TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BAHADIR UÇAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8045)
|
|
Karar Tarihi: 7/1/2016
|
RG Tarih ve Sayı: 22/3/2016-29661
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Bahadır UÇAR
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim EVCİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında meydana gelen trafik kazası sonucu
uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre
aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesinin ve 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru
31/10/2013 tarihinde Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci
Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm
Başkanı tarafından 12/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru
belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlığın 12/1/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin
önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında
görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle
şöyledir:
7.
Başvurucu, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Alayı Komutanlığında görevli iken
10/10/2008 tarihinde askerî araçla intikal sırasında bindiği aracın bir diğer
askerî araçla çarpışması sonucunda yaralanmıştır.
8.
Başvurucu, maddi ve manevi zararlarının karşılanması istemiyle yaptığı idari
müracaatın reddedilmesi üzerine 20.000 TL maddi 350.000 TL manevi olmak üzere
toplam 370.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Askeri
Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır.
9.
AYİM İkinci Dairesi, maddi zararın tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırmış;
bilirkişi raporuna göre başvurucunun uğradığı maddi zarar, daha önce ödenen
nakdi tazminat tutarının düşülmesinden sonra 61.301 TL olarak tespit
edilmiştir.
10.
Anılan bilirkişi raporu 24/1/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
başvurucu bu rapor üzerine tazminat talebini ıslah ederek maddi tazminat
istemini 61.301 TL’ye yükseltmiş, manevi tazminat talebini ise 308.699 TL’ye
indirmiştir.
11.
AYİM İkinci Dairesi 15/2/2012 tarihli ve E.2010/139, K.2012/175 sayılı
kararıyla 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Kanunu’nun 46. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca iddia ve savunmanın
değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı bulunduğundan bahisle ıslah talebini
reddetmiş, maddi tazminat talebiyle bağlı kalarak 20.000 TL maddi tazminatın ve
takdiren 14.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden
itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Davacının maddi zararının tespiti için bilirkişi incelemesi
yaptırılmasına karar verilmiş, resen seçilen bilirkişi tarafından düzenlenerek
Mahkememize ibraz edilen 26.12.2011 tarihli bilirkişi raporunda; davacının
maddi zararının 72.995,00TL; kendisine sağlanan nakdi tazminat yararının ise
11.694,00 TL. olduğu, nakdi tazminat yararının mahsubundan sonra maddi
zararının 61.301,00 TL. olduğu bildirilmiştir.
Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna davacı vekili
tarafından; dava dilekçesinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile
20.000,000 TL maddi ve 350.000,000 TL manevi tazminat talebinde bulunduklarını,
ıslah taleplerinin olduğunu, ıslah talebinin kabul görmemesi halinde ek dava
açma hakları saklı kalmak kaydı ile toplam 370.000,00 TL. dava bedelini
değiştirmemek kaydı ile, maddi tazminat taleplerini 61.301,00 TL.na yükseltip,
manevi tazminat talebini ise 308.699,00 TL.na indirdiklerini, dava dilekçesini
bu şekilde ıslah ettiklerini belirtilerek itiraz edilmiştir
1602 sayılı Kanunun 46/4 maddesinde; "Taraflar sürenin
geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak
iddia edemezler. " kuralı karşısında idari yargıda iddia ve savunmanın
değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı bulunduğundan davacının süresi dışında müddeabihi ıslah yoluyla arttırması mümkün bulunmadığından,
davacı vekilinin bu yöndeki istemi kabul edilmemiştir.
26.12.2011 tarihli bilirkişi raporu Mahkememizce kabul
edilen kıstaslara, ilmi verilere ve yerleşmiş içtihatlara uygun bulunduğundan,
davacının maddi tazminat istemi ile ilgili olarak bu rapor doğrultusunda ve
davacının istemine bağlı kalınarak uygulama yapılmıştır.
Davacıya olay nedeniyle duyduğu ve ömür boyu duyacağı acı ve
üzüntüyü kısmen de olsa giderebilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli,
tarihi, uğranılan zararın derecesi, davacının statüsü, sosyal durumu, paranın
alım gücü ve işletilecek yasal faiz göz önünde bulundurularak, davacıya uygun
miktarda ve olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte manevi
tazminat verilmesi kararlaştırılmıştır.”
12.
Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 23/5/2012
tarihli ve E.2012/564, K.2012/574 sayılı kararıyla talebin süresinde
yapılmadığı gerekçesiyle süre aşımı yönünden reddedilmiştir.
13.
Başvurucu 24/11/2012 tarihinde kayda giren dilekçesiyle bilirkişi tarafından
tespit edilen ve ıslah talebinin reddedilmesi nedeniyle mahrum kaldığı 41.301
TL maddi zararının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle
AYİM İkinci Dairesinde yeniden dava açmıştır.
14.
AYİM İkinci Dairesi 6/3/2013 tarihli ve E.2013/329, K.2013/283 sayılı kararıyla
davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“,,, davacı vekilinin 20.11.2012 tarihinde İstanbul Bölge
İdare Mahkemesinde, 28.11.2012 tarihinde de AYİM'de
kayda geçen dava dilekçesinin AYİM İkinci Dairesinin 16.01.2013 tarih ve Esas
No.:2013J47, Karar No.:2013/13 sayılı kararı ile reddedilmesini müteakip
öngörülen noksanların ikmali sonrasında 15.02.2013 tarihinde İstanbul Bölge
İdare Mahkemesinde, 21.02.2013 tarihinde de AYİM'de
kayda geçen dava dilekçesinde ilk davaya ilişkin yargılama safahatına
değindikten sonra davada fazlaya ilişkin hakları saklı tutulduğundan aradaki
farkı (61.301,00-20.000.00-41.301,00 TL) davalı idareden talep etme zorunluluğu
hasıl olduğunu, bilirkişi raporunun tebliğ edildiği 24.01.2012 tarihinden
itibaren 1 yıllık sürede bu davanın açıldığını, ek davanın süreden
reddedilmesinin AİHS'ne aykırı olup hak arama yollarının kapanmayacağına dair
AİHM kararları bulunduğunu belirterek 41.301,00 TL maddi tazminatın olay
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak
davacıya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava ettiği anlaşılmıştır.
1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu hükümlerine
göre davanın süresinde açılıp açılmadığı ilk inceleme sırasında davanın esasına
girilmeden incelenecek hususlar arasında sayılmıştır. Dava açma süresi, kamu
düzeni ile ilgili olup hak düşürücü niteliktedir. Davanın her safhasında
dikkate alınması hukuk alanında tartışmasız kabul edilen bir zorunluluktur. Bu
nedenle davanın süresinde açılıp açılmadığı hususu incelenmiştir.
1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 43/1
inci maddesi, "idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri
Yüksek idare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi
üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde
eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının
yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerini kısmen veya tamamen reddi
halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap
verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam
yargı davası açabilirler." hükmünü amirdir.
1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 43 üncü maddesinde idari eylemlerden doğan tam yargı
davasına ait dava açma süresi gösterilmiş ve bu sürelerin başlangıçları da
belirtilmiştir. Belirtilen bu başlangıç tarihlerinden itibaren işlemeye
başlayan dava açma süreleri içinde açılmayan davaların esastan incelenmesi
mümkün değildir. Zira dava açma süresi hak düşürücü bir süre olup sürenin
geçmesiyle dava hakkı ortadan kalkar ve Kanun yeni bir olanak tanımadıkça bu
hak bir daha kullanılamaz.
Dava açma süresi geçirildikten sonra açılan davaların
reddine karar verileceği, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun,
44/f ve 45/A maddelerinde belirtilmiştir.
Bu hükümler çerçevesinde davacının durumu
değerlendirildiğinde; 1602 sayılı Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde açılan
davalarda bir yıllık ve idari başvurudan sonra altmışar günlük dava açma
süresinin işlediği, bu süreler geçirildikten sonra müddeabihin
miktarının değiştirilemeyeceğinin yine 1602 sayılı AYİM Kanununun 46/4 ncü maddesinin amir hükmü olduğu, kaldı ki Anayasa
Mahkemesinin 23 Aralık 2008 gün ve 27089 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan
12.06.2008 tarih 2004/103 E, 2008/121 sayılı kararıyla İdari Yargıda ıslah
kurumuna yer verilmemesi husususun Anayasaya aykırı olmadığına karar verildiği,
bu nedenle bir önceki yargılamada aynı yöndeki talebini ıslah olarak dile
getiren ve bu talebi Mahkemece gerekçeleriyle reddedilen davacı vekilinin aynı
talebi yeni bir ek dava şeklinde yineleyerek açtığı bu davada, bu talebinin
yasal süreler geçirildikten sonra yapıldığı, ilk dava dilekçesinde fazlaya ait
istemin saklı tutulmasının durumda bir değişiklik yaratmayacağı bu nedenle
davada süre aşımı bulunduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.”
15.
Başvurucu tarafından bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuş, AYİM
Başsavcılığı 24/6/2013 tarihli görüşünde, 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrasına
eklenen cümle ile AYİM nezdinde açılan tam yargı davaları için de ıslah
imkânının getirildiğini ve 6459 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 1602 sayılı
Kanun’a eklenen geçici 5. maddeyle de ıslah imkânının kanun yolu aşaması dâhil
derdest olan tüm davalarda uygulanacağının kural altına alındığı, bu nedenle
başvurucunun karar düzeltme talebinin kabulüne karar verilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
16.
AYİM İkinci Dairesi 11/9/2013 tarihli ve E.2013/1143, K.2013/949 sayılı
kararıyla ıslah hakkında yapılan kanuni düzenlemeyi tartışmaksızın karar
düzeltme isteminin reddine karar vermiştir.
17.
Karar, başvurucuya 3/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18.
Başvurucu 31/10/2013 tarihinde bireysel başvuru da bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19.
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür.”
20.
1602 sayılı Kanun’un 35. maddesinin (a) bendi şöyledir:
“Kesin işlem yapmaya
yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması,
değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış
olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu
müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde
cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma
süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.”
21.
1602 sayılı Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi
şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma
süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı
süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.”
22.
1602 sayılı Kanun’un 43. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi
şöyledir:
“İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.”
23.
6459 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü
fıkrasına eklenen cümle şöyledir:
“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen
miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye
kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve
miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere
karşı tarafa tebliğ edilir.”
24.
6459 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 1602 sayılı Kanun’a eklenen geçici 5. madde
şöyledir:
“Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 46 ncı maddesinin dördüncü
fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest
olan davalarda da uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25.
Mahkemenin 7/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenerek
gereği düşünüldü:
a. Başvurucunun
İddiaları
26.
Başvurucu; 20.000 TL maddi tazminat istemesine rağmen bilirkişi tarafından çok
daha fazla maddi zararının olduğunun tespiti üzerine ıslah dilekçesiyle maddi
tazminat talebini artırdığını ancak ıslah müessesesinin bulunmadığı ve hak
düşürücü sürenin geçmiş olduğu gerekçesiyle bu talebinin reddedildiğini,
cismani zararlardan dolayı uğranılan zararın miktarının açılan dava sırasında
tespit edildiğini, 11/4/2013 tarihinde yapılan kanun değişikliği ile 1602
sayılı Kanun'un 46. maddesinin son fıkrası değiştirilerek hâlen devam eden
davalarda ıslah hakkının uygulanmasının öngörüldüğünü, söz konusu kanun
değişikliği ile tam yargı davalarında süre ve usul kuralları gözetilmeksizin
nihai karar verilinceye kadar ıslah mümkün kılınmasına rağmen davanın süre
aşımı yönünden reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesinin ve 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; 41.301 TL tazminatın zararının meydana geldiği
10/10/2008 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine
karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
a. Değerlendirme
27.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvurucunun şikâyetlerine bakıldığında başvurunun mahkemeye erişim hakkı
yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28.
Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir
2. Esas Yönünden
29.
Başvurucu, idari yargıda ıslah müessesi olmaması nedeniyle açtığı ilk davada bu
talebin reddedilmesi ve daha sonra bilirkişi raporu uyarınca açtığı ikinci
davanın ise süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30.
Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
51).
31. Mahkemeye erişim hakkı; bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık
kapsamında bir talebi, mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir
şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin
mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi
mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye
erişim hakkını ihlal edebilir.
32. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda
tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye
ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir.
Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler, kişilerin
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, §
34). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil
yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da
yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu
doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29;
Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09,
17/9/2013, § 21).
33. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da
mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin
bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan
sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu
açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere
aykırı olamaz (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012).
34. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca bu
sınırlamalar; Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik
Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de mahkemeye erişim
hakkının dayanağı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinde adil yargılanma hakkının sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş
olmasına rağmen bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı
anlamını taşımadığını; hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda
devletin birtakım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve
bu nedenle Sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip
olduklarını kabul etmektedir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar
vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama
amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları
arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine
katlanılması zor külfetler yüklememiş olması gerekir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,
28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya,
B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36; Sabri
Güneş/Türkiye, B. No: 27396/06, 24/5/2011, § 56).
36. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların hakkın özünü zedeleyecek
şekilde kısıtlanmaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve
başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 38).
37. Dava açılması konusundaki kısıtlamalar, kural olarak
mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Bu kısıtlamalar, süre ve benzeri
birtakım usule ilişkin şartlar öngörülerek doğrudan doğruya olabileceği gibi
mahkeme önünde devam eden bir davanın taraflarının, dava konusu hak veya
menfaate yönelik tasarruflarının sınırlandırılması şeklinde de tezahür
edebilir. Bir tazminat veya tam yargı davasına konu olan alacağa ilişkin talep
miktarının, yargılama safahatı kapsamında arttırılamaması nedeniyle alacağın
belirli bir kısmına erişilememiş olması da belirtilen anlamda dava açılması ile
ilgili bir kısıtlama olarak mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi
gerekli olan bir konudur.
38. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve
benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu
belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması
da 30/4/2013 tarihi öncesinde 1602 sayılı Kanun gereği mümkün değildir. Buna
göre hak kaybına uğramaması bakımından davacı tarafın dava devam ederken talep
sonucunu ıslah etme ihtiyacının doğması kaçınılmazdır.
39.
Diğer taraftan 1602 sayılı Kanun'da 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe giren ve 6459
sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava dilekçesinde
belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil yürürlük tarihinde derdest olan
davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına
olanak tanınmıştır. Buna göre mahkemelerce istemle bağlı olma kuralı uygulanmak
suretiyle verilen kararlara taraflardan birinin kanun yoluna başvurmuş olması
şartıyla davacı veya davacıların artırılan miktara isabet eden harcı ödemek
suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir defaya mahsus
olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen miktarı artırmaları mümkündür.
40.
Başvuru konusu olayda başvurucu 10/10/2008 tarihinde meydana gelen kazada
yaralanmış, yaralanma neticesinde oluştuğunu ileri sürdüğü 20.000 TL maddi
350.000 TL manevi olmak üzere toplam 370.000 TL tazminatın yasal faiziyle
birlikte ödenmesi istemiyle AYİM’de dava açmıştır.
AYİM maddi zararın tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırmış, bilirkişi
raporuna göre başvurucunun uğradığı maddi zarar daha önce ödenen nakdi tazminat
tutarının düşülmesinden sonra 61.301 TL olarak belirlenmiş, bilirkişi raporu
24/1/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu bu rapor üzerine
tazminat talebini ıslah ederek maddi tazminat istemini 61.301 TL’ye yükseltmiş,
manevi tazminat talebini ise 308.699 TL’ye indirmiştir. AYİM 15/2/2012 tarihli
kararı ile 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca iddia
ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı bulunduğundan bahisle
ıslah talebini reddetmiş, maddi tazminat talebiyle bağlı kalarak 20.000 TL maddi
tazminatın ve takdiren 14.000 TL manevi tazminatın
olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya
ödenmesine karar vermiş, bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebini ise
süresinde yapılmadığı gerekçesiyle 23/5/2012 tarihli kararı ile süre aşımı
yönünden reddetmiştir.
41.
Diğer taraftan başvurucu, bilirkişi raporunun kendisine tebliğinden itibaren
bir yıl içinde ve 24/11/2012 tarihinde kayda giren dilekçesiyle bilirkişi
tarafından tespit edilen ve ıslah talebinin reddedilmesi nedeniyle mahrum
kaldığı 41.301 TL maddi zararının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar
verilmesi istemiyle yeni bir dava açmıştır. AYİM; tam yargı davalarında bir
yıllık ve idari başvurudan sonra altmışar günlük dava açma süresinin
bulunduğunu, bu süreler geçirildikten sonra müddeabihin
miktarının değiştirilemeyeceğinin 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin amir
hükmü olduğunu, kaldı ki Anayasa Mahkemesince idari yargıda ıslah kurumuna yer
verilmemesi husususun Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verildiğini, bu
nedenle bir önceki yargılamada aynı yöndeki talebini ıslah olarak dile getiren
ve bu talebi Mahkemece gerekçeleriyle reddedilen başvurucunun aynı talebi yeni
bir ek dava şeklinde yineleyerek açtığı bu davada süre aşımı bulunduğunu
belirterek davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir.
42.
Bu karara yapılan karar düzeltme başvurusu üzerine Başsavcılık tarafından
hazırlanan görüşte ise 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un
1. maddesiyle 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen
cümle ile AYİM nezdinde açılan tam yargı davaları için de ıslah imkânının
getirildiğini ve 6459 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 1602 sayılı Kanuna eklenen
geçici 5. maddeyle de ıslah imkânının kanun yolu aşaması dâhil derdest olan tüm
davalarda uygulanacağının kural altına alındığını, bu nedenle başvurucunun
karar düzeltme talebinin kabulüne karar verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de
AYİM İkinci Dairesi, karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir.
43.
Adil yargılanma hakkı, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından
biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altına
alınmalıdır. Diğer taraftan hukuki eylem, işlem ve kuralların sürekli dava
tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve
hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile
hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge
gözetilmelidir (AYM, E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012). 6459 sayılı Kanun ile
yapılan değişiklikten önce 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü
fırkasındaki düzenleme ile askerî idare aleyhine açılan davaların ve bu davalar
kapsamında sunulan taleplerin disipline edilmesinin hedeflendiği, daha ciddi
takip edilmesi sağlanarak davaların sürüncemede kalması ve belirsizliklerin
önlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü
fıkrasındaki davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması
bağlamında değerlendirilebilecek bu amaçların meşru olduğu açıktır (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052,
23/7/2014, § 41).
44.
Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan
asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak açısından kişiye
dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede hakkın
kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz hâle getiren veya
ortadan kaldıran sınırlamaların hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir (AYM,
E.2002/112, K.2003/33, 10/4/2003). Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve
özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa
Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın
sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik,
sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına
işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması
ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesini işaret eden oranlılık
unsurlarını içermektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
45.
Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp
yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve mahkemeye erişim hakkının
ihlaline yol açtığı iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında
bireye düşen fedakârlığın ağırlığının dikkate alınması ve gözetilen kamusal
yararın gerekleri ile bireyin temel hakkının korunması arasında adil bir
dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi zorunludur. Anayasa’nın 13.
maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, mahkemeye erişim hakkının
sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır (İbrahim
Can Kişi,§
43).
46.
Somut başvuruya konu yargılamada ıslaha yönelik talep hakkı kısıtlanan
başvurucu, bilirkişi tarafından hesaplanan 61.301 TL maddi zararının ancak
20.000 TL’lik kısmını tazmin edebilmiştir. Bu şekilde tazminat alacağının kayda
değer bir kısmından mahrum kalan başvurucunun, katlanmak zorunda kaldığı
külfetin, hedeflenen meşru amaçlarla orantısız olduğu; dolayısıyla müdahalenin
ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
47.
Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
48.
Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğini belirterek 41.301 TL
tazminatın, zararının meydana geldiği tarihten itibaren işletilecek yasal
faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
49.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
50.
Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde adil yargılanma kapsamında bulunan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği tespit edilmiştir. İhlalin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan, kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
AYİM İkinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
51.
Başvurucu tarafından uğradığı zararın tazmini talebinde bulunulmuş olup mevcut
başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş ve yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmiş olduğundan bu aşamada tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
52.
198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin
mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere AYİM İkinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat
taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
7/1/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.