TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
NECMETTİN KAÇAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7098)
Karar Tarihi: 7/4/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Raportör Yrd.
Yusuf Enes KAYA
Başvurucular
1. Mahir BİRGÜL
2. Necmettin KAÇAR
3. Zafer YILDIZ
Vekili
Av. Ahmet ODABAŞI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru "terör örgütüne silah temin etmek" suçundan yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanılması, yargılamanın adil olmaması, ana dilde savunma yapılmasına izin verilmemesi, açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle adil yargılama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/9/2013 tarihinde Ergani Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. İkinci Bölüm tarafından başvuru belgelerinin bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin(2) numaralı fıkrası uyarınca başvurununiçtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular 8/10/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 9/10/2009 tarihinde tutuklanmışlardır.
8. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 8/12/2009 tarihli ve E.2009/1598 sayılı iddianamesiyle başvurucular hakkında "terör örgütüne silah temin etmek" suçundan kamu davası açılmıştır.
9. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/8/2012 tarihli ve E.2009/697, K.2012/490 sayılı kararı ile başvurucuların her birinin 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 1/7/2013 tarihli ve E.2013/3831, K.2013/9962 sayılı ilamı ile onanmıştır.
11. Onama kararı 21/8/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
12. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 315. maddesinin birinci fıkrası.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
13. Mahkemenin 7/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
14. Başvurucular lehlerine olan delillerin toplanmadığını, atılı suç ile kendileri arasında irtibat kurulmaksızın mahkûm edildiklerini, son savunmalarını ana dilde yapma taleplerinin karşılanmadığını, kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini, yargılanmalarının uzun sürdüğünü belirterek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
15. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
16. Başvurucular tutuklanmaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
17. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
18. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde Mahkemenin yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
19. Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olması da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (Korcan Polatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
20. Somut olayda isnat edilen suçlar nedeniyle 9/10/2009 tarihinde tutuklanan başvurucuların, 7/8/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesince mahkûmiyetlerine karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucuların Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası kapsamında, tutuklu kaldıkları dönemAnayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce sona ermiştir.
21. Açıklanan nedenlerle başvurucuların kişiözgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
i. Savunma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucular, son savunmalarında ana dilde savunma hakkının kendilerine tanınmadığını belirterek savunma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
23. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendindeki konuya ilişkin düzenleme şu şekildedir:
“3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgarî haklara sahiptir:
…
e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.”
25. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendi, hakkında suç isnadı bulunan kişinin -mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde- bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını güvence altına alır. Bu hak yalnızca hakkında suç isnadında bulunulan kişilere tanınmış bir haktır ve bu haktan faydalanabilmek için sanığın ödeme gücü olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır (Ali İlhan Bayar, B. No: 2013/725, 19/11/2014, § 48).
26. Tercüman hakkı, hem belgelerin çevirisine hem de sözlü ifadelere uygulanır; her iki durumda da adil bir yargılama yapılabilmesi için gerekli olan çevirinin yapılması gerekmektedir. Bu hak, duruşmada söylenen her sözcüğün ya da tüm belgelerin çevrilmesini gerektirmez; değerlendirilecek husus, sanığın hakkındaki suçlamaları tümüyle anlayıp yanıt verebilecek düzeyde olup olmadığıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kamasinski/Avusturya, B. No: 9783/82, 19/12/1989, §§ 74, 83).
27. Tercüman isteyen herkese değil, adil bir yargılamadan umulan yararın sağlanması amacıyla ve yalnızca yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilere tercüman atanması bir zorunluluktur. Yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilerin bir tercümanın yardımına ihtiyaç duyması hâlinde devletin çeviri sağlama yükümlülüğü doğar. Ancak somut başvuru açısından çözümlenmesi gereken asıl mesele, devletin yükümlülüğünün tercüman isteyen tüm sanıklar bakımından geçerli olup olmadığıdır. Bu noktada tercüman hakkının sınırlı bir hak olduğunu kabul etmek gerekmektedir (İlhan Bayar, B. No: 2013/4458, 25/6/2015, § 19).
28. Bu kişilerin böyle bir ihtiyacının bulunup bulunmadığını belirlemek davaya bakan hâkimin görevidir; hâkim, sanıkla görüştükten sonra yargılamada tercüman bulunmamasından sanığın zarar görmeyeceğinden emin olmadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Cuscani/Birleşik Krallık, B. No: 32771/96, 24/9/2002, § 38)
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendinin ancak mahkemede konuşulan dili bilmeyenlerin kullanabileceği bir hakkı doğurduğunu, mahkemenin dilini "anlayan" ve "konuşan" bir sanığın başka bir dilde -örneğin mensubu olduğu etnik dilde- savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinde ısrar edemeyeceğini belirtmektedir(Lagerblom/İsveç, B. No: 26891/95, 14/1/2003, §§ 61-64).
30. Somut olayda ise başvurucular, 17/2/2011 tarihli duruşmada Kürtçe savunma yapmayı talep etmişler ancak tercümandan yararlanma istekleri reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi, dosya kapsamına göre tüm sanıkların aşamalardaki savunmalarını Türkçe olarak yaptıkları, ayrıca eğitim ve sosyal konumları itibarıyla da Türkçeyi bildikleri, dolayısıyla sanıkların taleplerinin Sözleşme'nin 6. maddesi ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 202. maddesindeki düzenlemelerin amaçladığı koşulları taşımadığı, ceza yargılamasının temel ilkelerinden birisinin yüz yüzelik ilkesi olduğu, sanıkların savunmalarının tercüman aracılığı ile alınması durumunda bu ilkeye aykırı davranılmış olacağı, ayrıca ceza yargılamasının başka bir temel amacının da yargılamanın hızlı yapılması olduğu, sanıkların savunmalarının tercüman aracılığı ile alınması durumunda yargılamanın uzamasına neden olunacağı gerekçeleriyle Kürtçe savunma yapma ve dolayısıyla kendilerine tercüman atanması yönündeki taleplerini reddetmiştir. Dolayısıyla Mahkeme, başvurucuların böyle bir ihtiyacının bulunmadığını belirleyerek yargılamada tercüman bulunmamasından zarar görmeyeceklerinden emin olmuştur. Nihai kararın verildiği duruşmada ise başvuruculara son sözü sorulduğunda Türkçe dışında başka bir dilde cevap verdikleri, bunun üzerine araştırılması gereken bir başka husus kalmadığı tespit edilerek Mahkemece esas hakkında karar verildiği görülmektedir. Başvurucuların savunma hakkının kullandırılması yönünde gerekli zaman ve kolaylıklardan faydalandırıldıkları ve avukatlarının son duruşmada savunma yaptıkları da dikkate alındığında başvurucuların bu iddiası açıkça dayanaktan yoksundur. Başvurucuların ana dilde savunma yapma taleplerinin önceki duruşmalarda reddedildiği hâlde ana dillerinde savunma yapmak istedikleri anlaşıldığından savunma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açıktır.
31. Açıklanan nedenlerle, savunma hakkın yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucular 5271 sayılı Kanun'un mülga 250. maddesi ile görevli mahkemenin özel statülü olarak kurulmasının ve bu mahkemede yargılanmalarının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
33. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Başvuru dilekçesinde … işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, … belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır.”
34. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir.
(2) Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
35. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) bireysel başvuruların içeriğini düzenleyen “Bireysel başvuru formu ve ekleri” kenar başlıklı 59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:
d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.
e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.
…”
36. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği, buna ilişkin gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 38; Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).
37. Belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.
38. Başvurucular, ihlal iddiasını salt özel yetkili mahkemede yargılanmalarına dayandırmış bu durumun neden kanuni hâkim ilkesine aykırı olduğunu temellendirmemişlerdir. Bir başka ifadeyle Mahkemenin hangi somut özelliğinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği konusunda bir açıklamada bulunmamışlardır. Bu nedenle ihlal iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucuların iddialarını kanıtlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
39. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
40. Başvurucular lehlerine olan delillerin toplanmadığını, savunmaları doğrultusunda yeterli araştırma yapılmadığını, atılı suç ile kendileri arasında irtibat kurulmaksızın mahkûm edildiklerini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
41. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
42. 6216 sayılıKanun’un 48. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
43. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
44. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Erdinç Engin, B. No: 2012/695,12/2/2013, § 22).
45. Başvuru konusu olayda başvurucular, lehlerine olan delillerin toplanmadan, savunmaları doğrultusunda yeterli araştırma yapılmadan, atılı suç ile kendileri arasında irtibat kurulmadan Mahkemece mahkûmiyetlerine karar verilmek suretiyle anayasal haklarının ihlal edildiğini belirtmişlerdir. Dolayısıyla başvurucuların iddialarının özü; Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine, delillerin eksik ve hatalı değerlendirildiğine ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkindir. Mevcut yargılamada geçerli olandelilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir.
46. Başvurucular yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadıklarına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadıklarına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadıklarına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadıkları gibi Mahkemenin kararında açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
47. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
48. Başvurucular, haklarında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
49. Ceza davalarına ilişkin yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul edilerek bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı belirtilmiş (B.E. B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin Ceyhan, B. No:2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (Mehmet Fatih Özdemir, B. No:2013/1607, 17/11/2014; Ömer Çoygun, B. No:2013/3396, 22/6/2015; Osman Bayrak, B. No: 2013/3803, 25/2/2015).
50. Başvuru konusu olay, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde "terör örgütüne silah temin etmek" suçundan açılan ceza davasına ilişkindir. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anı ya da kamu davasının açıldığı tarihtir. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucuların gözaltına alındığı 8/10/2009'dur. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih olup somut başvuru açısından bu tarih Yargıtay 9. Ceza Dairesince kararın onandığı 1/7/2013'tür (Ersin Ceyhan, § 35).
51. Başvuruya konu ceza davasında başlangıçta başvurucular haricinde dört sanığın daha bulunması, bu sanıklar yönünden tefrik kararı verilmesi, yargılama sürecinde hareketsiz bir dönemin bulunmaması, duruşmaların çoğunun sanıklar ve sanıklar müdafilerinin istemi üzerine esas hakkındaki savunmalarını yapmak üzere gelecek celseye kadar süre verilmesi nedeniyle ertelenmesi ve dolayısıyla yargılama makamlarına atfedilebilecek bir gecikme olmadığı, yargılamaya konu suçlamaların kapsamı, yazışma yapılmasının gerekmesi hususları dikkate alındığında iki dereceli bir yargılamada geçen3 yıl 8 ay 23 günlük yargılama süresinin makul olarak değerlendirilmesi gerekir.
52. Açıklanan nedenlerle bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
7/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.