TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ZÜBEYT ÇİFTÇİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7900)
|
|
Karar Tarihi: 19/11/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Bülent ALTINSOY
|
Başvurucu
|
:
|
Zübeyt ÇİFTÇİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet KALPAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvuru, 2013 yılında askerde meydana gelen ölüm olayının ardından yapılan
soruşturmanın etkili olmaması ve yaşamı korumak için gerekli önlemlerin
alınmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan
yaşam hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir .
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2.
Başvuru, 29/8/2013 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı 8. Kolordu Komutanlığı
Askerî Savcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Bölüm tarafından 19/11/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5.
Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
Bakanlık tarafından 13/7/2015 tarihinde başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine
sunulan görüş, başvurucuya 27/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu,
Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6.
Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit
edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7.
Başvurucunun oğlu Abdurrahman ÇİFTÇİ (A.Ç.), Muş-Hasköy Jandarma Komutanlığında
askerlik hizmetini yerine getirmekte iken 6/3/2013 tarihinde, ateşli silah
yaralanması sonucu hayatını kaybetmiştir.
1. Ceza Soruşturması Süreci
8.
Olayın ardından başlatılan soruşturma kapsamında dinlenen tanıklar,
birbirleriyle tutarlı olan ifadelerinde, “müteveffanın
birlik içerisinde kendisine fazla nöbet yazıldığını ve üzerine gelindiğini
düşünerek bunalımlı davranışlarda bulunduğunu, annesi ve babasının ayrı olması
nedeniyle psikolojisinin bozuk olduğunu, annesini askere gelirken evli olan
ağabeyine emanet ettiğini, ancak olaydan 15 gün kadar önce ağabeyinin annesini
bıraktığını söylediğini, annesinin yalnız kalması nedeniyle müteveffanın çok
üzgün olduğunu, 6/3/2013 tarihinde 14:00-16:00 saatleri arasında birlik
nizamiye nöbetini devralmak üzere silahlıktan başkasına zimmetli G-3 piyade
tüfeğini aldığını, saat 14:00 sularında elindeki tüfeğin kurma kolunu çekerek
hizmet binasının yan duvarına ve havaya doğru tek tek ateş ettiğini, bu esnada
'yeter artık dayanamıyorum, rütbeliler çok üzerime geliyorlar' gibi sözler sarf
ettiğini, sonrasında nizamiyeden çıkıp birlikten biraz uzaklaştıktan sonra
karla kaplı olan bir tarlada durduğunu, ikna çabalarına rağmen elindeki tüfeğin
namlusunu çenesinin altına dayayarak tetiğe bastığını” beyan
etmişlerdir.
9.
Bazı tanıklar ayrıca “müteveffanın,
komutanların üzerine çok geldiğinden ve artık buna dayanamadığından şikâyet ettiğini, ya kendisini ya da bir başkasını vuracağı yönünde
bazı söylemlerinin olduğunu, ancak, kendilerinin bunu şaka zannettiklerini”
belirtmişlerdir.
10.
Olayın ardından Muş İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi tarafından
olay yerinde inceleme yapılmış ve olay yerindeki deliller toplanıp koruma
altına alınmıştır. Yapılan incelemede olayda kullanılan J080665 seri numaralı
G3 piyade tüfeğinin olay tarihinde izinde bulunan Er A.G.ye ait olduğu,
müteveffanın nöbet görevi için silahlıktan bu silahı aldığı, ayrıca
müteveffanın şahsi dolabı ve valizlikte bulunan
eşyaları üzerinde yapılan aramada ölüm nedeninin tespitine yönelik herhangi bir
bulguya rastlanmadığı rapor edilmiştir.
11. A.Ç.nin cesedi üzerinde yapılan klasik ve sistematik
otopsiye ilişkin raporda, “...müteveffanın
sağ angulus mandibula alt
kısmında 2 cm., 1,8 cm. ve 3 cm. ebadında kolları bulunan etrafında 6x3 cm.'lik alanda alev yanığı, duman-is artıkları ve barut
kakmaları bulunan, kolları ile birlikte ölçüldüğünde 5,5x2,5 cm., kolları
olmadan ölçüldüğünde 1x0,8 cm. ebadında bitişiğe yakın atış ateşli silah giriş
deliği, bu giriş deliğinin cilt altı yumuşak dokularında yanık, duman, is ve
barut artıkları olduğu, giriş deliğinin 2,5 cm. superiorunda
sağ maksilla alt kısmından başlayıp alın sol leteraline, burun sağ kanadından başlayıp vertekse uzanan bölgeyi kapsayan, duramater
lasere beyin dokusu dışarı protüze,
kafa kemikleri çok parçalı kırık vaziyette ve sağ gözün kaybedilmiş olduğu
22x17 cm. ebadında ateşli silah çıkış deliği olduğu, atış istikametinin
anatomik pozisyonda aşağıdan yukarıya, çok hafif sağdan sola doğru yapılmış
olduğu, bunun haricinde müteveffa üzerinde herhangi bir darp, cebir, delici ve
kesici alet, elle-iple boğma ve benzeri harici lezyona rastlanılmadığı,
müteveffanın bitişiğe yakın atışlı ateşli silah yaralanmasına bağlı kafa
kemiklerinde kırık, beyin zarları arasında kanama ve beyin harabiyeti
nedeniyle öldüğü...” sonucuna ulaşılmıştır. Anılan raporda ayrıca,
müteveffanın sağ bacağının alt kısmında 0,6x0,3 ebadında üzeri kurutlu abrazyon bulunduğu
görülmüştür.
12.
Jandarma Genel Komutanlığı Balistik İnceleme Şubesince yapılan incelemede,
olayda kullanılan silahın emniyet ve ateş ayar mandalının sağlam ve işler
durumda olduğu, atışa mâni herhangi bir arızasının bulunmadığı, olaydan önce ve
ölüm anında kullanılan 10 adet mermi kovanının söz konusu silahtan çıktığı tespit
edilmiştir.
13.
Jandarma Genel Komutanlığı Kimyasal İnceleme Şubesince yapılan incelemede ise
müteveffaya ait svaplar ve elbiseler üzerinde yapılan
analizler neticesinde müteveffanın yüz bölgesi svabı
üzerinde atış artıkları tespit edildiği, müteveffaya ait bere üzerinde yaklaşık
5x5 cm ebatlarında bir adet delinme ve delinme bölgelerinin etrafında atış
artıklarının olduğu, ayrıca müteveffaya ait pantolon, parka, bere, hücum yeleği
ve bir çift bot üzerinde de atış artıkları bulunduğu rapor edilmiştir.
14.
Ölüm olayına ilişkin yapılan soruşturma sonucunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı
8. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Savcılık), 22/4/2013 tarihli ve
E.2013/395, K.2013/88 sayılı kararında soruşturma kapsamındaki tanık beyanları,
ölü muayene ve otopsi raporu, balistik ve kimyasal inceleme raporları ve tüm
dosyanın bir bütün hâlinde değerlendirilmesi neticesinde müteveffanın intihar
etmek niyetiyle hareket ettiğini, bu eylemi gerçekleştirmek için kendisini
azmettiren ya da teşvik eden yahut intihar kararını kuvvetlendiren veya
kendisine yardım eden bir başka şahsın bulunmadığını belirterek kovuşturmaya
yer olmadığına karar vermiştir.
15.
Anılan karara başvurucu tarafından özetle “ölüm
olayının ardından olay yeri incelemesinin geç gerçekleştirildiği, ölümün
gerçekleştiğinin tanıklarca bilinmesine rağmen cesedin olay yerinden alınması
suretiyle pek çok delilin karartıldığı, müteveffanın ayağındaki yara izinin
kaynağının araştırılmadığı, olayda kullanılan silah üzerinden parmak izinin
alınmadığı ve müteveffaya psikolojik baskı yapıldığına dair tanık beyanlarının
yeterince dikkate alınmadığı” belirtilerek
itiraz edilmiştir.
16.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2. Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî
Mahkeme), 12/7/2013 tarihli ve K.2013/A-12-290 sayılı kararında “...olayı doğrudan gören tanıkların olduğu, ikna
çalışmalarına rağmen müteveffanın ikna olmayarak G-3 piyade tüfeğini çene
altından dayayıp bir el ateş ederek kendi eylemleri ile hayatına son verdiği;
müteveffanın kullandığı silah üzerinde parmak izi alınmamasına yönelik itirazın
değerlendirilmesinde, olayı doğrudan gören tanık beyanları olduğundan, parmak
izi alınmamasının esası etkilemeyeceğinin değerlendirildiği; müteveffanın
rütbeli komutanlar tarafından baskı gördüğüne dair itirazların değerlendirilmesinde,
bu konuda 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca soruşturma yapıldığı ve
soruşturma neticesinde şüpheliler hakkında iddianame düzenlendiği; müteveffanın
ayak izinde yara olmasına ilişkin itirazın değerlendirilmesinde, bu konunun
doğrudan müteveffanın vefat olayıyla nedensellik bağı olmadığı, diğer
itirazların ise esasa yönelik delil elde etmeye dönük olmadığı...”
gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir.
17.
Karar 30/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
18.
Başvurucu ve müteveffanın diğer yakınlarının ölüm olayına ilişkin yürütülen
soruşturmada özetle “A.Ç.'nin ölümüyle sonuçlanan olayda kastı veya ihmali olanların
araştırılmasını, A.Ç.'nin askeri birliğe 2012 yılında
tayin edilen bir rütbeli tarafından baskı altına alındığını, bu rütbelinin A.Ç.'ye çarşı izni dahi vermediğini, ölüm olayının
gerçekleşmesinden önce A.Ç.'nin de aralarında
bulunduğu 4-5 kişilik bir grupla rütbeli bir subayın kavga ettiğini
duyduklarını” belirterek ölüm olayının gerçekleşmesinde kusuru
bulunan kişilerden şikâyetçi olmaları üzerine bu iddialara ilişkin Savcılığın
E.2013/506 sayılı dosyası kapsamında ayrı bir soruşturma başlatılmıştır.
19.
Bu doğrultuda yapılan soruşturma sonucu, Savcılığın 10/4/2013 tarihli ve
E.2013/506, K.2013/216 sayılı kararıyla;
i. İntihar olayının gerçekleştiği gün şüpheli S.A.nın, müteveffa A.Ç. ile olay kapsamında ifadeleri
alınan diğer üç tanığı üç No.lu mevziyi temizlemek
üzere götürdüğü, A.Ç. ile tanıkların şüpheliye görev yapmadıkları mevziyi neden temizleyeceklerini anlamadıklarını
söyledikleri, şüphelinin cevaben temizlik yapacaklarını söylediği, A.Ç.nin ise “Biz burada
yiyip içmedik.” dediği, şüphelinin bunun üzerine A.Ç.yi
bir kere duvara vurup çektiği, bu surette şüpheli S.A.nın
asta karşı müessir fiil suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle
iddianame düzenlendiği,
ii. A.Ç.nin ölümüyle sonuçlanan olayda
kullanılan ve başka bir askere zimmetli olan silahın, olaydan önce A.Ç. tarafından
silahlıktan alınması konusunda kusuru olan O.Y. hakkında emre itaatsizlikte
ısrar suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle iddianame
düzenlendiği,
iii. Müteveffaya baskı yaptığı iddia edilen personelin E.K.
olabileceğinin saptandığı; tanık ifadelerinde müteveffanın, E.K.nın
kendisine çok fazla nöbet yazdığından yakındığının belirtildiği, bu iddialar
kapsamında nöbet ve görevlendirme çizelgeleri, sağlık kayıtları ve çarşı
izinlerine ilişkin belgelerin bilirkişi tarafından incelendiği ve bilirkişi
tarafından hazırlanan raporda “...A.Ç.'ye 7 aylık hizmet defterinden çıkarılan toplam nöbet
saatlerinde gözle görülür şekilde fazla nöbet yazıldığı anlaşılıyor olmasına
rağmen, detaylı incelemede tek başına toplam nöbet saatinde yalnız olmadığı,
her ay farklılıklar gösteren birkaç kişiye fazla nöbet yazıldığı, bu
fazlalıkların da birlik içerisinde devam eden diğer faaliyetlerin yürütülmesi
amacıyla nöbet grubu olarak belirlenen erlere tutturulduğunun anlaşıldığı, A.Ç.'ye yönelik kasti olarak fazladan veya ceza amaçlı
nöbet yazılmadığı kanaatinin oluştuğu, nöbet defterinin daha özenli tutulması
gerektiği, hizmet defterinin değişik şahıslar tarafından yazıldığının gözle
görülür şekilde anlaşıldığı, ikiz görevleri bulunan personelin hergün nöbet grubuna dahil edilmesi halinde nöbet grubu
olarak belirlenen erbaş ve erlere daha az nöbet saati gelebileceği, A.Ç.'nin sağlık belgeleri incelendiğinde, sağlık hizmetlerinden
faydalanma konusunda herhangi bir sıkıntısının bulunmadığı, erbaş ve erlerin
prensip olarak 15 günde bir sıra ile çarşı iznine çıkarılması emirlerde
belirtilmesine rağmen, birliğin sorumluluk sahasındaki mevcut terör tehdidi
konusunda kanaat oluşmadığından, çarşı izinlerinin yeterli olup olmadığı
konusunda kanaat oluşmadığı...” sonucuna
ulaşıldığı, bu nedenle memuriyet nüfuzunu kötüye kullandığına dair yeterli
şüphe bulunmayan E.K. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği
anlaşılmıştır.
20.
Başvuru kapsamında incelenen soruşturma dosyasında, S.A. hakkında açılan kamu
davası sonucunda asta müessir fiil suçundan 25 gün hapis cezasına, O.Y.
hakkında açılan kamu davası sonucunda ise emre itaatsizlikte ısrar suçundan 25
gün hapis cezasına hükmedildiği, anılan cezalar hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verildiği ve bu cezaların kesinleştiği anlaşılmıştır.
Ayrıca E.K. hakkında verilen
kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı başvurucunun itiraz yoluna
başvurup başvurmadığına ilişkin ne soruşturma dosyasında ne de bireysel başvuru
formu ve eklerinde herhangi bir bilgi veya belgeye ulaşılabilmiştir.
2. Tazminat Davası Süreci
21.
Anayasa Mahkemesi tarafından; başvurucunun, oğlunun askerlik hizmetini yerine
getirirken hayatını kaybettiği olayda devletin veya kamu görevlilerinin
kusurunun bulunduğundan bahisle herhangi bir tazminat davası açıp açmadığı
konusunda yapılan araştırma kapsamında 25/8/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinden (AYİM) bilgi talep edilmiştir.
22.
AYİM tarafından gönderilen cevap yazısında başvurucunun, başvuru konusuna
ilişkin olarak 19/2/2014 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açtığı ve
anılan davanın AYİM 2’nci Dairesi nezdinde derdest olduğu bildirilmiştir.
B. İlgili Hukuk
23. 22/5/1930
tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun “İtaatsizlikte
ısrar edenlerin cezası” başlıklı 87. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Hizmete ilişkin emri hiç
yapmayan asker kişiler bir aydan bir seneye kadar, emrin yerine getirilmesini
söz veya fiili ile açıkça reddeden veya emir tekrar edildiği halde emri yerine
getirmeyenler, üç aydan iki seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.”
24. 1632
sayılı Kanun’un “Memuriyet nüfuzunun sair
surette kötüye kullanılması” başlıklı 115. maddesi şöyledir:
“Emir vermek yetkisini veya
memuriyet nüfuzunu kötüye kullanarak mevzuatın tayin ettiği ahvalden başka bir
suretle herhangi bir gerçek veya tüzel kişi yahut astı hakkında keyfi bir işlem
yapan yahut yapılmasını emreden amir veya üst, bir aydan iki seneye kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
Bu işlem, siyasi bir
amaçla yahut kişisel bir çıkar sağlamak için yapılmış veya yapılması emredilmiş
ise, fiil başka bir suç oluşturmadığı takdirde altı aydan aşağı olmamak üzere
hapis cezası verilir.”
25. 1632
sayılı Kanun’un “Maduna müessir fiiller
yapanların cezası” başlıklı 117. maddesi şöyledir:
“Madununu
kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen
eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya
onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelde
bulunulmasına müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.”
26.
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı
172. maddesi şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının
açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma
olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu
karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş
şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.
(2)
Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana
çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.
…”
27.
25/10/1963 sayılı ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair
karara itiraz” kenar başlıklı 107. maddesi şöyledir:
“Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar,
teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı
veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir.
Bu
karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a
komutanı veya askerî kurum amiri ya da suçtan zarar gören, kararın kendilerine
tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren
askerî savcının teşkilâtında olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın
askerî mahkemede itiraz edebilirler. En yakın askerî mahkemenin tayininde
kararsızlık olursa, bu husus Millî Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz
isteminde kamu davasının açılmasını haklı gösterecek olaylar ve deliller
gösterilir.”
28.
353 sayılı Kanun’un “İtirazın reddi”
kenar başlıklı 109. maddesi şöyledir:
“
İtiraz süresi içinde
yapılmamış veya sebep gösterilmemişse veyahut kamu davasının açılması için
yeter sebepler bulunmazsa askeri mahkeme itirazı reddeder.
Ret kararı suçtan zarar görene; eğer itiraz,
teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı
veya askerî kurum amiri tarafından yapılmış ise bu makama tebliğ olunur ve
ayrıca askerî savcıya ve şüpheliye bildirilir.
İtiraz
reddedildikten sonra kamu davası ancak yeni olaylara ve yeni delillere
dayanılarak açılabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29.
Mahkemenin 19/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
29/8/2013 tarihli ve 2013/7900 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30.
Başvurucu, oğlunun hayatını kaybettiği olayın ardından başlatılan soruşturmanın
etkili bir şekilde yürütülmediğini, olayın baştan beri bir intihar vakası
olarak kabul edildiğini, tanıkların olayın hemen ardından “askeri birlikte yeterli sosyal imkânların olmadığına
ve kendilerine çarşı izni dahi verilmediğine” yönelik ifadelerde bulunduklarını,
ancak olaydan üç gün sonra alınan ifadelerinde bu durumdan bahsetmediklerini,
somut olayda olay yeri incelemesinin geç yapıldığını, delillerin yeterince
araştırılmadığını ve devletin, oğlunun yaşam hakkını koruma konusunda gerekli
tedbirleri almadığını belirterek Anayasa'nın 17. ve 36. maddelerinde güvence
altına alınan yaşam hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri
sürmüş ve soruşturmanın yeniden başlatılması talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
31.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde
başvurucunun şikâyetlerinin ölüm olayının ardından yürütülen soruşturma
sürecine ve yaşamı korumak için gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiasına
yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, her ne kadar Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini
ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyetlerinin özünün, Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş
ve başvuru bu çerçevede ele alınmıştır.
32.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin
(1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından
ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
tanınmıştır.
33.
Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi
ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.”
34.
Yaşam hakkına yönelik yapılacak bir incelemede öncelikle başvurucunun, başvuru
ehliyeti ve ihlal iddiasının incelenmesinde menfaatinin bulunup bulunmadığı
denetlenmelidir. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel
ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip
oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını
kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm
olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu, başvuru konusu
olayda ölen kişinin babası olup başvuru konusu olaya ilişkin yürütülen ceza
soruşturmasına etkin bir şekilde katılmış ve soruşturma sürecini takip etmiştir.
Bu nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili yürütülen soruşturmanın,
Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun
tespitinde başvurucunun meşru menfaati olacağı anlaşıldığından başvuruda,
başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik görülmemiştir.
35.
Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle
sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu
konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir
yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve
hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük
olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
36.
Anayasa Mahkemesinin, yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif
yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17.
maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş
yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği
gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu
yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği
her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
37.
Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından, müteveffanın yaşamını korumak için
gerekli önlemlerin alınmadığı ve ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma
yürütülmediği ileri sürülmektedir. Bu nedenle başvurucunun, yaşam hakkının
ihlaline ilişkin iddialarının yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde,
devletin müteveffanın yaşamını koruma konusunda gerekli tedbirleri alma
yükümlülüğü ile ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü
kapsamında ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
1. Ceza Soruşturmasının Etkili Yürütülmediği İddiası Yönünden
38.
Başvurucu, oğlunun hayatını kaybettiği olayın ardından başlatılan soruşturmanın
etkili bir şekilde yürütülmediğini, olayın baştan beri bir intihar vakası
olarak kabul edildiğini, tanıkların olayın hemen ardından “askerî birlikte yeterli sosyal imkânların olmadığına
ve kendilerine çarşı izni dahi verilmediğine” yönelik ifadelerde bulunduklarını,
ancak olaydan üç gün sonra alınan ifadelerinde bu durumdan bahsetmediklerini,
somut olayda olay yeri incelemesinin geç yapıldığını ve delillerin yeterince
araştırılmadığını ileri sürmüştür.
39.
Bakanlığın konu hakkındaki görüş yazısında öncelikli olarak, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında
yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen
harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin
olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları; soruşturmanın,
ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için yeterli ölçüde kendilerine
açık olması, makul bir hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların
belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte
olması gerektiği ifade edilmiştir.
40. Bakanlık görüşünde yine AİHM kararlarına dayanılarak somut
olayda varılan sonuçla ilgili değil, bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir
yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin
toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları
gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini
engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar
verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif
yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında
mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava
yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği; yetkili mercilerin,
olaylara ilişkin delillerin özellikle de görgü tanıklarının ifadelerinin,
güvenlik güçlerinin elde ettiği bilimsel ve teknik verilerin, gerektiğinde
maktulün vücudundaki zedelenmeleri tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir
otopsi sonucunun ve hastanede yapılan gözlemlerin nesnel bir değerlendirmesinin
toplanabilmesi için makul olarak kendilerine açık olan tedbirleri almaları
gerektiği belirtilmiştir.
41.
Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak müteveffanın ölümü ile aynı
anda adli soruşturmaya başlandığı, Cumhuriyet Savcısı eşliğinde olay yeri
incelemesi yapıldığı, ölü muayene ve otopsi işlemleri gerçekleştirildiği, kriminal incelemeler yaptırıldığı, tanıkların dinlendiği,
adli soruşturmanın başvurucuya açık olarak yürütüldüğü ve kısa sürede
sonuçlandırıldığı, müteveffanın kesin ölüm nedeninin belirlendiği ve intiharını
çevreleyen koşulların ortaya konulduğu ifade edilmiştir. Ayrıca olaydan önce
müteveffayı darp ettiği iddia edilen S.A. hakkında asta müessir fiil suçundan,
müteveffaya kendisine ait olmayan silahı verdiği iddia edilen O.Y. hakkında ise
emre itaatsizlikte ısrar suçundan kamu davası açıldığı bilgisine yer
verilmiştir.
42.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
43.
6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul
edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
44. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam
hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif
yükümlülüklerin usul boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya
konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir
soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde
devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma
yürütmek durumundadır. (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine
getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten
uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle
soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif
yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih
Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
45.
Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam
hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku
bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere
adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun
araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri
başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma ya da
cezalandırma hakkı verdiği veya devlete tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da
belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
56).
46.
Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının
resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine
yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57, Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 94 ).
47.
Ölüm olayına ilişkin yapılacak etkili bir soruşturma kapsamında yetkililerin;
tanıklarının ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde
yaralanmalar ile ilgili eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân
verecek otopsinin yapılması, ölüm sebebinin objektif analizinin yapılması ve
söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm
tedbirlerin alınması gibi işlemleri yapmaları gerekmektedir. Ölüm sebebinin
veya olası sorumlulukların tespit edilmesini olumsuz yönde etkileyecek
nitelikteki her türlü eksiklik, etkili bir soruşturma yürütülmesi açısından
risk teşkil edebilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011,
§ 301; Mehmet Köse/Türkiye, B.
No: 10449/06, 1/4/2014, § 64).
48.
Ayrıca soruşturmada görevli kişilerin, olaylara karışan veya karıştığından
şüphelenilen kişilerden bağımsız olmaları gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik
veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil, aynı zamanda somut bir
bağımsızlığı da gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Anguelova/Bulgaristan,
B. No: 55721/07, 13/9/2002, § 138).
49.
Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de
teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için
soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten
her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu
sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
50.
Yaşanan bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari
ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu
olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün “şüpheli” olduğuna dair iddialarının
soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp
karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini
incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır
ve diğerleri, B. No: 2013/2782,
11/3/2015, § 68).
51.
Bu çerçevede başvuru konusu olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturmasındaki
işlemlere bakıldığında ölüm olayının ardından derhâl soruşturma başlatıldığı, soruşturma
kapsamında olay yeri incelemesi yapıldığı, olay yerinin fotoğraflarının
çekildiği ve krokisinin çizildiği, kimyasal ve balistik inceleme raporlarının
alındığı, tanık ve müştekilerin dinlendiği, müteveffanın olaydan önceki sosyal
ve psikolojik durumunun tespit edilmeye çalışıldığı ve müteveffanın cesedi
üzerinde klasik ve sistematik otopsi yapılarak ölüm sebebinin net olarak
belirlendiği anlaşılmıştır.
52.
Soruşturma kapsamında elde edilen bulgular ve tanıkların birbirleriyle tutarlı
olan ifadelerinden anlaşıldığı üzere müteveffanın gerek askerlik hizmetiyle
gerekse de ailevi bağlarıyla alakalı çeşitli sıkıntılar yaşadığı ve bu durumun
müteveffa üzerinde olumsuz bir etki uyandırdığı, olay günü de müteveffanın
moralinin bozuk olduğu, birlik nizamiye nöbetini devralmak üzere silahlıktan
aldığı silah ile askerî hizmet binasına ve havaya doğru rastgele toplam dokuz
kez ateş ettikten sonra nizamiyeden çıkıp yakınlardaki boş arazinin ortasında
durduğu, tüm ikna çabalarına rağmen tüfeğini çenesinin altına dayadığı ve bir
el ateş ettiği anlaşılmıştır. Bu çerçevede olayın oluş şekli, tanık ifadeleri, kriminal incelemeler ve otopsi raporunda tespit edilen
mermi giriş ve çıkış deliklerine ilişkin bulgular bir arada
değerlendirildiğinde Savcılığın, somut olayda müteveffanın intihar etmek
suretiyle hayatını kaybettiğine ilişkin tespitinden ayrılmayı gerektiren bir
husus bulunmamaktadır.
53.
Bununla birlikte yaşam hakkına ilişkin etkili bir soruşturma yapıldığından
bahsedebilmek için müteveffayı intihara sürükleyen sebeplerin ve bu sebepler
ile intihar vakıası arasındaki nedensellik bağının da araştırılması
gerekmektedir.
54.
Somut olaya bu açıdan bakıldığında başvurucunun; askerî birlikte sosyal
imkânların çok zayıf olduğu, müteveffaya çarşı izni dahi verilmediği, tanık
olarak dinlenen askerlerin bu konudaki ifadelerini sonradan değiştirdikleri,
rütbeli askerî görevliler tarafından müteveffanın baskı altına alındığı ve
olaydan önce birlikte müteveffanın da karıştığı bir kavganın yaşandığı
yönündeki iddialarının, intihar olayına olası etkileri konusunda yeterli bir
araştırma yapılıp yapılmadığı değerlendirilmelidir.
55.
Başvuru konusu olayda Savcılık tarafından başvurucunun anılan iddialarına
yönelik ayrı bir soruşturma başlatılmıştır (bkz. § 18). Olayın gerçekleşmesinin
hemen ardından Muş Cumhuriyet Başsavcılığınca dinlenen tanıklardan bazılarının
ifadelerinde askerî birlikte sosyal imkânların çok zayıf olduğu ve kendilerine
çarşı izni dahi verilmediği belirtilmiştir. Başvurucu, her ne kadar anılan
tanıkların daha sonradan verdikleri ifadelerde bu durumun tam tersine
beyanlarda bulunduklarını iddia etse de soruşturma dosyasının incelenmesi
neticesinde tanıkların olaydan 4 gün sonra tekrar ifadelerinin alındığı ve ilk
ifadeleriyle çelişecek nitelikte herhangi bir beyanda bulunmadıkları
görülmüştür.
56.
Ayrıca, Savcılık tarafından ölüm olayından önce müteveffa ile tartışan ve
müteveffayı bir kere duvara vurup çektiği iddia edilen şüpheli S.A. hakkında
asta karşı müessir fiil suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açıldığı,
olayda kullanılan ve başka bir askere zimmetli olan silahın, olaydan önce
müteveffa tarafından silahlıktan alınması konusunda kusuru olan O.Y. hakkında
emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açıldığı,
müteveffaya baskı yaptığı iddia edilen E.K. hakkında ise memuriyet nüfuzunu
kötüye kullanma suçundan soruşturma yürütüldüğü, ancak soruşturma kapsamında
alınan bilirkişi raporuna dayanılarak şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasına
yer olmadığına karar verildiği tespit edilmiştir. Bu nedenle Savcılık
tarafından, yaşam hakkının usul boyutu kapsamında müteveffayı intihara
sürükleyen sebeplerin aydınlatılmasına ve sorumluların tespitine imkân verecek
nitelikte detaylı bir araştırma yapıldığı anlaşılmaktadır.
57.
Bütün bu veriler kapsamında somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde
Savcılık tarafından başvurucunun oğlunun hayatını kaybettiği olaya ilişkin
derhâl soruşturma başlatıldığı ve soruşturmanın yaklaşık 4 ay gibi makul bir
sürede sonuçlandırıldığı, olaya ilişkin delillerin elde edilmesine yönelik
ayrıntılı bir çalışma yapıldığı, olayın öncesinde ve olay anında yaşanan
gelişmelerin detaylarıyla birlikte araştırıldığı, başvurucunun meşru menfaati
gereği soruşturma sürecine etkili bir şekilde katılmasına engel bir bulguya rastlanmadığı
ve bu suretle somut olayın aydınlatılmasına yönelik yeterli çabanın
gösterildiği anlaşılmıştır. Bu durumda yukarıda bahsedilen yaşam hakkının usul
boyutuna ilişkin ilkeler karşısında başvuru konusu olayda, soruşturma makamının
olayların seyrini aydınlatmaya yönelik işlemlerinden kuşku duyulmasını
gerektiren bir durumun veya yürütülen soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti
üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
58.
Açıklanan nedenlerle somut olayda yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının
usul boyutunun ihlaline neden olabilecek bir yön bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Yaşamı Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası
Yönünden
59.
Başvurucu; devletin, oğlunun yaşam hakkını koruma konusunda gerekli tedbirleri
almadığını ileri sürmüştür.
60.
Bakanlık görüşünde Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki
şikâyetler değerlendirilirken AİHM’in devletin yaşamı
koruma yükümlülüğünü devletin egemenlik alanında bulunan kişileri intihara
karşı korumayı kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya
ilişkin AİHM kararlarına yer verilmiştir. AİHM’in bu
konudaki kararlarında, bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu biliyor
olması veya bilmesi gerektiği hâlde makul tedbirleri almamasının devletin
sorumluluğunu doğurabileceği, dolayısıyla askerliğin zorunlu olduğu ülkelerde
devletin özel bir itinayla hareket etmesi ve psikolojik rahatsızlıkları bulunan
askerler için uygun önlemler alması gerektiği, bununla birlikte intihar
olaylarında devletin yerine getirmesi gereken pozitif yükümlülüklerin
kapsamının belirlenmesinde insan davranışlarının “öngörülemezliği” ilkesinin de gözden
kaçırılmaması gerektiği ifade edilmiştir.
61.
Bakanlığın görüş yazısında ayrıca, AİHS’in 2.
maddesinde yer alan etkili bir yargısal sistem kurma şeklindeki pozitif
yükümlülüğün, her olayda ceza yollarının bulunmasını zorunlu kılmadığı, ölüm
olayının kasten meydana gelmemesi durumunda hukuki veya idari bir prosedür
aracılığıyla tazminat ödenmesinin zararın uygun şekilde telafi edilmesini
sağlayabileceği, bu nedenle başvurucunun mağdur sıfatının değerlendirilmesi
bakımından AYİM nezdinde dava açıp açmadığının araştırılması gerektiği
belirtilmiştir.
62.
Başvurucu, Bakanlığın görüş yazısına karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
63.
Devletin, yaşam hakkını koruma konusundaki pozitif yükümlülüğü kapsamında yetki
alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek
diğer bireylerin gerekse de kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek
risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (bkz. § 35).
64. Bu
kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek
risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün
ortaya çıkması için askeri mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin
kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da
bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu
riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları
yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını
incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa
Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını
aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya
konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve
diğerleri, ,
§ 74).
65. Askerlik
yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve etkinliklerin doğasına ve insan
unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu
yasal ve idari düzenlemelerin bulunması gerekmektedir. Devlet askerlik görevini
zorunlu kıldığı için özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir
titizlik göstermeli ve psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini
ve onlara yönelik uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal
ve idari düzenlemelerde, askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle
karşı karşıya bulunan askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan
uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan
sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini
sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım
sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi ve askerlik öncesinde ve sırasında
gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması büyük önem taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, §§ 75, 76).
66. Yaşam
hakkının korunması, silah altındaki bir askerin askerî makamların kontrolü
altında iken “şüpheli” bir
biçimde ölmesi durumunda bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun resmî
bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda
bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması temin
edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın öncelikle
olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise
sorumluların tespit edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını
sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön
soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17.
maddenin gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle derece mahkemeleri hiçbir
durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapıldığı
sabit görülen saldırıları cezasız bırakmamalıdır (Sadık Koçak ve diğerleri, § 77).
67.
Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına
ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı
durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek
nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür
olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece
tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak
için yeterli değildir. Ancak bu yükümlülük her olayda mutlaka ceza soruşturması
yürütülmesini gerektirmemektedir. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm
olaylarında mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 55, 59).
68.
Öte yandan ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin
ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir
ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu
makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet
nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri
almadığı durumlarda bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına
başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan
kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60)
69.
Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından
başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit
edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi
hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel
başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin
inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından kapsamlı
bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi
ile sonuçlanan idari dava yolu, mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecek etkili
bir başvuru yoludur (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri, §§ 61, 74; Sadık
Koçak ve diğerleri, § 83).
70.
Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen
hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından
ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine
bağlı bulunmaktadır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli
olup olmadığı kararı, söz konusu Anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin
niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının
değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun
mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda
idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da
bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve
diğerleri, § 84).
71.
Başvuru konusu olayda başvurucunun, oğlunun askerlik hizmetini yerine
getirirken hayatını kaybettiği olayda devletin veya kamu görevlilerinin
kusurunun bulunduğundan bahisle maddi ve manevi tazminat davası açtığı ve
anılan davanın AYİM 2’nci Dairesi nezdinde derdest olduğu tespit edilmiştir.
72.
Somut olayda müteveffanın gerek askerlik hizmetiyle gerekse de ailevi
bağlarıyla ilgili çeşitli sıkıntılar yaşadığı ve bu durumun müteveffa üzerinde
olumsuz bir etki uyandırdığı görülmektedir. Müteveffanın moralinin bozuk olması
ve birlik içerisinde kendisine fazla nöbet yazıldığına, üzerine çok gelindiğine
ve artık bunlara dayanamadığına yönelik yakınmalarda bulunması hatta bazı
arkadaşlarına ya kendisini ya da başkasını vurabileceği şeklinde söylemlerinin
olması, psikolojik olarak yaşadığı sıkıntıların bazı belirtileri olarak kabul
edilebilecektir. Bununla birlikte somut olayda başvurucunun, lehine
hükmedilebilecek uygun bir tazminatla mağduriyetinin giderilmesine olanak
sağlayacak bir hukuk yoluna başvurduğu tespit edilmiştir. Zira anılan dava,
müteveffada gözlemlenen moral bozukluğunun, etkisi ve sonuçları itibarıyla
intihar gibi büyük bir eylemi gerçekleştireceğine yönelik öngörülebilir bir
davranış olup olmadığının değerlendirilmesine, müteveffanın olay günü
kendisinden rütbece üstün olan bir askerî personelle yaşadığı tartışmanın ve
kendisine ait olmayan bir silahla intihar etmesinin intihar olayı açısından
taşıdığı nedensel değerin tartışılmasına ve sonuç
olarak intihar olayında idarenin kusurlu olup olmadığına ilişkin yapılacak bir
tespitle başvurucu lehine uygun bir tazminata hükmedilerek başvurucunun mağdur
sıfatının ortadan kaldırılmasına imkân verecek niteliktedir.
73.
Bu doğrultuda somut olayda, yürütülen kapsamlı bir ceza soruşturmasının
ardından başvurucu tarafından ölüm olayında devletin kusurlu olduğundan bahisle
tazminat davası açıldığı; anılan davanın, başvurucunun maddi ve manevi
zararlarının tazminini sağlayarak mağduriyetini ortadan kaldırabilecek
nitelikte olduğu, ancak bu davanın henüz derdest durumda bulunduğu dikkate
alındığında başvurucunun, AYİM nezdinde açtığı tazminat davasının sonucunu
beklemeden ikincil nitelikteki bireysel başvuru yoluna başvurduğu
anlaşılmıştır.
74.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun, oğlunun ölümünde idarenin gerekli önlemleri
almaması sebebiyle kusurlu olup olmadığını tespit edip yeterli miktarda
tazminata hükmedilmesi suretiyle mağdur sıfatını sona erdirebilecek nitelikteki
tazminat davasının sonucunu beklemeden bireysel başvuruda bulunduğu
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığına ilişkin
şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması,
2.
Yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığına ilişkin
şikâyetlerin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
19/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.