TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KOMMERSAN KOMBASSAN MERMER
MADEN İŞLETMELERİ SANAYİ VE TİCARET A.Ş. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7114)
|
|
Karar Tarihi: 20/1/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucular
|
:
|
1. Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş
|
|
|
2. Özay GEDİKLİ
|
|
|
3. Ömer MAVİ
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Serpil ALATLI BAYBURT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru;
mahkeme kararında kanun yolunun yanlış gösterilmesi ve hükmün tefhiminin
usulüne uygun olmamasından dolayı temyiz süresinin, kararın tebliğ tarihi yerine
tefhim tarihinden başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2.
Başvuru 16/9/2013 tarihinde Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 20/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Birinci Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5.
Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
6.
Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/2/2014 tarihinde,
başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamışlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7.
Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit
edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8.
Başvurucu şirkete ait mermer ocağında 9/9/2001 tarihinde meydana gelen iş
kazası sonucu işçi B.A.T. vefat etmiştir.
9.
Müteveffa işçinin mirasçıları, başvuruculara karşı 22/5/2003 tarihinde Muğla 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2003/360 sayılı dosyasında, iş kazasından
kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır.
10.
Mahkeme 2/10/2006 tarihli ve E.2003/360, K.2006/439 sayılı kararı ile davayı
kısmen kabul etmiştir.
11.
Temyiz üzerine karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 3/4/2007 tarihli ve
E.2007/3225, K.2007/5591 sayılı ilamı ile bozulmuştur.
12.
Bozma üzerine dosya Mahkemenin E.2007/418 sırasına kaydedilmiş, Mahkemece bozma
ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir.
13.
Mahkeme 7/10/2009 tarihli ve E.2007/418, K.2009/650 sayılı kararı ile davayı
kısmen kabul etmiştir.
14.
Başvurucular, tefhimle başlayan temyiz süresinin durdurulması için dosyaya süre
tutum dilekçesi vermişler; gerekçeli temyiz talepleri, Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin 5/10/2010 tarihli ve E.2010/2189, K.2010/9445 sayılı ilamı ile
reddedilmiştir.
15.
Başvurucular 3/12/2010 tarihli dilekçe ile temyiz süresi konusunda maddi hata
yapıldığını belirterek dosyanın esastan incelenmesini talep etmişler, Yargıtay
21. Hukuk Dairesi 28/2/2011 tarihli ve E.2010/13722, K.2011/1703 sayılı ilamı
ile temyiz süresinin hesabında maddi hata yapıldığını belirterek temyiz
incelemesi yapmış ve hükmü bozmuştur.
16.
Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2011/1187 sırasına kaydedilmiş; Mahkeme,
önceki kararında direnerek 22/3/2012 tarihli ve E.2011/1187, K.2012/233 sayılı
kararı ile davayı kısmen kabul etmiştir.
17.
Mahkemenin kısa kararı şöyledir:
“GD: Gerekçesi ekli kararda açıklanacağı üzere;
1-Manevi tazminatla ilgili verilen önceki karar
kesinleşmekle bu konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına,
2-Davacıların defin ve cenaze masraflarıyla ilgili olarak
verilen karar kesinleşmekle bu konuda da yeniden karar verilmesine yer
olmadığına,
3-Davacıların destekten yoksun kalma (maddi) tazminatın
ıslah edilmiş haliyle kısmen kabulüyle
i-Davacılardan Çiğdem için 5.878,79 TL
ii- Davacılardan Hakan için 8.360,35 TL
iii- Davacılardan Esra için 29.590,27 TL
iii-Davacılardan Hanife için 310.968,05 TL
Tazminatın olay tarihi olan 09.09.2001 tarihinden itibaren
işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,
4-Davacılar davada kendilerini vekille temsil ettiklerinden
manevi tazminat yönünden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT göre
hesaplanarak takdir olunan 5.480,00 TL vekâlet ücretinin davalılardan
müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara
verilmesine,
5-Maddi tazminat yönünden 24.641,90 TL vekâlet ücretinin
davalılardan müteselsilen alınarak davacılara
verilmesine,
6-A. E dışındaki davalılar davada kendilerini vekille temsil
ettiklerinden AAÜT' ye göre reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden
hesaplanan1.800,00 TL vekalet ücretinin davacılardan müteselsilen
alınarak A.E dışındaki davalılara verilmesine,
7- A. E dışındaki davalılar davada kendilerini vekille
temsil ettiklerinden maddi tazminat yönünden hesaplanan 11.041,05 TL vekâlet
ücretinin davacılardan müteselsilen alınarak A. E
dışındaki davalılara verilmesine,
8-Hesaplanacak yargılama giderlerinin red-kabul oranında göre taraflar arasında
paylaştırılmasına,
Dair, taraf vekillerinin yüzünde, tebliğden
itibaren 15 gün içinde Yargıtayda temyizi kabil olmak
üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.22/03/2012”
18.
Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısımları şöyledir:
“T.C.
MUĞLA
1. ASLİYE HUKUKMAHKEMESİ GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2007/418
KARAR NO : 2009/650
….
HÜKÜM:
1-Manevi tazminatla ilgili verilen önceki karar
kesinleşmekle bu konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına,
2-Davacıların defin ve cenaze masraflarıyla ilgili olarak
verilen karar kesinleşmekle bu konuda da yeniden karar verilmesine yer olmadığına,
3-Davacıların destekten yoksun kalma (maddi) tazminatın
ıslah edilmiş haliyle kısmen kabulüyle
i-Davacılardan Çiğdem için 5.878,79 TL
ii- Davacılardan Hakan için 8.360,35 TL
iii- Davacılardan Esra için 29.590,27 TL
iii-Davacılardan Hanife için 310.968,05 TL
Tazminatın olay tarihi olan 09.09.2001 tarihinden itibaren
işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,
4-Davacılar davada kendilerini vekille temsil ettiklerinden
manevi tazminat yönünden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ye
göre hesaplanarak takdir olunan 5.480,00 TL vekâlet ücretinin davalılardan
müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara
verilmesine,
5-Maddi tazminat yönünden 24.641,90 TL vekâlet ücretinin
davalılardan müteselsilen alınarak davacılara
verilmesine,
6-A. E dışındaki davalılar davada kendilerini vekille temsil
ettiklerinden AAÜT' ye göre reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden
hesaplanan 1.800,00 TL vekâlet ücretinin davacılardan müteselsilen
alınarak A.E dışındaki davalılara verilmesine,
7- A. E dışındaki davalılar davada kendilerini vekille
temsil ettiklerinden maddi tazminat yönünden hesaplanan 11.041,05 TL vekâlet
ücretinin davacılardan müteselsilen alınarak A.E
dışındaki davalılara verilmesine,
8-Alınması gerekli 21.074,96 TL harç peşin alındığından
yeniden harç alınmasına yer olmadığına.
9-Davacılar tarafından dosyaya yapılan bozma öncesi 977.00 TL yargılama gideri, 44.00 TL Temyiz gideri, 13.50 TL
posta gideri, 300.00 TL bilirkişi ücreti, 4.50 TL tebligat gideri, 30.00 TL
posta gideri, 15.00 TL 2 tebligat gideri olmak üzere toplam 1.384.00 TL
yargılama giderinden kabul oranına göre hesaplanan 1.051.84 TL yargılama gideri
ile 3.197.91 TL harç giderinin, davalılardan müştereken ve müteselsilen
tahsili ile davacılara verilmesine
Dair, taraf vekillerinin yüzünde, tebliğden itibaren 15 gün
içinde, Yargıtay'da temyizi kabil olmak üzere verilen karar, açıkça okunup,
usulen anlatıldı. 27/03/2012”
19.
Başvurucular, Mahkemenin gerekçeli direnme kararını 1/10/2012 tarihinde
tebellüğ etmişlerdir. 28/9/2012 tarihli temyiz talepleri üzerine dosya Yargıtay
Hukuk Genel Kuruluna (HGK) gönderilmiş; HGK, E.2012/21-1847, K.2013/888 sayılı
ilamı ile temyiz dilekçesinin süre yönünden reddine karar vermiştir. İlamın
ilgili kısmı şöyledir:
“…
Mahkemece tefhim edilen 22.03.2012 tarihli kısa kararda,
“gerekçesi ekli kararda açıklanacağı üzere” denip verilen karar açıklandıktan;
yargılama gideri kısmında “hesaplanacak yargılama giderlerinin ret-kabul
oranına göre taraflar arasında paylaştırılmasına” denildikten sonra “taraf
vekillerinin yüzünde, tebliğden itibaren 15 gün içinde Yargıtayda
temyizi kabil olmak üzere” şeklinde karar verildiği, gerekçeli kararın
1/10/2012 tarihinde davalılar vekiline tebliğ edildiği ve 28/9/2012 tarihinde
temyiz edildiği görülmüştür.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/1. maddesinde; “İş
mahkemesinin nihai kararları tefhim tarihinden itibaren sekiz (8) gün içinde
temyiz olunabilir” hükmü yer almaktadır.
Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerde bir kısım
üyelerce; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunun 321/2 maddesinde,
“kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte
açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini
de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı
tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak
tebliğe çıkartılması gerekir” düzenlemesinin bulunduğunu; 6100 sayılı HMK’nın 316/1-g maddesi yollaması ile basit yargılama
usulünün uygulandığı eldeki davada hükmün tefhiminin, hakimin
gerekçe yazmama nedenini belirtemediği gibi (HMK.m.
321/2), yargılama giderinin miktarını da belirtmediğinden (HMK. m. 297/1-ç),
usulüne uygun olmadığını bu nedenle sekiz (8) günlük temyiz süresinin kararın
tebliğinden itibaren başlaması gerektiğini, kararın taraflara tebliğ tarihinden
itibaren süresinde yapılan temyiz itirazının kabulü gerektiği görüşü
savunulmuşsa da, bu görüş; kısa karar tefhiminin usulüne uygun olduğu, temyiz
süresinin kanunda düzenlendiği, bu sürenin hakim tarafından uzatılamayacağı,
davalılar vekilinin temyiz başvurusunun, yasada öngörülen sekiz (8) günlük süre
geçtikten sonra yapıldığı gerekçesiyle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmeyerek
temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
…”
20.
Yargıtay ilamı 20/8/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, 16/9/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili
Hukuk
21.
30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesinin ikinci
fıkrası şu şekildedir:
“İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze
karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise
tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.”
22.
5521 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004
tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî
Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında
yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından
sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla
yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır.”
23.
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şu şekildedir:
“Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir
ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin
ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli
sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
…
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile
taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve
süresini.
…”
24.
6100 sayılı Kanun’un 321. maddesi şöyledir:
“(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra,
mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini
bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca
süre verilmez.
(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin
tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak
zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece
hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli
kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.”
25.
18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun
(HUMK) yürürlükte olan 432. maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir:
“Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri,
ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Mahkemenin
20/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular;
Mahkemenin, davayı iş mahkemesi sıfatıyla gördüğünü tutanaklarda
belirtmediğini, kısa ve gerekçeli kararda da Mahkemenin adının “Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesi” olarak
geçtiğini ve kanun yolu süresinin de tebliğden itibaren 15 gün olduğunun
belirtildiğini, gerekçeli kararı tebellüğ etmeden hükmü temyiz ettiklerini
ancak Yargıtay tarafından davanın iş davası olarak kabul edildiğini ve iş
mahkemesi sıfatıyla karar verildiğini, temyiz süresinin 8 gün olduğu
belirtilerek temyiz dilekçesinin reddedildiğini, bu nedenle Anayasa’nın 40.
maddesi hükmünün ihlal edildiğini, temyiz süresinin 15 gün olduğu açıklanmışken
bu sürenin kendileri hakkında uygulanmamasının kanun önünde eşitlik hakkını da
zedelediğini, bunun yanında kısa kararın 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesindeki
şartları taşımadığını, gerekçeli kararın sonradan yazılmasının sebebi tutanakta
belirtilmediği gibi yargılama giderlerinin açık bir şekilde belirtilmediğini,
bu açıdan kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki olduğunu, aleni
yargılama ilkesinin ortadan kalktığını, kısa kararın usulüne uygun tefhim
edilmemesi nedeniyle temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlamasının
zorunlu olduğunu ancak HGK’nın süreyi tefhim
tarihinden başlattığını ve temyiz hakkını ellerinden aldığını belirterek
Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşler, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasını talep
etmişlerdir.
B. Değerlendirme
28.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ileri sürdüğü iddiaların tamamı adil
yargılanma hakkı kapsamında, mahkemeye erişim hakkının ihlali iddiası başlığı
altında değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
29.
Başvurucuların, Mahkemece verilen kısa kararın kanuni şartları taşımaması
nedeniyle tefhimin usulüne uygun olmadığı, yine Mahkemenin davaya iş mahkemesi
sıfatıyla baktığını belirtmediği, kısa ve gerekçeli kararda temyiz süresi ile
sürenin başlama şeklinin yanlış gösterildiği, bu nedenle temyiz süresinin
tebliğ tarihinden itibaren başlatılması gerektiği hâlde tefhim tarihinden
itibaren başlatılmasının mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğurduğu
yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için
diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
sebeple başvuruya ilişkin kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
30.
Başvurucular; kısa kararın usulüne uygun tefhim edilmediğini, tutanakta kararın
gerekçesinin neden yazılmadığı hususuna da değinilmediğini, yine Mahkemenin
davayı hangi sıfatla yürüttüğünü belirtmediği gibi kısa ve gerekçeli kararında ‘Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ ismine
yer verdiğini ve kararın tebliğden itibaren 15 gün içerisinde temyiz
edilebileceği ibaresini kullandığını, bu nedenle temyiz süresinin gerekçeli
kararın tebliğinden itibaren başlatılması gerektiği hâlde HGK’nın
süreyi tefhim tarihinden başlatarak temyiz dilekçesini reddettiğini belirterek
mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
31.
Bakanlık; başvuruya konu davada Mahkemenin, kısa kararı tefhim ederken gerekçe
yazmama nedenini ve yargılama giderlerinin miktarını tutanakta belirtmediğini,
yine temyiz süresi ve sürenin tefhimden başlatılması hususlarında hataya
düştüğünü belirterek bu durumun sonuçlarına tarafların katlanmaması gerektiğini
bildirmiştir.
32.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
33.
Anayasa’nın 40. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen
herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme
hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler
sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin
edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
34.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
35.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına
davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia,
savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle
güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2013/64, K.2013/142,
28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin
hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi
gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil
yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
36.
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim
hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir
şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel
unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının,
mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak
isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip
olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya
da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği
durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
37.
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır.
Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi
ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142,
28/11/2013).
38.
Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen
bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların; hakkın özünü,
zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü
olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38). Dava açma hakkı birtakım sınırlamalara tabi tutulabileceği gibi bu
hakkın kullanımı da belli kurallara bağlanabilir. Bununla birlikte bu
sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne
zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya,
B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22). Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal bir takım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da
mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl
edebilecek aşırı şekilcilikten diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen
usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı
gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa,
B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
39.
Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma
ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava
açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir
gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen
süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış
hesaplanması nedeniyle kişiler, dava açma ya da kanun yollarına başvurma
hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek
gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya,
B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
40.
Bir kanuni düzenlemenin; bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği
kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak
suretiyle bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya
çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir.
Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir
bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir.
Oysa hukukun, ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok
kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı
olan yoruma açık formüller içermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00 ve 76292/01,
13/11/2008, § 83).
41.
Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir
şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine
kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir
çeşit engel hâline gelmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş
olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006, § 24).
42.
6100 sayılı Kanun’un 294. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hükmün tefhiminin
hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olacağı, (4)
numaralı fıkrasında ise zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim
edildiği hâllerde gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay
içerisinde yazılması gerektiği belirtilmiştir.
43.
Yine aynı Kanun’un 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, hükmü
veren mahkemenin çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmü hangi sıfatla verdiğini;
(ç) fıkrasında, hüküm sonucu, yargılama giderleri ile kanun yolları ve
süresinin hüküm içeriğinde yer alması gerektiği; (2) numaralı fıkrasında da
hükmün sonuç kısmında, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra
numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
44. Nitekim
yerel Mahkemenin bir kararını “Açıklanan
hüküm sonucunda davacının hangi taleplerinin reddedildiği, yargılama
giderlerinin (masraf ve vekâlet ücretleri) ne şekilde hüküm altına alındığı,
kanun yoluna başvurma süresinin ne kadar olduğu, Yasanın emredici hükmüne
rağmen açıkça belirtilmemiştir. 6100 sayılı HMK.nın 298/2.
maddesine göre “Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.” Yukarıda
belirtildiği üzere duruşmada açıklanan hüküm sonucu ile gerekçeli kararın hüküm
sonucunun da aynı olduğu söylenemez. Bu nedenlerle 6100 sayılı Kanun’un 297.,
298/2 ve 321. maddelerinde belirtilen zorunlu unsurların hiç birisini
taşımadığı anlaşılan hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” (Yargıtay
9. Hukuk Dairesi'nin 27/3/2012 tarihli ve E.2012/12045, K.2012/10187 sayılı
ilamı) gerekçesiyle bozan Yargıtay Dairesinin bozma ilamına, yerel mahkemenin
direnme kararı vermesi üzerine HGK “Somut
olayda da, yukarıda belirtilen şekilde 6100 s. HMK'nın
294/3., 297., 298/2 ve 321.maddesi hükümlerine uygun bir hüküm fıkrası
oluşturulmamış; kısa kararın hüküm fıkrasında yalnızca "davanın kısmen
kabul kısmen reddine, davacı tarafın hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücreti
taleplerinin reddine, diğer taleplerin kabulüne" denilmekle yetinilmiş,
taraflara yüklenen borç ve tanınan haklar sıra numarası altında açık, şüphe ve
tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmemiştir” (HGK’nın 18/9/2013 tarihli ve E.2012/9-1686, K. 2013/1374
sayılı ilamı) gerekçesi ile yerel
Mahkemenin direnme kararını kaldırmıştır.
45. HGK’nın kararıyla aynı yönde verilen 9. Hukuk Dairesinin
bir kararında da “5521 sayılı İş Mahkemeleri
Kanununun 8 inci maddesine göre, iş mahkemelerinde verilen kararlara karşı temyiz
süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren sekiz gündür. Mahkemece karar
yüze karşı tefhim edilmiş ise, tefhim edilen kısa kararın 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununun 383 ve devamı maddelerinde) belirtilen şartları taşıması gerekir.
Aksi takdirde usulüne uygun tefhimden söz edilemez. Bu durumda temyiz süresi
gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır.” (Yargıtay 9.
Hukuk Dairesinin, 18/1/2012 tarihli ve E. 2009/40934, K. 2012/846 sayılı ilamı)
gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur.
46.
Öte yandan 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesinin (2) numaralı fıkrasında kararın
tefhiminin, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte
açıklanması ile gerçekleşeceği, ancak zorunlu hâllerde hâkimin bu durumun
sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini yazdırarak kararı
tefhim edebileceği, bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak
tebliğe çıkartılması gerektiği belirtilmiştir. Bununla birlikte hükme ilişkin
tüm hususların açıklanmasının zorunlu olduğu kısa kararın 6100 sayılı Kanun’un
297. maddesinde belirtilen unsurları karşılaması gerektiği açıktır.
47.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve
uygulanması, derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve
uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan
hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince
incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir
inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Emre Kartal, B. No: 2014/5020, 6/10/2015,
§ 40).
48.
Somut olayda 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g)
bendi gereği basit yargılama usulünün uygulandığı başvuru konusu davada
Mahkemenin, 22/3/2012 tarihli celsede tefhim ettiği kısa kararda, gerekçesini
açıklamadığı gibi gerekçe yazmama nedenini de belirtmediği; bunun yanında İş
Mahkemesi sıfatıyla yürüttüğü yargılamada, kararı bu sıfatla verdiği hususuna
da değinmediği, ayrıca hüküm sonucunun (8) numaralı fıkrasında “Hesaplanacak Yargılama giderlerinin red kabul oranına göre taraflar arasında paylaştırılmasına”
denilmek suretiyle başvurucuların temyize konu edilebilecek bir hususta,
sorumlu oldukları miktarı açık ve tereddütsüz olarak belirtmediği
anlaşılmıştır.
49.
Yine Mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında “Dair,
taraf vekillerinin yüzünde, tebliğden itibaren 15 gün içinde, Yargıtay'da
temyizi kabil olmak üzere verilen karar, açıkça okunup, usulen anlatıldı.” ibaresini kullanarak kararın tebliğden itibaren 15 gün içerisinde temyiz
edilebileceğini belirttiği anlaşılmıştır.
50.
Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında devletin işlemlerinde ilgili
kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. Kanun koyucu, devlet organlarının
tesis ettiği işlemlere karşı kanun yolları ve hangi mercilere başvuracağı ve
başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak
dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat edeceğini bilmeyen yahut
tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin ve sağlıklı bir şekilde
kullanmaları amaçlanmıştır.
51. Usul
hükümlerine göre mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu ve süresinin
belirtilmesi zorunluluğu, özellikle ayrı ihtisas mahkemesi bulunmayan yerlerde
çeşitli sıfatlarla görev yapan asliye hukuk mahkemeleri açısından ayrı bir önem
taşımaktadır. Zira asliye hukuk mahkemelerinin bu durumda kararı hangi mahkeme
sıfatıyla verdiğini açıklaması, davada uygulanan yargılama usulü ile verilen
karara karşı kanun yolları bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını
sağlayarak tarafların kararları temyiz haklarını zamanında ve usulüne uygun
olarak kullanabilmelerine hizmet etmektedir (Aktif
Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855,
26/6/2014, § 41).
52.
5521 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereği iş davalarında kararın tefhimden
itibaren 8 gün içerisinde temyiz edileceği öngörülmüş, 1086 sayılı mülga
Kanun’un yürürlükte olan 432. maddesine göre ise hukuk davalarında temyiz
süresinin 15 gün olduğu belirlenmiştir. İş mahkemelerin bulunmadığı yerlerde
asliye hukuk mahkemeleri iş mahkemesi sıfatıyla davaya bakmaktadır.
53.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında “Kural
olarak başka bir mahkeme sıfatıyla görülmek üzere dava açılan bu gibi hallerde
Asliye Hukuk Mahkemesinin yargılamaya hangi sıfatla baktığını tensip kararından
başlayarak karara bağlaması ve buna göre yargılamayı sürdürmesi, sonuçta da
nihai kararında göstermesi gerekir. Bu husus uygulanacak yargılama yöntemi,
temyiz süresi ve diğer usul kurallarının uygulanması açısından büyük önem
taşımaktadır. Örneğin, İş mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemesine açılan
bir davada seri yargılama usulü uygulanacağı gibi, temyiz süresi de tefhimle
başlayacağından mahkemenin bu sıfatla davaya baktığını karar altına alması ve
nihai kararında da göstermesi gerekir. Asliye Hukuk ve İş Mahkemeleri yönünden
temel farklılıklar gözetildiğinde böyle bir belirleme yapılmamış olması usule
aykırı olacaktır.” gerekçesiyle ön sorunu aşarak davanın esasına
girmiş ve yerel Mahkemenin direnme kararını bozmuştur (Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu, E.2011/19-446, K.2011/569, 28/9/2011).
54.
Mahkemenin kısa kararının 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) ve (ç) bentleri ile (2) fıkrasındaki zorunlu unsurları
karşılamaması nedeniyle ortada usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm
bulunmadığı, bu açıdan taraflar açısından temyize ilişkin hak ve
yükümlülüklerin gerekçeli kararın tebliği ile birlikte sonuç doğurmaya
başlayacağı, 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği,
tefhim edilen kısa kararda gerekçenin bulunmaması nedeniyle de temyiz süresinin
gerekçeli kararın tebliği ile birlikte işlemeye başlayacağı anlaşılmaktadır.
55. Somut
olayda Mahkemenin direnme kararının temyiz edilmesi üzerine HGK, kısa kararın
tefhiminin usulüne uygun olduğunu, temyiz süresinin kanunda düzenlendiğini, bu
sürenin hâkim tarafından uzatılamayacağını, temyiz başvurusunun Kanunda
öngörülen 8 günlük süreden sonra yapıldığını belirterek başvurucuların temyiz
dilekçesini reddettiği anlaşılmıştır.
56. Yukarıda
açıklanan mevzuat hükümleri çerçevesinde izah edildiği gibi davaya iş mahkemesi
sıfatıyla bakan Asliye Hukuk Mahkemesinin, kararında bu sıfatı kullanmadığı
gibi kanun yolu ve süresini de doğru bir şekilde belirtmediği; Mahkemenin kısa
kararını, usul hükümlerine uygun olarak tefhim etmediği; ayrıca gerekçesiz
verilen kısa kararda, temyiz süresinin, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden
itibaren başlaması gerektiğine ilişkin Kanun hükmü ve mahkemenin kanun yolunu
ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü göz önüne alındığında temyiz
süresini tefhim tarihinden başlatarak dilekçenin reddine karar veren HGK’nın değerlendirmesinin, mevzuat hükümleri çerçevesinde
ve öngörülebilirlik sınırları içerisinde olduğunun kabul edilemeyeceği; yapılan
yorumun, başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve
kanun hükümlerine olağanın dışında bir anlam vermek suretiyle elde edildiği; bu
açıdan kararın, başvurucuların mahkemeye erişim hakkının özünü zedelediği
sonucuna ulaşılmıştır.
57.
Yukarıda açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
58.
Başvurucular, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespiti ile yeniden
yargılama kararı verilmesini talep etmişlerdir.
59.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
60.
Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, mahkeme kararından kaynaklandığından
ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan 6216 sayılı
Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili
Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
61.
Dosyadaki belgelerden tespit edilen 1.800 TL vekâlet ücreti ve 198,35 TL
harçtan oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Kararın bir örneğinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna GÖNDERİLMESİNE,
D.
198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ
UYGULANMASINA
20/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.