TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HACI KILIÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7840)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Basvurucu
|
:
|
Hacı KILIÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Oya
AYDIN GÖKTAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işe iade davasında mahkemece tanıkların dinlenmemesi
ve delillerin toplanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
5. 1991 yılından itibaren Ankara Büyükşehir Belediyesi
(Belediye) Yol ve Asfalt Şube Müdürlüğünde çalışan başvurucu, mazeretsiz olarak
işe gelmediği gerekçesiyle Fen İşleri Dairesi Başkanlığının 14/1/2010 tarihli
kararı ile Disiplin Kuruluna sevk edilmiş ve hakkında soruşturma
başlatılmıştır.
6. Disiplin Kurulu başvurucunun tetkik ve tedavisiyle ilgili
hastaneye yazı yazmış, hastane tarafından gönderilen cevap yazısında
başvurucunun 30/12/2009, 4/1/2010, 6/1/2010 ve 7/1/2010 tarihlerinde hastanede
işlem yaptırmadığı belirtilmiştir.
7. Başvurucuya rahatsızlığı ve ameliyat olması nedeniyle
8/1/2010 ile 4/3/2010 tarihleri arasında rapor verilmiştir.
8. İşçi Disiplin Kurulu Başkanlığı, 22/2/2010 tarihli kararı ile
başvurucunun iş akdini 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 17.
maddesi gereği feshetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"...
Savunmasının incelenmesi sonucu 11/12/2009
Cuma, 23/12/2009 Çarşamba günleri için her hangi bir
mazeret bildirmediği anlaşılmış,
...
30/12/2009 Çarşamba, 4/1/2010 Pazartesi,
6/1/2010 Çarşamba, ve 7/1/2010 Perşembe günleri hastanede işlem yaptırdığına
dair her hangi bir belgeye rastlanmadığı gibi bugünler için mazeret beyanında bulunmayıp..
...
Adı geçenin 11/12/2009 tarihinden 4/3/2010
tarihine kadar kesintisiz olarak yaklaşık üç ay süre ile görevine devam
edememesinin işgücü kaybına neden olması, hizmet akdinin devamında işveren
açısından yarar görülmemesi nihayet Dairesince de hizmetine ihtiyaç duyulmaması
nedenleri ve işin, işyerinin ve işçinin sevk ve idaresi hususunda işverenini
yönetim hakkı ve yetkisi ile işletimsel karar alma
özgürlüğü kapsamında adı geçenin hizmet akdinin 4857 sayılı Kanun'un 17. maddesigereği kıdem ve ihbar tazminatının ödenerek
feshedilmesine oybirliği ile karar verilmiştir."
9. Başvurucu, fesih gerekçesi olarak gösterilen hususların
gerçeği yansıtmadığını ve feshin Kanun'a aykırı olduğunu belirterek işe iadesi
istemiyle Ankara 12. İş Mahkemesinde dava açmıştır.
10. Başvurucu, dava dilekçesinde ve 15/6/2010 tarihli dilekçede
tanık deliline dayandığını belirtmiş ancak tanıklarının isim ve adreslerini
dosyaya bildirmemiştir.
11. Başvurucunun o dönemdeki vekili, 4/11/2010 tarihli celsede "Dosyadaki belgelerle yetinilsin, talebimiz gibi
karar verilsin." şeklinde beyanda bulunmuştur.
12. Mahkeme 11/11/2010 tarihli ve E.2010/355, K2010/563 sayılı
kararıyla davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Karar
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
Davacı vekili tarafından sunulan belgelerden
davacının hastalığı nedeniyle hastaneye gittiği, çeşitli tetkikler yaptırdığı,
disiplin kurulunun akdin feshi nedeni olarak bildirdiği tarihlerde davacının
hastanede tetkik yaptırdığı, tetkik sonucunu almaya gittiği anlaşılmakla,
aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir."
13. Davalı tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 22. Hukuk
Dairesinin 21/11/2012 tarihli ve E.2012/25453, K.2012/25997 sayılı ilamıyla
bozulmuş ve işin esasına geçilerek davanın reddine karar verilmiştir. İlam
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin
geçerli veya haklı sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup, normatif
dayanak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18 ve devamı maddeleridir.
4857 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre otuz
veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan
işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin
yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin
gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.
4857 sayılı Kanun'un 18. maddesi bakımından
işçinin davranışlarından kaynaklanan sebepler, işçinin aynı Kanunun 25/II.
maddesinde öngörülen ve işverene derhal fesih yetkisi tanıyan haklı sebepler
niteliğinde ve ağırlığında olmayan, işyerinde işin görülmesini önemli ölçüde
olumsuz etkileyen, sözleşmeye aykırı davranışlarıdır. İşçinin davranışı ancak
işyerinde olumsuzluklara yol açması halinde geçerli sebep olabilir. İşçinin
sosyal açıdan olumsuz bir davranışı, toplumsal ve etik açıdan onaylanmayacak
bir tutumu işyerinde üretim ve iş ilişkisi sürecine herhangi bir olumsuz etki
yapmıyorsa geçerli sebep sayılamaz. Yargılama sırasında bu nedenlerin
ağırlıkları her olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. İşçinin iyiniyet ve ahlak kurallarına uymayan davranışı sonucunda
iş ilişkisine devam etmek işveren açısından çekilmez hale gelmişse, diğer bir
anlatımla güven temeli çökmüşse işverenin haklı sebeple derhal fesih hakkı
doğar. Buna karşılık, işçinin davranışı taraflar arasında bulunması gereken
güven temelini çökertecek ağırlıkta bulunmamakla, iş ilişkisine devamı tam anlamıyla
çekilmez hale getirmemekle birlikte, işin normal işleyişini bozuyorsa,
işyerindeki uyumu olumsuz yönde etkiliyor ve işverenden bu nedenle iş
ilişkisini yürütmesi normal olarak beklenemiyorsa 4857 sayılı Kanun'un 18/1.
maddesi gereği geçerli fesih hakkı doğar.
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci
fıkrasına göre feshin geçerli sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene
aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu
iddiasını ispatla yükümlüdür.
Somut olayda, 08.02.2010 tarihli işçi disiplin
kurulu kararı ile davacı işçinin iş sözleşmesi 4857 sayılı Kanun'un 17. maddesi
gereğince feshedilmiştir. Söz konusu disiplin kurulu kararında da belirtildiği
gibi, davacı işçi, 30/12/2009, 6/1/2010 ve 7/1/2010 tarihlerinde hastanede
işlem yaptırdığına dair herhangi bir belge ibraz edemediği gibi, işyerinden
izin aldığını da kanıtlayamamıştır. Bu durumda, davacının 30/12/2009, 6/1/2010
ve 7/1/2010 tarihlerinde mazeretsiz ve izinsiz olarak işyerine gelmemek
biçimindeki eylemisebebiyle işyerindeki güven
ortamının zedelendiği, davacının işin yürütümünü bozan bu davranışı sebebiyle
iş sözleşmesinin devamının davalı işverenden beklenemeyeceği, fesih haklı sebep
boyutuna ulaşmamış ise de, sözleşmenin geçerli sebeple
feshedildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda, davanın reddi gerekirken yazılı
gerekçeyle kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
..."
14. Yargıtay ilamı 3/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiş, 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 4857 sayılı Kanun'un 18. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran
işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş
sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya
da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorundadır. Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz.
...
Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için
geçerli bir sebep oluşturmaz:
...
F) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci
maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe
geçici devamsızlık.
..."
16. 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesi şöyledir:
"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde
sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası
ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş
mahkemesinde dava açabilir. taraflar anlaşırlarsa
uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat
yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia
ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir."
17. 4857 sayılı Kanun'un 21. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"İşverence geçerli sebep gösterilmediği
veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından
tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir
ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay
içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti
tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.
Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine
karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat
miktarını da belirler.
Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı
süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları
ödenir.
İşçi işe başlatılırsa, peşin olarak ödenen
bildirim süresine ait ücret ile kıdem tazminatı, yukarıdaki fıkra hükümlerine
göre yapılacak ödemeden mahsup edilir. İşe başlatılmayan işçiye bildirim süresi
verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin ödenmemişse, bu sürelere ait
ücret tutarı ayrıca ödenir.
İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem
kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene
başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise,
işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun
hukuki sonuçları ile sorumlu olur.
..."
18. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Diğer kanunların sözlü yahut seri
yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile
ilgili hükümleri uygulanır."
19. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 8/6/1927 tarihli ve 1086
sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun274. maddesi şöyledir:
"Şahit ikame edecek
kimse evvelemirde bunların isim ve şöhreti ve mahalli ikametleriyle
hüviyetlerini tayine medar olacak evsafı sairelerini
muhtevi listeyi mahkemeye takdim eder. Bu listede gösterilmemiş olan kimseler
şahit olarak istima olunamaz ve ikinci bir liste
verilemez."
20. Mülga 1086 sayılı Kanun'un 414. maddesi şöyledir:
"İki taraftan her biri istimaını talep eylediği şahit ve ehlihibrenin veya
talebine mebni icra kılınacak keşif ve sair muamelenin masrafını tediyeye ve
buna kifayet edecek meblağı mahkeme veznesine tevdie mecburdur. Hakim tarafından tayin olunan müddet içinde masrafı vermeyen
taraf talebinden sarfınazar etmiş addolunur."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 10/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; işe iade davasında davalı Belediyenin duruşmalara
katılmadığını,Mahkemece Belediyeden istenilen
belgelerin gönderilmediğini, bu nedenle delilleritoplanmadan
ve tanıkları dinlenmeden karar verildiğini, lehine kararverildiği
için temyiz yoluna başvurmadığını, davalı tarafın temyizi üzerine Yargıtayın hükmü bozduğunu ve davanın esastan reddine karar
verdiğini, dosyanın bozularak İlk Derece Mahkemesine gönderilmemesi nedeniyle
tanıklarını dinletme imkânı bulamadığını, ret kararına esas yapılan devamsızlık
günlerindetetkik ve tedavi nedeniyle hastanede
bulunduğu hususunu tanıklarıyla ispat edebileceğini ancak bu fırsat tanınmadan
davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitine karar
verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
23. Başvurucu, işe iade davasının yargılamasında iş yeri
kayıtlarının getirtilmediğini ve tanıklarının dinlenmediğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Başvurucunun iddiaları, adil yargılanma hakkının alt unsuru
olan silahların eşitligi ilkesi kapsamında
değerlendirilmiştir.
25. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı
yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal
edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile
sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapılamaz.”
27. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme ve bilirkişi
görüşüne başvurulması hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve
değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul
edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup bu ilke ve
yargılamaya etkin katılım hakkı ile çelişmeli yargılama ilkesi, adil yargılanma
hakkının somut görünümleridir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
içtihadı ışığında yorum yapılmak suretiyle adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen bu ilke ve hakların Anayasanın 36. maddesi kapsamında yer aldığını
kabul etmektedir (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
28. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin
sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi,mahkeme
önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin
sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte
olup bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının
temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013,
§ 37; Yüksel Hançer,B. No: 2013/2116,
23/1/2014, § 21). Silahların eşitliği ilkesi kapsamında aranan usul imkânları
noktasındaki denge, tarafların tanıkları arasında da farklı muamele
yapılmamasını gerektirir. Ancak yargılama sırasında bir tarafın tanığına özel
bir ağırlık verilmemişse ve mahkeme hükmü başka delillerle desteklenerek
oluşturulmuşsa silahların eşitliği ilkesine aykırı ve sonucu itibarıyla bir
tarafı diğer taraf karşısında önemli bir dezavantaj içine sokan bir uygulamanın
varlığından söz etmek mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ankerl/İsviçre, B. No. 17748/91, 23/10/1996, §
38).
29. Bunun yanı sıra adil yargılanma hakkının unsurlarından olan
çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma
ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın
bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece
tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama
faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Feldbrugge/Hollanda,
B. No: 8562/79, 29/05/1986, § 44). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların
eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup bu iki ilke birbirini tamamlar
niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda
davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır.
Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor
olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada da tarafların duruşmada hazır
bulunmasını, daha genel bir ifade ile yargılamanın bütününe aktif olarak
katılmalarını ifade etmektedir.
30. Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen
iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla
birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme
yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan
delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup
olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin
görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının
değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri
ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere
ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü
ışığında değerlendirilmesi zorunludur (Yüksel
Hançer, § 22). Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir
husus, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dâhil, dermeyan ettikleri
delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi hâlinde yargılama
makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vidal/Belçika, B. No: 12351/86, 22/04/1992, § 34; Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/06/2004,
§§ 40-42).
31. Olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı Kanun'un
274. maddesinde, tanık dinletecek tarafın öncelikle tanıklarının isim ve
adreslerini mahkemeye sunması gerektiği, aynı Kanun'un 414. maddesinde ise
tanık listesinin verilmesiyle tanıklık ücreti ve tebligat giderlerinin de
peşinen dosyaya yatırılması gerektiği hususları düzenlenmiştir.
32. Somut olayda Ankara 12. İş Mahkemesinin E.2010/355 sayılı
dosyasında başvurucunun, 15/6/2010 tarihli dilekçesinde delillerinin; İşçi
Disiplin Kurulu kararı, Sağlık Kurulu raporları, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)
ve iş yeri sicil kayıtları, tanık beyanları olduğunu belirttiği, davalı
Belediyenin dosyaya herhangi bir delil bildirmediği, başvurucunun Disiplin
Kurulu kararı ile hastane raporlarını dilekçe ekinde sunduğu, Mahkemenin SGK
sicil kayıtlarını celp ettiği, gerekçeli karardan anlaşıldığı üzere kısa
kararın tefhiminden sonra iş yeri sicil kayıtlarının dosya kapsamına alındığı
anlaşılmıştır.
33. Bununla birlikte başvurucunun, Kanun gereği tanıklarının
isim ve adreslerini dilekçesinde belirtmesi gerektiği hâlde yalnızca tanık
deliline dayandığını belirttiği, yargılama sürecinde de tanıklarının isim ve
adreslerini dosyaya bildirmediği gibi dinlenilmeleri talebinde de bulunmadığı
bilakis 4/11/2010 tarihli celsede başvurucu vekilinin "Dosyadaki belgelerle yetinilsin, talebimiz gibi karar
verilsin." şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
34. Başvurucunun İlk Derece Mahkemesince hüküm verilmeden önce
delil olarak dosyaya getirtilmesini istediği iş yeri sicil kayıtlarının davanın
çözümünde yararlı olup olmayacağı ve sonuca etki edip etmeyeceği hususlarında
değerlendirme yetkisinin Mahkeme ve Yargıtaya ait olduğu;
Mahkemenin, gerekçeli kararda geçen "Tarafların
gösterdiği deliller toplanmış, işyeri kayıtları celp edilmiş, tüm deliller
birlikte değerlendirilmiştir." ifadesine göre kısa karardan
sonra dosya kapsamına alındığı anlaşılan iş yeri sicil kayıtlarını değerlendirdiği
gibi Yargıtayın da bu delil çerçevesinde
değerlendirme yaptığı, kaldı ki başvurucunun 4/11/2010 tarihli celsede iş yeri
sicil kayıtlarının Belediye tarafından dosyaya gönderilmemesi nedeniyle mevcut
belgelere göre değerlendirme yapılarak karar verilmesini açıkça talep ettiği,
ayrıca tanık dinlenmeden karar verilmesi iradesini de ortaya koyduğu, esasen
feshin geçerli bir sebebe dayandığının ispat yükümlülüğünün davalı Belediyeye
ait olduğu davada nihai kararı veren Yargıtayın,
gerekçesinde dosyadaki mevcut delillerin davanın esasının çözümünde etkili ve
yeterli olduğunu belirttiği anlaşılmıştır.
35. Bu açıdan Yargıtayın bir tarafın
deliline üstünlük tanıyarak taraflar arasında eşitsizlik meydana getirdiğinden
bahsedilemeyeceği, başvurucunun iş yeri sicil kayıtları ve tanıkları dinlenmeden
karar verilmesini talep etmesi, iş yeri sicil kayıtlarının Yargıtayın
nihai kararından önce dosya kapsamına alınarak değerlendirilmesi hususları gözönüne alındığında yapılan uygulamanın, yargılamanın
bütününe göre tüm süreci adaletten yoksun kılacak şekilde etkilemediği sonucuna
ulaşılmıştır.
36. Açıklanan nedenlerle silahların eşitliği ilkesine yönelik
bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
10/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.