TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALPER KURTULDU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/8064)
Karar Tarihi: 26/2/2015
Başkan y.
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucu
Alper KURTULDU
Vekili
Av. Neslihan Sultan BİLGE
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, kimlik bilgilerini bilen bir şahıs tarafından işlenen değişik suçlar nedeniyle maruz kaldığı kovuşturma ve ceza davalarının sebep olduğu maddi ve manevi zararın karşılanması istemiyle açtığı tam yargı davasının reddedildiğini, yargılamanın çok uzun sürdüğünü, kişi güvenliği hakkına müdahale edildiğini belirterek Anayasa’nın 19., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 1/11/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/12/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 4/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Kartal Cumhuriyet Savcılığının 2006/37784 Sor. sayılı dosyası kapsamında şüpheli olarak ifadesinin alınmasının akabinde sabıka kaydında işlemediği suçlar için kayıtlar bulunduğunu görmüş, 17/4/2007 tarihinde Kartal Cumhuriyet Savcılığına şikayet dilekçesi vermiş ve sonrasında yaptığı araştırma neticesinde pek çok suçtan arandığını yahut hakkında hüküm verildiğini görmüştür.
8. Kartal Cumhuriyet Savcılığının 2007/17642 Sor. sayılı dosyasında 26/6/2007 tarihli şüpheli ifade alma tutanağında kendini Alper Kurtuldu olarak tanıtan Ferdi Ramadan Mehmed’in vermiş olduğu ifadede, başvurucunun teyzesinin oğlu olduğunu, aranmamak için tüm işlemlerde bu ismi verdiğini kabul etmiş, savcılık tarafından 2007/4283 İddianame numarası ile Ferdi Ramadan Mehmed hakkında iftira ve resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak suçlarından kamu davası açılmış, Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesi 17/10/2007 tarih ve E.2007/742, K.2007/1047 sayılı kararı ile Alper Kurtuldu’nun adını kullanmak suretiyle 12 kez adli takibata uğratmaktan 12 kez birer yıl hapsine karar vermiştir.
9. Başvurucu, haksız yere hakkında uygulanan takibatlar ve açılan davalar nedeniyle işini kaybettiğini, nişanlısından ayrılmak zorunda kaldığını, işlediği iddia edilen cinsel istismar, hırsızlık, uyuşturucu madde kullanmak ve satmak gibi suçlar nedeniyle toplumda saygınlığını kaybettiğini ve dışlandığını, bu süreç içerisinde birçok kere tutuklandığını, ifadesinin alındığını, sorguya çekildiğini ve bunun idarenin kusurundan kaynaklandığını belirterek maddi ve manevi zararının karşılanması için 18/12/2007 tarihli dilekçesi ile Adalet Bakanlığına başvurmuş ancak Bakanlık 26/12/2007 tarihli cevabi yazısında tazminat talebine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmadığından bahisle başvurucunun talebini reddetmiştir.
10. Başvurucu, Adalet Bakanlığı aleyhine 25/1/2008 tarihinde İstanbul 4. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış, Mahkeme 9/10/2008 tarih ve E.2008/144, K.2008/1967 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde şu ifadelere yer verilmiştir;
“ İdarelerin, yerine getirmekle görevli oldukları hizmetlerin ifası sırasında kusurlu fiil ya da eylemi nedeniyle üçüncü şahısların zarara uğraması, zararın da hizmetin ya da eylemin doğal sonucu olması durumunda tazmin yükümlülüğü doğacaktır. Eğer zarar, 3. kişinin kusurlu fiili ya da eylemi neticesi gerçekleşmişse fiil ile zarar arasındaki illiyet bağı kopacaktır.
…
Olayda davasının kimlik bilgilerinin başka bir şahıs tarafından kullanılması sonucu son derece ağır ve üzücü bir durumla karşılaştığı, mağdur duruma düştüğü hususunun açık olduğu, ancak bu durumun meydana gelmesinde Adalet Bakanlığının hizmet kusuru bulunmadığı, zira hâkim ve savcıların yargısal işlemler yönünden Adalet Bakanlığına bağlı olmadığı, suç işleyen kişinin kimliğinin belirlenmesi noktasında Adalet Bakanlığının açık ve net bir sorumluluğunun bulunmadığı, davacının şüpheli konuma düşürülmesine Ferdi Ramadan MEHMED’in fiilinin sebebiyet verdiği, dolayısıyla zararın meydana gelmesinde 3. Şahsın fiil ya da eyleminin etkili olduğu görülmektedir.
… olayın meydana gelmesinde 3. şahsın kusurunun bulunması sebebiyle fiil ile zarar arasındaki illiyet bağının koptuğu anlaşıldığından tazminata ilişkin şartların gerçekleşmediği görülmektedir.”
11. Başvurucu tarafından karar temyiz edilmiş, Danıştay Onuncu Dairesi 4/7/2013 tarih ve E.2009/2758, K.2013/5872 sayılı kararı ile kararın onanmasına karar vermiştir.
12. Karar, başvurucuya 4/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir.
13. Anayasa Mahkemesine 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tazminat istemi” kenar başlıklı 141. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
…”
15. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat isteminin koşulları” kenar başlıklı 142. maddesi şöyledir:
“(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.
(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.
(3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.
(4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.
(5) Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister.
(6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.
(7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir.
(8) Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır.”
16. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 1/11/2013 tarih ve 2013/8064 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, suç işleyen kişinin kimliğinin gereği gibi araştırılmayarak idarenin kusurundan kaynaklanan sebeplerle haksız yere maruz kaldığı soruşturma ve kovuşturmalar neticesinde meydana gelen maddi ve manevi zararının karşılanması talebinin hukuka aykırı olarak reddedildiğini, yargılamanın makul süreyi aştığını, kişi güvenliği hakkına müdahale edildiğini belirterek Anayasa’nın 19., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvurucunun şikâyetleri yargılamanın adil yapılmadığı, makul sürede sonuçlandırılamadığı ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği hususlarına yönelik olup, değerlendirmenin bu üç şikâyet kapsamında yapılması gerekmektedir.
20. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
22. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
23. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
24. Başvurucu, üçüncü bir kişinin işlediği suçlardan sonra hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturma aşamalarında kendisine ait nüfus bilgilerini ilgili kamu görevlilerine verdiğini, ilgili kamu görevlilerin gerekli incelemeyi ve araştırmayı yapmamaları nedeniyle birçok soruşturma ve kovuşturmaya maruz kaldığını ve hakkında bu nedenle tutuklama kararlarının verildiğini, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında gerekli özenin gösterilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir."
26. Anayasa'nın 19. maddesinde özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmış ve hiç bir bireyin özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
28. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
29. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
30. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
31. Tutukluluk hâli sona ermiş olan bir başvurucunun, devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak, tutuklama nedenlerinin bulunmadığı yönünde bir iddiayı ileri sürmesi halinde, iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise öncelikle bu yolu tüketmesi gerekir (benzer AİHM kararları için bkz. Gavril Yosifov/Bulgaristan, B. No: 74012/01, 6/11/2008, § 40; Rahmani ve Dinevac/Bulgaristan, B. No: 20116/08, 10/5/2012, § 66; Şefik Demir/Türkiye, B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 23).
32. Başvurucu kendisi hakkında açılan birçok ceza davasının başvuru tarihi itibarıyla sonuçlandığını, İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesinden istediği yargılamanın yenilenmesi talebinin ise devam ettiğini, bu davaların bazılarında tutuklandığını belirtmiş, ancak hangileri olduğu konusunda bir bilgiye yer vermemiştir.
33. Diğer taraftan başvurucunun devam ettiğini belirttiği yargılamaya ilişkin olarak İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi talebini kabul ettiği, 10/3/2014 tarihli karar ile başvurucunun beraatına karar verdiği ve bu kararın da temyiz edilmeyerek 18/3/2014 tarihinde kesinleştiği UYAP sorgulamasından anlaşılmaktadır.
34. Bu çerçevede, 5271 sayılı Kanun'un 141. ve 142. maddelerinde öngörülen tazminat yolunun, başvurucunun şikâyetleri açısından tüketilmesi gereken bir yol olup olmadığı hususu incelenmelidir.
35. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, (d) bendinde, makul sürede hakkında hüküm verilmeyen, (g) bendinde, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan bir tutuklu için tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, bir yandan başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk nedenleri ve süresinin uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolu, başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (B. No: 2012/1205, 8/5/2014, § 34).
36. Başvurucu, hakkındaki hükümlerin kesinleştiği tarihten itibaren 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine dayanarak tazminat talebinde bulunma imkânına sahiptir. Etkin ve erişilebilir bir çözüm imkânı sunan hukuk yoluna başvurmaksızın yapılan bireysel başvuruların Mahkemece incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün değildir.
37. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yoluna başvurmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının "başvuru yollarının tüketilmemesi" nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı iddiası
38. Başvurucu, açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
40. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
41. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
42. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
43. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
44. Başvuru konusu olayda, başvurucu, haksız yere hakkında uygulanan takibatlar ve açılan davalar nedeniyle işini kaybettiğini, nişanlısından ayrılmak zorunda kaldığını, işlediği iddia edilen cinsel istismar, hırsızlık, uyuşturucu madde kullanmak ve satmak gibi suçlar nedeniyle toplumda saygınlığını kaybettiğini ve dışlandığını, bu süreç içerisinde birçok kere tutuklandığını, ifadesinin alındığını, sorguya çekildiğini ve bunun idarenin kusurundan kaynaklandığını belirterek uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle dava açmıştır.
45. Davaya bakan İlk Derece Mahkemesi, idarelerin, yerine getirmekle görevli oldukları hizmetlerin ifası sırasında kusurlu fiil ya da eylemi nedeniyle ortaya çıkan zararı karşılaması gerektiğini, zararın üçüncü kişi tarafından verilmesi durumunda fiil ile zarar arasındaki illiyet bağının kesileceğini belirtmiş olup, olayda başvurucunun uğramış olduğu mağduriyetin üçüncü bir kişinin eylemi sebebiyle meydana geldiği ve başvurucu hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmalar ile zarar arasındaki illiyet bağının bu nedenle koptuğu sonucuna vararak açılan tazminat davasının reddine karar vermiştir.
46. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucunun yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.
47. Diğer yandan, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca başvurucunun haksız tutuklamalara karşı tazminat davası açma imkânı olduğu gibi, aynı zamanda kendisinin kimliğini kullanmak suretiyle yargılanmasına sebebiyet veren kişiye karşı uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle özel hukuk hükümlerine göre dava açma imkânı bulunmaktadır.
48. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, İlk Derece Mahkemesi kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
49. Hicabi DURSUN ve Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamıştır.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
50. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılamadığı gerekçesiyle Anayasa'nın 36. ve AİHS’in 6. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
51. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
52. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
53. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
54. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
55. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucunun haksız olarak soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalmasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin olduğu görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.
56. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir Somut başvuru açısından bu tarih idareye başvuru tarihi olan 18/12/2007 tarihidir.
57. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun temyiz talebi hakkında verilen Danıştay Onuncu Dairesinin E.2009/2758, K.2013/5872 sayılı kararının tarihi olan 4/7/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
58. Başvuruya konu yargılama sürecinde, başvurucu uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 25/1/2008 tarihinde dava açmış olup, İlk Derece Mahkemesi 8/10/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiş, bu karara karşı başvurucu 22/12/2008 tarihinde temyiz talebinde bulunmuş, İlk Derece Mahkemesi 11/3/2009 tarihinde dava dosyasını Danıştaya göndermiş, Danıştay Onuncu Dairesi 4/7/2013 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, bu karara karşı başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmamıştır.
59. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 16).
60. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
61. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olmadığını ortaya koyduğu, davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu beş yıl altı ayı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
63. Başvurucu, 12.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi zararının tazminine hükmedilmesini talep etmiştir.
64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin beş yıl altı ayı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 4.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "başvuru yollarının tüketilmemesi" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Hicabi DURSUN ve Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşı oyları ve OY ÇOKLUĞUYLA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,
B. Başvurucuya net 4.150,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE, OY BİRLİĞİYLE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,
26/2/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY YAZISI
2013/8064 nolu Bireysel Başvuru kararındaki çoğunluk görüşüne, Mahkememiz Üyesi Sayın Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoy yazısında belirtilen görüş ve düşüncelerle katılmıyorum.
Üye
KARŞIOY GEREKÇESİ
Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu, 2007 yılında Kartal C. Başsavcılığının çağrısı üzerine şüpheli sıfatıyla ifade vermiş ve akabinde gerek bu soruşturma dosyasında ve gerekse diğer birtakım soruşturma dosyalarında işlemediği suçlardan dolayı şüpheli olarak hakkında işlem yapıldığını ve ayrıca adli sicil kayıtlarında mahkumiyet hükümlerinin bulunduğunu öğrenmiş, bu konudaki şikayeti üzerine başlatılan soruşturmalar ve açılan dava sonucunda, cinsel istismar, hırsızlık ve uyuşturucu kullanma ve satma suçlarının faili olan Ferdi R. Mehmet adlı kişinin kendisine ait kimlik bilgilerini kullanması nedeniyle hakkında bu soruşturma dosyalarının ve ceza davalarının açıldığını öğrenmiştir. Başkasının kimlik belgesini kullanma suçundan yargılanan Ferdi R.M. ise, Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.10.2007 tarihli kararı ile 12 ayrı soruşturma dosyasında mağdurun kimliğini kullanması nedeniyle 12 kez birer yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, hakkındaki her bir ceza dosyası yönünden gerçeği açığa çıkarmak için çaba göstermiş ve uzun süreler sonunda bunu başarmıştır. Ancak başvuru tarihi itibariyle halen bir dosyayla ilgili yeniden yargılama süreci devam etmektedir.
Başvurucu bu süreçte birkaç kez de tutuklanmış, bundan ayrıca toplumda yüz kızartıcı olarak görülen bu tür suçların şüphelisi veya hükümlüsü olarak çevresinde algılanması nedeniyle yakın ve uzak çevresinden soyutlandığını, saygınlığını kaybettiğini, nişanlısından ayrılmak durumunda kaldığını ve açıklanan şekilde kişilik haklarının ihlali dolayısıyla maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek, idarenin tazminat istemini reddi üzerine, İstanbul 4. İdare Mahkemesinde maddi ve manevi zararlarının giderilmesi amacıyla tam yargı davası açmıştır. İdare mahkemesi davacının maddi ve manevi zararlarının üçüncü kişinin fiilinden kaynaklandığını, davalı Adalet Bakanlığının hizmet kusurunun bulunmadığını ve olayın meydana gelmesinde fiil ile zarar arasındaki illiyet bağının 3. kişinin kusuru nedeniyle koptuğu gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiş, temyiz incelemesi sonucunda Danıştay 10. Dairesi de bu gerekçeleri yerinde görerek kararı onamıştır.
Başvurucu; 1- tutuklanması nedeniyle kişi güvenliği ve hürriyet haklarının ihlal edildiğini, 2- idare mahkemesinde açtığı tazminat davasının, a- sonucu itibariyle adil olmaması nedeniyle, b- bu dava süresinin uzunluğu dolayısıyla, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Birinci Bölüm sayın çoğunluğunun, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakları yönünden ulaştığı sonuçlara iştirak etmekteyiz. Ancak, tazminat davasıyla ilgili yargılama sonucunun adil olmadığına yönelik başvuru bakımından farklı görüşümüz nedeniyle karşı oy yazmaktayız.
Anayasanın 148/4. maddesi uyarınca, bireysel başvuruda kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bu kural, bireysel başvurunun ikincilliği ilkesinin bir yansımasıdır. Nitekim bu husus AİHM'e yapılan bireysel başvurular yönünden anılan Mahkeme tarafından da kabul edilmektedir. AİHM çeşitli kararlarında, kendisini 3. veya 4. derece temyiz merci gibi gören ve derece mahkemelerinin kararlarının adil olmadığına, delil değerlendirmesinin yetersizliğine, hukuki vasıfta hata olduğuna vb. yönelik iddiaların incelenemeyeceğine karar vermektedir (örn.; Garcia Ruiz v. İspanya, prg. 28; Perlala v. Yunanistan, prg. 25; Kemmache v. Fransa, no 3, prg. 44). Temyiz denetimi boyutunda inceleme yapma yasağının istisnası ise, açık ve bariz takdir hatasının veya keyfiliğin bulunmasıdır. Fakat, Sözleşmenin 6. maddesinde öngörülen adil yargılamaya ilişkin usuli güvencelerin başvuruda ileri sürülmesi halinde, bu yöndeki itirazlar temyiz denetimi yasağı içerisinde görülmemektedir. Bu anlamda örneğin, gerekçeli karar hakkı, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama hakkı, mahkemeye erişim hakkı, aleni yargılanma hakkı, masum sayılma hakkı, ceza davasına etkili bir biçimde katılma hakkı, bizzat savunma hakkı, tanığı sorgulama hakkı, tercüman hakkı, hakkaniyetli yargılanma hakkı, sayılabilir. AİHM'nin bu tür haklarla ilgili kararlarında tespit edileceği üzere, bu haklara yönelik başvurularda konu kanun yolu denetimi yasağı alanında görülmemiş ve başvurular, söz konusu hakların ihlal edildiği tespitiyle sonuçlandırılmıştır.
Başvurucu dilekçesinde, tazminat davası bakımından adil yargılanma hakkına ve bu hakkın alt ilke ve haklarından olan 'hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine dayanmıştır. Bu hakka yönelik başvuru, kanun yolu başvurusu olarak değerlendirilemez. Yukarıda açıklandığı üzere, 'hakkaniyete uygun yargılanma hakkı', sonucun adilliğiyle ilgili olmayıp, usuli yargılama güvencesi niteliğindedir. Bu güvence içerisinde, aleni duruşma hakkı, meramını anlatma hakkı, silahların eşitliği hakkı ve gerekçeli karar hakkı gibi diğer usuli güvenceler de girmektedir. Bu nedenle, tazminat davasına ilişkin gerekçeli karar denetimi yapılmalıdır. Tarafımızca konu hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ve bu kapsamda gerekçeli karar hakkı çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu nedenle, idarenin sorumluluğuna ilişkin temel ilkelerden hareketle gerekçeli karar hakkı değerlendirilecektir. Esasında gerekçeli karar hakkı, adil yargılanma hakkına yönelik başvurularda açıkça dayanaktan yoksunluk kriterinin değerlendirilmesi bakımından da gözönünde tutulması gereken bir hak mahiyetindedir.
Bilindiği üzere haksız bir fiil ile başkasına zarar veren kimse, bu fiillerinin neden olduğu maddi ve manevi zararlardan sorumludur. Ancak kimi durumda zarara, birden fazla kişinin fiili de neden olabilir. Bu durumda zarara neden olan failler müteselsilen sorumludurlar.
Başvuru konusu olayda başkasının kimlik bilgilerini kullanan failin suç teşkil eden eylemi ile, Devletin suç faillerini tespit edip yargılama konusunda yetkili olan adli kolluk ve yargı mercilerinin failin gerçek kimliğini tespit konusundaki özen yükümlülüğüne aykırı davranışı birleşmiştir. Nitekim başvurucunun idare mahkemesindeki davadaki iddiası da, idarenin hizmet kusurunun bulunduğu yolundadır. Bu iddiaya karşı idare mahkemesi ve Danıştay, bir yandan idarenin hizmet kusurunun bulunmadığını, diğer taraftan ise fiil ile zarar arasındaki illiyet bağının, suç faili kişinin eylemi nedeniyle koptuğunu ileri sürerek davayı reddetmişlerdir.
İdarenin sorumluluğunun kabul edilebilmesi için; idareye izafe edilebilir bir fiilin bulunması, idarenin fiilinde kusurlu olması, bu kusurlu fiil neticesinde bir kişinin zarara uğraması ve zarar ile idari fiil arasında illiyet bağının tespit edilebilmesi zorunludur.
İncelenen olayda, başkasının kimlik bilgilerini kullanan suç failinin bu eylemine, idarenin suç faillerini araştırıp gerçeği tespit etmekle ilgili görevine ilişkin özensiz davranışı eklenmektedir. Başvuranın iddiası açısından, kasıtlı ve taksirli eylemleriyle zarara nedene olan yan yana iki haksız fiil faili söz konusudur. İki haksız fiil sorumlusunun bulunduğu durumda zarar görenin bu iki kişinin her ikisi veya yalnızca birinden talepte bulunması olanaklıdır. Nitekim başvurucu idareden tazminat istemiştir. Bu noktada incelenecek husus, idarenin kusurunun bulunup bulunmadığı ve bu kusuru ortadan kaldırır nitelikte illiyet bağını kesen bir nedenin olup olmadığı hususlarıdır.
Hukuki açıdan kusur, hukuk düzeni tarafından onaylanmayan ve zararın nedeni olarak kabul edilen davranış olarak kabul edilmektedir. Kusur sübjektif yönüyle de kast ve taksir biçiminde tasnif edilir. İdare hukuku alanında kusur, 'hizmet kusuru' olarak adlandırılmaktadır. Hizmet kusuru, bir kamu hizmetinin örgütlenmesinde, düzenlenmesinde veya işleyiş biçimindeki bozukluk veya aksaklık olarak ifade edilebilir. Diğer bir ifadeyle, hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi veya gereği gibi işlememesi (aksak/kötü işlemesi) halinde hizmet kusurunun bulunduğu düşünülür. Hizmet kusuru kimi zaman belirli bir veya birden fazla kamu görevlisinin tespit edilebilen kusurlu davranışlarından kaynaklanır. Ancak kiminde ise, belirli bir veya daha fazla kamu görevlisinin davranışında somutlaşmayan, fakat hizmetin kuruluş ve yürütülüşündeki çeşitli aksaklıklardan veya çok sayıdaki görevlinin birleşen kusurlarından, farklı bir deyişle 'anonim kusur' biçiminde ortaya çıkabilir.
Kusur açısından idarenin davranışı incelendiğinde, Devletin suç faillerini takip ve yargılamayla ilgili fonksiyonunu yerine getirmeye yönelik kamu hizmetinin gerektiği gibi işlemiş olup olmadığı değerlendirilmelidir. Görülüyor ki, ortada başkasının kimlik bilgilerini kullanma suçları işlenmiştir. Bu suçlar bir fail tarafından, aynı mağdura yönelik olarak 12 kez işlenmiştir. Bir suçun işlendiği bilgisini alan adli merci veya kolluğun temel görevi, suçun gerçek failini bulmaktır. Ortada, kimlik bilgilerine ilişkin beyana dayalı bir sahtecilik bulunmaktadır. Sahteciliğin bulunduğu durumda, fiilin aldatma kabiliyetini haiz olup olmadığı incelenir. Kimi zaman belgeye dayalı sahtecilikler o kadar ustaca icra edilmektedir ki, görevlinin bu sahteciliği tespit etmesi mümkün olamamaktadır. Bu takdirde sahteciliğin tespit edilememesi nedeniyle görevliye ve dolayısıyla idareye bir kusur izafe edilemeyebilir. Bu olayda ise gerçek failin beyanına dayalı bir sahtecilik söz konusudur. Bu sahteciliğin ustaca olduğu da düşünülebilir. Fakat, bir kez veya üç kez değil, 12 kez işleyen bir sahtecilik varsa, ortada yürütülen hizmetin kusurunun bulunmadığını düşünmek hayatın olağan akışına ve temel mantık bilimine uygun düşmez. Bir suç nedeniyle soruşturmaya başlatıldığında failin gerçek kimliğinin tespit edilmesi en temel görev niteliğindedir. Başvuru dilekçesinde birkaç kez vurgulandığı üzere görevliler suç failinin beyanıyla yetinmişler ve gerçek kimliğin belirlenmesiyle ilgili bir çaba içerisine girmemişlerdir. Tek dosyada böyle bir yanılgı makul görülebilir ise de, 12 dosya için bu hatanın tekrarlanması, hizmetin kötü yürütüldüğünü ve bir hizmet kusurunun varlığını göstermektedir. Buna karşın temyiz mahkemesince de onaylanan ilk derece mahkemesinin gerekçesinde, başvurucunun maruz kaldığı isnatlar dolayısıyla yürütülen işlemler nedeniyle kamu hizmetinde bir aksama olup olmadığı, her bir işlem bazında değerlendirilmeksizin, soyut bir biçimde kusur olmadığı belirtilmiştir. Bu durum bir gerekçede bulunması gereken zorunlu unsurların yokluğunu göstermektedir.
Bilindiği üzere gerekçeli karar hakkı bakımından bir gerekçenin; 1- tarafın ileri sürdüğü önemli bir iddiaya cevap verilmesi, 2- gerekçenin maddi vakıa ve hukuki sorun yönünden tatmin edici, mantıksal bütünlüğe sahip olması, yönlerinden denetlenmesi gerekir. İlk olarak, başvurucu, görevlilerin suç failinin beyanını kabulle yetindiklerini, gerçek kimliği araştırmadıklarını ileri sürmesine karşın, gerekçede bu iddialar cevaplandırılmamıştır. İkinci olarak, gerekçe bir iddiayı yeterli bir dayanak göstermeden, soyut ifadelerle karşılamaktaysa, gerekçenin yetersiz olduğundan söz edilir ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği kabul edilir (örn.; AİHM Georgiadis v. Yunanistan; H. v. Belçika, pr. 53).
Diğer taraftan gerekçede yer alan diğer bir yanlışlık da, suç failinin eylemiyle illiyet bağının kesildiği görüşüdür. Yukarıda açıklandığı üzere başvurucu yalnızca suç failinin isnadından değil, bu isnadı araştırıp gerçek failin kimliğini tespit etmekle görevli kamu ajanlarının özensiz davranışlarından dolayı zarara uğradığını ileri sürmüştür. Bilindiği üzere kimi zaman üçüncü kişi ile idare aynı zararın birlikte faili olabilmektedir (Bkz.; Atay, E.Ethem/Odabaşı, Hasan, İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, 2.B. Ankara 2010, s. 213). Dolayısıyla gerçeğe aykırı isnat üzerine, özen yükümlülüğüne aykırı biçimde başvurucunun kimliği üzerinden işlem yapma biçimindeki idarenin eylemi de zarara yol açan nedenlerden biridir. İdari davaya konu idarenin müstakil bir eylemi bulunduğuna göre, bu eylemin kusurlu olup olmadığı incelenmelidir. Bunun için, ilgili soruşturma işlemlerinin ayrıca değerlendirilip kusur incelemesi yapılması gerekir. Hizmetin yürütülüşünde kusurun bulunmadığı ise ancak, gereken özen gösterilseydi dahi gerçek failin kimliğinin tespitinin mümkün olmayacağının açıklığa kavuşturulması halinde söylenebilir. Hizmetin yürütülüşünde bir kusur bulunamazsa, zaten illiyet bağı araştırması gerekmeyecektir. Buna karşılık, özenli davranıldığında başvurucunun bu isnatlara maruz kalmayabileceği sonucuna ulaşılıyorsa, hizmetin kötü yürüdüğü ve hizmet kusurunun bulunduğu anlaşılacaktır. Bu tespitin yapılması durumunda ise, suç failinin eyleminin illiyet bağını kestiği gibi bir sonuca ulaşılamaz. Böyle bir kabul, kanunun uygulanmasında açık bir takdir hatasına işaret edeceği gibi, gerekçeli karar hakkı bakımından mantık çelişkisi içermesi nedeniyle yetersiz gerekçeyle (veya diğer bir anlatımla, gerekçedeki temel çelişki gerekçeyi ortadan kaldırdığından gerekçesiz bir biçimde) karar oluşturulduğu anlamına gelecektir. Her iki durumda da başvurucunun gerekçeli karar hakkı ve dolayısıyla hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği anlaşılmaktadır.
Açıkladığım hukuki nedenlerle, başvurucunun hakkaniyetli yargılanma hakkının ihlal edildiği kanaatinde olduğumdan karşı oy kullanmış bulunmaktayım.