TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ GÜRBÜZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/724)
|
|
Karar Tarihi: 25/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 19/9/2015-29480
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Ali GÜRBÜZ
|
Vekili
|
:
|
Av. İnan AKMEŞE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Ülkede Özgür Gündem
Gazetesinde (Gazete) yayımlanan bir haber nedeniyle başvurucu hakkında kamu
davası açılması ve altı yıl süren yargılama sonucunda kovuşturmanın
ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlükleri ile
duruşmada hazır bulunma hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde
İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 11/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm başkanı tarafından
31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 30/5/2014 tarihli
görüş yazısı 11/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, görüşünü
13/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul'da
basılıp yayınlanan Ülkede Özgür Gündem adlı gazetenin imtiyaz sahibidir.
Başvurucu, Gazetenin kapanması ve imtiyaz sahibi olması nedeniyle yargılanıp
mahkûm olduğu cezalar nedeniyle yurt dışında yaşamaktadır.
8. Gazetenin 23/10/2006 tarihli
sayısında “KKK ve PKK'den bayram mesajı”
ve beşinci sayfasında “Kadrolar barışta
ısrarlı” başlıklı iki haber yayınlanmıştır. “KKK ve PKK'den bayram mesajı” başlıklı
haber şöyledir:
Koma Komalên Kurdistan
(KKK) Yürütme Konseyi ve PKK Meclisi, yayınladıkları mesajlarda başta Kürt
halkı olmak üzere bütün İslâm aleminin ramazan bayramını
kutladı. Mesajlarda, bayramın kardeşliğe, barışa ve özgür-demokratik geleceğe
vesile olması dileğinde bulunuldu.
KKK Yürütme Konseyi Başkanlığı mesajında, Ramazan Bayramı’nın
başta ateşkes kararı ve Kürt sorununda görülen gelişmeler olmak üzere birçok
bakımdan önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemde karşılandığı belirtildi.
Kürtlerin bu bilinçle Ramazan Bayramı’nı karşılaması istenen mesajda şunlar
belirtildi: ‘Ramazan Bayramı’nı önemli siyasal gelişmeler temelinde karşılayan
halkımızın bu vesileyle sistemini sahiplenerek mücadelesini daha fazla
geliştireceğine, birliğine ve dayanışmasını güçlendirerek başlattığımız ateşkes
sürecini demokratik çözüm sürecine taşıyacağına olan inancımızı belirtiyor,
halkımızın ve tüm İslâm âleminin Ramazan Bayramı’nı kutluyoruz.’
PKK Meclisi’nin yayınladığı mesajda ise Ramazan Bayramı’nın
her halkın kendi kültürünü, dilini, değer yargılarını ve özgürlüğünü özgürce
ortaya koyarak kutladığında gerçek anlamını bulacağı belirtildi. Bayramın buna
vesile olması istenen mesajda, “Önderliğimizin engin çabaları, şehitlerimizin
büyük kahramanlıklarıyla bu süreci kırarak iradesini ortaya koymuş, her halk gibi
ibadetini kendi diliyle yapma, bayramını kendi kültürüne uygun yaşama iddiasını
ve düzeyini açığa çıkarmıştır” denildi.
PKK’nin tüm inançlara ve kültürlere saygı temelinde ulusal
birlik ve dayanışmayı sağladığı kaydedilen mesajda, buna rağmen Kürt Halk
Önderi Abdullah Öcalan’ın bu yıl da bayramı tecrit koşullarında karşıladığına
dikkat çekildi. Bu durum(un) bayramın buruk bir havada karşılanmasına neden
olduğu ifade edilen mesajda, şunlar belirtildi; ‘Halkımızın Ramazan Bayramı’nı
yardıma muhtaç olanlara el uzatmanın, toplumsal dayanışmanın, şehitlerini ve
şehit ailelerini ziyaret ederek ulusal değerlerimizi ve birliğimizi
sahiplenerek büyütmenin vesilesi yaparak birliğe, değerlerine ve geleceğine
sahip çıkmalıdır. Halkımızın ülke ve ülke dışındaki tüm ulusal demokratik
kurumları, Ramazan Bayramı’na bu biçimde yaklaşarak demokratik ulusal
birliğimizin güçlendirildiği bir gün olarak karşılamalıdır. Ramazan Bayramı
başta Türk halkı olmak üzere komşu halkların demokratik çözüm sürecine
desteklerinin sağlanmasına ve barış içinde bir arada yaşama kültürünün
taşırılmasına vesile olabilecek en uygun ortak manevi değer durumundadır.’
Mesajda ayrıca halkın dini istismar edenlere karşı uyanık davranması ve prim
vermemesi gerektiği de belirtildi.
“Kadrolar
barışta ısrarlı” başlıklı haber ise şöyledir:
“Medya Savunma Alanları’nda
çalışmalarını sürdüren Mazlum Doğan Kadro Okulu ‘Şehit Sorxwin’
adıyla başlattığı 2006 ikinci dönem eğitim devresinin kadrolarını mezun etti.
Mezuniyet törene çok sayıda gerilla ve Kongra Gel
üyesi katıldı. Mezuniyet töreninde bir konuşma yapan Koma Komalên
Kurdistan (KKK) Yürütme Konseyi Üyesi Şahin Cilo, ‘Barış arayışlarının yoğunlaştığı dönemde demokratik konfederal sistemin inşa kadroları olarak yeni sürece
katılmak anlamlıdır’ dedi.
Mazlum Doğan Kadro Okulu mezuniyet törenine katılan KKK
Yürütme Konseyi Üyesi Şahin Cilo, hareket olarak ilan
ettikleri ateşkesin kalıcı bir barışa dönüştürülmesinde kadronun rolüne dikkat
çekti. Zengin bir bileşenle yeni paradigma ve meşru savunma temelinde
eğitimlerin yapıldığını kaydeden Cilo, ‘Yaptığımız
eğitim ve tartışmalarda kadroda oluşan demokratik kültür, entelektüel birikim
ve meşru savunma anlayışıyla başlayan demokratik barış sürecinde KKK’in tüm çalışmalarında başarıya öncülük edeceğine
inanıyoruz’ dedi. Cilo, Kürt halkının Ramazan
Bayramı’nı da kutlayarak, herkesi barış sürecine katılmaya davet etti.
Pratik Sorumluluk dönemi
Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan’ın savunmaları ekseninde
gördükleri eğitimin yeni sürecinde gereklerine göre pratiğe koyma
sorumlulukları olduğunu vurgulayan 6 yıllık gerilla Silvan Afrin,
‘Önderliğimizin çağrısıyla hareketin ilan ettiği ateşkes sürecinde bilerek veya
anlayarak bizi bekleyen görevlerimizin üzerine yürüyeceğiz. 21. yüzyılda kadın
eksenli gelişen çizginin hayata geçmesi için yoğun saldırılara rağmen her
alanda çalışmalara katılım sağlayacağız’ şeklinde konuştu.
Mücadele ettikleri egemen devletlerin hareketleri üzerinde
kapsamlı hesaplar yaptığına dikkat çeken Leyla Afrin’de,
‘Üzerimizdeki tüm yönetimlere karış biz barışta ısrarlı olacağız. Biz Önder Apo’nun çizgi fedaileriyiz. Demokratik ekolojik bir toplum
için üzerimize düşeni büyük bir sorumlulukla yapmaya hazırız.’ dedi.
Tasfiyeler sonuç alamadı
13 yıldır gerilla olduğunu belirten Botan Dersim, geçen
süreçte Türkiye, İran ve Suriye’nin eş zamanlı saldırılarına dikkat çekerek,
‘Tüm dış saldırılar sizi tasfiye etmek istedi ama sonuç almadı. Barış ve
Özgürlük umutları bu süreçte daha fazla gelişme sağladı.’ dedi.
Kürtçe ve Türkçe olarak iki okul biçiminde eğitim veren
Mazlum Doğan Kadro Okulu’na Kürdistan, Avrupa ve Rusya’dan katılım sağlandı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı savunmalarının
kaynak alındığı eğitimde felsefe, demokratik kültür, meşru savunma gibi toplam
17 ayrı ders işlendi”.
9. Söz konusu haberler
nedeniyle başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 5/12/2006
tarihli iddianamesi ile “terör örgütünün
yayınlarını basmak veya yayınlamak” suçundan cezalandırılması için
İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinde (E.2006/366) kamu davası açılmıştır.
10. Mahkeme tarafından 8/12/2006
tarihinde tensip kararı alınmış, 15/3/2007 tarihinde yapılan duruşmadan sonra
5/6/2007 tarihli duruşmada başvurucunun isnat edilen suçtan 1000 gün karşılığı
olan 20.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
11. Başvurucu hakkında açılan
davaya konu suç yalnızca adli para cezasını gerektirdiğinden bahisle
başvurucuya açıklamalı davetiye çıkartılmış; davetiyenin tebliğine rağmen
başvurucu duruşmaya gelmediğinden yargılama yokluğunda bitirilmiştir. İlk
Derece Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:
“Bu gazetenin 23.10.2006 tarih ve 963 sayılı nüshasının 1-2
ve 3. baskılarının 1 ve 5. sayfalarında ‘KKK; Halkın Bayramını Kutladı’,
‘PKK’nın Bayram Mesajı’, ‘Kadrolar Barışta Israrlı’ başlıklı yazılarda,
binlerce kişinin ölümü ile sonuçlanan terör eylemlerini gerçekleştiren yasadışı
silahlı PKK/KONGRA-GEL isimli terör örgütü ve yan kuruluşlarının ve bu terör
örgütü adına açıklama yaptığını belirten örgüt yöneticilerinin açıklamalarına
yorumsuz yer verildiği anlaşılmıştır. Yazıların haber verme özgürlüğü ile
ilgisi olmayıp doğrudan doğruya terör örgütünün açıklamasının yandaşlarına
duyurulması amaçlı olduğu sabittir. Bu nedenle, sanık Ö. A.’nın
savunması yerinde değildir. Sanık sorumlu yazı işleri müdürü olup, yazılar
nedeniyle başka kimse hakkında kamu davası açılmadığına göre doğrudan doğruya
yazıyı gazeteye koyan sıfatı oluşu dikkate alındığında eylemden asli iştirakçi
olarak sorumlu olduğu açıktır… Sanık Ali Gürbüz ise gazetenin sahibi olduğundan
asli iştirakçi konumunda olmayıp 3713 sayılı Yasanın 6/4. maddesi
kapsamındadır.”
12. Başvurucu bu kararı temyiz
etmiştir. Başvurucunun temyiz istemini inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesi,
12/7/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki mahkumiyet
kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:
"1- Anayasa Mahkemesinin 26.11.2009 tarih ve 27418
sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren
18.06.2009 tarihli ve 2006/121 esas, 2009/90 sayılı kararı ile 3713 sayılı
Kanunun 6. maddesinin 29.06.2006 tarih ve 5532 sayılı Kanunun 5. maddesi ile
değiştirilen 4. fırkasındaki 'sahipleri ve' ibaresinin iptaline karar verildiği
gözetilerek, sanık Ali Gürbüz'ün hukuki durumunun yeninden takdir ve tayininde
zorunluluk bulunması,
..."
13. Bozma sonrası yargılamayı
yürüten İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, duruşma açmayarak 27/9/2012 tarihinde
dosya üzerinden, 5/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun'un geçici
1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi gereğince başvurucu hakkındaki
kovuşturmanın üç yıl süreyle ertelenmesine karar vermiştir.
14. Başvurucu bu karara karşı,
kararın mevzuata ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) aykırı olduğunu
belirterek itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucunun itirazını inceleyen
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile itirazın
reddine kesin olarak karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 25/12/2012
tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 18/1/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
16. 3713 sayılı Kanun’un “Açıklama ve yayınlama” kenar başlıklı 6. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren
yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik
eden bildiri veya açıklamalarını basanlar veya yayınlayanlar bir yıldan üç yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
“Yukarıdaki
fıkralarda belirtilen fiillerin basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, basın
ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan (…) yayın
sorumluları hakkında da bin günden beşbin güne kadar
adlî para cezasına hükmolunur.”
17. 6352 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da
sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli
itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis
cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;
a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu
davasının açılmasının ertelenmesine,
b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,
c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının
ertelenmesine,
karar verilir.
(2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın
ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten
itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi
hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre zarfında
birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı
kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya
kovuşturmaya devam olunur.”
18. Anayasa Mahkemesinin
18/6/2009 tarihli ve E.2006/121, K.2009/90 sayılı kararının ilgili kısımları
şöyledir:
“Basın yayın organlarının sahipleri genellikle yayın
hayatına sermayesiyle katkı sağlayan kişilerdir. Konumları nedeniyle bu
kişilerin yayın işleri yönetimini şekillendirmek, yazı ve yayınları denetlemek
ve yayın üzerinde inceleme ve denetim görevi olduğunu kabul etmek mümkün
değildir. Yayınları inceleme ve denetim ödevi yayın sorumlusuna aittir. Yasak
eylemlerin basın yayın yoluyla işlenmesi halinde basın yayın organlarının
sahiplerinin salt bu nitelikleri nedeniyle cezalandırılması ceza sorumluluğunun
şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Açıklanan nedenlerle,
3713 sayılı Yasa'nın 6. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan ‘sahipleri ve’
ibaresi Anayasa'nın 38. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 25/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/1/2013 tarihli ve 2013/724
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu,
i. Hakkında ceza davasının altı
yıl sürmesinin yayıncı olarak kendisini baskı altına aldığını, buna ek olarak
hakkında verilen kovuşturmanın ertelenmesi kararının da ceza alma riskini üç
yıl gündemde tutmaya devam ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu, yargılamasına
konu olan haberlerin içeriğinde cebir, şiddet ve diğer terör yöntemlerinin
bulunmadığını, yazı bütün olarak değerlendirildiğinde güncel olaylara ilişkin
siyasal değerlendirme ve fikirler içerdiğini, şiddete teşvik yönünde
propagandaya elverişli olmadığını ve bu nedenle Anayasa'nın 25. ve 26.
maddelerinde düzenlenen hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
ii. Yargılamanın altı yıl
sürdüğünü ve makul olmadığını, davanın karmaşık olmadığını, davanın uzamasının
adli makamlardan kaynaklandığını, dava kapsamında ilk derece mahkemesince iki
defa karar verildiğini, Yargıtay aşamasının beş yıl sürdüğünü bu nedenle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
iii. Gazete'nin imtiyaz sahibi
olduğunu, 3713 sayılı Kanun'un 6. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında
yargılandığını ve hakkında erteleme kararı verildiğini, oysa Anayasa Mahkemesinin
26/11/2009 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 18/6/2009 tarihli ve E.2006/121, K.2009/90 sayılı kararı ile
3713 sayılı Kanun'un 6. maddesinin dördüncü fırkasındaki “sahipleri ve” ibaresinin iptaline karar
verildiğini, bu şekilde üzerine atılı fiilin suç olmaktan çıktığını, Yargıtayın bozma ilamının da bu gerekçeye dayandığını,
ancak Mahkemenin bozma kararına uyma kararı vermesine rağmen başvurucu hakkında
eyleminin suç olmaktan çıkarıldığı gerekçesiyle beraat kararı vermek yerine erteleme
kararı verdiğini, bu nedenle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
iv. Son olarak, İstanbul 9. Ağır
Ceza Mahkemesinin 27/9/2012 tarihli kararının duruşma yapılmadan dosya
üzerinden verildiğini, bu şekilde yargılamaya avukatının katılmasının
engellenmesi ve kararın aleni olarak verilmemiş olması sonucunda “aleni yargılama” ve “aleni karar” haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
v. İhlal iddiaları nedeniyle
10,000 TL maddi ve 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
21. Bakanlık, kabul
edilebilirliğe ilişkin olarak bir görüş vermemiştir. Başvurucu, hakkında
yapılan yargılamada önce mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, son olarak kovuşturmanın
ertelenmesi kararı verildiğini ve böylece kovuşturma tehdidine maruz kaldığını,
tek başlarına bu kararların ifade özgürlüğü üzerinde baskı oluşturduğunu ileri
sürmüştür.
22. Yargıtay 9. Ceza Dairesi
başvurucu hakkındaki İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararını, 3713 sayılı
Kanunun 6. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “sahipleri
ve” ibaresinin Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi
nedeniyle başvurucunun hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiğinden
bahisle bozmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile kendisine
isnat edilen eylemin suç olmaktan çıktığını, hakkında beraat kararı yerine
erteleme kararı verilmesinin suç ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiğini
iddia etmiştir. Anayasa Mahkemesinin görevi başvurucuya isnat edilen eylemin
suç oluşturup oluşturmadığını belirlemek değildir. Bu sebeple mevcut başvurunun
koşullarında, başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek
kovuşturma tehdidine maruz bırakılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal
edip etmediğinin değerlendirilmesi gerektiğinden, başvurucunun söz konusu
şikâyetinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiaları ile birlikte
değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
23. Başvurucu hakkındaki
yargılamanın yaklaşık 6 yıl 2 ay sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma
hakkının, başvurucu hakkındaki kovuşturmanın ertelenmesi kararının duruşma
açılmadan verilmesi nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ve başvurucu
hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin şikâyetler açıkça dayanaktan yoksun
değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için
başvurunun bu şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Duruşmada
Hazır Bulunma Hakkının İhlali İddiası
24. Başvurucuya göre
kovuşturmanın ertelenmesi kararının verildiği son celse duruşma yapılmamış ve
karar aleni olarak verilmemiştir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesince
kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin olarak verilen son kararın duruşma
yapılmadan dosya üzerinde verilmesi nedeniyle aleni yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
25. Anayasa Mahkemesi daha
önceki benzer nitelikli bir başvuruya ilişkin kararında bu iddiaların özünün,
başvurucunun duruşmada hazır bulundurulmaması ile ilgili olduğuna karar
vermiştir (Fatih Taş [GK], B. No:
2013/1461, 12/11/2014 § 37; benzer bir karar için bkz. Mustafa Ersen Erkal, B. No: 2013/4470,
16/4/2015, § 22). Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bu
iddialarının “duruşmada hazır bulunma hakkı”
çerçevesinde incelenmesi gerekir.
26. Hakkaniyete uygun
yargılamanın en önemli unsuru olan sanığın kendini savunma hakkından
faydalanmasının ilk koşulu sanığın savunmasını yapabilmesi için mahkeme önünde
hazır bulunma olanağına sahip olmasıdır. Suçla itham edilen herkes, iddiayı
duymak ve karşı koymak ve savunmasını yapmak üzere mahkemenin huzurunda
bulunarak yargılanma hakkına sahiptir. Duruşmada hazır bulunma hakkı, kişinin
kendi davasının duruşmasına bizzat veya bir müdafi ile birlikte katılması
anlamına gelmektedir.
27. Ayrıca
duruşmada hazır bulunma hakkının tarafların yargılamaya etkili katılmaları ile
doğrudan ilişkisi vardır. Adalet yönetiminin adil bir görüntü vermesi önemlidir
ve tarafların yargılamaya etkili katılımlarının sağlanması için gerekli
önlemler alınmalıdır. Bu hak, kural olarak, sadece duruşmada hazır bulunmayı
değil, dinlemeyi, takip etmeyi, iddialarını destekleyecek şeyleri ileri sürmeyi
de içerir. Çelişmeli yargılamaların doğasında var olan söz konusu hak, ceza
yargılamaları yönünden, AİHS’in 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında yer alan sanığın “kendini
savunma” hakkından da çıkarılabilir (Ceza yargılaması yönünden
bkz. Tarasov/Ukrayna, B. No: 17416/03,
31/10/2013, § 98; hukuk yargılaması yönünden bkz. D.D./Litvanya, B. No:
13469/06, 14/2/2012, § 119).
28. AİHS’in 6. maddesinde açıkça
belirtilmemiş olsa da duruşmada hazır bulunma hakkı AİHS’in
6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil muhakeme hakkının bir parçasıdır.
Bir sanığın aleyhine açılan ceza davasında duruşmada hazır bulunması genel bir
haktır ve AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında yer alan (c), (d) ve (e) bentlerinde yer alan hakların bir
parçasıdır (bkz. Sejdovic/İtalya, B. No: 56581/00, 1/3/2006, § 81).
Nitekim duruşmada hazır bulunma hakkının bir sonucu olarak 5271 sayılı Kanun’un
193. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki istisnalar saklı kalmak üzere, hazır
bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılamayacağı hükme bağlanmıştır (bkz. Erol Aydeğer, B.
No: 2013/4784, 7/3/2014, § 41; Fatih Taş,
§ 41).
29. Somut olayda, silahlı terör
örgütünün propagandasını yapma suçundan açılan kamu davasında başvurucu
5/6/2007 tarihinde silahlı terör örgütünün bildirisini yayımlama suçundan adli
para cezası ile cezalandırılmıştır. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 12/7/2012 tarihli
ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararını, Anayasa Mahkemesinin
3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin dördüncü fırkasındaki “sahipleri ve” ibaresini iptal etmesi
nedeniyle, başvurucunun hukuki durumunun yeniden takdir ve tayini gerektiği
gerekçesiyle bozmuş ve dosyayı İlk Derece Mahkemesine göndermiştir (§12).
30. Dosya İlk Derece
Mahkemesinde esasa kaydedilmeden önce 5/7/2012 tarihinde 6352 sayılı Kanun yürürlüğe
girmiş ve Mahkeme, kendisine ulaşan dosyayı mahkeme esasına kaydederek
27/9/2012 tarihinde duruşma açmadan ve adı geçen Kanun’a dayanarak başvurucu
hakkında yürütülen kovuşturmanın ertelenmesine ve üç yıl denetimli serbestlik
hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Somut olayda çözümlenmesi gereken
mesele, kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin son kararın duruşma yapılmadan
dosya üzerinde verilmesinin başvurucunun “duruşmada
hazır bulunma hakkı”na
müdahale oluşturup oluşturmadığı ve bir bütün olarak yargılamanın adilliğini
etkileyip etkilemediğinin tespitidir.
31. Adından da anlaşılacağı
üzere 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin
Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yargı hizmetlerinin
hızlandırılması amacıyla hazırlanmıştır. Bu durum Kanun’un genel gerekçesinde
de açıkça belirtilmiştir (adı geçen Kanun hakkında daha ayrıntılı
değerlendirmeler için bkz. AYM, E.2013/92, K.2014/6, K.T. 16/1/2014).
32. İlk derece mahkemelerinin,
6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra, genel olarak, basın yayın
yoluyla işlenen suçlara ilişkin kovuşturmalarda Yargıtay bozması veya iadesi
üzerine duruşma açmayarak doğrudan kovuşturmanın ertelenmesi kararı verdikleri
anlaşılmaktadır.
33. Bireysel başvuru kapsamında
Anayasa Mahkemesinin görevi, muhakemenin yöntemi de dâhil yargılamanın bir
bütün olarak adil olup olmadığını saptamaktır. Ceza yargılamalarında duruşma
açılması esas olmakla birlikte “istisnai
bazı koşullarda” duruşma açılmamış olması yargılamanın adilliğini
etkilemeyebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi bir kararında, 6352 sayılı Kanun
hükümleri uyarınca verilen kovuşturmanın ertelenmesi kararının, uyuşmazlığın
esasını çözmeyen ve bireyin suç işleyip işlemediğiyle ilişkili olmayan,
Kanun’da öngörülen sürenin dolmasını müteakip açılan kamu davasının düşmesi
sonucunu doğuran, usule ilişkin bir karar olduğuna dikkat çekmiş; böyle bir
incelemenin duruşma açılmadan ve başvurucu duruşmaya çağrılmadan yapılmış
olmasının bir bütün olarak yargılamanın adilliğini etkilemediği sonucuna
ulaşmıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mustafa
Ersen Erkal, § 31).
34. Buna karşın somut başvuruda,
önceki başvurulardan (Fatih Taş; Mustafa Ersen Erkal) farklı bazı yönler
bulunmaktadır. Kanun’da uygulamanın nasıl yapılacağına ilişkin bir düzenlemeye
yer verilmemiş olmakla birlikte yargılamanın sonucunda bir değişiklik
olmayacağının açıkça belli olduğu durumlarda duruşma yapılmaksızın dosya
üzerinden kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin söz konusu olduğu
anlaşılmaktadır (Fatih Taş, § 44;
Mustafa Ersen Erkal, § 29).
35. Somut olayda “yargılamanın sonucunda bir değişiklik olmayacağının
açıkça belli olduğu” bir durum söz konusu değildir. Yargıtay 9. Ceza
Dairesi, İlk Derece Mahkemesinin başvurucunun cezalandırılmasına ilişkin
kararını, Anayasa Mahkemesinin 3713 sayılı Kanunun 6. maddesinin dördüncü
fırkasındaki “sahipleri ve”
ibaresini iptal etmesi nedeniyle bozmuştur. Yargıtay, başvurucunun hukuki
durumunun yeniden takdir ve tayini gerektiğine karar vermiştir (§12).
Başvurucunun İlk Derece Mahkemesince mahkûm edilmesine dayanak yapılan kuralın
Anayasa Mahkemesince iptal edildiği ve mahkûmiyet kararının, söz konusu iptal
kararı nedeniyle başvurucunun hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi için
bozulduğu dikkate alındığında, somut olayda “yargılamanın
sonucunda bir değişiklik olmayacağının açıkça belli olduğu” bir
durumun varlığından söz edilemez.
36. İlk Derece Mahkemesi, Yargıtayın bozma kararında belirttiği incelemeyi ancak
duruşma açarak, başvurucuyu duruşmaya çağırarak ve başvuru ile birlikte davanın
diğer süjelerinin yargılamaya etkili bir biçimde katılmalarını sağlayarak
yapabileceğinden, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. İfade
Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
37. Başvurucu, Gazetede
yayımladıkları bir haber nedeniyle önce hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu,
sonrasında ise kovuşturmanın ertelenmesi kararı verildiğini ve böylece
kovuşturma tehdidine maruz kaldığını, bu kararların ifade özgürlüğü üzerinde
baskı oluşturduğunu, bu sebeplerle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
38. Bakanlık görüşünde, Anayasa
Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer kararları
hatırlatılmış ve başvurucunun iddialarının bu kararlar doğrultusunda
değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık, 3713 sayılı Kanun’un 6.
maddesinin ikinci fıkrasının değiştirildiğini, böylece terör örgütünün her
bildiri ve açıklamasının değil, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini
meşru gösteren veya bu yöntemleri öven ya da bu yöntemleri benimsemeye teşvik
eden bildiri ve açıklamaların yayınlanmasının suç olarak düzenlendiğini
belirtmiştir. Bakanlık, yasaklanmış örgütlerin açıklamalarını yayımlamanın
terör suçunu işlemeye özendirip özendirmediği ya da terörizmi teşvik
niteliğinde olup olmadığını değerlendirirken yalnızca mesajı verenin kim
olduğuna ve mesajın kime verildiğine bakılamayacağını, mesajın içeriği ile
hangi bağlamda yayınlandığına da bakmak gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu,
Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmiştir.
39. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”
40. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”
kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya
benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni,
kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti
ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
41. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve
malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak
tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri
uygulanır.
…“
42. Anayasa’nın 26. maddesinde
ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak
ifade edilmiş ve “başka yollar”
ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu
gösterilmiştir (Emin Aydın [GK],
B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43). İfade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan diğer
hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Gerçekten de gazete,
dergi veya kitap biçiminde basın yayın yoluyla düşüncenin yayılmasının başlıca
aracı olan basın da ifade özgürlüğünün kullanılma biçimlerinden biridir (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409,
25/6/2014, § 73).
43. Basın özgürlüğünü kapsayan
ifade özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri
açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını
kapsar. İfade özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek
bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil
olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye
paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna etme
çabaları çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için
yaşamsal önemdedir (bkz. Abdullah Öcalan,
§ 74).
44. Bu bağlamda toplumsal ve
siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve
serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini
serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir.
İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada,
bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir
değerdir (Emin Aydın, § 41).
45. Anayasa’nın 26. ve 28.
maddelerinin birinci fıkraları, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir
sınırlama getirmemiştir. Başka bir deyişle hem gerçek hem de tüzel kişiler için
geçerli olan ifade özgürlüğü siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve
kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. Açıklanan ve
yayılan bir düşüncenin, içeriğinden hareketle kişiler ve toplum açısından “değerli-değersiz” veya “yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılması
sübjektif unsurlar ihtiva eder. Bu değerlendirmelerden hareketle ifade
özgürlüğünün alanının belirlenmeye çalışılması bu özgürlüğün keyfi biçimde
sınırlandırılması sonucunu doğurabilecektir. İfade özgürlüğü, başkaları
açısından “değersiz” veya “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması
ve yayılması özgürlüğünü de içermektedir.
46. Bununla birlikte ifade
özgürlüğü, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine
tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama
sebeplerine yer verilmiştir. Basın özgürlüğünün sınırlanmasında ise kural
olarak 28. maddenin dördüncü fıkrası gereğince Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri
hükümleri uygulanacaktır. Bundan başka basın özgürlüğünün sınırlanmasında 28. maddenin
beşinci, yedinci ve dokuzuncu fıkralarında bazı özel sınırlama sebeplerine yer
verilmiştir. Mevcut başvuruya benzer başvurularda Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan sınırlama sebepleri dikkate alınmalıdır.
47. Ancak ifade ve basın
özgürlüklerine yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği
açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13.
maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade
özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde
yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında
yapılması gerekmektedir.
48. Yukarıda anlatılan ilkeler
ışığında, başvuru konusu olayda, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin
değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra
da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.
i. Müdahalenin Mevcudiyeti
49. Başvurucu, başvuruya konu
haberi yayınlaması nedeniyle kendisi hakkında daha önce mahkûmiyet hükmü
kurulduğunu ve sonuçta kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmiş olsa bile
hakkında uygulanan denetimli serbestlik süresi içerisinde yeniden kovuşturmaya
maruz kalma ve ceza alma riskinin sürdüğünü, mevcut durumun ifade özgürlüğü
üzerinde baskı oluşturduğunu ileri sürmüştür. Başvurucuya göre mevcut durumda
kovuşturulma korkusu gerçektir ve kendisinin yayıncılık faaliyetlerini
engellemekte, ayrıca bu durum kendisinde stres ve endişe yaratmakta ve
çalışmalarını ciddi biçimde sınırlamaktadır.
50. Hâlihazırdaki başvuruda,
başvurucu hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen,
başvurucunun 2006 yılından itibaren yaklaşık 6 yıl süren soruşturma ve
kovuşturmadan doğrudan etkilendiğinin ve yayıncı olması nedeniyle daha ilerde
de soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalma riskinin bulunduğu iddiasının dikkate
alınması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, daha önceki bir kararında, mevcut
başvuruya benzer şikâyetlerde, başvurucu hakkında devam etmekte olan kovuşturma
tehdidinin bir müdahale anlamına geldiğine karar vermiştir (Fatih Taş, § 69-79). Mevcut başvuruda
Anayasa Mahkemesinin yukarıda zikredilen içtihadından ayrılmayı gerektiren bir
yön bulunmamaktadır.
51. Sonuç olarak bu koşullarda,
Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri çerçevesinde başvurucunun ifade özgürlüğüne
müdahalede bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
52. Yukarıda anılan müdahale
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir
veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen
koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin
ihlalini teşkil edecektir.
1. Kanunilik
53. İlk Derece Mahkemesi 6352
sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarına dayanarak
muhakemenin ertelenmesine karar vermiştir. Buna karşılık başvurucunun
yargılanmasının hukuki sebebi olan 3713 sayılı Kanun’un 6. maddesinin dördüncü
fıkrasında yer alan “sahipleri”
ibaresi, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş ve daha sonra Yargıtay başvurucunun
hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle
İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Yargıtay başvurucunun hukuki
durumunun yeniden değerlendirilmesini istemiş ise de bu, başvurucunun eyleminin
suç oluşturduğu anlamına gelmemektedir. Öte yandan başvurucu hakkında
muhakemenin ertelenmesi kararı verilmesinin kanuni dayanağı olmakla birlikte,
başvurucu hakkındaki yargılamanın devam ettirilmesinin kanuni bir temelinin
bulunup bulunmadığı belirgin değildir.
54. Mevcut davanın koşullarında,
Anayasa Mahkemesinin kanunilik ölçütüne ilişkin değerlendirmeleri başvurucunun
eyleminin suç oluşturup oluşturmadığı meselesi ile iç içe geçmektedir. Bu
konuda İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtayın da bir
değerlendirmede bulunmadığı gözetilerek, derece mahkemelerinin yerine geçerek
kanunilik değerlendirmesi yapmak yerine, müdahalenin demokratik toplum
düzeninin gerekleri ölçütüne uygunluğunun tartışılması uygun bulunmuştur.
2. Meşru Amaç
55. İfade özgürlüğüne yapılan
bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen amaçlara yönelik olması gerekir (bkz. Abdullah Öcalan, § 84).
56. Başvurucu hakkında düzenlenen
iddianame ve İlk Derece Mahkemesinin kararı bir bütün olarak
değerlendirildiğinde başvurucunun “şiddet veya diğer terör yöntemlerine
başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda” yaptığı iddia edilmiştir.
Söz konusu isnat nedeniyle başvurucunun yargılanmasının, PKK terör örgütünün
faaliyetleri ile mücadele kapsamında millî güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılmasına yönelik
çalışmaların bir parçası olduğu ve bunun da Anayasa’nın ifade özgürlüğüne ilişkin
26. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında meşru bir amaç taşıdığı sonucuna
varılmıştır.
3. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük
57. Başvurucu, yayımladığı
gazete haberinde cebir ve şiddete veya diğer terör yöntemlerine çağrı bulunmadığını,
güncel olaylara ilişkin bazı değerlendirmeler içeren bir haberi yayımlamaları
nedeniyle yargılanmasının ifade özgürlüğüne müdahale oluşturduğunu ve bu
müdahalenin demokratik toplumun gereklerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
58. Bakanlık görüşünde, ifade
özgürlüğüne yönelik müdahalelerin varlığı halinde alınan önlemleri haklı
kılacak “konuyla ilgili ve yeterli
gerekçeler” ileri sürülüp sürülmediğinin ve “sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin
bulunup bulunmadığının” demokratik toplum gerekleri açısından
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
59. İfade özgürlüğü bazı
sınırlandırmalara tâbi olabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın
26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinin
güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir.
60. 1982 Anayasasında belirtilen
“demokratik toplum düzeninin gerekleri”
kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile AİHS’in “demokratik toplumun gerekleri” ölçütünün
bulunduğu 8., 9., 10. ve 11. maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır.
Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik
temelinde yorumlanmalıdır (Abdullah Öcalan,
§ 93).
61. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir
niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son
önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir
toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek en son çare
niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir
olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararı için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48).
62. Demokratik toplumun
temellerinden olan ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya
zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, Devletin veya
toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden
ifadeler için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bunlar, demokratik toplum
düzeninde geçerli olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin
gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, § 49).
63. Hak ve özgürlüklere
yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de
Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük
ilkesi”dir.
Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi,
ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın
denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde,
hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve
orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Abdullah
Öcalan, § 97; Sebahat Tuncel,
B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84).
64. Bu bağlamda, ifade
özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç
baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu
olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden
olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, ifade
özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük”
ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup
koyamadığı olacaktır (Abdullah Öcalan,
§ 97).
65. Yapılacak
değerlendirmelerde, söz konusu Gazete haberinde bahsedilen konuların toplumun
bir kesimini ilgilendiren toplumsal meselelere ilişkin olduğunun da göz önüne
alınması gerekir. Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında, kamunun çıkarlarına ilişkin
siyasi konuşmalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tartışmaların
sınırlanmasında kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir marjı
olduğuna işaret etmek gerekir. Öte yandan ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama
getirilmemiş olmakla birlikte ırkçılık, nefret söylemi, savaş propagandası,
şiddete teşvik ve tahrik, ayaklanmaya çağrı veya terör eylemlerini haklı
göstermek gibi bu özgürlüklerin sınır bölgeleri olan alanlarda Devlet
otoriteleri müdahalelerinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir (Abdullah Öcalan, § 99). Bu sebeple
öncelikle, söz konusu Gazete haberinde, iddianame ve derece mahkemesi
kararlarının gerekçelerinde belirtildiği şekilde, PKK terör örgütünün
propagandasının yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (bkz. Fatih Taş, § 98).
66. İfade özgürlüğüne ilişkin
bireysel başvurularda, ifadelerin
bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13. ve 26.
maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul
edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına
neden olabilir. Bu çerçevede, bir düşünce açıklamasının ifade edildiği
bağlamdan koparıldığında “milli güvenlik”
için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına
haklı çıkartmamaktadır. Bu nedenle somut başvuruda derece mahkemelerinin
kararlarında belirtilen ifadeler ile bunların ifade edildiği bağlam, yazarın
kimliği, yazılma zamanı, amacı, hitap ettiği kişilerin kimlikleri, muhtemel
etkileri ve haberdeki diğer ifadelerin tamamı bir bütün olarak ele alınmalıdır.
Bundan başka, söz konusu haberde ileri sürülen düşüncelerin içeriğine ve hangi
bağlamda dile getirildiğine dikkat edilmesi, müdahalenin “arzulanan hedeflere uygun” olup
olmadığının ve ulusal makamlar tarafından öne sürülen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekmektedir (Abdullah
Öcalan, § 100).
67. Başvuruya konu haberlerin
yazarları belli değildir. “KKK ve PKK'den
bayram mesajı” başlıklı haberde KKK Yürütme Konseyi ve PKK Meclisinin
Ramazan Bayramı mesajına yer verilmiştir. Her iki mesajda da “İslam âleminin ve Kürt halkının”
bayramları kutlanmış, Gazetenin basıldığı 2006 yılında devam eden “demokratik çözüm sürecinin” başarı ile
sonuçlandırılmasına yönelik iyi dilekler paylaşılmıştır. “Kadrolar barışta ısrarlı” başlıklı haberde
ise KKK Yürütme Konseyi Üyesi Şahin Cilo’nun “Mazlum Doğan Kadro Okulu mezuniyet töreninde”
yaptığı konuşma aktarılmıştır. Şahin Cilo, o
tarihlerde mevcut olan “ateşkesin kalıcı bir
barışa dönüştürülmesinin” öneminden bahsetmektedir. Cilo, yapılan eğitimlerin bu temelde yapıldığını ileri
sürerek “Kürt halkının” Ramazan Bayramını kutlamakta ve herkesi barış sürecine
katılmaya davet etmektedir. Haberin geri kalanında bazı terör örgütü üyelerinin
barışa olan inançlarını dile getirdikleri sözleri aktarılmakta ve bahsi geçen
okulda uygulanan müfredat konusunda da bilgiler verilmektedir.
68. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesi 5/6/2007 tarihli kararında davaya konu haberlerde yapılan
açıklamaların “haber verme özgürlüğü ile
ilgisi olmayıp doğrudan doğruya terör örgütünün açıklamasının yandaşlarına
duyurulması amaçlı olduğu” gerekçesi ile başvurucunun
cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bazı kanun
değişiklikleri nedeniyle kararı usulden bozarak ilk derece mahkemesine
göndermiş ve mahkeme herhangi bir gerekçeye dayanmadan kovuşturmanın
ertelenmesi kararı vermiştir.
69. İlk olarak terör
örgütlerinin veya terör örgütü yöneticilerinin bazı konulardaki görüşlerini
yayımlamasının “terör örgütünün
açıklamalarını yayınlama” suçunu oluşturduğunun kabul edilmesi ve bu
nedenle de başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesini
irdelemek gerekir. Herhangi bir kimsenin, yalnızca kişiliğine bağlı olarak
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesi haklı kılınamayacağı
gibi yasaklanmış bir örgütün bir mensubunun veya yöneticisinin görüş ve
düşüncelerini açıklaması da tek başına düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne
müdahale edilmesini haklı kılmaz. Zira böylesi bir değerlendirme, bazı kişi ve
grupların Anayasa’nın 26. maddesinde teminat altına alınan haklardan
yararlanmasına engel olacağından anayasal hakların kullanılması bakımından
kabul edilemez (Abdullah Öcalan,
§ 101).
70. Nitekim 3713 sayılı Kanun’un
6. maddesinin ikinci fıkrasına göre ancak “Terör
örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya
öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını
basanlar veya yayınlayanlar” cezalandırılacaklardır. Oysa Gazete haberleri bir bütün olarak incelendiğinde şiddeti
övdüğü, kişileri terör yöntemlerini benimsemeye başka bir deyişle şiddet
kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı direnişe tahrik ve teşvik
ettiği değerlendirilmemiştir. Hal böyleyken 9. Ağır Ceza Mahkemesinin
haberlerin “haber verme özgürlüğü ile ilgisi
olmadığı” biçimindeki gerekçesi ilgili ve yeterli bir gerekçe
sayılamaz. Mahkeme daha sonra kovuşturmanın ertelenmesi kararında ise hiçbir
gerekçe göstermemiştir.
71. Başvurucunun yayımladığı
gazete haberi gibi basın açıklamalarının sınırlanmasında kamusal yetki kullanan
makamların çok dar bir takdir aralığı olduğuna işaret etmek gerekir. Kamu
otoriteleri veya toplumun bir kesimi için hoş olmayan düşüncelere, şiddeti
teşvik etmediği, terör eylemlerini haklı göstermediği ve nefret duygusunun
oluşmasını desteklemediği sürece sınırlama getirilemez.
72. Yukarıdaki hususlar dikkate
alındığında, başvurucunun yayımladığı haber nedeniyle yaklaşık 6 yıl kadar
soruşturma ve kovuşturmaya tabi tutulmasının ve kovuşturmanın ertelenmesi
kararı verilerek bir ceza tehdidi altında bulundurulmaya devam edilmesinin,
arzulanan amaçlara uygun olmadığı ve dolayısıyla da “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı kanaatine
varılmıştır.
73. Bu sebeplerle başvurucunun
Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin birinci fıkralarında güvence altına alınan
ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. Makul
Sürede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
74. Başvurucu, hakkında
yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlanmaması
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
75. Başvurucu hakkındaki suç
isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına
girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E,
B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32). Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul
sürede yargılanma hakkı adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca
davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının
görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de,
Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38–39).
76. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, §§ 41–45).
77. Cezai alanda yöneltilen suç
isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama
veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu
tarih, iddianamenin düzenlendiği ve böylece başvurucunun isnattan haberdar
olduğu anlaşılan 5/12/2006 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına
ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti
açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkındaki suç isnadına ilişkin
olarak verilen kovuşturmanın ertelenmesi kararının kesinleşme tarihi olan
6/11/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
78. Söz konusu haberler
nedeniyle başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 5/12/2006
tarihli iddianamesi ile İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası
açılmıştır. Mahkeme tarafından 8/12/2006 tarihinde tensip yapılmış, 15/3/2007
tarihinde yapılan duruşmadan sonra 5/6/2007 tarihli duruşmada başvurucunun
20.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Başvurucunun temyiz istemini inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 12/7/2012
tarihli kararı ile mahkumiyet kararının bozulmasına
karar vermiştir. Bozma sonrası yargılamayı yürüten İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesi, duruşma açmayarak 27/9/2012 tarihinde dosya üzerinden, başvurucu
hakkındaki kovuşturmanın üç yıl süreyle ertelenmesine karar vermiştir.
Başvurucunun bu karara karşı itirazını inceleyen İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
13/12/2012 tarihli kararı ile itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir.
79. 5271 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (B.E.,
B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 22-45).
80. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısına ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul
işlemlerinin niteliğine bir bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu
yaklaşık altı yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
81. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulaması
82. Başvurucu, 10.000,00 TL
maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
83. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
84. Başvurucunun yayınladığı
haber nedeniyle yaklaşık altı yıl yargılandığı ve halen kovuşturma tehdidinin
devam ettiği nazara alındığında, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net
8.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
86. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
87. Haklarında verilen
kovuşturmanın ertelenmesi kararı nedeniyle başvurucu halen denetimli serbestlik
tedbiri, dolayısıyla kovuşturma ve ceza tehdidi altında bulunmakta ve bu husus
ifade özgürlüğünü ihlal etmektedir. Bu sebeple başvurucu hakkındaki ceza
davasında 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama
yapılması gerekir. Kararın bir örneği İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmelidir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Duruşmada
hazır bulunma hakkının, ifade ve basın özgürlükleri ile makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın
26. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile
Anayasa’nın 28. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan basın
özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan duruşmada hazır bulunma hakkı
ile makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 8.000,00 TL manevi
TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca ihlali ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için YENİDEN YARGILAMA YAPILMASINA, bu amaçla
kararın bir örneğinin İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
25/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.