TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELMA ARICAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7841)
|
|
Karar Tarihi: 21/5/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Selma ARICAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, kamulaştırılan taşınmazıyla ilgili
kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası sonucunda belirlenen
kamulaştırma bedelinin, taşınmazın bulunduğu mevki değerlerinin oldukça altında
belirlenmesi, hatta kıymet takdir komisyonunca belirlenen ve idarenin kendisine
vermeyi kabul ettiği tutarın altıda biri oranında olacak şekilde tespit
edilmesi ve yargılamanın 7 yıl sürmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 1/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/12/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 23/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru dosyasının bir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 13/2/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ, İdare) tarafından
20/4/2005 tarihinde sulama kanalı inşaatı nedeniyle başvurucunun maliki olduğu
Muğla ili, Fethiye İlçesi, Karaçulha Köyünde bulunan
1357,00 m2 taşınmazının 102,16 m2 kısmının
kamulaştırılmasına karar verilerek kamu yararı kararı alınmıştır.
8. Bahsedilen taşınmaz kısmının kamulaştırma bedeli İdarece
oluşturulan kıymet takdir komisyonunca 2.592,00 TL olarak belirlenmiştir.
9. Bedel üzerinde anlaşma sağlanamaması üzerine DSİ Genel
Müdürlüğü 5/4/2006 tarihinde Fethiye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma
bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır.
10. Başvurucu, idarece teklif edilen bedelin bölgedeki emsal
değerlerinin çok altında olduğu gerekçesiyle 14/2/2007 tarihli dilekçesiyle
taşınmazının elektrik, su, yol ve altyapısının bulunduğunu belirterek İdarece
belirlenen bedele itiraz etmiş ve ekinde Fethiye Emlakçılar Derneği
Başkanlığından aldığı 31/1/2007 tarihli üç yeminli bilirkişi tarafından
hazırlanan bilirkişi raporunu Mahkemeye sunmuştur. Raporda taşınmaz tarımsal
nitelikli kültür arazisi olarak tanımlanmış, arazinin Fethiye’ye hâkim bir
konumda olmasının değerini arttırdığı ve tripleks villa yapmaya uygun olduğu
ifade edilerek taşınmazın m2 fiyatının 110,00 TL (dolayısıyla
kamulaştırılan kısmının değerinin 11.273,00 TL) olduğu tespit edilmiştir.
11. Mahkeme, 22/5/2008 tarihli ve E.2006/123 K.2008/266
sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vererek, 27/9/2007 tarihli bilirkişi
raporu ve 18/1/2008 tarihli ek bilirkişi raporu doğrultusunda tarla vasıflı
taşınmazın 2.592,91 TL olarak tespit edilen kamulaştırma bedelinin başvurucuya
ödenmesine hükmetmiştir.
12. Başvurucu, 15/12/2008 tarihli dilekçesiyle, belirlenen
kamulaştırma bedelinin taşınmazının bulunduğu bölgedeki değerlerin çok altında
kaldığını, bedel tespitinde sadece taşınmazın tapuda görünen vasfına göre
belirleme yapıldığını, bölgenin bir turizm cenneti olduğunu, taşınmazın denizi
kuşbakışı gören ve denize yakın bir noktada olduğunu, yakınında villalar bulunduğunu,
kamulaştırılan taşınmazın bir ev yapacak büyüklükte olduğunu belirterek kararı
temyiz etmiştir. Davacı İdare de temyiz başvurusunda bulunmuştur.
13. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay 18. Hukuk Dairesi,
9/2/2010 tarihli ve E.2009/14633, K.2010/1687 sayılı ilamıyla İlk Derece
Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararında, tarım arazilerinin değerinin
saptanmasında dava konusu taşınmazın da içinde yer aldığı ilçenin genelinde
geçerli olan hektar başına ortalama verim, üretim giderleri ve kg başına satış
fiyatlarına göre hesaplama yapılması gerekirken yalnızca dava konusu taşınmazın
bulunduğu köye özgü lokal veriler esas alındığı; taşınmazın sulu ya da kuru
tarım arazisi niteliğinde olup olmadığına yönelik bir tespit yapılmadan sulu
tarım arazilerindeki ürünler münavebeye alınarak değer biçildiği, taşınmazın
sera üretimine uygun olduğu belirlenmeden serada domates ürününün net gelirinin
ortalamaya katılarak taşınmazın değerinin bulunduğu gerekçelerine yer
verilmiştir.
14. Bozma kararı üzerine yeniden inceleme yapan Mahkeme,
24/2/2011 tarihli ve E.2010/215, K.2011/301 sayılı kararı ile bozma ilamında
belirtilen eksiklikleri tamamlayarak ve bozma kararındaki gerekçelere göre
hazırlanan 15/9/2010 tarihli bilirkişi raporunu esas alarak kamulaştırma
bedelini 401,49 TL olarak tespit etmiş ve fazla ödenen bedelin İdareye iadesine
dair hüküm kurmuştur.
15. Başvurucunun temyiz istemi Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin
15/1/2013 tarihli ve E.2012/12035, K.2013/365 sayılı kararı ile reddedilerek
yerel mahkemenin kararı onanmıştır.
16. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin, 30/5/2013 tarih ve
E.2013/6934, K.2013/9376 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
17. Bu karar başvurucuya, 2/10/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu, fazla ödenen kamulaştırma bedelini faiziyle
birlikte 2.256,42 TL olarak 10/10/2013 tarihinde İdarenin banka hesabına
yatırmıştır.
19. Başvurucu, 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun
24/04/2001 tarihli, 4650 sayılı Kamulaştırma Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 3. maddesiyle değişik “Satın alma usulü” başlıklı 8. maddesi
şöyledir:
“İdarelerin, bu Kanuna göre, tapuda kayıtlı
olan taşınmaz mallar hakkında yapacağı kamulaştırmalarda satın alma usulünü
öncelikle uygulamaları esastır.
Kamulaştırma kararının alınmasından sonra
kamulaştırmayı yapacak idare, bu Kanunun 11 inci maddesindeki esaslara göre ve
konuyla ilgili uzman kişi, kurum veya kuruluşlardan da rapor alarak,
gerektiğinde Sanayi ve Ticaret Odalarından ve mahalli emlak alım satım
bürolarından alacağı bilgilerden de faydalanarak taşınmaz malın tahmini
bedelini tespit etmek üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül
eden bir veya birden fazla kıymet takdir komisyonunu görevlendirir.
Ayrıca idare, tahmin edilen bedel üzerinden
pazarlıkla satın alma ve trampa işlemlerini yürütmek ve sonuçlandırmak üzere
kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla
uzlaşma komisyonunu görevlendirir.
İdare, kıymet takdir komisyonunca tespit
edilen tahmini bedeli belirtmeksizin, kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz
mal, kaynak veya bunların üzerindeki irtifak haklarının bedelinin peşin veya bu
Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre
yapılıyor ise, bu fıkradaki usullere göre taksitle ödenmesi suretiyle ve
pazarlıkla satın almak veya idareye ait bir başka taşınmaz malla trampa yoluyla
devralmak istediğini resmi taahhütlü bir yazıyla malike bildirir.
Malik veya yetkili temsilcisi tarafından, bu
yazının tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde,
kamulaştırmaya konu taşınmaz malı pazarlıkla ve anlaşarak satmak veya trampa
isteği ile birlikte idareye başvurulması halinde; komisyonca tayin edilen
tarihte pazarlık görüşmeleri yapılır, tespit edilen tahmini değeri geçmemek
üzere bedelde veya trampada anlaşmaya varılması halinde, yapılan bu anlaşmaya
ilişkin bir tutanak düzenlenir ve anlaşma konusu taşınmaz malın tüm hukuki ve
fiili vasıfları ile kamulaştırma bedelini içeren tutanak malik veya yetkili
temsilcisi ve komisyon üyeleri tarafından imzalanır.
İdarece, anlaşma tutanağının tanzim tarihinden
itibaren en geç kırkbeş gün içinde, tutanakta
belirtilen bedel ödenmeye hazır hale getirilerek, bu durum malike veya yetkili
temsilcisine yazıyla bildirilerek tapuda belirtilen günde idare adına tapuda
ferağ vermesi istenilir. Malik veya yetkili temsilcisi tarafından idare adına
tapuda ferağ verilmesi halinde, kamulaştırma bedeli kendilerine ödenir.
Bu madde uyarınca satın alınan veya trampa
edilen taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkı, sahibinden kamulaştırma yolu
ile alınmış sayılır ve bu şekilde yapılan kamulaştırmaya veya bedeline karşı
itiraz davaları açılamaz.
Anlaşma olmaması veya ferağ verilmemesi
halinde bu Kanunun 10 uncu maddesine göre işlem yapılır.”
21. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma
bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili”
kenar başlıklı 10. maddesinin 4650 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değişik ilgili
kısımları şöyledir:
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile
yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve
taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar
verilmesini ister.
…
Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada
hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları
anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim,
taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve
sekizinci fıkranın ikinci ve devamı cümleleri uyarınca işlem yapar.
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde
keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede
sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın
değerini tespit için mahallinde keşif yapar…
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin
beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz
malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde
mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara
tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya
vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi
raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı
beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde
gerektiğinde hakim tarafından onbeş
gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve
hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından
yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder.
Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının
kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına
yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare
adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir
ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil
hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.
…”
22. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma
bedelinin tespiti esasları” başlıklı 11. maddesinin 4650 sayılı
Kanunla değişik ilgili kısımları şöyledir:
“ …bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu
yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de
dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;
a) Cins ve nevini,
b) Yüzölçümünü,
c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve
unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,
d) Varsa vergi beyanını,
e) Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca
yapılmış kıymet takdirlerini,
f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın
kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması
halinde getireceği net gelirini,
g) Arsalarda, kamulaştırma gününden önceki
özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,
h) Yapılarda, resmi birim fiyatları ve yapı
maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,
ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer
objektif ölçüleri,
Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu
unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da
dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz
malın değerini tespit ederler.
Taşınmaz malın değerinin tespitinde,
kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer
artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr
dikkate alınmaz.
…”
23. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun “Usul ekonomisi
ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 21/5/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 1/11/2013 tarih ve 2013/7841 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili
davasında kabul edilen kamulaştırma bedelinin, taşınmazın bulunduğu denizi
gören hafif eğimli bir yamaçtaki mevki değerlerinin oldukça altında, hatta
idarenin kıymet takdir komisyonunca belirlenen ve vermeye razı olduğu tutarın
da oldukça altında, keyfiliğe ulaşacak boyutta bir bedel şeklinde 401,49 TL
olarak tespit edilmesinin orantılı olmaması nedeniyle Anayasanın 35. maddesinde
tanımlanan mülkiyet hakkının; yargılamanın yaklaşık 7 yıl sürmesi nedeniyle
Anayasanın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
belirterek, bedel tespit davasında mahkemeye sunduğu 31/1/2007 tarihli
bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırılan 102,16 m2 alan için
toplam 11.237,00 TL bedelin 5/4/2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte maddi tazminat olarak ve yargılamanın makul süreyi aşması
nedeniyle 20,000,00 TL bedelin manevi tazminat olarak yargılama giderleriyle
birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
26. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
27. Başvurucu, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili
davasında kabul edilen kamulaştırma bedelinin, taşınmazın bulunduğu denizi
gören yamaçtaki mevki değerlerinin oldukça altında, hatta idarenin kıymet
takdir komisyonunca belirlenen ve vermeye razı olduğu tutarın da oldukça altında
keyfiliğe ulaşacak boyutta bir bedel olarak (401,49 TL) tespit edilmesinin
mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile orantılı olmadığını ve Anayasanın 35.
maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Anayasa’nın “Mülkiyet
Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
29. Anayasa'nın “Kamulaştırma”
kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının
gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel
mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen
esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar
kurmaya yetkilidir.
…”
30. Anayasa'nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1)
No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu
yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
32. Anayasanın 35. maddesi ve Sözleşmenin (1) No.lu
Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.
Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Düzenlemelerin ilk cümleleri
herkese mülkiyet hakkını tanımakta, ikinci cümleleri ise kişilere ait mülkiyet
hakkının hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin mülkünden
yoksun bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 29).
33. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme,
biçimini değiştirme, harcama ve tüketme) olanağı veren bir haktır. Anayasa’ya
göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir.
Özel mülkiyetteki bir taşınmaz, kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması halinde
gerçek karşılığı peşin ödenmek ve koşulları yasayla belirlenmek şartıyla
kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilebilir veya irtifak hakkı kurularak
kamu yararı amacıyla kullanımı sınırlandırılabilir (Bkz. AYM, E.1988/34,
K.1989/26, K.T. 21/6/1989; AYM, E.2011/58, K.2012/70, K.T. 17/5/2012 ve AYM,
E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).
34. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen
kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası
olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona
erdirilmesidir. Kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddenin birinci fıkrasında;
"Devlet ve kamu tüzelkişileri, kamu
yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel
mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla
gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari
irtifaklar kurmaya yetkilidir." denilmektedir. Kamu yararı
bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine
uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal
öğeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).
35. Somut başvuruda başvurucu, kamulaştırma bedelinin
Yargıtay bozma kararı sonrasında piyasa değerinin ve idarenin vermeyi kabul
ettiği değerin çok altında belirlenmesinden şikâyette bulunmaktadır. Bu nedenle
kamulaştırma bedelinin mülkün değeri ile orantılı olup olmadığı hususu
Anayasa’nın 13, 35. ve 46. maddeleri kapsamında ölçülülük ilkesi yönünden
incelenecektir.
36. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları
ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir.
Anayasanın 46. maddesine göre ise özel mülkiyette bulunan taşınmazlar, kamu
yararı gereği karşılıkları peşin ödenmek suretiyle kamulaştırılabilir veya
bunlar üzerinde irtifak hakkı kurulabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan
ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları veya
mülkiyet haklarını kullanmalarının sınırlandırılması halinde elde edilmek
istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan veya mülkünü kullanması
engellenen bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir
(Mukadder Sağlam ve diğerleri, B. No: 2013/2511, 22/1/2015, § 41).
37. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”,
“gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. “Elverişlilik”,
öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha
hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan
müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Doğan ve diğerleri, § 38).
38. Anayasanın 13., 35. ve 46. maddeleri uyarınca, yapılan
kamulaştırma nedeniyle başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında bir
dengenin gözetilmesi, bu dengenin de başvurucunun elinden alınan mülkiyeti
karşılığında başvurucuya taşınmazın gerçek bedelinin peşinen ödenmesi gerekmektedir.
Anayasa ile Sözleşme arasında kamulaştırma bedeline ilişkin temel fark,
Sözleşmenin kimi durumlarda gerçek bedelin altında ödemeleri makul olduğu
ölçüde hak ihlali olarak görmemesinin yanında Anayasanın gerçek bedelin
ödenmesini koşulsuz olarak kabul etmesidir.
39. Bununla birlikte çok sayıda alıcısı ve satıcısı
bulunmayan ve satışa konu malların aynı nitelikte (homojen) olmadığı emlak
piyasasında, bir taşınmazın herkes için geçerli tek, değişmez ve kolay
hesaplanabilir bir fiyatının olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Anayasa
ve Sözleşmenin ortak koruma alnında bulunan mülkiyet hakkı açısından devlete
düşen sorumluluk, kamulaştırılan taşınmazın gerçek değerinin usulüne uygun bir
şekilde belirlenmesi ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile orantılı bir bedelin
başvuruculara ödenmesidir.
40. Bahsedilen kriterler çerçevesinde bedel veya değer
düşüklüğü karşılığının tespiti uzman Mahkemelerin ve
Yargıtay’ın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Anayasa
Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi, mülkiyet hakkı
kapsamında yapılan bireysel başvurularda bedel veya değer düşüklüğü karşılığını
hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin mülkiyet
hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden yapacağı
tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir (Mukadder Sağlam ve diğerleri, §
49).
41. 2942 sayılı Kanunun 11. maddesinin (f) bendinde araziler
için kamulaştırma bedeli tespitinin taşınmazın kamulaştırma tarihindeki mevkii
ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net getiri
esas alınarak belirlenmesi öngörülmektedir. Düzenli ve sürekli tarımsal getiri
istatistikleri ise ülkemizde il ve ilçe tarım müdürlükleri tarafından il
merkezi ve ilçeler düzeyinde tutulmaktadır. Bu nedenle mahkemeler ve
mahkemelerin atadığı bilirkişiler, Yargıtay’ın yerleşik içtihatları
doğrultusunda özel bir durum olmadıkça kamulaştırma bedelinin tespitinde resmi
birer kurum olan il ve ilçe tarım müdürlüklerinin verilerini kullanmaktadırlar
(Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 63).
42. 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (f) bendinde “mevkii” kelimesi kullanmıştır. Mevki
kelimesinin benzer iklim koşulları ve arazi yapısı nedeniyle benzer özelliklere
sahip geniş toprak parçaları anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mevki veya
diğer adıyla mahal kelimesi her zaman ilçe düzeyinde bir alan anlamına
gelmeyebilmektedir. Bazı toprak, iklim ve coğrafi koşullarda bulunan bölgelerde
mevki veya mahal, ilçe düzeyinden de küçük bir arazi alanı olabileceği gibi
bazı durumlarda da daha geniş toprak parçaları bir mevki veya mahal olarak
tanımlanabilir. Bunun yanında mevkii ve şartlar sadece değerlendirmeye alınacak
alanın il veya ilçe düzeyinde olmasıyla bağlantılı olmayıp, toprağın yapısı,
arazinin sulanıp sulanmadığı, arazinin eğimi gibi pek çok faktör, mevki ve
şartlar kavramı çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutulmaktadır (Tahsin
Erdoğan, § 64). Nitekim Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, bazı durumlarda ilçe
düzeyinden daha geniş bir toprak parçasını mevki olarak kabul ederek gerçek
bedele ulaşılması gerektiğini kabul etmektedir. (Bkz., 25/5/2006 tarihli ve
E.2006/3897, K.2006/4360 sayılı ilam)
43. Yargıtay içtihatları incelendiğinde; arazi niteliğindeki
taşınmazların kamulaştırma bedelinin il ve ilçe tarım müdürlükleri verileri
kullanılarak 2942 sayılı Kanunun 11. maddesinin (f) bendi doğrultusunda
taşınmazın tarımsal amaçlı kullanımı halinde net getirisi üzerinden yine
içtihatlarla belirlenmiş kapitalizasyon oranına
(Yargıtay kararlarına göre %3 ila %15 arasında kabul edilmektedir (§45))
bölünmesiyle tespit edildiği, bunun yanında aynı maddenin (i) bedine göre
taşınmazın yine tarımsal getirisini etkileyecek başka objektif özelliklerin
bulunması halinde bunun da yine içtihatlarla belirlenmiş oranları geçmemek
üzere hesaplamaya dâhil edildiği anlaşılmaktadır (Bkz. Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu, 4/4/2007 tarihli ve E.2007/160, K.2007/189 sayılı, Yargıtay 18. Hukuk
Dairesinin 24/3/2014 tarihli ve E.2014/3436, K.2014/5314 sayılı kararları )
44. Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin başka ilamlarında
kamulaştırılan taşınmazın ilçe merkezine 18 km, denize 2 km mesafede olması,
yakınlarda en güzel koyların bulunması, rutubet ve sıcaklığın az olması, bağlı
olduğu ilçenin tarihi ve turistik özellikler taşıması, sahilden 60-80 km
mesafede bulunan Kıbrıs adasının ışıklarının görünmesi, taşınmaza 30 km
mesafede turistik tesisler bulunması vs. hususlarının (22/11/2012 tarih ve
E.2012/10203, K.2012/13040 sayılı ilam), taşınmazın büyükşehir belediye sınırları
içinde olması, il merkezine yakın olup yapılaşmaya uygunluğu hususlarının
(19/12/2013 tarih ve E.2013/16977, K.2013/18353 sayılı ilam) taşınmazın elde
edilen ürünlerin pazarlanmasında ve ulaşımında bir problemin olmaması, il ve
köy merkezine yakın olması, elektrik, su ve yol gibi alt yapı hizmetlerinin
bulunması, mücavir alan içinde kalması (23/01/2012 tarih ve E.2011/12067,
K.2012/410 sayılı ilam) objektif artış nedeni olamayacağı kabul edilmiştir.
Aynı Dairenin bir başka ilamında ise, “satış
değerini etkileyen turizm merkezi sınırları içerisinde olması artış nedeni
olarak uygulanamaz. Şu kadar ki, dava konusu taşınmazın turizm merkezlerine
yakın olması ürünlerin pazarlanmasında cüz’i de olsa biraz daha fazla kolaylık
sağlayabileceği ve aynı bölgeden gelen diğer dosyalar nazara alındığında
taşınmazın değerinde ençok %40 oranında bir artışla
yetinilmesi gerekirken, %100 oranında objektif artış uygulanmış olması,…” gerekçesiyle ilk derece mahkemesi
kararı bozulmuştur. (30/3/2010 tarihli ve E.2010/2999, K.2010/5006 sayılı ilam)
45. Bahsedilen içtihatlarda taşınmazın turizm bölgelerine
yakınlık, imar geçmesi beklentisi, mücavir alan içinde olması, alt yapı
hizmetlerinin gelmiş olması gibi piyasada değerinin ciddi anlamda artmasına
neden olan hususların dikkate alınmadığı görülmektedir.
46. Bu durumda Anayasanın 46. maddesine yer alan gerçek değer
ile ne kastedildiği ve 2942 sayılı Kanun ile Kanunun uygulamasında belirlenen
yöntemlerin gerçek bedele ulaşmayı sağlayıp sağlamadığının incelenmesi gerekmektedir.
47. Bir taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi,
mülkiyet hakkının sınırlandırılmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur
(AYM, E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003). Bununla beraber gerçek
karşılığının altında bir bedel ödenerek bir taşınmazın idareye geçmesi de
Anayasa’nın 46. maddesi hükmüne açıkça aykırılığın yanında mülkiyet hakkına
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesini aşan ve mülkünden yoksun
bırakılan kişiye ulaşılmak istenen kamu yararıyla kıyaslandığında ölçüsüzce
ağır bir yük getiren ve makul olmayan müdahale niteliğindedir (Tahsin Erdoğan,
§ 63). Bu çerçevede gerçek karşılığa ulaşmayı engelleyen düzenleme ve
uygulamaların Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkını zedeleyeceği
açıktır. (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 43).
48. Nitekim Anayasa Mahkemesi, kamulaştırma bedelini
taşınmazın gerçek karşılığı yerine vergi değerini esas alarak belirlemeye
yönelik düzenlemeyi mülkiyet hakkının doğal bir sonucu olarak kamulaştırma
bedelinin taşınmaz malın tam karşılığı olması gerektiği, bir yanda devlet veya
kamu kuruluşunun, kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde, bireylerin rızasına
bakmaksızın onların mülkiyetindeki taşınmazları alma hakkını kullanacağı, öte
yanda bireylerin kamulaştırılan taşınmazlarının tam karşılıklarını, mülkiyet
hakkının gereği olarak, devletten isteme hak ve yetkisini ellerinde
tutacakları, bu hakların yerince kullanılmasına elverişli olmayan bir hukuk
düzeninin demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacağı gerekçesiyle
iptal etmiştir (Bkz. AYM, E.1976/38, K.1976/46, K.T. 12/10/1976).
49. Bir malın gerçek değeri ile kastedilenin malın pazar
değeri olduğu kabul edilmektedir. Avrupa Birliği normlarında (TEGoVa1
ve Alman Federal İmar Kanunu’nun kabul ettiği) pazar değeri ile “bir bina veya taşınmazın bir özel hukuk sözleşmesi
esas alınarak değer tespitinin yapıldığı sırada, satışa meyilli bir satıcı ile
bu satıcıya kişisel bağlarla bağlı bulunmayan bir alıcı arasında, taşınmazın
piyasada serbestçe satışa sunulabileceği, piyasa ilişkilerinin normal bir
satışa engel teşkil etmediği ve satışa konu olan taşınmazın mahiyetine uygun
bir pazarlık zamanına sahip olunduğu hallerde elde edilecek fiyat” anlaşılmaktadır
(Dietrich, in: Ernst/Zinkahn/Bielenberg/Krautzberger, § 194, Rn. 23, Aktaran: Sadullah Özel,
Mülkiyet, Kamulaştırma ve Gerçek Karşılık Hakkı, Yetkin Yayınları, Ankara,
2013, s.180).
50. AİHM’e göre ödenecek tazminat miktarının
el konulan mülkün değeriyle ve kamulaştırma kapsamında tazminata ilişkin
uygulamanın da kamulaştırmanın yapıldığı sırada belirlenmiş piyasa değeri ile
makul bir ilişkisi olmalıdır. Bu çerçevede maddi tazminatın taşınmazın mevcut
piyasa değeri üzerinden hesaplanması gerekmektedir. Bununla birlikte Sözleşme
her koşulda eksiksiz bir tazminatı veya aynı miktarda tazminatı
gerektirmemektedir (Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, §
39, 48, 54; Hentrich/Fransa, B. No: 13616/88, 22/9/1994, §
71).
51. Konuyla ilgili olarak AİHM, bir davada reform amacıyla da
olsa başvurana taşınmazının gerçek değerinin %2’si oranında bir tazminat
verilmesini mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir (Broniwski/Polanya, B. No:
31443/96, 22/6/2004, § 186). Bir kararda ise başvuranın taşınmazın kendisine
ödenen bedelin dört katı değerinde olduğunu gösteren resmi bir kıymet takdiri
belgesi sunması üzerine ihlal kararı vermiştir (Platakou/Yunanistan, B. No: 83460/97, 11/1/2001, § 55-57). Bir başka
kararında ise Başvuranlara taşınmazın kamulaştırma bedelinin gerçek değerinin
yarısı kadar belirlenmesi ve bu bedelden de %20 oranında vergi alınması
nedeniyle pazar değerinin altında bir ödemeyi gerektirecek bir kamu menfaati
olmadığı gerekçesiyle makul dengenin bozulduğuna karar verilmiştir. (Scordino/İtalya, B. No: 36813/97, 29/3/2006, §
99-103). Yine benzer bir davada Türkiye aleyhine ihlal kararı verilmiştir (Yıltaş Yıldız Turistik Tesisleri/Türkiye
B. No: 30502/96, 24/4/2003). Bu davalarda takdir edilen tazminat ile başvuranın
sunduğu bilirkişi raporu gibi belgeye dayalı değer tespitleri arasındaki
farklar dikkate alınmıştır.
52. Kamulaştırma bedelinin tespitine ait yöntemle ilgili
olarak AİHM, otoyol yapılması amacıyla yapılan kamulaştırma işlemi nedeniyle
taşınmazın değerinin arttığı ve değer artışının kamulaştırma bedelinden
düşülmesi yönündeki üye devlet uygulamasını bir dizi başvuruda incelemiş ve yol
yapımı amacıyla kamulaştırılan araziler için değer tespitinde tek bir yöntem
öngörülmesini, bu yöntemin bir tür kazanç elde edildiği yönündeki mevcut karinenin
aksinin ispatını mümkün kılmadığı ve katı bir biçimde uygulandığı gerekçesiyle
taşınmaz sahiplerin mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönünde karar vermiştir
(Bkz. Katikaridis/Yunanistan, B. No: 19385/92, 15/11/1996,
§ 49).
53. Somut başvuruya konu davada İdarece yapılacak sulama
kanalı inşaatı nedeniyle başvurucuya ait taşınmazın 102,16 m2 sinin
kamulaştırılmasına karar verilerek kamu yararı kararı alınmıştır. İdarece
oluşturulan kıymet takdir komisyonunca kamulaştırılacak taşınmaz parçasının değeri
2.592,00 TL olarak belirlenmiş, başvurucunun bu teklifi düşük bularak kabul
etmemesi üzerine açtığı davada başvurucu, 14/2/2007 tarihli dilekçesiyle
Fethiye Emlakçılar Derneği Başkanlığından aldığı üç yeminli bilirkişi
tarafından hazırlanan 31/1/2007 tarihli bilirkişi raporuna dayanarak, taşınmazın
değerini etkileyen özellikleri nedeniyle idarenin teklif ettiği bedelin
yetersiz olduğunu ve taşınmazın kamulaştırılan kısmının değerinin 11.273,00 TL
olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, 22/5/2008 tarihli kararıyla 27/9/2007 tarihli
bilirkişi ve 18/1/2008 tarihli ek bilirkişi raporları doğrultusunda tarla
vasıflı taşınmazın kamulaştırma bedelini İdarenin teklif ettiği değere yakın
bir şekilde 2.592,91 TL olarak tespit ederek, başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
54. Başvurucu 15/12/2008 tarihli dilekçesiyle kamulaştırma
bedelinin taşınmazının bulunduğu bölgedeki değerlerin çok altında kaldığını,
bedel tespitinde sadece taşınmazın tapuda görünen vasfına göre belirleme
yapıldığını, bölgenin bir turizm cenneti olduğunu, taşınmazın denizi kuşbakışı
gören ve denize yakın bir noktada olduğunu, yakınında villalar bulunduğunu,
kamulaştırılan taşınmazın bir ev yapacak büyüklükte olduğunu belirterek ve
Mahkemeye sunduğu bilirkişi raporuna dayanarak aynı iddia ile temyiz başvurusu
yapmış ve temyiz başvurusunu inceleyen Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, 9/2/2010
tarihinde tarım arazilerinin değerinin saptanmasında dava konusu taşınmazın da
içinde yer aldığı ilçenin genelinde geçerli olan hektar başına ortalama verim,
üretim giderleri ve kg başına satış fiyatlarına göre hesaplama yapılması
gerekirken yalnızca dava konusu taşınmazın bulunduğu köye özgü lokal veriler
esas alındığı, taşınmazın sulu ya da kuru tarım arazisi niteliğinde olup
olmadığına yönelik bir tespit yapılmadan sulu tarım arazilerindeki ürünler
münavebeye alınarak değer biçildiği, taşınmazın sera üretimine uygun olduğu
belirlenmeden serada domates ürününün net gelirinin ortalamaya katılarak
taşınmazın değerinin bulunduğu gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararını
bozmuştur. Mahkeme 24/2/2011 tarihli kararı ile bozma kararındaki gerekçelere
göre hazırlanan 15/9/2010 tarihli bilirkişi raporunu esas alarak kamulaştırma
bedelini 401,49 TL olarak tespit etmiş ve fazla ödenen bedelin İdareye iadesine
dair hüküm kurmuştur. Bu karar onanarak kesinleşmiştir.
55. Kesinleşen karar ile başvurucuya 401,49 TL kamulaştırma
bedeli ödenmiştir. Bu bedel İdarece oluşturulan kıymet takdir komisyonunca
belirlenen 2.592,00 TL kamulaştırma bedelinin yaklaşık %15’i kadar bir değere
tekabül etmektedir. Bir başka ifadeyle başvurucu dava açmayıp idarenin
teklifini kabul etse idi başvurucuya Mahkeme kararıyla ödenen bedelin 6,5 katı
kadar bir bedel ödenecek idi. Başvurucuya ödenen bedel başvurucunun Fethiye
Emlakçılar Derneği Başkanlığından aldığı 31/1/2007 tarihli üç yeminli bilirkişi
tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda belirlenen 11.273,00 TL bedelin ise
yaklaşık %3,5’u kadar bir rakama denk gelmektedir.
56. Arazi vasıflı taşınmazların kamulaştırma bedelinin, 2942
sayılı Kanunun 11. maddesinin (f) bendi doğrultusunda taşınmazın tarımsal
amaçlı kullanımı halinde net getirisi üzerinden belirlendiği ve aynı maddenin
(i) bendinde yer alan objektif özelliklerin de Yargıtay içtihatlarında
taşınmazın tarımsal getirisini etkileyecek özellikler olarak kabul edildiği ve
bu özelliklerin belli oranların üzerinde artırım sebebi sayılmadığı, bahsedilen
içtihatlar incelendiğinde tarım vasıflı taşınmazlarda bu usulün katı bir
biçimde uygulandığı ve taşınmazın çeşitli sebeplere bağlı olarak piyasa
değerinin farklı olduğu iddialarının dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır. Bu
katı uygulama kullanılmayan ve/veya değerine yönelik beklentiler düşük olan,
dolayısıyla piyasada daha düşük değere alınıp satılan taşınmazlarda taşınmazı
kamulaştırılan kişiler lehine sonuç verebildiği halde, turizm bölgelerine
yakın, alt yapısı tamamlanmış, değerine yönelik beklentilerin yüksek olduğu ve
piyasada daha iyi fiyatla alınıp satılan taşınmaz sahipleri için aleyhe
olabilmekte ve Anayasanın 46. maddesinde öngörülen ve Anayasa Mahkemesi
kararlarında kamulaştırma işlemleri için zorunlu olduğu ifade edilen tam
karşılığa ulaşmayı engelleyebilmektedir.
57. Anayasa’nın 46. maddesine göre kamulaştırılan
taşınmazların gerçek karşılığının taşınmaz sahiplerine peşinen ödenmesi
gerekmektedir. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde
ise başvurucuların sınırlandırılan mülkiyet hakkı ile elde edilmek istenen kamu
yararı arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Doğası gereği bu orantı mülkiyet
hakkı söz konusu olduğunda başvurucuya kamulaştırılan taşınmazının değeriyle
orantılı bir tazminat ödenmesini zorunlu kılmaktadır.
58. Özel kişiler arasında alım-satıma ilişkin bir hukuk
davasında uyuşmazlığı çözen mahkemenin taleple bağlılık kuralı gereği alıcının
ödemeyi kabul ettiği bedel ile satıcının tahsil etmeyi istediği bedel arasında
bir bedele hüküm kurması gerekir. Böyle bir davada Mahkemenin alıcının ödemeyi
kabul ettiği bedelin altında ya da satıcının istediği bedelin üstünde bir
bedele hüküm kurması mümkün değildir.
59. Somut başvuruya konu dava özel kişiler arası bir dava
olmamakla birilikte Mahkeme, Yargıtay bozma kararı
sonrasında alıcı olan İdarenin vermeyi kabul ettiği bedelin yaklaşık %15’i
kadar bir değeri üzerinden hüküm kurmuştur. Bir diğer ifadeyle başvurucu
İdarenin teklifini kabul etse veya dava temyiz edilmese kendisine ödenen
bedelin 6,5 katı kadar bir bedele kavuşacaktı. Bu durumda başvurucunun daha
yüksek bir bedel alma düşüncesiyle İdarenin uzlaşma teklifini kabul etmemesi ve
Mahkemece tespit edilen değere karşı yaptığı temyiz başvurusu sonucu kendisinin
aleyhine bir durumun oluşmasına sebep olduğu söylenebilir. Bir diğer ifade ile
bir hukuk davasında başvurucunun daha çok menfaat elde etmek için kullandığı iç
hukuk yolları başvurucunun İdarenin vermeyi kabul ettiğinden de daha düşük bir
menfaatle yetinmesine yol açmıştır.
60. Mahkeme, bozma kararı sonrasında 2942 sayılı Kanunun 11.
maddesini ve bu konudaki katı Yargıtay içtihatlarını uygulayarak Fethiye
İlçesi, Karaçulha Köyünde bulunan altyapısı mevcut,
Fethiye’ye hâkim bir konumda, denizi kuşbakışı gören ve denize yakın bir
noktada olan, etrafında imarlı villaların bulunduğu taşınmazın 102,16 m2 parçasının
bedelini 401,49 TL olarak tespit etmiş, gerek tespit ettiği değerin, gerekse
idarenin uzlaşma aşamasında vermeyi kabul ettiği ve/veya başvurucunun bilirkişi
raporuna dayanarak ödenmesini istediği değerin Anayasanın 46. maddesinde geçen
gerçek değerle ilişkisini kurmamıştır. Bozma sonrası verilen kararda İdarenin
vermeyi kabul ettiği değerin neden tarımsal getiri ile hesaplanan değerin 6,5
katı bir değer olduğu hususu ile başvurucunun Mahkemeye sunduğu bilirkişi
raporunda taşınmazın nitelikleri ortaya konarak taşınmaz için yapılan değer tespitinin
neden tarımsal getiri ile hesaplanan değerin çok üstünde olduğu hususunda bir
tartışma yapılmamış, bu değerlerden hangisinin Anayasa’nın 46. maddesinde yer
alan gerçek değer ölçüsüne ulaşmaya elverişli olduğu ve taşınmazın nitelikleri
gözetilerek piyasa değerinin ne olduğu araştırılmamıştır.
61. Mahkeme, Yargıtay bozma kararı sonrasında uygulanan katı
yöntemi izleyerek hüküm kurmuş, İdarece öngörülen kamu yararı ile başvurucunun
alınan taşınmaz parçası karşılığı mülkiyet hakkı arasında taşınmazın piyasa
değeri veya tam karşılığını araştırarak ve bu konuda sunulan delilleri
tartışarak makul bir orantı kurmadan karar vermiştir.
62. Sonuç olarak, 2942 sayılı Kanunun 11. maddesinde ve
Yargıtay kararlarında öngörülen kamulaştırılan taşınmazların bedel tespiti
usulü katı bir şekilde uygulanarak başvurucunun iddia ettiği değerin %3,5’u
İdarenin yargılama öncesi uzlaşma aşamasında ödemeyi kabul ettiği değerin
yaklaşık %15’i kadar bir bedel (401,49 TL) karşılığında başvurucunun taşınmazı
kamulaştırılarak idarece elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucun
mülkiyet hakkı arasında makul bir orantı kurulmamış ve başvurucu üzerinde
idarenin ulaşmak istediği kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek aşır bir yüke
sebep olunmuştur.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkınin
İhlali İddiası
64. Başvurucu, 2006 yılında tarafına ait taşınmazla ilgili
olarak açılan hukuk davasının yedi yılı aşan bir süre sonunda kesinleşmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
65. Sözleşmenin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan
makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergün ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
38–39).
66. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın
hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın
süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken
kriterlerdir (Güher Ergün ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
67. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede
karara bağlanması gerekmektedir (Güher Ergün ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 49). Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi nezdinde açılan
kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescile ilişkin bir davanın söz konusu olduğu
görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da
yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni
hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.
68. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 5/4/2006 tarihidir.
69. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergün ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti
açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında
verilen Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin E.2013/6934, K.2013/9376 sayılı karar
tarihi olan 30/5/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
70. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012
tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren
geçen süredir.( Güher Ergün ve diğerleri, B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 51).
71. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
yargılamanın konusunun bir adet taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin
tespiti ve tescil talebi olduğu, 5/4/2006 tarihinde açılan davanın yargılama
sürecinde İlk Derece Mahkemesince verilen ilk kararın temyiz incelemesi
neticesinde bozulduğu, bozma kararını takiben mahkemenin E.2010/215 sırasına
kaydı yapılan davanın yargılaması sonucunda verilen kararın temyiz edildiği,
taraflarında iki kişinin yer aldığı davanın 30/5/2013 tarihinde kesinleştiği
anlaşılmaktadır.
72. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya
konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, medeni
hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri
için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı
Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 6100 sayılı
Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi
gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 23).
73. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (Güher Ergün ve
diğerleri, §§ 54-64), davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu
yedi yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun
50. Maddesi Yönünden
75. Başvurucu, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili
davasında, bozma kararı sonrasında kabul edilen kamulaştırma bedelinin,
taşınmazın değerinin oldukça altında, hatta idarenin kıymet takdir komisyonunca
belirlenen tutarın da oldukça altında bir bedel olarak tespit edilmesiyle ihlal
edilen mülkiyet hakkı nedeniyle bilirkişiler tarafından tespit edilen 11,237,00
TL bedelin maddi tazminat olarak kendisine ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu
ayrıca yaklaşık 7 yıl süren ve yargılama nedeniyle ihlal edilen makul sürede
yargılanma hakkı nedeniyle kendisine manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir.
76. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, başvurucunun
kamulaştırılan taşınmaz parçası karşılığı 2942 sayılı Kanunun 11. maddesinde ve
Yargıtay kararlarında öngörülen bedel tespiti usulü katı bir şekilde
uygulanarak başvurucunun iddia ettiği ve İdarenin yargılama öncesi uzlaşma
aşamasında ödemeyi kabul ettiği değerin oldukça altında bir bedelin başvurucuya
ödenmesinden ve taşınmazın tam karşılığını ya da gerçek değerini araştırılarak
idarece elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucun mülkiyet hakkı arasında
makul bir orantı kurulmamış olmasından kaynaklandığından, başvurucunun mülkiyet
hakkı ile ilgili davada kamulaştırmadan beklenen kamu yararı arasındaki denge
gözetilerek meydana gelen mağduriyeti telafi edecek şekilde yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1)
ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için başvurucuya yeniden yargılama başvurusu yapma imkânı
verilmesi amacıyla dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
78. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yedi yılı
aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu
sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının,
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Mülkiyet hakkıyla ilgili ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya makul sürede yargılanma
hakkının ihlali nedeniyle takdiren net 5.000,00 TL
manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin reddine,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35
TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
21/5/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.