TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HALİL KAYA VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7318)
|
|
Karar Tarihi: 10/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 14/7/2015-29416
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe GÜLTEKİN
|
Başvurucular
|
:
|
1- Halil KAYA
|
|
|
2- Mahmut KULALI
|
|
|
3- Tayyip ADA
|
|
|
4- Hulusi ADA
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Mehmet HORUŞ
|
|
|
5- Mehmet HORUŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, Uşak ili
Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve
siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla
çevreye siyanür yayıldığı, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıkları
iddiasıyla 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları
tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede
sonuçlanmadığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlıklarını koruma ve
geliştirme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, davalı maden şirketinin
faaliyetinin tedbiren durdurulmasını ve tazminat
ödenmesini talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 30/9/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
6/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığının 8/1/2015 tarihli görüş yazısına karşı başvurucular,
27/1/2015 tarihinde beyanlarını sunmuşlardır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Halil Kaya,
Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi Ada, siyanür kullanılarak işletilmekte olan
Uşak ili Ulubey ilçesi yakınlarındaki altın madeninden 26/6/2006 tarihinde
çevreye yayılan siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıklarını, aynı günlerde
Eşme ilçesi ve yaşadıkları köyde birçok kişinin benzer belirtileri göstererek
hastalanması üzerine kanlarındaki siyanür oranını ölçtürdüklerini ve ölüm
tehlikesi atlattıklarını belirterek, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk
Mahkemesinde E.2006/465, E.2006/466, E.2006/467 ve 2006/468 sayılı dosyalarda
açtıkları davalarda uğradıkları maddi ve manevi zararların tazminini talep
etmişlerdir.
8. Başvurucu Mehmet Horuş tarafından ise herhangi bir tazminat davası
açılmamıştır.
9. Mahkemece davaların
E.2006/465 sayılı dosyada birleştirilmesine karar verilmiştir.
10. Eşme ilçesinde meydana gelen
toplu rahatsızlanmalar ve siyanür zehirlenmeleri iddiaları üzerine Eşme
Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/492 sayılı dosyasında soruşturma başlatılmış,
alınan bilirkişi raporuna göre, meydana gelen toplu rahatsızlanmalara şebeke
suyundaki koliform bakteri sayısındaki artışın neden
olduğu, maden faaliyetlerinin somut olayla bir ilgisinin bulunmadığı
gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. İtiraz
üzerine Salihli Ağır Ceza Mahkemesinin 4/12/2006 tarihli kararıyla Eşme Cumhuriyet
Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya
uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.
11. Eşme Asliye Hukuk
Mahkemesinin 9/6/2008 tarih ve E.2006/465, K.2008/247 sayılı kararıyla, Eşme Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında davalı maden şirketinde keşif
yapıldığı, yapılan keşif neticesinde alınan bilirkişi raporuna göre davalı
maden şirketinin çalışması sonucu toprakta ve suda herhangi bir kirlenmenin
meydana gelmediğinin tespit edildiği, başvurucuların kanlarındaki siyanür
düzeyinin normalin üzerinde çıkmasına rağmen, test edilen kan örneklerinin
nasıl alındığının bilinmediği, başvurucularda meydana gelen rahatsızlık ile
davalı madenin faaliyetleri arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle asıl
ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.
12. Temyiz incelemesi sonucunda
ise Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarih ve E.2009/442, K.2009/13091
sayılı ilâmı ile, İlk Derece Mahkemesince benimsenen ve Eşme Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından alınan bilirkişi raporunda, su ve toprak örnekleri
üzerinde araştırma yapılarak sonuca varıldığı, oysa davada maden şirketinin
siyanür kullanarak yaptığı çalışmaların insan sağlığını olumsuz etkilediğinin
iddia edildiği, siyanürün başvurucuların sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisinin
olup olmadığının ve bu durumun davalı maden şirketinin siyanür kullanarak altın
madeni işletmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının üniversitelerin
toksikoloji, patoloji, biyokimya ve farmakoloji bilim dallarında görevli
öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi kurulundan alınacak bir raporla tespit
edilmesi gerektiği belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
13. Karar düzeltme istemi aynı
Dairenin 15/4/2010 tarih ve E.2010/2186, K.2010/4491 sayılı ilâmıyla
reddedilmiştir.
14. Mahkemece bozmaya uyularak
yapılan yargılama sonunda, 29/1/2014 tarih ve E.2010/126, K.2014/23 sayılı
kararla; toksikoloji, patoloji, biyokimya ve farmakoloji bilim dallarında
görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan raporda, toksisite konusunda güvenilir veriler elde edilmesine
yönelik gerekli örnek alınma yöntemlerinin kullanılmaması nedeniyle siyanür
zehirlenmesine kanıt olarak sunulan siyanür kan düzeyi raporlarının bilimsel olarak
akut siyanür zehirlenmesine kanıt olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığının
belirtildiği, tüm deliller, bilirkişi raporu ve ek bilirkişi raporu karşısında,
tanıkların soyut beyanlarına itibar edilemeyeceği, başvurucularda meydana gelen
rahatsızlık ve başvurucuların kanlarındaki siyanür düzeyinin yüksek çıkması ile
davalı maden şirketinin faaliyetleri arasındaki illiyet bağının ispatlanamadığı
gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.
15. Başvurucular, 30/9/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
16. Karar, 8/8/2014 tarihinde
temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi halen devam etmektedir.
B. İlgili
Hukuk
17. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 30. maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı
mülga Borçlar Kanunu'nun 41., 46. ve 47. maddeleri, (Mukaddes Özen ve Diğerleri, B. No: 2013/7740, 8/5/2014, §§
15-22).
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 10/6/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 30/9/2013 tarih ve 2013/7318
numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
19. Başvurucular, Uşak ili
Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve
siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye
siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıklarını, bu
nedenle uğradıkları zararın giderilmesi istemiyle 26/10/2006 tarihinde Eşme
Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen devam
ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi
varlıklarını koruma ve geliştirme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ve
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
20. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde,
başvurucuların siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden çevreye yayılan
siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıkları iddiasıyla 26/10/2006 tarihinde
Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen
devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, yaşam, maddi ve
manevi varlıklarını geliştirme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ile adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürdükleri ve davalı maden
işletmesinin faaliyetinin tedbiren durdurulması
talebinde bulundukları anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal
iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi
kendisi yapar. Başvurucuların iddialarının temel olarak Anayasa’nın 17.
maddesinde düzenlenen kişinin yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı ile Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olduğu, bu nedenle başvurunun iki başlık altında incelenmesi
gerektiği sonucuna varılmıştır. Başvuruculardan Mehmet Horuş’un
bireysel başvurusu hakkında ayrı bir inceleme yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Başvurucu Mehmet Horuş’un Yaşam,
Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkının İhlal Edildiği
İddiaları
21. Başvurucu Mehmet Horuş, Uşak ili Ulubey ilçesi Gümüşkol
köyü yakınlarında bulunan ve siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden
26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı
sonuçlarına maruz kaldığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvuruya konu davada verilen kararın temyiz incelemesinin sonuçlanmadığı,
başvurucu tarafından dile getirilen iddialara ilişkin kanun yollarının
tüketilip tüketilmediği yönünde bir değerlendirme yapılması gerektiği
belirtilmiştir.
23. Başvurucu Bakanlık görüşüne
karşı beyanında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatlarına atıf
yaparak, devletin pozitif yükümlülüğü doğrultusunda karar verilmesi gerektiğini
bildirmiştir.
24. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır."
25. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
26. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu"
olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.
27. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Cemal Ay, B. No: 2013/8674, 16/10/2014, § 29).
28. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları
önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline
ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §
19).
29. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun, siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi
itibarıyla çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz
kaldığını, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası
açtıklarını belirterek yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmışsa da başvurucunun, Eşme
Asliye Hukuk Mahkemesinde 26/10/2006 tarihinde açılan ve E.2006/465 sayılı dava
dosyasında yürütülen yargılamanın tarafı olmadığı, bu anlamda başvurucunun
hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarına müracaat etmeden ve başvuru
yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle, hukuk
sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden temel
hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu
yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin "başvuru
yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucu Mehmet Horuş’un Makul
Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
31. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
'Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.'
32. 6216 sayılı Kanun'un 'Bireysel başvuru hakkı' kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir.'
33. 6216 sayılı Kanun'un, 'Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar'
kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'Bireysel başvuru
ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle
güncel, kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.'
34. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
uyarınca, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu
protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini
iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı
tanınmıştır. Ancak, 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası
gereğince, sadece ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından bireysel
başvuruda bulunulabilecektir.
35. Anayasa ve 6216 sayılı
Kanun'un anılan hükümleri gözetildiğinde, bireysel başvuruda bulunacakların,
başvuru konusu yaptığı kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağ bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No:2012/95, 25/12/2012,§ 21 ).
36. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun, siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi
itibarıyla çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz
kaldığını, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları
tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmışsa da
başvurucunun, Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde 26/10/2006 tarihinde açılan ve E.2006/465
sayılı dava dosyasında yürütülen yargılamanın tarafı olmadığı, diğer
başvurucuların dava dosyasında davacı olarak yer aldıkları belirlenmiştir.
37. Açıklanan nedenlerle, makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucunun, başvuruya
konu dava dosyasında taraf veya müdahil sıfatının bulunmadığı, bu açıdan
başvuru konusu yargılama faaliyeti nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkının
doğrudan etkilenmediği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin 'kişi
bakımından yetkisizlik' nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Diğer Başvurucuların Yaşam, Maddi ve Manevi Varlığını
Koruma ve Geliştirme Haklarının İhlal Edildiği İddiaları
38. Başvurucular, Uşak ili
Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve
siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla
çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıklarını,
bu nedenle uğradıkları zararın giderilmesi istemiyle 26/10/2006 tarihinde Eşme
Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açtıklarını belirterek, yaşam, maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
39. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvuruya konu davada verilen kararın temyiz incelemesinin sonuçlanmadığı,
başvurucular tarafından dile getirilen iddialara ilişkin kanun yollarının
tüketilip tüketilmediği yönünde bir değerlendirme yapılması gerektiği
belirtilmiştir.
40. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı beyanlarında, AİHM içtihatlarına atıf yaparak devletin pozitif
yükümlülüğü doğrultusunda karar verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.
41. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır."
42. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
43. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu"
olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.
44. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Cemal Ay, § 29).
45. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucuların, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları
önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline
ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Bayram Gök, § 19).
46. Başvuru konusu olayda,
başvurucuların siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden çevreye yayılan
siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıkları iddiasıyla 26/10/2006 tarihinde
Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrı ayrı açtıkları tazminat davaları
birleştirilmiş, Mahkemenin 9/6/2008 tarihli kararıyla asıl ve birleşen
davaların reddine karar verilmiş, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 19/11/2009 tarihli ilâmıyla karar bozulmuş, karar düzeltme istemi
aynı Dairenin 15/4/2010 tarihli ilâmıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozmaya
uyularak yapılan yargılama sonunda 29/1/2014 tarihinde verilen davanın reddi
kararı 8/8/2014 tarihinde temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi halen devam
etmektedir.
47. Bu durumda derece
mahkemelerinde yargılamanın halen devam ettiği, uğranıldığı iddia edilen zarar
nedeniyle başvurucular tarafından hukuk sisteminde düzenlenen başvuru
yollarının usulüne uygun olarak tüketilmediği anlaşılmıştır.
48. Açıklanan nedenlerle, yaşam,
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddiaların hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının usulüne uygun
olarak tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından,
başvurunun, bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin "başvuru yollarının
tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Diğer Başvurucuların Yargılamanın Makul Sürede
Tamamlanmadığı İddiaları
49. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
50. Başvurucular, 26/10/2006
tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında
yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede tamamlanmadığını belirterek,
Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
51. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
52. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, §§ 41–45).
53. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
maddi ve manevi zararın tazminine yönelik davada, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre
yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan
bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher
Ergun ve Diğerleri, § 49).
54. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 26/10/2006 tarihidir.
55. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 52).
56. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde
ayrı ayrı açılan tazminat davalarında, aralarında hukuki ve fiili bağlantı
bulunduğu belirtilerek birleştirme kararı verildiği, Mahkemenin 9/6/2008
tarihli kararıyla asıl ve birleşen davaların reddine karar verildiği, temyiz
incelemesi sonucunda Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarihli ilâmıyla
kararın bozulduğu, karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 15/4/2010 tarihli
ilâmıyla reddedildiği anlaşılmıştır. Mahkemece bozmaya uyularak devam edilen
yargılamada Mahkemenin 29/1/2014 tarihli kararıyla asıl ve birleşen davaların
reddine karar verildiği, kararın, 8/8/2014 tarihinde temyiz edildiği ve temyiz
incelemesinin halen devam ettiği belirlenmiştir.
57. 6100 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiştir (Güher Ergun ve Diğerleri,
§§ 34-64).
58. Başvuruya konu tazminat
davasının incelenmesinde; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların
karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi
kriterler dikkate alındığında somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, söz konusu sekiz yılı aşkın
yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
59. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
60. Başvurucular, yaşam, maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme haklarını ihlal ettiğini iddia
ettikleri davalı altın madeninin faaliyetlerinin tedbiren
durdurulmasını ve ayrı ayrı 20.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmişlerdir.
61. 6216 sayılı Kanun'un“Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
62. Başvurucu Mehmet Horuş dışındaki diğer başvurucuların tarafı oldukları
uyuşmazlığa ilişkin sekiz yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında, başvurucu Mehmet Horuş dışındaki her bir başvurucuya ayrı ayrı net 5.850,00
TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
63. Başvuruculardan Mehmet Horuş dışındaki diğer başvurucular tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucu Mehmet Horuş dışındaki başvuruculara müştereken ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucu Mehmet Horuş’un;
1.
Yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddialarının "başvuru yollarının
tüketilmemiş olması",
2.
Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “kişi bakımından yetkisizlik” nedenleriyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu Mehmet Horuş
üzerinde bırakılmasına,
C. Başvurucular Halil Kaya, Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi Ada’nın;
1. Yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki
iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucular Halil Kaya, Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi
Ada’ya ayrı ayrı net 5.850,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular Halil Kaya, Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi Ada
tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin anılan başvuruculara MÜŞTEREKEN
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin Yargıtay 17. Hukuk Dairesine
gönderilmesine,
10/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.