TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FAZLI KARADAVUT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7346)
|
|
Karar Tarihi: 17/2/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucu
|
:
|
Fazlı
KARADAVUT
|
Vekili
|
:
|
Av. Fatih
ALTINTAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru,
başvurucunun yakınının trafik kazasında yaşamını yitirmesi üzerine yürütülen
ceza soruşturmasında eksik inceleme yapılarak kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ve olayda hizmet kusuru bulanan
bakanlıklar aleyhine idari yargıda açılan tam yargı davasının makul bir sürede
tamamlanmaması, bu davadaki taleplerinin haksız olarak reddedilmesi ve
yargılama sonucunda verilen kararın hakkaniyete uygun olmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Kayseri 3.
Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 20/11/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlığın görüş yazısı, başvurucuya 15/4/2014 tarihinde
tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 15/7/2014
tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi Bilişim Sistemi üzerinden incelenen başvuruya konu dava
dosyasının içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun oğlu olan Fethi Karadavut
(F.K.), 14/6/2005 tarihinde Kayseri-Nevşehir karayolunda geçirdiği tek taraflı
trafik kazası sonucu kaldırıldığı Nevşehir Devlet Hastanesinde yaşamını
yitirmiştir. Kazada F.K. ile aynı araçta bulunan Yakup Maviş (Y.M.) ve İbrahim
Kütük (İ.K.) ise hafif şekilde yaralanmışlardır.
1. Ceza Soruşturması
Süreci
9. F.K.nin Nevşehir Devlet
Hastanesinde yaşamını yitirmesinin akabinde olay, Ürgüp Cumhuriyet
Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bildirilmiş olup Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından olay hakkında derhâl soruşturma başlatılmıştır.
10. Soruşturmada görev alan nöbetçi Cumhuriyet Savcısı, anılan
Hastaneye gelmiş ve refakatinde bulunan Adli Tıp Uzmanı ile birlikte F.K.ye ait
ceset üzerinde ölü muayene ve otopsi işlemi yapmıştır.
11. Aynı tarihte düzenlenen ölü muayene ve otopsi tutanağında F.K.nin kesin ölüm sebebinin boyun kırığına bağlı olarak
omurilik zedelenmesi sonucu gelişen solunum ve dolaşım yetmezliği olduğu
belirtilmiştir.
12. Kolluk görevlileri tarafından 14/6/2005 tarihinde olaya
ilişkin "Trafik Kazası Tespit Tutanağı" düzenlenmiştir. Tutanağa göre
kaza, 14/6/2005 tarihinde saat 13.45'te gerçekleşmiştir. Tutanağın "gün
durumu" hanesinde yer alan kodlamaya ilişkin kutucuğa ise tutanakta 2.
sırada yer verilen gece ibaresi yerine geçmek üzere (2) numarası yazılmıştır.
Söz konusu tutanağın "kazanın özeti" başlıklı bölümü şöyledir:
"14/6/2005 günü saat 13.45 sıralarında Nevşehir-Kayseri (D 300/16
numaralı) devlet karayolunda Kayseri istikametinden Nevşehir istikametine seyir
halinde bulunan sürücü Fethi Karadavut, sevk ve
idaresindeki 38... plakalı araç ile bahse konu yolun 62+150 km.sine gelindiğinde aracın hızını yol ve trafik
durumunun gerektirdiği şartlara uydurmadığından, kendi gidiş istikametine göre
yolun solunda bulunan orta refüje aracını devirmek suretiyle yaralanmalı trafik
kazasına sebebiyet vermiştir.
Bu kazada Fethi Karadavut,
2918 sayılı K.T.K'nın 52/1B
maddesinde yer alan aracın hızını, yol ve trafik durumunun gerektirdiği
şartlara uydurmamak kuralını ihlal ettiğinden tali kusurlu olup 8/8 kusurludur."
13. Kolluk tarafından 14/6/2005 tarihinde Y.M. ve İ.K.nın ifadeleri alınmıştır. Y.M.
ve İ.K., ifadelerinde özetle otomobili arkadaşları ölen F.K.nın kullandığını, F.K.nın
karşı yönden gelen ve yolcu taşımacılığı yapan bir firmaya ait otobüse selam
vermek isterken aracın kontrolünü kaybettiğini ve bu nedenle aracın takla
attığını belirtmişlerdir.
14. İlgili yolcu taşımacılığı yapan firma 17/6/2005 tarihli
yazısıyla, kazanın meydana geldiği tarihte Kayseri-Ürgüp-Avanos-Nevşehir
karayolunda 12.00-16.00 saatleri arasında firmalarına ait otobüslere
rastlanmasının mümkün olmadığını başvurucuya bildirmiştir.
15. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma
sonucunda verilen 24/6/2005 tarihli ve K.2005/278 sayılı kararla söz konusu
kazada başvurucunun oğlu olan F.K. dışında başka kimseye izafe edilebilecek bir
kusur bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
(takipsizlik) verilmiştir.
16. Başvurucu, 29/6/2005 tarihli dilekçeyle özetle söz konusu
otomobili oğlu F.K.nin kullanmadığını, otomobilin
şoför mahallinde hiçbir hasar olmadığını, hasarın ve kan izlerinin otomobilin
sağ tarafında bulunduğunu belirtmiş ve ilgili yolcu taşımacılığı yapan firmadan
aldığı 17/6/2005 tarihli belgeyi de ekleyerek kovuşturmaya yer olmadığına dair
karara itiraz etmiştir.
17. Başvurucunun itirazı, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır
Ceza Mahkemesi) 12/7/2005 tarihli ve 2005/76 sayılı kararıyla, olayda kaza
yapan otomobili F.K. dışında başka birinin kullandığına dair herhangi bir delil
bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
18. Başvurucu, 25/7/2005 tarihinde Kayseri 2. Sulh Hukuk
Mahkemesine müracaat ederek "hasar ve delil tespiti" talebinde
bulunmuştur. Mahkemece bu talep kabul edilmiş ve aynı tarihte Makine Mühendisi
bilirkişisi refakatinde araç üzerinde keşif yapılmıştır. Bilirkişinin Mahkemeye
sunduğu 29/7/2005 tarihli raporun ilgili bölümü şöyledir:
"...araçta bulunan sürücü koltuğundaki emniyet kemerinin, sürücünün sol
tarafından belinin hizasından kesilmiş olduğu, kesilen kemer halatının kilit
mandalından boşaltılarak çıkartıldığı, mandalın boş vaziyette kilit
tertibatında kaldığı, elle yapılan kontrollerde açma mandalına basınca mandalın
kilitten kolayca çıktığı, kilitte herhangi bir takılma ya da sıkışma olmadığı,
emniyet kemerinin kilit açma butonuna basarak kolayca açılması mümkün iken
neden kesildiği hakkında ise kanaatim, aracın kaza sonrasında durduğu pozisyon
dört tekerlek üzerinde olmadığı, sağa doğru yan vaziyette olduğu, sürücünün
sağa doğru kemeri bağlı halde sarkmış olduğu, baygın olduğu için emniyet
kemerinin açma butonuna basamadığı, kurtarma çalışması yapan şahısların ise
butona ulaşamadıklarından kemeri keserek yaralıyı çıkarttıkları şeklindedir.
Ayrıca sürücü tarafındaki emniyet kemerinin kaza anında santrafüj tertibatının boşalıp uzama yaptığı
anlaşılamamıştır. Çünkü kesilen kemer halatı sistemden boşalmış vaziyettedir.
Ancak sağ taraftaki emniyet kemerinin elle kontrolü sırasında santrafüj kilidinin normal çalıştığı ve ileriye doğru ani
harekette kilitleme yaparak kemerin uzamasını engellediği görülmüştür."
19. Başvurucu, 26/7/2005 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına
dair kararın kaldırılması amacıyla Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlık,
başvurucunun bu talebini kanun yararına bozma yönünden incelemiş ve 5/10/2005
tarihinde tüm dosya kapsamına, dayandığı gerekçeye ve Mahkemenin takdirine
nazaran anılan karar aleyhine kanun yararına bozma yoluna gidilmediği
gerekçesiyle talebi reddetmiştir.
20. Başvurucu, 8/11/2005 tarihli dilekçe ile Cumhuriyet
Başsavcılığına müracaat etmiş ve oğluna ilk tıbbi müdahalede bulunan doktorun
ifadesinin alınması talebinde bulunmuştur.
21. Cumhuriyet Başsavcılığının, bu talebi itiraz olarak
değerlendirmesi üzerine soruşturma dosyası, itirazı incelemeye yetkili Ağır
Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
22. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/11/2005 tarihli ve 2005/118 sayılı
kararıyla, başvurucunun talebinin yeni bir delilin araştırılmasına ilişkin
olduğu belirtilmiş, bu sebeple talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına
ve dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilmiştir.
23. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca, olay yerine giden
ve F.K.ye ilk tıbbi müdahalede bulunan doktorun ifadesi alınmıştır. Doktor
ifadesinde özetle kaza yerine gidildiğinde aracın hafif yana yatmış olduğunu,
şoför mahallinde oturan kişinin (F.K.) yan tarafına kaydığını ve emniyet kemerinin bağlı olduğunu,
emniyet kemerini kendilerinin kestiğini belirtmiştir.
24 Cumhuriyet Başsavcılığı 8/12/2005 tarihli ve K.2005/637
sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına yeniden karar vermiştir. Karar
gerekçesinde özetle ölümün trafik kazası sonucunda meydana gelen boyun
kırılmasından kaynaklandığı, olayın oluşumunda ölenden başka bir kimseye kusur
izafe edilemeyeceği belirtilmiştir.
25. Başvurucu; 13/12/2005 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına
yeniden müracaat etmiş ve oğlunun bir kaza sonucu ölmediğini, kasten
öldürüldüğünden şüphelendiğini belirterek soruşturmanın yenilenmesini ve bu
yönde derinleştirilerek sorumluların cezalandırılmasını talep etmiştir.
26. Cumhuriyet Başsavcılığı, bu müracaat üzerine 16/12/2005
tarihli ve K.2005/664 sayılı kararıyla konuya ilişkin başka bir soruşturma
yürütülüp takipsizlik kararı ile sonuçlandırıldığı ve bu kararın da
kesinleştiği gerekçesiyle olay hakkında yeniden kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar vermiştir.
27. Başvurucunun bu kararlara itirazı da Ağır Ceza Mahkemesinin
31/1/2006 tarihli ve 2006/14 sayılı kararında tanık doktorun beyanı ile Kayseri
2. Sulh Hukuk Mahkemesinin tespit dosyası üzerinden alındığı anlaşılan
bilirkişi raporunun birbiri ile uyumlu olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
28. Başvurucu 28/2/2006 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına
dair kararların kaldırılması amacıyla yeniden Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlık
14/3/2006 tarihinde yargı yetkisi ve takdir hakkına ilişkin hususlarda
yapılacak bir işlem bulunmadığı, konuyla ilgili yeni delil ve iddiaların
görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına yapılabileceği gerekçesiyle
başvurucunun bu talebini de reddetmiştir.
29. Başvurucu 23/6/2006 tarihli dilekçeyle, kazadan yaralı
olarak kurtulan kişilerin ifadelerini alması gerektiği hâlde bu kişilerin
ifadesini almadığını ileri sürdüğü Nevşehir Devlet Hastanesinde görevli polis
memuru hakkında yasal işlem yapılması amacıyla İçişleri Bakanlığına
başvurmuştur. Nevşehir Valiliği, gerekli incelemeyi yaptıktan sonra görevli
polis memurunun herhangi bir ihmali bulunmadığı gerekçesiyle dosyayı işlemden
kaldırmıştır.
30. Başvurucu 23/2/2006 tarihli dilekçeyle, bu kez olay hakkında
yeterli araştırma yapmadan trafik kaza tespit tutanağı hazırladıklarını ileri
sürdüğü Ürgüp İlçe Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında yasal işlem
yapılması amacıyla İçişleri Bakanlığına başvurmuştur.
31. Bu müracaat üzerine Jandarma Yüzbaşı A.D., iddiayı araştırmak
üzere muhakkik olarak atanmış ve başvurucu dışında olayda görev alan kolluk
mensuplarının da ifadelerini almıştır. İfadeleri alınan görevlilerin bir
kısmının, olayı hatırlamadıklarını söyledikleri; bir kısmının ise olaya ilişkin
tutanağın içeriğini tekrarladıkları anlaşılmıştır.
32. Ayrıca muhakkik, Avanos İlçe Jandarma Komutanlığında Trafik
Tim Komutanı olarak görev yapan Ö.K.yi
de bilirkişi sıfatıyla dinlemiştir. Ö.K., olay yeri incelemesi tutanağını ve
kaza tespit tutanağını inceleyerek verdiği beyanında özetle kaza tespit
tutanağındaki tarih ve saatin doğru olduğunu ancak kazanın gündüz vakti
gerçekleşmesine rağmen gece olarak (2) rakamı ile işaretlendiğini, kazanın
Kayseri-Aksaray devlet yolunun (300-16) 61+45,40 metresinde meydana geldiğini,
tutanakta ise (300-16) 61+150 metresinde geldiğinin belirtildiğini, söz konusu
tutanaktaki hataların sehven yapıldığını, tutanağın kesin nitelikte bir belge
olmadığını, ilgili adli makamlarca olay yerinde yapılacak inceleme ve alınacak
bilirkişi mütalaaları ile açıklığa kavuşturulamayan ve çelişkili gibi görünen
hususların aydınlatılabileceğini belirtmiştir.
33. Muhakkik, başvurucuyu ve olayda görev alan kolluk
mensuplarını dinleyip ilgili belgeler üzerinde de gerekli incelemeleri
yaptıktan sonra 19/12/2006 tarihli vaka kanaat formunu hazırlamıştır. Anılan
forma göre Başçavuş İ.S., olay yerinde acele önlemleri alıp olayı aydınlatıcı
tedbirler almadığından Başçavuş E.S.Ç. ise tanzim etmiş olduğu tutanakta olay
yerini ve zamanını yanlış gösterdiğinden ve krokide hatalar bulunduğundan
kusurlu bulunmuştur. Bunun üzerine ilgililer hakkında hazırlanan dosya, gereği
yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
34. Başvurucu 23/6/2006 tarihinde Bakanlığa yeniden müracaat
ederek olay hakkında kamu davası açılmasının sağlanması ve Ağır Ceza Mahkemesi
Başkanlığı görevlileri hakkında yasal işlem yapılması talebinde bulunmuştur.
35. Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, söz konusu müracaata
ilişkin 31/10/2006 tarihinde başvurucuya gönderdiği yazısında özetle, ileri
sürülen iddiaların, Cumhuriyet savcısının delillerin toplanması ve
değerlendirilmesi, hâkimin yargı yetkisi ve takdir hakkı kapsamında kaldığını,
adı geçen görevlilerin bu hak ve yetkilerini herhangi bir şekilde taraflı
davranarak kötüye kullandıklarına dair delil elde edilemediği gibi kanuni
yollara müracaat sırasında ileri sürülmesi gereken hususun şikâyete konu
edildiğini ve bu nedenle talebi ile ilgili bir işlem yapılmasına gerek
görülmediğini, ayrıca dilerse bu işleme karşı usul ve kanun hükümleri uyarınca
yazının tebliğ tarihinden itibaren altmış günlük yasal süresi içerisinde idare
mahkemelerine dava açma hakkının bulunduğunu bildirmiştir.
36. Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığı ise adı geçen kolluk
görevlileri hakkında görevi ihmal suçundan yaptığı soruşturma sonucunda
23/1/2007 tarihli ve K.2007/61 sayılı kararıyla, şüphelilerin yüklenen suçu
işlediklerini ve haklarında kamu davası açılmasını haklı gösterir nitelikte ve
yeterlilikte soyut iddia dışında delil ve emare bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına
karar vermiştir.
37. Başvurucunun bu karara itirazı da Ağır Ceza Mahkemesinin
15/3/2007 tarihli ve 2007/133 Değişik İş sayılı kararıyla, şüphelilerin trafik
kaza mahallinde yeterli teknik inceleme ve araştırmayı yapmadıkları
gerekçesiyle idari yönden kusurlu bulunduklarına dair bir muhakkik raporu
bulunduğu anlaşılmışsa da meslekte acemilik, tecrübesizlik ya da mesleki
yetersizliğe dayalı idari kusurlar nedeniyle görevi ihmal suçunun oluşmayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir.
38. Başvurucu, 23/6/2006 tarihli dilekçe ile bu kez olay
hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dairkarar veren
Cumhuriyet savcıları ve bu kararlara itirazlarını inceleyen hâkimler hakkında
kamu davası açılmasını sağlamak amacıyla yeniden Bakanlığa başvurmuştur.
Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 31/10/2006 tarihinde önceki kararlarında
olduğu gibi yargı yetkisi ve takdir hakkına ilişkin hususlarda Bakanlıkça
yapılacak bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle bu talebi de reddetmiştir.
2. İdari Yargıda Açılan Tam Yargı Davası Süreci
39. Başvurucu, 28/12/2006 tarihinde Bakanlık Ceza İşleri Genel
Müdürlüğünün 31/10/2006 tarihli işlemi ve kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararların iptali ile sorumlular hakkında kamu davası açılması ve sonucunda
cezalandırılmaları talebiyle Ankara 14. İdare Mahkemesi nezdinde dava açmıştır.
40. Ankara 14. İdare Mahkemesi, 15/2/2007 tarihli ve K.2007/106
sayılı kararıyla, dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle
"dilekçe ret kararı" vermiş ve bildirilen yanlışlıkların
tekrarlanması hâlinde davanın reddedileceğini başvurucuya bildirmiştir.
41. Başvurucu, 16/4/2007 tarihli dilekçesiyle bildirilen
eksiklikleri tamamlamış ve kaza sırasında ve sonrasında İçişleri Bakanlığı ile
Adalet Bakanlığının sorumluluklarını yerine getirmediklerinin tespiti ile
uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla dilekçesini
yenilemiştir. Başvurucu, bu dilekçesinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydıyla toplam 4.000 TL tazminat talep etmiştir.
42. Ankara 14. İdare Mahkemesi, 17/5/2007 tarihli ve K.2007/364
sayılı kararıyla, davanın yetki yönünden reddine ve dava dosyasının yetkili
Kayseri İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
43. Kayseri 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) ise 17/7/2007 tarihli
ve K.2007/1195 sayılı kararıyla zararın somut olarak hangi işlem veya eyleme
dayandırıldığının açıkça belirtilmediği, tazminat nedenlerinin açıkça
gösterilmediği, tazminat talebinin ne kadarının maddi ne kadarının manevi
tazminata ilişkin olduğunun belirtilmediği gerekçesiyle dilekçe ret kararı
vermiş ve bildirilen yanlışlıkların tekrarlanması hâlinde davanın
reddedileceğini başvurucuya bildirmiştir.
44. Başvurucu 6/9/2007 tarihinde dilekçesini yenilemiş ve
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi ve 10.000 TL
manevi olmak üzere toplam 11.000,00 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
Dilekçenin yenilenmesi üzerine Mahkeme, 19/9/2007 tarihli ve K.2007/1352 sayılı
kararıyla zararı doğuran işlemleri tesis eden idarelerin Ankara ilinde
bulunması sebebiyle Ankara İdare Mahkemesinin yetkili olduğu sonucuna varmış ve
yetkili mahkemenin belirlenmesi amacıyla dosyanın Danıştay Başkanlığına
gönderilmesine karar vermiştir.
45. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 14/12/2007 tarihli ve
K.2007/6165 sayılı kararıyla Kayseri İdare Mahkemesinin yetkili olması nedeniyle
dosyanın bu mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.
46. Mahkeme bu karar üzerine yargılamaya devam etmiş ve
18/3/2008 tarihli ve K.2008/298 sayılı kararıyla, uyuşmazlığın trafik kazası
sonrasında davalı idarelerin hizmet alanlarına giren konularda gerekli inceleme
ve işlemleri yapmamasından kaynaklandığını fakat idarelere tazminat istemiyle
başvurulmadan doğrudan tam yargı davası açıldığı gerekçesiyle dava dilekçesi ve
eklerinin "Adalet ve İçişleri Bakanlıklarına tevdiine" karar vermiştir.
47. Başvurucu, 8/4/2008
tarihinde söz konusu idarelere tazminat talebiyle bulunduğu başvurusunun,
Adalet Bakanlığınca 11/4/2008, İçişleri Bakanlığınca 22/5/2008 tarihinde
reddedilmesi üzerine 2/6/2008 tarihli dilekçeyle Mahkeme nezdinde süresi içinde
yeniden dava açmış ve Bakanlıkların işlemlerinin iptaline karar verilmesi,
Bakanlık görevlileri hakkında kamu davası açılmasının sağlanması ve fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi olmak
üzere toplam 11.000 TL tazminatın davalı idarelerden alınarak tarafına
verilmesi taleplerinde bulunmuştur.
48. Mahkeme, 10/6/2008 tarihli ve K.2008/435 sayılı kararıyla
dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle yeniden "dilekçe ret
kararı" vermiş ve bildirilen yanlışlıkların tekrarlanması hâlinde davanın
reddedileceğini başvurucuya bildirilmiştir.
49. Başvurucunun 14/7/2008 tarihinde dilekçesini yenilemesi
üzerine Mahkeme, yargılamaya devam etmiş ve başvurucunun talebi üzerine
26/3/2009 tarihinde duruşma yapmıştır. Duruşma zaptında, davanın taraflarının
hazır olduğunun ve taraflara usulüne uygun söz verilip dinlendiklerinin
belirtildiği görülmüştür.
50. Mahkeme, yargılama sonucunda 6/4/2009 tarihli ve K.2009/181
sayılı kararıyla özetle başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü zararın idari
işlem ya da eylemden değil, yargılanma faaliyetinden kaynaklandığı gerekçesiyle
davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir.
51. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Dairenin
26/5/2010 tarihli ve K.2010/4716 sayılı kararıyla özetle yargılama görevi
kapsamında yürüttükleri hizmet nedeniyle Adalet Bakanlığının ajanı konumunda
olmayan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının verdiği kararlardan dolayı yürütme
fonksiyonu içinde yer alan Adalet Bakanlığının sorumlu tutulamayacağı ancak
İçişleri Bakanlığı görevlilerinin olay sırasında yürüttükleri faaliyetlerin
adli kolluk görevine ilişkin eylemler olarak nitelendirilerek yargısal faaliyet
kapsamında kabul edilmesinin mümkün olmadığının gözönünde
bulundurulması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
52. Başvurucu, 11/10/2010 tarihinde Mahkemeye, Dairenin bozma
ilamına uyulması ve yargılamanın duruşmalı olarak sürdürülmesi taleplerini
içeren bir dilekçe ibraz etmiştir.
53. Bozma üzerine yeniden yargılama yapan Mahkeme, 7/12/2010
tarihli ve K.2010/961 sayılı kararıyla koşulları oluşmadığı gerekçesiyle
başvurucunun maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar vermiştir. Karar
gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...
Olayda,
davacının, 14/6/2005 tarihinde Nevşehir-Kayseri Devlet karayolunda meydana
gelen ve oğlunun ölümüne neden olan trafik kazası sonrasında, trafik kazasının
ihbar edilmesi üzerine jandarma görevlilerince kaza mahallinde tutulan
14/5/2005 tarihli kaza tespit tutanağının hatalı düzenlendiği, jandarma ve
polisin gerekli araştırma ve incelemeyi yapmayarak görevlerini yerine
getirmemesi nedeniyle söz konusu kazanın oluş sebebinin açıklığa
kavuşturulamadığı, Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından eksik soruşturma
yapıldığı, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince de yeterli araştırma yapılmaksızın
karar verildiği iddialarıyla bu davayı açmış olması nedeniyle tazmin
sorumluluğunun İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı açısından ayrı ayrı
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Tazmin
sorumluluğunun Adalet Bakanlığı yönünden incelenmesinden:
Dosyada mevcut bilgi ve belgelerin tümüyle değerlendirilmesinden,
meydana gelen ölümlü trafik kazasında eksik soruşturma yapılarak Ürgüp
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kamu davası açılmamasına karar verildiği ve
Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince yeterli soruşturma yapılmayarak karara uyulduğu,
daha sonra ikinci kez aynı istemin söz konusu savcılık ve mahkeme tarafından
reddedildiği., hukuki hata nedeniyle ilgili makamlar tarafından yasal hükümler
yerine getirilmeyerek haklarının zayii olduğundan bahisle meydana gelen zararın
tazmin edilmesine karar verilmesi talep edilmiş ise de; mahkememizce, idari
makamlar tarafından tesis edilen idari işlem ve/veya eylemlerin hukuka uygunluk
denetiminin yapıldığı, Ürgüp Cumhuriyet Başsavcılığı ve Aksaray Ağır Ceza
Mahkemesince verilen kararların, mahkememizce denetimi yapılması mümkün olan
idari bir karar olmayıp, yargılama görevi kapsamında verilen kararlar olduğu,
yargılama görevi kapsamında yürüttükleri hizmet nedeniyle Adalet Bakanlığının
ajanı konumunda olmayan hâkim ve savcıların verdiği kararlardan dolayı yürütme
fonksiyonu içerisinde yer alan Adalet Bakanlığının sorumlu tutulmasına hukuki
olanak bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.
Tazmin sorumluluğunun İçişleri Bakanlığı
bakımından değerlendirilmesinden;
Davacı
tarafından, 14/6/2005 tarihinde Nevşehir-Kayseri Devlet karayolunda meydana
gelen ve davacının oğlunun ölümüne neden olan trafik kazası sonrasında, trafik
kazasının ihbar edilmesi üzerine jandarma görevlilerince kaza mahallinde
tutulan 14/6/2005 tarihli kaza tespit tutanağının hatalı düzenlendiği, jandarma
ve polisin gerekli araştırma ve incelemeyi yapmayarak görevlerini yerine
getirmemesi nedeniyle söz konusu kazanın oluş sebebinin açıklığa
kavuşturulamadığından bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın
tazmin edilmesi talebinde bulunulduğu görülmüş ise de; dosyadaki mevcut bilgi
ve belgelerin incelenmesinden, 14/6/2005 tarihinde Nevşehir-Kayseri Devlet karayolunda
meydana gelen ve oğlunun ölümüne neden olan trafik kazasısonrasında,
trafik kazasının ihbar edilmesi üzerine jandarma görevlilerince kaza mahallinde
düzenlenen 14/6/2005 tarihli kaza tutanağının usulüne uygun olarak
düzenlendiği, jandarma ve polisin gerekli araştırma ve incelemeyi yaptığı ve
yapılan inceleme ve araştırma sonucunda kazanın oluş sebebinin açıklığa
kavuşturulduğu, olay kapsamında davalı idare görevlilerince yürütülen hizmetin
düzenlenişinde ve işleyişinde nesnel nitelikli bir bozukluk, aksaklık veya
eksiklik bulunmadığı anlaşıldığından, davalı İçişleri Bakanlığına atfı
kabil herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır."
54. Başvurucu 25/1/2011 tarihinde bu kararı temyiz etmiş,
3/3/2011 tarihinde isetemyiz incelemesinin duruşmalı
olarak yapılmasını talebini içerir dilekçeyi temyiz incelemesi yapacak Danıştay
Onuncu Dairesine gönderilmek üzere Mahkemeye sunmuştur.
55. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Dairenin
27/6/2012 tarihli ve K.2012/3133 sayılı kararıyla onanmıştır.
56. Başvurucu ve başvurucunun diğer oğlu olan Faruk Karadavut bu karara karşı karar düzeltme talebinde
bulunmuşlardır. Başvurucu, bu talebinin de duruşmalı olarak incelenmesini,
Faruk Karadavut ise babası başvurucunun yanında
davaya müdahale talebinde bulunarak öncelikle bu talebi, akabinde ise karar
düzeltme talebi hakkında bir karar verilmesini istemiştir.
57. Başvurucunun karar düzeltme talebi ile Faruk Karadavut'un davaya müdahale talebi, aynı Daire tarafından 7/5/2013 tarihli ve K.2013/4229 sayılı
kararla reddedilmiştir.
58. Nihai karar 26/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş
olup başvurucu 24/9/2013 tarihinde otuz günlük yasal süresi içinde Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
59. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun "Kapsam ve nitelik"
kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Danıştay, bölge idare
mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü
uygulanır ve inceleme evrak üzerinden yapılır."
60. 2577 sayılı Kanun'un “Doğrudan
doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
61. 2577saylı Kanun'un "İlk
inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı 15. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(2) Dilekçelerin görevli mercie tevdii
halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma
tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir."
62. 2577 sayılı Kanun'un 18/6/2012 tarihli ve 6352 sayılı
Kanun'un 55. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki"Duruşma" kenar başlıklı 17.
maddesi şöyledir:
"1. Danıştay ile idare ve vergi
mahkemelerinde açılan iptal ve bir milyar lirayı aşan tam yargı davaları ile
tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve
cezaları toplamı bir milyar lirayı aşan vergi davalarında, taraflardan birinin
isteği üzerine duruşma yapılır.
2.
Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya
ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.
3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve
savunmalarda yapılabilir.
4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın
Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.
5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az
otuz gün önce taraflara gönderilir."
63. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
“Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma
evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil
elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya
yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış
veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve
mercii gösterilir."
64. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet
savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014
tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 71. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki
ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına
dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu
kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza
mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.
…
(6)
İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı
nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar
vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine bağlıdır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
65. Mahkemenin 17/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
66. Başvurucu; oğlunun trafik kazasında yaşamını yitirmesi
üzerine başlatılan soruşturmada delillerin eksik toplandığını, kaza yapan aracı
kullanan kişinin oğlu olmadığı iddiasının yeterince araştırılmadığını, araçtaki
kişilerin hangi koltuklarda oturduklarına dair tespitin tüm ısrarlarına rağmen
yapılmadığını, hasarın ve kan izlerinin otomobilin sağ tarafında bulunmasına
rağmen (eğer aracı kullanan kişi oğlu ise) sol taraftaki oğlunun nasıl
öldüğünün açıklanamadığını, idari yargıda açtığı tam yargı davasında ise
duruşma taleplerinin reddedildiğini, talebinin kabul edildiği duruşmalarda ise
dilekçesinin duruşma tutanağına geçirilmediğini, ölenin kardeşi olan diğer
oğlunun davaya müdahil olma talebinin dikkate alınmayarak reddedildiğini, olay
yerinde keşif yapılması gibi yollarla delillerin tespiti yoluna gidilmediğini,
Derece Mahkemeleri kararlarındaki gerekçelerin kabul edilemez olduğunu ve
yargılamanın makul süre sınırını aştığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
67. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 60).
68. Başvurucunun oğlunun ölümü ile sonuçlanan olayda yetkili
mercilerin etkili soruşturma yapmadıklarına ilişkin iddiaları, Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile ilişkili görülerek inceleme bu
madde kapsamında yapılmıştır. Başvurucunun, oğlunun yaşamını yitirdiği kaza
sırasında ve sonrasında İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının
sorumluluklarını yerine getirmediklerinin tespiti ile bu nedenle uğradığı maddi
ve manevi zararlarının tazmini amacıyla idari yargıda açtığı tam yargı
davasında, diğer oğlunun davaya müdahale talebi de dâhil tüm taleplerinin
haksız biçimde reddedildiği, delillerin kabulünde ve değerlendirilmesinde
yanılgıya düşülmesi suretiyle yargılama sonucunuda
verilen kararın hakkaniyete uygun olmadığı ve söz konusu davanın makul bir
sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları ise Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Yaşam Hakkı Kapsamında İleri Sürülen İddialar
69. Başvurucu, oğlunun yaşamını yitirdiği olaya ilişkin ceza
soruşturmasının, delillerin toplanması için makul olan tüm tedbirlerin
alınmaması nedeniyle etkili yürütülmediğiniileri
sürmüştür.
70. Bakanlığın bu iddiaya ilişkin görüşünde, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) içtihatları dayanak yapılarak doğal olmayan ölüm olayı
sonucunda devlet tarafından yapılacak soruşturmanın, bağımsız organlarca
yürütülerek derhâl başlatılması, delillerin toplanması bakımından etkili
olması, makul sürat ve özenle yürütülmesi, kamuya açık vesonucunun
caydırıcı olması gerektiği belirtilmiştir.
71. Bakanlık görüşünde bu kapsamda somut olayda yapılan işlemler
sırasıyla tek tek belirtilmiş ve bağımsız yargı organları tarafından olay
hakkında derhâl soruşturma başlatıldığı, soruşturmanın başvurucunun katılımına
açık olarak yürütüldüğü ve kısa sürede tamamlandığı, ayrıca başvurucunun bu
soruşturma sonrasında uğradığını ileri sürdüğü zararları talep etme hakkını
kullandığı ve Mahkemece talepleri yerinde görülmeyerek davanın reddedildiği
belirtilmiştir.
72. Başvurucu, Bakanlığın bu görüşüne karşı sunduğu
cevaplarında, başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarından farklı bir beyanda
bulunmamıştır.
73. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen
nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir.
74. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir
tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde
uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 18).
75. Başvuru konusu olayda başvuruya konu nihai kararlar, Aksaray
Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya
yer olmadığına dair kararlara itiraz edilmesi üzerine 12/7/2005 ve 31/1/2006
tarihlerinde verilmiş olup başvuru yolları aynı tarihlerde tüketilmiştir. Bu
durumda başvurunun bu kısmı, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
dışında kalmaktadır.
76. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkı
Kapsamında İleri Sürülen İddialar
i. Yargılamanın Sonucunun Hakkaniyete Uygun
Olmadığına İlişkin İddia
77. Başvurucu, oğlunun yaşamını yitirdiği kaza sırasında ve
sonrasında İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının sorumluluklarını yerine
getirmediklerinin tespiti ile bu nedenle uğradığı maddi ve manevi zararlarının
tazmini amacıyla idari yargıda açtığı tam yargı davasında Mahkemece eksik
tahkikat yapıldığını, delillerin değerlendirilmesi, dava konusu yapılmış maddi
olay ve olguların kanıtlanması ve hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya
düşülmesi suretiyle davanın reddine karar verildiğini ileri sürmüştür.
78. Bakanlığın bu iddiaya ilişkin görüşünde başvurucunun, idari
yargıdaki tam yargı davasında taleplerinin dikkate alınmayarak reddedildiğine
ve Mahkeme kararlarındaki gerekçelerin kabul edilemez olduğuna yönelik
şikâyetlerinin “delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının uygulanması ve
derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdigi çözümünün
adil olmaması”na iliskin
olduğu belirtilerek söz konusu şikâyetlere benzer nitelikteki başka
başvuruların daha önce de Bakanlığa bildirilmiş olduğunu ve bunlara ilişkin
görüş sunulduğu, Anayasa Mahkemesi tarafından bu başvuruların karara bağlandığı
ve bu tür şikâyetlerin incelenmesinde gözönüne
alınacak kriterlerin belirlendiği, bu nedenle somut başvuru açısından da bu
kriterlerden ayrılarak farklı bir neticeye ulaşmayı gerektirecek herhangi bir
neden bulunmadığının değerlendirildiği, bu nedenle şikâyetlere iliskin görüş sunulmasına gerek görülmediği ifade
edilmiştir.
79. Başvurucu, Bakanlığın bu görüşüne karşı sunduğu cevaplarında
da başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarından farklı bir beyanda
bulunmamıştır.
80. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
81. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi
kararları açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
82. Başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların özü, Derece
Mahkemelerinin, deliller ile dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanmasına
ilişkin değerlendirmesinde isabetsizlik bulunduğuna ve esas itibarıyla da
yargılamayla vardığı sonucun adil olmadığına ilişkindir. Başka bir ifadeyle
başvurucu, Derece Mahkemelerince idarenin hizmet kusurunun bulunup
bulunmadığına ilişkin yapılan değerlendirmede yanılgıya düşülmesi suretiyle
adil bir sonuca ulaşılmadığını iddia etmiştir.
83. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi
delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan
delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemeleri
tarafından dinlenmediğine veya gerekçelerin hangi nedenle kabul edilemez
olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Derece Mahkemelerince
verilen kararlarda bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir (bkz. § 53).
84. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen bu
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Aleni Yargılama
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
85. Başvurucu, başvuruya konu davada İlk Derece Mahkemesinde
yürütülen yargılamanın bir kısmı iletemyiz
incelemesinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini ve İlk Derece Mahkemesince
duruşmalı olarak yürütülen yargılamada, taleplerinin duruşma zaptına
geçirilmediğini ileri sürmüştür.
86. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
87. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın
işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence
altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu
yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birini
oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması
silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664,
17/9/2013, § 32).
88. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında "aleni yargılama" hakkının tanınması,
zorunlu olarak "sözlü yargılama"
hakkını da içerir. Bununla birlikte Sözleşme'nin bu maddesinde yer alan söz
konusu yükümlülük, mutlak değildir (Jussuia/Finlandiya [BD], B. No: 730053/01, 23/11/2006, § 41; Hakansson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, §
66).
89. Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu
haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli
kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin,
açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi
ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun
yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince
çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğugibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma
yapılmasını gerektirmeyebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Eksert Turizm Taşımacılık
Gıda San. ve Tic. Şti ve diğer 7 başvuru/Türkiye [k.k.], B. No: 40988/06,
2/7/2013).
90. AİHM, özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık
olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı oldukça teknik
davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere
dayanarak adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma
yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Jussuia/Finlandiya, § 41).
91. Anayasa Mahkemesine göre de “duruşmalı yargılama hakkı”, her türlü yargılamanın mutlaka
duruşmalı yapılması gerektiği anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine
uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı
yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara
bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece
mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun
yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan
sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz
edilemez (Nevruz Bozkurt, § 32).
92. Ancak yargılamaya taraf olan kişilerin hakkaniyetli
yargılama temelinde beyanlarını sözlü vermesinin gerektirdiği durumlarda sözlü
yargılama yapılmaması, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını
engelleyebilir (Göç/Türkiye, B.
No: 36590/97, 11/7/2002, § 51). Dolayısıyla sadece dosyaya dayanılarak tatmin
edici bir çözümün sağlanamayacağı olaylarda sözlü yargılamanın yapılması
gerekir. Sözlü yargılamaya karar vermede davaya konu meselelerin çokluğu değil,
niteliği önem kazanacaktır (Durmaz Oto.
Petrol Ürünleri İnş. San. ve Tic. Ltd. (3), B. No: 2014/929, 10/6/2015,§ 26).
93. Somut olayda Dairenin bozma kararı vermesinden önceki
aşamada İlk Derece Mahkemesi önünde duruşmanın yapıldığı ve iddiasının aksine
bu duruşmada başvurucunun taleplerini dile getirebildiği anlaşılmıştır.
94. İlk derece Mahkemesinin, Dairenin bozma ilamından önceki
dava dosyasını incelemesi aşamasında duruşma yapılması ve başvurucunun da bu
duruşma sırasında taleplerini dile getirebilmiş olması, bunların yanında
başvurucunun, Dairenin bozma kararından sonra İlk Derece Mahkemesinde yapılan
yargılama ve sonrasında yapılan temyiz incelemesi aşamasında yeniden duruşma
yapılması hâlinde daha önceki duruşmada sunduğu belge ve delillerin dışında
yargılamanın sonucunu etkileyebilecek nitelikte, esasa yönelik hangi beyan ve
delilleri sunacağına ilişkin açıklamada bulunmaması ve en nihayetinde bu
nitelikteki beyan veya delili bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda
verilen karar sonrasında temyiz aşamasında sunabilme fırsatına da sahip olduğu
ve yargılamanın bütünügözönüne alındığında
başvurucunun bu iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığının açık olduğu
sonucuna varılmıştır.
95. Açıklanan nedenlerle duruşmalı yargılama hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının "açıkça dayanaktan yoksun olması"
sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Müdahale Talebinin Haksız Biçimde
Reddedilmesi Suretiyle Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
96. Başvurucu, ölenin kardeşi olan diğer oğlunun davaya müdahale
talebinin haksız biçimde reddedildiğini de ileri sürmüştür.
97. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir.”
98. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence
altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir.”
99. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı
doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
100. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik şartlarından biri
de başvurucunun bireysel başvuru yapabilme ehliyetinin olmasıdır. Bireysel
başvuru ehliyeti olmayanların yaptığı başvurular, Anayasa Mahkemesinin kişi
yönünden yetkisizliği nedeniyle kabul edilemez bulunacaktır.
101. Somut olayda başvuruya konu davaya müdahale talebinde
bulunan Faruk Karadavut tarafından başvuru
yapılmaması nedeniyle başvuruda bireysel başvuru ehliyeti bulunmadığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin kişi yönünden
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
iv. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığına
İlişkin İddia
102. Başvurucunun somut başvuruya konu yargılamanın makul bir
sürüde tamamlanmadığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi
diğer kabul edilemezlik nedenlerinden biri de bulunmadığından başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
103. Başvurucu, başvuruya konu Bakanlıklar aleyhine açtığı
tazminat davasına ilişkin yargılamanın, makul sürede tamamlanmaması nedeniyle
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
104. Bakanlığın görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararlarına atfen
başvurucunun iddiası açısından farklı bir neticeye ulaşılmasını gerektirecek
bir neden bulunmadığı belirtilmiştir.
105. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın
36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve
AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde
yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut
başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda
belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup
ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının
yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
106. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve Diğerleri, §§ 41-45).
107. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekmektedir. Başvuruya konu davanın, başvurucunun yakınının ölümü
ile sonuçlanan olaya ilişkin idarenin hizmet kusuruna dayalı zararın tazminini
konu alan bir uyuşmazlık olduğuna ve bu sorunun çözümüne yönelik 2577 sayılı
Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin,
medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama faaliyeti olduğuna kuşku
yoktur.
108. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber bazı özel durumlarda girişimin
niteliği gözönünde bulundurularak uyuşmazlığın ortaya
çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/1/2013, § 45). Somut başvuru açısından makul süre değerlendirmesinde nazara
alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucu tarafından maddi ve manevi
zararlarının karşılanması amacıyla idarelere başvurulan 8/4/2008'dir (bkz. §§
47, 61).
109. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 52). Somut başvuru açısından bu
tarih, Danıştay Onuncu Dairesinin K.2013/4229 sayılı karar düzeltme talebinin
reddine ilişkin kararının tarihi olan 7/5/2013'tür.
110. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
başvurucunun, 28/12/2006 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen
kovuşturmaya yer olmadığına kararlarının kaldırılması ve sorumlulular
hakkında kamu davası açılması talepleriyle Ankara 14. İdare Mahkemesi nezdinde
dava ikame ettiği, Mahkemece dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı
gerekçesiyle reddedilmesi üzerine de 16/4/2007 tarihinde bu kez idarenin hizmet
kusuru nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararlarının karşılanması amacıyla
Mahkemeye başvurduğu, akabinde Ankara 14. İdare Mahkemesi tarafından yer
bakımından yetkisizlik kararı verilerek dava dosyasının Kayseri 1. İdare
Mahkemesine gönderildiği ancak bu Mahkemece de gerek dilekçedeki bazı eksiklik
ve yanlışlıklar gerekse söz konusu idarelere tazminat talebi ile başvuruda
bulunmaksızın doğrudan tam yargı davası açıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin
reddine ve ilgili mercie tevdiine kararları verildiği, başvurucunun 8/4/2008
tarihinde tazminat taleplerini ilgili idarelere iletmesi ancak bu taleplerinin
söz konusu idarelerce reddedilmesi üzerine de 2/6/2008 tarihinde yeniden aynı
konuda dava ikame ettiği fakat yine dava dilekçesinin usulüne uygun olmaması
nedeniyle Mahkemece yeniden dilekçe ret kararı verildiği, başvurucunun en son
14/7/2008 tarihinde dava dilekçesini yenilemesi üzerine de Mahkemece
yargılamaya devam edildiği anlaşılmıştır.
111. Bu aşamadan sonra Mahkemece 6/4/2009 tarihinde davanın
karara bağlandığı, başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin
26/5/2010 tarihinde söz konusu kararı bozduğu, Mahkemece bozma sonrasında
yapılan yargılama sonucunda verilen kararın ise Dairenin temyiz ve karar
düzeltme incelemeleri ile birlikte 7/5/2013 tarihinde kesinleştiği ve somut
başvuruya konu davaya ilişkin yargılama süresinin toplam 5 yıl 29 gün olduğu
anlaşılmaktadır.
112. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan
uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı
yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer
verilmiş olup (Akmansoy/Türkiye,
B. No: 14787/07,28/5/2013; Tekin/Türkiye,
B. No: 26252/06, 28/5/2013; Alhan/Türkiye, B. No: 8163/07, 2/4/2013; Mehmet Salih Uçar/Türkiye, B. No: 5485/07,
2/4/2013; Kayak/Türkiye, B. No:
60444/08, 10/7/2012; Nurcan Kara ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 16785/08, 22/1/2013) özellikle idari yargı
alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme
incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel
oluşturduğu anlaşılmaktadır (Yücel
Doğan/Türkiye, B. No: 24647/04,6/10/2009; Hasefe/Türkiye, B. No: 25580/03,8/1/2009; Büker/Türkiye, B. No:
29921/96,24/10/2000).
113. Bu kapsamda idari makamlar nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvru
konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından -özellikle 2577 sayılı Kanun'da
yer alan usul hükümleri de gözönünde bulundurularak-
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (Selahattin Akyıl, §§ 54-60) başvuruya konu
davada yer alan kişi sayısı, idarelere başvuru tarihi olan 8/4/2008 tarihinden
sonra başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisinin
bulunduğunun tespit edilemediği ve talep konusu gözönüne
alındığında başvuruya konu yargılamanın karmaşık bir nitelik arz etmediği,
davaya bütün olarak bakıldığında 2577 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine
tabi iki dereceli bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı
bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 5 yıl 29
günlük yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
114. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anaya'nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
115. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
116. Başvurucu, 250.000 TL manevi ve 200.000 TL maddi olmak
üzere toplamda 450.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Mevcut başvuruda
Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber tespit
edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı
anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
117. Başvurucunun taraf olduğu davanın yaklaşık beş yıllık
yargılama süresi nazara alındığında başvurucuya yargılama faaliyetinin uzunluğu
sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında takdiren net 4.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
118. Kararın bir örneğinin bilgilendirme amacıyla Kayseri 1.
İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
119. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,50 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkı kapsamındaki etkili soruşturma yükümlülüğünün
ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki delillerin
değerlendirilmesi ve kabulüne ilişkin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki aleni yargılama hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Adil yargılanma hakkı kahsamındaki
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya
net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin
REDDİNE,
D. 198,50 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Kayseri 1. İdare Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
17/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.