TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
KOMMERSAN KOMBASSAN MERMER MADEN İŞLETMELERİ SANAYİ VE TİCARET A.Ş. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7114)
Karar Tarihi: 20/1/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör
Yakup MACİT
Başvurucular
1. Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş
2. Özay GEDİKLİ
3. Ömer MAVİ
Vekilleri
Av. Serpil ALATLI BAYBURT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; mahkeme kararında kanun yolunun yanlış gösterilmesi ve hükmün tefhiminin usulüne uygun olmamasından dolayı temyiz süresinin, kararın tebliğ tarihi yerine tefhim tarihinden başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/9/2013 tarihinde Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 20/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/2/2014 tarihinde, başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu şirkete ait mermer ocağında 9/9/2001 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu işçi B.A.T. vefat etmiştir.
9. Müteveffa işçinin mirasçıları, başvuruculara karşı 22/5/2003 tarihinde Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2003/360 sayılı dosyasında, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır.
10. Mahkeme 2/10/2006 tarihli ve E.2003/360, K.2006/439 sayılı kararı ile davayı kısmen kabul etmiştir.
11. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 3/4/2007 tarihli ve E.2007/3225, K.2007/5591 sayılı ilamı ile bozulmuştur.
12. Bozma üzerine dosya Mahkemenin E.2007/418 sırasına kaydedilmiş, Mahkemece bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir.
13. Mahkeme 7/10/2009 tarihli ve E.2007/418, K.2009/650 sayılı kararı ile davayı kısmen kabul etmiştir.
14. Başvurucular, tefhimle başlayan temyiz süresinin durdurulması için dosyaya süre tutum dilekçesi vermişler; gerekçeli temyiz talepleri, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 5/10/2010 tarihli ve E.2010/2189, K.2010/9445 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
15. Başvurucular 3/12/2010 tarihli dilekçe ile temyiz süresi konusunda maddi hata yapıldığını belirterek dosyanın esastan incelenmesini talep etmişler, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 28/2/2011 tarihli ve E.2010/13722, K.2011/1703 sayılı ilamı ile temyiz süresinin hesabında maddi hata yapıldığını belirterek temyiz incelemesi yapmış ve hükmü bozmuştur.
16. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2011/1187 sırasına kaydedilmiş; Mahkeme, önceki kararında direnerek 22/3/2012 tarihli ve E.2011/1187, K.2012/233 sayılı kararı ile davayı kısmen kabul etmiştir.
17. Mahkemenin kısa kararı şöyledir:
“GD: Gerekçesi ekli kararda açıklanacağı üzere;
1-Manevi tazminatla ilgili verilen önceki karar kesinleşmekle bu konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına,
2-Davacıların defin ve cenaze masraflarıyla ilgili olarak verilen karar kesinleşmekle bu konuda da yeniden karar verilmesine yer olmadığına,
3-Davacıların destekten yoksun kalma (maddi) tazminatın ıslah edilmiş haliyle kısmen kabulüyle
i-Davacılardan Çiğdem için 5.878,79 TL
ii- Davacılardan Hakan için 8.360,35 TL
iii- Davacılardan Esra için 29.590,27 TL
iii-Davacılardan Hanife için 310.968,05 TL
Tazminatın olay tarihi olan 09.09.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,
4-Davacılar davada kendilerini vekille temsil ettiklerinden manevi tazminat yönünden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT göre hesaplanarak takdir olunan 5.480,00 TL vekâlet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,
5-Maddi tazminat yönünden 24.641,90 TL vekâlet ücretinin davalılardan müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,
6-A. E dışındaki davalılar davada kendilerini vekille temsil ettiklerinden AAÜT' ye göre reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan1.800,00 TL vekalet ücretinin davacılardan müteselsilen alınarak A.E dışındaki davalılara verilmesine,
7- A. E dışındaki davalılar davada kendilerini vekille temsil ettiklerinden maddi tazminat yönünden hesaplanan 11.041,05 TL vekâlet ücretinin davacılardan müteselsilen alınarak A. E dışındaki davalılara verilmesine,
8-Hesaplanacak yargılama giderlerinin red-kabul oranında göre taraflar arasında paylaştırılmasına,
Dair, taraf vekillerinin yüzünde, tebliğden itibaren 15 gün içinde Yargıtayda temyizi kabil olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.22/03/2012”
18. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısımları şöyledir:
“T.C.
MUĞLA
1. ASLİYE HUKUKMAHKEMESİ GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2007/418
KARAR NO : 2009/650
….
HÜKÜM:
4-Davacılar davada kendilerini vekille temsil ettiklerinden manevi tazminat yönünden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ye göre hesaplanarak takdir olunan 5.480,00 TL vekâlet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,
6-A. E dışındaki davalılar davada kendilerini vekille temsil ettiklerinden AAÜT' ye göre reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 1.800,00 TL vekâlet ücretinin davacılardan müteselsilen alınarak A.E dışındaki davalılara verilmesine,
7- A. E dışındaki davalılar davada kendilerini vekille temsil ettiklerinden maddi tazminat yönünden hesaplanan 11.041,05 TL vekâlet ücretinin davacılardan müteselsilen alınarak A.E dışındaki davalılara verilmesine,
8-Alınması gerekli 21.074,96 TL harç peşin alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına.
9-Davacılar tarafından dosyaya yapılan bozma öncesi 977.00 TL yargılama gideri, 44.00 TL Temyiz gideri, 13.50 TL posta gideri, 300.00 TL bilirkişi ücreti, 4.50 TL tebligat gideri, 30.00 TL posta gideri, 15.00 TL 2 tebligat gideri olmak üzere toplam 1.384.00 TL yargılama giderinden kabul oranına göre hesaplanan 1.051.84 TL yargılama gideri ile 3.197.91 TL harç giderinin, davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine
Dair, taraf vekillerinin yüzünde, tebliğden itibaren 15 gün içinde, Yargıtay'da temyizi kabil olmak üzere verilen karar, açıkça okunup, usulen anlatıldı. 27/03/2012”
19. Başvurucular, Mahkemenin gerekçeli direnme kararını 1/10/2012 tarihinde tebellüğ etmişlerdir. 28/9/2012 tarihli temyiz talepleri üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna (HGK) gönderilmiş; HGK, E.2012/21-1847, K.2013/888 sayılı ilamı ile temyiz dilekçesinin süre yönünden reddine karar vermiştir. İlamın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Mahkemece tefhim edilen 22.03.2012 tarihli kısa kararda, “gerekçesi ekli kararda açıklanacağı üzere” denip verilen karar açıklandıktan; yargılama gideri kısmında “hesaplanacak yargılama giderlerinin ret-kabul oranına göre taraflar arasında paylaştırılmasına” denildikten sonra “taraf vekillerinin yüzünde, tebliğden itibaren 15 gün içinde Yargıtayda temyizi kabil olmak üzere” şeklinde karar verildiği, gerekçeli kararın 1/10/2012 tarihinde davalılar vekiline tebliğ edildiği ve 28/9/2012 tarihinde temyiz edildiği görülmüştür.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/1. maddesinde; “İş mahkemesinin nihai kararları tefhim tarihinden itibaren sekiz (8) gün içinde temyiz olunabilir” hükmü yer almaktadır.
Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerde bir kısım üyelerce; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunun 321/2 maddesinde, “kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir” düzenlemesinin bulunduğunu; 6100 sayılı HMK’nın 316/1-g maddesi yollaması ile basit yargılama usulünün uygulandığı eldeki davada hükmün tefhiminin, hakimin gerekçe yazmama nedenini belirtemediği gibi (HMK.m. 321/2), yargılama giderinin miktarını da belirtmediğinden (HMK. m. 297/1-ç), usulüne uygun olmadığını bu nedenle sekiz (8) günlük temyiz süresinin kararın tebliğinden itibaren başlaması gerektiğini, kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren süresinde yapılan temyiz itirazının kabulü gerektiği görüşü savunulmuşsa da, bu görüş; kısa karar tefhiminin usulüne uygun olduğu, temyiz süresinin kanunda düzenlendiği, bu sürenin hakim tarafından uzatılamayacağı, davalılar vekilinin temyiz başvurusunun, yasada öngörülen sekiz (8) günlük süre geçtikten sonra yapıldığı gerekçesiyle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmeyerek temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
…”
20. Yargıtay ilamı 20/8/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, 16/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
21. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesinin ikinci fıkrası şu şekildedir:
“İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.”
22. 5521 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır.”
23. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şu şekildedir:
“Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
…
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
24. 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesi şöyledir:
“(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.”
25. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) yürürlükte olan 432. maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir:
“Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 20/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
27. Başvurucular; Mahkemenin, davayı iş mahkemesi sıfatıyla gördüğünü tutanaklarda belirtmediğini, kısa ve gerekçeli kararda da Mahkemenin adının “Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesi” olarak geçtiğini ve kanun yolu süresinin de tebliğden itibaren 15 gün olduğunun belirtildiğini, gerekçeli kararı tebellüğ etmeden hükmü temyiz ettiklerini ancak Yargıtay tarafından davanın iş davası olarak kabul edildiğini ve iş mahkemesi sıfatıyla karar verildiğini, temyiz süresinin 8 gün olduğu belirtilerek temyiz dilekçesinin reddedildiğini, bu nedenle Anayasa’nın 40. maddesi hükmünün ihlal edildiğini, temyiz süresinin 15 gün olduğu açıklanmışken bu sürenin kendileri hakkında uygulanmamasının kanun önünde eşitlik hakkını da zedelediğini, bunun yanında kısa kararın 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesindeki şartları taşımadığını, gerekçeli kararın sonradan yazılmasının sebebi tutanakta belirtilmediği gibi yargılama giderlerinin açık bir şekilde belirtilmediğini, bu açıdan kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki olduğunu, aleni yargılama ilkesinin ortadan kalktığını, kısa kararın usulüne uygun tefhim edilmemesi nedeniyle temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlamasının zorunlu olduğunu ancak HGK’nın süreyi tefhim tarihinden başlattığını ve temyiz hakkını ellerinden aldığını belirterek Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasını talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ileri sürdüğü iddiaların tamamı adil yargılanma hakkı kapsamında, mahkemeye erişim hakkının ihlali iddiası başlığı altında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Başvurucuların, Mahkemece verilen kısa kararın kanuni şartları taşımaması nedeniyle tefhimin usulüne uygun olmadığı, yine Mahkemenin davaya iş mahkemesi sıfatıyla baktığını belirtmediği, kısa ve gerekçeli kararda temyiz süresi ile sürenin başlama şeklinin yanlış gösterildiği, bu nedenle temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlatılması gerektiği hâlde tefhim tarihinden itibaren başlatılmasının mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğurduğu yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu sebeple başvuruya ilişkin kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
30. Başvurucular; kısa kararın usulüne uygun tefhim edilmediğini, tutanakta kararın gerekçesinin neden yazılmadığı hususuna da değinilmediğini, yine Mahkemenin davayı hangi sıfatla yürüttüğünü belirtmediği gibi kısa ve gerekçeli kararında ‘Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ ismine yer verdiğini ve kararın tebliğden itibaren 15 gün içerisinde temyiz edilebileceği ibaresini kullandığını, bu nedenle temyiz süresinin gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlatılması gerektiği hâlde HGK’nın süreyi tefhim tarihinden başlatarak temyiz dilekçesini reddettiğini belirterek mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
31. Bakanlık; başvuruya konu davada Mahkemenin, kısa kararı tefhim ederken gerekçe yazmama nedenini ve yargılama giderlerinin miktarını tutanakta belirtmediğini, yine temyiz süresi ve sürenin tefhimden başlatılması hususlarında hataya düştüğünü belirterek bu durumun sonuçlarına tarafların katlanmaması gerektiğini bildirmiştir.
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
33. Anayasa’nın 40. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
35. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
36. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
37. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
38. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların; hakkın özünü, zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Dava açma hakkı birtakım sınırlamalara tabi tutulabileceği gibi bu hakkın kullanımı da belli kurallara bağlanabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22). Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal bir takım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
39. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler, dava açma ya da kanun yollarına başvurma hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
40. Bir kanuni düzenlemenin; bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun, ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00 ve 76292/01, 13/11/2008, § 83).
41. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24).
42. 6100 sayılı Kanun’un 294. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hükmün tefhiminin hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olacağı, (4) numaralı fıkrasında ise zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içerisinde yazılması gerektiği belirtilmiştir.
43. Yine aynı Kanun’un 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, hükmü veren mahkemenin çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmü hangi sıfatla verdiğini; (ç) fıkrasında, hüküm sonucu, yargılama giderleri ile kanun yolları ve süresinin hüküm içeriğinde yer alması gerektiği; (2) numaralı fıkrasında da hükmün sonuç kısmında, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir.
44. Nitekim yerel Mahkemenin bir kararını “Açıklanan hüküm sonucunda davacının hangi taleplerinin reddedildiği, yargılama giderlerinin (masraf ve vekâlet ücretleri) ne şekilde hüküm altına alındığı, kanun yoluna başvurma süresinin ne kadar olduğu, Yasanın emredici hükmüne rağmen açıkça belirtilmemiştir. 6100 sayılı HMK.nın 298/2. maddesine göre “Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.” Yukarıda belirtildiği üzere duruşmada açıklanan hüküm sonucu ile gerekçeli kararın hüküm sonucunun da aynı olduğu söylenemez. Bu nedenlerle 6100 sayılı Kanun’un 297., 298/2 ve 321. maddelerinde belirtilen zorunlu unsurların hiç birisini taşımadığı anlaşılan hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 27/3/2012 tarihli ve E.2012/12045, K.2012/10187 sayılı ilamı) gerekçesiyle bozan Yargıtay Dairesinin bozma ilamına, yerel mahkemenin direnme kararı vermesi üzerine HGK “Somut olayda da, yukarıda belirtilen şekilde 6100 s. HMK'nın 294/3., 297., 298/2 ve 321.maddesi hükümlerine uygun bir hüküm fıkrası oluşturulmamış; kısa kararın hüküm fıkrasında yalnızca "davanın kısmen kabul kısmen reddine, davacı tarafın hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücreti taleplerinin reddine, diğer taleplerin kabulüne" denilmekle yetinilmiş, taraflara yüklenen borç ve tanınan haklar sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmemiştir” (HGK’nın 18/9/2013 tarihli ve E.2012/9-1686, K. 2013/1374 sayılı ilamı) gerekçesi ile yerel Mahkemenin direnme kararını kaldırmıştır.
45. HGK’nın kararıyla aynı yönde verilen 9. Hukuk Dairesinin bir kararında da “5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8 inci maddesine göre, iş mahkemelerinde verilen kararlara karşı temyiz süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren sekiz gündür. Mahkemece karar yüze karşı tefhim edilmiş ise, tefhim edilen kısa kararın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 383 ve devamı maddelerinde) belirtilen şartları taşıması gerekir. Aksi takdirde usulüne uygun tefhimden söz edilemez. Bu durumda temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin, 18/1/2012 tarihli ve E. 2009/40934, K. 2012/846 sayılı ilamı) gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur.
46. Öte yandan 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesinin (2) numaralı fıkrasında kararın tefhiminin, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşeceği, ancak zorunlu hâllerde hâkimin bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini yazdırarak kararı tefhim edebileceği, bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerektiği belirtilmiştir. Bununla birlikte hükme ilişkin tüm hususların açıklanmasının zorunlu olduğu kısa kararın 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesinde belirtilen unsurları karşılaması gerektiği açıktır.
47. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması, derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Emre Kartal, B. No: 2014/5020, 6/10/2015, § 40).
48. Somut olayda 6100 sayılı Kanun’un 316. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi gereği basit yargılama usulünün uygulandığı başvuru konusu davada Mahkemenin, 22/3/2012 tarihli celsede tefhim ettiği kısa kararda, gerekçesini açıklamadığı gibi gerekçe yazmama nedenini de belirtmediği; bunun yanında İş Mahkemesi sıfatıyla yürüttüğü yargılamada, kararı bu sıfatla verdiği hususuna da değinmediği, ayrıca hüküm sonucunun (8) numaralı fıkrasında “Hesaplanacak Yargılama giderlerinin red kabul oranına göre taraflar arasında paylaştırılmasına” denilmek suretiyle başvurucuların temyize konu edilebilecek bir hususta, sorumlu oldukları miktarı açık ve tereddütsüz olarak belirtmediği anlaşılmıştır.
49. Yine Mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında “Dair, taraf vekillerinin yüzünde, tebliğden itibaren 15 gün içinde, Yargıtay'da temyizi kabil olmak üzere verilen karar, açıkça okunup, usulen anlatıldı.” ibaresini kullanarak kararın tebliğden itibaren 15 gün içerisinde temyiz edilebileceğini belirttiği anlaşılmıştır.
50. Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. Kanun koyucu, devlet organlarının tesis ettiği işlemlere karşı kanun yolları ve hangi mercilere başvuracağı ve başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat edeceğini bilmeyen yahut tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin ve sağlıklı bir şekilde kullanmaları amaçlanmıştır.
51. Usul hükümlerine göre mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu ve süresinin belirtilmesi zorunluluğu, özellikle ayrı ihtisas mahkemesi bulunmayan yerlerde çeşitli sıfatlarla görev yapan asliye hukuk mahkemeleri açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Zira asliye hukuk mahkemelerinin bu durumda kararı hangi mahkeme sıfatıyla verdiğini açıklaması, davada uygulanan yargılama usulü ile verilen karara karşı kanun yolları bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak tarafların kararları temyiz haklarını zamanında ve usulüne uygun olarak kullanabilmelerine hizmet etmektedir (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014, § 41).
52. 5521 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereği iş davalarında kararın tefhimden itibaren 8 gün içerisinde temyiz edileceği öngörülmüş, 1086 sayılı mülga Kanun’un yürürlükte olan 432. maddesine göre ise hukuk davalarında temyiz süresinin 15 gün olduğu belirlenmiştir. İş mahkemelerin bulunmadığı yerlerde asliye hukuk mahkemeleri iş mahkemesi sıfatıyla davaya bakmaktadır.
53. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında “Kural olarak başka bir mahkeme sıfatıyla görülmek üzere dava açılan bu gibi hallerde Asliye Hukuk Mahkemesinin yargılamaya hangi sıfatla baktığını tensip kararından başlayarak karara bağlaması ve buna göre yargılamayı sürdürmesi, sonuçta da nihai kararında göstermesi gerekir. Bu husus uygulanacak yargılama yöntemi, temyiz süresi ve diğer usul kurallarının uygulanması açısından büyük önem taşımaktadır. Örneğin, İş mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemesine açılan bir davada seri yargılama usulü uygulanacağı gibi, temyiz süresi de tefhimle başlayacağından mahkemenin bu sıfatla davaya baktığını karar altına alması ve nihai kararında da göstermesi gerekir. Asliye Hukuk ve İş Mahkemeleri yönünden temel farklılıklar gözetildiğinde böyle bir belirleme yapılmamış olması usule aykırı olacaktır.” gerekçesiyle ön sorunu aşarak davanın esasına girmiş ve yerel Mahkemenin direnme kararını bozmuştur (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E.2011/19-446, K.2011/569, 28/9/2011).
54. Mahkemenin kısa kararının 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (ç) bentleri ile (2) fıkrasındaki zorunlu unsurları karşılamaması nedeniyle ortada usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı, bu açıdan taraflar açısından temyize ilişkin hak ve yükümlülüklerin gerekçeli kararın tebliği ile birlikte sonuç doğurmaya başlayacağı, 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği, tefhim edilen kısa kararda gerekçenin bulunmaması nedeniyle de temyiz süresinin gerekçeli kararın tebliği ile birlikte işlemeye başlayacağı anlaşılmaktadır.
55. Somut olayda Mahkemenin direnme kararının temyiz edilmesi üzerine HGK, kısa kararın tefhiminin usulüne uygun olduğunu, temyiz süresinin kanunda düzenlendiğini, bu sürenin hâkim tarafından uzatılamayacağını, temyiz başvurusunun Kanunda öngörülen 8 günlük süreden sonra yapıldığını belirterek başvurucuların temyiz dilekçesini reddettiği anlaşılmıştır.
56. Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri çerçevesinde izah edildiği gibi davaya iş mahkemesi sıfatıyla bakan Asliye Hukuk Mahkemesinin, kararında bu sıfatı kullanmadığı gibi kanun yolu ve süresini de doğru bir şekilde belirtmediği; Mahkemenin kısa kararını, usul hükümlerine uygun olarak tefhim etmediği; ayrıca gerekçesiz verilen kısa kararda, temyiz süresinin, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiğine ilişkin Kanun hükmü ve mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü göz önüne alındığında temyiz süresini tefhim tarihinden başlatarak dilekçenin reddine karar veren HGK’nın değerlendirmesinin, mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içerisinde olduğunun kabul edilemeyeceği; yapılan yorumun, başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve kanun hükümlerine olağanın dışında bir anlam vermek suretiyle elde edildiği; bu açıdan kararın, başvurucuların mahkemeye erişim hakkının özünü zedelediği sonucuna ulaşılmıştır.
57. Yukarıda açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
58. Başvurucular, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespiti ile yeniden yargılama kararı verilmesini talep etmişlerdir.
59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
60. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 1.800 TL vekâlet ücreti ve 198,35 TL harçtan oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna GÖNDERİLMESİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA
20/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.