TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ASİYE ÖZBUDAK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8715)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Recep BENLİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Asiye ÖZBUDAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Ayet METEHANOĞLU METE
|
|
|
2. Ebru ÖZBUDAK
|
|
|
3. Hakan ÖZBUDAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, Silivri L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda
hükümlü olarak bulunan yakınlarının psikolojik bunalım neticesinde intihar
ederek hayatını kaybettiğini, olayda yakınlarının tedavisini yürüten
doktorların ve cezaevi görevlilerinin ihmali olduğunu, devletin gözetimi ve denetimi altında bulunan yakınlarının gereği gibi
korunamadığını belirterek yaşam hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuruculardan Ebru Özbudak ve
Hakan Özbudak’ın başvurusu, 2/12/2013 tarihinde
Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. 2013/8715 sayılı bu
başvuruya ilişkin dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 25/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü
28/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüşü, başvuruculara 16/5/2014
tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamışlardır.
7. Başvuruculardan Asiye Özbudak’ın
başvurusu 2/12/2013 tarihinde Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. 2013/8716 sayılı bu başvuruya ilişkin dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
8. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
9. Bölüm Başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
10. Başvuru konusu olay ve olgular 10/4/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 20/5/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
11. Adalet Bakanlığının görüşü, başvurucuya 6/6/2014
tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
12. Bölüm tarafından 19/12/2014 tarihinde yapılan toplantıda,
2013/8716 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat
nedeniyle 2013/8715 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine,
2013/8716 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin
2013/8715 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
13. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
14. Başvuruculardan Asiye Özbudak,
29/12/2012 tarihinde vefat eden Volkan Özbudak’ın
annesi, Hakan ve Ebru Özbudak ise kardeşleridir.
15. Başvurucuların beyanına göre Volkan Özbudak,
çocukluğundan beri psikolojik rahatsızlıkları olan birisidir. Volkan Özbudak 2005 ile 2009 yılları arasında Ukrayna ülkesinde
yaşamış, beyanına göre Ukrayna’da haksız yere gözaltına alınarak işkence
görmüştür. Volkan Özbudak, Türkiye’ye döndükten sonra
kendisine yapılan muameleleri kamuoyuna duyurabilmek için 9/3/2010 tarihinde
Ukrayna Başkonsolosluğuna girmek istemiş, bunun üzerine elindeki çantası
görevli polis memurunca aranmış ve çantada bomba süsü verilmiş düzeneğin
görülmesi üzerine çıkan silahlı çatışmada yaralanarak etkisiz hale
getirilmiştir. Bu olay sebebiyle Volkan Özbudak,
11/3/2010 ile 11/6/2010 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır.
16. Yapılan soruşturma sonucunda Bakırköy 4. Asliye Ceza
Mahkemesine açılan kamu davasının yargılaması sırasında Volkan Özbudak psikolojik sorunlarının olduğunu belirtince, cezai
ehliyetinin bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumundan rapor
talep edilmiştir. Adli Tıp 4. İhtisas Kurulunca hazırlanan 28/6/2010 tarihli
raporda, “…sanığın cezai sorumluluğuna etkili
olacak ve onun şuur ve hareket serbestliğini ortadan kaldıracak veya azaltacak
mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı veya zeka geriliği
saptanmadığı, sanığın suçu işlediği sırada üzerine atılı eylemlerin hukuki
anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiil ile ilgili olarak davranışlarını
yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak boyutta akli arızanın içinde olduğuna
delalet edecek herhangi bir tıbbi bulgu ve belgeye rastlanmadığı, Volkan Özbudak’ın suça karşı cezai sorumluluğunun tam olduğu”
mütalaa edilmiştir.
17. Yargılama sonunda Volkan Özbudak’ın,
Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 1/4/2011 tarih ve E.2010/162, K.2011/265
sayılı kararıyla, mala zarar verme suçundan 2 yıl hapis cezası, kişileri
hürriyetinden tehditle yoksun kılma suçundan 4 yıl 6 ay hapis cezası ve görevli
polis memuruna direnme suçundan 3 yıl hapis cezası olmak üzere toplam 9 yıl 6
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Karar temyiz edilmeden
8/4/2011 tarihinde kesinleşmiştir.
18. Volkan Özbudak kesinleşen
cezasının infazı kapsamında 20/4/2011 tarihinde Metris 1 No’lu
T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Silivri Ceza İnfaz Kurumuna sevk
edilmiştir.
19. Volkan Özbudak, 26/4/2011 tarih
ve R110001322 sayılı sağlık kurulu raporuyla “psikotik bozukluk” tanısıyla, Bakırköy Prof. Dr.
Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk
edilmiştir. 4/5/2011 tarihinde şahsın hastaneye yatışı yapılarak tedavisine
başlanmıştır. Tedavi sonunda atipik psikoz tanısıyla
ilaç reçete edilerek, ayda bir kez en yakın devlet hastanesine psikiyatri
kontrolü tavsiyesiyle 25/5/2011 tarihinde taburcu edilmiştir. Hastane
baştabipliğince hazırlanan 25/5/2011 tarihli adli sağlık kurulu raporunda; “ … adı geçende saptanmış olunan “Atipik
Psikoz” denilen psikiyatrik bozukluğun halen kısmi remisyon
(düzelme) halinde olduğu, bu durumuyla hastaneden çıkarılabileceği, ancak adı
geçende saptanan hastalığın psikiyatrik tedavi ve tıbbi kontrol takibi
gerektirdiğinden 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’un 18. maddesinin uygulanmasının, bu kanun uyarınca açılan R Tipi Ceza
İnfaz Kurumunda tutulmasının ve bir aylık aralıklarla bulunduğu kuruma en yakın
psikiyatri polikliniğinde ayaktan kontrollerinin yapılmasının uygun olduğu…” belirtilmiştir.
20. Hükümlü Volkan Özbudak’ın
31/5/2011 tarihinde tek kişilik koğuşa geçme talebinde bulunması üzerine uzman
psikolog ile yaptığı görüşme sonunda hükümlünün talebi, sağlık durumu ve daha
önce Metris T Tipi Ceza İnfaz Kurumunda tekli koğuşta barındırıldığı göz önünde
bulundurularak tek kişilik koğuşta barındırılmasının uygun olduğunun rapor
edildiği, bunun üzerine 1/6/2011 tarih ve 2011/1215 sayılı İdare ve Gözlem
Kurulu kararı ile F-11 koğuşundan alınarak tek kişilik F-3 üst odasına
yerleştirildiği görülmüştür.
21. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün
10/6/2011 tarih ve 74798 sayılı emri ile Volkan Özbudak
15/6/2011 tarihinde bulunduğu Silivri Ceza İnfaz Kurumundan Metris R Tipi
Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir.
22. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliğinin 6/7/2011 tarihli
raporunda “hükümlüde atipik
psikoz rahatsızlığının devam ettiği, düzenli ilaç kullanma ve psikiyatri kontrollerine
ihtiyaç duyulduğu, fakat hastalık remisyonda
olduğundan rehabilitasyon merkezinde ve R Tipi Ceza İnfaz Kurumlarında
kalmasını gerektirir bir durum olmadığı” belirtilmiştir. Bunun
üzerine hükümlü şahıs 3/8/2011 tarihinde Silivri Ceza İnfaz Kurumuna tekrar
gönderilmiştir.
23. Başvuruculara göre, Volkan Özbudak’ın
psikolojik rahatsızlığı cezaevi yetkililerince bilinmesine rağmen, cezaevindeki
eylemleri sebebiyle sürekli olarak tek kişilik hücreye koyma, hiçbir etkinliğe
katılmasına izin vermeme gibi disiplin cezaları ile cezalandırılması psikolojik
sorunlarının daha da artmasına sebep olmuştur.
24. Bakanlık görüşünde ise, hükümlünün çoğunlukla koğuş
ortamında barındırılmaya çalışıldığı, ancak hükümlünün koğuş ortamında
barınamadığı, kavga ettiği ve geçimsiz tavırlar sergilediği ve bu yüzden
disiplin cezası aldığı, 31/5/2011 tarihli psikolog görüşleri ve kendi talebi
doğrultusunda sağlık durumu da göz önüne alınarak tekli koğuşa
yerleştirilmesinin uygun olacağının değerlendirildiği, kurum gözlem ve idare
kurulu kararı ile en son tekli odaya verildiği, Silivri Ceza İnfaz Kurumunda
kaldığı süre içerisinde 26 kez oda ve koğuşunun değiştirildiği, kaldığı tekli
odaların kurumun yapısı gereği tek olarak müstakil tekli oda olmadığı, tek
bölümde ve koridorda üçlü ve dörtlü odalar bulunduğu, hükümlü ve tutukluların
oda kapılarının kapatılmadığı ve koğuş ortamındaki gibi barındırıldıkları,
birbirleriyle iletişimlerinin mümkün bulunduğu, hükümlünün de bu tür odalarda
barındırıldığı, ayrıca hükümlünün farklı tarihlerde açlık grevi yapmak, koğuş
demirbaşlarına zarar vermek, duvarlara terör örgütünü övücü mahiyette yazılar
yazmak, kurum görevlilerini tehdit etmek, bir hükümlüye saldırmak, bardak
kırarak elini kesmek gibi eylemlerden dolayı bazı etkinliklerden alıkoyma ve
hücreye koyma cezalarıyla cezalandırıldığı bildirilmiştir.
25. Silivri Ceza İnfaz Kurumu Psiko-Sosyal
Servisinin 24/5/2012 tarihli raporunda özetle, hükümlü Volkan Özbudak’ın 3/8/2011 tarihinden sonra kurum psikoloğu
tarafından düzenli olarak takip edildiği, psikiyatri sevklerinin yapıldığı,
Nisan ayına kadar düzenli ilaç kullanan hükümlünün Nisan ayında ilaç kullanmayı
bıraktığı, bu süreçte hükümlünün psikotik
belirtilerinde belirgin bir artış gözlendiğinden tekrar psikiyatriye sevk edildiği
fakat gitmeyi kabul etmediği, hükümlüde Nisan ayından sonra aşırı şüphecilik,
zarar görme korkusu, öfke gösterme eğiliminde artış, infaz koruma personeli
hakkında ve hükümlüler hakkında asılsız iddialarda bulunma gibi belirtiler
gözlemlendiği, 23-24/4/2012 tarihlerinde tek kişilik koğuşta barındırılmakta
iken koğuş demirbaşlarına zarar verdiği ve disiplin cezası aldığı, bu süre
zarfında ancak tekli koğuşta kapısı kapalı tutularak çevresine zarar vermesinin
engellendiği hususlarına değinilmiştir.
26. Psiko-Sosyal servisi raporu
doğrultusunda hükümlü 29/5/2012 tarihinde Silivri Devlet Hastanesi Psikiyatri
Polikliniğine sevk edilmiş, hastanenin 30/5/2012 tarihli sağlık kurulu
raporuyla Metris R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmek üzere Bakırköy
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiştir.
27. Hükümlü 4/11/2012 tarihinde kalmakta olduğu koğuşunda
bardak kırarak sol el baş parmağını kanatacak şekilde kesmiştir. Bu eyleminden
dolayı Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Disiplin Kurulu Başkanlığınca 9/11/2012 tarih ve 2012/790 karar sayısı ile “… kalkmamış disiplin cezaları nedeniyle iyi hallilik vasfını kaybetmesi sebebiyle 5275 sayılı Kanun’un
48. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir üst ceza uygulaması olan 1 ay süreyle
bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası ile cezalandırılmasına”
karar verilmiştir.
28. Bu olay sonrasında hükümlü Volkan Özbudak
6/11/2012 tarihinde Silivri Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk
edilmiştir. Hastanenin 7/11/2012 tarihli sağlık kurulu raporuyla Bakırköy Ruh
Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiş ve 9/11/2012 tarihinde
bu hastaneye yatışı yapılmıştır.
29. Hükümlü, 49
gün anılan hastanede yatılı olarak tedavi görmüştür. Hastanede kaldığı süre boyunca
annesiyle ve kardeşleriyle görüşmeler yapmıştır. Başvurucuların iddiasına göre
hükümlü hastaneden taburcu edilmeden bir gün önce (27/12/2012 tarihinde)
annesine intihar edeceğinden bahsetmiş ve kendisinden sağlam bir eşofman altı
istemiştir. Bunun üzerine anne Asiye Özbudak, oğlunun
sarf ettiği sözleri oğlunun takibini yapan Asistan Dr. S.G.E.’ye
anlatmış ve oğlunun ceza infaz kurumuna gönderilmesi halinde intihar
edeceğinden söz etmiştir.
30. Asistan Dr. S.G.E., Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına
sunduğu yazılı savunmasında, hükümlünün annesinin oğlunun intihar edeceğine
dair konuşmalar yaptığını kendisine anlattığını, bu beyanları resmi evraka
kaydettiğini, durumu Uzman Doktor A.C.’ye
bildirdiğini, bunun üzerine uzman doktor kararı ile hükümlünün 8 gün daha
hastanede yatılı tedavi gördüğünü, bu 8 günlük süreçte ve daha önceki dönemde
hükümlü ile yapılan görüşmelerde intihar fikri tespit edilmediğini beyan
etmiştir.
31. Hükümlü, tedavisi yapıldıktan sonra “paranoid şizofreni”
tanısıyla 28/12/2012 tarihinde ilaç reçete edilerek ve 15 gün sonra bulunduğu
ceza infaz kurumuna en yakın devlet hastanesinin psikiyatri polikliniğinde
muayene yapılmak üzere Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden
taburcu edilip Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumuna gönderilmiştir.
32. Hükümlünün, Silivri L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna
28/12/2012 tarihinde saat 17.00 civarında getirildiği, ceza infaz kurumu
personeli tarafından teslim alındığı, teslim alan görevlilerce durumunda
herhangi bir olumsuzluk görülmediği, sakin olduğu, Bakanlık görüşüne göre
eşyalarının bulunduğu F Blok F-6 üst kısmında kalmak istediğini belirttiği,
bunun üzerine içerisinde 4 adet oda bulunan F-6 üst kısımdaki 4 nolu odaya alındığı, F-6 üst kısımda kalan hükümlü ve
tutukluların birbirleriyle temas kurabildikleri ve havalandırma kısmını ortak
olarak kullanabildikleri, olay gecesi Volkan Özbudak
haricinde bitişik odalarda başka hükümlü ve tutukluların da bulunduğu
anlaşılmıştır.
33. Hükümlü Volkan Özbudak’a
bitişik odada kalmakta olan hükümlü R.B. 29/12/2012 tarihinde alınan ifadesinde
özetle, 28/12/2012 tarihinde hastaneden döndükten sonra Volkan Özbudak ile saat 18.00 sıralarında sohbet ettiğini, sigara
ve çakmak verdiğini, kendisini biraz bitkin gördüğünü, daha sonra kendi odasına
geçtiğini, saat 19.00’da yapılan akşam sayımından sonra Volkan’ın kapısının
kapatıldığını, saat 20.00 sıralarında Volkan’ın kapısına vurarak seslendiğini,
cevap gelmeyince mazgaldan baktığını, ancak tuvalet kapısı açık olduğu için
içeriyi göremediğini, uyumuş olduğunu düşünerek bir daha seslenmediğini beyan
etmiştir. Hükümlü R.B., 28/10/2014 tarihinde mahkemede tanık sıfatıyla verdiği
ifadesinde özetle, Volkan Özbudak’ı odasına
bıraktıklarında Volkan’ın kapının açık bırakılmasını istediğini, ancak görevli
memurun kapıyı kapatmam lazım diyerek kapıyı kapattığını, görevliler gittikten
sonra mazgaldan Volkan’ın kendisinden kapıyı açtırmasını istediğini, kendisinin
yarın gündüz müdür beye söyleyip açtırırız dediğini söylemiştir. Konuyla ilgili
olarak Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına şüpheli olarak ifade veren infaz
koruma memuru K.H. 6/3/2014 tarihli ifadesinde özetle, Volkan Özbudak’ın diğer mahkûmlarla sorun yaşaması nedeniyle tek
kişilik odada kaldığını, hastaneden döndüğü gün de Volkan’ın kapıyı
kilitlemesini istediğini, diğer mahkûmlarla sorun yaşamaması için kapıyı
kilitlediğini beyan etmiştir. İnfaz koruma memuru K.H. 28/10/2014 tarihinde
mahkemede sanık sıfatıyla verdiği ifadede özetle, Volkan’ın hastaneye gitmeden
önce yan odada kalmakta olan hükümlü M.K. ile kavga ettiğini, kendi isteği ve
cezaevi idaresinin kararıyla tek kişilik odada kalmakta olduğunu, hastane
dönüşü de tekrar sorun yaşamasın diye kendi talebi de olunca kapıyı
kilitlediğini söylemiştir. UYAP sisteminden ulaşılan Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin
Kurulu Başkanlığının 5/10/2012 tarih ve 2012/728 sayılı kararına göre Volkan Özbudak’ın 28/9/2012 tarihinde revirden getirilirken
hükümlü M.K’ya tekme atması
nedeniyle 3 gün hücreye koyma cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmıştır.
34. 29/12/2012 tarihinde sabah saat 08.10 sıralarında sabah
sayımı yapmak üzere hükümlü Volkan Özbudak’ın
kalmakta olduğu tek kişilik odaya gelen infaz koruma memuru M.A. kapıyı açınca
hükümlünün kendini asmak suretiyle intihar ettiğini görmüş ve durumu amirlerine
bildirmiştir.
35. Olayın Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi
üzerine, nöbetçi cumhuriyet savcısı aynı gün soruşturma başlatmıştır.
2012/10029 sayılı soruşturma kapsamında olay yeri inceleme uzmanı, doktor,
otopsi yardımcısı ve fotoğraf bilirkişisi eşliğinde olay yerine intikal eden
cumhuriyet savcısı yan odada kalmakta olan R.B. adlı mahkûmun ve olay yerine
ilk giren infaz koruma memuru M.A.’nın ifadelerini
almış, olay yeri inceleme uzmanı vasıtasıyla olay yerinde gerekli incelemeleri
yaptırmış, olay yerinin ve cesedin fotoğraflarını çektirmiştir. Yapılan
incelemede hükümlünün uzun kollu bir tişörtü pencere demirinin arka tarafından
geçirdikten sonra tişörtün kol bölümlerine düğüm atıp boyun kısmından geçirmek
suretiyle intihar ettiği anlaşılmıştır. Ölü muayene işlemi sonucunda saat 11.00
itibariyle ölü katılığı ve ölü morlukları dikkate alındığında ölümün 12-15 saat
önce gerçekleştiği düşünülmüş ve kesin ölüm sebebinin tespit edilmesi amacıyla
klasik otopsi işlemi için cesedin Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesine
karar verilmiştir.
36. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince 30/12/2012
tarihinde yapılan otopsiden ve tetkiklerden elde edilen bilgi ve bulgular
dikkate alınarak hazırlanan 18/3/2013 tarih ve 114398/4393 sayılı otopsi
raporunda, kişinin ölümünün ası sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatinin
bildirildiği anlaşılmıştır.
37. UYAP kayıtlarına göre, Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen 2012/10029 sayılı soruşturma kapsamında başvuruculardan Hakan Özbudak’ın şikayeti doğrultusunda hükümlünün ası sonucu
ölümü olayında ihmali bulunduğu düşünülen ceza infaz kurumu personelinin
şüpheli olarak ifadeleri alınıp, 3 personel hakkında 10/3/2014 tarih ve
E.2014/564 sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, ceza infaz
kurumu 2. müdürü ve iki ceza infaz memuru hakkında ise “Görevi Kötüye Kullanma” suçundan
cezalandırılmaları istemiyle 10/3/2014 tarih ve 2014/331 sayılı iddianame ile
kamu davası açılmıştır.
38. Silivri 2. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2014/253 sayılı
dosyası kapsamında yapılan yargılamada 28/10/2014 tarihinde yapılan ilk
duruşmada sanıkların ve başvurucu Hakan Özbudak’ın
ifadesi alınmış, olay günü hükümlü Volkan Özbudak’ı
odasına yerleştiren diğer iki ceza infaz personeli hakkında suç duyurusunda
bulunulmasına ve duruşmanın 22/1/2015 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir.
39. Başvurucular Ebru ve Hakan Özbudak,
ölüm olayında ihmalleri bulunduğu gerekçesiyle Bakırköy Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Hastanesi ve burada çalışan Asistan Dr. S.G.E. ,
Silivri Ceza İnfaz Kurumu Cezaevi Müdürü Ö.A., Silivri Ceza İnfaz Kurumu ile
sağlık ünitesi görevlileri hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunmuşlardır.
40. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/31272 soruşturma
sayılı dosyası üzerinden başlatılan soruşturma kapsamında, Silivri Ceza İnfaz
Kurumu ile bağlantılı olan kişiler yönünden dosya tefrik edilerek Silivri
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
41. Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı, 11/6/2013 tarih ve
Soruşturma No.2013/3268, K.2013/1602 sayılı kararıyla, “… şikayetin asıl mevzunun Adli Tıp Kurumu Dördüncü
İhtisas Kurulu ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin verilen akıl
sağlığına ilişkin raporlara yönelik olduğu, bu iddia yönünden soruşturmanın
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütüldüğü, Silivri Ceza İnfaz Kurumu
Müdür ile Sağlık ünitesi görevlilerinin açıklanan hususlar doğrultusunda görev gereklerine
aykırı davrandıklarını ve böylelikle Volkan Özbudak’ın
ölümüne sebep olduklarına dair somut delil bulunmadığı …” gerekçesiyle
kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
42. Başvurucular Ebru ve Hakan Özbudak’ın
anılan karara yaptığı itiraz, Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/9/2013 tarih
ve 2013/924 Değişik İş No’lu kararıyla
reddedilmiştir.
43. Bu karar, 2/11/2013 tarihinde başvurucular Ebru ve Hakan Özbudak’a tebliğ edilmiş ve süresi içinde 2/12/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine 2013/8715 sayılı bireysel başvuru yapılmıştır.
44. Başvurucuların şikayeti üzerine başlatılan diğer bir
soruşturmada Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca 2012/113822 sayılı evrak
kapsamında, Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde görevli
doktorlar S.G.E. ve A.C. hakkında hükümlü Volkan Özbudak’ın
intihar eğilimi olduğu kendilerine söylendiği halde bu durumu ceza infaz
kurumuna bildirmedikleri ve gerekli önlemleri almadıkları, bu suretle
görevlerini ihmal ettikleri gerekçesiyle 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı
Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında
soruşturma izni talep edilmesi üzerine, İstanbul Valiliği, ilgili doktorlar
hakkında yapılan ön inceleme sonucunda 1/3/2013 tarih ve K.2013/59 sayılı yazı
ile soruşturma izni verilmesine karar vermiştir.
45. Karara şüpheli konumundaki doktorların itirazı üzerine,
İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 12/6/2013 tarih ve E.2013/256, K.2013/326 sayılı
kararında "...yapılan ön inceleme
sonucunda hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi belgenin dosya
muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından itirazın kabulüne,
soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın yöntem ve yasaya uygun bulunmaması
nedeniyle” gerekçesine dayanarak oy çokluğuyla kararın bozulmasına,
soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.
46. İstanbul Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün 9/7/2013 tarihli
yazısı ile Mahkemenin kararı başvurucu Asiye Özbudak’a
gönderilmiştir.
47. Yazının kendisine 9/11/2013 tarihinde tebliğ edildiğini
belirten başvurucu Asiye Özbudak 2/12/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine 2013/8716 sayılı bireysel başvuruda bulunmuştur.
48. UYAP kayıtlarında yapılan incelemede, başvurucuların
ayrıca ceza infaz kurumu personelinin dikkatsiz ve tedbirsiz davranarak ölüme
sebebiyet verdikleri gerekçesiyle Adalet Bakanlığı aleyhine İstanbul 3. İdare
Mahkemesinde 300.000 TL’lik manevi tazminat istemli bir dava açtıkları,
E.2013/2148 sayılı dosya kapsamında yargılamanın devam ettiği, Mahkemenin
14/7/2014 tarihli ara kararıyla başvuruculardan Sağlık Bakanlığı aleyhine dava
açıp açmadıklarının sorulduğu, başvurucular vekilinin 8/9/2014 havale tarihli
beyan dilekçesinde, Sağlık Bakanlığına tazminat talepli dilekçe gönderdikleri,
Sağlık Bakanlığı tarafından uzlaşma istediklerine dair yazının kendilerine
gönderildiği, ancak henüz uzlaşma hususunun tamamlanmadığının bildirildiği
görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
49. 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kapalı
ceza infaz kurumları” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri
bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle
donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği
hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın
olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün
gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme
yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir.”
50. 5275 sayılı Kanun’un “Akıl
hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı olan hükümlülerin cezalarının infazı”
kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:
“ (1) Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan
akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir
hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına
geri gönderilenlerin cezaları, belirlenen infaz kurumlarının mahsus
bölümlerinde infaz edilir.
(2) Birinci fıkrada
belirtilenlerin cezalarının infazı için belirlenen infaz kurumlarının ihtiyaç
duyduğu uzman ve diğer tıp görevlileri, Sağlık Bakanlığınca karşılanır.”
51. 5275 sayılı Kanun’un “Kapıların
açılmaması ve temasın önlenmesi” kenar başlıklı 34. maddesi
şöyledir:
“(1) Kapalı
ceza infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar
aşağıdaki hâllerde açılır:
a) Kurum hekimine,
revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil.
b) Hastane ve
duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil.
c) Tahliye, ziyaret,
arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları,
kurumda çalıştırma.
d) Kurullara
çağrılma.
e) Ölüm, deprem veya
yangın gibi olağanüstü hâller.
f) Cezaevi idaresince
gerekli görülen hâller.
(2) Hükümlüler,
yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum
görevlileri ile temasta bulunamazlar.”
52. Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı
Ceza İnfaz Kurumu İç Yönetmeliğinin (Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 27/2/2012 tarih ve
2693/27355 sayılı yazısı ile onanan) “Kurumun
İç Güvenliği” kenar başlıklı 11. maddesinin 5. fıkrası şöyledir:
“Oda ve koridor kapıları mevzuatta belirtilen haller dışında
sürekli kilitli tutulur”
53. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
“Otopsi” kenar başlıklı 87.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Otopsi,
Cumhuriyet savcısının huzurunda biri adlî tıp, diğeri patoloji uzmanı veya
diğer dallardan birisinin mensubu veya biri pratisyen iki hekim tarafından
yapılır. Müdafi veya vekil tarafından getirilen hekim de otopside hazır
bulunabilir. Zorunluluk bulunduğunda otopsi işlemi bir hekim tarafından da
yapılabilir; bu durum otopsi raporunda açıkça belirtilir.
(2) Otopsi, cesedin durumu olanak verdiği takdirde, mutlaka
baş, göğüs ve karnın açılmasını gerektirir.”
54. 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un “İzin
vermeye yetkili merciler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının
(b) bendi şöyledir:
“Soruşturma izni yetkisi;
…
b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve
diğer kamu görevlileri hakkında vali,
…tarafından bizzat kullanılır.”
55. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Görevi Kötüye
Kullanma” kenar başlıklı 257. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında,
görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine
veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan
kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca
suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya
gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya
da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.”
56. 6/1/1982 tarih ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan
doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
57. 6098 sayılı Kanun’un haksız
fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74.
maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun
değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da,
hukuk hâkimini bağlamaz.”
58. Yargıtayın konu ile ilgili bazı
içtihatları şöyledir:
“…Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen
bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını
ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik
sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (
BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun
elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği
çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından
doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin
sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda
olup, en hafif kusurundan bile sorumludur ( BK.321/1.md.
) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa,
sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar
görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi
açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği
önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip
uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda,
bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi
yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri
göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan
kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden,
tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek
hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun
394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise
doktor sorumlu tutulmamalıdır…(Hukuk Genel Kurulunun
13/4/2011 tarih ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı).”
“Dava,
desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü iddiasına dayalı tazminat istemine
ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki
tazminat davasında husumetin adı geçen doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği
noktasında toplanmaktadır.
Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında
kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede
bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece,
dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu
iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmıştır.
Davalının görevi dışında kalan kişisel
kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin
görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde
bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye
düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye
yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan
davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur…(Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarih ve E. 2011/4-592,
K.2012/25 sayılı kararı).”
“…Davadaki
ileri sürülüşe ve kabule göre dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta
olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır ( BK.
386-390). Vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde
edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak
için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli
olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak
işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK.
290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda
olup, hafif kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı
içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul
edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları
yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin
saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun
tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde
dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak
araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür.
Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve
hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta,
tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında
mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh
sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek
hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun
394/1. maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise
doktor sorumlu tutulmamalıdır…(13. Hukuk Dairesinin
16/2/2012 tarih ve E.2011/19947, K.2012/3097 sayılı kararı).”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
59. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucuların 2/12/2013 tarih ve 2013/8715 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
60. Başvurucular, yakınlarının şizofren hastası olmasına ve
bu durumun cezaevi yetkililerince bilinmesine rağmen durumunun dikkate
alınmadığını ve cezaevinde yaptığı eylemler sebebiyle verilen disiplin
cezalarının psikolojik sorunlarını daha da artırdığını, psikolojik rahatsızlığı
bulunan yakınlarının hastanedeki tedavisi sırasında kendilerine intihar
edeceğini söylediğinin doktorlara bildirilmesine rağmen gerekli önlemlerin
alınmadığını, bu durumunun cezaevi idaresine bildirilmediğini, doktorlar
hakkında suç duyurusunda bulunmalarına rağmen soruşturma izni verilmemesi
nedeniyle bir sonuç alınamadığını, yakınlarının hastaneden taburcu edildiği gün
tek kişilik hücreye konulması sebebiyle adeta intihara sürüklendiğini, ihmali
bulunan cezaevi yetkilileri hakkında yürütülen soruşturma sonucunda
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek Anayasa’nın 17. ve 19.
maddelerinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve ihmali bulunan cezaevi yetkilileri
hakkında kamu davası açılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
61. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin annesi ve
kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır. (B.No:
2013/841, 23/1/2014, § 65).
62. Adalet Bakanlığı görüşünde şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından yaşam hakkının ihlali iddiasına ilişkin değerlendirme
yapılırken, bireysel başvuru yapılmadan önce kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olmasının zorunlu olduğu, olayda
ihmali olduğu düşünülen ceza infaz kurumu personeli hakkında açılan kamu
davasının devam ettiği, ölüm olayının kasten meydana gelmemesi durumunda,
hukuki veya idari prosedür aracılığıyla sorumluların belirlenmesi ve tazminat
ödenmesinin yeterli olabileceği hususlarının değerlendirilmesi konusunda
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir. Başvurucular Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
63. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Bu nedenle her ne kadar başvurucular kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüşlerse de,
başvurucuların iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi ile ilişkili görülerek, sadece
yaşam hakkı kapsamda değerlendirilmiştir.
64. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
65. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
66. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi
ve bir çözüme kavuşturulması esastır (B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
67. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia
edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde
başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke
uyarınca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle
ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi,
bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve
aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
68. Başvurucular, psikolojik rahatsızlığı bulunan
yakınlarının hastanedeki tedavisi sırasında kendilerine intihar edeceğini
söylediğini, bu durumun doktorlara bildirilmesine rağmen tedavi gördüğü ruh
sağlığı ve sinir hastalıkları hastanesinden taburcu edilerek cezaevine geri
gönderildiğini, cezaevi idaresine herhangi bir uyarı yapılmadığını, doktorlar
hakkında suç duyurusunda bulunmalarına rağmen soruşturma izni verilmemesi
nedeniyle bir sonuç alınamadığını ileri sürmüşlerdir.
69. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
70. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer
bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere
karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
71. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin
sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre,
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları
kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede
olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik
ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal
tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya
olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).
72. Devlet, yaşam hakkı kapsamında ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Calvelli ve Ciglio/İtalya,
B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 49, Sevim Güngör/Türkiye, B. No. 75173/01,
14/4/2009).
73. Genel olarak ihmal suretiyle ortaya çıkan diğer ölümlerde
olduğu gibi tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarında “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez.
Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık
olması yeterli olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 59, benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Vo/Fransa,[BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya,
32967/96, 17/1/2002, § 51).
74. Somut olayda başvurucuların intihar riski bulunan
yakınlarını ruh sağlığı ve sinir hastalıkları hastanesinden taburcu eden ve
intihar eğilimi konusunda gönderildiği cezaevi idaresini uyarmayan doktorlar
hakkında suç duyurusunda bulunulmasına rağmen soruşturma izni verilmemesi
nedeniyle yaşam hakkına ilişkin bir ihlal söz konusu ise bu ihlalin giderilmesi
öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır (B.
No: 2013/2075, 4/12/2013, § 75). Yargıtayın yukarıda
(§ 58) yer verilen konu hakkındaki içtihatları (B. No: 2013/2839, 3/4/2014, §
24-27) dikkate alındığında, ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve
ihmallere karşı da, husumetin yöneltileceği kişiye bağlı olarak, 2577 sayılı
Kanun ile 6098 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen (§ 56-57) hükümleri uyarınca
kusura ve hatta kusursuz sorumluluğa dayalı olarak idareye veya kişilere
yönelik idare ve hukuk mahkemeleri önünde uğranılan zararları tazmin yolları
düzenlenmiştir (B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 74). Dolayısıyla, ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.
75. Başvurucular, psikolojik rahatsızlığı bulunan yakınlarının
intihar riskine rağmen cezaevi koşullarında gerekli önlemlerin alınmadığını,
tek kişilik koğuşa konularak intihar etmesinin daha da kolaylaştırıldığını,
dolayısıyla yakınlarının devlet tarafından gereği gibi korunamadığını, bu
suretle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
Başvurucuların bu iddiaları devletin pozitif yükümlülüğü kapsamına girmektedir.
76. Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkı, devleti yalnızca kasti ve yasadışı
öldürmeden kaçınmaya değil aynı zamanda yetki alanı içinde bulunanların
yaşamlarını koruma altına almak yönünde uygun adımlar atmaya mecbur kılar. (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. L.C.B./İngiltere, B. No: 23413/94,
9/6/1998, § 36). Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca, uygun şartlarda, bir bireyin
suç teşkil eden fiilleri veya kendine zarar vermesi nedeniyle, yaşamı risk
altında olması durumunda onu korumak için önleyici pratik tedbirler almaya
ilişkin olarak yetkililere kesin bir yükümlülük yüklemektedir. (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Akdoğdu/Türkiye, B. No: 46747/99,
8/10/2005, § 44 ve yukarıda anılan Uçar/Türkiye).
Dolayısıyla, somut olayda devletin başvurucuların yakınlarının yaşamının
tehlikeye girmesini önlemek için kendisinden beklenebilecek her şeyi yapıp
yapmadığı belirlenmelidir.
77. Toplum ve kişileri
denetlemekteki zorluklar, insan davranışının önceden kestirilememesi,
öncelikler ve kaynaklar açısından yapılması gereken pratik seçimler göz önünde
tutularak, devletin bu alandaki kesin yükümlülüğünün kapsamı, yetkililere,
yerine getirilmesi olanaksız veya aşırı bir yükümlülük yüklemeyecek şekilde
yorumlanmalıdır. Dolayısıyla, yaşam riskine dair her iddia, yetkililere, bu
riskin gerçekleşmesini önlemek için pratik tedbirler almak yönünde bir
yükümlülük getiremez. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/İngiltere, B. No: 27229/95, § 90 ve
yukarıda anılan Akdoğdu/Türkiye,
§ 45).
78. Tutuklu ve hükümlüleri
denetlemek ve intiharı önlemek görevleri kapsamında yetkililerin bu kişilerin
yaşamını koruma şeklindeki kesin yükümlülüklerini yerine getirmedikleri iddiası
karşısında, söz konusu zamanda yetkililerin ilgili kişinin tehlikede olduğunu
bilmeleri gerektiğine ve bu tehlikeyi gidermek için kendilerinden makul olarak
beklenebilecek önlemleri almadıklarına ilişkin ikna edici delillerin olması
gerekir. (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Tanrıbilir/Türkiye, B. No: 21422/93, 16/11/2000, §
72 ve yukarıda anılan Uçar/Türkiye ve Akdoğdu/Türkiye, § 46).
79. Somut olaya ilişkin bilgi ve belgeler incelendiğinde, her
ne kadar başvurucular olayda ihmali bulunan cezaevi yetkilileri hakkında
Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2013/3268 sayılı soruşturma
sonucunda 11/6/2013 tarih ve K.2013/1602 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiğini ileri sürmüşlerse de, UYAP kayıtlarından elde edilen
bilgilere göre ası suretiyle ölüm olayıyla ilgili olarak Silivri Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen 2012/10029 sayılı diğer bir soruşturma sonucunda
hükümlünün ölümü olayında ihmali bulunduğu düşünülen ceza infaz kurumu 2.
müdürü ve iki ceza infaz memuru hakkında “Görevi
Kötüye Kullanma” suçundan cezalandırılmaları istemiyle 10/3/2014
tarih ve 2014/331 sayılı iddianame ile kamu davası açıldığı, Silivri 2. Asliye
Ceza Mahkemesinin E.2014/253 sayılı dosyası kapsamında yapılan yargılamanın ilk
duruşmasının 28/10/2014 tarihinde yapıldığı, hükümlü Volkan Özbudak’ı
olay günü odasına yerleştiren diğer 2 infaz koruma memuru hakkında suç
duyurusunda bulunulmasına karar verilerek duruşmanın 22/1/2015 tarihine
ertelendiği (§37-38) anlaşılmıştır. Ayrıca, UYAP kayıtlarından, başvurucuların
ceza infaz kurumu personelinin ihmalini gerekçe göstererek Adalet Bakanlığı
aleyhine İstanbul 3. İdare Mahkemesinde 300.000 TL’lik manevi tazminat istemli
bir dava açtıkları ve yargılamanın devam ettiği, bunun yanı sıra başvurucular
vekilinin bu dosyaya sunduğu 8/9/2014 havale tarihli beyan dilekçesinden Sağlık
Bakanlığından tazminat talebinde bulundukları tespit edilmiştir.
80. Devletin yetki alanında bulunan kişileri koruma
yükümlülüğüne dair yukarıda bahsedilen ilkeler ışığında somut olaya
bakıldığında, ceza infaz kurumunda kaldığı süre boyunca sorunlu bir kişilik
örneği sergileyen, sık sık disiplin cezası alan, belli periyotlarla ruh sağlığı
ve sinir hastalıkları hastanesinde yatılı olarak tedavi gören ve en son paranoid şizofreni tanısı ile hastaneden taburcu edilen
hükümlünün olay günü tek kişilik koğuşa konularak kapısının da kilitlenmesi
sonucu odasında intihar etmesi nedeniyle, yetkililerin kendilerinden beklenecek
önlemleri almadıkları konusunda ikna edici deliller bulunduğu şüphesiyle
haklarında kamu davası açıldığı görülmektedir. Ancak yetkililerin olayda
ihmalleri olup olmadığı hususu kovuşturma aşaması tamamlandıktan sonra ortaya çıkacağından,
bu aşamada devletin tutuklu ve hükümlüleri denetlemek ve intiharı önlemek
görevleri kapsamında yetkililerin bu kişilerin yaşamını koruma şeklindeki kesin
yükümlülüklerini yerine getirmedikleri sonucuna ulaşmak mümkün görülmemektedir.
Kaldı ki ası suretiyle ölüm olayında ceza infaz personelinin ihmali olduğu
kabul edilse bile, ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin,
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğu da söylenemeyecektir. (§ 73-74).
81. Açıklanan nedenlerle, hükümlü Volkan Özbudak’ın
intihar riskine rağmen ruh sağlığı ve sinir hastalıkları hastanesinden taburcu
edilmesi ve aynı gün getirildiği ceza infaz kurumunda intihar etmesi nedeniyle
doktorların ihlale neden olduğu ileri sürülen eylem ya da ihmali için ve ceza
infaz kurumunda tek kişilik odaya konularak kapısının kilitlenmesi olayı
nedeniyle ceza infaz personeli hakkında devam eden yargı süreci için kanunda
öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı bireysel başvuru yapılmadan önce
usulüne uygun şekilde tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun, diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "başvuru yollarının tüketilmemiş olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle başvurunun, "başvuru
yollarının tüketilmemesi" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucular
üzerinde bırakılmasına, 26/2/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.