TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HACI KILIÇ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7840)
Karar Tarihi: 10/3/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Yakup MACİT
Basvurucu
Hacı KILIÇ
Vekili
Av. Oya AYDIN GÖKTAŞ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işe iade davasında mahkemece tanıkların dinlenmemesi ve delillerin toplanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. 1991 yılından itibaren Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) Yol ve Asfalt Şube Müdürlüğünde çalışan başvurucu, mazeretsiz olarak işe gelmediği gerekçesiyle Fen İşleri Dairesi Başkanlığının 14/1/2010 tarihli kararı ile Disiplin Kuruluna sevk edilmiş ve hakkında soruşturma başlatılmıştır.
6. Disiplin Kurulu başvurucunun tetkik ve tedavisiyle ilgili hastaneye yazı yazmış, hastane tarafından gönderilen cevap yazısında başvurucunun 30/12/2009, 4/1/2010, 6/1/2010 ve 7/1/2010 tarihlerinde hastanede işlem yaptırmadığı belirtilmiştir.
7. Başvurucuya rahatsızlığı ve ameliyat olması nedeniyle 8/1/2010 ile 4/3/2010 tarihleri arasında rapor verilmiştir.
8. İşçi Disiplin Kurulu Başkanlığı, 22/2/2010 tarihli kararı ile başvurucunun iş akdini 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 17. maddesi gereği feshetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"...
Savunmasının incelenmesi sonucu 11/12/2009 Cuma, 23/12/2009 Çarşamba günleri için her hangi bir mazeret bildirmediği anlaşılmış,
...
30/12/2009 Çarşamba, 4/1/2010 Pazartesi, 6/1/2010 Çarşamba, ve 7/1/2010 Perşembe günleri hastanede işlem yaptırdığına dair her hangi bir belgeye rastlanmadığı gibi bugünler için mazeret beyanında bulunmayıp..
Adı geçenin 11/12/2009 tarihinden 4/3/2010 tarihine kadar kesintisiz olarak yaklaşık üç ay süre ile görevine devam edememesinin işgücü kaybına neden olması, hizmet akdinin devamında işveren açısından yarar görülmemesi nihayet Dairesince de hizmetine ihtiyaç duyulmaması nedenleri ve işin, işyerinin ve işçinin sevk ve idaresi hususunda işverenini yönetim hakkı ve yetkisi ile işletimsel karar alma özgürlüğü kapsamında adı geçenin hizmet akdinin 4857 sayılı Kanun'un 17. maddesigereği kıdem ve ihbar tazminatının ödenerek feshedilmesine oybirliği ile karar verilmiştir."
9. Başvurucu, fesih gerekçesi olarak gösterilen hususların gerçeği yansıtmadığını ve feshin Kanun'a aykırı olduğunu belirterek işe iadesi istemiyle Ankara 12. İş Mahkemesinde dava açmıştır.
10. Başvurucu, dava dilekçesinde ve 15/6/2010 tarihli dilekçede tanık deliline dayandığını belirtmiş ancak tanıklarının isim ve adreslerini dosyaya bildirmemiştir.
11. Başvurucunun o dönemdeki vekili, 4/11/2010 tarihli celsede "Dosyadaki belgelerle yetinilsin, talebimiz gibi karar verilsin." şeklinde beyanda bulunmuştur.
12. Mahkeme 11/11/2010 tarihli ve E.2010/355, K2010/563 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
Davacı vekili tarafından sunulan belgelerden davacının hastalığı nedeniyle hastaneye gittiği, çeşitli tetkikler yaptırdığı, disiplin kurulunun akdin feshi nedeni olarak bildirdiği tarihlerde davacının hastanede tetkik yaptırdığı, tetkik sonucunu almaya gittiği anlaşılmakla, aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir."
13. Davalı tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 21/11/2012 tarihli ve E.2012/25453, K.2012/25997 sayılı ilamıyla bozulmuş ve işin esasına geçilerek davanın reddine karar verilmiştir. İlam gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli veya haklı sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup, normatif dayanak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18 ve devamı maddeleridir.
4857 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.
4857 sayılı Kanun'un 18. maddesi bakımından işçinin davranışlarından kaynaklanan sebepler, işçinin aynı Kanunun 25/II. maddesinde öngörülen ve işverene derhal fesih yetkisi tanıyan haklı sebepler niteliğinde ve ağırlığında olmayan, işyerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyen, sözleşmeye aykırı davranışlarıdır. İşçinin davranışı ancak işyerinde olumsuzluklara yol açması halinde geçerli sebep olabilir. İşçinin sosyal açıdan olumsuz bir davranışı, toplumsal ve etik açıdan onaylanmayacak bir tutumu işyerinde üretim ve iş ilişkisi sürecine herhangi bir olumsuz etki yapmıyorsa geçerli sebep sayılamaz. Yargılama sırasında bu nedenlerin ağırlıkları her olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. İşçinin iyiniyet ve ahlak kurallarına uymayan davranışı sonucunda iş ilişkisine devam etmek işveren açısından çekilmez hale gelmişse, diğer bir anlatımla güven temeli çökmüşse işverenin haklı sebeple derhal fesih hakkı doğar. Buna karşılık, işçinin davranışı taraflar arasında bulunması gereken güven temelini çökertecek ağırlıkta bulunmamakla, iş ilişkisine devamı tam anlamıyla çekilmez hale getirmemekle birlikte, işin normal işleyişini bozuyorsa, işyerindeki uyumu olumsuz yönde etkiliyor ve işverenden bu nedenle iş ilişkisini yürütmesi normal olarak beklenemiyorsa 4857 sayılı Kanun'un 18/1. maddesi gereği geçerli fesih hakkı doğar.
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Somut olayda, 08.02.2010 tarihli işçi disiplin kurulu kararı ile davacı işçinin iş sözleşmesi 4857 sayılı Kanun'un 17. maddesi gereğince feshedilmiştir. Söz konusu disiplin kurulu kararında da belirtildiği gibi, davacı işçi, 30/12/2009, 6/1/2010 ve 7/1/2010 tarihlerinde hastanede işlem yaptırdığına dair herhangi bir belge ibraz edemediği gibi, işyerinden izin aldığını da kanıtlayamamıştır. Bu durumda, davacının 30/12/2009, 6/1/2010 ve 7/1/2010 tarihlerinde mazeretsiz ve izinsiz olarak işyerine gelmemek biçimindeki eylemisebebiyle işyerindeki güven ortamının zedelendiği, davacının işin yürütümünü bozan bu davranışı sebebiyle iş sözleşmesinin devamının davalı işverenden beklenemeyeceği, fesih haklı sebep boyutuna ulaşmamış ise de, sözleşmenin geçerli sebeple feshedildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda, davanın reddi gerekirken yazılı gerekçeyle kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
..."
14. Yargıtay ilamı 3/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 4857 sayılı Kanun'un 18. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz.
Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:
F) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık.
16. 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesi şöyledir:
"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir."
17. 4857 sayılı Kanun'un 21. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.
Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.
Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.
İşçi işe başlatılırsa, peşin olarak ödenen bildirim süresine ait ücret ile kıdem tazminatı, yukarıdaki fıkra hükümlerine göre yapılacak ödemeden mahsup edilir. İşe başlatılmayan işçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı ayrıca ödenir.
İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.
18. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır."
19. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 8/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun274. maddesi şöyledir:
"Şahit ikame edecek kimse evvelemirde bunların isim ve şöhreti ve mahalli ikametleriyle hüviyetlerini tayine medar olacak evsafı sairelerini muhtevi listeyi mahkemeye takdim eder. Bu listede gösterilmemiş olan kimseler şahit olarak istima olunamaz ve ikinci bir liste verilemez."
20. Mülga 1086 sayılı Kanun'un 414. maddesi şöyledir:
"İki taraftan her biri istimaını talep eylediği şahit ve ehlihibrenin veya talebine mebni icra kılınacak keşif ve sair muamelenin masrafını tediyeye ve buna kifayet edecek meblağı mahkeme veznesine tevdie mecburdur. Hakim tarafından tayin olunan müddet içinde masrafı vermeyen taraf talebinden sarfınazar etmiş addolunur."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 10/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; işe iade davasında davalı Belediyenin duruşmalara katılmadığını,Mahkemece Belediyeden istenilen belgelerin gönderilmediğini, bu nedenle delilleritoplanmadan ve tanıkları dinlenmeden karar verildiğini, lehine kararverildiği için temyiz yoluna başvurmadığını, davalı tarafın temyizi üzerine Yargıtayın hükmü bozduğunu ve davanın esastan reddine karar verdiğini, dosyanın bozularak İlk Derece Mahkemesine gönderilmemesi nedeniyle tanıklarını dinletme imkânı bulamadığını, ret kararına esas yapılan devamsızlık günlerindetetkik ve tedavi nedeniyle hastanede bulunduğu hususunu tanıklarıyla ispat edebileceğini ancak bu fırsat tanınmadan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
23. Başvurucu, işe iade davasının yargılamasında iş yeri kayıtlarının getirtilmediğini ve tanıklarının dinlenmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Başvurucunun iddiaları, adil yargılanma hakkının alt unsuru olan silahların eşitligi ilkesi kapsamında değerlendirilmiştir.
25. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
27. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme ve bilirkişi görüşüne başvurulması hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup bu ilke ve yargılamaya etkin katılım hakkı ile çelişmeli yargılama ilkesi, adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorum yapılmak suretiyle adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen bu ilke ve hakların Anayasanın 36. maddesi kapsamında yer aldığını kabul etmektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
28. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi,mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 37; Yüksel Hançer,B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 21). Silahların eşitliği ilkesi kapsamında aranan usul imkânları noktasındaki denge, tarafların tanıkları arasında da farklı muamele yapılmamasını gerektirir. Ancak yargılama sırasında bir tarafın tanığına özel bir ağırlık verilmemişse ve mahkeme hükmü başka delillerle desteklenerek oluşturulmuşsa silahların eşitliği ilkesine aykırı ve sonucu itibarıyla bir tarafı diğer taraf karşısında önemli bir dezavantaj içine sokan bir uygulamanın varlığından söz etmek mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ankerl/İsviçre, B. No. 17748/91, 23/10/1996, § 38).
29. Bunun yanı sıra adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Feldbrugge/Hollanda, B. No: 8562/79, 29/05/1986, § 44). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada da tarafların duruşmada hazır bulunmasını, daha genel bir ifade ile yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını ifade etmektedir.
30. Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur (Yüksel Hançer, § 22). Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dâhil, dermeyan ettikleri delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi hâlinde yargılama makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vidal/Belçika, B. No: 12351/86, 22/04/1992, § 34; Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/06/2004, §§ 40-42).
31. Olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı Kanun'un 274. maddesinde, tanık dinletecek tarafın öncelikle tanıklarının isim ve adreslerini mahkemeye sunması gerektiği, aynı Kanun'un 414. maddesinde ise tanık listesinin verilmesiyle tanıklık ücreti ve tebligat giderlerinin de peşinen dosyaya yatırılması gerektiği hususları düzenlenmiştir.
32. Somut olayda Ankara 12. İş Mahkemesinin E.2010/355 sayılı dosyasında başvurucunun, 15/6/2010 tarihli dilekçesinde delillerinin; İşçi Disiplin Kurulu kararı, Sağlık Kurulu raporları, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve iş yeri sicil kayıtları, tanık beyanları olduğunu belirttiği, davalı Belediyenin dosyaya herhangi bir delil bildirmediği, başvurucunun Disiplin Kurulu kararı ile hastane raporlarını dilekçe ekinde sunduğu, Mahkemenin SGK sicil kayıtlarını celp ettiği, gerekçeli karardan anlaşıldığı üzere kısa kararın tefhiminden sonra iş yeri sicil kayıtlarının dosya kapsamına alındığı anlaşılmıştır.
33. Bununla birlikte başvurucunun, Kanun gereği tanıklarının isim ve adreslerini dilekçesinde belirtmesi gerektiği hâlde yalnızca tanık deliline dayandığını belirttiği, yargılama sürecinde de tanıklarının isim ve adreslerini dosyaya bildirmediği gibi dinlenilmeleri talebinde de bulunmadığı bilakis 4/11/2010 tarihli celsede başvurucu vekilinin "Dosyadaki belgelerle yetinilsin, talebimiz gibi karar verilsin." şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
34. Başvurucunun İlk Derece Mahkemesince hüküm verilmeden önce delil olarak dosyaya getirtilmesini istediği iş yeri sicil kayıtlarının davanın çözümünde yararlı olup olmayacağı ve sonuca etki edip etmeyeceği hususlarında değerlendirme yetkisinin Mahkeme ve Yargıtaya ait olduğu; Mahkemenin, gerekçeli kararda geçen "Tarafların gösterdiği deliller toplanmış, işyeri kayıtları celp edilmiş, tüm deliller birlikte değerlendirilmiştir." ifadesine göre kısa karardan sonra dosya kapsamına alındığı anlaşılan iş yeri sicil kayıtlarını değerlendirdiği gibi Yargıtayın da bu delil çerçevesinde değerlendirme yaptığı, kaldı ki başvurucunun 4/11/2010 tarihli celsede iş yeri sicil kayıtlarının Belediye tarafından dosyaya gönderilmemesi nedeniyle mevcut belgelere göre değerlendirme yapılarak karar verilmesini açıkça talep ettiği, ayrıca tanık dinlenmeden karar verilmesi iradesini de ortaya koyduğu, esasen feshin geçerli bir sebebe dayandığının ispat yükümlülüğünün davalı Belediyeye ait olduğu davada nihai kararı veren Yargıtayın, gerekçesinde dosyadaki mevcut delillerin davanın esasının çözümünde etkili ve yeterli olduğunu belirttiği anlaşılmıştır.
35. Bu açıdan Yargıtayın bir tarafın deliline üstünlük tanıyarak taraflar arasında eşitsizlik meydana getirdiğinden bahsedilemeyeceği, başvurucunun iş yeri sicil kayıtları ve tanıkları dinlenmeden karar verilmesini talep etmesi, iş yeri sicil kayıtlarının Yargıtayın nihai kararından önce dosya kapsamına alınarak değerlendirilmesi hususları gözönüne alındığında yapılan uygulamanın, yargılamanın bütününe göre tüm süreci adaletten yoksun kılacak şekilde etkilemediği sonucuna ulaşılmıştır.
36. Açıklanan nedenlerle silahların eşitliği ilkesine yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
10/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.