoluyla dinlenmesine karar verdiğini, mahkûmiyet açısından dayanılan tek delil
olan adı geçen kişinin beyanlarının esas Mahkemesi önünde alınmaması ve anılan
kişiye soru sorma imkânı sağlanmamasının savunma hakkını kısıtladığını
belirterek Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
170. Bakanlıkça, belirtilen iddialar yönünden görüş
bildirilmemiştir.
171. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca
ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek
zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri
değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına
karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada
geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına
uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp
Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir
yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların
sağlanması şarttır. Taraflara -tanık delili de dâhil olmak üzere- delillerini
sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu
anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da
yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
172. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi
gerekir (Onurhan Solmaz, § 22)
173. Bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan
tanıkları sorguya çekme veya çektirme, lehine olan tanıkların da aleyhine olan
tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını
isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi
kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenle başvurucunun bir tanığın dinlenmediği
yönündeki iddiasının Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
174. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes
aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek
veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar
altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
175. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi, hakkında suç isnadı olan kişiye iki hak sağlamaktadır.
Birincisi, aleyhine olan tanıkları çapraz sorgulama, diğer bir deyişle iddia
tanıklarını aleni duruşmada çelişmeli bir biçimde sorgulama hakkı, ikincisi ise
kendi tanıklarının da iddia tanıkları ile eşit şartlar altında davet edilmesi
ve dinlenmesi ve böylece silahların eşitliğinin sağlanması hakkıdır (Ali
İlhan Bayar, § 36).
176. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların
tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın
huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte eğer
bir mahkûmiyet sadece veya belirli ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama
aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından
verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme’nin 6.
maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Olayın tek
tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise bu
tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın,
sanığın sorgulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak
mahkûmiyet kararı verilemez (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99,
20/3/2014, § 46; benzer yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Delta/Fransa,
B. No: 11444/85, 19/12/1990, §§ 36, 37).
177. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının (d) bendi ile sağlanan güvence, sanığın suçlu bulunmasından
önce çelişmeli bir yargılama yapılması amacıyla aleyhteki bütün unsurların,
kural olarak aleni bir duruşmada ve sanığın önüne sunulması gerekliliğine
dayanmaktadır. Bu gerekliliğe getirilecek istisnaların adil yargılanma hakkı
ile uyumlu olabilmesi için aleyhteki tanık ifadelerine itiraz edebilmek başta
olmak üzere ifadelerinin alınması sırasında ve daha sonraki aşamalarda,
tanıkları sorgulamak için uygun ve yeterli olanakların sağlanması gibi savunma
haklarının saklı tutulması şarttır (Balta ve Demir/Türkiye, B. No:
48628/12, 23/6/2015, § 37).
178. Herhangi bir nedenle iddia tanığının duruşmada
hazır bulundurulmaksızın ifadesinin alındığı veya böyle bir tanığın ifadesinin
alındığı duruşmaya sanık veya temsilcisinin etkili bir şekilde katılımının
sağlanamadığı durumlarda sanık veya temsilcisinin, Sözleşme'nin 6. maddesinin
(3) numaralı fırkasının (d) bendi anlamında "iddia tanıklarını sorguya
çekmek veya çektirmek" imkânından mahrum kalması kaçınılmazdır. Böyle
bir sınırlamanın, yargılamanın hakkaniyete uygunluğunu zedelemediğinin kabul
edilebilmesi için makul bir gerekçeye dayalı olması, sanık aleyhine ulaşılan
sonuç bakımından yegâne veya diğerleri arasında belirleyici nitelikte bir delil
olmaması ve nihayet sınırlama ile ortaya çıkan zorlukları giderecek usul
güvencelerinin sağlanmış olması gerekmektedir (Balta ve Demir/Türkiye, §
39).
179. Somut başvuruda İlk Derece Mahkemesinin
mahkûmiyet kararının gerekçesinde yer verdiği "Tanık ÖZGÜR ŞERDEM (K)
H... O... ... sanığın 04/04/2006 tarihinde Genç ilçesinde polis memuru C...
B...'ın şehit edilmesi olayını bizzat sanık SERTAÇ KILIÇARSLAN'ın
gerçekleştirdiğini belirtmiş ve teşhis etmiştir." ifadelerinden,
başvurucunun 4/4/2006 tarihli olayın failleri arasında olduğu konusunda
ulaştığı vicdani kanaat bakımından tanık H.O.nun ifadelerinin belirleyici
olduğu anlaşılmaktadır.
180. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince düzenlenen
18/7/2007 tarihli tensip tutanağı ile tanık H.O.nun olay hakkında bilgi ve
görgüsünün tespiti için bulunduğu yer mahkemesine istinabe yazısı yazılmasına
karar verilmiştir. Anılan yazı üzerine Siirt Ağır Ceza Mahkemesi Naip
Hâkimliğince, adı geçen kişinin tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Ancak bu
ifadesinde adı geçen tanık, başvurucu ile ilgili en önemli tanıklığı olan
4/4/2006 tarihli olaydan bahsetmediği gibi Naip Hâkimlikçe de bu konuya ilişkin
bir soru sorulmamıştır.
181. Adı geçen tanık ayrıca, Diyarbakır 6. Ağır
Ceza Mahkemesince görülen (sonradan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince görülen
dava ile birleştirilen) E.2008/377 sayılı davanın 21/10/2008 tarihli ikinci
oturumunda, başvurucunun zorunlu müdafii huzurunda dinlenmiştir. Anılan tanığın
duruşma tutanağına yansıyan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Ben[im] soruşturma aşamasında vermiş olduğum
ifadelerim doğrudur. [D]aha önce 10.07.2007 tarihinde polise vermiş olduğum
ifadede ve özellikle 04.04.2006 günü Bingöl ili Genç ilçesi polis karakoluna
düzenlenen ve bir polis memurunun şehit edildiği olaya ilişkin olarak ... ifadelerimi
aynen tekrar ederim. [O] ifadelerime ekleyecek ve çıkarılacak bir şey yoktur.
Tanığın dosyada mevcut dizi 177-186'd[a]ki 10.07.2007
tarihli kolluk ifadesi okundu soruldu: Okunan ifade bana aittir. [O] ifademde
de belirttiğim üzere ben duyduğum şeyleri anlattım ve aktardım. [Y]oksa benim
görgüye dayalı bir bilgim yoktur. [Ö]rgüt içerisinde benim kod adım
Özgür-Şerdem idi. Sertaç KILIÇARSLAN'ın kod adı ise Harun idi ..."
182. "[T]asarlayarak, yerine getirdiği kamu
görevi nedeniyle adam öldürmek" suçuna ilişkin mahkûmiyet hükmü
bakımından belirleyici delil olan tanık H.O.nun beyanının alınmış olması
nedeniyle, yargılama sürecinin en kritik oturumu olan 21/10/2008 tarihli
oturuma, başka yerde tutuklu olan başvurucunun katılımı sağlanamamıştır.
183. Diğer yandan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince
görülen E.2007/305 sayılı davanın 18/10/2007 tarihli ilk oturumuna başvurucunun
kendi avukatının katıldığı, dolayısıyla başvurucunun en geç anılan tarih
itibarıyla kendi seçtiği müdafiinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
184. Buna karşılık Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesince başvurucunun kendi belirlediği avukatın duruşmaya davet edilip
edilmediği ve zorunlu müdafi atanmadan önce başvurucunun kendi belirlediği bir
müdafii olup olmadığı konusunda bir araştırma yapılıp yapılmadığı
anlaşılamamaktadır. Bu çerçevede duruşmaya, başvurucunun bizzat katılımının
veya kendi belirlediği müdafiin katılımının sağlanamamış olması, "iddia
tanıklarını sorguya çekme" hakkının kullanılması bağlamında
yargılamaya etkili katılımı engellemiştir.
185. Dahası anılan Mahkeme de adı geçen tanığa,
ifadesinin inandırıcılığının ve güvenilirliğinin değerlendirilebilmesine imkân
sağlayacak nitelikte sorular yöneltmemiştir. Siirt Ağır Ceza Mahkemesi Naip
Hâkimliğince alınan ifadede ise tanık tarafından 4/4/2006 tarihli olaydan hiç
bahsedilmediği ve Hâkimlikçe bu konuda tanığa soru yöneltilmediği için
inandırıcılık ve güvenilirliğin test edilmesi bakımından herhangi bir önlem
alınması da söz konusu olmamıştır. Bu durum ise doğrudan temasta bulunamamış olmaları
nedeniyle kendisine soru soramadıkları ve davranışlarını gözlemleyemedikleri
tanığın beyanlarını, suç isnadının esasını karara bağlarken belirleyici delil
olarak esas alan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinin, anılan tanığın
beyanlarının inandırıcılığını ve güvenilirliğini test edememeleri sonucunu
doğurmuştur.
186. Oluşan bu dezavantajlı durumun giderilmesi
bakımından başvurucunun müdafii, tanık H.O.nun dinlendiği oturumun sonunda
başvurucu ile adı geçen tanığın yüzleştirilmelerini talep etmiştir. Dahası
yargılamanın sonraki bazı oturumlarında, adı geçen tanığın duruşmaya
getirilerek soru sorma, teşhis ve yüzleştirme imkânlarının sağlanması talep
edilmiş ise de tüm bu talepler Mahkemece dosya kapsamına göre davaya yenilik
getirmeyeceğine ve dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve yargılamanın geçirmiş
olduğu aşama gibi yeterince somutlaştırılmamış olgulara atıfta bulunularak
reddedilmiştir. Bu şartlar altında, makul bir şekilde gerekçelendirilmemiş olan
sınırlamanın haklılığının, İlk Derece Mahkemesi tarafından yeterince ortaya
konulduğu sonucuna ulaşılamamıştır.
187. Dahası, davanın 22/8/2011 tarihli oturumunda
tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan getirtilmiş olan tanık M.A.C.nin beyanı
alınmıştır. Anılan tanığın beyanı şöyledir:
"Ben 2006 yılı Nisan ayı ortalarında Irak
ülkesinde Zap bölgesinde sanık Sertaç ile tanıştım. [K]ısa bir süre de yaklaşık
2 hafta kadar da birlikte kaldık. 2 hafta kadar bu birliktelikten sonra sanık
Sertaç ile ayrıldık. [B]ir daha da birbirimizi görmedik ..."
188. Yeterince somutlaştırılmamış olan bu beyanı
üzerine tanığa, başvurucunun müdafii dışında ve özellikle Mahkeme heyeti
tarafından herhangi bir soru yöneltilmemiştir. Mahkûmiyet hükmü bakımından
belirleyici delil olan tanık H.O.nun beyanı ile tamamen zıt olan bu beyanın
inandırıcılığı ve güvenilirliğinin sınanmaya çalışılmamış olması, ifade alma
işleminin bir "formalite"ye dönüştüğü izlenimini uyandırmaktadır. İlk
Derece Mahkemesinin, gerekçeli kararında, tanık H.O.nun beyanları ile zıt
nitelikteki tanık M.A.C.nin beyanlarına niçin itibar edilmediğini açıklamayı
gerekli görmemiş olması da bu izlenimi doğrulamaktadır.
189. Özetle, başvurucunun "tasarlayarak,
yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle adam öldürmek" suçundan
mahkûmiyeti bakımından, beyanı belirleyici delil olarak kabul edilen iddia
tanığının doğrudan sorguya çekilmesine getirilen sınırlamanın, makul bir
şekilde gerekçelendirilmediği ve savunma bakımından ortaya çıkan bu dezavantajı
giderecekyeterli usul güvencelerinin sağlanmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu
nedenle, anılan sınırlamanın, adil yargılanma hakkının gerekleri ile
bağdaştığının kabulü mümkün değildir.
190. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının
bir unsuru olan iddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
191. Başvurucunun,
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında ileri sürdüğü,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin insan
haysiyeti ile bağdaşmayan muamele niteliğinde olduğuna ilişkin şikâyeti ile
Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında ileri sürdüğü "örgüt propagandası
yaptığı" gerekçesiyle savunmasının kesildiği, İlk Derece Mahkemesinin
mahkûmiyete ilişkin nihai kararının gerekçesinin yetersiz olduğu ve anılan
Mahkeme hâkimlerinin tarafsızlıklarını yitirdikleri yönündeki şikâyetlerinin
tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir (Abdulselam
Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015, § 77).
4. 6216
Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
192. 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
193. Başvurucu,
iddia ettiği 50.000 TL maddi ve 150.000 TL manevi zararını karşılayacak ve adil
tatmin sağlayacak bir tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
194. Bakanlık
tarafından, somut başvuruda ihlal tespit edilmesi hâlinde başvurucunun tazminat
taleplerine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in benzer başvurularda
verdiği ihlal kararlarında hükmettiği tazminat miktarları çerçevesinde
hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı yönünde
görüş bildirilmiştir.
195. Başvurucu,
Bakanlık görüşüne karşı beyanında tazminata ilişkin olarak başvuru formundaki
taleplerini tekrarlamıştır.
196. Başvuruda,
iddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak adil yargılanma ve
makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
197. İddia
tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak adil yargılanma hakkının
ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, kararın bir örneğinin yeniden
yargılama yapılmak üzere İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
Serdar
ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
198. Altı
yılı aşan ve makul olmayan yargılanma süresi nazara alındığında yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
199. Anayasa
Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia
ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
Başvurucu, tespit edilen ihlaller nedeniyle maddi zarara uğradığını ortaya
koyan herhangi bir belge sunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun maddi tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
200. Dosyadaki
belgelerden tespit edilen 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Adli
yardım talebinin KABULÜNE, OYBİRLİĞİYLE,
B. 1.
Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
2.
İşkence, eziyet veya insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
3.
Adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen, değerlendirme aşamasında
iddianamenin tebliğ edilmediğine, yargı yeri belirlenmesi sürecinde Yargıtay
Cumhuriyet savcısının yazılı görüşünün tebliğ edilmediğine ve iki dereceli
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
4.
Adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen, davaya bakan Mahkemenin
DGM'lerin devamı niteliğinde olduğuna, ana dilde savunma yapma imkânı
sağlanmadığına, davaların birleştirilmesinin kanuni hâkim güvencesini ihlal
ettiğine, temyiz aşamasında duruşma yapılmadığına, Kürt kökenli olması
nedeniyle ayrımcılık yapıldığına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
5.
Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
6.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
7.
İddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
OYBİRLİĞİYLE,
C. 1.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2.
İddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Kararın
bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2009/171) GÖNDERİLMESİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşı oyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
E. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle başvurucuya net 5.000 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F. 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
G. Ödemelerin,
kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden
itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin
sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ
UYGULANMASINA, OYBİRLİĞİYLE,
H. Kararın
bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE
18/2/2016 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
5271
sayılı Ceza Mahkemesi Kanunu’nun “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217.
maddesinde “(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda
tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdani kanaatiyle
serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uyun bir şekilde elde edilmiş
her türlü delille ispat edilebilir.” denilmektedir. Ceza muhakemesi öğretisinde
“delil serbestisi” ve “hâkimin delilleri takdir yetkisi” olarak ifadesini bulan
bu kural, ceza hâkimine (mahkemeye) suçun sübutu konusunda geniş bir
değerlendirme hakkı tanımaktadır.
Başvurunun
somutunda, başvurucu hakkında tesis edilen ve Yargıtayca’da onanmak suretiyle
kesinleşen mahkûmiyet kararının aşağıdaki somut olgu ve delillere
dayandırıldığı anlaşılmaktadır:
- İtirafçı
tanık H. O.’nun aşamalardaki bütünlük arzeden beyanları,
- İtirafçı
tanık H. O.’nun ifadeleri doğrultusunda başvurucunun (sanığı) örgüt buluşma
noktasında yakalanmış olması,
- Başvurucunun
aşamalardaki beyanlarında örgüt mensubu olduğu ve muhtelif örgütsel
faaliyetlerde bulunduğu şeklindeki ikrarları,
- Başvurucunun
ikrarları ile itirafçı tanığın beyanları arasındaki olguya uygun insicam,
- Örgüt
içinde birlikte hareket eden ve aralarında sıkı bir örgütsel bağ bulunan
başvurucu ile anılan tanık arasındaki ilişkinin doğal seyri gereği, tanığın
örgüt içinde konuşulmayan ve bilinmeyen bir konuyu (Genç Polis Karakolu
baskını) dile getirip başvurucu hakkında atf-ı cürmide bulunmasının hayatın
olağan akışına aykırı düşmesi,
- İtirafçı
tanığın aşamalardaki tüm beyanlarının bir bütün halinde değerlendirilmesinde bu
beyanlarının doğruluğu konusunda kuşku uyandıracak bir çelişki ya da aykırılığın
bulunmaması,
- Genç’teki
olayla ilgili delillerin bu konudaki ifade ve açıklamalarla örtüşmesi.
Tüm
bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet
kararının yegâne delilinin tanık beyanı olmadığı çok açıktır ve ilk derece mahkemesi
tüm delilleri değerlendirerek CMK 271. maddedeki takdir hakkı çerçevesinde
edindiği vicdani kanaatle mahkûmiyet hükmü tesis etmiştir. Gerek ilk derece
mahkemesinin gerek bu kararı onayan Yargıtayın kararlarında keyfilik ve açık
takdir hatası da görülmediğinden; başvuru yoluna gidilen kararın Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında bir ihlâle yol açmadığı açıktır. Öte yandan, adı geçen
tanık 21.10.2008 tarihli oturumda mahkemece dinlenmiş ve bayanları alınmış;
sanığın zorunlu müdafii de bu duruşmada bulunmuş ve tanığın başvurucu (sanık)
aleyhindeki beyanlarını kabul etmediğini ifade etmiştir. Başvurucu ile anılan
tanığın aynı duruşmada bulunmaları halinde de değişen bir şeyin olmayacağı;
başvurucunun bu tanığın beyanlarını kabul etmeyeceği izahtan varestedir.
Dolayısiyle, salt başvurucu ile tanığın aynı duruşmada bir arada olmamaları
hali tek başına iddia tanıklarını sorguya çekme hakkının ihlâline yol açmaz.
Son
olarak, Anayasa’nın 148. maddesindeki “Bireysel başvuruda, kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.” âmir hükmü gözetildiğinde
de, bir kanun yolu değerlendirilmesi olan “sübut” olgusunun irdelenmesi mümkün
görülmemektedir.
Açıklanan
nedenlerle, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini
değerlendirdiğimden; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamadım.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR