TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MELAHAT SÖNMEZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7528)
|
|
Karar Tarihi: 9/9/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 22/10/2015-29510
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Bülent ALTINSOY
|
Başvurucu
|
:
|
Melahat SÖNMEZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Rumi MERCAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan ameliyat sonrasında göğüslerinde
ortaya çıkan deformasyon sebebiyle uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini
istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle vücut bütünlüğünün korunması
hakkının, anılan davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle ise adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 4/10/2013 tarihinde
Antalya Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına
engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/9/2015 tarihinde
yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına
(Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin
bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık tarafından 12/3/2015 tarihinde
başvuruya ilişkin Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 2/4/2015
tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Akdeniz
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 7/6/2004 tarihinde “meme pitozis onarımı”
ameliyatı geçirmiştir.
8. Ameliyatın ardından
başvurucunun göğüslerinde deformasyon meydana gelmiştir. Başvurucunun
Almanya’da bir sağlık merkezi tarafından yapılan muayenesi sonrasında
hazırlanan 17/8/2004 tarihli raporda, “başvurucunun
göğüslerinde, geçirilen ameliyata bağlı normal göğüs şekline uymayan ve deforme
olmuş anormal bir fonksiyon bozukluğu olduğu, halihazırdaki deformeliklerin
doğru yapılan bir T- kesimi ile düzeltilebileceği” bilgisine yer
verilmiştir.
9. Başvurucunun isteği üzerine
Adli Tıp Vakfı tarafından düzenlenen 21/7/2005 tarihli mütalaada ise “memelerde oluşan şekil bozukluğunun ameliyatın
uygulanışındaki teknik hata sonucu meydana geldiği ve bu tıbbi uygulama
hatasının bir beceri kusuru olarak değerlendirilmesi gerektiği kanaatine
varıldığı” belirtilmiştir.
10. Başvurucu ameliyat nedeniyle
uğradığını ileri sürdüğü zararlarının tazmini amacıyla 4/10/2005 tarihinde
15.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle Akdeniz
Üniversitesi Rektörlüğüne karşı Antalya 1. İdare Mahkemesinde tam yargı davası
açmıştır.
11. Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan
“başvurucunun geçirdiği ameliyatın ardından
göğüslerinde ortaya çıkan deformede idarenin hizmet kusurunun bulunup
bulunmadığı, oluşan zararın tazmini yönünden olayda başvurucunun ve idarenin 1.
ve 2. derece kusurlarının oranlarının tespiti” hususlarında rapor
düzenlenmesini istemiştir.
12. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas
Kurulu, 28/3/2007 tarihli raporunda hekime ve idareye atfedilebilecek herhangi
bir kusur bulunmadığına karar vermiştir. Anılan raporun ilgili kısmı şöyledir:
“…
Kişi hakkında
düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerdeki bilgi ve bulgular ile kişinin ameliyat
öncesi ve ameliyat sonrası alan fotoğrafları ve Kurulumuzda yapılan
muayenesinde tespit edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde;
Ameliyatın erken
döneminin normal seyrettiği, yaklaşık bir ay sonra Almanya'da yapılan
muayenesinde dikiş enfeksiyonu tespit edilmiş olduğu, mevcut verilere göre
memelerde gelişen iz ve deformitenin dikiş alanında
gelişen enfeksiyondan ileri geldiği cihetle ameliyatın komplikasyonu olarak
değerlendirilmesi gerektiği, bu nedenle hekime ve kuruma atfedilebilecek kusur
olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur…”
13. Antalya 1. İdare Mahkemesi,
29/11/2007 tarihli ve E.2005/1601, K.2007/1707 sayılı kararıyla “Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen
raporun hükme esas alınacak nitelikte olduğunu, rapora davacı vekili tarafından
yapılan itirazın yerinde bulunmadığını, bu nedenle başvurucunun hastalığının
teşhis ve tedavisinde idarenin ağır hizmet kusurunu gerekli kılacak koşullar
bulunmadığını ve dolayısıyla zararlı sonuç nedeniyle davalı idareyi tazminle
yükümlü kılmanın mümkün olamayacağını” belirterek davanın reddine
karar vermiştir.
14. Başvurucu tarafından temyiz
edilen karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 28/12/2011 tarihli ve E.2008/2471,
K.2011/6000 sayılı kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Danıştay Onbeşinci Dairesinin 5/6/2013 tarihli ve E.2013/3226,
K.2013/4104 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
15. Karar düzeltme talebinin
reddine ilişkin karar, 5/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup
4/10/2013 tarihli bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4)
numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 27. maddesi, 49.
maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi
17. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun
41. maddesi şöyledir:
“Gerek kasten gerek ihmal ve
teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika
eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin
zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 9/9/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/10/2013 tarihli ve 2013/7528
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu, Akdeniz Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan “meme pitozis onarımı” ameliyatındaki hekim kusuru
nedeniyle idareye karşı açtığı davanın, Adli Tıp Kurumu raporuna dayanılarak
reddedildiğini oysa Almanya'da bulunan bir sağlık merkezi ve Adli Tıp Kurumu
Vakfı tarafından hazırlanan raporlarda ameliyatta tıbbi hata bulunduğunun
açıkça ortaya konulduğunu, yapılan tıbbi müdahale sonrası vücut bütünlüğünün
zarara uğradığını, ayrıca 2005 yılında açtığı davanın 2013 yılında karara
bağlanması nedeniyle makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek Anayasa’nın
17. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş,
ihlalin tespiti ile sonuçlarının giderilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Vücut Bütünlüğüne Zarar Verildiği İddiası
20. Bakanlık, görüş yazısında
başvurucunun iddialarının esas itibarıyla delillerin değerlendirilmesine ve
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğunu belirtip başvurunun adil yargılanma
hakkı kapsamında incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının
incelenmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz,
B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
22. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
23. Sözleşme’nin 8. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
24. Anılan Anayasa ve Sözleşme
hükümleri ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü,
gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır. Bu çerçevede devletin,
egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü altında bulunan kişilerin maddi ve
manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri önleme, önlenememiş olan müdahalelere
yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma, failleri tespit edip
cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili bir şekilde bizzat
karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişilerin
vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan zararlara yönelik etkili bir
tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin, Anayasa’nın 17. maddesinden
doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda kişinin vücut
bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan
Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013,
§ 40).
25. Anayasa’nın 17. maddesinin
amacı esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından
yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Ayrıca devletin; vücut ve
ruhsal bütünlüğe yönelik fiziksel ve cinsel saldırılar, tıbbi müdahaleler,
şeref ve itibarı etkileyen saldırılar karşısında kişilerin maddi ve manevi
varlığını etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü
de bulunmaktadır (Adnan Oktar (3),
B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32).
26. Kişilerin vücut ve ruhsal
bütünlükleriyle ilgili konular, onlara sağlanan tıbbi tedavi seçimindeki katılımları
ve bu tedavilere olan rızaları ile ilgili hususlar, Sözleşme’nin 8. maddesinin
sınırları içerisinde yer almaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye,
B. No: 46156/11, 21/5/2013). Bu çerçevede başvurucunun, geçirdiği ameliyat
sonrasında göğüs bölgesinde oluşan deformasyon üzerine açtığı tazminat
davasının reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri
sürdüğü başvuru, Anayasa’nın 17. ve Sözleşme’nin 8. maddelerinin ortak koruma alanı
kapsamında yer almaktadır.
27. Öte yandan 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun bireysel
başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir.
28. Somut olayda başvurucu,
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan ameliyatında tıbbi hata
yapıldığının, Almanya'da bulunan bir sağlık merkezi ve Adli Tıp Kurumu Vakfı
tarafından hazırlanan raporlarda açıkça ortaya konulmasına rağmen idare
aleyhine açtığı tazminat davasının reddedildiği ileri sürmüştür.
29. Başvuru konusu olaya ilişkin
uyuşmazlığı inceleyen Antalya 1. İdare Mahkemesinin, davanın reddine ilişkin
kararını temel olarak Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan
ve ameliyatta idarenin ve ameliyatı yapan hekimin kusurlu olup olmadığını
değerlendiren rapora dayandırdığı (bkz. § 13) görülmektedir.
30. Söz konusu raporda,
Almanya’da bulunan bir sağlık merkezi ve Adli Tıp Kurumu Vakfından alınan
raporlardaki değerlendirmeler, başvurucu hakkında tıbbi bilgi ve belgeler,
ameliyat yapılan bölgenin ameliyat öncesi ve sonrası fotoğrafları ve Kurum
tarafından başvurucunun 9/2/2007 tarihinde yapılan muayenesinde tespit edilen
bulgular dikkate alınarak başvurucunun göğüslerinde oluşan iz ve deformasyonun
dikiş alanında gelişen enfeksiyondan ileri geldiği, bu durumun ameliyatın
komplikasyonu olarak değerlendirilmesi gerektiği, dolayısıyla ameliyatı yapan
hekime ve davalı idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır. Başvuru kapsamında, içlerinde plastik cerrahi, genel cerrahi,
göğüs hastalıkları, iç hastalıkları ve enfeksiyon hastalıkları uzmanlarının da
bulunduğu toplam 11 hekimden oluşan kurul tarafından oy birliği ile karara
bağlanan ve hükme esas teşkil eden raporun objektifliğini etkileyen herhangi
bir hususa rastlanılmamıştır.
31. Başvuru konusu olayda her ne
kadar başvurucu, dava kapsamındaki iddialarını desteklemek için Mahkemeye iki
ayrı sağlık kuruluşundan aldığı tıbbi raporları sunmuş olsa da Mahkeme
tarafından, başvurucunun geçirdiği ameliyatta hekime veya idareye
atfedilebilecek bir kusurun bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumundan
rapor düzenlenmesi istendiği ve alanında uzman hekimlerden oluşan kurul
tarafından oy birliği ile hazırlanan rapor doğrultusunda davanın reddedildiği
anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuruda, devletin vücut bütünlüğünü koruma
konusundaki yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahsedilemeyecektir.
32. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan anayasal hakkına
yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul
Sürede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
33. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
34. Başvurucu, 2005 yılında
açtığı tazminat davasının 2013 yılında karara bağlanması nedeniyle makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Anayasa ve Sözleşmesi’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen
adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38-39).
36. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının
tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
37. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması
kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen
güvenceler; başvurucunun, haklarına zarar verdiğini iddia ettiği idari bir
eylemden doğan zararlarının tazmini amacıyla açtığı tam yargı davalarına da
uygulanacaktır (Selahattin Akyıl,
B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44). Başvurucunun, Akdeniz Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesinde yapılan ameliyat nedeniyle uğradığı zararların tazmini
istemiyle açtığı tam yargı davasına ilişkin somut yargılamanın, medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur
38. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup somut başvuru açısından bu tarih, 4/10/2005 tarihidir.
39. Sürenin bitiş tarihi ise
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri,
§ 52). Bu kapsamda, somut
yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucunun karar düzeltme
talebinin Danıştay Onbeşinci Dairesince reddedildiği
5/6/2013 tarihidir.
40. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, 4/10/2005 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde
açılan ve başvurucunun, hatalı yapıldığını iddia ettiği ameliyat nedeniyle
uğradığı zararları konu alan davada; Mahkemece, tarafların dilekçeleri ve
delillerin toplanması sonucu 29/11/2007 tarihli kararla davanın reddedildiği,
kararın temyiz edilmesi sonrasında Danıştay Onuncu Dairesinin 28/12/2011
tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararını onadığı, karar düzeltme
talebinin de Danıştay Onbeşinci Dairesinin 5/6/2013
tarihli kararı ile reddedilerek ilk derece mahkemesi kararının kesinleştiği ve
yargılamanın bu tarih itibarıyla sonlandığı görülmektedir.
41. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli usule ilişkin
genel hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır (bkz. § 16).
42. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal
kararında yer verilmiş olup özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar
ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun
yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu
kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin
Akyıl, §§ 54-60).
43. Başvuruya konu davaya bir bütün
olarak bakıldığında 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir
yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini
gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık yedi yıl sekiz ay süren yargılama
sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
45. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğünün 79. maddesi gereği ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması
talebinde bulunmuştur.
46. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvuruda her ne kadar uzun
süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmiş ise de başvuru formu ve eklerinde başvurucunun tazminat talebinde
bulunmadığı anlaşıldığından başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi mümkün
değildir.
48. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi
varlığı hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
C. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme
olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre
için yasal faiz uygulanmasına,
9/9/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.