TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HALİL KAYA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7318)
Karar Tarihi: 10/6/2015
R.G. Tarih- Sayı: 14/7/2015-29416
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör Yrd.
Gökçe GÜLTEKİN
Başvurucular
1- Halil KAYA
2- Mahmut KULALI
3- Tayyip ADA
4- Hulusi ADA
Vekilleri
Av. Mehmet HORUŞ
5- Mehmet HORUŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, Uşak ili Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığı, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıkları iddiasıyla 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, davalı maden şirketinin faaliyetinin tedbiren durdurulmasını ve tazminat ödenmesini talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 30/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 8/1/2015 tarihli görüş yazısına karşı başvurucular, 27/1/2015 tarihinde beyanlarını sunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Halil Kaya, Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi Ada, siyanür kullanılarak işletilmekte olan Uşak ili Ulubey ilçesi yakınlarındaki altın madeninden 26/6/2006 tarihinde çevreye yayılan siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıklarını, aynı günlerde Eşme ilçesi ve yaşadıkları köyde birçok kişinin benzer belirtileri göstererek hastalanması üzerine kanlarındaki siyanür oranını ölçtürdüklerini ve ölüm tehlikesi atlattıklarını belirterek, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde E.2006/465, E.2006/466, E.2006/467 ve 2006/468 sayılı dosyalarda açtıkları davalarda uğradıkları maddi ve manevi zararların tazminini talep etmişlerdir.
8. Başvurucu Mehmet Horuş tarafından ise herhangi bir tazminat davası açılmamıştır.
9. Mahkemece davaların E.2006/465 sayılı dosyada birleştirilmesine karar verilmiştir.
10. Eşme ilçesinde meydana gelen toplu rahatsızlanmalar ve siyanür zehirlenmeleri iddiaları üzerine Eşme Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/492 sayılı dosyasında soruşturma başlatılmış, alınan bilirkişi raporuna göre, meydana gelen toplu rahatsızlanmalara şebeke suyundaki koliform bakteri sayısındaki artışın neden olduğu, maden faaliyetlerinin somut olayla bir ilgisinin bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. İtiraz üzerine Salihli Ağır Ceza Mahkemesinin 4/12/2006 tarihli kararıyla Eşme Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.
11. Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinin 9/6/2008 tarih ve E.2006/465, K.2008/247 sayılı kararıyla, Eşme Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında davalı maden şirketinde keşif yapıldığı, yapılan keşif neticesinde alınan bilirkişi raporuna göre davalı maden şirketinin çalışması sonucu toprakta ve suda herhangi bir kirlenmenin meydana gelmediğinin tespit edildiği, başvurucuların kanlarındaki siyanür düzeyinin normalin üzerinde çıkmasına rağmen, test edilen kan örneklerinin nasıl alındığının bilinmediği, başvurucularda meydana gelen rahatsızlık ile davalı madenin faaliyetleri arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.
12. Temyiz incelemesi sonucunda ise Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarih ve E.2009/442, K.2009/13091 sayılı ilâmı ile, İlk Derece Mahkemesince benimsenen ve Eşme Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan bilirkişi raporunda, su ve toprak örnekleri üzerinde araştırma yapılarak sonuca varıldığı, oysa davada maden şirketinin siyanür kullanarak yaptığı çalışmaların insan sağlığını olumsuz etkilediğinin iddia edildiği, siyanürün başvurucuların sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisinin olup olmadığının ve bu durumun davalı maden şirketinin siyanür kullanarak altın madeni işletmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının üniversitelerin toksikoloji, patoloji, biyokimya ve farmakoloji bilim dallarında görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi kurulundan alınacak bir raporla tespit edilmesi gerektiği belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur.
13. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 15/4/2010 tarih ve E.2010/2186, K.2010/4491 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir.
14. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda, 29/1/2014 tarih ve E.2010/126, K.2014/23 sayılı kararla; toksikoloji, patoloji, biyokimya ve farmakoloji bilim dallarında görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan raporda, toksisite konusunda güvenilir veriler elde edilmesine yönelik gerekli örnek alınma yöntemlerinin kullanılmaması nedeniyle siyanür zehirlenmesine kanıt olarak sunulan siyanür kan düzeyi raporlarının bilimsel olarak akut siyanür zehirlenmesine kanıt olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığının belirtildiği, tüm deliller, bilirkişi raporu ve ek bilirkişi raporu karşısında, tanıkların soyut beyanlarına itibar edilemeyeceği, başvurucularda meydana gelen rahatsızlık ve başvurucuların kanlarındaki siyanür düzeyinin yüksek çıkması ile davalı maden şirketinin faaliyetleri arasındaki illiyet bağının ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.
15. Başvurucular, 30/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
16. Karar, 8/8/2014 tarihinde temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi halen devam etmektedir.
B. İlgili Hukuk
17. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 30. maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 41., 46. ve 47. maddeleri, (Mukaddes Özen ve Diğerleri, B. No: 2013/7740, 8/5/2014, §§ 15-22).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 10/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 30/9/2013 tarih ve 2013/7318 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
19. Başvurucular, Uşak ili Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıklarını, bu nedenle uğradıkları zararın giderilmesi istemiyle 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
20. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucuların siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden çevreye yayılan siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıkları iddiasıyla 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlıklarını geliştirme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürdükleri ve davalı maden işletmesinin faaliyetinin tedbiren durdurulması talebinde bulundukları anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi kendisi yapar. Başvurucuların iddialarının temel olarak Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişinin yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olduğu, bu nedenle başvurunun iki başlık altında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Başvuruculardan Mehmet Horuş’un bireysel başvurusu hakkında ayrı bir inceleme yapılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Başvurucu Mehmet Horuş’un Yaşam, Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkının İhlal Edildiği İddiaları
21. Başvurucu Mehmet Horuş, Uşak ili Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldığını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvuruya konu davada verilen kararın temyiz incelemesinin sonuçlanmadığı, başvurucu tarafından dile getirilen iddialara ilişkin kanun yollarının tüketilip tüketilmediği yönünde bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir.
23. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatlarına atıf yaparak, devletin pozitif yükümlülüğü doğrultusunda karar verilmesi gerektiğini bildirmiştir.
24. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
26. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu" olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
27. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Cemal Ay, B. No: 2013/8674, 16/10/2014, § 29).
28. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
29. Başvuru konusu olayda, başvurucunun, siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldığını, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açtıklarını belirterek yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmışsa da başvurucunun, Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde 26/10/2006 tarihinde açılan ve E.2006/465 sayılı dava dosyasında yürütülen yargılamanın tarafı olmadığı, bu anlamda başvurucunun hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarına müracaat etmeden ve başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucu Mehmet Horuş’un Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
31. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
'Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.'
32. 6216 sayılı Kanun'un 'Bireysel başvuru hakkı' kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.'
33. 6216 sayılı Kanun'un, 'Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar' kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel, kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.'
34. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Ancak, 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince, sadece ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından bireysel başvuruda bulunulabilecektir.
35. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun'un anılan hükümleri gözetildiğinde, bireysel başvuruda bulunacakların, başvuru konusu yaptığı kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur arasında şahsi ve özel bir bağ bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No:2012/95, 25/12/2012,§ 21 ).
36. Başvuru konusu olayda, başvurucunun, siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldığını, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmışsa da başvurucunun, Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde 26/10/2006 tarihinde açılan ve E.2006/465 sayılı dava dosyasında yürütülen yargılamanın tarafı olmadığı, diğer başvurucuların dava dosyasında davacı olarak yer aldıkları belirlenmiştir.
37. Açıklanan nedenlerle, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucunun, başvuruya konu dava dosyasında taraf veya müdahil sıfatının bulunmadığı, bu açıdan başvuru konusu yargılama faaliyeti nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkının doğrudan etkilenmediği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin 'kişi bakımından yetkisizlik' nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Diğer Başvurucuların Yaşam, Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Haklarının İhlal Edildiği İddiaları
38. Başvurucular, Uşak ili Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü yakınlarında bulunan ve siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden 26/6/2006 tarihi itibarıyla çevreye siyanür yayıldığını, siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıklarını, bu nedenle uğradıkları zararın giderilmesi istemiyle 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açtıklarını belirterek, yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
39. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvuruya konu davada verilen kararın temyiz incelemesinin sonuçlanmadığı, başvurucular tarafından dile getirilen iddialara ilişkin kanun yollarının tüketilip tüketilmediği yönünde bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir.
40. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, AİHM içtihatlarına atıf yaparak devletin pozitif yükümlülüğü doğrultusunda karar verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.
41. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
42. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
43. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu" olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
44. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Cemal Ay, § 29).
45. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği, başvurucuların, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Bayram Gök, § 19).
46. Başvuru konusu olayda, başvurucuların siyanür kullanılarak işletilen altın madeninden çevreye yayılan siyanürün zararlı sonuçlarına maruz kaldıkları iddiasıyla 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrı ayrı açtıkları tazminat davaları birleştirilmiş, Mahkemenin 9/6/2008 tarihli kararıyla asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiş, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarihli ilâmıyla karar bozulmuş, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 15/4/2010 tarihli ilâmıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda 29/1/2014 tarihinde verilen davanın reddi kararı 8/8/2014 tarihinde temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi halen devam etmektedir.
47. Bu durumda derece mahkemelerinde yargılamanın halen devam ettiği, uğranıldığı iddia edilen zarar nedeniyle başvurucular tarafından hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının usulüne uygun olarak tüketilmediği anlaşılmıştır.
48. Açıklanan nedenlerle, yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının usulüne uygun olarak tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun, bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Diğer Başvurucuların Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiaları
49. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
50. Başvurucular, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede tamamlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
51. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
52. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, §§ 41–45).
53. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu maddi ve manevi zararın tazminine yönelik davada, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher Ergun ve Diğerleri, § 49).
54. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 26/10/2006 tarihidir.
55. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 52).
56. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, 26/10/2006 tarihinde Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrı ayrı açılan tazminat davalarında, aralarında hukuki ve fiili bağlantı bulunduğu belirtilerek birleştirme kararı verildiği, Mahkemenin 9/6/2008 tarihli kararıyla asıl ve birleşen davaların reddine karar verildiği, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarihli ilâmıyla kararın bozulduğu, karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 15/4/2010 tarihli ilâmıyla reddedildiği anlaşılmıştır. Mahkemece bozmaya uyularak devam edilen yargılamada Mahkemenin 29/1/2014 tarihli kararıyla asıl ve birleşen davaların reddine karar verildiği, kararın, 8/8/2014 tarihinde temyiz edildiği ve temyiz incelemesinin halen devam ettiği belirlenmiştir.
57. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Güher Ergun ve Diğerleri, §§ 34-64).
58. Başvuruya konu tazminat davasının incelenmesinde; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, söz konusu sekiz yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
59. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
60. Başvurucular, yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme haklarını ihlal ettiğini iddia ettikleri davalı altın madeninin faaliyetlerinin tedbiren durdurulmasını ve ayrı ayrı 20.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
61. 6216 sayılı Kanun'un“Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
62. Başvurucu Mehmet Horuş dışındaki diğer başvurucuların tarafı oldukları uyuşmazlığa ilişkin sekiz yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında, başvurucu Mehmet Horuş dışındaki her bir başvurucuya ayrı ayrı net 5.850,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
63. Başvuruculardan Mehmet Horuş dışındaki diğer başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucu Mehmet Horuş dışındaki başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucu Mehmet Horuş’un;
1. Yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının "başvuru yollarının tüketilmemiş olması",
2. Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “kişi bakımından yetkisizlik” nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu Mehmet Horuş üzerinde bırakılmasına,
C. Başvurucular Halil Kaya, Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi Ada’nın;
1. Yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucular Halil Kaya, Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi Ada’ya ayrı ayrı net 5.850,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular Halil Kaya, Mahmut Kulalı, Tayyip Ada ve Hulusi Ada tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin anılan başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin Yargıtay 17. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
10/6/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.