İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Engin YILDIRIM
Üyeler : Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör : Akif YILDIRIM
Başvurucular
: 1.
Abdulvahap AYDEMİR
2. Yusuf CANDEMİR
Vekili : Av. Gurbet UÇAR
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvuru;
tutuklama ve tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer
verilmesi, kanuni gözaltı süresinin aşılması, gözaltına alınırken yasal
haklarının hatırlatılmaması nedenleriyle özgürlük ve güvenlik hakkının;
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, yargılamanın sonucunun adil
olmaması, dosyaya erişim kısıtlandığından savunma hakkının kullanılamaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının; protesto
eyleminden ötürü terör örgütü üyeliğinden mahkûm olunması ve örgüt propagandası
yapma suçundan açılan davada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi
nedenleriyle ifade özgürlüğünün; etnik kökenden dolayı ayrımcılığa maruz
kalınması nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru
23/8/2013 tarihinde İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvurucular,
bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını
belirterek adli yardım isteminde bulunmuşlardır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
İkinci
Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4.
Başvuru
formu, ekleri, Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüş yazısı ve Ulusal Yargı Ağı
Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar
özetle şöyledir:
5.
Diyarbakır
ilinde görülen ve kamuoyunda “KCK davaları” olarak bilinen yargılamalarda ana dilde
savunma yapma imkânı verilmemesini protesto etmek amacıyla bir grup şahıs 2/11/2010
tarihinde İzmir ili Menemen ilçesinde akşam saat 19.00 sıralarında bir eylem
gerçekleştirmişlerdir. Anılan olayla ilgili olarak İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.
6.
Meydana
gelen bu olaya ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 22.00 sıralarında sekiz
polis memurunun imzasını taşıyan olay tutanağı düzenlenmiş; anılan olay
tutanağında eyleme katılan şahısların tespit edilemediği, gecenin karanlığından
faydalanarak güvenlik görevlilerinden kaçmayı başardıkları belirtilmiştir.
7.
Anılan
olaya ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 23.45’te tespit tutanağı
düzenlenmiştir. Tespit tutanağında, eyleme katılan şahısların 25-30 kişi olduğu
ve başvurucuların da bu şahıslar arasında bulunduğu belirtilmiş; olay esnasında
PKK terör örgütü lehine yapılan propaganda ve atılan sloganlardan bahsedilmiştir.
8.
Aynı
olayla ilgili olarak saat 01.10’da düzenlenen başka bir tespit tutanağında ise
molotof kokteylli ve havai fişekli saldırıda bulunan grup içinde Menemen ilçesi
Asarlık bölgesinde ikamet eden ve bu bölgede daha önce yapılan basın açıklaması
ve protesto gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı polis tarafından
bizzat tanınan şüpheliler Yusuf Candemir, Abdulvahap Aydemir, S.E., Y.Y. ve E.E.
isimli şahısların görüldüğü ifade edilmiştir.
9.
Bu
arada İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/11/2010 tarihli ve 2010/642 Değişik
İş sayılı kararı ile başvurucuların ikamet adreslerinde arama yapılmasına ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu’nun 10. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine istinaden soruşturma
dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Anılan karara yapılan
itiraz reddedilmiştir.
10. 24/11/2010
tarihinde yakalanan başvuruculara, avukatla görüşme hakları olduğu hatırlatılmış,
başvuruculardan Abdulvahap Aydemir aynı gün avukatla görüştürülmüştür. Diğer
başvurucu ise ismini verdiği üç avukattan biriyle görüşmeyi kabul edeceğini
bildirmiştir. Bildirilen avukatlardan birine ulaşılamaması, diğerlerinin de müsait
olmaması nedenleriyle başvurucunun avukatıyla görüşmesi ancak ertesi gün
sağlanabilmiştir.
11. 25/11/2010
tarihinde Emniyet Müdürlüğünde ve 26/11/2010 tarihinde İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığında müdafileri huzurunda savunmaları alınan başvurucular tutuklama
istemiyle 26/11/2010 tarihinde Mahkemeye sevk edilmişlerdir. Kollukta ifadeleri
alınırken başvuruculara atılı suçlamaların kapsamıyla ilgili ayrıntılı sorular
sorulmuştur.
12. İzmir 10. Ağır
Ceza Mahkemesi, aynı tarihte 2010/37 Sorgu sayılı kararıyla “PKK terör örgütüne
üye olma” suçundan başvurucuların tutuklanmalarına karar vermiştir.
13. İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığının 24/2/2011 tarihli ve E.2011/34 sayılı ve 14/11/2011 tarihli ve
E.2011/228 sayılı iddianameleriyle “silahlı terör örgütüne üye olma, patlayıcı
madde bulundurma, görevi yaptırmamak için direnme, kasten genel güvenliği
tehlikeye sokma” suçlarından başvurucular hakkında aynı yer 8. Ağır Ceza
Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucu Abdulvahap Aydemir hakkında
ayrıca “örgüt propagandası yapma” suçundan da kamu davası açılmıştır. Anılan
iddianameler Mahkemece kabul edilmiş ve tensiple birlikte başvurucuların
tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.
14. 2/7/2012 tarihli
ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve
Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun ile kamuoyunda
“özel yetkili” olarak bilinen mahkemeler kapatılmıştır. Aynı Kanun’un geçici
2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, bu mahkemelerde açılmış olan davaların
kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar aynı mahkemelerce bakılmaya devam
olunacağı, bu davalarda yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemeyeceği
hükme bağlanmıştır.
15. Yargılamada
başvuruculardan
Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanması
gerektiği, anılan başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 250. maddesi ile kurulmuş mahkemede
yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür. Başvurucu Yusuf Aydemir’in nüfus
kaydındaki doğum tarihi, davanın açıldığı tarihte 5/5/1991 iken İzmir 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin E.2010/58 sayılı dosyasında verilen kararla 5/5/1992 olarak
düzeltilmiştir. Mahkeme, anılan başvurucunun suçun işlendiği 2/11/2010
tarihinde on sekiz yaşını doldurduğunu belirterek görevsizlik kararı verilmesi
talebini reddetmiştir.
16. İzmir 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli ve E.2011/61, K.2012/256 sayılı kararı ile başvuruculardan
Abdulvahap Aydemir hakkındaki “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan
açılan davayla ilgili hüküm kurulmamış; başvurucular hakkındaki “kasten genel
güvenliği tehlikeye sokma” suçu “etkin direnme” suçu kapsamında görülerek bu
suçtan ayrıca ceza verilmemiş, diğer suçlardan ise başvurucuların mahkûmiyetlerine
karar verilmiştir.
17. Gerekçeli kararın
ilgili kısmı şöyledir:
“…
02.11.2010 günü saat: 18.00 ile
19.00 sularında Menemen ilçesi Asarlık beldesi Gölcük Mahallesi 406 Sokak yan
kısmında bulunan ve belediye tarafından yeni açılmış olan park içerisinde,
çoğunluğu çocuk ve gençlerin oluşturduğu yaklaşık 30 kişilik gurup
toplanmıştır. Bölücü terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı övücü tarzda “biji
serok Apo, selam selam İmralı’ya bin selam, PKK halktır halk burada, v.b”
şekilde slogan atmışlardır. Bu gurup, daha önceden hazırladıkları molotof
kokteyli ve havai fişekler ellerinde bulunduğu halde Vali Kutlu Aktaş caddesine
çıkarak bu caddeyi takiben Menemen belediyesi Asarlık Şube Müdürlüğü binasına
gelmek üzere hareket edip, bu caddede beklemekte olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne
ait (TOMA) toplumsal olaylara müdahale etme aracına havai fişek ve molotof
kokteyllerini ateşlemek suretiyle saldırmışlardır. Çevik Kuvvet Şube
Müdürlüğünde görevli polis memurlarının müdahalesi üzerine gurup tarafından çöp
konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurulduktan sonra barikatın
arkasında (TOMA) aracına ve görevli polis memurlarına molotoflu, taşlı
saldırılara devam etmişlerdir. Çevik Kuvvet personelinin devam eden müdahalesi
sonucu saldırganlar ara sokaklara dağılarak izlerini kaybettirmişlerdir. Olay
yerinde siyah bir poşet içerisinde yoğun şekilde yapıştırıcı ve benzin kokusu
olan silindir teneke bidon ele geçirilmiştir. (KL:1 Dz.67’ deki olay
tutanağı)
Yukarıdaki anlatılan olay
gerçekleştikten sonra saat 23:45’ de …30 ve …..11 sicil nolu polis memurları
tarafından olay özetlendikten sonra, PKK terör örgütü güdümünde Menemen
ilçesinde gerçekleştirilen basın açıklamaları ve protesto gösterilerinden
dolayı daha önceden tanıdıkları B. D., O. Y., A. K., Yusuf Candemir, E. E., S.
E., Ü. A., V. K., Abdulvahap Aydemir ve Y. Y.’nin görevli polis memurlarına ve
(TOMA) aracına molotoflu ve havai fişekli saldırıyı gerçekleştiren gurup
içerisinde yer aldıkları yönünde tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür.
(KL:1 Dz:69’ da tespit tutanağı)
Aynı gün saat: 01:10’da yine
yukarıda anlatılan olay sonrası …40 ve …18 sicil nolu polis memurları
tarafından olay özetlendikten sonra (TOMA) aracı içerisinde görebildikleri
kadarıyla molotof kokteyli ve havai fişekli saldırıda bulunan gurup içerisinde
Asarlık bölgesinde ikamet eden ve bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve
proteste gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı bizzat tanıdıkları Yusuf
Candemir, Abdulvahap Aydemir, S.E., Y. Y. ve E. E.’nin isimli şahısların
görüldüğü yönünde ikinci tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür. (KL:1
Dz.78)
Her iki tutanakta da
sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir, Yusuf Candemir ve Y. Y.’nin
isimlerinin yer aldığı görülmektedir.
01.11.2011 günkü sanıklar E.
E., S. E., Abdulvahap Aydemir, Yusuf Candemir’in hazır bulundukları oturum
sırasında tanık sıfatıyla dinlenilen, …40 sicil nolu polis memuru, olaya
ilişkin tuttukları tutanak içeriğinin doğru olduğunu, eylemlerin huzurdaki
sanıklar tarafından gerçekleştirildiğini, sanık S. E.’nin elinde havai fişek,
diğerlerinin elinde ise molotof kokteyli olduğunu, …18 sicil nolu polis memuru,
tutanak içeriğinin doğru olduğunu, huzurdaki sanıklardan bir kısmını
tanıdığını, bu sanıkların öncesinde de benzer olaylara katılmaları ve olay
sırasında ışıklandırmanın yeterli olması sebebiyle teşhis edebildiğini, …30
sicil nolu polis memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu, sanıkların
ellerinde molotof kokteyli ve havai fişekler bulunduğun, olaydan uzun zaman
geçtiği için huzurdaki sanıkların ne yaptıklarını tam olarak hatırlamadığını
ifade etmişlerdir.
…
Sanıklar E. E., S. E., Y.
Y. ve Yusuf Candemir’in 02.11.2010 günü İzmir ili Menemen ilçesi Asarlık
beldesinde terör örgütünün propagandasına dönüşen yaklaşık 25-30 kişilik gurup
tarafından gerçekleştirilen eyleme katıldıkları, buradan ellerinde molotof
kokteyli ve havai fişek olduğu halde Vali Kutlu Aktaş Caddesinde Menemen Belediyesi
Asarlı Beldesi Asarlık Şube Müdürlüğü yönüne doğru hareket ettikleri, orada
bulunmakta olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait (TOMA) araca saldırdıkları,
çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurdukları ve buradan olaya
müdahale etmek isteyen polis memurlarına, molotof kokteyli ve taşlarla
saldırmak suretiyle engel oldukları, sanıkların bu şekilde üzerlerine atılı
görevli memura etkin direnme ve patlayıcı madde bulundurma ya da nakletme
eylemini gerçekleştirdikleri,
Patlayıcı madde bulundurma
ya da nakletme eyleminin TCK’nun 174 ve 3713 S.Y. nın 5/2 maddesine temas
ettiği,
Sanıkların, polis
memurlarının görev yapmasına engel olmak amacıyla taş, molotof kokteyli, havai
fişek attıkları (cebir kullanarak), sübut bulan bu eylemin TCK’nun 265/1,3,4 ve
3713 S.Y. nın 5/1. maddesine temas ettiği,
Anlaşılmakla bu maddelere
göre ceza tayini gerektiği sonucuna varılmıştır.
Sanıklar E. E., S. E.,
Abdulvahap Aydemir ve Yusuf Candemir’in suç tarihinden önce başkaca
katıldıkları eylemlere ilişkin haklarında düzenlenen iddianamelerden
anlaşılacağı üzere bu tür eylemlere katılımları yönünde gösterdikleri
devamlılık, gerçekleştirilen eylemlerin örgütsel-ideolojik eğitim ve motivasyon
(dezenformasyon) olmaksızın işlenme ihtimalinin zayıf olması ve 2007 yılından
itibaren terör örgütü PKK’nın KCK/TM olarak strateji değiştirip, terör örgütü
üyesi olmanın sadece yurt dışı kamplarına katılıp burada ideolojik ve silah
eğitimi almak, sonrasında kod adı alıp özgeçmiş vermekle değil, şehir, mahalle,
üniversite gibi legal alanlarda örgütlenip, özellikle gençleri örgüte
kazandırıp şiddete dayalı sokak eylemlerinde kullanarak toplumu terörize edip
ülkeyi iç savaş ortamına sürükleyerek devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmanın
hedeflendiği nazara alındığında sanıkların gerçekleştirdikleri eylemin terör
örgütünün bu stratejik amacı ve çerçevesinde olduğu sonucuna varıldığından
sanıkların terör örgütü KCK/TM nin gençlik yapılanması içerisinde (DYG-M)
faaliyet yürüttükleri ve bu terör örgütüne üye oldukları sonucuna varılmış olup,
eylemlerine temas eden TCK nun 314/2 ve 3713 S.Y. nın 5. maddesi uyarınca
ayrıca cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir…”
18. Anılan kararın
temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 16/5/2013 tarihli ve E.2013/3517,
K.2013/7760 sayılı ilamı ile Derece Mahkemesi kararının patlayıcı madde
bulundurma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarıyla ilgili kısmının
onanmasına ve örgüt üyesi olma suçundan verilen cezanın bozulmasına karar vermiştir.
Diğer yandan başvurucu Yusuf Candemir hakkında örgüt propagandası yapma
suçundan açılan dava hakkında Mahkemesince bir karar verilebileceği
belirtilmiştir.
19. Başvurucular 29/7/2013
tarihinde anılan karardan haberdar olmuştur.
20. Bozma sonrasında
yapılan yargılamada, başvurucular örgüte üye olmamakla birlikte “örgüt adına suç
işleme” suçundan 11/12/2013 tarihli kararla cezalandırılmışlardır. Başvuruculardan
Abdulvahap Aydemir hakkında “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan
açılan davanın ise kovuşturmasının ertelenmesine karar verilmiştir. Anılan
kararlar başvurucular tarafından temyiz edilmiştir.
21. Bireysel başvuru 23/8/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
22. 26/9/2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 170. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya
malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı
veya panik yaratabilecek tarzda;
…
c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı
madde kullanan, Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır…”
23. 5237 sayılı
Kanun’un 174. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Yetkili makamlardan gerekli
izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu,
zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal,
biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir
yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan
sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile
cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren
maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve
teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.
(2) Bu fiillerin suç işlemek için
teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek
ceza yarı oranında artırılır.”
24. 5237 sayılı Kanun’un
314. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan
örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
25. 5271 sayılı Kanun’un 100.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın
kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın
davranışları;
1. Delilleri yok etme,
gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa.
...”
26. 5271 sayılı
Kanun’un 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde
şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik fıkra:
02/07/2012-6352 S.K./97.md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu
husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç
şüphesini,
b) Tutuklama
nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut
olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya
sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle
kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
27. 5271 sayılı
Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde
hâkim önüne çıkarılmayan,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
28. 5271 sayılı
Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 1/12/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların 23/8/2013 tarihli ve 2013/7349
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
30. Başvurucular;
i.
Haklarındaki davanın kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen Ağır Ceza Mahkemelerinde
görüldüğünü, özel yetkili mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (Sözleşme)
tanınan birçok hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü
suçlar için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve başvurucuların bu
mahkemede yargılanmış olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne aykırı olduğunu,
başvuruculardan Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk
mahkemesinde yargılanması gerektiğini,
ii. Soruşturma
dosyasına erişim kısıtlandığı
için yakalama
nedenlerinin ve yöneltilen suçlamaların kendilerine bildirilmediğini,
haklarının hatırlatılmadığını, kanuni süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna
çıkarıldıklarını,
iii. Gözaltı
sırasında emniyet görevlilerinin psikolojik baskısına maruz kaldıklarını, müdafileri
ile görüştürülmediklerini, usulüne uygun muayene edilmediklerini, emniyet
görevlilerinin refakatinde muayene edildiklerini,
iv.
Tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili
ve yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına yönelik kararların duruşmasız
olarak verildiğini, bu kararların verilmesi sırasında etkisiz bir inceleme
yapıldığını,
v.
Hukuki dayanağı bulunmayan tespit tutanakları gerekçe gösterilerek mahkûmiyet
hükmü kurulduğunu, mahkumiyetin kanuni sonucu olarak belli hakların
kullanılmasının süreli olarak yasaklandığını, bu hakların kullanılamamasının
özel hayata müdahale olduğunu, Mahkeme kararında hangi delillerin neden
reddedildiğinin belirtilmediğini, savunmaya neden itibar edilmediğinin
açıklanmadığını ve kararın gerekçeli olmadığını,
vi.
İddianamenin kabul aşamasında kendilerine tebliğ edilmediğini, bu sebeple
iddianameye ve iddianamenin kabulüne itiraz edemediklerini,
vii.
Yargılamanın dört yıl gibi makul olmayan bir süre devam ettiğini,
viii.
Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto
etmeleri nedeniyle haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş olmasının ifade
özgürlüğü ve barışçıl gösteri yapma haklarına bir müdahale olduğunu,
ix. Kürt
kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirterek
Sözleşme’nin 3., 5., 6., 8., 10., 11., 13., 14. ve 17. maddelerinin ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi,
olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı
olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682,
2/10/2013, § 18).
32. Başvurucuların;
i.
Gözaltına
alındıklarında yasal haklarının, yakalama nedenlerinin ve haklarındaki
suçlamaların kendilerine bildirilmemesi, tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu
verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, tutukluluğun
devamına yönelik kararların duruşmasız olarak verilmesi ve etkisiz bir inceleme
yapılması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı,
ii.
Kanuni
hâkim güvencesine aykırı olarak mahkûm edilmeleri, dosyaya erişimin kısıtlanması
nedeniyle savunma yapılamaması, Derece Mahkemesi kararının gerekçesiz olması, iddianamenin
kabul aşamasında tebliğ edilememesi, yargılamanın uzun sürmesi yönündeki
şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı,
iii.
Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerinde sanıklara ana dilde
savunma hakkının verilmemesini protesto etmeleri nedeniyle haklarında mahkûmiyet
ve kovuşturmanın ertelenmesi kararları verilmiş olması yönündeki
şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen
ifade özgürlüğü,
iv.
Kürt
kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz
kalınması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın
10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesi
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
33. Anayasa
Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında
belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler uyarınca somut
olayda hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucuların; sosyal
güvenlik kapsamında bir geliri, adına kayıtlı taşıtı veya taşınmaz malı
olmadığı, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini
ödeme gücünden yoksun oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların açıkça
dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulü gerekir.
2.
Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden
a. Yakalama
Sebeplerinin ve Suçlamaların Bildirilmediği, Yasal Hakların Hatırlatılmadığı ve
Süresi İçinde Hâkim Önüne Çıkarılmadığı İddiaları
34. Başvurucular; soruşturma
dosyasına erişimleri
kısıtlandığı için yakalama
nedenlerinin ve yöneltilen suçlamaların kendilerine bildirilmediğini, haklarının
hatırlatılmadığını ve süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna çıkarıldıklarını iddia
etmişlerdir.
35. 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler."
36. Bu hüküm gereğince
Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman
bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu
düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları
da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S.,
B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
37. Somut olayda
başvurucular 24/11/2010 tarihinde yakalanmış ve 26/11/2010 tarihinde
tutuklanmıştır. Dosyaya erişimin kısıtlanmasına yönelik karara yapılan itiraz
ise 30/11/2010 tarihinde reddedilmiştir. Bu belirlemelere göre başvurucuların anılan
şikâyetleri 24/11/2010 ve 30/11/2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen
işlemlere ilişkin olup bu tarihlerin, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başladığı tarihten önceye ait olması nedeniyle başvurunun bu kısmı
hakkında zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmesi gerekir.
b. Tutuklama ve
Tutukluluk Hâlinin Devamına İlişkin Kararlara İtirazların Gerekçesiz ve
Duruşmasız Olarak Reddedildiği İddiaları
38. Başvurucular;, tutuklama
ve tutukluluk hâlinin devamına itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin
ilgili ve yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına yönelik kararların
duruşmasız olarak verildiğini ve etkisiz bir inceleme yapıldığını iddia etmişlerdir.
39. Somut
olayda başvurucular, isnat edilen suç nedeniyle 26/11/2010 tarihinde tutuklanmıştır.
İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli kararı ile başvurucuların
hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve tutukluluk hâllerinin devamına karar
verilmiştir.
40. Başvurucuların,
isnat edilen suçlarla ilgili yargılama kapsamında İlk Derece Mahkemesince
mahkûmiyet kararının verildiği tarihe kadar geçen sürede "bir suç isnadına
bağlı olarak" özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından
sonra geçen sürenin "mahkûmiyet sonrası tutma" kapsamında olduğu
anlaşılmaktadır.
41. "Bir
suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı,
başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan
tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak
kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği
tarihtir (Murat
Narman,
B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
42. "Bir
suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren
başvuruda, hükümle birlikte tutukluluğun devamına ilişkin verilen karara karşı
itiraz yoluna gidilip gidilmediğine dair başvurucular tarafından başvuru
formunda bir bilgi sunulmadığından başvurucuların hükümle birlikte tutukluluğun
devamına ilişkin kararı öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel
başvuruda bulunulması gerekmektedir. İlk Derece Mahkemesinin nihai kararını
verdiği 5/10/2012 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 2/8/2013
tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı
olduğu sonucuna varılmıştır (G.K., B. No: 2014/14580, 30/12/2014; Osman
Kılıç, B. No: 2014/12837, 26/2/2015).
43. Açıklanan
nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma
Hakkı Yönünden
a. Kanuni Hâkim
Güvencesinin İhlal Edildiği İddiası
44. Başvurucular kararın,
kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen ağır ceza
mahkemesince verildiğini, özel yetkili mahkemelerin Sözleşme’de tanınan
birçok hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü suçlar
için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve bu mahkemede yargılanmış olmalarının
“kanuni hâkim güvencesi”ne aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
45. Sözleşme’nin 6.
maddesinde adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak yasa ile kurulmuş bir
mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından açıkça söz
edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 77; AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004),
yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulmasının gerekliliği Anayasa’nın 37.
maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi
ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142.
maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde dikkate alınması
gerektiği açıktır.
46. Anayasa’nın “Kanuni
hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
47. Anayasa’nın “Mahkemelerin
kuruluşu” kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama
usulleri kanunla düzenlenir.”
48. Kanuni
hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama
usulünün kanunla düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini
gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi
mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal
hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (Tahir
Gökatalay, § 79; AYM, E.2002/170, K.2004/54,
5/5/2004; E.2005/8, K.2008/166, 20/11/2008).
49. Kanuni
hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların
belirlenmesini değil; her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı
yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına
ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte; mahkemelerin görev ve yetki
alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya
koymaktadır (Tahir
Gökatalay, § 80).
50. Bu
güvence, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek
yargı yerini kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Kanuni hâkim
güvencesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana
gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir ifadeyle
sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM,
E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
51. Başvurucuların
kovuşturması, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza
mahkemelerince yapılmıştır. Yargılama sürerken 6352 sayılı Kanun yürürlüğe
girmiş ve bu Kanun’un 105. maddesinin (6) numaralı fıkrası ile 5271 sayılı
Kanun’un 250. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer bir ifadeyle 5271
sayılı Kanun'un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemeleri kapatılmış, 3713
sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri
kurulmuştur. Ancak kapatılan mahkemelerde görülen davalara kesin hükümle
sonuçlanıncaya kadar bu (kapatılan) mahkemelerce bakılacağı 6352 sayılı
Kanun’un geçici 2. maddesiyle hüküm altına alınmıştır.
52. 6352
sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında Kanun'un yürürlüğe
girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların 5271 sayılı Kanun'un
250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu
mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik
kararı veremeyecekleri belirtilerek uzun süredir devam eden davalarda başa
dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne
geçilmiştir. Dolayısıyla bu kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri
belirlenmemiş, aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların
görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek suçun işlenmesinden önce
kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmıştır.
53. Somut
olayda, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinin
genel bir kanuni düzenlemeye dayanarak görev yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu
nedenle gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan ve yorumlardan
hareketle başvuruculara yönelik önyargılı bir işlem ve tutum somut olarak gösterilmeksizin
ilgili mahkemelerin kanuni hâkim güvencesine aykırı olduklarını kabul etmek
mümkün değildir. Sonuç olarak başvurucuların yargılamasına, atılı suçların
işlenmesinden önce 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş, görev ve
yetki alanları açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmiş ağır ceza
mahkemelerince devam edilmesinin kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
54. Diğer
yandan başvuruculardan
Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanması
gerektiği, anılan başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un
250. maddesi ile kurulmuş mahkemede yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
55. Başvurucu
Yusuf Aydemir’in nüfus kaydındaki doğum tarihi, davanın açıldığı tarihte 5/5/1991
iken İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/58 sayılı dosyasında verilen
kararla 5/5/1992 olarak düzeltilmiştir. Mahkeme, anılan başvurucunun suçun
işlendiği 2/11/2010 tarihinde on sekiz yaşını doldurduğunu belirterek
görevsizlik kararı verilmesi talebini reddetmiştir. Bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik taşımayan bu kararın, kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu
söylenemez.
56. Açıklanan
nedenlerle başvurucuların “kanuni hâkim güvencesinin” ihlal edilmediği açık
olduğundan diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.
Dosyaya Erişimin Engellenmesi Nedeniyle Savunma Hakkının Kısıtlandığı İddiası
57. Başvurucular, soruşturma evresinde dosyaya erişimlerinin engellenmesi
nedeniyle savunma haklarının kısıtlandığını belirterek adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
58. Dosyaya erişim,
ağırlıklı olarak soruşturma evresine ilişkin bir mesele olup özellikle şüpheli ve/veya şüpheli müdafiinin dosyanın
içeriğini incelemesi ve belgelerden örnek alması hakkının hâkim kararıyla
sınırlandırıldığı durumlarda önem kazanmaktadır.
59. Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar
başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
60. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes … ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda … hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
61. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) “hakkaniyete uygun
yargılama” kavramından hareket ederek adil
yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa'nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik
toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre hakkaniyete uygun bir
yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan
önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam
olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86,
15/6/1992 §§ 49, 50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik
olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Artico/İtalya, B. No: 6694/74,
13/5/1980 § 33).
62. Sözleşme’nin
"Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bir suç ile
itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
b) Savunmasını
hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
..."
63. Savunmanın
hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde
belirtilen "meşru vasıta ve yollardan yararlanmak" ifadesi
kapsamında değerlendirilmelidir (AYM, E.1992/8, K.1992/39, 16/6/1992). Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendine göre
sanık, savunmasını uygun bir şekilde düzenleyebilmeli; yargılamayı yürüten
mahkeme önünde ilgili tüm savunma beyanlarını dile getirebilmeli ve böylece
yargılamaların sonucunu etkileyebilme imkânına sahip olmalıdır (Gregacevic/Hırvatistan,
B. No: 58331/09, 10/7/2012, § 51).
64. Sanığın kendisini aklayabilmesine veya cezasının
düşürülmesine yardımcı olabilecek unsurları içeren delil niteliğindeki
belgelere erişimine izin verilmemesi, sanığın savunmasını hazırlarken
yararlanması gereken kolaylıkların göz ardı edilmesini ve dolayısıyla da
Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde güvence altına
alınan hakkın ihlalini doğurur (Natunen/Finlandiya, B. No: 21022/04,
31/3/2009, § 43; C.G.P./Hollanda (k.k.), B. No: 29835/96, 15/1/1997). Bu
kapsamda sanığın savunmasını yürütmesine kolaylık sağlamak açısından, bu
kişinin dava dosyasındaki ilgili belgelerin suretlerini almasına ve aldığı
notları derleyip kullanmasına izin verilmelidir (Rasmussen/Polonya, B.
No: 38886/05, 28/4/2009, §§ 48, 49).
65. Ancak dosyaya erişim hakkı mutlak değildir. Bazı davalarda
üçüncü şahısların temel haklarını korumak veya
ulusal güvenlik gibi önemli bir kamu menfaatini gözetmek, tanıkları korumak
veya adli makamların suçu incelerken başvurdukları yöntemleri güvence altına
almak ve benzeri amaçlarla bazı delillerin sanıktan saklanması gerekli
görülebilir (Natunen/Finlandiya, §§ 40, 41).
66. AİHM, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edildiğinden ve sanığın menfaatlerinin korunması için yeterli güvencelerin
kapsama dâhil edildiğinden emin olmak için bu husustaki karar alma
mekanizmasını dikkatli bir şekilde incelemektedir. Diğer yandan bir sanığa
verilen sürenin ve sağlanan kolaylıkların yeterli olup olmadığını, her davanın
kendine özgü koşullarında değerlendirmektedir (Kornev ve Karpenko/Ukrayna, B.
No: 17444/04, 21/10/2010, § 67).
67. Sanığa sağlanması
gereken kolaylıklar, savunmasını hazırlaması esnasında kendisine yardımcı olacak veya olma ihtimali bulunan türdekilerle
sınırlıdır (Mayzit/Rusya, B. No: 63378/00, 20/1/2005,
§ 79). Sanığın dava dosyasına doğrudan erişiminin sağlanması her koşulda
gerekli olmayıp dava dosyasındaki belgeler hakkında temsilcisi aracılığıyla
bilgilendirilmesi yeterlidir (Kremzow/Avusturya, B. No: 12350/86, 21/9/1993, § 52). Ancak sanığın dava dosyasına
erişimine getirilen kısıtlama, duruşma öncesi delillerin sanığa ulaştırılmasını
ve sözlü yargılama aşamasında sanığın, müdafii aracılığıyla deliller üzerine
görüş sunmasını engellememelidir (Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 140).
68.
Somut
olayda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2010 tarihli ve 2010/659 sayılı yazısı ile aynı yer 10. Ağır Ceza
Mahkemesinden, soruşturmanın amacının tehlikeye düşebileceği gerekçesiyle 3713
sayılı Kanun’un 10. maddesinin mülga (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca
müdafiin evrakları inceleme ve suret alma yetkisine ilişkin kısıtlama
(gizlilik) kararı verilmesi talep edilmiştir. Derece Mahkemesince talep yazısı
doğrultusunda itirazı kabil olmak üzere kısıtlama kararı verilmiştir.
69. Dosya kapsamından gizlilik kararına
rağmen olay yerinin ve zamanının anlaşılabildiği, buna ilişkin savunma
yapıldığı, gizlilik kararının delil toplatılma işleminin talep edilmesine engel
olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki iddianamenin kabulü kararıyla da kısıtlama
kararı kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Başvuru dosyası incelendiğinde başvuruculara
sorulan sorulardan suçlamanın ne olduğunun açıklandığı, suçlamaya dayanak
yapılan tutanaklardan (bkz. §§ 6-8) da bahsedildiği görülmektedir.
70. Başvurucular,
duruşma öncesinde delillerin bir kısmından haberdar olmuş; sözlü yargılama aşamasında (duruşmada) müdafileri aracılığıyla
deliller üzerine görüş bildirmiş ve itirazlarını sunmuşlardır. Dosyanın erişime
açılmasından sonra duruşmalarda delillere yönelik iddia ve itirazlarda
bulunulmuş, başvurucuların vekili 5/10/2012 tarihli duruşmada esas hakkında
savunma yapmıştır. Ayrıca başvuru dosyası incelendiğinde “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvuruculara
delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların
sağlanmadığına ilişkin bir delil de bulunmamaktadır.
71. Açıklanan
nedenlerle savunma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c.
İddianamenin Kabulüne İtiraz Edilemediği İddiası
72. Başvurucular; iddianamenin
kabul aşamasında kendilerine tebliğ edilmediğini, bu sebeple iddianameye ve
iddianamenin kabulüne itiraz edemediklerini, bu durumun adil yargılanma
hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
73.
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
74.
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
75.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar
başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Güher Ergun ve diğerleri, § 38).
76. Sözleşme’nin adil
yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve
ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve
bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması
gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme
kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 23).
77. 5271
sayılı Kanun'un “İddianamenin iadesi” kenar başlıklı 174. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında iddianamenin, iddianame ve soruşturma evrakının Mahkemeye
verildiği tarihten itibaren en geç on beş gün içinde eksik veya hatalı noktalar
belirtilmek suretiyle Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anılan maddenin (3) numaralı fıkrasına göre de belirtilen süre
sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır. Öte yandan anılan
Kanun’un 191. maddesinin (1) numaralı fıkrasında duruşmanın başladığının,
iddianamenin kabulü kararı okunarak açıklanacağı belirtilmiştir. Bu itibarla 5271 sayılı Kanun'da kabulü aşamasında “iddianamenin”
veya kabul edildikten sonra “iddianamenin kabulü kararının” taraflara tebliği
için bir usul belirlenmemiştir. İddianamenin kabulüne de itiraz mümkün
değildir.
78. Başvurucu
tarafından dayanılan hak, Anayasa ve Sözleşme ile buna ek Türkiye'nin taraf
olduğu protokollerin ortak koruma alanında olan bir hak tarafından korunuyor olmalıdır.
Ortak koruma alanında olan adil yargılanma hakkının kapsamında kovuşturulmamayı
isteme hakkı bulunmamaktadır.
79. Açıklanan
nedenlerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik sebebiyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
80. Başvurucular;
yasanın ve delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûm edildiklerini, hukuksal dayanağı
olmayan tespit tutanakları gerekçe gösterilerek mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, gözaltına
alınırken derhâl müdafi atanmadığını, hangi delillerin neden reddedildiğinin
belirtilmediğini, savunmaya neden itibar edilmediğinin açıklanmadığını ve
kararın gerekçeli olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
81. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
“Bireysel
başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz”
82. 6216 Kanun'un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme,
…açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
83. 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği
kurala bağlanmıştır.
84. Anılan kurallar
uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay
ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz
takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede
kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür,
B. No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
85. Belirli bir davaya
ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla
ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir.
Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve
inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa
Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu
yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin
Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
86. Başvurucular;
delillerin hatalı değerlendirildiğini, olay anında kimin molotof attığının
belli olmadığını, sadece tespit tutanaklarına dayanılarak haksız yere mahkûm
edildiklerini ileri sürmüştür. Dolayısıyla başvurucuların iddialarının özü, Derece
Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas
itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir. Bu sebeplerle başvurucuların bu
yöndeki iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu görülmektedir.
87. Mahkemenin
gerekçeli kararı incelendiğinde söz konusu kararın; müşteki beyanlarına, tanık
anlatımlarına, olay yeri görgü ve tespit tutanağına ve fotoğraflara, sorgu
tutanağına, sanık savunmalarına, ekspertiz raporlarına, olay tutanağına ve
inceleme raporlarına, suç yeri araştırma ve inceleme raporuna, olay yeri
krokilerine, tespit tutanaklarına ve diğer delillere dayanılarak verildiği
görülmektedir (bkz. § 17). Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları,
dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları
yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır.
88. Diğer yandan başvurucular;
gözaltına alınırken kendilerine derhâl müdafi atanmadığını, müdafileri ile
görüşmelerinin sağlanmadığını, bu sebeple savunma haklarının kısıtlandığını
iddia etmişlerdir. Başvuru formu ve eklerinden anlaşıldığı
üzere başvurucuların, talep etmelerine rağmen müdafi verilmediğine veya
savunmalarının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan
verdiklerine dair herhangi bir iddiaları da bulunmamaktadır.
89. Müdafi yardımından
yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma
hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin
kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan
müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer
bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak,
B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29).
90. Müdafi yardımından
yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için kural
olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata
erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir (Salduz/Türkiye
[BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 50-55).
91. Somut olayda
başvurucular, kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında müdafileri huzurunda ifade
vermişlerdir. Diğer bir ifadeyle şüphelilere (başvuruculara) kolluk tarafından
ilk kez sorgulanmalarından itibaren avukata erişim hakkı sağlanmış, sonraki
savunmaları da müdafi eşliğinde yapılmıştır. Diğer yandan 24/11/2010 tarihinde
yakalanan başvuruculara avukatla görüşme hakları hatırlatılmış, başvuruculardan
Abdulvahap Aydemir aynı gün avukatla görüştürülmüştür. Diğer başvurucu ise
ismini verdiği üç avukattan biriyle görüşmeyi kabul edeceğini bildirmiştir.
Bildirilen avukatlardan birine ulaşılamaması, diğerlerinin de müsait olmaması
nedeniyle başvurucunun, avukatıyla görüşmesi ertesi gün sağlanabilmiştir.
92. Bu sebeplerle başvurucuların
gözaltına alındıktan hemen sonra müdafi atanmaması yönündeki iddialarının
dayanaksız olduğu görülmektedir.
93. Başvurucular
ayrıca Derece Mahkemesinin kararının tatmin edici olmadığını, kararlarda hangi
delile neden itibar edildiğinin açıklanmadığını, taleplerinin
gerekçesiz şekilde reddedildiğini ve iddialarının karşılanmadığını ileri sürmüşlerdir.
94. Anayasa'nın
141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
95. Anayasa
Mahkemesi kararlarında bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli
olarak yazılmasını ifade eden Anayasa'nın 141. maddesinin, adil yargılanma
hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 49).
96. Anılan
kural uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil
yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri; dava konusu maddi olay
ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili
vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini
makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında
açık bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe
gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim
Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).
97. Makul
gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini,
kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını
ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek
nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi
nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için
ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve
kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer
vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının
bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).
98. Mahkeme
kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri
olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya
ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle
gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir.
Ancak başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya
esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden
olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar
gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, bu hakkın ihlal edildiği şeklinde
yorumlanmamalıdır (Muhittin Kaya ve Muhittin
Kaya İnşaat Ltd. Şti., § 26; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Van
de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
99. Başvuruya
konu yargılama bakımından başvurucuların iddianamede belirtilen olaylara
katılıp katılmadıkları, olaylarda patlayıcı madde bulundurup bulundurmadıkları,
görevli memurlara etkin şekilde direnip direnmedikleri hususlarının
uyuşmazlığın esasını oluşturduğu ve Mahkeme kararında karşılanmaları gerektiği
açıktır. Mahkeme kararı incelendiğinde anılan hususların değerlendirildiği,
sanıklar (başvurucular) yönünden bireyselleştirildiği, dizi pusulasına
bağlanmış dosya sayfalarıyla bağlantı kurularak onlara göndermelerde bulunulduğu
görülmektedir (bkz. § 17). Duruşmalarda yapılan talepler de gerekçeli
şekilde reddedilmiştir. Belirtilen hususlar dikkate alındığında Derece
Mahkemesinin yeterli
kabul edilebilecek şekilde kararı gerekçelendirdiği
anlaşılmaktadır.
100. Açıklanan nedenlerle
başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olması ve bir ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
e. Makul Sürede Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
101. Başvurucular,
haklarında yürütülen soruşturma ve
kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
102. Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan
Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut
başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda
belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup
ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının
yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 38, 39).
103. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu
ve başvurucuların davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği
gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
104. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6.
maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların
da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır.
İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında
ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi
yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E.,
B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucular hakkında “tehlikeli
maddeleri izinsiz olarak bulundurma, genel güvenliği tehlikeye sokacak
şekilde patlayıcı madde kullanma, silahlı terör örgütüne üye olma ve memura
etkin direnme” suçlarını işledikleri iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır.
Başvurucular hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili
maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede
başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E.,
§ 32).
105. Ceza muhakemesinde yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye
suç işlediği iddiasının yetkili makamlar
tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı
gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih,
başvurucuların gözaltına alındığı 24/11/2010’dur. Ceza yargılamasında sürenin
sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin
Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut başvuru açısından bu tarih,
kararın onandığı 16/5/2013’tür.
106. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü
yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§
24-40).
107. Başvuruya konu ceza davasında başvurucular
haricinde diğer sekiz sanığın daha bulunması, başvurucular ve diğer sanıklar
hakkında birçok suçlamanın ve birleşen davaların bulunması, yargılamaya konu
suçlamaların kapsamı, başka adli birimlerle yazışma yapılmasının gerekmesi, yargılamanın yürütülmesinde izlenen
yöntem ve somut davanın koşulları dikkate alındığında iki dereceli bir
yargılama arasında geçen yaklaşık 2 yıl 6 aylık süre, sadece olağan usul
işlemlerinin yapılması için gerekli olduğundan makul olarak
değerlendirilmelidir.
108. Açıklanan nedenlerle makul sürede
yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğundan başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
4. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiği İddiaları
109. Başvurucular, Kürt kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz
bırakıldıklarını ileri sürmüşlerdir.
110. Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesi
şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
111. Sözleşme'nin "Ayırımcılık yasağı" kenar
başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"Bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma,
cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya
toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere
herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin
sağlanmalıdır."
112. Başvurucuların
Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine
yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında
soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme
kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele
alınması gerekir. Dolayısıyla eşitlik ilkesi; bağımsız nitelikte koruma
işlevine sahip olmayıp bir hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru
yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. Ayrımcılık
yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için ihlal iddiasının,
kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak
ayrımcılığa maruz bırakıldığını göstermesi gerekir (Onurhan Solmaz, §§
33, 34).
113. Somut olayda başvurucular, ayrımcılığa uğradıklarını dile getirmiş fakat hangi sanıklara
göre kendilerine farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin bir beyanda bulunmamışlardır.
Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucuların kendileriyle
benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendilerine yapılan muamele
arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli
olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını
makul delillerle ortaya koymaları gerekir. Somut olayda başvurucular, kendi
durumlarıyla başka sanıkların durumlarının etnik kökenlerinden dolayı farklılık
taşıdığını ortaya koyamamışlardır. Ayrıca diğer sanıklara hangi yönde farklı
bir muamele yapıldığına ilişkin bir bilgi de sunulmamıştır.
114. Açıklanan nedenlerle
ayrımcılık yasağına yönelik bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
5.
İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
115. Başvurucular, Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto etmeleri
nedeniyle haklarında terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyet kararı verilmesinin ve
propaganda yapma suçundan açılan dava hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı
verilmesinin ifade özgürlüklerine ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına
bir müdahâle olduğunu belirterek Sözleşme’nin 10. ve 11. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
116. Her ne kadar
başvurucular, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal
edildiğinden de şikâyetçi olmuş ise de bu şikâyetlerinin içeriği dikkate
alındığında mevcut davanın koşullarında, başvurucuların bu başlık altındaki
şikâyetlerinin ifade özgürlüğü yönünden incelenmesi uygun bulunmuştur.
117. Bireysel başvuru yolunun ikincil
niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca
başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
118. Başvurucuların, anılan suçlara
ilişkin yargılama sürecinin devam ettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
6.
Diğer İhlal İddiaları
119. Diğer taraftan başvurucular, emniyet
görevlilerinin psikolojik baskısına maruz kaldıklarını, usulüne uygun rapor
tanzim edilmediğini, mahkûmiyetin kanuni sonuçları olarak belli haklardan
yoksun bırakıldıklarını, haklarında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanacağını,
bu sebeplerle Sözleşme’nin 3. ve 8. maddelerinde güvence altına alınan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
120. Başvurucuların;
kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü
hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini,
dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine
eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına
göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi
nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, 20).
121. Başvuruya konu olan ihlal
iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen başvurucular tarafından
soyut şekilde birtakım iddialar ileri
sürülmüş, somut olayda yaşandığı iddia edilen ihlallere ilişkin olarak yetkili
makamlara başvuru yaptıklarına dair Anayasa Mahkemesine bir bilgi ya da kanıt sunulmamıştır.
Ayrıca başvurucular tarafından mahkûmiyetin kanuni sonuçlarının hangi neden ve
gerekçelerle temel haklarını ihlal ettiği belirtilmemiş; bu hususlar soyut olarak
dile getirilmiştir.
122. Açıklanan nedenlerle
başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanıtlanamamış olması
ve ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Adli yardım
taleplerinin KABULÜNE,
B.
1.Yakalama
sebeplerinin ve suçlamaların bildirilmemesine, yasal hakların
hatırlatılmamasına ve süresi içinde hâkim önüne çıkarılmamaya ilişkin iddiaların
zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Tutuklama ve tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlara
itirazların gerekçesiz ve duruşmasız olarak reddedilmesine ilişkin iddiaların süre
aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Kanuni hâkim
güvencesinin ihlaline ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Dosyaya erişimin
engellenmesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. İddianamenin
kabulüne itiraz edilemediğine ilişkin iddianın konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan
yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8. Ayrımcılık yasağının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
9. İfade özgürlüğüne
ilişkin ihlal iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
10. Diğer ihlal iddialarının
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C.
Yargılama
giderlerinin tahsilinin başvurucuların mağduriyetine neden olacağı anlaşıldığından
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten tamamen MUAF TUTULMALARINA
1/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.