TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ABDULVAHAP AYDEMİR VE YUSUF CANDEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7349)
Karar Tarihi: 1/12/2015
Başkan : Engin YILDIRIM
Üyeler : Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör : Akif YILDIRIM
Başvurucular : 1. Abdulvahap AYDEMİR
2. Yusuf CANDEMİR
Vekili : Av. Gurbet UÇAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutuklama ve tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer verilmesi, kanuni gözaltı süresinin aşılması, gözaltına alınırken yasal haklarının hatırlatılmaması nedenleriyle özgürlük ve güvenlik hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, yargılamanın sonucunun adil olmaması, dosyaya erişim kısıtlandığından savunma hakkının kullanılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; protesto eyleminden ötürü terör örgütü üyeliğinden mahkûm olunması ve örgüt propagandası yapma suçundan açılan davada kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedenleriyle ifade özgürlüğünün; etnik kökenden dolayı ayrımcılığa maruz kalınması nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/8/2013 tarihinde İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuşlardır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu, ekleri, Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüş yazısı ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Diyarbakır ilinde görülen ve kamuoyunda “KCK davaları” olarak bilinen yargılamalarda ana dilde savunma yapma imkânı verilmemesini protesto etmek amacıyla bir grup şahıs 2/11/2010 tarihinde İzmir ili Menemen ilçesinde akşam saat 19.00 sıralarında bir eylem gerçekleştirmişlerdir. Anılan olayla ilgili olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.
6. Meydana gelen bu olaya ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 22.00 sıralarında sekiz polis memurunun imzasını taşıyan olay tutanağı düzenlenmiş; anılan olay tutanağında eyleme katılan şahısların tespit edilemediği, gecenin karanlığından faydalanarak güvenlik görevlilerinden kaçmayı başardıkları belirtilmiştir.
7. Anılan olaya ilişkin olarak 2/11/2010 tarihinde saat 23.45’te tespit tutanağı düzenlenmiştir. Tespit tutanağında, eyleme katılan şahısların 25-30 kişi olduğu ve başvurucuların da bu şahıslar arasında bulunduğu belirtilmiş; olay esnasında PKK terör örgütü lehine yapılan propaganda ve atılan sloganlardan bahsedilmiştir.
8. Aynı olayla ilgili olarak saat 01.10’da düzenlenen başka bir tespit tutanağında ise molotof kokteylli ve havai fişekli saldırıda bulunan grup içinde Menemen ilçesi Asarlık bölgesinde ikamet eden ve bu bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve protesto gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı polis tarafından bizzat tanınan şüpheliler Yusuf Candemir, Abdulvahap Aydemir, S.E., Y.Y. ve E.E. isimli şahısların görüldüğü ifade edilmiştir.
9. Bu arada İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/11/2010 tarihli ve 2010/642 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucuların ikamet adreslerinde arama yapılmasına ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine istinaden soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz reddedilmiştir.
10. 24/11/2010 tarihinde yakalanan başvuruculara, avukatla görüşme hakları olduğu hatırlatılmış, başvuruculardan Abdulvahap Aydemir aynı gün avukatla görüştürülmüştür. Diğer başvurucu ise ismini verdiği üç avukattan biriyle görüşmeyi kabul edeceğini bildirmiştir. Bildirilen avukatlardan birine ulaşılamaması, diğerlerinin de müsait olmaması nedenleriyle başvurucunun avukatıyla görüşmesi ancak ertesi gün sağlanabilmiştir.
11. 25/11/2010 tarihinde Emniyet Müdürlüğünde ve 26/11/2010 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında müdafileri huzurunda savunmaları alınan başvurucular tutuklama istemiyle 26/11/2010 tarihinde Mahkemeye sevk edilmişlerdir. Kollukta ifadeleri alınırken başvuruculara atılı suçlamaların kapsamıyla ilgili ayrıntılı sorular sorulmuştur.
12. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi, aynı tarihte 2010/37 Sorgu sayılı kararıyla “PKK terör örgütüne üye olma” suçundan başvurucuların tutuklanmalarına karar vermiştir.
13. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 24/2/2011 tarihli ve E.2011/34 sayılı ve 14/11/2011 tarihli ve E.2011/228 sayılı iddianameleriyle “silahlı terör örgütüne üye olma, patlayıcı madde bulundurma, görevi yaptırmamak için direnme, kasten genel güvenliği tehlikeye sokma” suçlarından başvurucular hakkında aynı yer 8. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucu Abdulvahap Aydemir hakkında ayrıca “örgüt propagandası yapma” suçundan da kamu davası açılmıştır. Anılan iddianameler Mahkemece kabul edilmiş ve tensiple birlikte başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.
14. 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun ile kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen mahkemeler kapatılmıştır. Aynı Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, bu mahkemelerde açılmış olan davaların kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar aynı mahkemelerce bakılmaya devam olunacağı, bu davalarda yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
15. Yargılamada başvuruculardan Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanması gerektiği, anılan başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi ile kurulmuş mahkemede yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu Yusuf Aydemir’in nüfus kaydındaki doğum tarihi, davanın açıldığı tarihte 5/5/1991 iken İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/58 sayılı dosyasında verilen kararla 5/5/1992 olarak düzeltilmiştir. Mahkeme, anılan başvurucunun suçun işlendiği 2/11/2010 tarihinde on sekiz yaşını doldurduğunu belirterek görevsizlik kararı verilmesi talebini reddetmiştir.
16. İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli ve E.2011/61, K.2012/256 sayılı kararı ile başvuruculardan Abdulvahap Aydemir hakkındaki “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan açılan davayla ilgili hüküm kurulmamış; başvurucular hakkındaki “kasten genel güvenliği tehlikeye sokma” suçu “etkin direnme” suçu kapsamında görülerek bu suçtan ayrıca ceza verilmemiş, diğer suçlardan ise başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verilmiştir.
17. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
02.11.2010 günü saat: 18.00 ile 19.00 sularında Menemen ilçesi Asarlık beldesi Gölcük Mahallesi 406 Sokak yan kısmında bulunan ve belediye tarafından yeni açılmış olan park içerisinde, çoğunluğu çocuk ve gençlerin oluşturduğu yaklaşık 30 kişilik gurup toplanmıştır. Bölücü terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı övücü tarzda “biji serok Apo, selam selam İmralı’ya bin selam, PKK halktır halk burada, v.b” şekilde slogan atmışlardır. Bu gurup, daha önceden hazırladıkları molotof kokteyli ve havai fişekler ellerinde bulunduğu halde Vali Kutlu Aktaş caddesine çıkarak bu caddeyi takiben Menemen belediyesi Asarlık Şube Müdürlüğü binasına gelmek üzere hareket edip, bu caddede beklemekte olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait (TOMA) toplumsal olaylara müdahale etme aracına havai fişek ve molotof kokteyllerini ateşlemek suretiyle saldırmışlardır. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurlarının müdahalesi üzerine gurup tarafından çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurulduktan sonra barikatın arkasında (TOMA) aracına ve görevli polis memurlarına molotoflu, taşlı saldırılara devam etmişlerdir. Çevik Kuvvet personelinin devam eden müdahalesi sonucu saldırganlar ara sokaklara dağılarak izlerini kaybettirmişlerdir. Olay yerinde siyah bir poşet içerisinde yoğun şekilde yapıştırıcı ve benzin kokusu olan silindir teneke bidon ele geçirilmiştir. (KL:1 Dz.67’ deki olay tutanağı)
Yukarıdaki anlatılan olay gerçekleştikten sonra saat 23:45’ de …30 ve …..11 sicil nolu polis memurları tarafından olay özetlendikten sonra, PKK terör örgütü güdümünde Menemen ilçesinde gerçekleştirilen basın açıklamaları ve protesto gösterilerinden dolayı daha önceden tanıdıkları B. D., O. Y., A. K., Yusuf Candemir, E. E., S. E., Ü. A., V. K., Abdulvahap Aydemir ve Y. Y.’nin görevli polis memurlarına ve (TOMA) aracına molotoflu ve havai fişekli saldırıyı gerçekleştiren gurup içerisinde yer aldıkları yönünde tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür. (KL:1 Dz:69’ da tespit tutanağı)
Aynı gün saat: 01:10’da yine yukarıda anlatılan olay sonrası …40 ve …18 sicil nolu polis memurları tarafından olay özetlendikten sonra (TOMA) aracı içerisinde görebildikleri kadarıyla molotof kokteyli ve havai fişekli saldırıda bulunan gurup içerisinde Asarlık bölgesinde ikamet eden ve bölgede daha önce yapılan basın açıklaması ve proteste gösterisi eylemlerine katıldıklarından dolayı bizzat tanıdıkları Yusuf Candemir, Abdulvahap Aydemir, S.E., Y. Y. ve E. E.’nin isimli şahısların görüldüğü yönünde ikinci tespit tutanağı tanzim edildiği görülmüştür. (KL:1 Dz.78)
Her iki tutanakta da sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir, Yusuf Candemir ve Y. Y.’nin isimlerinin yer aldığı görülmektedir.
01.11.2011 günkü sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir, Yusuf Candemir’in hazır bulundukları oturum sırasında tanık sıfatıyla dinlenilen, …40 sicil nolu polis memuru, olaya ilişkin tuttukları tutanak içeriğinin doğru olduğunu, eylemlerin huzurdaki sanıklar tarafından gerçekleştirildiğini, sanık S. E.’nin elinde havai fişek, diğerlerinin elinde ise molotof kokteyli olduğunu, …18 sicil nolu polis memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu, huzurdaki sanıklardan bir kısmını tanıdığını, bu sanıkların öncesinde de benzer olaylara katılmaları ve olay sırasında ışıklandırmanın yeterli olması sebebiyle teşhis edebildiğini, …30 sicil nolu polis memuru, tutanak içeriğinin doğru olduğunu, sanıkların ellerinde molotof kokteyli ve havai fişekler bulunduğun, olaydan uzun zaman geçtiği için huzurdaki sanıkların ne yaptıklarını tam olarak hatırlamadığını ifade etmişlerdir.
…
Sanıklar E. E., S. E., Y. Y. ve Yusuf Candemir’in 02.11.2010 günü İzmir ili Menemen ilçesi Asarlık beldesinde terör örgütünün propagandasına dönüşen yaklaşık 25-30 kişilik gurup tarafından gerçekleştirilen eyleme katıldıkları, buradan ellerinde molotof kokteyli ve havai fişek olduğu halde Vali Kutlu Aktaş Caddesinde Menemen Belediyesi Asarlı Beldesi Asarlık Şube Müdürlüğü yönüne doğru hareket ettikleri, orada bulunmakta olan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait (TOMA) araca saldırdıkları, çöp konteynırlarını yol üzerine yıkarak barikat kurdukları ve buradan olaya müdahale etmek isteyen polis memurlarına, molotof kokteyli ve taşlarla saldırmak suretiyle engel oldukları, sanıkların bu şekilde üzerlerine atılı görevli memura etkin direnme ve patlayıcı madde bulundurma ya da nakletme eylemini gerçekleştirdikleri,
Patlayıcı madde bulundurma ya da nakletme eyleminin TCK’nun 174 ve 3713 S.Y. nın 5/2 maddesine temas ettiği,
Sanıkların, polis memurlarının görev yapmasına engel olmak amacıyla taş, molotof kokteyli, havai fişek attıkları (cebir kullanarak), sübut bulan bu eylemin TCK’nun 265/1,3,4 ve 3713 S.Y. nın 5/1. maddesine temas ettiği,
Anlaşılmakla bu maddelere göre ceza tayini gerektiği sonucuna varılmıştır.
Sanıklar E. E., S. E., Abdulvahap Aydemir ve Yusuf Candemir’in suç tarihinden önce başkaca katıldıkları eylemlere ilişkin haklarında düzenlenen iddianamelerden anlaşılacağı üzere bu tür eylemlere katılımları yönünde gösterdikleri devamlılık, gerçekleştirilen eylemlerin örgütsel-ideolojik eğitim ve motivasyon (dezenformasyon) olmaksızın işlenme ihtimalinin zayıf olması ve 2007 yılından itibaren terör örgütü PKK’nın KCK/TM olarak strateji değiştirip, terör örgütü üyesi olmanın sadece yurt dışı kamplarına katılıp burada ideolojik ve silah eğitimi almak, sonrasında kod adı alıp özgeçmiş vermekle değil, şehir, mahalle, üniversite gibi legal alanlarda örgütlenip, özellikle gençleri örgüte kazandırıp şiddete dayalı sokak eylemlerinde kullanarak toplumu terörize edip ülkeyi iç savaş ortamına sürükleyerek devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmanın hedeflendiği nazara alındığında sanıkların gerçekleştirdikleri eylemin terör örgütünün bu stratejik amacı ve çerçevesinde olduğu sonucuna varıldığından sanıkların terör örgütü KCK/TM nin gençlik yapılanması içerisinde (DYG-M) faaliyet yürüttükleri ve bu terör örgütüne üye oldukları sonucuna varılmış olup, eylemlerine temas eden TCK nun 314/2 ve 3713 S.Y. nın 5. maddesi uyarınca ayrıca cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir…”
18. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 16/5/2013 tarihli ve E.2013/3517, K.2013/7760 sayılı ilamı ile Derece Mahkemesi kararının patlayıcı madde bulundurma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarıyla ilgili kısmının onanmasına ve örgüt üyesi olma suçundan verilen cezanın bozulmasına karar vermiştir. Diğer yandan başvurucu Yusuf Candemir hakkında örgüt propagandası yapma suçundan açılan dava hakkında Mahkemesince bir karar verilebileceği belirtilmiştir.
19. Başvurucular 29/7/2013 tarihinde anılan karardan haberdar olmuştur.
20. Bozma sonrasında yapılan yargılamada, başvurucular örgüte üye olmamakla birlikte “örgüt adına suç işleme” suçundan 11/12/2013 tarihli kararla cezalandırılmışlardır. Başvuruculardan Abdulvahap Aydemir hakkında “terör örgütünün propagandasını yapma” suçundan açılan davanın ise kovuşturmasının ertelenmesine karar verilmiştir. Anılan kararlar başvurucular tarafından temyiz edilmiştir.
21. Bireysel başvuru 23/8/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 170. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda;
c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan, Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır…”
23. 5237 sayılı Kanun’un 174. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Yetkili makamlardan gerekli izni almaksızın, patlayıcı, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeyi imal, ithal veya ihraç eden, ülke içinde bir yerden diğer bir yere nakleden, muhafaza eden, satan, satın alan veya işleyen kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Yetkili makamların izni olmaksızın, bu fıkra kapsamına giren maddelerin imalinde, işlenmesinde veya kullanılmasında gerekli olan malzeme ve teçhizatı ihraç eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.
(2) Bu fiillerin suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
24. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
25. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
...”
26. 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./97.md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
27. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”
28. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 1/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların 23/8/2013 tarihli ve 2013/7349 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
30. Başvurucular;
i. Haklarındaki davanın kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen Ağır Ceza Mahkemelerinde görüldüğünü, özel yetkili mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (Sözleşme) tanınan birçok hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü suçlar için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve başvurucuların bu mahkemede yargılanmış olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne aykırı olduğunu, başvuruculardan Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanması gerektiğini,
ii. Soruşturma dosyasına erişim kısıtlandığı için yakalama nedenlerinin ve yöneltilen suçlamaların kendilerine bildirilmediğini, haklarının hatırlatılmadığını, kanuni süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna çıkarıldıklarını,
iii. Gözaltı sırasında emniyet görevlilerinin psikolojik baskısına maruz kaldıklarını, müdafileri ile görüştürülmediklerini, usulüne uygun muayene edilmediklerini, emniyet görevlilerinin refakatinde muayene edildiklerini,
iv. Tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına yönelik kararların duruşmasız olarak verildiğini, bu kararların verilmesi sırasında etkisiz bir inceleme yapıldığını,
v. Hukuki dayanağı bulunmayan tespit tutanakları gerekçe gösterilerek mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, mahkumiyetin kanuni sonucu olarak belli hakların kullanılmasının süreli olarak yasaklandığını, bu hakların kullanılamamasının özel hayata müdahale olduğunu, Mahkeme kararında hangi delillerin neden reddedildiğinin belirtilmediğini, savunmaya neden itibar edilmediğinin açıklanmadığını ve kararın gerekçeli olmadığını,
vi. İddianamenin kabul aşamasında kendilerine tebliğ edilmediğini, bu sebeple iddianameye ve iddianamenin kabulüne itiraz edemediklerini,
vii. Yargılamanın dört yıl gibi makul olmayan bir süre devam ettiğini,
viii. Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto etmeleri nedeniyle haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş olmasının ifade özgürlüğü ve barışçıl gösteri yapma haklarına bir müdahale olduğunu,
ix. Kürt kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirterek Sözleşme’nin 3., 5., 6., 8., 10., 11., 13., 14. ve 17. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682, 2/10/2013, § 18).
32. Başvurucuların;
i. Gözaltına alındıklarında yasal haklarının, yakalama nedenlerinin ve haklarındaki suçlamaların kendilerine bildirilmemesi, tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, tutukluluğun devamına yönelik kararların duruşmasız olarak verilmesi ve etkisiz bir inceleme yapılması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı,
ii. Kanuni hâkim güvencesine aykırı olarak mahkûm edilmeleri, dosyaya erişimin kısıtlanması nedeniyle savunma yapılamaması, Derece Mahkemesi kararının gerekçesiz olması, iddianamenin kabul aşamasında tebliğ edilememesi, yargılamanın uzun sürmesi yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı,
iii. Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerinde sanıklara ana dilde savunma hakkının verilmemesini protesto etmeleri nedeniyle haklarında mahkûmiyet ve kovuşturmanın ertelenmesi kararları verilmiş olması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü,
iv. Kürt kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz kalınması yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Adli Yardım Talebi Yönünden
33. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler uyarınca somut olayda hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucuların; sosyal güvenlik kapsamında bir geliri, adına kayıtlı taşıtı veya taşınmaz malı olmadığı, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulü gerekir.
2. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden
a. Yakalama Sebeplerinin ve Suçlamaların Bildirilmediği, Yasal Hakların Hatırlatılmadığı ve Süresi İçinde Hâkim Önüne Çıkarılmadığı İddiaları
34. Başvurucular; soruşturma dosyasına erişimleri kısıtlandığı için yakalama nedenlerinin ve yöneltilen suçlamaların kendilerine bildirilmediğini, haklarının hatırlatılmadığını ve süresi aşıldıktan sonra hâkim huzuruna çıkarıldıklarını iddia etmişlerdir.
35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
36. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
37. Somut olayda başvurucular 24/11/2010 tarihinde yakalanmış ve 26/11/2010 tarihinde tutuklanmıştır. Dosyaya erişimin kısıtlanmasına yönelik karara yapılan itiraz ise 30/11/2010 tarihinde reddedilmiştir. Bu belirlemelere göre başvurucuların anılan şikâyetleri 24/11/2010 ve 30/11/2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen işlemlere ilişkin olup bu tarihlerin, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önceye ait olması nedeniyle başvurunun bu kısmı hakkında zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerekir.
b. Tutuklama ve Tutukluluk Hâlinin Devamına İlişkin Kararlara İtirazların Gerekçesiz ve Duruşmasız Olarak Reddedildiği İddiaları
38. Başvurucular;, tutuklama ve tutukluluk hâlinin devamına itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutukluluğun devamına yönelik kararların duruşmasız olarak verildiğini ve etkisiz bir inceleme yapıldığını iddia etmişlerdir.
39. Somut olayda başvurucular, isnat edilen suç nedeniyle 26/11/2010 tarihinde tutuklanmıştır. İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarihli kararı ile başvurucuların hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.
40. Başvurucuların, isnat edilen suçlarla ilgili yargılama kapsamında İlk Derece Mahkemesince mahkûmiyet kararının verildiği tarihe kadar geçen sürede "bir suç isnadına bağlı olarak" özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından sonra geçen sürenin "mahkûmiyet sonrası tutma" kapsamında olduğu anlaşılmaktadır.
41. "Bir suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66).
42. "Bir suç isnadına bağlı olarak" tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren başvuruda, hükümle birlikte tutukluluğun devamına ilişkin verilen karara karşı itiraz yoluna gidilip gidilmediğine dair başvurucular tarafından başvuru formunda bir bilgi sunulmadığından başvurucuların hükümle birlikte tutukluluğun devamına ilişkin kararı öğrendikleri tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunulması gerekmektedir. İlk Derece Mahkemesinin nihai kararını verdiği 5/10/2012 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 2/8/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır (G.K., B. No: 2014/14580, 30/12/2014; Osman Kılıç, B. No: 2014/12837, 26/2/2015).
43. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
a. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiği İddiası
44. Başvurucular kararın, kamuoyunda “özel yetkili” olarak bilinen ağır ceza mahkemesince verildiğini, özel yetkili mahkemelerin Sözleşme’de tanınan birçok hakkı ortadan kaldırdığını, devlete karşı işlenen veya örgütlü suçlar için ayrı statüye sahip mahkemeler kurulmasının ve bu mahkemede yargılanmış olmalarının “kanuni hâkim güvencesi”ne aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
45. Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından açıkça söz edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 77; AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004), yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulmasının gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği açıktır.
46. Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
47. Anayasa’nın “Mahkemelerin kuruluşu” kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
48. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün kanunla düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (Tahir Gökatalay, § 79; AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004; E.2005/8, K.2008/166, 20/11/2008).
49. Kanuni hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini değil; her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte; mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır (Tahir Gökatalay, § 80).
50. Bu güvence, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Kanuni hâkim güvencesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına, başka bir ifadeyle sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
51. Başvurucuların kovuşturması, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerince yapılmıştır. Yargılama sürerken 6352 sayılı Kanun yürürlüğe girmiş ve bu Kanun’un 105. maddesinin (6) numaralı fıkrası ile 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer bir ifadeyle 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemeleri kapatılmış, 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri kurulmuştur. Ancak kapatılan mahkemelerde görülen davalara kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar bu (kapatılan) mahkemelerce bakılacağı 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesiyle hüküm altına alınmıştır.
52. 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik kararı veremeyecekleri belirtilerek uzun süredir devam eden davalarda başa dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne geçilmiştir. Dolayısıyla bu kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri belirlenmemiş, aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek suçun işlenmesinden önce kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmıştır.
53. Somut olayda, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinin genel bir kanuni düzenlemeye dayanarak görev yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan ve yorumlardan hareketle başvuruculara yönelik önyargılı bir işlem ve tutum somut olarak gösterilmeksizin ilgili mahkemelerin kanuni hâkim güvencesine aykırı olduklarını kabul etmek mümkün değildir. Sonuç olarak başvurucuların yargılamasına, atılı suçların işlenmesinden önce 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş, görev ve yetki alanları açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmiş ağır ceza mahkemelerince devam edilmesinin kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
54. Diğer yandan başvuruculardan Yusuf Candemir’in yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanması gerektiği, anılan başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş mahkemede yargılanmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
55. Başvurucu Yusuf Aydemir’in nüfus kaydındaki doğum tarihi, davanın açıldığı tarihte 5/5/1991 iken İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/58 sayılı dosyasında verilen kararla 5/5/1992 olarak düzeltilmiştir. Mahkeme, anılan başvurucunun suçun işlendiği 2/11/2010 tarihinde on sekiz yaşını doldurduğunu belirterek görevsizlik kararı verilmesi talebini reddetmiştir. Bariz takdir hatası veya açık keyfîlik taşımayan bu kararın, kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu söylenemez.
56. Açıklanan nedenlerle başvurucuların “kanuni hâkim güvencesinin” ihlal edilmediği açık olduğundan diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Dosyaya Erişimin Engellenmesi Nedeniyle Savunma Hakkının Kısıtlandığı İddiası
57. Başvurucular, soruşturma evresinde dosyaya erişimlerinin engellenmesi nedeniyle savunma haklarının kısıtlandığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
58. Dosyaya erişim, ağırlıklı olarak soruşturma evresine ilişkin bir mesele olup özellikle şüpheli ve/veya şüpheli müdafiinin dosyanın içeriğini incelemesi ve belgelerden örnek alması hakkının hâkim kararıyla sınırlandırıldığı durumlarda önem kazanmaktadır.
59. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
60. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes … ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda … hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
61. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa'nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49, 50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980 § 33).
62. Sözleşme’nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
..."
63. Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen "meşru vasıta ve yollardan yararlanmak" ifadesi kapsamında değerlendirilmelidir (AYM, E.1992/8, K.1992/39, 16/6/1992). Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendine göre sanık, savunmasını uygun bir şekilde düzenleyebilmeli; yargılamayı yürüten mahkeme önünde ilgili tüm savunma beyanlarını dile getirebilmeli ve böylece yargılamaların sonucunu etkileyebilme imkânına sahip olmalıdır (Gregacevic/Hırvatistan, B. No: 58331/09, 10/7/2012, § 51).
64. Sanığın kendisini aklayabilmesine veya cezasının düşürülmesine yardımcı olabilecek unsurları içeren delil niteliğindeki belgelere erişimine izin verilmemesi, sanığın savunmasını hazırlarken yararlanması gereken kolaylıkların göz ardı edilmesini ve dolayısıyla da Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde güvence altına alınan hakkın ihlalini doğurur (Natunen/Finlandiya, B. No: 21022/04, 31/3/2009, § 43; C.G.P./Hollanda (k.k.), B. No: 29835/96, 15/1/1997). Bu kapsamda sanığın savunmasını yürütmesine kolaylık sağlamak açısından, bu kişinin dava dosyasındaki ilgili belgelerin suretlerini almasına ve aldığı notları derleyip kullanmasına izin verilmelidir (Rasmussen/Polonya, B. No: 38886/05, 28/4/2009, §§ 48, 49).
65. Ancak dosyaya erişim hakkı mutlak değildir. Bazı davalarda üçüncü şahısların temel haklarını korumak veya ulusal güvenlik gibi önemli bir kamu menfaatini gözetmek, tanıkları korumak veya adli makamların suçu incelerken başvurdukları yöntemleri güvence altına almak ve benzeri amaçlarla bazı delillerin sanıktan saklanması gerekli görülebilir (Natunen/Finlandiya, §§ 40, 41).
66. AİHM, çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edildiğinden ve sanığın menfaatlerinin korunması için yeterli güvencelerin kapsama dâhil edildiğinden emin olmak için bu husustaki karar alma mekanizmasını dikkatli bir şekilde incelemektedir. Diğer yandan bir sanığa verilen sürenin ve sağlanan kolaylıkların yeterli olup olmadığını, her davanın kendine özgü koşullarında değerlendirmektedir (Kornev ve Karpenko/Ukrayna, B. No: 17444/04, 21/10/2010, § 67).
67. Sanığa sağlanması gereken kolaylıklar, savunmasını hazırlaması esnasında kendisine yardımcı olacak veya olma ihtimali bulunan türdekilerle sınırlıdır (Mayzit/Rusya, B. No: 63378/00, 20/1/2005, § 79). Sanığın dava dosyasına doğrudan erişiminin sağlanması her koşulda gerekli olmayıp dava dosyasındaki belgeler hakkında temsilcisi aracılığıyla bilgilendirilmesi yeterlidir (Kremzow/Avusturya, B. No: 12350/86, 21/9/1993, § 52). Ancak sanığın dava dosyasına erişimine getirilen kısıtlama, duruşma öncesi delillerin sanığa ulaştırılmasını ve sözlü yargılama aşamasında sanığın, müdafii aracılığıyla deliller üzerine görüş sunmasını engellememelidir (Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 140).
68. Somut olayda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2010 tarihli ve 2010/659 sayılı yazısı ile aynı yer 10. Ağır Ceza Mahkemesinden, soruşturmanın amacının tehlikeye düşebileceği gerekçesiyle 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin mülga (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca müdafiin evrakları inceleme ve suret alma yetkisine ilişkin kısıtlama (gizlilik) kararı verilmesi talep edilmiştir. Derece Mahkemesince talep yazısı doğrultusunda itirazı kabil olmak üzere kısıtlama kararı verilmiştir.
69. Dosya kapsamından gizlilik kararına rağmen olay yerinin ve zamanının anlaşılabildiği, buna ilişkin savunma yapıldığı, gizlilik kararının delil toplatılma işleminin talep edilmesine engel olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki iddianamenin kabulü kararıyla da kısıtlama kararı kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Başvuru dosyası incelendiğinde başvuruculara sorulan sorulardan suçlamanın ne olduğunun açıklandığı, suçlamaya dayanak yapılan tutanaklardan (bkz. §§ 6-8) da bahsedildiği görülmektedir.
70. Başvurucular, duruşma öncesinde delillerin bir kısmından haberdar olmuş; sözlü yargılama aşamasında (duruşmada) müdafileri aracılığıyla deliller üzerine görüş bildirmiş ve itirazlarını sunmuşlardır. Dosyanın erişime açılmasından sonra duruşmalarda delillere yönelik iddia ve itirazlarda bulunulmuş, başvurucuların vekili 5/10/2012 tarihli duruşmada esas hakkında savunma yapmıştır. Ayrıca başvuru dosyası incelendiğinde “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvuruculara delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir delil de bulunmamaktadır.
71. Açıklanan nedenlerle savunma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. İddianamenin Kabulüne İtiraz Edilemediği İddiası
72. Başvurucular; iddianamenin kabul aşamasında kendilerine tebliğ edilmediğini, bu sebeple iddianameye ve iddianamenin kabulüne itiraz edemediklerini, bu durumun adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
73. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
74. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
75. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Güher Ergun ve diğerleri, § 38).
76. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 23).
77. 5271 sayılı Kanun'un “İddianamenin iadesi” kenar başlıklı 174. maddesinin (1) numaralı fıkrasında iddianamenin, iddianame ve soruşturma evrakının Mahkemeye verildiği tarihten itibaren en geç on beş gün içinde eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anılan maddenin (3) numaralı fıkrasına göre de belirtilen süre sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır. Öte yandan anılan Kanun’un 191. maddesinin (1) numaralı fıkrasında duruşmanın başladığının, iddianamenin kabulü kararı okunarak açıklanacağı belirtilmiştir. Bu itibarla 5271 sayılı Kanun'da kabulü aşamasında “iddianamenin” veya kabul edildikten sonra “iddianamenin kabulü kararının” taraflara tebliği için bir usul belirlenmemiştir. İddianamenin kabulüne de itiraz mümkün değildir.
78. Başvurucu tarafından dayanılan hak, Anayasa ve Sözleşme ile buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokollerin ortak koruma alanında olan bir hak tarafından korunuyor olmalıdır. Ortak koruma alanında olan adil yargılanma hakkının kapsamında kovuşturulmamayı isteme hakkı bulunmamaktadır.
79. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
80. Başvurucular; yasanın ve delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûm edildiklerini, hukuksal dayanağı olmayan tespit tutanakları gerekçe gösterilerek mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, gözaltına alınırken derhâl müdafi atanmadığını, hangi delillerin neden reddedildiğinin belirtilmediğini, savunmaya neden itibar edilmediğinin açıklanmadığını ve kararın gerekçeli olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
81. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
82. 6216 Kanun'un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
83. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
84. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür, B. No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
85. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
86. Başvurucular; delillerin hatalı değerlendirildiğini, olay anında kimin molotof attığının belli olmadığını, sadece tespit tutanaklarına dayanılarak haksız yere mahkûm edildiklerini ileri sürmüştür. Dolayısıyla başvurucuların iddialarının özü, Derece Mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir. Bu sebeplerle başvurucuların bu yöndeki iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu görülmektedir.
87. Mahkemenin gerekçeli kararı incelendiğinde söz konusu kararın; müşteki beyanlarına, tanık anlatımlarına, olay yeri görgü ve tespit tutanağına ve fotoğraflara, sorgu tutanağına, sanık savunmalarına, ekspertiz raporlarına, olay tutanağına ve inceleme raporlarına, suç yeri araştırma ve inceleme raporuna, olay yeri krokilerine, tespit tutanaklarına ve diğer delillere dayanılarak verildiği görülmektedir (bkz. § 17). Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır.
88. Diğer yandan başvurucular; gözaltına alınırken kendilerine derhâl müdafi atanmadığını, müdafileri ile görüşmelerinin sağlanmadığını, bu sebeple savunma haklarının kısıtlandığını iddia etmişlerdir. Başvuru formu ve eklerinden anlaşıldığı üzere başvurucuların, talep etmelerine rağmen müdafi verilmediğine veya savunmalarının baskı altında alındığına ve bu sebeple gerçeğe aykırı beyan verdiklerine dair herhangi bir iddiaları da bulunmamaktadır.
89. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29).
90. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için kural olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 50-55).
91. Somut olayda başvurucular, kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında müdafileri huzurunda ifade vermişlerdir. Diğer bir ifadeyle şüphelilere (başvuruculara) kolluk tarafından ilk kez sorgulanmalarından itibaren avukata erişim hakkı sağlanmış, sonraki savunmaları da müdafi eşliğinde yapılmıştır. Diğer yandan 24/11/2010 tarihinde yakalanan başvuruculara avukatla görüşme hakları hatırlatılmış, başvuruculardan Abdulvahap Aydemir aynı gün avukatla görüştürülmüştür. Diğer başvurucu ise ismini verdiği üç avukattan biriyle görüşmeyi kabul edeceğini bildirmiştir. Bildirilen avukatlardan birine ulaşılamaması, diğerlerinin de müsait olmaması nedeniyle başvurucunun, avukatıyla görüşmesi ertesi gün sağlanabilmiştir.
92. Bu sebeplerle başvurucuların gözaltına alındıktan hemen sonra müdafi atanmaması yönündeki iddialarının dayanaksız olduğu görülmektedir.
93. Başvurucular ayrıca Derece Mahkemesinin kararının tatmin edici olmadığını, kararlarda hangi delile neden itibar edildiğinin açıklanmadığını, taleplerinin gerekçesiz şekilde reddedildiğini ve iddialarının karşılanmadığını ileri sürmüşlerdir.
94. Anayasa'nın 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
95. Anayasa Mahkemesi kararlarında bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden Anayasa'nın 141. maddesinin, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 49).
96. Anılan kural uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri; dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).
97. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).
98. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Ancak başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Ltd. Şti., § 26; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Van de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
99. Başvuruya konu yargılama bakımından başvurucuların iddianamede belirtilen olaylara katılıp katılmadıkları, olaylarda patlayıcı madde bulundurup bulundurmadıkları, görevli memurlara etkin şekilde direnip direnmedikleri hususlarının uyuşmazlığın esasını oluşturduğu ve Mahkeme kararında karşılanmaları gerektiği açıktır. Mahkeme kararı incelendiğinde anılan hususların değerlendirildiği, sanıklar (başvurucular) yönünden bireyselleştirildiği, dizi pusulasına bağlanmış dosya sayfalarıyla bağlantı kurularak onlara göndermelerde bulunulduğu görülmektedir (bkz. § 17). Duruşmalarda yapılan talepler de gerekçeli şekilde reddedilmiştir. Belirtilen hususlar dikkate alındığında Derece Mahkemesinin yeterli kabul edilebilecek şekilde kararı gerekçelendirdiği anlaşılmaktadır.
100. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olması ve bir ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
101. Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
102. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 38, 39).
103. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucuların davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
104. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucular hakkında “tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma, genel güvenliği tehlikeye sokacak şekilde patlayıcı madde kullanma, silahlı terör örgütüne üye olma ve memura etkin direnme” suçlarını işledikleri iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).
105. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucuların gözaltına alındığı 24/11/2010’dur. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut başvuru açısından bu tarih, kararın onandığı 16/5/2013’tür.
106. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
107. Başvuruya konu ceza davasında başvurucular haricinde diğer sekiz sanığın daha bulunması, başvurucular ve diğer sanıklar hakkında birçok suçlamanın ve birleşen davaların bulunması, yargılamaya konu suçlamaların kapsamı, başka adli birimlerle yazışma yapılmasının gerekmesi, yargılamanın yürütülmesinde izlenen yöntem ve somut davanın koşulları dikkate alındığında iki dereceli bir yargılama arasında geçen yaklaşık 2 yıl 6 aylık süre, sadece olağan usul işlemlerinin yapılması için gerekli olduğundan makul olarak değerlendirilmelidir.
108. Açıklanan nedenlerle makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiği İddiaları
109. Başvurucular, Kürt kökenli olmalarından dolayı ayrımcılığa maruz bırakıldıklarını ileri sürmüşlerdir.
110. Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
111. Sözleşme'nin "Ayırımcılık yasağı" kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"Bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır."
112. Başvurucuların Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla eşitlik ilkesi; bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp bir hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz bırakıldığını göstermesi gerekir (Onurhan Solmaz, §§ 33, 34).
113. Somut olayda başvurucular, ayrımcılığa uğradıklarını dile getirmiş fakat hangi sanıklara göre kendilerine farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin bir beyanda bulunmamışlardır. Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucuların kendileriyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendilerine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koymaları gerekir. Somut olayda başvurucular, kendi durumlarıyla başka sanıkların durumlarının etnik kökenlerinden dolayı farklılık taşıdığını ortaya koyamamışlardır. Ayrıca diğer sanıklara hangi yönde farklı bir muamele yapıldığına ilişkin bir bilgi de sunulmamıştır.
114. Açıklanan nedenlerle ayrımcılık yasağına yönelik bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
115. Başvurucular, Diyarbakır ilindeki yargılama faaliyetlerini protesto etmeleri nedeniyle haklarında terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyet kararı verilmesinin ve propaganda yapma suçundan açılan dava hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüklerine ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına bir müdahâle olduğunu belirterek Sözleşme’nin 10. ve 11. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
116. Her ne kadar başvurucular, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğinden de şikâyetçi olmuş ise de bu şikâyetlerinin içeriği dikkate alındığında mevcut davanın koşullarında, başvurucuların bu başlık altındaki şikâyetlerinin ifade özgürlüğü yönünden incelenmesi uygun bulunmuştur.
117. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
118. Başvurucuların, anılan suçlara ilişkin yargılama sürecinin devam ettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
6. Diğer İhlal İddiaları
119. Diğer taraftan başvurucular, emniyet görevlilerinin psikolojik baskısına maruz kaldıklarını, usulüne uygun rapor tanzim edilmediğini, mahkûmiyetin kanuni sonuçları olarak belli haklardan yoksun bırakıldıklarını, haklarında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanacağını, bu sebeplerle Sözleşme’nin 3. ve 8. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
120. Başvurucuların; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, 20).
121. Başvuruya konu olan ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen başvurucular tarafından soyut şekilde birtakım iddialar ileri sürülmüş, somut olayda yaşandığı iddia edilen ihlallere ilişkin olarak yetkili makamlara başvuru yaptıklarına dair Anayasa Mahkemesine bir bilgi ya da kanıt sunulmamıştır. Ayrıca başvurucular tarafından mahkûmiyetin kanuni sonuçlarının hangi neden ve gerekçelerle temel haklarını ihlal ettiği belirtilmemiş; bu hususlar soyut olarak dile getirilmiştir.
122. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanıtlanamamış olması ve ihlalin olmadığının açık olması nedenleriyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım taleplerinin KABULÜNE,
B. 1.Yakalama sebeplerinin ve suçlamaların bildirilmemesine, yasal hakların hatırlatılmamasına ve süresi içinde hâkim önüne çıkarılmamaya ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tutuklama ve tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlara itirazların gerekçesiz ve duruşmasız olarak reddedilmesine ilişkin iddiaların süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Kanuni hâkim güvencesinin ihlaline ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Dosyaya erişimin engellenmesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. İddianamenin kabulüne itiraz edilemediğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
9. İfade özgürlüğüne ilişkin ihlal iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
10. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin tahsilinin başvurucuların mağduriyetine neden olacağı anlaşıldığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten tamamen MUAF TUTULMALARINA
1/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.