TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALPER KURTULDU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8064)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Alper KURTULDU
|
Vekili
|
:
|
Av. Neslihan Sultan BİLGE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, kimlik
bilgilerini bilen bir şahıs tarafından işlenen değişik suçlar nedeniyle maruz
kaldığı kovuşturma ve ceza davalarının sebep olduğu maddi ve manevi zararın
karşılanması istemiyle açtığı tam yargı davasının reddedildiğini, yargılamanın
çok uzun sürdüğünü, kişi güvenliği hakkına müdahale edildiğini belirterek
Anayasa’nın 19., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu vekili
tarafından 1/11/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 6/12/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından
ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/1/2014
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Adalet Bakanlığınca 4/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesinde ifade
edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Kartal Cumhuriyet
Savcılığının 2006/37784 Sor. sayılı dosyası kapsamında
şüpheli olarak ifadesinin alınmasının akabinde sabıka kaydında işlemediği
suçlar için kayıtlar bulunduğunu görmüş, 17/4/2007 tarihinde Kartal Cumhuriyet
Savcılığına şikayet dilekçesi vermiş ve sonrasında yaptığı araştırma
neticesinde pek çok suçtan arandığını yahut hakkında hüküm verildiğini
görmüştür.
8. Kartal Cumhuriyet
Savcılığının 2007/17642 Sor. sayılı dosyasında 26/6/2007 tarihli şüpheli ifade
alma tutanağında kendini Alper Kurtuldu olarak tanıtan Ferdi Ramadan Mehmed’in vermiş olduğu
ifadede, başvurucunun teyzesinin oğlu olduğunu, aranmamak için tüm işlemlerde
bu ismi verdiğini kabul etmiş, savcılık tarafından 2007/4283 İddianame numarası
ile Ferdi Ramadan Mehmed
hakkında iftira ve resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak
suçlarından kamu davası açılmış, Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesi 17/10/2007
tarih ve E.2007/742, K.2007/1047 sayılı kararı ile Alper Kurtuldu’nun
adını kullanmak suretiyle 12 kez adli takibata uğratmaktan 12 kez birer yıl
hapsine karar vermiştir.
9. Başvurucu, haksız yere
hakkında uygulanan takibatlar ve açılan davalar nedeniyle işini kaybettiğini,
nişanlısından ayrılmak zorunda kaldığını, işlediği iddia edilen cinsel
istismar, hırsızlık, uyuşturucu madde kullanmak ve satmak gibi suçlar nedeniyle
toplumda saygınlığını kaybettiğini ve dışlandığını, bu süreç içerisinde birçok
kere tutuklandığını, ifadesinin alındığını, sorguya çekildiğini ve bunun
idarenin kusurundan kaynaklandığını belirterek maddi ve manevi zararının
karşılanması için 18/12/2007 tarihli dilekçesi ile Adalet Bakanlığına başvurmuş
ancak Bakanlık 26/12/2007 tarihli cevabi yazısında tazminat talebine ilişkin
kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmadığından bahisle başvurucunun talebini
reddetmiştir.
10. Başvurucu, Adalet Bakanlığı
aleyhine 25/1/2008 tarihinde İstanbul 4. İdare Mahkemesinde tam yargı davası
açmış, Mahkeme 9/10/2008 tarih ve E.2008/144, K.2008/1967 sayılı kararı ile
davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde şu ifadelere
yer verilmiştir;
“ İdarelerin, yerine getirmekle görevli oldukları hizmetlerin ifası sırasında
kusurlu fiil ya da eylemi nedeniyle üçüncü şahısların zarara uğraması, zararın
da hizmetin ya da eylemin doğal sonucu olması durumunda tazmin yükümlülüğü
doğacaktır. Eğer zarar, 3. kişinin kusurlu fiili ya da eylemi neticesi
gerçekleşmişse fiil ile zarar arasındaki illiyet bağı kopacaktır.
…
Olayda davasının kimlik bilgilerinin başka bir
şahıs tarafından kullanılması sonucu son derece ağır ve üzücü bir durumla
karşılaştığı, mağdur duruma düştüğü hususunun açık olduğu, ancak bu durumun
meydana gelmesinde Adalet Bakanlığının hizmet kusuru bulunmadığı, zira hâkim ve
savcıların yargısal işlemler yönünden Adalet Bakanlığına bağlı olmadığı, suç
işleyen kişinin kimliğinin belirlenmesi noktasında Adalet Bakanlığının açık ve
net bir sorumluluğunun bulunmadığı, davacının şüpheli konuma düşürülmesine Ferdi
Ramadan MEHMED’in fiilinin
sebebiyet verdiği, dolayısıyla zararın meydana gelmesinde 3. Şahsın fiil ya da
eyleminin etkili olduğu görülmektedir.
… olayın meydana gelmesinde 3. şahsın
kusurunun bulunması sebebiyle fiil ile zarar arasındaki illiyet bağının koptuğu
anlaşıldığından tazminata ilişkin şartların gerçekleşmediği görülmektedir.”
11. Başvurucu tarafından karar
temyiz edilmiş, Danıştay Onuncu Dairesi 4/7/2013 tarih ve E.2009/2758,
K.2013/5872 sayılı kararı ile kararın onanmasına karar vermiştir.
12. Karar, başvurucuya 4/10/2013
tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın
kesinleşmiştir.
13. Anayasa Mahkemesine
1/11/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tazminat
istemi” kenar başlıklı 141. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
…
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen,
…
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki
suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde
sözle açıklanmayan,
…”
15. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat isteminin koşulları” kenar
başlıklı 142. maddesi şöyledir:
“(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir.
(2) İstem, zarara
uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi
tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi
yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.
(3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık
kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini
kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.
(4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği
durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin
reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe,
mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.
(5) Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini
belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi
yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister.
(6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve
tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının
saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya
hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.
(7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde
bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen
gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir.
(8) Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya
Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve
ivedilikle yapılır.”
16. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14.
maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası,
49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 26/2/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 1/11/2013 tarih ve 2013/8064
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, suç işleyen
kişinin kimliğinin gereği gibi araştırılmayarak idarenin kusurundan kaynaklanan
sebeplerle haksız yere maruz kaldığı soruşturma ve kovuşturmalar neticesinde
meydana gelen maddi ve manevi zararının karşılanması talebinin hukuka aykırı
olarak reddedildiğini, yargılamanın makul süreyi aştığını, kişi güvenliği
hakkına müdahale edildiğini belirterek Anayasa’nın 19., 36. ve 40. maddelerinde
düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat
taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvurucunun şikâyetleri
yargılamanın adil yapılmadığı, makul sürede sonuçlandırılamadığı ve kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği hususlarına yönelik olup,
değerlendirmenin bu üç şikâyet kapsamında yapılması gerekmektedir.
20. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca,
Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden
kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
22. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
23. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara
ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin
nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
24. Başvurucu, üçüncü bir
kişinin işlediği suçlardan sonra hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturma
aşamalarında kendisine ait nüfus bilgilerini ilgili kamu görevlilerine
verdiğini, ilgili kamu görevlilerin gerekli incelemeyi ve araştırmayı
yapmamaları nedeniyle birçok soruşturma ve kovuşturmaya maruz kaldığını ve
hakkında bu nedenle tutuklama kararlarının verildiğini, soruşturma ve
kovuşturma aşamalarında gerekli özenin gösterilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 19.
maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
25. Anayasa'nın 19. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir."
26. Anayasa'nın 19. maddesinde
özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmış ve hiç bir
bireyin özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir.
Anılan maddenin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına
sahip olduğu vurgulanmıştır.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
28. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
29. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin
ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve
yargısal makamların görevidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu
makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (B.
No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
30. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi
ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava
ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 17).
31. Tutukluluk hâli sona ermiş
olan bir başvurucunun, devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak, tutuklama
nedenlerinin bulunmadığı yönünde bir iddiayı ileri sürmesi halinde, iddia
edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu
mevcut ise öncelikle bu yolu tüketmesi gerekir (benzer AİHM kararları için bkz.
Gavril Yosifov/Bulgaristan,
B. No: 74012/01, 6/11/2008, § 40; Rahmani ve
Dinevac/Bulgaristan, B. No: 20116/08,
10/5/2012, § 66; Şefik Demir/Türkiye,
B. No: 51770/07, 16/10/2012, § 23).
32. Başvurucu kendisi hakkında
açılan birçok ceza davasının başvuru tarihi itibarıyla sonuçlandığını, İstanbul
20. Ağır Ceza Mahkemesinden istediği yargılamanın yenilenmesi talebinin ise
devam ettiğini, bu davaların bazılarında tutuklandığını belirtmiş, ancak
hangileri olduğu konusunda bir bilgiye yer vermemiştir.
33. Diğer taraftan başvurucunun
devam ettiğini belirttiği yargılamaya ilişkin olarak İstanbul 20. Ağır Ceza
Mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi talebini kabul ettiği, 10/3/2014 tarihli
karar ile başvurucunun beraatına karar verdiği ve bu kararın da temyiz
edilmeyerek 18/3/2014 tarihinde kesinleştiği UYAP sorgulamasından
anlaşılmaktadır.
34. Bu çerçevede, 5271 sayılı
Kanun'un 141. ve 142. maddelerinde öngörülen tazminat yolunun, başvurucunun
şikâyetleri açısından tüketilmesi gereken bir yol olup olmadığı hususu
incelenmelidir.
35. 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, kanunlarda belirtilen koşullar
dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, (d)
bendinde, makul sürede hakkında hüküm verilmeyen, (g) bendinde, yakalama veya
tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun
hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan bir tutuklu için
tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, bir yandan
başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk nedenleri ve süresinin uzunluğunun
tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu
nedenle, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolu,
başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı
ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (B. No: 2012/1205, 8/5/2014, §
34).
36. Başvurucu, hakkındaki
hükümlerin kesinleştiği tarihten itibaren 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine
dayanarak tazminat talebinde bulunma imkânına sahiptir. Etkin ve erişilebilir
bir çözüm imkânı sunan hukuk yoluna başvurmaksızın yapılan bireysel
başvuruların Mahkemece incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi
gereği mümkün değildir.
37. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yoluna
başvurmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının "başvuru yollarının tüketilmemesi" nedeniyle
kabul edilemezliğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı iddiası
38. Başvurucu, açtığı tazminat
davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
40. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
41. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı
yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal
edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile
sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapılamaz.”
42. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
43. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §
26).
44. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, haksız yere hakkında uygulanan takibatlar ve açılan davalar
nedeniyle işini kaybettiğini, nişanlısından ayrılmak zorunda kaldığını,
işlediği iddia edilen cinsel istismar, hırsızlık, uyuşturucu madde kullanmak ve
satmak gibi suçlar nedeniyle toplumda saygınlığını kaybettiğini ve
dışlandığını, bu süreç içerisinde birçok kere tutuklandığını, ifadesinin
alındığını, sorguya çekildiğini ve bunun idarenin kusurundan kaynaklandığını
belirterek uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların tazmini
istemiyle dava açmıştır.
45. Davaya bakan İlk Derece
Mahkemesi, idarelerin, yerine getirmekle görevli oldukları hizmetlerin ifası
sırasında kusurlu fiil ya da eylemi nedeniyle ortaya çıkan zararı karşılaması
gerektiğini, zararın üçüncü kişi tarafından verilmesi durumunda fiil ile zarar
arasındaki illiyet bağının kesileceğini belirtmiş olup, olayda başvurucunun
uğramış olduğu mağduriyetin üçüncü bir kişinin eylemi sebebiyle meydana geldiği
ve başvurucu hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmalar ile zarar arasındaki
illiyet bağının bu nedenle koptuğu sonucuna vararak açılan tazminat davasının
reddine karar vermiştir.
46. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe
ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucunun
yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge
sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın içeriğinin adil olmadığı
şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.
47. Diğer yandan, 5271 sayılı
Kanun'un 141. maddesi uyarınca başvurucunun haksız tutuklamalara karşı tazminat
davası açma imkânı olduğu gibi, aynı zamanda kendisinin kimliğini kullanmak
suretiyle yargılanmasına sebebiyet veren kişiye karşı uğradığı maddi ve manevi
zararlarının tazmini istemiyle özel hukuk hükümlerine göre dava açma imkânı
bulunmaktadır.
48. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, İlk Derece Mahkemesi kararında bariz takdir hatası veya açık bir
keyfilik de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
49. Hicabi DURSUN ve Hasan Tahsin
GÖKCAN bu görüşe katılmamıştır.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
50. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılamadığı gerekçesiyle Anayasa'nın 36. ve AİHS’in 6. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
51. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
52. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
53. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
54. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
55. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku”
alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve
yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin
koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer
verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir
kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu
davanın, başvurucunun haksız olarak soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalmasından
dolayı uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin
olduğu görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri
konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.
56. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde
tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi
olarak kabul edilebilmektedir Somut başvuru açısından bu tarih idareye başvuru
tarihi olan 18/12/2007 tarihidir.
57. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun temyiz talebi
hakkında verilen Danıştay Onuncu Dairesinin E.2009/2758, K.2013/5872 sayılı
kararının tarihi olan 4/7/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
58. Başvuruya konu yargılama
sürecinde, başvurucu uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararlarının
tazmini istemiyle 25/1/2008 tarihinde dava açmış olup, İlk Derece Mahkemesi
8/10/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiş, bu karara karşı başvurucu
22/12/2008 tarihinde temyiz talebinde bulunmuş, İlk Derece Mahkemesi 11/3/2009
tarihinde dava dosyasını Danıştaya göndermiş,
Danıştay Onuncu Dairesi 4/7/2013 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi
kararını onamış, bu karara karşı başvurucu karar düzeltme talebinde
bulunmamıştır.
59. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları
nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif
maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır (§ 16).
60. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal
kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar
ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun
yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu
kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
61. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olmadığını ortaya koyduğu, davaya
bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi
bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu beş yıl altı ayı
aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
63. Başvurucu, 12.000,00 TL
maddi ve 10.000,00 TL manevi zararının tazminine hükmedilmesini talep etmiştir.
64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak
şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin beş yıl altı ayı aşkın yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
net 4.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "başvuru yollarının tüketilmemesi" nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
2.
Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Hicabi DURSUN ve Hasan
Tahsin GÖKCAN’ın karşı oyları ve OY ÇOKLUĞUYLA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,
4.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,
B. Başvurucuya net 4.150,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE, OY BİRLİĞİYLE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,
26/2/2015
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY YAZISI
2013/8064
nolu Bireysel Başvuru kararındaki çoğunluk görüşüne,
Mahkememiz Üyesi Sayın Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoy yazısında belirtilen görüş ve düşüncelerle
katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu, 2007
yılında Kartal C. Başsavcılığının çağrısı üzerine şüpheli sıfatıyla ifade
vermiş ve akabinde gerek bu soruşturma dosyasında ve gerekse diğer birtakım
soruşturma dosyalarında işlemediği suçlardan dolayı şüpheli olarak hakkında
işlem yapıldığını ve ayrıca adli sicil kayıtlarında mahkumiyet hükümlerinin
bulunduğunu öğrenmiş, bu konudaki şikayeti üzerine başlatılan soruşturmalar ve
açılan dava sonucunda, cinsel istismar, hırsızlık ve uyuşturucu kullanma ve
satma suçlarının faili olan Ferdi R. Mehmet adlı kişinin kendisine ait kimlik
bilgilerini kullanması nedeniyle hakkında bu soruşturma dosyalarının ve ceza
davalarının açıldığını öğrenmiştir. Başkasının kimlik belgesini kullanma
suçundan yargılanan Ferdi R.M. ise, Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesinin
17.10.2007 tarihli kararı ile 12 ayrı soruşturma dosyasında mağdurun kimliğini
kullanması nedeniyle 12 kez birer yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır.
Başvurucu, hakkındaki her bir ceza dosyası yönünden gerçeği açığa çıkarmak için
çaba göstermiş ve uzun süreler sonunda bunu başarmıştır. Ancak başvuru tarihi
itibariyle halen bir dosyayla ilgili yeniden yargılama süreci devam etmektedir.
Başvurucu bu süreçte birkaç kez de
tutuklanmış, bundan ayrıca toplumda yüz kızartıcı olarak görülen bu tür
suçların şüphelisi veya hükümlüsü olarak çevresinde algılanması nedeniyle yakın
ve uzak çevresinden soyutlandığını, saygınlığını kaybettiğini, nişanlısından ayrılmak
durumunda kaldığını ve açıklanan şekilde kişilik haklarının ihlali dolayısıyla
maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek, idarenin tazminat istemini
reddi üzerine, İstanbul 4. İdare Mahkemesinde maddi ve manevi zararlarının
giderilmesi amacıyla tam yargı davası açmıştır. İdare mahkemesi davacının maddi
ve manevi zararlarının üçüncü kişinin fiilinden kaynaklandığını, davalı Adalet
Bakanlığının hizmet kusurunun bulunmadığını ve olayın meydana gelmesinde fiil
ile zarar arasındaki illiyet bağının 3. kişinin kusuru nedeniyle koptuğu
gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiş, temyiz incelemesi sonucunda
Danıştay 10. Dairesi de bu gerekçeleri yerinde görerek kararı onamıştır.
Başvurucu; 1- tutuklanması nedeniyle kişi
güvenliği ve hürriyet haklarının ihlal edildiğini, 2- idare mahkemesinde açtığı
tazminat davasının, a- sonucu itibariyle adil olmaması nedeniyle, b- bu dava
süresinin uzunluğu dolayısıyla, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Birinci Bölüm sayın çoğunluğunun, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
ile makul sürede yargılanma hakları yönünden ulaştığı sonuçlara iştirak
etmekteyiz. Ancak, tazminat davasıyla ilgili yargılama sonucunun adil
olmadığına yönelik başvuru bakımından farklı görüşümüz nedeniyle karşı oy yazmaktayız.
Anayasanın 148/4. maddesi uyarınca, bireysel
başvuruda kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bu
kural, bireysel başvurunun ikincilliği ilkesinin bir yansımasıdır. Nitekim bu
husus AİHM'e yapılan bireysel başvurular yönünden
anılan Mahkeme tarafından da kabul edilmektedir. AİHM çeşitli kararlarında,
kendisini 3. veya 4. derece temyiz merci gibi gören ve derece mahkemelerinin
kararlarının adil olmadığına, delil değerlendirmesinin yetersizliğine, hukuki
vasıfta hata olduğuna vb. yönelik iddiaların incelenemeyeceğine karar
vermektedir (örn.; Garcia Ruiz v. İspanya, prg. 28; Perlala v. Yunanistan, prg. 25; Kemmache v. Fransa, no 3, prg. 44). Temyiz denetimi boyutunda inceleme yapma
yasağının istisnası ise, açık ve bariz takdir hatasının veya keyfiliğin
bulunmasıdır. Fakat, Sözleşmenin 6. maddesinde öngörülen adil yargılamaya
ilişkin usuli güvencelerin başvuruda ileri sürülmesi
halinde, bu yöndeki itirazlar temyiz denetimi yasağı içerisinde
görülmemektedir. Bu anlamda örneğin, gerekçeli karar hakkı, silahların eşitliği
ve çelişmeli yargılama hakkı, mahkemeye erişim hakkı, aleni yargılanma hakkı,
masum sayılma hakkı, ceza davasına etkili bir biçimde katılma hakkı, bizzat
savunma hakkı, tanığı sorgulama hakkı, tercüman hakkı, hakkaniyetli yargılanma
hakkı, sayılabilir. AİHM'nin bu tür haklarla ilgili kararlarında tespit
edileceği üzere, bu haklara yönelik başvurularda konu kanun yolu denetimi
yasağı alanında görülmemiş ve başvurular, söz konusu hakların ihlal edildiği
tespitiyle sonuçlandırılmıştır.
Başvurucu dilekçesinde, tazminat davası
bakımından adil yargılanma hakkına ve bu hakkın alt ilke ve haklarından olan
'hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine dayanmıştır. Bu hakka
yönelik başvuru, kanun yolu başvurusu olarak değerlendirilemez. Yukarıda
açıklandığı üzere, 'hakkaniyete uygun yargılanma hakkı', sonucun adilliğiyle
ilgili olmayıp, usuli yargılama güvencesi
niteliğindedir. Bu güvence içerisinde, aleni duruşma hakkı, meramını anlatma
hakkı, silahların eşitliği hakkı ve gerekçeli karar hakkı gibi diğer usuli güvenceler de girmektedir. Bu nedenle, tazminat
davasına ilişkin gerekçeli karar denetimi yapılmalıdır. Tarafımızca konu
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ve bu kapsamda gerekçeli karar hakkı
çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu nedenle, idarenin sorumluluğuna ilişkin temel
ilkelerden hareketle gerekçeli karar hakkı değerlendirilecektir. Esasında
gerekçeli karar hakkı, adil yargılanma hakkına yönelik başvurularda açıkça
dayanaktan yoksunluk kriterinin değerlendirilmesi bakımından da gözönünde tutulması gereken bir hak mahiyetindedir.
Bilindiği üzere haksız bir fiil ile başkasına
zarar veren kimse, bu fiillerinin neden olduğu maddi ve manevi zararlardan
sorumludur. Ancak kimi durumda zarara, birden fazla kişinin fiili de neden
olabilir. Bu durumda zarara neden olan failler müteselsilen
sorumludurlar.
Başvuru konusu olayda başkasının kimlik
bilgilerini kullanan failin suç teşkil eden eylemi ile, Devletin suç faillerini
tespit edip yargılama konusunda yetkili olan adli kolluk ve yargı mercilerinin
failin gerçek kimliğini tespit konusundaki özen yükümlülüğüne aykırı davranışı
birleşmiştir. Nitekim başvurucunun idare mahkemesindeki davadaki iddiası da, idarenin hizmet kusurunun bulunduğu yolundadır. Bu
iddiaya karşı idare mahkemesi ve Danıştay, bir yandan idarenin hizmet kusurunun
bulunmadığını, diğer taraftan ise fiil ile zarar arasındaki illiyet bağının,
suç faili kişinin eylemi nedeniyle koptuğunu ileri sürerek davayı
reddetmişlerdir.
İdarenin sorumluluğunun kabul edilebilmesi
için; idareye izafe edilebilir bir fiilin bulunması, idarenin fiilinde kusurlu
olması, bu kusurlu fiil neticesinde bir kişinin zarara uğraması ve zarar ile
idari fiil arasında illiyet bağının tespit edilebilmesi zorunludur.
İncelenen olayda, başkasının kimlik
bilgilerini kullanan suç failinin bu eylemine, idarenin suç faillerini
araştırıp gerçeği tespit etmekle ilgili görevine ilişkin özensiz davranışı
eklenmektedir. Başvuranın iddiası açısından, kasıtlı ve taksirli eylemleriyle
zarara nedene olan yan yana iki haksız fiil faili söz konusudur. İki haksız
fiil sorumlusunun bulunduğu durumda zarar görenin bu iki kişinin her ikisi veya
yalnızca birinden talepte bulunması olanaklıdır. Nitekim başvurucu idareden
tazminat istemiştir. Bu noktada incelenecek husus, idarenin kusurunun bulunup
bulunmadığı ve bu kusuru ortadan kaldırır nitelikte illiyet bağını kesen bir
nedenin olup olmadığı hususlarıdır.
Hukuki açıdan kusur, hukuk düzeni tarafından
onaylanmayan ve zararın nedeni olarak kabul edilen davranış olarak kabul
edilmektedir. Kusur sübjektif yönüyle de kast ve taksir biçiminde tasnif
edilir. İdare hukuku alanında kusur, 'hizmet kusuru' olarak adlandırılmaktadır.
Hizmet kusuru, bir kamu hizmetinin örgütlenmesinde, düzenlenmesinde veya
işleyiş biçimindeki bozukluk veya aksaklık olarak ifade edilebilir. Diğer bir
ifadeyle, hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi veya gereği gibi işlememesi
(aksak/kötü işlemesi) halinde hizmet kusurunun bulunduğu düşünülür. Hizmet
kusuru kimi zaman belirli bir veya birden fazla kamu görevlisinin tespit
edilebilen kusurlu davranışlarından kaynaklanır. Ancak kiminde ise, belirli bir
veya daha fazla kamu görevlisinin davranışında somutlaşmayan, fakat hizmetin
kuruluş ve yürütülüşündeki çeşitli aksaklıklardan veya çok sayıdaki görevlinin
birleşen kusurlarından, farklı bir deyişle 'anonim
kusur' biçiminde ortaya çıkabilir.
Kusur açısından idarenin davranışı
incelendiğinde, Devletin suç faillerini takip ve yargılamayla ilgili
fonksiyonunu yerine getirmeye yönelik kamu hizmetinin gerektiği gibi işlemiş
olup olmadığı değerlendirilmelidir. Görülüyor ki, ortada başkasının kimlik
bilgilerini kullanma suçları işlenmiştir. Bu suçlar bir fail tarafından, aynı
mağdura yönelik olarak 12 kez işlenmiştir. Bir suçun işlendiği bilgisini alan
adli merci veya kolluğun temel görevi, suçun gerçek failini bulmaktır. Ortada,
kimlik bilgilerine ilişkin beyana dayalı bir sahtecilik bulunmaktadır. Sahteciliğin
bulunduğu durumda, fiilin aldatma kabiliyetini haiz olup olmadığı incelenir.
Kimi zaman belgeye dayalı sahtecilikler o kadar ustaca icra edilmektedir ki,
görevlinin bu sahteciliği tespit etmesi mümkün olamamaktadır. Bu takdirde
sahteciliğin tespit edilememesi nedeniyle görevliye ve dolayısıyla idareye bir
kusur izafe edilemeyebilir. Bu olayda ise gerçek failin beyanına dayalı bir
sahtecilik söz konusudur. Bu sahteciliğin ustaca olduğu da düşünülebilir.
Fakat, bir kez veya üç kez değil, 12 kez işleyen bir sahtecilik varsa, ortada
yürütülen hizmetin kusurunun bulunmadığını düşünmek hayatın olağan akışına ve
temel mantık bilimine uygun düşmez. Bir suç nedeniyle soruşturmaya
başlatıldığında failin gerçek kimliğinin tespit edilmesi en temel görev
niteliğindedir. Başvuru dilekçesinde birkaç kez vurgulandığı üzere görevliler
suç failinin beyanıyla yetinmişler ve gerçek kimliğin belirlenmesiyle ilgili
bir çaba içerisine girmemişlerdir. Tek dosyada böyle bir yanılgı makul
görülebilir ise de, 12 dosya için bu hatanın
tekrarlanması, hizmetin kötü yürütüldüğünü ve bir hizmet kusurunun varlığını
göstermektedir. Buna karşın temyiz mahkemesince de onaylanan ilk derece
mahkemesinin gerekçesinde, başvurucunun maruz kaldığı isnatlar dolayısıyla
yürütülen işlemler nedeniyle kamu hizmetinde bir aksama olup olmadığı, her bir
işlem bazında değerlendirilmeksizin, soyut bir biçimde kusur olmadığı
belirtilmiştir. Bu durum bir gerekçede bulunması gereken zorunlu unsurların
yokluğunu göstermektedir.
Bilindiği üzere gerekçeli karar hakkı
bakımından bir gerekçenin; 1- tarafın ileri sürdüğü önemli bir iddiaya cevap
verilmesi, 2- gerekçenin maddi vakıa ve hukuki sorun yönünden tatmin edici,
mantıksal bütünlüğe sahip olması, yönlerinden denetlenmesi gerekir. İlk olarak,
başvurucu, görevlilerin suç failinin beyanını kabulle yetindiklerini, gerçek
kimliği araştırmadıklarını ileri sürmesine karşın, gerekçede bu iddialar
cevaplandırılmamıştır. İkinci olarak, gerekçe bir iddiayı yeterli bir dayanak
göstermeden, soyut ifadelerle karşılamaktaysa, gerekçenin yetersiz olduğundan
söz edilir ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği kabul edilir (örn.; AİHM Georgiadis v.
Yunanistan; H. v. Belçika, pr. 53).
Diğer taraftan gerekçede yer alan diğer bir
yanlışlık da, suç failinin eylemiyle illiyet bağının
kesildiği görüşüdür. Yukarıda açıklandığı üzere başvurucu yalnızca suç failinin
isnadından değil, bu isnadı araştırıp gerçek failin kimliğini tespit etmekle
görevli kamu ajanlarının özensiz davranışlarından dolayı zarara uğradığını
ileri sürmüştür. Bilindiği üzere kimi zaman üçüncü kişi ile idare aynı zararın birlikte faili olabilmektedir (Bkz.; Atay,
E.Ethem/Odabaşı, Hasan,
İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, 2.B. Ankara 2010, s. 213).
Dolayısıyla gerçeğe aykırı isnat üzerine, özen yükümlülüğüne aykırı biçimde
başvurucunun kimliği üzerinden işlem yapma biçimindeki idarenin eylemi de
zarara yol açan nedenlerden biridir. İdari davaya konu idarenin müstakil bir
eylemi bulunduğuna göre, bu eylemin kusurlu olup olmadığı incelenmelidir. Bunun
için, ilgili soruşturma işlemlerinin ayrıca değerlendirilip kusur incelemesi
yapılması gerekir. Hizmetin yürütülüşünde kusurun bulunmadığı ise ancak,
gereken özen gösterilseydi dahi gerçek failin kimliğinin tespitinin mümkün
olmayacağının açıklığa kavuşturulması halinde söylenebilir. Hizmetin
yürütülüşünde bir kusur bulunamazsa, zaten illiyet bağı araştırması
gerekmeyecektir. Buna karşılık, özenli davranıldığında başvurucunun bu
isnatlara maruz kalmayabileceği sonucuna ulaşılıyorsa, hizmetin kötü yürüdüğü
ve hizmet kusurunun bulunduğu anlaşılacaktır. Bu tespitin yapılması durumunda
ise, suç failinin eyleminin illiyet bağını kestiği gibi bir sonuca ulaşılamaz.
Böyle bir kabul, kanunun uygulanmasında açık bir takdir hatasına işaret edeceği
gibi, gerekçeli karar hakkı bakımından mantık çelişkisi içermesi nedeniyle
yetersiz gerekçeyle (veya diğer bir anlatımla, gerekçedeki temel çelişki
gerekçeyi ortadan kaldırdığından gerekçesiz bir biçimde) karar oluşturulduğu
anlamına gelecektir. Her iki durumda da başvurucunun gerekçeli karar hakkı ve
dolayısıyla hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği
anlaşılmaktadır.
Açıkladığım hukuki nedenlerle, başvurucunun
hakkaniyetli yargılanma hakkının ihlal edildiği kanaatinde olduğumdan karşı oy
kullanmış bulunmaktayım.