TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
N. Ö. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/19725)
|
|
Karar Tarihi: 19/11/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
N. Ö.
|
Vekili
|
:
|
Av. Gökhan KAYA
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, velayet hakkının
anneye tanınması ve yargılama sürecinde verilen ara kararlar ile nihai karar
kapsamında çocuklar ile başvurucu baba arasında uygun şekilde şahsi ilişki
tesis edilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ve karar sonucunu
etkileyecek olan iddiaların derece mahkemesi
kararlarında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 18/12/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
20/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir
örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 20/3/2015 tarihli görüş yazısı
30/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucu vekili
tarafından 31/3/2015 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesi
sunulmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili ilgili
olaylar özetle şöyledir:
1. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Dışındaki Yargısal
İşlemler
7. Başvurucu, eşinin 2003 ve
2006 doğumlu müşterek çocuklarını kendisinin haberi olmadan ABD'ye götürdüğünü
iddia ederek Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Lahey
Sözleşmesi’nin (Lahey Sözleşmesi) 3. ve 12. maddeleri çerçevesinde çocukların
iadesi istemiyle 7/1/2011 tarihinde Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış
İlişkiler Genel Müdürlüğüne başvurmuştur.
8. Anılan Sözleşme'nin 3. ve
12. maddeleri çerçevesinde çocukların Türkiye'ye iade edilmesi istemiyle New
York güney çevresinden sorumlu Birleşik Devletler Bölge Mahkemesinde açılan
dava neticesinde Mahkeme 12/4/2012 tarihinde, annenin, başvurucu olan babaya
verilen görüşme haklarını iade davası süresince kullanmasına izin vermesine
yönelik tedbir kararı vermiş; 5/6/2012 tarihli kararında ise annenin, Türk
Mahkemesi tarafından tesis edilen görüşme hakkına uymasına ve çocukları
15/7/2012 tarihine kadar Türkiye'ye iade etmesine hükmetmiştir.
9. Belirtilen kararın temyizi
üzerine Birleşik Devletler Temyiz Mahkemesi 11/2/2013 tarihli kararı ile iade
kararını onaylamıştır.
10. Başvurucu aleyhine Üsküdar
2. Aile Mahkemesinin 2011/2 Değişik İş sayılı kararı kapsamında ve 14/1/1998
tarihli ve 4320 sayılı mülga Ailenin Korunmasına Dair Kanun uyarınca koruma
kararı verilmiştir.
2. Başvuruya Konu Yargılama Süreci
11. Başvurucu aleyhine, İstanbul
14. Aile Mahkemesinde 18/3/2011 tarihinde şiddetli geçimsizliğe dayalı boşanma
davası açılmış, başvurucu tarafından karşı dava ile davacının davasının reddi,
velayet ve tazminat taleplerinde bulunulmuştur.
12. Başvurucunun yargılama sürecinde
velayetin geçici olarak tevdii ve çocuklarla kişisel ilişki tesisi yönündeki
talepleri ve bunlara ilişkin ara kararları aşağıdaki şekildedir:
i.
Yargılamanın 13/05/2011 tarihli ikinci celsesinde başvurucu ile çocukları
arasında şahsi ilişki hususunda “...Davalı-davacının
ABD'ye giderek çocuklarıyla her ayın 1. ve 3. haftaları cumartesi günü saat
10:00'dan pazar günü saat 12:00'ye kadar görüşebilmesi için tedbiren
kişisel ilişki kurulmasına, geçici velayetlerinin babalarına verilmesi
talebinin bu aşamada reddine." karar verilmiştir.
ii.
Yargılamanın 28/07/2011 tarihli dördüncü celsesinde "Davalı-davacı ile çocukları arasında 18 Ağustos 2011 günü saat
14:00'ten 1 Eylül 2011 günü saat 14:00'e kadar çocukların babalarının yanında
kalmaları sureti ile tedbiren kişisel ilişki
kurulmasına" karar verilmiştir.
iii.
Bu karar üzerine başvurucu tarafından çocukları ile ABD dışında, Türkiye'de ya
da herhangi bir ülkede şahsi ilişki kurabilmesi için Mahkemeden yeniden talepte
bulunulması üzerine Mahkemece talebin kabulüne dair 12/08/2011 tarihli ara
karar tesis edilerek “Davalı-karşı davacının
çocukları... ile 18 Ağustos 2011 günü saat 14:00'ten 1 Eylül 2011 günü saat
14:00'e kadar çocukların ABD'de ya da ABD dışında Türkiye'de ve diğer başka bir
ülkede babalarının yanında kalmaları suretiyle tedbiren
şahsi ilişki kurulmasına” hükmedilmiştir.
iv.
Başvurucu tarafından müşterek çocukların babayla görüşmeden sonra anneye
teslimine dair hükmü de içeren tedbir kararının kaldırılması talebiyle
Mahkemeye başvurulmuş ve Mahkeme celse arasında verdiği 14/09/2011 tarihli ara
kararı ile bu talebi reddetmiştir. Mahkeme, gerekçesinde şu hususları
belirtmiştir:
"Davalı-davacının
müşterek çocukların bakım ve gözetimlerine gerekli dikkat ve özeni göstermediği,
uzun süren Türkiye-ABD arasındaki uçak yolculuğundan sonra çocukları Türkiye
içinde de İstanbul-Ankara-Antalya gibi değişik şehirlerde yolculuk yaptırdığı,
bu durumun çocukların sağlıklarını olumsuz etkilediği, çocukları belirtilen
tarihte teslim etmeyerek iyi niyet kurallarına aykırı hareket ettiği,
çocukların anne bakım ve şefkatine ihtiyaçlarının bulunduğu kanaatine
varıldığından, davalı-davacı vekilinin mahkememizin 08/09/2011 tarihli tedbir
kararının kaldırılmasına ilişkin talebinin reddine."
v.
Yargılamanın 30/03/2012 tarihli sekizinci celsesinde, başvurucunun talebi
üzerine "Çocukların geçici
velayetlerinin tüm dosya kapsamı dikkate alınarak babalarına verilmesine
ilişkin talebin reddine, mahkememizin 13/05/2011 tarihli celsesinin 2 nolu ara kararında kurulan kişisel ilişki şeklinin aynen
devamına" yönünde ara karar tesis edilmiştir.
vi.
21/06/2012 tarihli onuncu celsede, başvurucu ile çocukları arasında kişisel
ilişkiye dair "Tarafların müşterek
çocuklarının mahkememiz uzmanı ile görüşmeleri de gerektiğinden ve adli tatil
süresi de dikkate alınarak babaları ile 15 Temmuz günü saat 10:00'dan 15
Ağustos günü saat 10:00'a kadar babalarının yayında kalmaları ve görüşmeleri
suretiyle kişisel ilişki kurulmasına" ara kararı tesis
edilmiştir.
vii.
Davalı eşin mahkemeye müracaat ederek müşterek çocuklarının geçici
velayetlerinin kendisine verilmesini talep etmesi üzerine Mahkeme, bu talep
doğrultusunda psikologdan rapor istemiştir. Psikolog tarafından çocukların
velayetlerinin anneye verilmesinin uygun olduğuna dair görüş verilmesi üzerine
Mahkeme tarafından 03/08/2012 tarihinde "Tarafların
müşterek çocuklarının, ... geçici velayetlerinin Türk Medeni Kanunu'nun 197/son
ve 336/2. maddeleri gereğince ... annelerine ... verilmesine." ve
“Çocukların babaları ile tarafların ayrı ülkelerde yaşadıkları hususu da
dikkate alınarak, ABD'de her ayın 1. ve 3. haftaları Cumartesi günü saat
10:00'dan Pazar günü saat 12:00'ye kadar görüşmesi ve çocukların babalarının
yanında kalmaları suretiyle tedbiren kişisel ilişki
kurulmasına" ilişkin ara kararı tesis edilmiştir.
viii.
Başvurucu, çocukların artık Türkiye'de olduğunu belirterek çocukları ile şahsi
ilişkisinin yeniden düzenlenmesi talebiyle 15/08/2012 tarihinde Mahkemeye
müracaat etmiştir. Mahkeme, başvurucu tarafından dosyaya ibraz edilen Birleşik
Devletler Bölge Mahkemesi New York Güney Bölgesi 12 Civ.
2390 (LTS) No.lu 05 Haziran 2012 tarihli kararı göz önüne alarak başvurucunun
talebinin kabulü yönünde ve "Tarafların
müşterek çocuklarının ... geçici velayetlerinin annelerine verilmesine ilişkin
mahkememizin 03/08/2012 tarihli ara kararının kaldırılmasına, bu konuda
çocukların Türkiye'ye iadelerine ilişkin ABD Mahkemesi kararının
kesinleşmesinden sonra karar verilmesine, Mahkememizin 13/05/2011 tarihli
celsesinin 2. nolu ara kararı ile çocuklarla babaları
arasında tedbiren kişisel ilişkinin kaldırılmasına,
Tarafların müşterek çocuklarının ... babaları ile Türkiye'de her ayın 1. ve 3.
haftaları Cumartesi günü saat 10:00'dan Pazar günü saat 17:00'ye kadar ayrıca
dini bayramların 1. günü saat 10:00'dan saat 17:00'ye kadar babalarının yanında
kalmaları ve görüşmeleri suretiyle tedbiren kişisel
ilişki kurulmasına." ilişkin 15/08/2012 tarihli ara kararı
tesis etmiştir.
13. Yapılan yargılama
neticesinde İstanbul 14. Aile Mahkemesinin 28/5/2013 tarihli ve E.2011/91,
K.2013/351 sayılı kararı ile başvurucu kusurlu bulunarak davacının boşanma
davası kabul edilmiş; başvurucunun karşı davası ispat edilemediğinden
reddedilmiş, müşterek çocukların velayetinin davacı anneye bırakılmasına,
800.000 TL maddi tazminat ile 100.000 TL manevi tazminatın başvurucudan
alınarak davacıya verilmesine hükmedilmiştir.
14. Belirtilen karar kapsamında
kısa kararda müşterek çocukların velayetlerinin davacı anneye verilmesine,
başvurucu baba ile gerekçeli kararda belirtileceği şekilde kişisel ilişki
kurulmasına, yargılama sırasında 15/8/2012 tarihli karar ile çocuklar ve
başvurucu arasında tedbiren kurulan kişisel ilişkinin
karar kesinleşinceye kadar devamına hükmedilmiş; gerekçeli kararda ise başvurucu
ile çocukları arasında Türkiye'de bulunmaları durumunda her ayın 1. ve 3.
haftaları cumartesi günü saat 10.00'dan pazar günü 17.00'ye kadar, dinî
bayramların 2. günü saat 10.00'dan 3. günü saat 17.00'ye kadar, sömestir tatilinin 1. günü saat saat
10.00'dan 7. günü 17.00'ye kadar, her yıl temmuz ayının 1. günü saat 10.00'dan
31. günü saat 17.00'ye kadar, ayrı ülkede yaşadıkları takdirde her yıl temmuz
ayının 1. günü saat 10.00'dan ağustos ayının 15. günü saat 17.00'ye kadar
çocukların babalarının yanında kalmaları suretiyle kişisel ilişki kurulmasına
hükmedilmiştir.
15. İlk Derece Mahkemesi kararı,
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 6/5/2014 tarihli ve E.2013/17963, K.2014/9660
sayılı ilamı ile boşanma ve velayet yönünden onanmış; davacı lehine takdir
edilen maddi tazminat ve yoksulluk nafakası yönünden bozulmuştur.
16. Başvurucunun karar düzeltme
istemi Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 24/11/2014 tarihli ve E.2014/20850,
K.2014/23632 sayılı ilamı ile reddedilerek maddi tazminat ve yoksulluk nafakası
dışındaki hükümler yönünden aynı tarihte kesinleşmiştir.
17. Başvurucu karar düzeltme
talebinin reddine ilişkin karardan 12/12/2014 tarihinde haberdar olduğunu
belirtmiştir.
18. Başvurucu 18/12/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
19. 22/11/2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Hâkimin
takdir yetkisi” kenar başlıklı 182. maddesinin birinci ve ikinci
fıkraları şöyledir:
“Mahkeme boşanma veya
ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk
vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra,
ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.
Velâyetin
kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde,
çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu
eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.”
20. 4721 sayılı Kanun’un “Birlikte yaşamaya ara verilmesi” kenar
başlıklı 197. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Eşlerin ergin
olmayan çocukları varsa hâkim, ana ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkileri
düzenleyen hükümlere göre gereken önlemleri alır.”
21. Türkiye açısından 14/10/1990
tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair
Sözleşme’nin 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)Kamusal ya da
özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama
organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde,
çocuğun yararı temel düşüncedir.”
22. Çocuk Haklarına Dair
Sözleşme’nin 9. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
“(1)Yetkili makamlar
uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın
çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler,
çocuğun; ana–babasından, onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına
alırlar. Ancak, ana–babası tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması
ya da ihmâl edilmesi durumlarında ya da ana–babanın birbirinden ayrı yaşaması
nedeniyle çocuğun ikametgâhının belirlenmesi amacıyla karara varılması
gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir.
(2)Bu
maddenin birinci fıkrası uyarınca girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara
işleme katılma ve görüşlerini bildirme olanağı tanınır.
(3)Taraf
Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun,
kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana babanın ikisiyle de düzenli bir
biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 19/11/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/12/2014 tarihli ve
2014/19725 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
24. Başvurucu, boşanma davasının
görüldüğü Mahkeme tarafından dava süresince çocuklarıyla aile bağını kurmasını
engelleyici şahsi ilişki kararları tesis edildiğini, çocuklarının davacı anne
tarafından ABD'ye kaçırılmasından sonra Lahey Sözleşmesi’nin 3. ve 12.
maddeleri çerçevesinde çocukların Türkiye'ye iade edilmesi kararı verilmesine
rağmen maddi vakıaların yanlış yorumlanması sonucunda çocuklarıyla görüşme
sağlanması için Mahkemenin gerekli tedbirleri almadığını, çocuklarıyla ABD'de
görüşme kararı verilmesi sonucunda yaklaşık bir yıl boyunca çocuklarıyla şahsi
ilişki kuramadığını ve bu durumun çocukları ile arasındaki manevi bağın zarar
görmesine neden olduğunu, çocukların anne tarafından yasa dışı olarak yurt
dışına götürüldüğünün tespit edilmesine rağmen çocukların geçici velayetlerinin
anneye verildiğini ve lehine geçici velayet tesisi taleplerinin reddedildiğini,
bu süreçte çocukların yasa dışı olarak anne tarafından yurt dışına götürülmesi
olgusuna rağmen çocuklarla babanın görüşmesini temin edecek tedbirlerin
alınmadığını, çocukları ile görüşme hakkının infazda güçlük oluşturacak şekilde
kısıtlandığını, Mahkemece verilen nihai karar kapsamında çocukları ile görüşme
hakkının yılda bir defa olarak sınırlandırıldığını, velayet ve kişisel ilişki
hususundaki karar sonucunda çocuklarının nasıl bir sosyal çevrede yaşadıklarını
dahi takip etme imkânının kalmadığını ve düzenli kişisel ilişki tesis
edilmemesi nedeniyle çocukları ile arasındaki bağın kopma noktasına geldiğini,
karar düzeltme kararının reddine ilişkin karar dahi taraflara tebliğ edilmeden
annenin çocukları yurt dışına çıkardığını, böylelikle çocuklarıyla kişisel
ilişki imkânını kaybettiğini, belirtilen hususların kanun yolu incelemesinde de
dile getirilmesine rağmen dikkate alınmaksızın İlk Derece Mahkemesi kararının
onandığını, ayrıca kısa kararda kişisel ilişki tesisine dair ayrıntı
verilmeksizin ilgili hususun gerekçeli karar evrakında açıklanmasının gerekçeli
karar hakkı bağlamında adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini belirterek Anayasa’nın
20., 36., 41. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Başvurunun incelenmesi
neticesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
26. Başvurucu, tarafı olduğu
boşanma davası sürecinde Mahkemenin, çocuklarıyla görüşmesinin sağlanması için
gerekli tedbirleri almadığını, Mahkemece yapılan yanlış hukuki değerlendirmeler
neticesinde velayetleri anneye verilen çocuklar ile arasında gerektiği gibi
şahsi ilişki tesis edilmediğini ve kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm
fıkralarının farklılık arz ettiğini belirterek Anayasa'nın 20., 36., 41. ve
141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
27. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun
iddiaları gerekçeli karar hakkı ile aile yaşamına saygı hakkı kapsamında
değerlendirilerek gerekçeli karar hakkına ilişkin ihlal iddiası hususunda,
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atfen
velayet ve kişisel ilişki hususunun gerekçeli kararda ayrıntılı olarak
düzenlendiği belirtilmiş; aile yaşamına saygı hakkı kapsamında ise ilgili AİHM
içtihatlarından ve başvuruya konu yargılama sürecinden söz edilerek Mahkemece alınan
tedbir ve kararlar bağlamında devletin aile hayatının korunmasına ilişkin
pozitif yükümlülüklerinin gereği gibi yerine getirip getirmediği hususundaki
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun
esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia
edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
29. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20.
maddesi şöyledir:
“Herkes, özel
hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel
hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve
eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur.
Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat
içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle
ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin
kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme,
bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda
kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda
öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin
korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
30. Anayasa’nın “Ailenin korunması ve çocuk hakları” kenar
başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Aile, Türk
toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. (2)
Devlet, ailenin huzur
ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının
öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı
kurar.
Her çocuk, korunma ve
bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla
kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü
istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
31. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
32. Aile yaşamına saygı hakkı,
Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde
gerekçesi de dikkate alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına
müdahale edememesi, kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi
düzenleyip yaşayabilmesi gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu
düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde korunan aile yaşamına saygı
hakkının Anayasa’daki karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41.
maddesinin, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, özellikle aile yaşamına
saygı hakkına içkin pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır.
33. Aile yaşamındaki temel
ilişkiler kadın ve erkek ile ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmî
evlilik birliklerinin aile hayatı kapsamında korunduğu kuşkusuz olup evlilik
içinde doğan çocuklar da kendiliğinden evlilik ilişkisinin bir parçası
sayılırlar. Bu çerçevede çocuğun doğumundan itibaren çocuk ve ebeveyn arasında
aile yaşamı anlamına gelen bir bağ kurulduğunun kabulü gerekir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/ 2011,
§§ 54, 60). Başvuru konusu olayda başvurucunun çocukları, evlilik içinde
dünyaya gelmiş olup hukuken mevcut olan ailenin bir parçasıdır. Bu bağlamda
başvurucu ile çocukları arasındaki söz konusu ilişki, aile yaşamının kurulması
için yeterlidir.
34. Aile yaşamının temel unsuru,
aile ilişkilerinin normal bir şekilde gelişebilmesi ile aile fertlerinin
birlikte yaşama hakkıdır. Bu hakkın kapsamının ise aile yaşamına saygı
yükümlülüğünden ayrı düşünülmesi mümkün değildir.
35. Ebeveyn ile çocukların
birlikte yaşama istekleri aile yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olup boşanma
veya ayrılık davaları kapsamında aile ilişkisine müdahalede bulunulmuş olması,
aile yaşamını ortadan kaldırmaz. Ebeveyn ve çocuk arasındaki aile yaşamının,
anne ve babanın boşanmasının ardından da devam edeceği açık olup anne, baba ve
çocuğun aile yaşamlarına saygı hakları, belirtilen durumlarda ailenin yeniden
birleştirilmesine yönelik tedbirleri de içermektedir. Söz konusu yükümlülük,
yalnızca çocukların kamusal makamlarca koruma altına alınması bağlamındaki
uyuşmazlıklar açısından değil; ebeveyn veya diğer aile bireyleri arasındaki
velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlık için de geçerlidir
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/6/1988, § 21; Gluhakovic/Hırvatistan, §§ 56, 57).
36. Aile yaşamına saygı hakkı
kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka
keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif
yükümlülüğe ek olarak aile yaşamına etkili bir biçimde saygının sağlanması
bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif
yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da aile yaşamına saygıyı
sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. X ve Y/Hollanda,
B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 23).
37. Devletin pozitif tedbirler
alma yükümlülüğü konusunda Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri; ebeveynin, mevcut
olayda babanın, çocuğuyla bütünleşmesinin sağlanması amacıyla tedbirler
alınmasını isteme hakkını ve kamusal makamların bu tür tedbirleri alma
yükümlülüğünü içermektedir. 41. maddede her çocuğun yüksek yararına aykırı
olmadıkça anne ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve ilişkiyi
sürdürme hakkına sahip olduğu açıkça belirtilmektedir. Söz konusu yükümlülüğün
uluslararası sözleşmelerde de yer bulduğu görülmektedir (bkz. § 21, 22). Bu noktada
anne ve baba ile düzenli bir kişisel ilişki sürdürülmesinde çocuğun üstün
menfaatinin bulunduğu da göz ardı edilmemelidir.
38. AİHM de önüne gelen birçok
davada, aile yaşamına saygının kamu makamlarına ebeveynler ve çocuklarını bir
araya getirmek şeklinde pozitif bir görev yüklediğini ve bunun, ayrılığa
devletin değil, bir ebeveynin yol açtığı durumlarda da geçerli olduğunu, bu
alandaki pozitif yükümlülüğün; bireyler arasındaki ilişkiler alanında dahi aile
yaşamına saygıyı güvence altına almak için tasarlanmış, hem bireylerin
haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve oluşturulmasını hem de
fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını gerektirdiğini ifade
etmektedir (Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, §
58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96,
19/9/2000, § 63; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006,
§ 52).
39. Bununla birlikte aile
yaşamına saygı hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin, hangi koşullarda
olumlu edimde bulunmayı gerektirdiğinin kesin çizgilerle belirlenmesi, söz
konusu hak kapsamındaki ilişkilerin mahiyeti gereği kolay değildir. AİHM de
özellikle pozitif yükümlülükler söz konusu olduğunda saygı kavramının çok kesin
bir tanımının bulunmadığını ve taraf devletlerde karşılaşılan durumlar ile
izlenen uygulamalardaki farklılıklar dikkate alındığında bu kavramın
gereklerinin olaydan olaya önemli ölçüde değiştiğini kabul etmektedir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Abdulaziz, Cabales ve Balkani/Birleşik
Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67).
40. Anne, baba ve çocukların
birlikte yaşama hakkı aile hayatının esaslı bir unsuru olup ebeveynler
arasındaki ilişkinin sona ermesi durumunda hukuksal düzenlemelerden kaynaklanan
ve bu ilişkiyi kısıtlayan ya da engelleyen tedbirler, aile hayatına saygı
hakkına bir müdahale oluşturur (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, §
44; Johansen/Norveç, B. No: 17383/90, 7/8/1996, § 52; Elsholz/Almanya, B. No: 25735/94 13/7/2000, §
43). Somut başvuru açısından boşanma davası neticesinde velayet hakkı
tanınmayan başvurucuya sınırlı görüşme hakkı verilmesinin ve kişisel ilişki
konusundaki kısıtlamaların, başvurucunun aile hayatına saygı hakkına bir
müdahale oluşturduğu açıktır.
41. Anayasa’nın 20. maddesinde,
bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama
sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni öngörülmemiş
olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta,
ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu
hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasanın 13.
maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
42. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
43. Belirtilen Anayasa hükmü,
hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup
Anayasa’da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi
ölçütler gözönünde bulundurularak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan
belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm
güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
44. Hak ve özgürlüklerin yasayla
sınırlanması ölçütü, Anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da
özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus,
müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin
mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, § 36).
45. Boşanma davaları bağlamında
velayet ve kişisel ilişkinin tesisine ilişkin olarak 4721 sayılı Kanun’un 182.
maddesinde ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiş olup başvurucunun aile
yaşamının etkili bir şekilde korunmasını güvence altına alan yasal bir
çerçevenin mevcut olduğu ve velayet hakkı ile kişisel ilişki tesisine dair
somut başvuruya konu uygulamanın, belirtilen hüküm temelinde yürütüldüğü
anlaşılmaktadır.
46. Somut olayda uygulama alanı
bulan 4721 sayılı Kanun’un 182. maddesinde, velayetin kullanılması kendisine
verilmeyen eşin, çocuk ile kişisel ilişkisi düzenlenirken çocuğun özellikle
sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararlarının esas tutulacağı açıkça
belirtilmiş olup velayet ile kişisel ilişkiye ilişkin düzenlemeler kapsamında
alınan tedbirlerin, çocuğun eğitimi, sağlığı ve ahlakı ile çocuk ve ebeveynin
hak ve özgürlüklerini koruma şeklindeki meşru temellere dayandığı
anlaşılmaktadır.
47. Ancak belirtilen meşru
temellere rağmen bireyin temel haklarına yapılan müdahale ile bu müdahaleyle
güdülen meşru amaç arasında bir orantı bulunması zorunludur. Anayasa’nın 13.
maddesinde bu orantının değerlendirilmesinde demokratik toplumda gereklilik, hakkın
özü ve ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi şeklinde üç ayrı güvence ölçütüne
daha yer verilmiştir.
48. Çağdaş demokrasiler, temel
hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı
rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde
kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik
toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk
devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını
sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas
alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil;
koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi
unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir
(K.Ş., B. No: 2013/1614,
3/4/2014, § 47).
49. Hakkın özü, dokunulduğunda
söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte
olup bu yönüyle her temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan
güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede hakkın kullanılmasını önemli ölçüde
güçleştiren, hakkı kullanılamaz hâle getiren veya ortadan kaldıran
sınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Aile hayatına saygı
hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan kaldırılması, kullanılamaz hâle
getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu
doğuran müdahalelerin, bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük
ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla
sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca
ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını
gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin
sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve
araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz
bir yükümlülük getirmemesini deyimleyen oranlılık
unsurlarını içermektedir (K.Ş., §
48; AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
50. Anayasa’nın 13. maddesi
vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, aile hayatına saygı hakkının
sınırlandırılmasında da gözönünde bulundurulmalıdır.
Aile hayatına saygı hakkının sınırlanması mümkün olmakla beraber sınırlamada
öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir. Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma
yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve aile hayatına
saygı hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç
karşısında bireye düşen fedakârlığın ağırlığının gözönünde
bulundurulması, özellikle velayet ve kişisel ilişki tesisine dair uyuşmazlıklar
söz konusu olduğunda, ebeveyn ve çocuğun menfaatleri arasında adil bir dengenin
kurulup kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
51. Başvuruya konu yargısal
uygulamanın yukarıda belirtilen meşru temellere dayandığı açık olmakla birlikte
başvurucunun aile hayatına bir müdahale teşkil ettiği anlaşılan sınırlamanın,
belirtilen hakkın özüne dokunarak onu anlamsız kılacak ölçüde olmaması
gerekmektedir.
52. Kamusal makamların izlenen
meşru amaçlar bağlamında bir hakkın sınırlandırılması sürecinde takdir yetkisi
bulunmakla birlikte belirtilen takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir
kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği
ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı
daralmakta veya genişlemektedir.
53. Aile hayatına saygı hakkı
kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırları kesin
biçimde tanımlamak mümkün olmayıp ilgili makamların her iki yükümlülük
çerçevesinde de belirli bir takdir alanına sahip olduğu kabul edilmekle
birlikte her iki yükümlülük kapsamında da benzer ilkelerin gözönünde
bulundurulması, özellikle her iki durumda da kamusal makamlarca olayın bağlamı
ve müdahalenin türüne göre birey menfaatleri ile toplum menfaatleri ve çocuk
ile ebeveyn menfaatleri arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmesi
gerekmektedir. Bu dengenin tesisinde niteliği gereği çocuğun menfaatlerine özel
bir önem verilmesi gerektiği açıktır (Hokkanen/Finlandiya, § 55; Hoppe/Almanya, § 49). Kamu makamları, söz konusu uyuşmazlıklarda
ebeveyn arasındaki iş birliğini kolaylaştıracak tedbirleri almakla yükümlü olup
ebeveyn ile görüşmenin aile yaşamına saygı hakkı kapsamındaki menfaatleri
tehdit ettiği durumlarda ilgili makamların görevi söz konusu menfaatler
arasında gereken dengenin tesisi olacaktır. Bu dengenin kurulmasında ilgili
kamu makamları belirli bir takdir alanına sahip olmakla birlikte burada önemli
olan husus, ilgili makamların ilişkilerin sürdürülmesi vasıtasıyla ailenin
bütünleşmesini kolaylaştırmak için olayın özel şartlarının gerektirdiği her
türlü tedbiri almış bulunup bulunmadıklarıdır.
54. Şüphesiz çocuğun üstün
yararının ne olduğuna ilişkin tespit, bu tür davalarda dikkate alınması gereken
en önemli unsur olup bu bağlamda ilgili taraflarla direkt temas hâlinde olan
yargısal organların, belirtilen hususun tespiti noktasında daha avantajlı
konumda olduğu açıktır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin görevi, derece
mahkemelerinin yerine geçerek koruma ve kişisel ilişki tesisine ilişkin
davalarda belirtilen hususun bizzat tanzim ve tespiti olmayıp ilgili anayasal
normlar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış olan takdir
yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesidir.
55. Özellikle müdahalenin
ölçülülüğü noktasında derece mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve
sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hususunu değerlendirme durumunda
olan Anayasa Mahkemesi, bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen
gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır (bkz. Johansen/Norveç, § 64).
56. Derece mahkemelerinin, takdirlerinin
gerekçelerini ilgili ebeveynin kanun yoluna müracaat imkânını da etkili şekilde
kullanabilmelerini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya koymaları ve
ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi yeterli
ve objektif verilere dayandırılması gerekmektedir (Saviny/Ukrayna, B. No: 39948/06, 18/12/2008, §§ 56-58; Gluhakovic/Hırvatistan, § 62).
57. Derece mahkemelerinin
kendisine velayet hakkı tanınmayan ebeveyn ile çocuk arasında kişisel ilişki
tesis ettiği durumlarda, kurulması öngörülen ilişkinin uygulanabilir ve etkili
olmasını temin edecek şekilde hareket etmesi zaruridir. Bu anlamda lehine
kişisel ilişki tesis edilen ebeveynin çalışma saatlerinin veya görüşme için
uygun ortam tespitinin dikkate alınmadığı kararların, aile hayatının korunması
noktasında etkisiz kalacağı açıktır (Gluhakovic/Hırvatistan, §§ 60-80).
58. AİHM de benzer başvurular
açısından ilgili müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığının
denetlenmesinde müdahalenin haklılığını ortaya koymak üzere ileri sürülen
nedenlerin, Sözleşme’nin 8. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında ilgili ve
yeterli olup olmadığını dikkate almaktadır (Hoppe/Almanya, § 48).
59. Başvuru konusu yargısal
sürecin değerlendirilmesinden başvurucu ve eşi arasında devam eden boşanma
davası sürecinde müşterek çocukların anne tarafından yurt dışına götürüldüğü
olgusu da dikkate alınarak velayetin geçici olarak tevdii ve kişisel ilişki
hususunda ara kararlar ihdas edildiği, söz konusu ara kararları kapsamında
çocukların bulunduğu yer de dikkate alınmak suretiyle kişisel ilişki kurulmaya
çalışıldığı görülmektedir (bkz. § 12).
60. İlk Derece Mahkemesince
yürütülen yargılama neticesinde velayet hakkı anneye tanınan müşterek çocuklar
ile başvurucu baba arasında kişisel ilişki tesisine karar verildiği
anlaşılmaktadır. Mahkemenin karar gerekçesi incelendiğinde tarafların fiilen
ayrı yaşamaya başladıkları tarihten itibaren çocukların annelerinin yanında
kaldığı, anne bakım ve şefkatine ihtiyaçlarının bulunduğu, annelerin çocuklara
gayet iyi şekilde baktığı, babalarının iş adamı olması nedeniyle çocuklarıyla
yeterince ilgilenecek zamanının bulunmadığı belirtilerek, ayrıca çocukların
talepleri de dikkate alınarak velayetlerinin anneye verilmesi durumunda daha
iyi yetiştirilecekleri tespitinde bulunulmak suretiyle velayet hakkının anneye
tevdiine karar verildiği görülmektedir. Kişisel ilişki tesisi hususunda ise
kısa kararda, başvurucu baba ile gerekçeli kararda belirtileceği şekilde
kişisel ilişki kurulmasına ve yargılama sırasında 15/8/2012 tarihli ara kararı
ile çocuklar ve başvurucu arasında tedbiren kurulan
kişisel ilişkinin karar kesinleşinceye kadar devamına hükmedildiği, gerekçeli
kararda ise başvurucu ile çocukları arasında Türkiye'de bulunmaları durumunda
her ayın 1. ve 3. haftaları cumartesi günü saat 10.00'dan pazar günü 17.00'ye
kadar, dinî bayramların 2. günü saat 10.00'dan 3. günü saat 17.00'ye kadar, sömestir tatilinin 1. günü saat 10.00'dan 7. günü 17.00'ye
kadar, her yıl temmuz ayının 1. günü saat 10.00'dan 31. günü saat 17.00'ye
kadar, ayrı ülkede yaşadıkları takdirde her yıl temmuz ayının 1. günü saat
10.00'dan ağustos ayının 15. günü saat 17.00'ye kadar çocukların babalarının
yanında kalmaları suretiyle kişisel ilişki kurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede velayetin tevdiine ilişkin olarak yukarıda belirtilen gerekçelere
yer veren İlk Derece Mahkemesinin, kişisel ilişki sürelerinin belirlenmesine
ilişkin takdiri noktasında ayrıntıya yer vermediği görülmektedir.
61. Özellikle başvurucunun;
annenin yurt dışında yaşayacağı, yargılama sürecinde müşterek çocuklarını
hukuka aykırı şekilde yurt dışına götürdüğü, bu nedenle kişisel ilişki
tesisinin yetersiz ve müşterek çocuklar ile arasındaki manevi bağı koruma
noktasında etkisiz kalacağı yönündeki itirazlarının kanun yolu mercii
tarafından da karşılanmayarak İlk Derece Mahkemesi hükmünün onandığı, bu
kapsamda özellikle çocukların yurt dışında yaşamaları hâlinde yılda bir defa
olmak üzere ilişki tesis edildiği dikkate alındığında kişisel ilişkiye ilişkin
takdirin gereklerinin Derece Mahkemesi kararlarında somut verilerle bağlantı
kurulmak suretiyle yeterli şekilde ortaya konulmadığı görülmektedir.
62. Bu çerçevede çocuklar ile
başvurucu arasında sınırlı kişisel ilişki tesisi ile ilgili karardaki
gerekçelerin aile hayatına saygı hakkı bağlamında ilgili ve yeterli olmadığı
anlaşılmaktadır.
63. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına
saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan aile hayatına hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılarak ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş
olduğundan (bkz. § 68) başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
65. Başvurucu, uyuşmazlık
hakkında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
66. Bakanlık görüşünde ihlal
sonuçlarının giderilmesine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
67. 6216 sayılı Kanun’un
“Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
68. Mevcut başvuruda Anayasa’nın
20. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olduğundan ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın İstanbul 14.
Aile Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 209,90 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.709,90 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun
kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B.
Başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C.
Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
D.
İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere kararın İstanbul 14. Aile Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E.
209,90 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.709,90 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına
19/11/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.