TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ZÜBEYT ÇİFTÇİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7900)
Karar Tarihi: 19/11/2015
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Raportör Yrd.
Bülent ALTINSOY
Başvurucu
Zübeyt ÇİFTÇİ
Vekili
Av. Ahmet KALPAK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 2013 yılında askerde meydana gelen ölüm olayının ardından yapılan soruşturmanın etkili olmaması ve yaşamı korumak için gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir .
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 29/8/2013 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı 8. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 19/11/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından 13/7/2015 tarihinde başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 27/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun oğlu Abdurrahman ÇİFTÇİ (A.Ç.), Muş-Hasköy Jandarma Komutanlığında askerlik hizmetini yerine getirmekte iken 6/3/2013 tarihinde, ateşli silah yaralanması sonucu hayatını kaybetmiştir.
1. Ceza Soruşturması Süreci
8. Olayın ardından başlatılan soruşturma kapsamında dinlenen tanıklar, birbirleriyle tutarlı olan ifadelerinde, “müteveffanın birlik içerisinde kendisine fazla nöbet yazıldığını ve üzerine gelindiğini düşünerek bunalımlı davranışlarda bulunduğunu, annesi ve babasının ayrı olması nedeniyle psikolojisinin bozuk olduğunu, annesini askere gelirken evli olan ağabeyine emanet ettiğini, ancak olaydan 15 gün kadar önce ağabeyinin annesini bıraktığını söylediğini, annesinin yalnız kalması nedeniyle müteveffanın çok üzgün olduğunu, 6/3/2013 tarihinde 14:00-16:00 saatleri arasında birlik nizamiye nöbetini devralmak üzere silahlıktan başkasına zimmetli G-3 piyade tüfeğini aldığını, saat 14:00 sularında elindeki tüfeğin kurma kolunu çekerek hizmet binasının yan duvarına ve havaya doğru tek tek ateş ettiğini, bu esnada 'yeter artık dayanamıyorum, rütbeliler çok üzerime geliyorlar' gibi sözler sarf ettiğini, sonrasında nizamiyeden çıkıp birlikten biraz uzaklaştıktan sonra karla kaplı olan bir tarlada durduğunu, ikna çabalarına rağmen elindeki tüfeğin namlusunu çenesinin altına dayayarak tetiğe bastığını” beyan etmişlerdir.
9. Bazı tanıklar ayrıca “müteveffanın, komutanların üzerine çok geldiğinden ve artık buna dayanamadığından şikâyet ettiğini, ya kendisini ya da bir başkasını vuracağı yönünde bazı söylemlerinin olduğunu, ancak, kendilerinin bunu şaka zannettiklerini” belirtmişlerdir.
10. Olayın ardından Muş İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi tarafından olay yerinde inceleme yapılmış ve olay yerindeki deliller toplanıp koruma altına alınmıştır. Yapılan incelemede olayda kullanılan J080665 seri numaralı G3 piyade tüfeğinin olay tarihinde izinde bulunan Er A.G.ye ait olduğu, müteveffanın nöbet görevi için silahlıktan bu silahı aldığı, ayrıca müteveffanın şahsi dolabı ve valizlikte bulunan eşyaları üzerinde yapılan aramada ölüm nedeninin tespitine yönelik herhangi bir bulguya rastlanmadığı rapor edilmiştir.
11. A.Ç.nin cesedi üzerinde yapılan klasik ve sistematik otopsiye ilişkin raporda, “...müteveffanın sağ angulus mandibula alt kısmında 2 cm., 1,8 cm. ve 3 cm. ebadında kolları bulunan etrafında 6x3 cm.'lik alanda alev yanığı, duman-is artıkları ve barut kakmaları bulunan, kolları ile birlikte ölçüldüğünde 5,5x2,5 cm., kolları olmadan ölçüldüğünde 1x0,8 cm. ebadında bitişiğe yakın atış ateşli silah giriş deliği, bu giriş deliğinin cilt altı yumuşak dokularında yanık, duman, is ve barut artıkları olduğu, giriş deliğinin 2,5 cm. superiorunda sağ maksilla alt kısmından başlayıp alın sol leteraline, burun sağ kanadından başlayıp vertekse uzanan bölgeyi kapsayan, duramater lasere beyin dokusu dışarı protüze, kafa kemikleri çok parçalı kırık vaziyette ve sağ gözün kaybedilmiş olduğu 22x17 cm. ebadında ateşli silah çıkış deliği olduğu, atış istikametinin anatomik pozisyonda aşağıdan yukarıya, çok hafif sağdan sola doğru yapılmış olduğu, bunun haricinde müteveffa üzerinde herhangi bir darp, cebir, delici ve kesici alet, elle-iple boğma ve benzeri harici lezyona rastlanılmadığı, müteveffanın bitişiğe yakın atışlı ateşli silah yaralanmasına bağlı kafa kemiklerinde kırık, beyin zarları arasında kanama ve beyin harabiyeti nedeniyle öldüğü...” sonucuna ulaşılmıştır. Anılan raporda ayrıca, müteveffanın sağ bacağının alt kısmında 0,6x0,3 ebadında üzeri kurutlu abrazyon bulunduğu görülmüştür.
12. Jandarma Genel Komutanlığı Balistik İnceleme Şubesince yapılan incelemede, olayda kullanılan silahın emniyet ve ateş ayar mandalının sağlam ve işler durumda olduğu, atışa mâni herhangi bir arızasının bulunmadığı, olaydan önce ve ölüm anında kullanılan 10 adet mermi kovanının söz konusu silahtan çıktığı tespit edilmiştir.
13. Jandarma Genel Komutanlığı Kimyasal İnceleme Şubesince yapılan incelemede ise müteveffaya ait svaplar ve elbiseler üzerinde yapılan analizler neticesinde müteveffanın yüz bölgesi svabı üzerinde atış artıkları tespit edildiği, müteveffaya ait bere üzerinde yaklaşık 5x5 cm ebatlarında bir adet delinme ve delinme bölgelerinin etrafında atış artıklarının olduğu, ayrıca müteveffaya ait pantolon, parka, bere, hücum yeleği ve bir çift bot üzerinde de atış artıkları bulunduğu rapor edilmiştir.
14. Ölüm olayına ilişkin yapılan soruşturma sonucunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı 8. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Savcılık), 22/4/2013 tarihli ve E.2013/395, K.2013/88 sayılı kararında soruşturma kapsamındaki tanık beyanları, ölü muayene ve otopsi raporu, balistik ve kimyasal inceleme raporları ve tüm dosyanın bir bütün hâlinde değerlendirilmesi neticesinde müteveffanın intihar etmek niyetiyle hareket ettiğini, bu eylemi gerçekleştirmek için kendisini azmettiren ya da teşvik eden yahut intihar kararını kuvvetlendiren veya kendisine yardım eden bir başka şahsın bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
15. Anılan karara başvurucu tarafından özetle “ölüm olayının ardından olay yeri incelemesinin geç gerçekleştirildiği, ölümün gerçekleştiğinin tanıklarca bilinmesine rağmen cesedin olay yerinden alınması suretiyle pek çok delilin karartıldığı, müteveffanın ayağındaki yara izinin kaynağının araştırılmadığı, olayda kullanılan silah üzerinden parmak izinin alınmadığı ve müteveffaya psikolojik baskı yapıldığına dair tanık beyanlarının yeterince dikkate alınmadığı” belirtilerek itiraz edilmiştir.
16. Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2. Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme), 12/7/2013 tarihli ve K.2013/A-12-290 sayılı kararında “...olayı doğrudan gören tanıkların olduğu, ikna çalışmalarına rağmen müteveffanın ikna olmayarak G-3 piyade tüfeğini çene altından dayayıp bir el ateş ederek kendi eylemleri ile hayatına son verdiği; müteveffanın kullandığı silah üzerinde parmak izi alınmamasına yönelik itirazın değerlendirilmesinde, olayı doğrudan gören tanık beyanları olduğundan, parmak izi alınmamasının esası etkilemeyeceğinin değerlendirildiği; müteveffanın rütbeli komutanlar tarafından baskı gördüğüne dair itirazların değerlendirilmesinde, bu konuda 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca soruşturma yapıldığı ve soruşturma neticesinde şüpheliler hakkında iddianame düzenlendiği; müteveffanın ayak izinde yara olmasına ilişkin itirazın değerlendirilmesinde, bu konunun doğrudan müteveffanın vefat olayıyla nedensellik bağı olmadığı, diğer itirazların ise esasa yönelik delil elde etmeye dönük olmadığı...” gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir.
17. Karar 30/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu ve müteveffanın diğer yakınlarının ölüm olayına ilişkin yürütülen soruşturmada özetle “A.Ç.'nin ölümüyle sonuçlanan olayda kastı veya ihmali olanların araştırılmasını, A.Ç.'nin askeri birliğe 2012 yılında tayin edilen bir rütbeli tarafından baskı altına alındığını, bu rütbelinin A.Ç.'ye çarşı izni dahi vermediğini, ölüm olayının gerçekleşmesinden önce A.Ç.'nin de aralarında bulunduğu 4-5 kişilik bir grupla rütbeli bir subayın kavga ettiğini duyduklarını” belirterek ölüm olayının gerçekleşmesinde kusuru bulunan kişilerden şikâyetçi olmaları üzerine bu iddialara ilişkin Savcılığın E.2013/506 sayılı dosyası kapsamında ayrı bir soruşturma başlatılmıştır.
19. Bu doğrultuda yapılan soruşturma sonucu, Savcılığın 10/4/2013 tarihli ve E.2013/506, K.2013/216 sayılı kararıyla;
i. İntihar olayının gerçekleştiği gün şüpheli S.A.nın, müteveffa A.Ç. ile olay kapsamında ifadeleri alınan diğer üç tanığı üç No.lu mevziyi temizlemek üzere götürdüğü, A.Ç. ile tanıkların şüpheliye görev yapmadıkları mevziyi neden temizleyeceklerini anlamadıklarını söyledikleri, şüphelinin cevaben temizlik yapacaklarını söylediği, A.Ç.nin ise “Biz burada yiyip içmedik.” dediği, şüphelinin bunun üzerine A.Ç.yi bir kere duvara vurup çektiği, bu surette şüpheli S.A.nın asta karşı müessir fiil suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlendiği,
ii. A.Ç.nin ölümüyle sonuçlanan olayda kullanılan ve başka bir askere zimmetli olan silahın, olaydan önce A.Ç. tarafından silahlıktan alınması konusunda kusuru olan O.Y. hakkında emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlendiği,
iii. Müteveffaya baskı yaptığı iddia edilen personelin E.K. olabileceğinin saptandığı; tanık ifadelerinde müteveffanın, E.K.nın kendisine çok fazla nöbet yazdığından yakındığının belirtildiği, bu iddialar kapsamında nöbet ve görevlendirme çizelgeleri, sağlık kayıtları ve çarşı izinlerine ilişkin belgelerin bilirkişi tarafından incelendiği ve bilirkişi tarafından hazırlanan raporda “...A.Ç.'ye 7 aylık hizmet defterinden çıkarılan toplam nöbet saatlerinde gözle görülür şekilde fazla nöbet yazıldığı anlaşılıyor olmasına rağmen, detaylı incelemede tek başına toplam nöbet saatinde yalnız olmadığı, her ay farklılıklar gösteren birkaç kişiye fazla nöbet yazıldığı, bu fazlalıkların da birlik içerisinde devam eden diğer faaliyetlerin yürütülmesi amacıyla nöbet grubu olarak belirlenen erlere tutturulduğunun anlaşıldığı, A.Ç.'ye yönelik kasti olarak fazladan veya ceza amaçlı nöbet yazılmadığı kanaatinin oluştuğu, nöbet defterinin daha özenli tutulması gerektiği, hizmet defterinin değişik şahıslar tarafından yazıldığının gözle görülür şekilde anlaşıldığı, ikiz görevleri bulunan personelin hergün nöbet grubuna dahil edilmesi halinde nöbet grubu olarak belirlenen erbaş ve erlere daha az nöbet saati gelebileceği, A.Ç.'nin sağlık belgeleri incelendiğinde, sağlık hizmetlerinden faydalanma konusunda herhangi bir sıkıntısının bulunmadığı, erbaş ve erlerin prensip olarak 15 günde bir sıra ile çarşı iznine çıkarılması emirlerde belirtilmesine rağmen, birliğin sorumluluk sahasındaki mevcut terör tehdidi konusunda kanaat oluşmadığından, çarşı izinlerinin yeterli olup olmadığı konusunda kanaat oluşmadığı...” sonucuna ulaşıldığı, bu nedenle memuriyet nüfuzunu kötüye kullandığına dair yeterli şüphe bulunmayan E.K. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.
20. Başvuru kapsamında incelenen soruşturma dosyasında, S.A. hakkında açılan kamu davası sonucunda asta müessir fiil suçundan 25 gün hapis cezasına, O.Y. hakkında açılan kamu davası sonucunda ise emre itaatsizlikte ısrar suçundan 25 gün hapis cezasına hükmedildiği, anılan cezalar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve bu cezaların kesinleştiği anlaşılmıştır. Ayrıca E.K. hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı başvurucunun itiraz yoluna başvurup başvurmadığına ilişkin ne soruşturma dosyasında ne de bireysel başvuru formu ve eklerinde herhangi bir bilgi veya belgeye ulaşılabilmiştir.
2. Tazminat Davası Süreci
21. Anayasa Mahkemesi tarafından; başvurucunun, oğlunun askerlik hizmetini yerine getirirken hayatını kaybettiği olayda devletin veya kamu görevlilerinin kusurunun bulunduğundan bahisle herhangi bir tazminat davası açıp açmadığı konusunda yapılan araştırma kapsamında 25/8/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinden (AYİM) bilgi talep edilmiştir.
22. AYİM tarafından gönderilen cevap yazısında başvurucunun, başvuru konusuna ilişkin olarak 19/2/2014 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açtığı ve anılan davanın AYİM 2’nci Dairesi nezdinde derdest olduğu bildirilmiştir.
B. İlgili Hukuk
23. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun “İtaatsizlikte ısrar edenlerin cezası” başlıklı 87. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Hizmete ilişkin emri hiç yapmayan asker kişiler bir aydan bir seneye kadar, emrin yerine getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddeden veya emir tekrar edildiği halde emri yerine getirmeyenler, üç aydan iki seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.”
24. 1632 sayılı Kanun’un “Memuriyet nüfuzunun sair surette kötüye kullanılması” başlıklı 115. maddesi şöyledir:
“Emir vermek yetkisini veya memuriyet nüfuzunu kötüye kullanarak mevzuatın tayin ettiği ahvalden başka bir suretle herhangi bir gerçek veya tüzel kişi yahut astı hakkında keyfi bir işlem yapan yahut yapılmasını emreden amir veya üst, bir aydan iki seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bu işlem, siyasi bir amaçla yahut kişisel bir çıkar sağlamak için yapılmış veya yapılması emredilmiş ise, fiil başka bir suç oluşturmadığı takdirde altı aydan aşağı olmamak üzere hapis cezası verilir.”
25. 1632 sayılı Kanun’un “Maduna müessir fiiller yapanların cezası” başlıklı 117. maddesi şöyledir:
“Madununu kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelde bulunulmasına müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.”
26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesi şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.
(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.
…”
27. 25/10/1963 sayılı ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz” kenar başlıklı 107. maddesi şöyledir:
“Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir.
Bu karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ya da suçtan zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilâtında olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz edebilirler. En yakın askerî mahkemenin tayininde kararsızlık olursa, bu husus Millî Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz isteminde kamu davasının açılmasını haklı gösterecek olaylar ve deliller gösterilir.”
28. 353 sayılı Kanun’un “İtirazın reddi” kenar başlıklı 109. maddesi şöyledir:
“ İtiraz süresi içinde yapılmamış veya sebep gösterilmemişse veyahut kamu davasının açılması için yeter sebepler bulunmazsa askeri mahkeme itirazı reddeder.
Ret kararı suçtan zarar görene; eğer itiraz, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri tarafından yapılmış ise bu makama tebliğ olunur ve ayrıca askerî savcıya ve şüpheliye bildirilir.
İtiraz reddedildikten sonra kamu davası ancak yeni olaylara ve yeni delillere dayanılarak açılabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 19/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 29/8/2013 tarihli ve 2013/7900 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, oğlunun hayatını kaybettiği olayın ardından başlatılan soruşturmanın etkili bir şekilde yürütülmediğini, olayın baştan beri bir intihar vakası olarak kabul edildiğini, tanıkların olayın hemen ardından “askeri birlikte yeterli sosyal imkânların olmadığına ve kendilerine çarşı izni dahi verilmediğine” yönelik ifadelerde bulunduklarını, ancak olaydan üç gün sonra alınan ifadelerinde bu durumdan bahsetmediklerini, somut olayda olay yeri incelemesinin geç yapıldığını, delillerin yeterince araştırılmadığını ve devletin, oğlunun yaşam hakkını koruma konusunda gerekli tedbirleri almadığını belirterek Anayasa'nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve soruşturmanın yeniden başlatılması talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurucunun şikâyetlerinin ölüm olayının ardından yürütülen soruşturma sürecine ve yaşamı korumak için gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, her ne kadar Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyetlerinin özünün, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve başvuru bu çerçevede ele alınmıştır.
32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
33. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
34. Yaşam hakkına yönelik yapılacak bir incelemede öncelikle başvurucunun, başvuru ehliyeti ve ihlal iddiasının incelenmesinde menfaatinin bulunup bulunmadığı denetlenmelidir. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu, başvuru konusu olayda ölen kişinin babası olup başvuru konusu olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturmasına etkin bir şekilde katılmış ve soruşturma sürecini takip etmiştir. Bu nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili yürütülen soruşturmanın, Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun tespitinde başvurucunun meşru menfaati olacağı anlaşıldığından başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik görülmemiştir.
35. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
36. Anayasa Mahkemesinin, yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
37. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından, müteveffanın yaşamını korumak için gerekli önlemlerin alınmadığı ve ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediği ileri sürülmektedir. Bu nedenle başvurucunun, yaşam hakkının ihlaline ilişkin iddialarının yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde, devletin müteveffanın yaşamını koruma konusunda gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü ile ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü kapsamında ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
1. Ceza Soruşturmasının Etkili Yürütülmediği İddiası Yönünden
38. Başvurucu, oğlunun hayatını kaybettiği olayın ardından başlatılan soruşturmanın etkili bir şekilde yürütülmediğini, olayın baştan beri bir intihar vakası olarak kabul edildiğini, tanıkların olayın hemen ardından “askerî birlikte yeterli sosyal imkânların olmadığına ve kendilerine çarşı izni dahi verilmediğine” yönelik ifadelerde bulunduklarını, ancak olaydan üç gün sonra alınan ifadelerinde bu durumdan bahsetmediklerini, somut olayda olay yeri incelemesinin geç yapıldığını ve delillerin yeterince araştırılmadığını ileri sürmüştür.
39. Bakanlığın konu hakkındaki görüş yazısında öncelikli olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları; soruşturmanın, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir.
40. Bakanlık görüşünde yine AİHM kararlarına dayanılarak somut olayda varılan sonuçla ilgili değil, bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği; yetkili mercilerin, olaylara ilişkin delillerin özellikle de görgü tanıklarının ifadelerinin, güvenlik güçlerinin elde ettiği bilimsel ve teknik verilerin, gerektiğinde maktulün vücudundaki zedelenmeleri tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir otopsi sonucunun ve hastanede yapılan gözlemlerin nesnel bir değerlendirmesinin toplanabilmesi için makul olarak kendilerine açık olan tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir.
41. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak müteveffanın ölümü ile aynı anda adli soruşturmaya başlandığı, Cumhuriyet Savcısı eşliğinde olay yeri incelemesi yapıldığı, ölü muayene ve otopsi işlemleri gerçekleştirildiği, kriminal incelemeler yaptırıldığı, tanıkların dinlendiği, adli soruşturmanın başvurucuya açık olarak yürütüldüğü ve kısa sürede sonuçlandırıldığı, müteveffanın kesin ölüm nedeninin belirlendiği ve intiharını çevreleyen koşulların ortaya konulduğu ifade edilmiştir. Ayrıca olaydan önce müteveffayı darp ettiği iddia edilen S.A. hakkında asta müessir fiil suçundan, müteveffaya kendisine ait olmayan silahı verdiği iddia edilen O.Y. hakkında ise emre itaatsizlikte ısrar suçundan kamu davası açıldığı bilgisine yer verilmiştir.
42. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
43. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
44. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
45. Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği veya devlete tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
46. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57, Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94 ).
47. Ölüm olayına ilişkin yapılacak etkili bir soruşturma kapsamında yetkililerin; tanıklarının ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde yaralanmalar ile ilgili eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması, ölüm sebebinin objektif analizinin yapılması ve söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm tedbirlerin alınması gibi işlemleri yapmaları gerekmektedir. Ölüm sebebinin veya olası sorumlulukların tespit edilmesini olumsuz yönde etkileyecek nitelikteki her türlü eksiklik, etkili bir soruşturma yürütülmesi açısından risk teşkil edebilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 301; Mehmet Köse/Türkiye, B. No: 10449/06, 1/4/2014, § 64).
48. Ayrıca soruşturmada görevli kişilerin, olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olmaları gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 55721/07, 13/9/2002, § 138).
49. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
50. Yaşanan bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün “şüpheli” olduğuna dair iddialarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68).
51. Bu çerçevede başvuru konusu olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemlere bakıldığında ölüm olayının ardından derhâl soruşturma başlatıldığı, soruşturma kapsamında olay yeri incelemesi yapıldığı, olay yerinin fotoğraflarının çekildiği ve krokisinin çizildiği, kimyasal ve balistik inceleme raporlarının alındığı, tanık ve müştekilerin dinlendiği, müteveffanın olaydan önceki sosyal ve psikolojik durumunun tespit edilmeye çalışıldığı ve müteveffanın cesedi üzerinde klasik ve sistematik otopsi yapılarak ölüm sebebinin net olarak belirlendiği anlaşılmıştır.
52. Soruşturma kapsamında elde edilen bulgular ve tanıkların birbirleriyle tutarlı olan ifadelerinden anlaşıldığı üzere müteveffanın gerek askerlik hizmetiyle gerekse de ailevi bağlarıyla alakalı çeşitli sıkıntılar yaşadığı ve bu durumun müteveffa üzerinde olumsuz bir etki uyandırdığı, olay günü de müteveffanın moralinin bozuk olduğu, birlik nizamiye nöbetini devralmak üzere silahlıktan aldığı silah ile askerî hizmet binasına ve havaya doğru rastgele toplam dokuz kez ateş ettikten sonra nizamiyeden çıkıp yakınlardaki boş arazinin ortasında durduğu, tüm ikna çabalarına rağmen tüfeğini çenesinin altına dayadığı ve bir el ateş ettiği anlaşılmıştır. Bu çerçevede olayın oluş şekli, tanık ifadeleri, kriminal incelemeler ve otopsi raporunda tespit edilen mermi giriş ve çıkış deliklerine ilişkin bulgular bir arada değerlendirildiğinde Savcılığın, somut olayda müteveffanın intihar etmek suretiyle hayatını kaybettiğine ilişkin tespitinden ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.
53. Bununla birlikte yaşam hakkına ilişkin etkili bir soruşturma yapıldığından bahsedebilmek için müteveffayı intihara sürükleyen sebeplerin ve bu sebepler ile intihar vakıası arasındaki nedensellik bağının da araştırılması gerekmektedir.
54. Somut olaya bu açıdan bakıldığında başvurucunun; askerî birlikte sosyal imkânların çok zayıf olduğu, müteveffaya çarşı izni dahi verilmediği, tanık olarak dinlenen askerlerin bu konudaki ifadelerini sonradan değiştirdikleri, rütbeli askerî görevliler tarafından müteveffanın baskı altına alındığı ve olaydan önce birlikte müteveffanın da karıştığı bir kavganın yaşandığı yönündeki iddialarının, intihar olayına olası etkileri konusunda yeterli bir araştırma yapılıp yapılmadığı değerlendirilmelidir.
55. Başvuru konusu olayda Savcılık tarafından başvurucunun anılan iddialarına yönelik ayrı bir soruşturma başlatılmıştır (bkz. § 18). Olayın gerçekleşmesinin hemen ardından Muş Cumhuriyet Başsavcılığınca dinlenen tanıklardan bazılarının ifadelerinde askerî birlikte sosyal imkânların çok zayıf olduğu ve kendilerine çarşı izni dahi verilmediği belirtilmiştir. Başvurucu, her ne kadar anılan tanıkların daha sonradan verdikleri ifadelerde bu durumun tam tersine beyanlarda bulunduklarını iddia etse de soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde tanıkların olaydan 4 gün sonra tekrar ifadelerinin alındığı ve ilk ifadeleriyle çelişecek nitelikte herhangi bir beyanda bulunmadıkları görülmüştür.
56. Ayrıca, Savcılık tarafından ölüm olayından önce müteveffa ile tartışan ve müteveffayı bir kere duvara vurup çektiği iddia edilen şüpheli S.A. hakkında asta karşı müessir fiil suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açıldığı, olayda kullanılan ve başka bir askere zimmetli olan silahın, olaydan önce müteveffa tarafından silahlıktan alınması konusunda kusuru olan O.Y. hakkında emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açıldığı, müteveffaya baskı yaptığı iddia edilen E.K. hakkında ise memuriyet nüfuzunu kötüye kullanma suçundan soruşturma yürütüldüğü, ancak soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporuna dayanılarak şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği tespit edilmiştir. Bu nedenle Savcılık tarafından, yaşam hakkının usul boyutu kapsamında müteveffayı intihara sürükleyen sebeplerin aydınlatılmasına ve sorumluların tespitine imkân verecek nitelikte detaylı bir araştırma yapıldığı anlaşılmaktadır.
57. Bütün bu veriler kapsamında somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde Savcılık tarafından başvurucunun oğlunun hayatını kaybettiği olaya ilişkin derhâl soruşturma başlatıldığı ve soruşturmanın yaklaşık 4 ay gibi makul bir sürede sonuçlandırıldığı, olaya ilişkin delillerin elde edilmesine yönelik ayrıntılı bir çalışma yapıldığı, olayın öncesinde ve olay anında yaşanan gelişmelerin detaylarıyla birlikte araştırıldığı, başvurucunun meşru menfaati gereği soruşturma sürecine etkili bir şekilde katılmasına engel bir bulguya rastlanmadığı ve bu suretle somut olayın aydınlatılmasına yönelik yeterli çabanın gösterildiği anlaşılmıştır. Bu durumda yukarıda bahsedilen yaşam hakkının usul boyutuna ilişkin ilkeler karşısında başvuru konusu olayda, soruşturma makamının olayların seyrini aydınlatmaya yönelik işlemlerinden kuşku duyulmasını gerektiren bir durumun veya yürütülen soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
58. Açıklanan nedenlerle somut olayda yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının usul boyutunun ihlaline neden olabilecek bir yön bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yaşamı Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası Yönünden
59. Başvurucu; devletin, oğlunun yaşam hakkını koruma konusunda gerekli tedbirleri almadığını ileri sürmüştür.
60. Bakanlık görüşünde Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken AİHM’in devletin yaşamı koruma yükümlülüğünü devletin egemenlik alanında bulunan kişileri intihara karşı korumayı kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya ilişkin AİHM kararlarına yer verilmiştir. AİHM’in bu konudaki kararlarında, bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu biliyor olması veya bilmesi gerektiği hâlde makul tedbirleri almamasının devletin sorumluluğunu doğurabileceği, dolayısıyla askerliğin zorunlu olduğu ülkelerde devletin özel bir itinayla hareket etmesi ve psikolojik rahatsızlıkları bulunan askerler için uygun önlemler alması gerektiği, bununla birlikte intihar olaylarında devletin yerine getirmesi gereken pozitif yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesinde insan davranışlarının “öngörülemezliği” ilkesinin de gözden kaçırılmaması gerektiği ifade edilmiştir.
61. Bakanlığın görüş yazısında ayrıca, AİHS’in 2. maddesinde yer alan etkili bir yargısal sistem kurma şeklindeki pozitif yükümlülüğün, her olayda ceza yollarının bulunmasını zorunlu kılmadığı, ölüm olayının kasten meydana gelmemesi durumunda hukuki veya idari bir prosedür aracılığıyla tazminat ödenmesinin zararın uygun şekilde telafi edilmesini sağlayabileceği, bu nedenle başvurucunun mağdur sıfatının değerlendirilmesi bakımından AYİM nezdinde dava açıp açmadığının araştırılması gerektiği belirtilmiştir.
62. Başvurucu, Bakanlığın görüş yazısına karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
63. Devletin, yaşam hakkını koruma konusundaki pozitif yükümlülüğü kapsamında yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse de kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (bkz. § 35).
64. Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü bulunmaktadır. Zorunlu askerlik hizmeti için de geçerli olan bu yükümlülüğün ortaya çıkması için askeri mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askerî yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, , § 74).
65. Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve etkinliklerin doğasına ve insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin bulunması gerekmektedir. Devlet askerlik görevini zorunlu kıldığı için özellikle silahların kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde, askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi ve askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve müdahalelerin yapılması büyük önem taşımaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, §§ 75, 76).
66. Yaşam hakkının korunması, silah altındaki bir askerin askerî makamların kontrolü altında iken “şüpheli” bir biçimde ölmesi durumunda bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun resmî bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın öncelikle olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise sorumluların tespit edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle derece mahkemeleri hiçbir durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapıldığı sabit görülen saldırıları cezasız bırakmamalıdır (Sadık Koçak ve diğerleri, § 77).
67. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Ancak bu yükümlülük her olayda mutlaka ceza soruşturması yürütülmesini gerektirmemektedir. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 55, 59).
68. Öte yandan ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60)
69. Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecek etkili bir başvuru yoludur (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74; Sadık Koçak ve diğerleri, § 83).
70. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu Anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 84).
71. Başvuru konusu olayda başvurucunun, oğlunun askerlik hizmetini yerine getirirken hayatını kaybettiği olayda devletin veya kamu görevlilerinin kusurunun bulunduğundan bahisle maddi ve manevi tazminat davası açtığı ve anılan davanın AYİM 2’nci Dairesi nezdinde derdest olduğu tespit edilmiştir.
72. Somut olayda müteveffanın gerek askerlik hizmetiyle gerekse de ailevi bağlarıyla ilgili çeşitli sıkıntılar yaşadığı ve bu durumun müteveffa üzerinde olumsuz bir etki uyandırdığı görülmektedir. Müteveffanın moralinin bozuk olması ve birlik içerisinde kendisine fazla nöbet yazıldığına, üzerine çok gelindiğine ve artık bunlara dayanamadığına yönelik yakınmalarda bulunması hatta bazı arkadaşlarına ya kendisini ya da başkasını vurabileceği şeklinde söylemlerinin olması, psikolojik olarak yaşadığı sıkıntıların bazı belirtileri olarak kabul edilebilecektir. Bununla birlikte somut olayda başvurucunun, lehine hükmedilebilecek uygun bir tazminatla mağduriyetinin giderilmesine olanak sağlayacak bir hukuk yoluna başvurduğu tespit edilmiştir. Zira anılan dava, müteveffada gözlemlenen moral bozukluğunun, etkisi ve sonuçları itibarıyla intihar gibi büyük bir eylemi gerçekleştireceğine yönelik öngörülebilir bir davranış olup olmadığının değerlendirilmesine, müteveffanın olay günü kendisinden rütbece üstün olan bir askerî personelle yaşadığı tartışmanın ve kendisine ait olmayan bir silahla intihar etmesinin intihar olayı açısından taşıdığı nedensel değerin tartışılmasına ve sonuç olarak intihar olayında idarenin kusurlu olup olmadığına ilişkin yapılacak bir tespitle başvurucu lehine uygun bir tazminata hükmedilerek başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kaldırılmasına imkân verecek niteliktedir.
73. Bu doğrultuda somut olayda, yürütülen kapsamlı bir ceza soruşturmasının ardından başvurucu tarafından ölüm olayında devletin kusurlu olduğundan bahisle tazminat davası açıldığı; anılan davanın, başvurucunun maddi ve manevi zararlarının tazminini sağlayarak mağduriyetini ortadan kaldırabilecek nitelikte olduğu, ancak bu davanın henüz derdest durumda bulunduğu dikkate alındığında başvurucunun, AYİM nezdinde açtığı tazminat davasının sonucunu beklemeden ikincil nitelikteki bireysel başvuru yoluna başvurduğu anlaşılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, oğlunun ölümünde idarenin gerekli önlemleri almaması sebebiyle kusurlu olup olmadığını tespit edip yeterli miktarda tazminata hükmedilmesi suretiyle mağdur sıfatını sona erdirebilecek nitelikteki tazminat davasının sonucunu beklemeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığına ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması,
2. Yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığına ilişkin şikâyetlerin başvuru yollarının tüketilmemesi nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
19/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.