TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEM MERMUT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7861)
|
|
Karar Tarihi: 16/4/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 11/7/2015-29413
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Cem MERMUT
|
Vekili
|
:
|
Av. Eren EVREN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, aile mahkemesi tarafından aleyhine hükmedilen
koruma kararına karşı verdiği itiraz dilekçesinde karşı tarafa söylediği
sözlerden dolayı hakaret suçundan cezalandırılması nedeniyle, Anayasanın 36.
maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Başvurucu yeniden yargılanma kararı verilmesi talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 21/10/2013 tarihinde
İzmir 6. Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 13/1/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, daha önce benzer başvurularda
sunulan görüşler nedeniyle mevcut başvuruda görüş sunulmasına gerek
görülmediğini bildirmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu ile eşi arasında Karşıyaka 3. Aile Mahkemesinde
boşanma davası bulunmaktadır. Mahkeme 22/5/2013 tarihli kararı ile tarafların
boşanmalarına ve ortak iki çocuğun velayetlerinin başvurucunun eşine
verilmesine karar vermiştir.
8. Tarafların boşanma davalarının devam ettiği sırada
Karşıyaka 3. Aile Mahkemesi, 25/11/2011 tarihli kararında, eşine karşı hakaret,
tehdit ve darp eylemlerini gerçekleştirme olasılığı nedeniyle 14/1/1998 tarih
ve 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkında Kanun’un 1. maddesi hükmü uyarınca
başvurucunun altı ay boyunca evden uzaklaştırılmasına, aile bireylerinin
birlikte ya da ayrı oturdukları ev ya da işyerlerine yaklaşmamasına karar
vermiştir.
9. Başvurucu, aleyhine verilen tedbir kararına karşı
19/12/2011 tarihinde Karşıyaka 3. Aile Mahkemesine itiraz dilekçesi vermiştir.
Başvurucu, dilekçesinde, tedbir kararının gerekçesi olarak gösterilen olayların
doğru olmadığını, kendisinin, eşinin akrabalarının şiddetine maruz kaldığını, hükmolunan
tedbir kararı sonucunda çocuklarını görme imkânının ortadan kalktığını
belirtmiş ve ayrıca dilekçesinde “çocuklarım
alkolik ve ruh hastası bir annenin yanında tehlike altındadır”
şeklinde beyanda bulunmuştur.
10. Başvurunun eşinin şikayeti
üzerine, Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığının 19/12/2012 tarihli
iddianamesiyle, başvurucunun Karşıyaka 3. Aile Mahkemesine verdiği itiraz
dilekçesinde kullandığı sözlerden dolayı hakaret suçundan cezalandırılması için
Karşıyaka 3. Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
11. Karşıyaka 3. Sulh Ceza Mahkemesi 18/9/2013 tarihli kararı
ile başvurucunun itiraz dilekçesindeki beyanlarından dolayı adli para cezası
ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Ceza mahkemesi kararında şu gerekçeye
dayanmıştır:
“Katılan (…) ile sanık Cem Mermut'un
evli oldukları, ancak aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle boşanma davası bulunduğu,
Karşıyaka 3. Aile Mahkemesinin 2011/115 D.İş
sayılı dosyasında 4320 sayılı Kanun gereğince tedbir kararı verildiği, sanığın
19/12/2011 havale tarihli dilekçe ile tedbir kararına itiraz ettiği, itiraz
dilekçesinde ".... çocuklarım alkolik ve ruh hastası bir annenin yanında
tehlike altındadır" şeklinde beyanda bulunulduğu, sanığın alınan
savunmasında, şikayete konu ifadeyi kullandığını, bunu mahkemeye verdiği
dilekçeye yazdığını, toplum içinde katılanı rencide edecek veya hakaret amaçlı
olarak kullanmadığını beyan ettiği, bu durum karşısında söz konusu sözlerin
söylenip söylenmediği hususunda herhangi bir tartışmanın bulunmadığı,
tartışmanın kullanılan bu sözlerin hakaret teşkil edip etmeyeceği noktasında
düğümlendiği, dosyaya delil olarak sunulan, Karşıyaka 3. Aile Mahkemesi'nin
2011/1035 esas ve 2013/375 karar sayılı ilamının incelenmesinde katılanın alkol
alışkanlığının bulunduğu ve katılanın düzenli olarak alkol aldığı tespit
edilmiş ise de bu tespitin katılanın alkolik olduğu sonucunu doğurmayacağı,
sanığın mahkemeye yazmış olduğu dilekçesinde katılandan "alkolik ve ruh
hastası bir kişi olduğunu" beyan ederek katılanın onur şeref ve
saygınlığını rencide edecek somut bir fiil veya olgu isnat ettiği bu sözlerle
katılanı küçümsediği ve aşağıladığı dolayısıyla tahkir kastının bulunduğu söz
konusu sözlerin kullanılmasının TCK'nun 128.
maddesinde ifadesini bulan iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında
değerlendirilemeyeceği, zira söz konusu sözlerin gerçek ve somut vakalara
dayandırılmadığı diğer taraftan hakaret teşkil edilen dilekçenin ilgili yargı
merciine verilmesi ile birlikte aleniyet kazandığı bu açıdan somut olay
yönünden aleniyet şartlarının da oluştuğu anlaşıldığından sanığın alenen hakaret
suçundan aşağıdaki gibi cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.”
12. Karşıyaka 3. Sulh Ceza Mahkemesi kararını kesin olarak
vermiştir. Başvurucu karardan, 18/9/2013 tarihinde kararın tefhimi ile haberdar
olmuştur.
13. Başvurucu Anayasa Mahkemesine 21/10/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide
edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek
suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında
hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek
işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya
görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya
hükmolunur.”
15. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 128. maddesi şöyledir:
“(1) Yargı mercileri veya idarî makamlar nezdinde yapılan
yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili
olarak somut isnadlarda ya da olumsuz
değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat
ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla
bağlantılı olması gerekir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 16/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 21/10/2013 tarih ve 2013/7861 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu, kendisinin aleyhine olarak ortak evden
uzaklaştırma ve aile bireylerine yaklaşmaması yönünde aile mahkemesi tarafından
alınan koruma kararına karşı verdiği itiraz dilekçesinde, savunma hakkı
kapsamında karşı tarafa söylediği sözlerden dolayı hakaret suçundan
cezalandırılması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu yeniden
yargılanma kararı verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
18. Başvurucu, itiraz dilekçesinde sarf ettiği sözlerin
savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Öte
yandan başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin, müştekinin alkolik olup olmadığını
araştırmamasından şikâyetçi olmuştur. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi,
mağdurun alkol kullanma alışkanlığı olduğunu kabul etmiş, kararında bu hususu
da göz önünde bulundurmuştur. Bu sebeplerle başvurucunun, şikâyet ettiği
koşullar ve şikâyetleri dile getirme biçimi dikkate alındığında, bu
şikâyetlerin Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
19. Başvurucunun şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun
değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Başvurucunun ve Bakanlığın görüşleri
20. Başvurucu, eşinin alkol bağımlılığı ve ruhsal problemleri
olması ve savurgan yaşam tarzı nedeniyle boşanma davası açtığını, davalının
kendisine sadakat yükümlülüğüne uymadığının ve alkol aldığının mahkemece kabul
edildiğini belirtmiştir. Başvurucu, boşanma davaları devam ederken aile
mahkemesince aleyhine altı ay boyunca evden uzaklaştırma ve aile bireylerinin
birlikte ya da ayrı oturdukları ev ya da işyerlerine yaklaşmaması kararı
verdiğini, bu karara yaptığı itiraz dilekçesinde kararın dayandığı olayların
doğru olmadığını belirttikten sonra eşinin alkol bağımlılığını anlatmak için “alkolik” kelimesini kullandığını ileri
sürmüştür. Başvurucu, tıp doktoru olduğunu, alkolik kelimesinin hukuken hakaret
teşkil edeceğini bilmesinin mümkün olmadığını, söz konusu beyanlarının savunma
hakkı kapsamında kaldığını, hakaret kastı bulunmadığını savunmuştur.
21. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık, söz konusu
şikâyetin bir kanun yolu şikâyeti olması gerekçesiyle görüş bildirmeyeceğini
belirtmiştir.
b. Değerlendirme
22. Başvuruya konu davada başvurucunun, kullandığı sözlerin
hakaret içerdiği kabul edilerek, 1.740,00 TL tazminat ödemeye mahkûm
edilmiştir. O halde söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade
özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.
23. Öte yandan söz konusu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesi
açısından “yasayla öngörülmüş”
olduğu ve Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde “başkalarının şöhret veya haklarının korunması”
şeklinde “meşru bir amaç güttüğüne”
yönelik bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu nedenle geriye söz konusu müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” olup
olmadığını belirlemek kalmaktadır.
i. İlgili ilkeler
24. Başvurucunun bir mahkeme kararına yaptığı itirazda sarf
ettiği sözlerden dolayı ceza mahkemesince para cezasına mahkûm edilmesine
ilişkin kararda, demokratik bir toplumda, başvurucunun ifade özgürlüğü ile
başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin
gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.
25. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi uyarınca
ifade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate
sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”,
buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve
verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade
özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine
ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları
tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade
edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve
yayabilmesi anlamına gelir (Emin Aydın, B.
No: 2013/2602, 23/1/2014, § 40).
26. Hakikat ışığı fikirlerin çarpışmasından doğar. Bu
bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin
barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün
kişiliğini, düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir
ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını
tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi
belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir (Emin
Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 41).
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ifade özgürlüğünün
“toplumun ilerlemesi ve her insanın
gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl
temellerinden birini” oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmektedir. AİHM’e göre “İfade
özgürlüğü, 10. maddenin 2. fıkrasına bağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul
edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler
için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok
edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar,
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın
demokratik toplum olmaz.” (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,
7/12/1976, § 49).
28. İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında
Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin
açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı;
pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması
için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93,
16/3/2000, §43).
29. İfade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin
ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmelidir. Ancak bu
takdir alanı da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri
çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir değerlendirme yerine,
ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı zaman, sınırlama sebeplerinin
niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılı bir değerlendirme
yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır (Emin
Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 48).
30. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik
toplumu, “Demokrasiler, temel hak ve
özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir.
Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren
sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu
nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak
koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve
ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148,
K.T. 24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir. Diğer bir deyişle yapılan sınırlama
hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı
derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine
aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik
toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T.
28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).
31. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk
kriterleri, öncelikle ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da
istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da
alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir.
Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı sosyal ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır. Buna
göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da
gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM
kararları için bkz. Axel
Springer AG / Almaya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve
60641/08, 7/2/2012).
32. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun ana
temellerinden olan ifade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya
zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, ayrıca Devletin
veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları
rahatsız eden ifadeler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun,
hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
33. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada
devreye girecek olan bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade
edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate
alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş
olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile
ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “[T]emel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın,]
demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen
kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye
olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi
gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek,
amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih
edilmesi gerektiğine karar vermiştir.
34. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel
hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında
getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin
elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
35. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemesinin
kararında dayandığı gerekçenin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu
inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır.
36. Öte yandan Anayasa’nın 26. maddesine göre ifade
özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden birisi de başkalarının şöhret veya
haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının
korunmasıdır.
37. Bireyin şeref ve itibarı ise Anayasa’nın 17. maddesinde
yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah
Doğtaş, B.No:
2013/1123, 2/10/2013, § 35). Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi,
birçok ihtimalin yanında, adli makamlara verilen dilekçeler veya mahkemeler
önünde sarf edilen sözlerle de olabilir. Bir kişi adli makamlara verilen
dilekçelerde ve bir yargılama çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin
şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
38. Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif
yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz.
Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi
yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan
müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür.
Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak
nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla
bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla,
hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (Abdullah Doğtaş, B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35).
39. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması
ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması
hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade
özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Nilgün Halloran,
bkz. B.No: 2012/1184,
16/7/2014, § 43; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von
Hannover/Almanya (no.2) [BD], B.No:
40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99).
40. Somut başvuruda özellikle “yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazının amacı”nın özel önemi
bulunmaktadır. Zira başkalarının şöhret ve haklarının korunması kapsamında
ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade
vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri
birbirlerinden ayırarak değerlendirme yapılması gerekir. Özellikle ifade
özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret değerlerinin çatışması hâlinde, eğer
şöhreti söz konusu olan kişi sade vatandaş ise koruma üst düzeyde şöhretten
yana tutulmalı, siyasetçinin şöhreti söz konusu ise ilke olarak tercih ifade
özgürlüğünden yana kullanılmalıdır (B.No:
2012/1184, 16/7/2014, § 45)
41. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda
gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup
dokunulmadığını, ölçülü davranılıp davranılmadığını ve düşünceyi açıklama
özgürlüğü ile başkalarının şeref ve itibarının korunması hakkının çatışması
hâlinde adil bir dengenin kurulup kurulmadığını her olayın kendine has
özelliklerine göre takdir edecektir.
42. Dolayısıyla, başvurucunun, aile mahkemesince aleyhine
alınmış koruma kararına itiraz dilekçesinde eşine karşı yönelttiği sözlerden
dolayı hakaret suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasının ölçülü
olduğunun kabulü halinde, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekçelerinin
inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.
ii. Yukarıda Belirtilen İlkelerin
Davaya Uygulanması
43. Başvurucu, “çocuklarım
alkolik ve ruh hastası bir annenin yanında tehlike altındadır”
şeklindeki ifadeleri tedbir kararı sonucunda çocuklarını görme imkânının
ortadan kalkması ve eşinin alkol kullanan ve şiddet uygulayan bir kişi olması
nedeniyle kullandığını ve hakaret kastı bulunmadığını savunmuştur.
44. Başvurucunun yargılandığı Karşıyaka 3. Sulh Ceza Mahkemesi,
mağdurun alkol alışkanlığının bulunduğunu ve düzenli olarak alkol aldığının
tespit edildiğini, fakat bu tespitin mağdurun alkolik olduğu sonucunu
doğurmayacağını, başvurucunun dilekçesinde, müştekinin “alkolik ve ruh hastası bir kişi olduğunu”
beyan ederek onun onur şeref ve saygınlığını rencide edecek somut bir olgu
isnat ettiğini, bu sözlerle onu küçümsediğini ve aşağıladığını dolayısıyla
tahkir kastının bulunduğunu kabul etmiştir. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun
söz konusu sözleri kullanmasının 5237 sayılı Kanun’un 128. maddesinde yer alan
iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilemeyeceğini, söz konusu
sözlerin gerçek ve somut vakalara dayandırılmadığını, hakaret oluşturan
dilekçenin ilgili yargı merciine verilmesi ile aleniyet kazandığını belirterek
başvurucunun alenen hakaret suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir (bkz. §
11).
45. Somut bireysel başvurunun incelenmesinde, yalnızca ve tek
başına derece mahkemelerince verilen kararların ele alınması ile yetinilemez.
İlk olarak başvurucu tarafından söylenen
sözlerin yalnızca mahkemeye verilen itiraz dilekçesinde dile getirildiği göz
önünde bulundurulmalıdır. İkinci olarak ise yargılamaya konu “çocuklarım
alkolik ve ruh hastası bir annenin yanında tehlike altındadır”
şeklindeki ifadenin içinde geçtiği yazının
bütünü ile birlikte ve söylendiği bağlamdan
kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
46. Başvurucuya göre mağdur alkol kullanmaktadır ve alkolik
kelimesini bunu ifade etmek için kullanmıştır. Öte yandan başvurucu, “ruh hastası” ifadesini neden kullandığını
izah etmemiştir. Başvurucu, söz konusu ifadeyi bir bütün olarak çocuklarından
ayrı kalmaya ve çocuklarının alkol problemi olan annelerinin yanında kalmasına
bir itiraz olarak dile getirdiğini ileri sürmüştür.
47. Bu ifadeler, davacının eleştirilerine karşı
değerlendirmeler içeren değer yargıları olarak nitelendirilmelidir. Bir değer
yargısının doğruluğu kanıtlanabilir değildir ve değer yargılarının kişinin
görüş ve yorumlarından meydana gelmesi nedeniyle ispat edilmeleri mümkün
olmadığı gibi ispatının istenmesi de ifade özgürlüğünün ihlali anlamına
gelecektir.
48. Durum böyle iken, mevcut davanın koşullarında, başvuranın
ifade ettiği değer yargısının bir hakaret oluşturmadığı iddiası, başvuranın
savunmaları ve dosyaya delil olarak sunulan Karşıyaka 3. Aile Mahkemesinin
kararı ile en azından kısmen desteklenebilir durumdadır. Öte yandan, bir
açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin
orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip
desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla
desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (benzer değerlendirmeler için
bkz. Sorguç/Türkiye, B. No: 17089/03, 23/6/2009, § 29, 32).
49. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
kişinin manevi varlığının korunması hakkından faydalanılabilmesi için, kişinin
itibarına yönelik saldırının belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması ve kişinin
manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkından şahsen yararlanmasına
zarar verici nitelikte olmalıdır (Nilgün Halloran, B.No:
2012/1184, 16/7/2014, § 59; benzer bir değerlendirme için bkz. A./Norveç, B. No: 28070/06, 9/4/2009, § 64). Somut olayda, başvurucu ile
eşi mağdur arasındaki boşanma davasında Karşıyaka 3. Aile Mahkemesi tarafların
boşanmalarına karar vermiştir. Söz konusu kararda mağdurun düzenli alkol
kullandığı ve başvurucuya karşı sadakat yükümlülüğünü sarsıcı nitelikte
ilişkileri bulunduğu kabul edilmiştir. Somut davada çıkarlar arasında adil bir
denge kurulması sırasında bu hususun da göz önünde bulundurulması gerekir.
50. Söz konusu tartışmanın taraflarının kimlikleri de göz
önünde bulundurulmalıdır. Mevcut başvurudaki gibi şöhreti söz konusu olan kişi
sade vatandaş ise koruma üst düzeyden yapılmalı ve bu durum, dengelemede göz
önünde bulundurulmalıdır (Nilgün Halloran, B.No:
2012/1184, 16/7/2014, § 61).
51. Başvurucu, “alkolik”
ve “ruh hastası” ifadelerini hem
koruma tedbirine ilişkin kararın ne kadar ölçüsüz olduğuna dikkat çekmek ve hem
de kendisinin eleştirisini de özetleyebilecek sözler olması sebebiyle
kullandığını iddia etmektedir. Buna karşın her durumda mağdurun, başvurucunun
kullandığı sözlere onun verdiği anlamı yüklemesi beklenemez.
52. Ayrıca başvurucunun eleştirel açıklamalarını yalnızca
mahkemeye sunduğu dilekçede ifade etmiş olması da bu açıklamalarda yer alan “tahkiri” ortadan kaldırmamaktadır. Her ne
kadar 5237 sayılı Kanun’un 128. maddesinde “Yargı
mercileri veya idarî makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia
ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda
ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmez”
hükmü yer almakta ise de bunun için ifadelerin somut uyuşmazlıkla bağlantılı
olması gerekir. Somut uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan, iddia ve savunma
hakkının kullanılmasıyla ilişkilendirilmeyen isnadlar
gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığından söz edilemez. Tahkir
içeren sözlerin somut uyuşmazlıkla bağlantılı olup olmadığının
değerlendirilmesi sorunu hâkimin takdirine bağlı bir husustur. Ancak her
durumda söylenen sözlerin somut uyuşmazlığın sonucunu belirlemede davanın
konusuyla mantıksal açıdan bağlantılı olması, iddia ve savunmaya yarar
sağlaması gerekir. Bu kabulün sonucu olarak tahkir ifadelerine başvurmadan da
iddia, savunma veya itirazlarda bulunulup bulunulamayacağı göz önünde
bulundurulmalıdır.
53. Başvurucunun dava konusu sözlerinde geçen “alkolik” ve “ruh hastası” kelimeleri günümüzde tahkir ifade eden
kelimeler olarak kabul edilmektedir. Başvurucunun, sürekli alkol kullanması
nedeniyle, çocuklarının, mağdurun yanında kalması ve onları koruyamayacağı
anlamına gelen koruma tedbiri kararına karşı verdiği itiraz dilekçesinde onun “alkolik” ve “ruh hastası” olduğunu söylediği biçimindeki açıklamaları,
mağdurun söz konusu dilekçeyi okuduğu zaman hissettiği olumsuz duyguları
ortadan kaldırmamaktadır. Söz konusu dilekçeyi yalnızca davanın taraflarının ve
derece mahkemelerinin hâkimlerinin göreceği ve dolayısıyla mağdurun şöhreti
üzerinde çok az etkisi olacağı kabul edilse bile mağdurda yaratacağı olumsuz
duygular inkâr edilemez.
54. Söz konusu ifadeler, başvurucunun mağdura karşı şiddet
kullandığından bahisle mahkeme kararı ile evden uzaklaştırma tedbirine karşı
verdiği itiraz dilekçesinde yer almaktadır. Karşıyaka 3. Aile Mahkemesinin
25/11/2011 tarihli tedbir kararına göre başvurucu o tarihte boşanma davası
devam eden eşine ve eşinin annesine hakaret ve tehdit içeren sözler sarf etmiş,
eşine karşı şiddet uygulamıştır. Mahkemeye göre başvurucunun boşanma davasının
devam ettiği süreçte benzer tutum ve davranışları sürdürme olasılığı
bulunmaktadır. Başvuruya konu sözlerin, bahsi geçen mahkeme kararına karşı
verilen itiraz dilekçesinde de yer alması nedeniyle, başvurucunun, mağdura
yönelik tedbir kararında bahsedilen hakaretlerinin devam ettiği kabul
edilebilir.
55. Son olarak, yukarıdaki değerlendirmelerle birlikte,
başvurucunun, mağdurun alkol kullandığına ilişkin beyanları ile çocukların
mağdurun yanında kalmasının doğru olmadığı yönündeki itirazlarını, onu “alkolik” ve “ruh hastası” olarak nitelendirmeden ileri sürmesinin de
mümkün olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
56. İlk Derece Mahkemesinin ileri
sürdüğü gerekçeler, başvuranın ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için
yeterli ve ilişkili bir gerekçelendirme sayılmalıdır. Bu nedenle İlk Derece
Mahkemesince verilen kararda, ilgili çıkarlar arasında adil bir denge
kurulmadığı söylenemez.
57. Sonuç olarak, yukarıdaki hususlar
dikkate alındığında, davacının boşanma davası devam eden eşine karşı kullandığı
sözlerden dolayı başvurucu aleyhine açılan ceza davasında 1.740,00-TL adli para
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesinden ibaret müdahalenin amaçlanan
hedefler açısından orantılı olduğu ve bu bağlamda demokratik bir toplumda
gerekli ve ölçülülük ilkesine uygun olduğu kanaatine varılmıştır. Bu
sebeplerle, başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun, ifade özgürlüğü yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun, ifade özgürlüğüne yönelik iddiasıyla
ilgili olarak Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
16/4/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.