TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BAHAA JOUGHEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7643)
|
|
Karar Tarihi: 21/1/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucu
|
:
|
Bahaa
JOUGHEL (Suriye vatandaşı)
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, işkenceye maruz
bırakılma ve buna ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle işkence
yasağının; işkence altında alınan tanık ifadelerinin hükme esas alınması,
savunma tanıklarının dinlenmemesi, aleyhte beyanda bulunan tanıkların mahkeme
huzurunda sorgulanamaması ve duruşmada dinlenen tanığın ifadesinin dikkate
alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 30/9/2013 tarihinde
Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz
Kurumu (Cezaevi) vasıtasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve
Başsavcılık tarafından 7/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine iletilmiştir.
Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık,
görüşünü 15/9/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş 28/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/10/2015 tarihinde ibraz
etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucu
Hakkındaki Ceza Davası
8. İslami Cihat Hareketi Örgütü
yöneticisi ve üyesi olmak suçundan bazı sanıkların mahkûmiyetiyle sonuçlanan
Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2000/86 ve K.2000/159 sayılı
dosyasında başvurucunun ismi de şüpheli olarak geçmektedir. Yakalanıp
ifadesinin alınamaması nedeniyle başvurucu hakkındaki evrakın tefrikine karar
verilmiştir.
9. Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesi 27/8/2007 tarihinde başvurucuyla ilgili olarak yakalama emri
çıkartmıştır.
10. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı 3/7/2009 tarihinde “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme”
suçundan cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında iddianame düzenlemiştir.
İddianamede, yukarıdaki dosyada haklarında mahkûmiyet hükmü kurulan sanıklar
M.E.C. ve İ.T.nin kolluktaki ifadelerine,
başvurucunun kayınbiraderi olduğunu söyleyen M.S.nin
kolluk ve Savcılıkta, hükümden sonra da 29/7/2003 tarihli ve 4959 sayılı
Topluma Kazandırma Kanun’u kapsamında Mahkemeye verdiği ifadesine, bu kişilere
yaptırılan teşhis tutanaklarına dayanılmıştır. M.S.nin
önceki dosyada Mahkemeye verdiği ifadesinden kolluk ve Savcılıktaki beyanlarını
kabul etmediği anlaşılmaktadır.
11. Dava, (kapatılan) Ankara 11.
Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250. madde ile görevli) görülmeye başlanmıştır.
12. Başvurucu 15/3/2012
tarihinde yakalanmıştır. Başvurucu ifadesinde M.E.C.yi
eşleri münasebetiyle tanıdığını, ona İslami konularda dersler verdiğini; M.S.nin, ablasının eşi olduğunu ve 18 yıldır Suriye’de
cezaevinde bulunduğunu, daha önceki bir tarihte ailelerini de götürmenin mümkün
olup olmadığını anlamak için M.E.C. ile birlikte Afganistan’a gittiklerini,
Türkiye’ye döndüğünde sivil polis olduklarını söyleyen kişilerin kendisini yedi
gün boyunca alıkoyduğunu, kendisini darbettiklerini,
belirttikleri eylemleri yaptığı takdirde vatandaşlık verileceğini yoksa
Suriye'ye iade edeceklerini söylediklerini, sonrasında baskılara dayanamayıp
Pakistan’a gittiğini belirtmiş ve suçlamaları reddetmiştir.
13. 24/5/2012 tarihli duruşmada
başvurucunun hazır ettiği üç tanık dinlenmiştir. Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik
Mahkemesinin E.200/86 sayılı dosyasında mahkûm olan M.E.C., Emniyet ve Savcılık
ifadelerini baskı altında verdiğini, Emniyette işkence gördüğünü, silahlı
örgütten ceza vereceklerini düşündüğünden cezadan kurtulmak için yurt dışında
bulunan başvurucunun ismini verdiğini, başvurucunun olaylarla herhangi bir
ilgisinin bulunmadığını söylemiştir. C.B., 1999 yılında bulundukları yerdeki
karakol görevlilerinin başvurucunun MİT’e götürüldüğünü söylediğini, altı yedi
gün sonra çıktığında ise başvurucunun yüzünün gözünün kararmış ve konuşamaz
durumda olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun kardeşi olan L.S.; başvurucunun
1999 yılında bir hafta kaybolduğunu, bir gece geldiğinde ise çok kötü durumda
olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, bu tanığa tehdit altında bulunduğunu ve
kendisini kaçıran kişilerce bazı eylemler yapmasının kendisinden istendiğini
söylemiştir. Duruşmada söz alan başvurucu, kendisi hakkında ifade veren M.S.
adlı kişinin, gerçekte akrabası olmayan “Mahmut” isimli kişi olduğunu,
tutuklanınca eniştesinin ismini verdiğini, daha sonrasında başka bir kişi
olduğunu beyan ettiğini, eniştesi olan gerçek M.S.nin
Suriye'de tutuklu olduğunu ileri sürmüştür.
14. Başvurucu 21/6/2012 tarihli
duruşmaya ilişkin verdiği dilekçesinde eniştesi M.S. imiş gibi ifade veren
“Mahmut” isimli kişinin daha sonrasında kamu makamlarına başvurarak gerçek
kimliğini ortaya koyduğunu, tanık M.E.C.nin verdiği
ifadeyle diğer dosya sanıklarının suçu kendisine atmaya çalıştıklarının
kesinleştiğini belirtmiştir. Başvurucu, o ifadelere dayanılması durumunda
ilgili kişilerin dinlenilmesi gerektiğini ifade ederek bu doğrultuda talepte
bulunmuştur. Başvurucu vekili, başvurucunun dilekçesini tekrarlamış; tanıkların
dinlendiğini ve delillerin toplandığını söylemiştir. Mahkeme, başvurucunun
işkence iddialarına ilişkin bilgi talep edilmesine karar vermiştir. MİT
tarafından gönderilen yazı 11/9/2012 tarihli duruşmada okunmuştur.
15. Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesinde yapılan 8/11/2012 tarihli duruşmada Cumhuriyet Savcısı esas
hakkındaki mütalaasını vermiştir. Başvurucu, aleyhinde ifade veren kişilerin tekrar
dinlenmesini talep etmiştir.
16. Başvurucu müdafii, ifade verenlerin dinlenmesine ilişkin talebini
6/12/2012 tarihli duruşmada yinelemiştir. Mahkeme, mevcut deliller ve davanın
bulunduğu aşama itibarıyla yargılamaya herhangi bir katkı sağlamayacağı ve
davanın sebepsiz yere uzamasına neden olacağı gerekçesiyle talebi reddetmiştir.
17. Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesi 6/12/2012 tarihli ve E.2009/260, K.2012/295 sayılı kararı ile
başvurucunun silahlı terör örgütü yönetmek suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası
ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun İslami
Cihat Hareketi Örgütünü M.S. ile birlikte kurup yönettiği, cihat yapacak eleman
yetiştirmek amacıyla Afganistan’da kamp yeri aradığı, örgüt amacı doğrultusunda
siyasi eğitim verdiği ve dinî ders adı altında propaganda içerikli ders
yaptığı, çeşitli kod adları kullandığı, örgüt elemanları ile yurt dışındaki
bağlantılı kişilerin ve M.S.nin irtibatını, yurt
dışına çıktıktan sonra da örgütün dış ülkelerle olan bağlantısını sağladığı
sonucuna ulaşmıştır.
18. Mahkeme, daha önce
mahkûmiyetlerine karar verilmiş olan R.A., İ.T., M.E.C. ve M.S.nin
DGM dosyasındaki beyanlarını, teşhis tutanaklarını, 5/4/2000 tarihli arama
tutanağını dikkate alarak başvurucunun savunmalarına itibar etmemiştir. Arama
tutanağına göre R.A.nın
ifadesi doğrultusunda bir evde yapılan aramada kilitli bir oda içinde şu
eşyalar ele geçirilmiştir: başvurucunun İslami dersler esnasında kullandığını
belirttiği kitaplar, matbu kâğıtlar, bilgisayar çıktıları, video kaset,
şifrelenmiş yazı, öz eleştiri raporu, başka bir kişiye ait öğrenci belgeleri,
el yazısı notlar, “Direniş” isimli bir gazete, boş bilgisayar kasası ve klavye.
19. Başvurucu bu kararı;
cezalandırılmasına yeterli delil bulunmadığı, karara bağlandığı süreçte
insanların ne şekilde suçlanıp yargılandığı gözetildiğinde Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2000/86 ve K.2000/159 sayılı dosyasına dayanılmasının hatalı
olduğu, M.E.C.nin Mahkeme huzurunda verdiği
ifadesinin suçsuzluğunu ortaya koyduğu, Mahkemenin buna rağmen tanığın
duruşmadaki ifadesini dikkate almayıp diğer dosya içindeki ifadesini esas
aldığı, Mahkeme önünde ifade veren tanıkların ifadelerinin de dikkate
alınmadığı gerekçeleriyle temyiz etmiştir.
20. Yargıtay 9. Ceza Dairesi
17/5/2013 tarihli ve E.2013/3819, K.2013/7638 sayılı ilamı ile mahkûmiyet
hükmünü onamıştır.
21. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca tanzim edilen müddetname 3/9/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
22. Başvuru 30/9/2013 tarihinde
Cezaevi vasıtasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve 7/10/2013
tarihinde Başsavcılık tarafından Anayasa Mahkemesine iletilmiştir.
2. İşkence
İddialarının Soruşturulması
23. Başvurucunun yargılama
aşamasında ileri sürdüğü işkence iddialarına ilişkin Mahkeme tarafından bir suç
ihbarının yapılmadığı ve başvurucunun da Savcılığa şikâyette bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
24. Başvurucu, işkence gördüğüne
dair iddialarını da dile getirdiği ve 28 Şubat’la ilgili soruşturma ve davaya
müdahil olmak istediğine dair 18/2/2013 tarihli Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına hitaben gönderdiğini belirttiği bir dilekçe örneğini dosyaya
sunmuştur. Başvurucu, dilekçesine ilişkin olarak kendisine herhangi bir cevap
verilmediğini ileri sürmektedir.
25. Başvurucunun, kendisine vasi
olarak atandığını belirttiği eşi tarafından da ayrı bir şikâyette
bulunulmuştur.
26. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı 13/9/2013 tarihinde; bu iddiaların yargılama aşamasında da dile
getirilmiş olmasına rağmen Mahkeme tarafından mahkûmiyet hükmü kurulduğu,
dosyanın Yargıtayda olduğu, Mahkeme kararının temyiz
aşamasında başvurucunun iddiaları da dikkate alınarak değerlendirileceği, yargı
süreci kesinleşmediğinden Yargıtay kararının beklenmesi gerektiği,
kesinleşmenin ardından şikâyete konu hususların yargılamanın yenilenmesi
talebine konu olacağı gerekçeleriyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına
karar vermiştir.
27. Bu karar müşteki olan
başvurucunun eşine 29/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve itiraz edilmeksizin
kesinleşmiştir.
B. İlgili
Hukuk
28. Silahlı terör örgütü kurmak
veya yönetmek suçu 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 21/1/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; 1999 yılında
işkence ve tehditlere maruz bırakıldığı, Mahkemenin bu husustaki tanıklarından
sadece ikisini dinlediği fakat bu ifadeler yerine kurum tarafından gönderilen
görüşe itibar ettiği gerekçesiyle Anayasa'nın 17. ve 18. maddelerindeki
haklarının ihlal edildiğini; somut delil olmaksızın bir önceki dosyada sanık
olan kişilerin işkence altında verdikleri yalan ifadelere dayalı mahkûm
edildiğini, bu kişilerden M.E.C.nin duruşmadaki
ifadesinde beyanlarının doğru olmadığını söylemesine rağmen dikkate
alınmadığını, M.S. adı altında ifade veren tanığın gerçekte başka bir kişi
olduğunu, gerçek M.S.nin ve aleyhinde beyanda bulunan
tanıkların tekrar dinlenmesine ve soruşturmanın genişletilmesine yönelik
taleplerinin kabul edilmediğini, tanıklarının ifadesinin alınmadığını
belirterek Anayasa'nın 36. maddesiyle korunan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
31. Başvurucu 9/1/2014 tarihli
dilekçesi ile işkence iddialarının etkili biçimde soruşturulmamasından ve
tanıkların işkence altında verdikleri ifadelerin hükme esas alınmasından, karşı
görüşlerinde ise duruşmada hazır ettiği tanıkların dinlenmediğinden şikâyetçi
olmuştur.
32. Başvurucu bu nedenlerle
soruşturma genişletilerek adil bir şekilde yargılanmayı, tutukluluk hâlinin
kaldırılmasını, maddi ve manevi tazminat için toplamda kendisine 150.000 TL
ödenmesini ve Türk vatandaşlığına kabul edilmeyi talep etmiştir.
B. Değerlendirme
33. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
34. Başvurucunun,
işkence gördüğüne ve bu konuda etkili bir soruşturma yapılmadığına yönelik
iddialarının, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla korunan işkence
yasağı çerçevesinde incelenmesi gerekir. Duruşmada dinlenen tanık ifadesine
itibar edilmediğine (gerekçeli karar hakkı), ifadeleri hükme esas alınan
tanıkların Mahkemede dinlenilmediği ve bu yöndeki taleplerinin reddedildiği
(aleyhte beyanda bulunan tanıkları sorgulama hakkı), tanıklarının Mahkemece
dinlenilmediğine (tanıklarının dinlenmesini sağlama hakkı) ve bir önceki dosyada
işkence altında ifade verdiklerini ileri sürdüğü tanık ifadelerinin hükme esas
alındığına (hukuka aykırı delil yasağı) yönelik şikâyetler ise Anayasa’nın 36.
maddesindeki adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmelidir.
1. Başvuru
Tarihinin Tespiti
35. Başvurucu 30/9/2013
tarihinde bireysel başvuru harcını yatırmış ve kapalı zarf içindeki formu,
Anayasa Mahkemesine iletilmek üzere hükümlü olarak tutulmakta olduğu Cezaevi
idaresine teslim etmiştir. Kapalı zarf, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından 7/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir.
36. Bu itibarla bireysel
başvurunun yapıldığı an olarak hangi tarihin esas alınacağının tespiti önem
taşımaktadır.
37. 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un “Bireysel başvuru usulü”
kenar başlıklı 47. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Bireysel başvurular, bu Kanunda ve İçtüzükte belirtilen şartlara uygun olarak
doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla
yapılabilir. Başvurunun diğer yollarla kabulüne ilişkin usul ve esaslar
İçtüzükle düzenlenir.”
38. Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) “Başvurunun yapılabileceği yerler” kenar
başlıklı 63. maddesinin (1) ila (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Bireysel başvurular, Kanunda ve İçtüzükte belirtilen şartlara uygun biçimde
İçtüzük ekindeki ve Mahkemenin internet sitesinde yayımlanan başvuru formuna
uygun olarak Mahkemeye şahsen yapılabileceği gibi diğer mahkemeler ya da yurt
dışı temsilcilikler vasıtasıyla da yapılabilir.
(2) Usulünce hazırlanan başvuru formu, harç tahsil
makbuzuyla birlikte yukarıda belirtilen yerlere teslim edildiğinde başvurucu ya
da temsilcisine alındı belgesi verilir ve bu tarih, başvurunun yapıldığı tarih
olarak kabul edilir.
(3) Mahkemeler ya da yurt dışı temsilciliklerine teslim
edilen başvuru formu ve ekleri gerekli kayıt işlemleri yapılıp fiziki ve
elektronik ortamda Mahkemeye gönderilir. Dava ve diğer yargılama işlemlerinin
elektronik ortamda gerçekleştirildiği hallerde UYAP kullanılarak veriler
kaydedilir ve saklanır.”
39. İçtüzük’ün “Form ve eklerinin ön incelemesi ve eksiklikler” kenar başlıklı 66. maddesinin (3) numaralı
fıkrası şöyledir:
“(3) Başvurunun; süresinde yapılmadığı, 59 uncu
ve 60 ıncı maddelerdeki şekil şartlarına uygun
olmadığı ve tespit edilen eksikliklerin verilen kesin sürelerde tamamlanmadığı
hâllerde Komisyonlar Başraportörü tarafından reddine
karar verilir ve başvurucuya tebliğ edilir. Bu karara tebliğ tarihinden
itibaren yedi gün içinde Komisyona itiraz edilebilir. Bu konuda Komisyonların
verdiği kararlar kesindir.”
40. Anılan
mevzuat hükümleri incelendiğinde şahsen başvuruda bulunulmaması hâlinde
bireysel başvuru için aracı kılınacak kurumlar olarak sadece mahkemelere ve
yurt dışı temsilciliklerin yetkili kılındığı görülmektedir. Cezaevi idareleri
ve Cumhuriyet başsavcılıkları bu kurumlar arasında sayılmamıştır. Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun “Bireysel
başvuruların mahkemeler tarafından iletilmesinde yaşanan aksaklıklar”
konulu 24/2/2014 tarihli ve 2012/118/7349 sayılı yazılarıyla da Cumhuriyet başsavcılıkları
aracılığıyla başvuru yapılmasının İçtüzük hükmüne aykırı olacağı hususu,
mahkemelere ve savcılıklara duyurulmuştur.
41. Böyle olmakla birlikte
başvurunun nasıl yapılacağına dair usul kuralı yorumlanırken kişilerin
mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek bir yorum tarzının benimsenmemesi
önem taşımaktadır (Kristal-İş Sendikası
[GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 40).
42. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için usule ilişkin belli
şartların öngörülmesinin doğrudan mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol
açacağı söylenemez. Yine de mahkemelerin usul kurallarını
uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı
şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul
kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde
yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine, kişilerin
davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel
hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Kamil
Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013,
§§ 65, 68; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Walchli/Fransa, B.
No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Efstathiou ve
diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24; Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §
31).
43. Anayasa Mahkemesi, birçok
olayda 6216 sayılı Kanun’da ve İçtüzük’te
belirtilmemesine rağmen Cumhuriyet başsavcılıkları kanalıyla gelen başvuruları
usulüne uygun biçimde yapılmadıkları gerekçesiyle reddetmemekte ve başvuruların
kabul edilebilirliğine ve esasına ilişkin incelemesini yapmaktadır (Veli Küçük, B. No: 2013/6099, 16/7/2014, §
2; Ömer Faruk Şah, B. No:
2014/232, 17/7/2014, § 2; Diyadin Sert,
B. No: 2014/14310, 12/3/2015, § 2; Murat Azparlak, B. No: 2014/1432, 7/7/2015, § 2). Bu
itibarla bireysel başvuruda bulunmak için Cumhuriyet başsavcılıklarının aracı
kılınması, başvurunun reddi sonucunu doğurmayacak usule ilişkin bir eksiklik
seviyesinde kalmaktadır.
44. Somut başvuru yönünden
başvurucu, Cezaevinde bulunması nedeniyle başvuru formu ve eklerini Anayasa
Mahkemesine iletilmek üzere Cezaevi idaresine teslim etmiştir. Cezaevi idaresi
de kapalı zarf içindeki belgeleri aynı amaçla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermiştir. Başvurucunun ilgili belgeleri bizzat teslim etme imkânından
yoksun olduğu dikkate alındığında başvuru formunun yetkili Cezaevi idaresine
verildiği tarihin bireysel başvuru tarihi olarak kabul edilmesi gerekir. Formun
yetkili Cezaevi idaresinin uhdesine geçmesinden sonra geçen süreden başvurucuyu
sorumlu tutmak, bireysel başvurunun amacıyla ve mahkemeye erişim hakkının
özüyle bağdaşmaz.
45. Formun, doğrudan Anayasa
Mahkemesine gönderilmek amacıyla mı yoksa Cumhuriyet başsavcılığı aracı
kılınmak üzere mi Cezaevi idaresine verildiğinin bu anlamda bir önemi
bulunmamaktadır. Başsavcılık vasıtasıyla gelmiş olması yeterli görülmelidir.
46. Sonuç olarak başvuru
formunun Cezaevi idaresine teslim edildiği 30/9/2013 tarihinin bireysel
başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilmesi gerekir.
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. İşkence
Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
47. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
48. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur
kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”
i. İşkence Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
49. Başvurucu, 1999 yılında
kaçırılarak işkenceye maruz bırakılmasından şikâyet etmektedir.
50. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen
nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. ”
51. 6216 sayılı Kanun hükmü
uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012
tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir. Bu açık düzenleme
karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş ya da sonuçlanmış hususları da
içerecek şekilde Mahkemenin yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.
52. Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin
geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 18).
53. Somut olayda başvurucunun
işkence gördüğünü belirttiği tarihin 1999 yılı olduğu ve bahsedilen işkencenin,
bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012
tarihinden önce gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
54. Dolayısıyla başvurunun bu
kısmının zaman bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. İşkence Yasağının Usul
Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
55. Başvurucu, işkence
iddialarına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmediğinden şikâyet
etmektedir.
56. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:
“(5) Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
57. İçtüzük’ün “Başvuru
süresi ve mazeret” kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“(1) Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
58. Bireysel başvurunun kabul
edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı,
bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen dikkate alınması gereken
bir başvuru koşuludur (Taner
Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
59. 6216 sayılı
Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasında; bireysel başvurunun, başvuru
yolları açık olan kararlar için bu yolların tüketildiği, başvuru yolu
bulunmayan kararlar için ise “ihlalin
öğrenildiği” tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerektiği düzenlenmiştir.
60. Başvurucu ve
tanıklar, işkence iddialarını yargılama aşamasında birçok kez dile getirmesine
rağmen bu hususta herhangi bir suç ihbarı yapılmadığı anlaşılmaktadır. Ankara
11. Ağır Ceza Mahkemesi 6/12/2012 tarihli mahkûmiyet
hükmünü kurarken de işkence iddialarına ilişkin ayrı bir değerlendirmede
bulunmadığı gibi araştırılmak üzere iddiaların Cumhuriyet savcılığına
bildirilmesi yolunu da seçmemiştir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesine karşı
verdiği temyiz dilekçesinde işkence iddialarına ilişkin herhangi bir hususa yer
vermemiştir (bkz. § 18).
61. Dolayısıyla
işkence iddialarının temyiz aşamasında ileri sürülmemesi nedeniyle iddialarına
yönelik bir soruşturma başlatılmayacağını, başvurucunun en geç İlk Derece
Mahkemesinin karar verdiği 6/12/2012 tarihinde öğrendiğinin kabul edilmesi
gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İçöz/Türkiye (k.k.),
B. No: 54919/00, 9/1/2003; Kenar/Türkiye (k.k.),
B. No: 67215/01, 1/12/2005; Mehmet Reşit Arslan/Türkiye, B. No: 31320/02, 31/1/2008, §§ 23‑25).
62. Bununla birlikte başvurucu, işkence yasağının usul boyutunun ihlal
edildiğine ilişkin şikâyetini ilk defa 9/1/2014 tarihli dilekçesinde yani
bireysel başvuru için öngörülen otuz günlük süreden sonra dile getirmiştir.
63. Başvurucunun aynı işkence
iddialarına ilişkin 18/2/2013 tarihinde verdiğini ileri sürdüğü dilekçesi ile
başvurucunun müşteki olarak yer almadığı ve sonrasında kovuşturmaya yer
olmadığı kararının itiraz edilmeksizin kesinleştiği eşinin şikâyet dilekçesi de
bu süreyi tekrar başlatmayacaktır.
64. Açıklanan
nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
i.
Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
65. Başvurucu, duruşmada lehine
ifade veren tanıkların ifadelerinin Mahkeme tarafından dikkate alınmadığından
şikâyet etmektedir.
66. Bakanlık yazısında, Lokman Sapan (B. No: 2013/723, 21/11/2013)
kararına atıf yapılarak başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olması nedeniyle görüş sunulmasına gerek görülmediği
belirtilmiştir.
67. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı çıkmıştır.
68. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan
ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Tanıkların
Dinlenmesi ile Aleyhte Beyanda Bulunan Tanıkları Sorgulama Hakkının ve Hukuka
Aykırı Delil Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
69. Başvurucu; duruşmada hazır
ettikleri ya da dinlenilmesini talep ettikleri tanıklarının dinlenmediğinden,
başka bir dosyada ifade veren tanıkları Mahkeme huzurunda sorgulayamadığından
ve bu tanıkların ifadelerinin işkence altında alınması nedeniyle hukuka aykırı
delil niteliğinde olduğundan şikâyet etmiştir.
70. Bakanlık yazısında;
başvurucunun dinlenmesini talep ettiği tanıklardan duruşmada hazır ettiklerinin
Mahkeme önünde ifade verdiği, başvurucu vekilinin daha önce soruşturmanın
genişletilmesi talebi bulunmadığını söylemesine rağmen son duruşmada yaptığı
talebinin reddedildiği, Mahkemenin dayandığı tek delilin okunmasıyla yetinilen
tanık ifadeleri olmadığı, teşhis tutanakları, bilgisayar çıktıları gibi diğer
belgelerin de mahkûmiyete esas alındığı belirtilmiştir.
71. Başvurucu; aramada ele geçen
malzemelerin suçla ilişkisinin kurulmadığını, sorgulamasına izin verilmeyen
tanık beyanları dışında mahkûmiyetini gerektirecek bir delil bulunmadığını,
bazı tanıklarını Mahkemede hazır etmesine rağmen ifadelerinin alınmadığını,
tanıkların dinlenmesi talebinden hiç vazgeçmediğini ileri sürmüştür.
72. Anayasa’nın 148. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
73. 6216
sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem
ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
74. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil
niteliği gereği öncelikle olağan başvuru
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve
kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve
başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§
18, 19).
75. Öte
yandan olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dile getirilmeyen
iddialar, bireysel başvuruya konu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere
sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
76. Başvuruya konu olay
bakımından yukarıdaki şikâyetlerin bir kısmının 30/9/2013 tarihinden sonra
Anayasa Mahkemesine sunulan beyanlarda dile getirilmiş olduğu anlaşılmakla
birlikte belirtilen iddiaların hiçbirinin temyiz dilekçesine konu edilmediği
anlaşılmaktadır. Başvurucu temyiz talebini, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2000/86, K.2000/159 sayılı dosyasının hükme esas alınmasının hatalı olduğuna
ve duruşmada dinlenen tanık ifadelerinin gözetilmemesine hasretmiştir.
Belirtilen dosyanın, Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi dosyasının devamı
olup olmadığı konusunda bir açıklama getirilmemekle birlikte öyle olsa bile
temyiz dilekçesinde hukuka aykırı delil hususuna bir atıf bulunmamaktadır.
Başvurucunun soruşturmanın genişletilmesi talebinin de tanık dinlenmesine
ilişkin olduğu görülmüştür.
77. Bu itibarla iddia ettiği hak
ihlallerinin temyiz aşamasında düzeltilmesi imkânını yargılama makamlarına
tanımaksızın başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle bireysel
başvuruya konu edilen şikâyetler Derece Mahkemeleri önünde ileri sürülmeksizin
ilk defa bireysel başvuru aşamasında dile getirilmiştir (Metin Polat, B. No: 2013/1145, 10/6/2015,
§ 25).
78. Dolayısıyla
başvurucunun anılan şikâyetlerinin diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
79. Başvurucu, daha önceki bir dosyada ifade veren kişilerden
M.E.C.nin Mahkemede de dinlenildiğini fakat ifadesinin hükme
esas alınmadığını iddia etmiştir.
80. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
81. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
82. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1. Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir. …”
83. Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli
karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
84. Hakkaniyete uygun
yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, Anayasa'nın 141. maddesinin
birinci fıkrası uyarınca mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak
düzenlenmiştir. Bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma
hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil
bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No:
2013/7800, 18/6/2014, § 31).
85. Anayasa’daki hakların etkili
bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Anayasa'nın 36. maddesine
göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını
ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa,
B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM içtihatları uyarınca bir mahkemenin,
yargılamanın taraflarının esaslı iddialarına yanıt vermekten ve tarafların
temel şikâyetlerini incelemekten kaçınması hâlinde Sözleşme’nin 6. maddesi
davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal
edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84,
85).
86. Mahkemeler “kararlarını
hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü
altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için
gerekli olmasının yanı sıra (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992,
§ 33); tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara
uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir
toplumda, kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun
öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer
Başat ve diğerleri, § 34).
87. Zira bir davada tarafların
hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve
kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığını ya da
almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek
açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması
“gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur (Sencer
Başat ve diğerleri, § 38).
88. Mahkemelerin bu yükümlülüğü,
yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde
ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Diğer bir
ifadeyle derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek
zorunda değildir (Yasemin Ekşi,
B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
89. Bir kararda tam olarak hangi
unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır.
Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların
davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu
değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu
hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
90. Aksi bir tutumla mahkemenin,
davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve
yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa
dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
91. Makul gerekçe; davaya konu
olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi
nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve
olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013,
§ 24). Gerekçelendirme; davanın sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtları
açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka
detaylı olması gerekmez. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin
diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen
delillerden karara dayanak olarak alınanların, mahkemelerce kabul edilme ve
diğerlerinin reddedilmesi hususunda makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi
sağlayacak ölçü ve özene sahip olması beklenir (Sencer Başat ve diğerleri, §
37).
92. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmalıdır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
Başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı
esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usule ilişkin
haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde
tartışılmaması ise gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Faik Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, §
49).
93. Somut olay yönünden Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi,
başvurucunun mahkûmiyeti cihetine giderken Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik
Mahkemesinin dosyasında bulunan R.A., M.E.C., İ.T. ve M.S. isimli kişilerin
ifadelerine, bu şahıslara yaptırılan teşhis işlemine ilişkin tutanaklara ve R.A.nın ifadesi doğrultusunda
gerçekleşen aramada ele geçen malzemelere dayanmıştır. Bu delillerin bir bütün
olarak ele alınması sonucunda da başvurucunun savunmasına itibar edilmediği
belirtilmiştir.
94. Bu itibarla teşhis tutanaklarını da kapsayacak biçimde
tanık ifadelerinin, başvuruya konu yargılamanın esaslı delillerini teşkil
ettiği açıktır. Belirtilen tanıklardan sadece M.E.C. Mahkeme huzurunda
dinlenmiş ve tanık, başvurucunun üzerine atılı eylemleri işlemediği yönünde
beyanda bulunmuştur. M.E.C. ayrıca beyanları hükme esas alınan ve diğer dosyada
ifade veren diğer kişilerin duruşmada okunan ifadelerini şüpheye düşürür
biçimde suçtan kurtulmak amacıyla başvurucu aleyhinde beyanda bulunduklarını
ileri sürmüştür. Ağır Ceza Mahkemesi bununla birlikte tanığın bu ifadesini
gerekçeli kararında irdelememiştir. Yargıtay aşamasında da M.E.C.nin
ifadesinin neden sonuca etkili görülmediğine yönelik bir gerekçelendirme
yapılmamıştır.
95. Diğer yandan ceza muhakemesi hukukumuzda duruşmanın
doğrudan doğruya olma (yüz yüzelik) ve sözlülük
ilkeleri esas alınmış olup hüküm verecek olan mahkeme hâkimi sanık, tanık ve
olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya gelecek, herhangi bir vasıta
olmadan örneğin beyan delilini dinleyecek ve belge delilini okuyacaktır
(Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18/2/2014 tarihli ve E.2013/4-242, K.2014/79
sayılı kararı).
96. İfadeleri başvurucunun mahkûmiyete dayanak yapılan
kişiler arasında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin bizzat dinlediği yegane tanık M.E.C.dir. Bu nedenle
doğrudan doğruya olma ilkesi de M.E.C.nin
beyanlarının gerekçeli kararda tartışılmasını gerektirmektedir.
97. Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerinin hangi
delile dayanarak karar vermeleri gerektiğinin tespiti değilse de sonuca etkili
iddia, savunma ve delillerin kararın gerekçesinde karşılanıp karşılanmadığı
adil yargılanma hakkı çerçevesinde yapılacak incelemenin haricinde bırakılamaz.
98. Yukarıda açıklanan hususlar
dikkate alındığında M.E.C.nin ve diğer tanıkların
başka bir dosya kapsamında alınan ve duruşmada okunulmasıyla yetinilen ifadelerinin,
neden M.E.C.nin bizzat hükmü veren Mahkeme önünde
vermiş olduğu ifadesine üstün tutulduğunun kararda ve Yargıtay ilamında
değerlendirilmemesi, sonuca etkili bir delilin ilgili ve yeterli gerekçeyle
karşılanmaması sonucunu doğurmuştur.
99. Bu nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
100. Başvurucu, soruşturma genişletilerek
adil bir şekilde yargılanma, tutukluluk hâlinin kaldırılması, Türk
vatandaşlığına kabul edilmesi ve 150.000 TL tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
101. Bakanlık yazısında, ihlalin
ortadan kaldırılması için başka bir yöntemin benimsenmemesi hâlinde hakkaniyete
uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı belirtilmiştir.
102. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
103. Mevcut başvuruda, Mahkeme
kararlarının yeterince gerekçelendirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olduğundan ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
104. Başvurucu maddi ve manevi
tazminat talebinde bulunmuş ise de yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın
ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucu bakımından
yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine
karar verilmesi gerekir.
105. Başvurucunun diğer
taleplerine ilişkin bir karar verilmesine ise gerek görülmemiştir.
106. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 198,35 TL harcının başvurucuya ödenmesine, başvurucunun diğer
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. İşkence yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik ve süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tanıklarının
dinlenmesi ve aleyhte beyanda bulunan tanıkları sorgulama ile hukuka aykırı
delil yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın
bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan)
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK 250. madde ile görevli) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin
REDDİNE,
E. Başvurucunun diğer
taleplerine ilişkin karar verilmesine YER OLMADIĞINA,
F. 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için YASAL FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/1/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.