TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
BAHAA JOUGHEL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7643)
Karar Tarihi: 21/1/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Okan TAŞDELEN
Başvurucu
Bahaa JOUGHEL (Suriye vatandaşı)
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işkenceye maruz bırakılma ve buna ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle işkence yasağının; işkence altında alınan tanık ifadelerinin hükme esas alınması, savunma tanıklarının dinlenmemesi, aleyhte beyanda bulunan tanıkların mahkeme huzurunda sorgulanamaması ve duruşmada dinlenen tanığın ifadesinin dikkate alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/9/2013 tarihinde Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu (Cezaevi) vasıtasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve Başsavcılık tarafından 7/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine iletilmiştir. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/9/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 28/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/10/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucu Hakkındaki Ceza Davası
8. İslami Cihat Hareketi Örgütü yöneticisi ve üyesi olmak suçundan bazı sanıkların mahkûmiyetiyle sonuçlanan Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2000/86 ve K.2000/159 sayılı dosyasında başvurucunun ismi de şüpheli olarak geçmektedir. Yakalanıp ifadesinin alınamaması nedeniyle başvurucu hakkındaki evrakın tefrikine karar verilmiştir.
9. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 27/8/2007 tarihinde başvurucuyla ilgili olarak yakalama emri çıkartmıştır.
10. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 3/7/2009 tarihinde “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme” suçundan cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında iddianame düzenlemiştir. İddianamede, yukarıdaki dosyada haklarında mahkûmiyet hükmü kurulan sanıklar M.E.C. ve İ.T.nin kolluktaki ifadelerine, başvurucunun kayınbiraderi olduğunu söyleyen M.S.nin kolluk ve Savcılıkta, hükümden sonra da 29/7/2003 tarihli ve 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanun’u kapsamında Mahkemeye verdiği ifadesine, bu kişilere yaptırılan teşhis tutanaklarına dayanılmıştır. M.S.nin önceki dosyada Mahkemeye verdiği ifadesinden kolluk ve Savcılıktaki beyanlarını kabul etmediği anlaşılmaktadır.
11. Dava, (kapatılan) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250. madde ile görevli) görülmeye başlanmıştır.
12. Başvurucu 15/3/2012 tarihinde yakalanmıştır. Başvurucu ifadesinde M.E.C.yi eşleri münasebetiyle tanıdığını, ona İslami konularda dersler verdiğini; M.S.nin, ablasının eşi olduğunu ve 18 yıldır Suriye’de cezaevinde bulunduğunu, daha önceki bir tarihte ailelerini de götürmenin mümkün olup olmadığını anlamak için M.E.C. ile birlikte Afganistan’a gittiklerini, Türkiye’ye döndüğünde sivil polis olduklarını söyleyen kişilerin kendisini yedi gün boyunca alıkoyduğunu, kendisini darbettiklerini, belirttikleri eylemleri yaptığı takdirde vatandaşlık verileceğini yoksa Suriye'ye iade edeceklerini söylediklerini, sonrasında baskılara dayanamayıp Pakistan’a gittiğini belirtmiş ve suçlamaları reddetmiştir.
13. 24/5/2012 tarihli duruşmada başvurucunun hazır ettiği üç tanık dinlenmiştir. Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.200/86 sayılı dosyasında mahkûm olan M.E.C., Emniyet ve Savcılık ifadelerini baskı altında verdiğini, Emniyette işkence gördüğünü, silahlı örgütten ceza vereceklerini düşündüğünden cezadan kurtulmak için yurt dışında bulunan başvurucunun ismini verdiğini, başvurucunun olaylarla herhangi bir ilgisinin bulunmadığını söylemiştir. C.B., 1999 yılında bulundukları yerdeki karakol görevlilerinin başvurucunun MİT’e götürüldüğünü söylediğini, altı yedi gün sonra çıktığında ise başvurucunun yüzünün gözünün kararmış ve konuşamaz durumda olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun kardeşi olan L.S.; başvurucunun 1999 yılında bir hafta kaybolduğunu, bir gece geldiğinde ise çok kötü durumda olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, bu tanığa tehdit altında bulunduğunu ve kendisini kaçıran kişilerce bazı eylemler yapmasının kendisinden istendiğini söylemiştir. Duruşmada söz alan başvurucu, kendisi hakkında ifade veren M.S. adlı kişinin, gerçekte akrabası olmayan “Mahmut” isimli kişi olduğunu, tutuklanınca eniştesinin ismini verdiğini, daha sonrasında başka bir kişi olduğunu beyan ettiğini, eniştesi olan gerçek M.S.nin Suriye'de tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
14. Başvurucu 21/6/2012 tarihli duruşmaya ilişkin verdiği dilekçesinde eniştesi M.S. imiş gibi ifade veren “Mahmut” isimli kişinin daha sonrasında kamu makamlarına başvurarak gerçek kimliğini ortaya koyduğunu, tanık M.E.C.nin verdiği ifadeyle diğer dosya sanıklarının suçu kendisine atmaya çalıştıklarının kesinleştiğini belirtmiştir. Başvurucu, o ifadelere dayanılması durumunda ilgili kişilerin dinlenilmesi gerektiğini ifade ederek bu doğrultuda talepte bulunmuştur. Başvurucu vekili, başvurucunun dilekçesini tekrarlamış; tanıkların dinlendiğini ve delillerin toplandığını söylemiştir. Mahkeme, başvurucunun işkence iddialarına ilişkin bilgi talep edilmesine karar vermiştir. MİT tarafından gönderilen yazı 11/9/2012 tarihli duruşmada okunmuştur.
15. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan 8/11/2012 tarihli duruşmada Cumhuriyet Savcısı esas hakkındaki mütalaasını vermiştir. Başvurucu, aleyhinde ifade veren kişilerin tekrar dinlenmesini talep etmiştir.
16. Başvurucu müdafii, ifade verenlerin dinlenmesine ilişkin talebini 6/12/2012 tarihli duruşmada yinelemiştir. Mahkeme, mevcut deliller ve davanın bulunduğu aşama itibarıyla yargılamaya herhangi bir katkı sağlamayacağı ve davanın sebepsiz yere uzamasına neden olacağı gerekçesiyle talebi reddetmiştir.
17. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 6/12/2012 tarihli ve E.2009/260, K.2012/295 sayılı kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütü yönetmek suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun İslami Cihat Hareketi Örgütünü M.S. ile birlikte kurup yönettiği, cihat yapacak eleman yetiştirmek amacıyla Afganistan’da kamp yeri aradığı, örgüt amacı doğrultusunda siyasi eğitim verdiği ve dinî ders adı altında propaganda içerikli ders yaptığı, çeşitli kod adları kullandığı, örgüt elemanları ile yurt dışındaki bağlantılı kişilerin ve M.S.nin irtibatını, yurt dışına çıktıktan sonra da örgütün dış ülkelerle olan bağlantısını sağladığı sonucuna ulaşmıştır.
18. Mahkeme, daha önce mahkûmiyetlerine karar verilmiş olan R.A., İ.T., M.E.C. ve M.S.nin DGM dosyasındaki beyanlarını, teşhis tutanaklarını, 5/4/2000 tarihli arama tutanağını dikkate alarak başvurucunun savunmalarına itibar etmemiştir. Arama tutanağına göre R.A.nın ifadesi doğrultusunda bir evde yapılan aramada kilitli bir oda içinde şu eşyalar ele geçirilmiştir: başvurucunun İslami dersler esnasında kullandığını belirttiği kitaplar, matbu kâğıtlar, bilgisayar çıktıları, video kaset, şifrelenmiş yazı, öz eleştiri raporu, başka bir kişiye ait öğrenci belgeleri, el yazısı notlar, “Direniş” isimli bir gazete, boş bilgisayar kasası ve klavye.
19. Başvurucu bu kararı; cezalandırılmasına yeterli delil bulunmadığı, karara bağlandığı süreçte insanların ne şekilde suçlanıp yargılandığı gözetildiğinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/86 ve K.2000/159 sayılı dosyasına dayanılmasının hatalı olduğu, M.E.C.nin Mahkeme huzurunda verdiği ifadesinin suçsuzluğunu ortaya koyduğu, Mahkemenin buna rağmen tanığın duruşmadaki ifadesini dikkate almayıp diğer dosya içindeki ifadesini esas aldığı, Mahkeme önünde ifade veren tanıkların ifadelerinin de dikkate alınmadığı gerekçeleriyle temyiz etmiştir.
20. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 17/5/2013 tarihli ve E.2013/3819, K.2013/7638 sayılı ilamı ile mahkûmiyet hükmünü onamıştır.
21. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca tanzim edilen müddetname 3/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Başvuru 30/9/2013 tarihinde Cezaevi vasıtasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve 7/10/2013 tarihinde Başsavcılık tarafından Anayasa Mahkemesine iletilmiştir.
2. İşkence İddialarının Soruşturulması
23. Başvurucunun yargılama aşamasında ileri sürdüğü işkence iddialarına ilişkin Mahkeme tarafından bir suç ihbarının yapılmadığı ve başvurucunun da Savcılığa şikâyette bulunmadığı anlaşılmaktadır.
24. Başvurucu, işkence gördüğüne dair iddialarını da dile getirdiği ve 28 Şubat’la ilgili soruşturma ve davaya müdahil olmak istediğine dair 18/2/2013 tarihli Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben gönderdiğini belirttiği bir dilekçe örneğini dosyaya sunmuştur. Başvurucu, dilekçesine ilişkin olarak kendisine herhangi bir cevap verilmediğini ileri sürmektedir.
25. Başvurucunun, kendisine vasi olarak atandığını belirttiği eşi tarafından da ayrı bir şikâyette bulunulmuştur.
26. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 13/9/2013 tarihinde; bu iddiaların yargılama aşamasında da dile getirilmiş olmasına rağmen Mahkeme tarafından mahkûmiyet hükmü kurulduğu, dosyanın Yargıtayda olduğu, Mahkeme kararının temyiz aşamasında başvurucunun iddiaları da dikkate alınarak değerlendirileceği, yargı süreci kesinleşmediğinden Yargıtay kararının beklenmesi gerektiği, kesinleşmenin ardından şikâyete konu hususların yargılamanın yenilenmesi talebine konu olacağı gerekçeleriyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.
27. Bu karar müşteki olan başvurucunun eşine 29/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.
B. İlgili Hukuk
28. Silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek suçu 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 21/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; 1999 yılında işkence ve tehditlere maruz bırakıldığı, Mahkemenin bu husustaki tanıklarından sadece ikisini dinlediği fakat bu ifadeler yerine kurum tarafından gönderilen görüşe itibar ettiği gerekçesiyle Anayasa'nın 17. ve 18. maddelerindeki haklarının ihlal edildiğini; somut delil olmaksızın bir önceki dosyada sanık olan kişilerin işkence altında verdikleri yalan ifadelere dayalı mahkûm edildiğini, bu kişilerden M.E.C.nin duruşmadaki ifadesinde beyanlarının doğru olmadığını söylemesine rağmen dikkate alınmadığını, M.S. adı altında ifade veren tanığın gerçekte başka bir kişi olduğunu, gerçek M.S.nin ve aleyhinde beyanda bulunan tanıkların tekrar dinlenmesine ve soruşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerinin kabul edilmediğini, tanıklarının ifadesinin alınmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesiyle korunan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Başvurucu 9/1/2014 tarihli dilekçesi ile işkence iddialarının etkili biçimde soruşturulmamasından ve tanıkların işkence altında verdikleri ifadelerin hükme esas alınmasından, karşı görüşlerinde ise duruşmada hazır ettiği tanıkların dinlenmediğinden şikâyetçi olmuştur.
32. Başvurucu bu nedenlerle soruşturma genişletilerek adil bir şekilde yargılanmayı, tutukluluk hâlinin kaldırılmasını, maddi ve manevi tazminat için toplamda kendisine 150.000 TL ödenmesini ve Türk vatandaşlığına kabul edilmeyi talep etmiştir.
B. Değerlendirme
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
34. Başvurucunun, işkence gördüğüne ve bu konuda etkili bir soruşturma yapılmadığına yönelik iddialarının, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla korunan işkence yasağı çerçevesinde incelenmesi gerekir. Duruşmada dinlenen tanık ifadesine itibar edilmediğine (gerekçeli karar hakkı), ifadeleri hükme esas alınan tanıkların Mahkemede dinlenilmediği ve bu yöndeki taleplerinin reddedildiği (aleyhte beyanda bulunan tanıkları sorgulama hakkı), tanıklarının Mahkemece dinlenilmediğine (tanıklarının dinlenmesini sağlama hakkı) ve bir önceki dosyada işkence altında ifade verdiklerini ileri sürdüğü tanık ifadelerinin hükme esas alındığına (hukuka aykırı delil yasağı) yönelik şikâyetler ise Anayasa’nın 36. maddesindeki adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmelidir.
1. Başvuru Tarihinin Tespiti
35. Başvurucu 30/9/2013 tarihinde bireysel başvuru harcını yatırmış ve kapalı zarf içindeki formu, Anayasa Mahkemesine iletilmek üzere hükümlü olarak tutulmakta olduğu Cezaevi idaresine teslim etmiştir. Kapalı zarf, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir.
36. Bu itibarla bireysel başvurunun yapıldığı an olarak hangi tarihin esas alınacağının tespiti önem taşımaktadır.
37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Bireysel başvurular, bu Kanunda ve İçtüzükte belirtilen şartlara uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılabilir. Başvurunun diğer yollarla kabulüne ilişkin usul ve esaslar İçtüzükle düzenlenir.”
38. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) “Başvurunun yapılabileceği yerler” kenar başlıklı 63. maddesinin (1) ila (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bireysel başvurular, Kanunda ve İçtüzükte belirtilen şartlara uygun biçimde İçtüzük ekindeki ve Mahkemenin internet sitesinde yayımlanan başvuru formuna uygun olarak Mahkemeye şahsen yapılabileceği gibi diğer mahkemeler ya da yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla da yapılabilir.
(2) Usulünce hazırlanan başvuru formu, harç tahsil makbuzuyla birlikte yukarıda belirtilen yerlere teslim edildiğinde başvurucu ya da temsilcisine alındı belgesi verilir ve bu tarih, başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilir.
(3) Mahkemeler ya da yurt dışı temsilciliklerine teslim edilen başvuru formu ve ekleri gerekli kayıt işlemleri yapılıp fiziki ve elektronik ortamda Mahkemeye gönderilir. Dava ve diğer yargılama işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirildiği hallerde UYAP kullanılarak veriler kaydedilir ve saklanır.”
39. İçtüzük’ün “Form ve eklerinin ön incelemesi ve eksiklikler” kenar başlıklı 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“(3) Başvurunun; süresinde yapılmadığı, 59 uncu ve 60 ıncı maddelerdeki şekil şartlarına uygun olmadığı ve tespit edilen eksikliklerin verilen kesin sürelerde tamamlanmadığı hâllerde Komisyonlar Başraportörü tarafından reddine karar verilir ve başvurucuya tebliğ edilir. Bu karara tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde Komisyona itiraz edilebilir. Bu konuda Komisyonların verdiği kararlar kesindir.”
40. Anılan mevzuat hükümleri incelendiğinde şahsen başvuruda bulunulmaması hâlinde bireysel başvuru için aracı kılınacak kurumlar olarak sadece mahkemelere ve yurt dışı temsilciliklerin yetkili kılındığı görülmektedir. Cezaevi idareleri ve Cumhuriyet başsavcılıkları bu kurumlar arasında sayılmamıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun “Bireysel başvuruların mahkemeler tarafından iletilmesinde yaşanan aksaklıklar” konulu 24/2/2014 tarihli ve 2012/118/7349 sayılı yazılarıyla da Cumhuriyet başsavcılıkları aracılığıyla başvuru yapılmasının İçtüzük hükmüne aykırı olacağı hususu, mahkemelere ve savcılıklara duyurulmuştur.
41. Böyle olmakla birlikte başvurunun nasıl yapılacağına dair usul kuralı yorumlanırken kişilerin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek bir yorum tarzının benimsenmemesi önem taşımaktadır (Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 40).
42. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için usule ilişkin belli şartların öngörülmesinin doğrudan mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açacağı söylenemez. Yine de mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine, kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, §§ 65, 68; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24; Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, § 31).
43. Anayasa Mahkemesi, birçok olayda 6216 sayılı Kanun’da ve İçtüzük’te belirtilmemesine rağmen Cumhuriyet başsavcılıkları kanalıyla gelen başvuruları usulüne uygun biçimde yapılmadıkları gerekçesiyle reddetmemekte ve başvuruların kabul edilebilirliğine ve esasına ilişkin incelemesini yapmaktadır (Veli Küçük, B. No: 2013/6099, 16/7/2014, § 2; Ömer Faruk Şah, B. No: 2014/232, 17/7/2014, § 2; Diyadin Sert, B. No: 2014/14310, 12/3/2015, § 2; Murat Azparlak, B. No: 2014/1432, 7/7/2015, § 2). Bu itibarla bireysel başvuruda bulunmak için Cumhuriyet başsavcılıklarının aracı kılınması, başvurunun reddi sonucunu doğurmayacak usule ilişkin bir eksiklik seviyesinde kalmaktadır.
44. Somut başvuru yönünden başvurucu, Cezaevinde bulunması nedeniyle başvuru formu ve eklerini Anayasa Mahkemesine iletilmek üzere Cezaevi idaresine teslim etmiştir. Cezaevi idaresi de kapalı zarf içindeki belgeleri aynı amaçla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucunun ilgili belgeleri bizzat teslim etme imkânından yoksun olduğu dikkate alındığında başvuru formunun yetkili Cezaevi idaresine verildiği tarihin bireysel başvuru tarihi olarak kabul edilmesi gerekir. Formun yetkili Cezaevi idaresinin uhdesine geçmesinden sonra geçen süreden başvurucuyu sorumlu tutmak, bireysel başvurunun amacıyla ve mahkemeye erişim hakkının özüyle bağdaşmaz.
45. Formun, doğrudan Anayasa Mahkemesine gönderilmek amacıyla mı yoksa Cumhuriyet başsavcılığı aracı kılınmak üzere mi Cezaevi idaresine verildiğinin bu anlamda bir önemi bulunmamaktadır. Başsavcılık vasıtasıyla gelmiş olması yeterli görülmelidir.
46. Sonuç olarak başvuru formunun Cezaevi idaresine teslim edildiği 30/9/2013 tarihinin bireysel başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilmesi gerekir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
47. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
48. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”
i. İşkence Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvurucu, 1999 yılında kaçırılarak işkenceye maruz bırakılmasından şikâyet etmektedir.
50. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. ”
51. 6216 sayılı Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir. Bu açık düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş ya da sonuçlanmış hususları da içerecek şekilde Mahkemenin yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.
52. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
53. Somut olayda başvurucunun işkence gördüğünü belirttiği tarihin 1999 yılı olduğu ve bahsedilen işkencenin, bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden önce gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
54. Dolayısıyla başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. İşkence Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
55. Başvurucu, işkence iddialarına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmediğinden şikâyet etmektedir.
56. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:
“(5) Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
57. İçtüzük’ün “Başvuru süresi ve mazeret” kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
58. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen dikkate alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
59. 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasında; bireysel başvurunun, başvuru yolları açık olan kararlar için bu yolların tüketildiği, başvuru yolu bulunmayan kararlar için ise “ihlalin öğrenildiği” tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerektiği düzenlenmiştir.
60. Başvurucu ve tanıklar, işkence iddialarını yargılama aşamasında birçok kez dile getirmesine rağmen bu hususta herhangi bir suç ihbarı yapılmadığı anlaşılmaktadır. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 6/12/2012 tarihli mahkûmiyet hükmünü kurarken de işkence iddialarına ilişkin ayrı bir değerlendirmede bulunmadığı gibi araştırılmak üzere iddiaların Cumhuriyet savcılığına bildirilmesi yolunu da seçmemiştir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesine karşı verdiği temyiz dilekçesinde işkence iddialarına ilişkin herhangi bir hususa yer vermemiştir (bkz. § 18).
61. Dolayısıyla işkence iddialarının temyiz aşamasında ileri sürülmemesi nedeniyle iddialarına yönelik bir soruşturma başlatılmayacağını, başvurucunun en geç İlk Derece Mahkemesinin karar verdiği 6/12/2012 tarihinde öğrendiğinin kabul edilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İçöz/Türkiye (k.k.), B. No: 54919/00, 9/1/2003; Kenar/Türkiye (k.k.), B. No: 67215/01, 1/12/2005; Mehmet Reşit Arslan/Türkiye, B. No: 31320/02, 31/1/2008, §§ 23‑25).
62. Bununla birlikte başvurucu, işkence yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin şikâyetini ilk defa 9/1/2014 tarihli dilekçesinde yani bireysel başvuru için öngörülen otuz günlük süreden sonra dile getirmiştir.
63. Başvurucunun aynı işkence iddialarına ilişkin 18/2/2013 tarihinde verdiğini ileri sürdüğü dilekçesi ile başvurucunun müşteki olarak yer almadığı ve sonrasında kovuşturmaya yer olmadığı kararının itiraz edilmeksizin kesinleştiği eşinin şikâyet dilekçesi de bu süreyi tekrar başlatmayacaktır.
64. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
i. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
65. Başvurucu, duruşmada lehine ifade veren tanıkların ifadelerinin Mahkeme tarafından dikkate alınmadığından şikâyet etmektedir.
66. Bakanlık yazısında, Lokman Sapan (B. No: 2013/723, 21/11/2013) kararına atıf yapılarak başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olması nedeniyle görüş sunulmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.
67. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı çıkmıştır.
68. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tanıkların Dinlenmesi ile Aleyhte Beyanda Bulunan Tanıkları Sorgulama Hakkının ve Hukuka Aykırı Delil Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
69. Başvurucu; duruşmada hazır ettikleri ya da dinlenilmesini talep ettikleri tanıklarının dinlenmediğinden, başka bir dosyada ifade veren tanıkları Mahkeme huzurunda sorgulayamadığından ve bu tanıkların ifadelerinin işkence altında alınması nedeniyle hukuka aykırı delil niteliğinde olduğundan şikâyet etmiştir.
70. Bakanlık yazısında; başvurucunun dinlenmesini talep ettiği tanıklardan duruşmada hazır ettiklerinin Mahkeme önünde ifade verdiği, başvurucu vekilinin daha önce soruşturmanın genişletilmesi talebi bulunmadığını söylemesine rağmen son duruşmada yaptığı talebinin reddedildiği, Mahkemenin dayandığı tek delilin okunmasıyla yetinilen tanık ifadeleri olmadığı, teşhis tutanakları, bilgisayar çıktıları gibi diğer belgelerin de mahkûmiyete esas alındığı belirtilmiştir.
71. Başvurucu; aramada ele geçen malzemelerin suçla ilişkisinin kurulmadığını, sorgulamasına izin verilmeyen tanık beyanları dışında mahkûmiyetini gerektirecek bir delil bulunmadığını, bazı tanıklarını Mahkemede hazır etmesine rağmen ifadelerinin alınmadığını, tanıkların dinlenmesi talebinden hiç vazgeçmediğini ileri sürmüştür.
72. Anayasa’nın 148. maddesinin (3) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
73. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
74. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği öncelikle olağan başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 18, 19).
75. Öte yandan olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dile getirilmeyen iddialar, bireysel başvuruya konu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
76. Başvuruya konu olay bakımından yukarıdaki şikâyetlerin bir kısmının 30/9/2013 tarihinden sonra Anayasa Mahkemesine sunulan beyanlarda dile getirilmiş olduğu anlaşılmakla birlikte belirtilen iddiaların hiçbirinin temyiz dilekçesine konu edilmediği anlaşılmaktadır. Başvurucu temyiz talebini, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/86, K.2000/159 sayılı dosyasının hükme esas alınmasının hatalı olduğuna ve duruşmada dinlenen tanık ifadelerinin gözetilmemesine hasretmiştir. Belirtilen dosyanın, Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi dosyasının devamı olup olmadığı konusunda bir açıklama getirilmemekle birlikte öyle olsa bile temyiz dilekçesinde hukuka aykırı delil hususuna bir atıf bulunmamaktadır. Başvurucunun soruşturmanın genişletilmesi talebinin de tanık dinlenmesine ilişkin olduğu görülmüştür.
77. Bu itibarla iddia ettiği hak ihlallerinin temyiz aşamasında düzeltilmesi imkânını yargılama makamlarına tanımaksızın başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle bireysel başvuruya konu edilen şikâyetler Derece Mahkemeleri önünde ileri sürülmeksizin ilk defa bireysel başvuru aşamasında dile getirilmiştir (Metin Polat, B. No: 2013/1145, 10/6/2015, § 25).
78. Dolayısıyla başvurucunun anılan şikâyetlerinin diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
79. Başvurucu, daha önceki bir dosyada ifade veren kişilerden M.E.C.nin Mahkemede de dinlenildiğini fakat ifadesinin hükme esas alınmadığını iddia etmiştir.
80. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
81. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
82. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1. Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir. …”
83. Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
84. Hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, Anayasa'nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 31).
85. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Anayasa'nın 36. maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM içtihatları uyarınca bir mahkemenin, yargılamanın taraflarının esaslı iddialarına yanıt vermekten ve tarafların temel şikâyetlerini incelemekten kaçınması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).
86. Mahkemeler “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33); tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri, § 34).
87. Zira bir davada tarafların hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığını ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri, § 38).
88. Mahkemelerin bu yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Diğer bir ifadeyle derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
89. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
90. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
91. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme; davanın sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması gerekmez. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların, mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması beklenir (Sencer Başat ve diğerleri, § 37).
92. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26). Başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması ise gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Faik Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
93. Somut olay yönünden Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun mahkûmiyeti cihetine giderken Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin dosyasında bulunan R.A., M.E.C., İ.T. ve M.S. isimli kişilerin ifadelerine, bu şahıslara yaptırılan teşhis işlemine ilişkin tutanaklara ve R.A.nın ifadesi doğrultusunda gerçekleşen aramada ele geçen malzemelere dayanmıştır. Bu delillerin bir bütün olarak ele alınması sonucunda da başvurucunun savunmasına itibar edilmediği belirtilmiştir.
94. Bu itibarla teşhis tutanaklarını da kapsayacak biçimde tanık ifadelerinin, başvuruya konu yargılamanın esaslı delillerini teşkil ettiği açıktır. Belirtilen tanıklardan sadece M.E.C. Mahkeme huzurunda dinlenmiş ve tanık, başvurucunun üzerine atılı eylemleri işlemediği yönünde beyanda bulunmuştur. M.E.C. ayrıca beyanları hükme esas alınan ve diğer dosyada ifade veren diğer kişilerin duruşmada okunan ifadelerini şüpheye düşürür biçimde suçtan kurtulmak amacıyla başvurucu aleyhinde beyanda bulunduklarını ileri sürmüştür. Ağır Ceza Mahkemesi bununla birlikte tanığın bu ifadesini gerekçeli kararında irdelememiştir. Yargıtay aşamasında da M.E.C.nin ifadesinin neden sonuca etkili görülmediğine yönelik bir gerekçelendirme yapılmamıştır.
95. Diğer yandan ceza muhakemesi hukukumuzda duruşmanın doğrudan doğruya olma (yüz yüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup hüküm verecek olan mahkeme hâkimi sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya gelecek, herhangi bir vasıta olmadan örneğin beyan delilini dinleyecek ve belge delilini okuyacaktır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18/2/2014 tarihli ve E.2013/4-242, K.2014/79 sayılı kararı).
96. İfadeleri başvurucunun mahkûmiyete dayanak yapılan kişiler arasında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin bizzat dinlediği yegane tanık M.E.C.dir. Bu nedenle doğrudan doğruya olma ilkesi de M.E.C.nin beyanlarının gerekçeli kararda tartışılmasını gerektirmektedir.
97. Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerinin hangi delile dayanarak karar vermeleri gerektiğinin tespiti değilse de sonuca etkili iddia, savunma ve delillerin kararın gerekçesinde karşılanıp karşılanmadığı adil yargılanma hakkı çerçevesinde yapılacak incelemenin haricinde bırakılamaz.
98. Yukarıda açıklanan hususlar dikkate alındığında M.E.C.nin ve diğer tanıkların başka bir dosya kapsamında alınan ve duruşmada okunulmasıyla yetinilen ifadelerinin, neden M.E.C.nin bizzat hükmü veren Mahkeme önünde vermiş olduğu ifadesine üstün tutulduğunun kararda ve Yargıtay ilamında değerlendirilmemesi, sonuca etkili bir delilin ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması sonucunu doğurmuştur.
99. Bu nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
100. Başvurucu, soruşturma genişletilerek adil bir şekilde yargılanma, tutukluluk hâlinin kaldırılması, Türk vatandaşlığına kabul edilmesi ve 150.000 TL tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
101. Bakanlık yazısında, ihlalin ortadan kaldırılması için başka bir yöntemin benimsenmemesi hâlinde hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı belirtilmiştir.
102. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
103. Mevcut başvuruda, Mahkeme kararlarının yeterince gerekçelendirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olduğundan ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
104. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş ise de yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucu bakımından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
105. Başvurucunun diğer taleplerine ilişkin bir karar verilmesine ise gerek görülmemiştir.
106. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harcının başvurucuya ödenmesine, başvurucunun diğer taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İşkence yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik ve süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tanıklarının dinlenmesi ve aleyhte beyanda bulunan tanıkları sorgulama ile hukuka aykırı delil yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK 250. madde ile görevli) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucunun diğer taleplerine ilişkin karar verilmesine YER OLMADIĞINA,
F. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için YASAL FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.