TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HÜSEYİN ÇAT ve DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/8475)
Karar Tarihi: 21/5/2015
R.G. Tarih- Sayı: 8/8/2015-29439
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Raportör
Recep BENLİ
Başvurucular
1. Hüseyin ÇAT
2. Fatma ÇAT
3. Hasan ÇAT
4. Hanım ÇAT
5. Medine YÜCETÜRK
6. Hatice KİRAZ
7. Gülen GÖKTAŞ
8. Ali ÇAT
9. Tülay ALGÜL
Vekili
Av. Vedat AYTAÇ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, yakınlarının 1999 yılında Ulucanlar Cezaevine yapılan operasyon sırasında güvenlik görevlilerince öldürüldüğünden bahisle açtıkları tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı, işkence yasağı, eşitlik ilkesi, etkili başvuru ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmişlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 6/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Ankara 6. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 10/4/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 10/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 16/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüşü, başvurucular vekiline 23/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların tutuklu olarak Ulucanlar Cezaevinde bulunan yakını Abuzer Çat, 26/9/1999 tarihinde güvenlik görevlilerince yapılan (kamuoyunda "Hayata Dönüş Operasyonu" olarak bilinen) operasyonda yaşamını yitirmiştir.
9. Başvurucular Abuzer Çat’ın operasyon sırasında ölmesi nedeniyle 22/9/2000 tarihinde Adalet Bakanlığına başvurarak idarenin hizmet kusuruna dayanarak 10.000 TL maddi, 24.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Taleplerine cevap verilmemesi üzerine, Adalet Bakanlığı aleyhine 22/3/2001 tarihinde 10.000 TL maddi, 24.000 TL manevi tazminat istemiyle dava açmışlardır.
10. Ankara 6. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi), yaptığı yargılama sonunda 12/3/2003 tarihli ve E.2001/364, K.2003/343 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir.
11. Adalet Bakanlığının kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay 10. Dairesi, 15/11/2006 tarihli ve E.2003/5895, K.2006/6372 sayılı kararıyla İdare Mahkemesinin kararının kabule ilişkin kısmının bozulmasına, redde ilişkin kısmın onanmasına karar vermiştir.
12. İdare Mahkemesi, 14/3/2007 tarihli ve E.2007/90, K.2007/671 sayılı kararı ile Danıştayın bozma kararına karşı direnme kararı vermiştir.
13. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 28/4/2011 tarihli ve E.2007/90, K.2011/282 sayılı kararı ile, bozma kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Kurul tarafından reddedilmiştir.
14. Belirtilen süreç sonrasında yürütülen yargılama neticesinde İdare Mahkemesi, 3/7/2013 tarihli ve E.2013/962, K.2013/1234 sayılı kararında, bozma kararına uyarak davanın reddine hükmetmiştir. Anılan kararda başvuru konusu olayların gelişimi ve ulaşılan sonuç şu şekilde ifade edilmiştir:
"... Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinin 4 ve 5. koğuşlarındaki terör örgütü mensubu hükümlü ve tutukluların, 2-9.1999 tarihinden itibaren, adli tutukluların kaldığı 7 nolu koğuşu işgal ettikleri, anılan tarihten sonra, söz konusu koğuşların hükümlü ve tutukluları tarafından sayım vermeme, görevli personeli koğuşa almama gibi eylemlerin başlatıldığı, Cezaevi 2. Müdürünün 20.9.1999 tarihinde, anılan tutuklularca gözetlemeyi engellemek amacıyla gazete ve kağıt parçalarıyla kapatılan bölümü açmak istediği sırada, tutuklularca 12 kg'lık büyük tüpe takılan hortumlardan bırakılan gazın ateşlenmesi sonucu, yanma tehlikesi geçirdiği, bu olaylara ilişkin olarak idare tarafından tutulan 26.9.1999 tarihli olay tutanağında; "Ankara Kapalı Cezaevinde terör suçlularının kaldığı 4-5 ve terör bayanlar koğuşunda ciddi boyutta tünel kazıldığı ve silah olduğuna dair Jandarma Alay Komutanlığı ve il Emniyet Müdürlüğünden istihbarı yazılar geldiği, ayrıca 2.9.1999 tarihinde bu koğuşlarda kalan terör suçlularının, koğuşun havalandırma duvarını yıkarak, 7. koğuşun işgal edildiği, koğuşta kalan adli tutukluların koğuş bahçesine çıkarıldığı, bu eylemlerinden sonraki, sayım vermeme, görevli personeli gözetim ve denetim için koğuşa almamak ve koğuş kapılarını kapattırmamak gibi eylemleri nedeniyle, bu koğuşlarda arama yapılamaması üzerine, 26.9.1999 günü, saat 04:00'te genel arama yapma amacıyla jandarma kuvvetlerince tedbir alındığı, anılan koğuşlara gidildiğinde ise, söz konusu hükümlü ve tutuklularca önceden hazırlanan barikatların havalandırma ve koğuş kapılarına kurulduğunun görüldüğü, ayrıca cezaevi personeline ve güvenlik güçlerine karşı ateşli silah, molotof kokteyli ve tüplerle saldırıda bulunulduğu, Jandarma Komutanının, megafonla, yalnızca arama yapılacağını anons etmesine rağmen, hükümlü ve tutuklularca, molotof atılmasına, tüpün ağzına hortum bağlayarak ateş püskürtülmesine ve koğuştan silah atılmasına devam olunması üzerine, jandarma kuvvetleri tarafından göz yaşartıcı bomba kullanıldığı, daha sonra da, müteaddit kereler, yalnızca arama yapılacağı, teslim olmaları gerektiği anons edilmiş ise de, müsbet cevap alınamadığı, bunun üzerine Jandarma kuvvetlerinin 5. koğuşa yönelmesi ile, 4. koğuşta toplanan ve direniş gösteren hükümlü ve tutuklulara bir kez daha teslim olmaları, aksi halde zor kullanılacağı yönünde anons yapıldığı ancak, silah ve tüpe bağlı hortumdan püskürtülen alevlerle cevap verildiği, direnişin ısrarla sürdürülmesi üzerine, barikatların bulunduğu koğuş bahçe kapısının açılması çalışmalarına başlandığı, bunun üzerine koğuşa göz yaşartıcı bomba atılarak, tekrar teslim ol çağrısı yapıldığı, tekraren müsbet bir cevap alınamaması üzerine de, koğuşa, güvenlik kuvvetlerinin operasyonu sonucunda girilebildiği ve operasyon sonucunda eyleme katılan mahkumlardan bir kısmının hayatını kaybettiği bir kısım güvenlik görevlisinin de yaralandığının belirtildiği anlaşılmaktadır.
Olaydan sonra yapılan aramalarda, 7.62 mm çaplı otomatik bir tüfek, 9 mm çaplı 3 adet tabanca, 7.65 mm çaplı 2 adet tabanca, 2 adet kalem tabanca, 18 kalibre Av tüfeği, 16 kalibre av fişekleri ve ses fişeğinin ele geçirildiği belirtilmiştir.
Buna göre, cezaevinde asayiş ve disiplinin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmetin işleyişinde kusurlu davrandığının göstergesi olarak kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.
Bu bağlamda, davacılar yakınının ölümüne neden olan, cezaevinde çıkan olaylarda davacılar yakınının da etkin bir şekilde rol aldığı, cezaevine müdahale sırasında hükümlü ve tutukluların güvenli bir şekilde olay yerinden uzaklaştırıldığı dosyada bulunan tüm bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Öte yandan, kusursuz sorumluluk ilkesine göre, tazmini gereken bir zararın bulunmadığı tartışmasızdır."
15. Başvurucular bu kararın 31/10/2013 tarihinde kendilerine tebliğ edildiğini beyan ederek 6/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
16. UYAP kayıtlarından yapılan incelemede bu kararın başvurucular tarafından 2/12/2013 tarihinde temyiz edildiği ve Danıştay 10. Dairesinin 14/5/2014 tarihli ve E.2014/228, K.2014/3025 sayılı kararı ile kararın usul ve hukuka uygun bulunarak onanmasına karar verildiği tespit edilmiştir.
17. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili olarak yapılan adli soruşturma neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2000 tarihli ve E.2000/2083 sayılı iddianamesi ile 161 kamu görevlisi hakkında “Kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilip infazı vazifeden zaruri olan bir emri ifa suretiyle ölüme ve yaralamaya sebep olmak” suçlarından Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, iddianameye göre Abuzer Çat’ın ateşli silah (uzun namlulu) mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı trakca, sağ ve sol akciğer delinmesi sonucu iç kanama nedeniyle öldüğü ve kamu davasının yargılamasının halen derdest olduğu bildirilmiştir. Başvuru evrakı içerisinde mevcut olan Abuzer Çat’a ait otopsi raporundan 26/9/1999 tarihinde meydana gelen olay sonrasında 28/9/1999 tarihinde yapılan otopsi işlemiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmaya başlandığı anlaşılmıştır.
18. Bu bilgi doğrultusunda UYAP kayıtları incelendiğinde, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/13 sayılı dosyası kapsamında yapılan yargılama sonunda 24/9/2008 tarihli ve K.2008/314 sayılı karar ile yargılanan kamu görevlileri hakkında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 49/1-3 maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiği, kararın dosyanın katılanları tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2012/2289, K.2013/5377 sayılı ilamıyla “Bu dosya ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunan, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/76 sayılı dosyasının birleştirilmesi olanağının araştırılmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmişse dosyanın getirtilip bu dosya arasına konulması, kanıtların birlikte değerlendirilmesi, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin düşünülmemesi”gerekçesiyle bozulduğu, bozma kararı üzerine Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/76 sayılı dosyasının 6. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/452(bozma sonrası yeni esas numarası) sayılı dosyası ile birleştirildiği, yargılamanın E.2013/452 sayılı dosya üzerinden halen devam ettiği, 26/3/2015 tarihinde yapılan celsede bir kısım sanıklar hakkında çıkarılan yakalama emirlerinin infazının beklenmesine karar verilerek duruşmanın 2/7/2015 tarihine ertelendiği görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
19. 1/3/1926 tarihli Mülga ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:
“ 1- Kanunun bir hükmünü veya salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle,
2 - Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filihal defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle,
3 - Gerek nefsini ve gerek başkasını vukuuna bilerek mahal vermediği ve başka türlü tahaffüz imkanıda olmadığı ağır ve muhakkak bir tehlikeden muhafaza etmek zaruretinin bais olduğu mecburiyetle, işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez.
Bir numaralı bentte gösterilen halde merciinden sadır olan emir hilafı kanun olduğu takdirde neticesinden hasıl olan cürme müterettip ceza emri veren amire hükmolunur.”
20. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 21/5/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 6/11/2013 tarih ve 2013/8475 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
22. Başvurucular, olay anında tutuklu olan yakınlarının güvenlik görevlilerinin orantısız güç kullanımı sonucu yaşamını yitirdiğini, açtıkları tazminat davasının makul sürede bitirilemeyerek reddedildiğini, açtıkları davanın yakınlarının müterafık kusuru ve olaylara etkin katılımı nedeniyle reddedildiğinin belirtilmesine rağmen, yakınları ve diğer tutuklu ve hükümlüler hakkında kesin bir hükmün bulunmadığını, yargılama boyunca verilen kararların hukuki gerekçeden yoksun olduğunu, yakınlarının ne şekilde olaylara katıldığı ve hangi fiilleri ile müterafık kusurun oluştuğunun açıklanmadığını, isnat edilen fiil ve suçların şahsileştirilmediğini belirterek, yaşam hakkının, işkence yasağının, etkili başvuru hakkının, kanun önünde eşitlik ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, her başvurucu için ayrı ayrı 200.000,00 TL manevi, 100.000,00TL maddi tazminat talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru, ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin annesi, babası ve kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, B.No: 2013/841, 23/1/2014, § 65).
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle her ne kadar başvurucular işkence yasağının, etkili başvuru hakkının, kanun önünde eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüşlerse de, başvurucuların iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi ve 36. maddesi ile ilişkili görülerek, yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Başvurucuların, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararını onaması sonucu İdare Mahkemesince verilen 3/7/2013 tarihli kararı temyiz etmeden 6/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulundukları anlaşılmıştır.
26. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Ancak somut olayda başvurucu açısından temyiz yoluna başvurulması, tüketilmesi gerekli bir yol olarak kabul edilemez. Zira aynı karara yönelik olarak temyiz mercileri kararlarını vermişler ve derece Mahkemesince de temyiz mercilerinin verdikleri karar doğrultusunda hüküm kurulmuştur. Başvurucular Mahkemece verilen ilk karara yönelik olarak, olayın şartları dâhilinde, olağan kanun yollarını tüketmek için kendilerinden beklenen her şeyi yapmışlardır. Bu aşamadan sonra başvuruculardan İlk Derece Mahkemesince verilen son karara yönelik olarak da temyiz yoluna başvurmasını beklemek, bireysel başvuru hakkının kullanılması önünde orantısız bir engel oluşturabilir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 31).
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
27. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
28. Başvurucular yapılan yargılama boyunca verilen kararların hukuki gerekçeden yoksun olduğunu, yakınlarının hangi şekilde olaylara katıldığı, hangi fiilleri ile müterafık kusur yarattığına ilişkin gerekçeli kararlarda bir açıklama olmadığını ileri sürmüşlerdir.
29. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, § 30, 16/5/2013).
31. Derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56)
32. Gerekçeli karar hakkı bakımından, temyiz merciinin, yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 50)
33. Somut olayda, İdare Mahkemesi, tarafların iddia ve savunmaları ile tüm dosya kapsamını dikkate alarak, hukuk kuralları ile dava konusu müdahale işlemini değerlendirmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Danıştay 10. Dairesi tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe kabul edilerek hüküm onanmıştır. Dolayısıyla temyiz üzerine verilen kararın da gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
34. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yaşam Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Yaşam Hakkının Usuli Boyutunun İhlal Edildiği İddiası
35. Başvurucular başvuru formunda yakınlarının ölümü ile sonuçlanan cezaevi operasyonuna ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturması sürecinden bahsetmemişlerse de Bakanlık görüşü ve ekinde sunulan belgeler doğrultusunda yaşam hakkının usuli boyutuna ilişkin değerlendirme yapılması zorunluluğu ortaya çıktığından başvurunun bu yönüyle incelenebilmesi için kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası
36. Başvurucular yakınlarının Ulucanlar Cezaevinde tutuklu olarak bulunduğu dönemde cezaevine yapılan operasyon sırasında orantısız güç kullanımı sonucu öldürüldüğünü, açtıkları tazminat davasında yakınlarının müterafık kusuru ve olaylara etkin katılımı olduğunun belirtilmesine rağmen, yakınları hakkında buna ilişkin kesin bir hükmün bulunmadığını, isnat edilen fiil ve suçların şahsileştirilmediğini belirterek, davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
37. Adalet Bakanlığı görüşünde şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından yaşam hakkının ihlali iddiasına ilişkin değerlendirmede, başvurucuların yakınının 26/9/1999 tarihinde ölümüyle ilgili olarak başlatılan ceza soruşturması sonrasında açılan kamu davasının Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/452 sayılı dosyasında devam ettiği hususunun değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
38. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
39. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
40. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
41. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
42. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
43. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
44. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri, § 52).
45. Kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının da şüphesiz devletin sahip olduğu “hiçbir bireyin yaşamına son vermeme” negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımını içermektedir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McCann/Birleşik Krallık, B.No: 18984/91, [BD], 27/9/1995, § 148). 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesinde de belirtildiği üzere, güç kullanımı, bedenî kuvvet kullanılması, diğer maddî güç araçlarının kullanılması veya silah kullanılması şeklinde gerçekleşebilecektir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).
46. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasına göre, kamu görevlilerince güç kullanılmasının bir anlamda en ağır düzeyini ifade eden silah kullanılmasına “meşru müdafaa” ile “bir ayaklanma veya isyanın bastırılması” gibi kuralda sayılan durumlarda cevaz verilebilecektir. Ancak söz konusu durumlarda, öldürücü kuvvete başvurulmasının yaşam hakkının ihlalini doğurmaması için, güç kullanmayı gerekli kılacak “zorunlu bir durum”un varlığı aranacaktır. (Cemil Danışman, § 45).
47. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler kolluk güçlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı “zorunlu durumlarda” ve (silah kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten) “ölçülü” bir biçimde silah kullanabilmelerine izin verdiği söylenebilecektir. (Cemil Danışman, § 50).
48. Anayasamızdaki düzenlemeye benzer şekilde, AİHS’nin 2. maddesine göre bir ölüm, a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması; b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme; c) bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması durumlarında, “mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı” sonucunda meydana gelmişse, yaşam hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez. (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 51).
49. Somut olaya ilişkin bilgi ve belgeler incelendiğinde, başvurucular yakınlarının cezaevine yapılan operasyon sırasında güvenlik güçlerince ateşli silah kullanılması sonucu ölmesi sonucu idarenin hizmet kusuruna dayanarak Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtıkları tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerse de, UYAP kayıtlarından elde edilen bilgilere göre başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili olarak yapılan adli soruşturma neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 161 kamu görevlisi hakkında “Kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilip infazı vazifeden zaruri olan bir emri ifa suretiyle ölüme ve yaralamaya sebep olmak” suçlarından dolayı Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı ve yargılamanın halen devam ettiği tespit edilmiştir.
50. Başvurucular başvuru formunda kamu görevlileri hakkında yapılan ceza soruşturması sonucu açılan kamu davasından bahsetmemişlerse de, kamu görevlileri hakkında devam eden ceza yargılaması sonuçlanmadan, kolluk güçlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı “zorunlu durumlarda” ve (silah kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten) “ölçülü” bir biçimde silah kullanıp kullanmadıklarına, dolayısıyla yaşam hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme yapılabilmesi mümkün görülmemektedir.
51. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların yakınının güvenlik güçlerinin cezaevine yaptığı operasyon sonucu ölmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı bireysel başvuru yapılmadan önce usulüne uygun şekilde tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu yönünün "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Yaşam Hakkının Usuli Boyutunun İhlal Edildiği İddiası
52. Her ne kadar başvurucular, başvurularında yakınlarının ölümü ile sonuçlanan operasyona ilişkin ceza soruşturmasından bahsetmemişlerse de, yaşam hakkına ilişkin değerlendirme yapılırken halihazırda devam eden (§18) ceza yargılamasının etkililiği hususunun değerlendirilmesi gerekliliği bulunmaktadır. Ancak bu değerlendirme yapılırken ceza yargılaması sürecinin tamamlanmaması nedeniyle sadece soruşturma ve kovuşturmanın makul bir süre ve özenle sürdürülüp sürdürülmediği hususu irdelenecektir.
53. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usulî boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkan tanıyan bağımsız bir soruşturmanın da yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 94). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
54. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder bir biçimde yaşamına son verildiğine veya herhangi bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu çerçevede, kamu otoritelerinin silah kullanımı sonucu ortaya çıkan ölüm olaylarına ilişkin soruşturmaların, yasa dışı silah kullanımının önlenmesini güvence altına alacak nitelikte kapsamlı, dikkatli ve tarafsız şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 161-163). Bu tür olaylara ilişkin soruşturmalarda aranılan bağımsızlık, sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı ifade etmemekte olup soruşturmanın fiilen de (uygulamada da) bağımsız olarak yürütülmesini gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4 /5/2001, § 106).
55. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
56. Bununla birlikte soruşturmada makul bir hız ve özen gösterme zorunluluğu zımnen mevcuttur. Şüphesiz bazı özel durumlarda soruşturmanın ilerlemesini önleyen engellerin ya da güçlüklerin bulunabileceğini kabul etmek gerekir. Ancak, öldürücü güç kullanılmasıyla ilgili bir soruşturmada yetkililerin çabuk hareket etmeleri, halkın hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği ve bu eylemlerin teşvik edildiği görünümü verilmesinin engellenmesi için esaslı bir unsurdur. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maiorano ve dğerleri/İtalya, 28634/06, 15/12/2009, §124).
57. Somut olayda Bakanlık görüşüne göre, ölüm orucu ve açlık grevine zorlanan tutuklu ve hükümlüleri baskılardan kurtarma amacıyla 26/9/1999 tarihinde Ulucanlar Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen bir operasyon düzenlenmiştir. Operasyonda başvurucuların yakınının da aralarında bulunduğu beş tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetmiş, bir çok tutuklu ve hükümlü de yaralanmıştır. Müdahale esnasında güvenlik güçlerinden de yaralananlar olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/9/1999 tarihinde yapılan otopsi işlemiyle soruşturmaya başlandığı tespit edilmiştir. Yürütülen soruşturma sonucunda beş tutuklu ve hükümlünün ölümü, kırkyedi tutuklu ve hükümlünün yaralanması ile sonuçlanan operasyonla ilgili olarak 161 kamu görevlisi hakkında 25/12/2000 tarihinde “Kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilip infazı vazifeden zaruri olan bir emri ifa suretiyle ölüme ve yaralamaya sebep olmak” suçlarından dolayı Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 24/9/2008 tarihinde kamu görevlileri hakkında 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 49/1-3 maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, kararın dosyanın katılanları tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi 1/10/2013 tarihli ilamıyla Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dosyayla bu dosyanın birleştirilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur. Bozma sonrası her iki dosya birleştirildikten sonra yargılamaya devam edilmiş ve 26/3/2015 tarihinde yapılan duruşmada bir kısım sanıkların hakkında çıkarılan yakalama emirlerinin infazının beklenmesine karar verilerek duruşmanın 2/7/2015 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir.
58. Devam etmekte olan ceza yargılamasında altı müşteki, altmış dokuz mağdur ve yüz altmış bir sanık olması, olayın ciddiyeti ve karmaşıklığı nedeniyle dosyanın ilerlemesinde güçlükler yaşanması kaçınılmaz kabul edilse bile bu soruşturma ve kovuşturma sürecinin yaklaşık 15 yıl 8 aydır devam etmesinin, öldürücü güç kullanılmasıyla ilgili bir soruşturmada halkın hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi ilkesiyle bağdaşmadığı değerlendirildiğinden soruşturmanın hızlı ve yeterli olmadığı sonucuna varılmıştır.
59. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların yakınının Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usuli boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
60. Başvurucular 2001 yılında idari yargıda açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
61. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
62. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
63. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44). Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucuların yakınının ceza infaz kurumuna kolluk kuvvetlerince yapılan operasyon sırasında hayatını kaybetmesinden dolayı uğradıkları zararın tazminini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, bu sorunun çözümüne yönelik olan ve 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.
64. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir. Bu durum özellikle, yargısal süreç öncesinde ilgili idareye müracaat edilmesinin söz konusu olduğu başvurular açısından geçerlidir (Selahattin Akyıl, § 45). Somut başvuru açısından süre başlangıcı olarak başvurucuların Adalet Bakanlığına müracaat ettikleri 22/9/2000 tarihi kabul edilmiştir.
65. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucuların temyiz talebi hakkında verilen Danıştay 10. Dairesinin E. 2014/228, K.2014/3025 sayılı kararının verildiği tarih olan 14/5/2014 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
66. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, idari yargıda açılan ve başvurucuların yakını olan Abuzer Çat’ın, 26/9/1999 tarihinde güvenlik görevlilerince Ulucanlar Cezaevine yapılan operasyonda yaşamını yitirmesinde idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle uğranılan zararların tazmini istemini konu alan tam yargı davasında ilk derece mahkemesince 12/3/2003 tarihinde dosyanın karara bağlandığı, kararın temyiz edilmesi üzerine 15/11/2006 tarihinde Danıştay 10. Dairesince bozma kararı verildiği, İdare Mahkemesinin, 14/3/2007 tarihinde direnme kararı verdiği, direnme kararı üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28/4/2011 tarihinde bozma kararını onadığı, bunun üzerine İdare Mahkemesinin 3/7/2013 tarihinde bozma kararına uyarak davanın reddine karar verdiği, kararın başvurucular tarafından 2/12/2013 tarihinde temyiz edilmesi üzerine Danıştay 10. Dairesinin 14/5/2014 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararının onandığı anlaşılmaktadır.
67. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 20).
68. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, § 54-60).
69. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı itibarıyla karmaşık olmadığı görülen davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve 13 yıl 7 ayı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
70. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
71. Başvurucular, başvuruya konu olay nedeniyle zarara uğradıklarından bahisle açtıkları tam yargı davasının aleyhlerine sonuçlanmasına dair kararların hak ihlaline yol açtığının Mahkeme tarafından tespiti halinde, her başvurucu için ayrı ayrı 200.000,00 TL manevi, 100.000,00TL maddi tazminat talep etmişlerdir.
72. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
73. Başvurucuların tarafı oldukları uyuşmazlığa ilişkin 13 yıl 7 ayı aşan idari yargı süreci ve 15 yıl 8 aydır devam eden ceza soruşturması süreci nazara alındığında, başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular Hüseyin Çat ve Fatma Çat’a aralarında ekonomik birlik bulunması dikkate alınarak takdiren net 25.000,00 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine, diğer başvuruculara ayrı ayrı takdiren net 20.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
74. Başvurucular tarafından yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
75. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucuların,
1. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının esas yönünden ihlal edildiği yönündeki iddiasının "başvuru yollarının tüketilmemesi" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
6. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvuruculardan Hüseyin Çat ve Fatma Çat’a net 25.000,00 TL TAZMİNATIN MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, diğer başvuruculara net 20.000,00 TL TAZMİNATIN AYRI AYRI ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
21/5/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.