İKİNCİ
BÖLÜM
KARAR
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan : Engin
YILDIRIM
Üyeler : Serdar
ÖZGÜLDÜR
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
Recep
KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Raportör : Hüseyin
MECEK
Başvurucu : N.
A.
Vekili :
Av. Sefa KARCIOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör örgütü üyesi olmak suçundan
gözaltına alınıp uykusuz bırakıldıktan sonra fotoğraflar üzerinden zorla teşhis
yaptırılmak suretiyle işkence ve kötü muamele yasağının, başka bir soruşturmada
ifadesi alınan tanığın duruşmada dinlenmemesi suretiyle tanık sorgulama
hakkının, örgüt faaliyeti ve amacı doğrultusunda gerçekleştirdiği bir eylemi
bulunmadığı hâlde bilgisayarda kimin hazırladığı belli olmayan öz geçmiş formu
ile şemanın delil olarak kullanılması suretiyle adil yargılanma hakkının, yargılamanın
dokuz yıldan fazla süre devam etmesinden dolayı makul sürede yargılanma
hakkının, şartları gerçekleşmesine rağmen 29/7/2003 tarihli ve 4959 sayılı
Topluma Kazandırma Kanunu’nun uygulanmaması suretiyle ayrımcılık yasağının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/10/2013 tarihinde İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/12/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 9/11/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için
Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 30/11/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine
sunulan görüş 7/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
7. Başvurucu 21/12/2015 tarihinde Bakanlık
görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği
şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, başvuru konusu iddiaların
gerçekleştiği ileri sürülen 2003 yılında İstanbul’da diş hekimliği yapmaktadır.
10. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM)
Cumhuriyet Başsavcılığının 2000/357 Hazırlık sayılı dosyası üzerinden Hizbullah
terör örgütü ile ilgili olarak soruşturma başlatılmıştır.
11. 17/1/2000 tarihinde Beykoz’da bulunan örgüte
ait bir villaya yapılan operasyonda örgüt lideri H.V. öldürülmüş, iki örgüt
üyesi sağ olarak ele geçirilmiş; yapılan aramada ele geçirilen bilgisayar, CD
ve disketlere el konulmuştur.
12. Bu olayla ilgili olarak İstanbul DGM
Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2000 tarihli ve 2000/537 hazırlık, E.2000/410
sayılı iddianamesiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış,
dava Mahkemenin E.2000/112 sırasına kaydedilmiştir.
13. Villada el konulan deliller üzerinde yapılan
inceleme sonucunda başvurucu ile sanık M.K.nin terör örgütü ile bağlantısı
tespit edilerek 2003 yılında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 2003/2158
hazırlık sayılı dosyası üzerinden soruşturma başlatılmıştır.
14. Örgüte karşı 17/1/2000 tarihinde
gerçekleştirilen operasyonda ölü olarak ele geçirilen örgüt lideri H.V.nin
bilgisayarında İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yapılan
incelemede;
i. “JPG/46/El Yazması Rap/7 098” başlıklı el
yazısıyla yazılmış raporda, örgüt üyesi H.K.nin başvurucuya ait Karagümrük’teki
diş kliniğine uğradığı,
ii. “E:/HİZBULLAH/XLS/47 ÇOK- ÖNEMLİ/
ONEMLİ-KODKUT1.99/34 İSTANBUL/3400-1-1/34000-6.XLS” başlıklı belgede örgüt
üyelerinin cinsiyeti, bağlı oldukları bölge ve kişiler, alan, cami, doğum yeri
ve tarihi ile mesleklerinin yer aldığı listenin 51. sırasında başvurucunun
adının bulunduğu,
iii. “JPG/46/El Yazması
Rap/054/055/056/057/058/-059” adlarıyla kaydedilen “İSTANBUL DERS
DÜZENİ/ARALIK-99”, “Emin.04.12.99” imzalı toplam altı sayfalık el yazısıyla
yapılmış şemanın 6. sayfasında başvurucunun yaşı ve doğum yerini içeren
bilgilerin bulunduğu anlaşılmıştır.
15. Başvurucu ve sanık M.K. hakkında İstanbul
Emniyet Müdürlüğünün 26/10/2003 tarihli ve 172222 sayılı fezlekenin 4.
sayfasında, örgüte karşı 17/1/2000 tarihinde gerçekleştirilen operasyonda ölü
olarak ele geçirilen örgüt lideri H.V.nin bilgisayarında “JPG/46/El Yazması
Rap/7 098” başlıklı el yazısıyla yazılmış raporda, örgüt üyesi H.K.nin
başvurucu N.A.nın Karagümrük’teki diş kliniğine uğradığına dair bilgilerin
bulunduğu el yazısının örgütün üst düzey yöneticilerinden İ.K.nin eli ürünü
olduğuna dair İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarının raporu
olduğu yazılıdır.
13. Örgütün İstanbul sorumlularından E.Ö.F.R. kod
adlı tanık Ö.B. hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 2001/1403
Hazırlık sayılı soruşturmasında kolluk aşamasında müdafii bulunmaksızın alınan
7/6/2001 tarihli ifadesinde örgüt içinde kendisinin bağlı olduğu İ.K.nin
İstanbul Mardin Vakfı’nda tanıştığı örgütün Avrupa Yakası sorumlusu L.T.den
üniversite öğrencilerinin raporlarını almasını istediğini, L.T.nin verdiği
listede başvurucu N.A.nın da isminin bulunduğunu, bu kişilerle L.T.nin toplanıp
ders yaptığını, başvurucu N.A.nın yirmi sekiz yaşlarında olduğunu,
Zeytinburnu’nda dişçilik yaptığını, 2000 yılında Beykoz operasyonundan sonra
örgütten ayrıldığını beyan etmiştir (Tanık Ö.B. hakkında İstanbul 11. DGM’nin
E.2001/213 sayılı dosyasında yasa dışı Hizbullah terör örgütüne üyelik suçundan
kamu davası açılmış ancak anılan dosyayla ilgili olarak başvurucu tarafından
herhangi bir belge sunulmamıştır). Tanık Ö.B.nin duruşmalarda beyanı
alınmamıştır.
14. Yapılan bu tespitler sonucunda başvurucu
22/10/2003 tarihinde saat 09.30’da Zeytinburnu’nda çalıştığı iş yerinde
gözaltına alınmış, eşi G.A.ya gözaltına alındığı bilgisi verilmiştir.
15. Başvurucun iş yerinde ve evinde aynı gün
yapılan aramada herhangi bir suç unsuru bulunmamıştır.
16. Başvurucunun gözaltına alınmadan önce muayene
edilip edilmediğine dair Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtları ile
başvuru formu ve eklerinde bir rapor bulunmamaktadır.
17. Başvurucunun 22/10/2003 tarihinde saat
14.00’te, 23/10/2003 tarihinde saat 12.10’da, 24/10/2003 tarihinde saat 15.12
ve 20.10’da, 25/10/2003 tarihinde saat 14.15’te Av. A.Y. ile görüştürüldüğüne
dair tutanak düzenlenmiştir.
18. 22/10/2003 tarihinde saat 21.00’de tutulan
tutanakta başvurucuya müdafi isteme hakkının bulunduğu hatırlatılmış ancak
başvurucu müdafi yardımından yararlanmak istemediğini söylemiştir.
19. Başvurucu gözaltında bulunduğu sürede eniştesi
S.B. ve kardeşi M.A.A. ile yüz yüze görüştürülmüştür.
20. Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada
4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135.
maddesindeki hakları hatırlatılmaksızın 24/10/2003 tarihinde “Fotoğraf Teşhis
Tutanağı” adı altındabeyanları alınmıştır. Başvurucu kendisine gösterilen İ.K.
isimli örgüt üyesiyle 1990 yılı sonlarında Fatih ilçesinde aynı evde
kaldıklarını, diğer örgüt üyeleri A.T., A.K., H.A., N.G. ve Ö.B. isimli
kişilerle derslerde, iftarlarda tanıştığını, H.A. isimli örgüt mensubuna öz
geçmiş raporunu verdiğini, ders grubunun raporlarını da bu kişiye verdiğini
ifade etmiştir.
21. Başvurucu, gözaltından çıkarılırken İstanbul
Adli Tıp Kurumunda 26/10/2003 tarihinde saat 07.00’de muayene edilmiştir.
Yapılan muayenede başvurucunun vücudunda herhangi bir travmatik değişimin
bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun gözaltına alındıktan sonra yaklaşık
altı saat uyuyabildiğini söyleyerek uykusuzluk şikâyetini doktora söylediği
kayıtlıdır.
22. Başvurucu 25/10/2003 tarihinde kollukta ve
Cumhuriyet Savcılığındaki 26/10/2013 tarihli sorguda müdafi ile birlikte
yaptığı savunmalarında;
i. Hizbullah terör örgütü ile hiçbir
ilişkisinin bulunmadığını, üzerinde kendisine ait fotoğrafın bulunduğu öz
geçmiş raporunda yer alan bilgilerin bir kısmının doğru, bir kısmının ise eksik
olduğunu; öz geçmişi üzerine yapıştırılan fotoğrafın İstanbul’da öğrenci olması
dolayısıyla burs almak için yaptığı müracaatlarda fotoğraf ve aile bilgilerinin
yer aldığı öz geçmiş belgelerini verdiği özel vakıf ve derneklerden elde
edilmiş olabileceğini, örgüt mensubu kimseye öz geçmiş ve fotoğraf vermediğini,
ii. 17/1/2000 tarihinde örgüte ait Beykoz'da
bulunan villada ele geçirilen “E:/HİZBULLAH/XLS/47 ÇOK- ÖNEMLİ/ ONEMLİ-KODKUT
1.99/34 İSTANBUL/3400-1-1/34000-4.XLS” başlıklı dokümanın çözümünde belirtilen
Ahmediye Camisi’nde A.B., M.Y., M.A.nın sorumluluğunu yapmadığını, aynı camide
örgütsel görev alan A.A. ve H.T. isimli örgüt mensuplarının hiçbirisini
tanımadığını, bu caminin nerede olduğunu dahi bilmediğini,
iii. “E:/HİZBULLAH/XLS/47 ÇOK- ÖNEMLİ/
ONEMLİ-KODKUT1.99/34 İSTANBUL/3400-1-1/34003-9.XLS” başlıklı belgede Küçükpazar
Camisi’nde örgüt mensubu olan M.K.nın sorumluluğunu yaptığına dair bilginin
doğru olmadığını,
iv. “E:/HİZBULLAH/XLS/47 ÇOK- ÖNEMLİ/
ONEMLİ-KODKUT1.99/34 İSTANBUL/3400-1-1/34000-6.XLS” başlıklı belgede belirtilen
Piyalepaşa Camisi’nde K.G., N.G., Y.G., ve Zeki isimli örgüt üyeleri ile
faaliyette bulunduğuna ilişkin bilginin yanlış olduğunu,
v. 1/6/2001 tarihinde yakalanan örgütün üst
düzey sorumlularından Ö.B.nin kollukta alınan 7/6/2001 tarihli ifadesinin beşinci
ve sekizinci sayfalarında örgütün Avrupa Yakası öğrenci sorumlusu L.T.nin
sorumluluğunda gerçekleştirilen örgütsel derslere katıldığı iddiasını kabul
etmediğini, bu derslere katılanlardan sadece Harun isimli kişiyi akrabası
olduğu için tanıdığını, L.T.yi de aynı ilçeden oldukları için tanıdığını, tanık
Ö.B.nin ifadesinde kendisini detaylı olarak tarif ettiği yirmi sekiz yaşında,
Mardinli,Zeytinburnu’nda diş hekimliği yaptığı şeklindeki beyanlarını kabul
etmediğini; bu kişiyi tanımadığını,
vi. Örgüt lideri H.V.nin bilgisayarında
“JPG/46/El Yazması Rap/054/055/056/057/058/-059” adlarıyla kaydedilen “İSTANBUL
DERS DÜZENİ/ARALIK-99”, “Emin.04.12.99” imzalı toplam altı sayfalık el yazması
şemanın 6. sayfasında örgüt mensubu A.Y.ye bağlı olarak faaliyet göstereceğine
ilişkin iddianın da gerçek dışı olduğunu, adı geçen kişiyi tanımadığını,
vii. “JPG/46/ El yazması Rap/-098” adıyla
kaydedilmiş “11.12.99 Emin” imzalı el yazısıyla yazılmış raporda geçen
kendisinin memleketi ve Karagümrük’te diş hekimi olduğuna dair ilgili
bilgilerin doğru olmadığını, Karagümrük’te hiç çalışmadığını,
viii. 24/10/2003 tarihli teşhis tutanağında
adı geçen örgüt mensubu olduğu söylenen kişilerden sadece H.A.yı dayısının oğlu
olması nedeniyle tanıdığını, diğer beş kişiyi tanımadığını, tutanağı ne zaman
okuyup imzaladığını hatırlamadığını ancak tutanaktaki imzanın kendisine ait
olduğunu,
ix. Gözaltında kaldığı dört günlük süre
içinde yaklaşık altı saat uyuduğunu, fotoğraf teşhis tutanağının kendisine
okumadan imzalatılmış olabileceğini, gerçek dışı bir tutanak olduğunu, Terörle
Mücadele ŞubeMüdürlüğünde gözaltında kaldığı süre boyunca herhangi bir fiziksel
baskıya maruz kalmadığını ancak psikolojik yönden baskı gördüğünü söylemiş;
duruşmada da bu savunmalarını tekrar etmiştir.
23. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının
11/11/2003 tarihli ve 2003/2158 soruşturma, E.2003/1191 sayılı iddianamesi ile
başvurucu N.A. ve sanık M.K. hakkında yasa dışı silahlı Hizbullah terör örgütü
üyesi olmak suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
168. maddesinin ikinci fıkrası ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca İstanbul 11. DGM’ye kamu davası
açılmıştır. İddianamenin başvurucuyla ilgili kısımları şöyledir:
“17/1/2000 günü İstanbul Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü tarafından yasa dışı Hizbullah Terör Örgütü’ne yönelik olarak
başlatılan operasyon çerçevesinde silahlı Terör Örgütü’nün lideri olarak
bilinen H.V.nin ölü olarak ele geçirildiği, Beykoz ilçesi adresinde bilgisayar,
CD ve disketlerin ele geçirildiği, bahsi geçen bilgilerin hard disk yoluyla
kontrol edildiğinde;
Sanık N.A.nın (başvurucu);
1. ”Albüm” adıyla kaydedilmiş olan dosyada fotoğraflı
özgeçmiş raporunun bulunduğu,
2. “E:/HİZBULLAH/XLS/47 ÇOK- ÖNEMLİ/
ONEMLİ-KODKUT1.99/34 İSTANBUL/3400-1-1/34000-4.XLS”
“E:/HİZBULLAH/XLS/47 ÇOK- ÖNEMLİ/ ONEMLİ-KODKUT1.99/34
İSTANBUL/3400-1-1/34003-9.XLS”
“E:/HİZBULLAH/XLS/47 ÇOK- ÖNEMLİ/ ONEMLİ-KODKUT1.99/34
İSTANBUL/3400-1-1/34000-6.XLS” isimleri ile kaydedilmiş olan dosyalarda,
“N.A.nın 1999 yılında Piyalepaşa Camisi’nde faaliyet gösterdiği, sorumlusunun
Ö.B. olduğu, ayrıca N.A.nın Küçükpazar Camisinde faaliyet gösteren M.K. ile
Ahmediye Camisi’nde faaliyet gösteren A.B. M.Y. ve M.A. isimli kişilerin
sorumluluğunu yaptığı,
3. “JPG/46/El Yazması Rap/054/055/056/057/058/-059”
adlarıyla kaydedilmiş olan 6 sayfalık el yazısı şemanın 6. sayfasında N.A.nın
isminin geçtiği, bu şemada N.A.nın A.Y.’ye bağlı olarak faaliyet göstereceğinin
belirtilmiş olduğu,
4. JPG/46/ El yazması Rap/-098” adıyla kaydedilmiş
“11.12.99 Emin” imzalı el yazısı raporun sonunda “H.K. ile ilgili yeni bir
gelişme yok. Notlarından okuduğumdan kadarıyla N.A. (26, D…)’nın
Karagümrük’teki diş kliniğine uğruyor” şeklindeki notun bulunduğu,
Yine İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesine
Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2001/1403 hazırlık, 2001/779 Esas sayılı
iddianameyle hakkında TCK’nın 168/2 … maddeleri uyarınca cezalandırılması
istemiyle kamu davası açılan sanık Ö.B.nin emniyette vermiş olduğu ifadesinin
15. sayfasında “Avrupa Yakası’nda faaliyet yürüten üniversite öğrencileri
bölümünün 8. sırasında N… isimli 28 yaşlarında …’lı Zeytinburnu’nda dişçilik
yapar, 7. sırada bulunan H… isimli örgüt mensubunun akrabasıdır. Beykoz
operasyonundan sonra örgütten ayrıldı” şeklinde beyanda bulunduğu, bu suretle
sanık N.A.nın yasa dışı silahlı Hizbullah Terör Örgütü üyesi olduğu,
…”
24. Başvurucu; İstanbul 11. DGM’ye vermiş olduğu
22/1/2004 tarihli dilekçeyle Hizbullah terör örgütüyle bağlantısının
olmadığını, buna rağmen Beykoz baskınında örgütten ele geçirilen belgelerde
adının geçmesi ve öz geçmiş raporunun bulunmasına anlam veremediğini belirterek
29/7/2003 tarihli ve 25191 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu’ndan faydalanma
talebinde bulunmuştur.
25. Başvurucunun örgüt üyesi olmadığını,
iddianamede belirtilen isimlerde İstanbul’da cami bulunmadığını ileri sürmesi
üzerine Mahkemenin talebi sonucunda İstanbul Müftülüğünün 28/12/2004 tarihli ve
10350 sayılı yazısıyla İstanbul ilinde Piyalepaşa ve Küçükpazar isimli
camilerin bulunmadığı ancak Beyoğlu ilçesinde Küçükpiyale isimli caminin, Fatih
ve Üsküdar ilçelerinde Ahmediye isimli iki caminin bulunduğu bildirilmiştir.
26. Beyoğlu Küçükpiyale Cami, Fatih Ahmediye Cami
ve Üsküdar Ahmediye Cami imam hatipleri tanıklar ÖY., N.Ö.ve H.Ç.nin 12/10/2005
tarihinde Mahkeme tarafından ifadeleri alınmış; tanıklar sanıkları
tanımadıklarını beyan etmişlerdir.
27. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemenin 12/10/2005
tarihli ve E.2003/302, K.2005/404 sayılı birleştirme kararı ile başvurucu
hakkında açılan kamu davası, Beykoz operasyonu sonucunda İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesine açılan E.2000/112 sayılı dosya ile birleştirilmiştir.
28. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
yapılan yargılama sonucunda 16/2/2012 tarihli ve E.2000/112, K.2012/16 sayılı
kararla başvurucunun atılı suçtan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına
karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“…
Sanık N.A.nın 22/10/2003 tarihinde Zeytinburnu'nda
yakalandığı, sanığın 24/10/2003 tarihli teşhis tutanağında 1990 yılında İ.K.
ile Fatih'te aynı evde kaldıkları ve Hizbullah Örgütü üyesi olduklarını
bildiğine dair teşhis tutanağı, terör örgütünün lideri H.V.nin ölü olarak ele
geçirildiği evde ele geçen bilgisayar, CD ve disketlerde, “Albüm” adıyla
kaydedilmiş olan dosyada fotoğraflı öz geçmiş raporunun bulunduğu, 3 ayrı excel
dosyasında “N.A.nın 1999 yılında Piyalepaşa Camisi’nde faaliyet gösterdiği,
sorumlusunun Ö.B. olduğu,ayrıca, N.A.nın Küçükpazar Camisinde faaliyet gösteren
M.B. ile Ahmediye Camisi’nde faaliyet gösteren A.B., M.Y. ve M.A. isimli
kişilerin sorumluluğunu yaptığı” şeklinde bilgilerin kayıtlı olduğu, “JPG/46/El
yazması Rap/054/055/056/057/058-059 adlarıyla kaydedilmiş olan (6) sayfalık el
yazısı şemasının 6. sayfasında N.A. isminin geçtiği, bu şemada N.A.nın A.Y.’ye
bağlı faaliyet göstereceğinin belirtilmiş olduğu, “JPG/46/EI Yazması Rap/-098”
adıyla kaydedilmiş olan “11.12.99 Emin” imzalı el yazısı raporun sonunda “H.K.
ile ilgili yeni bir gelişme yok. Notlarından okuduğum kadarıyla N.A. (26,
D…)'nın Karagümrük'teki diş kliniğine uğruyor” şeklindeki notun bulunduğu, Ö.B.
07/06/2001 tarihli kolluk ifadesinde sanığın Mardin'li olup Zeytinburnu'da
dişçilik yaptığını ve örgüte yönelik Beykoz Operasyonu sonrasında örgütten
ayrıldığına dair beyanı, “.7.059” başlıklı Emin (k) İ.K. tarafından yazıldığı
anlaşılan örgütsel belgede sanığın isminin “İstanbul Ders Düzeni” şemada yer
aldığı, sanığın örgüte sunduğu fotoğraflı öz geçmiş raporu ve tüm dosya kapsamına
göre, sanığın yasa dışı Hizbullah Terör Örgütü’nün üyesi olduğu
anlaşıldığından, eylemine uyan ve lehe olan 5237 sayılı TCK.nun 314/2 ve 3713
sayılı Yasanın 5. maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir.
…
Sanıklar …, N.A. ve M.K. etkin pişmanlık yasasından
faydalanmak istediklerine dair beyanda bulunup dilekçe ibraz etmişler ise de,
bir kısım sanıkların 4959 sayılı Yasa’nın 3. maddesi gereğince örgütü sevk ve
idare eder konumunda oldukları ve kovuşturma aşamasında inkara yönelerek önceki
beyanlarını ve suçlamayı reddettikleri, bir kısmının da terör örgütü içindeki
konum ve faaliyetleriyle ilgili uyumlu ve örgütün dağılmasını veya
mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli ya da örgütün yapısı ve
faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermedikleri ve kovuşturma
aşamasında inkara yöneldikleri anlaşıldığından, bu sanıklar hakkında 4959
sayılı Topluma Kazandırma Kanunu ve 5237 sayılı TCK.nun 221. maddesinden
yararlanma taleplerinin koşulları oluşmadığından reddine karar vermek
gerekmiştir.
…”
29. Başvurucu tarafından yapılan temyiz üzerine
dosya Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 15/5/2013 tarihli ve E.2013/63, K.2013/7322
sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi, hükmü başvurucu yönünden onanarak
kesinleşmiştir.
30. Yargıtay ilamını 25/9/2013’te İlk Derece
Mahkemesi Kaleminden öğrendiğini ifade eden başvurucu 24/10/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
31. 765 sayılı mülga Kanun’un 168. maddesinin
ikinci fıkrası şöyledir:
“Cemiyet ve çetenin sair efradı beş seneden on seneye
kadar ağır hapisle cezalandırılır.”
32. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun “Silahlı örgüt” kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“ (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer
alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan
onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara,
beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
33. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Temyiz
ve karar düzeltme” kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve
5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca
Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz
yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı
fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326 ncı maddeleri uygulanır…”
34. 1412 sayılı mülga Kanun’un “Yakalananın
veya sanığın müdafi seçimi” kenar başlıklı 136. maddesi şöyledir:
“(Değişik: 18/11/1992 - 3842/14 md.) Yakalanan kişi
veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin
yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa
bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak
sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet
Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere,
soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme,
ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı
engellenemez, kısıtlanamaz.”
35. 1412 sayılı mülga Kanun’un “Yasak sorgu
yöntemleri” kenar başlıklı 135/a maddesi şöyledir:
“(Ek: 18/11/1992 - 3842/13 md.) İfade verenin ve
sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü
davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette
bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler
yapılamaz.
Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle
elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”
36. 1412 sayılı mülga Kanun’un “Suçların
ihbarı” kenar başlıklı 151. maddesi şöyledir:
“Suçlara dair ihbarlar, şifahi veya yazılı olarak
Cumhuriyet Müddeiumumiliğine, zabıta makam ve memurlarına ve sulh hâkimlerine
yapılabilir.
Bu ihbarlar kanuni mercilere tevdi edilmek üzere vali,
kaymakam ve nahiye müdürlerine de yapılabilir.
Şifahi ihbarlar üzerine zabıt varakası tutulur.
…”
37. 1412 sayılı mülga Kanun’un “Bir suça
muttali olan Cumhuriyet Müddeiumumisinin vazifesi” kenar başlıklı 153.
maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:
“Cumhuriyet Müddeiumumisi ihbar veya herhangi bir
suretle bir suçun işlendiği zehabını verecek bir hale muttali olur olmaz hukuku
amme davasını açmağa mahal olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin
hakikatini araştırmağa mecburdur.”
38. 1412 sayılı mülga Kanun’un “Ağır ceza
hükümlerinin tetkikinde duruşma” kenar başlıklı 318. maddesi şöyledir:
“Ağır cezaya mütaallik hükümlerde Temyiz Mahkemesi
tetkikatını maznunun temyiz istidasındaki talebi üzerine veya dilerse resen
duruşma icrası suretiyle yapar. Duruşma gününden maznuna veya talebi üzerine
müdafiine haber verilir. Maznun duruşmada hazır olabileceği gibi kendisini
vekaletnameyi haiz bir müdafi ile de temsil ettirebilir.
Maznun mevkuf ise bizzat ispatı vücut etmek talebinde
bulunamaz.”
39. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun “İfade ve sorgunun tarzı” kenar başlıklı 147.
maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında
veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
…
b) Kendisine yüklenen suç anlatılır.
c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî
yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır
bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir
müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir
müdafi görevlendirilir.
…
e) Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının
kanunî hakkı olduğu söylenir.
f) Şüpheden kurtulması için somut delillerin
toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe
nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı
tanınır.
…
i) İfade veya sorgu bir tutanağa bağlanır…”
40. 5271 sayılı Kanun’un “İfade alma ve sorguda
yasak usuller” kenar başlıklı 148. maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine
dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme,
yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi
bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
…
(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile
verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.
(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade,
hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça
hükme esas alınamaz.”
41. 5271 sayılı Kanun’un “İhbar ve şikâyet” kenar
başlıklı 158. maddesi şöyledir:
“(1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet
Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.
(2) Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan
ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.”
42. 5271 sayılı Kanun’un “Bir suçun işlendiğini öğrenen
Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir
suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya
yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya
başlar.”
43. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir
yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve
huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî
kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde
edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”
44. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmalı inceleme” kenar
başlıklı 299. maddesi şöyledir:
“(1) On yıl veya daha fazla hapis cezasına ilişkin
hükümlerde, Yargıtay, incelemelerini sanığın veya katılanın temyiz
başvurusundaki istemi üzerine veya re'sen duruşma yoluyla yapar. Duruşma
gününden sanığa, katılana, müdafi ve vekile haber verilir. Sanık, duruşmada
hazır bulunabileceği gibi, kendisini bir müdafi ile de temsil ettirebilir.
(2) Sanık, tutuklu ise duruşmaya katılmak isteminde
bulunamaz.“
45. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/2/2008
tarihli ve E.2007/9-230, K.2008/23 sayılı kararı şöyledir:
“…
Ancak uyuşmazlığın esasına geçmeden önce, ilk hükmün
duruşmalı inceleme istemiyle temyiz edilmesi ve Özel Dairece de bu konuda
olumlu veya olumsuz bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle, duruşmalı inceleme
koşullarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
5320 sayılı CYY’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkındaki Yasanın 8. maddesi uyarınca halen bir kısım hükümleri uygulanma
olanağına sahip bulunan, 1412 sayılı CYUY’nın 318. maddesinde duruşmalı
incelemenin koşulları düzenlenmiş olup, anılan hükümde; “Ağır cezaya müteallik
hükümler” ibaresi kullanılmış, anılan ibare 1 Haziran 2005 tarihinde
yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 421. maddesindeki “ağır
ceza işlerinden maksat, ölüm ve ağır hapis ve on seneden fazla hapis cezasını
gerektiren cürümlere ilişkin davalardır.” hükmü doğrultusunda yorumlanarak,
duruşmalı incelemenin koşulları belirlenmiş, 1 Haziran 2005 tarihinden sonra
yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’da ağır-hafif hapis ayrımının kaldırılması ve
421. maddeye benzer bir hükme 5271 sayılı CYY’da yer verilmemesi nedeniyle konu
yeniden tartışılmış,
Bir kısım Dairece, anılan hükmün, Ağır Ceza
Mahkemesinin görev alanına giren suçları işaret ettiği kabul edilerek, 5235
sayılı Yasanın 12. maddesindeki düzenleme doğrultusunda uygulama yapılmış,
Bir kısım Dairece de, duruşmalı incelemeyi düzenleyen
5271 sayılı CYY’nın 299. maddesindeki “on yıl veya daha fazla hapis cezasına
ilişkin hükümler…” ibaresi esas alınmak suretiyle uygulama yapılmıştır.
1412 sayılı CYUY’nın 318. maddesindeki düzenleme her
iki uygulamaya da haklılık verebilecek nitelikte ise de, Yasa koyucunun amacı
gözetildiğinde ve 5271 sayılı CYY’nın hiçbir ayrıksı durum belirtilmeksizin tüm
hükümleriyle yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, her ne kadar Bölge Adliye
Mahkemelerinin henüz kurulmaması nedeniyle, bazı hükümleri uygulama olanağına
kavuşmamış ise de, 5271 sayılı CYY’da doğrudan uygulanabilir nitelikte hükmün
bulunması halinde, bu hükmün uygulamada dikkate alınması gerekmesi karşısında,
1412 sayılı CYUY’nın 318. maddesinin, 5271 sayılı CYY’nın 299. maddesi ile
birlikte yorumlanarak, on yıl veya daha fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerin
diğer koşulların varlığı halinde duruşmalı incelenmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmış, duruşmalı inceleme koşullarının bulunmadığı bir ahvalde bu konuda
Özel Dairece bir değerlendirme yapılmamış olmasının hükmün esasını incelemeye
engel teşkil etmeyeceği oybirliğiyle kararlaştırılmak suretiyle işin esasına
geçilmiştir.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
46. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
47. Başvurucu 17/1/2000 tarihinde Hizbullah terör
örgütünün Beykoz’daki villasında örgüt liderlerine baskın yapıldığını, baskında
örgüt lideri H.V.nin öldürüldüğünü, bazı örgüt üyelerinin yakalandığını,
villada yapılan aramada örgüte ait çok sayıda bilgisayar, CD ve disket bulunduğunu,
bu konuyla ilgili olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112 sayılı
dosyasında yargılama yapıldığını, bu olay üzerinden üç yıldan fazla bir süre
geçtikten sonra baskında ele geçirilen bilgi ve belgeler sebep gösterilerek
22/10/2003 tarihinde kendisinin gözaltına alındığını,
i. Gözaltına alındıktan sonra dört gün
uykusuz bırakılarak belli yönde ifade vermesi için zorlandığını,bu nedenle
Anayasa’nın 17. ve 19. maddelerinde güvence altına alınan işkence ve kötü
muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının,
ii. Tanımadığı hâlde örgüt üyesi olduğu
ileri sürülen altı kişinin fotoğrafının kendisine gösterilerek 24/10/2003
tarihinde psikolojik baskı altında kandırılarak müdafi bulundurulmadan teşhis
tutanağının imzalattırıldığını,
Mahkûmiyet kararına dayanak yapılan öz geçmiş
formunun bilgisayarda yazıldığını,formu kimin hazırladığının belli olmadığını,
Hakkında ruh sağlığının bozuk olduğuna dair raporlar
bulunan ve İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 2001/1403 hazırlık No.lu dosyasında
örgüt üyeliğinden soruşturma yapılan şüpheli Ö.B.nin müdafi bulunmaksızın
soruşturmada kendisi aleyhine verdiği beyanlarının delil olarak kullanıldığını,
bu kişinin yargılama sırasında ifadesinin alınmaması suretiyle tanık sorgulama
hakkının ihlal edildiğini ancak bu tanığın beyanlarından kendisinin 2000
yılında Beykoz baskınından sonra örgütle ilişkisinin kesildiğine dair lehine
olan kısımlarının dikkate alınmadığını,
Beykoz baskınında bilgisayarda ele geçirilen şema ve
dokümanların kim tarafından hangi amaçla düzenlendiğinin ve doğru olup
olmadığının incelenmediğini, şemalarda görevli olduğu belirtilen isimlerde
camilerin bulunmadığını,
Hakkındaki iddiaların tamamının 2000 yılında örgüte
yapılan Beykoz baskınında ele geçirilen delillere dayandığını, adli makamların
ve kolluk kuvvetinin ihmali sonucunda davanın çok geç açılması nedeniyle
zamanaşımı hükümlerinden yararlanmasının engellendiğini,
Örgütün faaliyeti çerçevesinde ve amacı
doğrultusunda gerçekleştirdiği bir eyleminin bulunmadığını, örgüte üyelik
suçunun yasal unsurlarının oluşmadığını, polis fezlekelerinin aynen
gerekçelikarara aktarılarak hakkında mahûmiyet kararı verildiğini,
Yargıtayda temyiz incelemesinin duruşmalı
yapılmasını talep etmesine rağmen yasaya aykırı olarak bu talebinin
reddedildiğini,
Yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının,
iii. Şartları oluşmasına rağmen 4959 sayılı
Kanun’dan yararlandırılmayarak Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan ayrımcılık
yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma talebinde
bulunmuştur. Başvurucu ayrıca kamuya açık belgerlerde kimliğinin gizlenmesini
istemiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu
tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların
hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969,
18/9/2013, § 16). Başvurucunun gözaltında dört gün uykusuz bırakılarak belli
yönde ifade vermesi için zorlandığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. ve 19.
maddelerinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı ile kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının işkence ve kötü
muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucu
şartları oluşmasına rağmen 4959 sayılı Kanun’dan yararlandırılmayarak
Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri
sürmüş ise de başvurucunun bu iddiası Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvurucu, gözaltında dört gün uykusuz
bırakılarak belli yönde ifade vermesi için işkence yapılarak fotoğraf teşhis
tutanağının imzalatıldığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
50. Bakanlık kabul edilebilirliğe ilişkin
görüşünde ilk olarak başvurucunun gözaltında kaldığı 22/10/2013 ile 26/10/2003
tarihleri arasında maruz kaldığı işkence ve kötü muamele oluşturduğunu iddia
ettiği eylemin 23/9/2012 tarihinden önce gerçekleştiği, bu itibarla
başvurucunun şikâyetinin zaman bakımından kabul edilebilirliğinin takdirinin
Anayasa Mahkemesine ait olduğunu bildirmiştir.
51. Başvurucu Bakanlığın bu konudaki görüşüne
karşı zaman bakımından yetki konusunda yargılama süreci sonunda verilen kararın
kesinleşme tarihinin dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür.
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları incelemekle yetkili olduğundan başvuru konusu iddialarla ilgili İlk
Derece Mahkemesi kararının 15/5/2013’te kesinleşmesi nedeniyle Bakanlığın zaman
bakımından yetkisizliğe ilişkin görüşü yerinde görülmemiştir.
53. Bakanlık kabul edilebilirliğe ilişkin ikinci
olarak başvurucunun işkence ve kötü muamele iddialarını adli makamlar önünde
ileri sürmediği, bu nedenle başvurunun başvuru yollarının tüketilip
tüketilmediği yönünden kabul edilebilirliğin Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
54. Başvurucu, Bakanlığın bu konudaki görüşüne
cevap olarak gidilebilecek başka bir başvuru yolunun bulunmadığını ifade
etmiştir.
55. 1412 sayılı mülga Kanun’un 151. ve 5271 sayılı
Kanun’un 158. maddesi uyarınca bir suç işlendiğine dair ihbar veya şikâyet
Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yazılı veya tutanağa
geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir. 1412 sayılı mülga Kanun’un 153. ve
5271 sayılı Kanun’un 160. maddesi gereğince Cumhuriyet savcısının, ihbar veya
başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir
öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere soruşturma
başlatma yükümlülüğü bulunmaktadır. İhbar, şikâyet ya da başka bir şekilde
kendiliğinden suç işlendiğini ya da suç işlendiği izlenimini veren bir hâli
öğrenen Cumhuriyet savcısının olayın gerçeğini araştırmak üzere soruşturma
yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Mahkemelerin de kendilerine yapılan ihbar ve
şikâyeti ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına göndermesi gerekmektedir.
56. Başvurucunun başvuruya konu kötü muamele
iddiaları ile ilgili olarak adli mercilere başvurmadığı, bu nedenle başvuru
yollarının tüketilmediği ileri sürülmüş ise de suç ihbarı veya şikâyetinin
herhangi bir şekle tabi olmadığı, başvurucunun Cumhuriyet Savcılığında ve sorguda
savunması alınırken işkence ve kötü muamele iddiasında bulunmasının aynı
zamanda suç ihbarı niteliği taşıdığı anlaşıldığından başvuru yollarının
tüketilmediği şeklindeki görüş isabetli bulunmamıştır.
57. Bakanlık kabul edilebilirliğe ilişkin üçüncü
olarak başvurucunun gözaltında yaralandığına, işkence ya da kötü muamele
gördüğüne, uykusuz bırakıldığına yönelik somut bir bilgi ve belgenin
sunulmadığını, iddialarının ispat edilmesini mümkün kılar nitelikte her türlü
makul şüpheden uzak hiçbir kanıtın bulunmadığını, bu bakımdan başvurunun açıkça
dayanaktan yoksunluk yönünden kabul edilebilirliğinin takdirinin Anayasa
Mahkemesine ait olduğu yönünde görüş bildirmiştir.
58. Başvurucu Bakanlığın bu konudaki görüşüne
cevap olarak başvuru formundaki açıklamalarını tekrar etmiştir.
59. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü
fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
60. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir
(Tahir Canan, § 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlayabilmesi
için öncelikle işkence ve kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her
türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt
yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen
birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde
bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No:
2013/394, 6/3/2014, § 28).
61. Başvurucunun gerçekten işkence ve kötü muamele
gördüğüne dair iddialarını makul şekilde destekleyen bir doktor raporu veya
başka bir delil ya da delil başlangıcına dayandırmadığı anlaşılmaktadır.
Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada Anayasa’nın 17. maddesine aykırılık
teşkil edecek bir kötü muameleye maruz kaldığı izlenimi doğuran ya da hakkında
düzenlenen doktor raporlarına itiraz ettiğini ortaya koyan herhangi bir bilgi
ya da belge bulunmamaktadır.
62. Başvurucu 24/10/2003 tarihli başvurucunun
ifadelerini içeren örgüt mensubu altı kişinin resimlerinin gösterilerek müdafi
bulundurulmaksızın beyanlarının alındığı fotoğraf teşhis tutanağını imzaladıktan
bir gün sonra müdafi ile birlikte polis memurları tarafından alınan 25/10/2003
tarihli savunmasında, tutanak içeriğini kabul etmemiş; tutanağı ne zaman okuyup
imzaladığını hatırlamadığını söylemiştir.
63. Başvurucu 26/10/2003 tarihinde müdafii ile
birlikte Cumhuriyet savcısına ve sorgu hâkimine vermiş olduğu ifadelerde
tutanak içeriğini reddetmiş; tutanaktaki imzanın kendisine ait olduğunu,
gözaltında bulunduğu süreçte altı saat uyuyabildiğini, tutanağı okumadan
imzalamış olabileceğini, gözaltında bulunduğu sırada fiziksel bir baskı
görmediğini ancak psikolojik olarak baskı altında kaldığını söylemiştir.
64. Başvurucu, ayrıca gözaltında bulunduğu dört
gün boyunca sadece altı saat uyuyabildiğini söylemiştir. Başvurucu, gözaltından
çıkarılırken kendisi hakkında rapor tanzim eden doktora uykusuzluk şikâyetini
dile getirmiştir. Ancak başvurucunun gerek savunma gerekse muayene sırasında
kolluk görevlileri tarafından uykusuz bırakıldığına, yatacak yer temin
edilmediğine dair herhangi bir ifadesi bulunmamaktadır. Başvurucunun uykusuz
kaldığı kabul edilse bile bunun başvurucunun gözaltında bulunmanın oluşturduğu
doğal sıkıntı sonucunda mı yoksa kolluk güçlerinin tutum ve davranışları sonucu
mu gerçekleştiği açık değildir. Kaldı ki başvurucunun gözaltında bulunduğu
sırada kolluk güçlerinin hangi tutum ve davranışlarından dolayı uykusuz
kaldığına dair bir açıklaması da bulunmamaktadır.
65. Bu açıklamalar ışığında başvurucunun gözaltına
alındıktan sonra işkence ve kötü muameleye tabi tutulduğunun ispatını
mümkünkılar nitelikte somut bir verinin bulunmadığı dolayısıyla Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki iddialarının soyut ve kanıtlanmamış
şikâyetlerden oluştuğu anlaşılmaktadır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki
Şikâyetler
i. Duruşmalı Yargılama Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
67. Başvurucu; hakkında verilen mahkûmiyet
kararının temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasını talep ettiğini, Kanun’da
yer almadığı ve ağır ceza mahkemesinde yargılandığı hâlde verilen cezanın on
yılın altında kalması gerekçe gösterilerek keyfî bir şekilde duruşmalı
yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
68. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararlarına gönderme yapılarak sanığın duruşmaya bizzat
katılmasının ilk derece mahkemelerinde yapılan duruşmalarda büyük önem arz
ettiği, ilk derece mahkemelerinde aleni bir duruşmanın gerçekleştirilmiş olması
koşuluyla temyiz incelemesinin duruşmasız yapılmasının tek başına adil
yargılanma hakkının ihlal edilmesine neden olmayacağı bildirilmiştir.
69. Başvurucu Bakanlığın görüşüne cevap olarak
başvuru formundaki düşüncelerini tekrar etmiştir.
70. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
71. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(AİHS/Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir…”
72. Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların
bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu
güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.”
73. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi
gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
74. Anayasa'nın “Hak arama hürriyeti” kenar
başlıklı 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahip olduğu, “Duruşmaların açık ve kararların
gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarında ise mahkemelerde duruşmaların herkese açık olduğu, duruşmaların
bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu
güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde karar verilebileceği
düzenlemelerine yer verilmiştir.
75. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise herkesin, davasının
kamuya açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu, kararın aleni
verileceği ancak demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal
güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel
hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya aleniyetin adil yargılamaya zarar
verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak
değerlendirildiği ölçüde duruşma salonunun tüm dava süresince veya kısmen
basına ve dinleyicilere kapatılabileceği hükme bağlanmıştır.
76. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa'nın 141.
maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir (Nevruz
Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32). Buna göre duruşmaların kamuya
açık olarak yürütülmesine ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en
önemli güvencelerinden biri olup gerekliliğin temel gayesi kişileri, kamu
denetiminden uzak, kapalı kapılar ardında yürütülmekte olan gizli bir yargılama
ve bunun doğuracağı endişelerden korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın
şeffaflığı, mahkemeye duyulması gereken güvenin pekişmesini sağlamak ve
davaların adil bir şekilde görülmesini temin etmek bakımından önemlidir (Tahir
Laçin, B. No: 2013/7011, 5/11/2015, § 46).
77. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli
mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin
saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu
yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini
oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması
silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (Nevruz
Bozkurt, § 32).
78. AİHM’ye göre duruşma yapmamayı haklı gösteren
istisnai durumlar olmadığı sürece ilk derece mahkemesinin huzurundaki
yargılamalarda, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca
"açık duruşma hakkı" beraberinde "duruşma isteme hakkı"nı
da getirir (Hakansson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, §
64).
79. Ancak “duruşmalı yargılama hakkı” her türlü
yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil
yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması
gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma
yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz.
Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar
verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları
yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil
yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, § 32).
80. Başvurucunun temyiz incelemesinin duruşmalı
olarak yapılması talebi, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından reddedilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bu konuda vermiş olduğu karar doğrultusunda (bkz.
§ 45) on yıldan daha az hapis cezasına hükmolunan sanıklar hakkında temyiz
incelemesinin duruşmasız yapılacağı şeklinde yerleştiği, başvurucu hakkında
terör örgütüneüyelik suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası tayin edilmesi ve
duruşmalı inceleme talebinin süresinden sonrayapılması nedeniyle temyiz
incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığı, İlk Derece Mahkemesi önünde
yargılamaların duruşmalı olarak icra edilerek tarafların iddia ve savunmalarını
ortaya koyabildikleri görülmüştür.
81. Açıklanan nedenlerle duruşmalı yargılama
hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. İddia Tanıklarını Sorguya Çekme ve Makul
Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
82. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan iddia tanıklarını sorguya çekme ve makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
a. İddia Tanıklarını Sorguya Çekme Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
83. Başvurucu, hakkında ruh sağlığının bozuk
olduğuna dair raporlar bulunan ve İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının
2001/1403 Hazırlık sayılı dosyasında örgüt üyeliğinden soruşturma yapılan
şüpheli Ö.B.nin müdafii bulunmaksızın kendisi aleyhine olan soruşturmada
7/6/2001 tarihinde verdiği beyanlarının mahkûmiyet kararına dayanak olarak
gösterildiğini, bu kişi aleyhine sonradan açılan kamu davasında soruşturmada
verdiği beyanlarını inkâr ettiğini, anılan kişinin yargılama sırasında tanık
olarak beyanlarının alınmasını talep etmesine rağmen ifadesinin alınmamasının
savunma hakkını kısıtladığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
84. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa’nın 148.
maddesinin (4) numaralı fıkrası ile 6126 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6)
numaralı fıkrasında bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece
kabul edilemezliğine karar verileceğinin belirtildiğini, bireysel başvuruya
konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanmasının derece mahkemelerine ait olduğunu, bu hususların kabul
edilebilirlik incelemesinde Anayasa Mahkemesi tarafından dikkate alınması
gerektiğini bildirmiştir.
85. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan
dilekçesinde başvuru formunda belirttiği iddiaları tekrarlamıştır.
86. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi
gerekir (Onurhan Solmaz, § 22)
87. Bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan
tanıkları sorguya çekme veya çektirme, lehine olan tanıkların da aleyhine olan
tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin
sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
(d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenle başvurucunun bir tanığın
dinlenmediği yönündeki iddiasının Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
88. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari
haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek,
savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet
edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
89. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi, hakkında suç isnadı olan kişiye iki hak sağlamaktadır.
Birincisi, aleyhine olan tanıkları çapraz sorgulama, diğer bir deyişle iddia
tanıklarını aleni duruşmada çelişmeli bir biçimde sorgulama hakkı, ikincisi ise
kendi tanıklarının da iddia tanıkları ile eşit şartlar altında davet edilmesi
ve dinlenmesi ve böylece silahların eşitliğinin sağlanması hakkıdır (Ali
İlhan Bayar, B. No: 2013/725, 19/11/2004, § 36).
90. Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca
ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek
zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri
değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına
karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada
geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına
uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp
Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir
yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların
sağlanması şarttır. Taraflara -tanık delili de dâhil olmak üzere- delillerini
sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu
anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da
yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (Muhittin Kaya ve
Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
91. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların
tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın
huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte
eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirli ölçüde sanığın soruşturma veya
yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse
tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki
güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Bu tanığın, sanığın
sorgulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı
verilemez (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).
92. AİHM'ye göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının (d) bendi ile sağlanan güvence, sanığın suçlu bulunmasından
önce çelişmeli bir yargılama yapılması amacıyla aleyhteki bütün unsurların
kural olarak aleni bir duruşmada ve sanığın önüne sunulması gerekliliğine
dayanmaktadır. Bu gerekliliğe getirilecek istisnaların adil yargılanma hakkı
ile uyumlu olabilmesi için aleyhteki tanık ifadelerine itiraz edebilmek başta
olmak üzere ifadelerinin alınması sırasında ve daha sonraki aşamalarda
tanıkları sorgulamak için uygun ve yeterli olanakların sağlanması gibi savunma
haklarının saklı tutulması şarttır (Balta ve Demir/Türkiye, B. No:
48628/12, 23/6/2015, § 37).
93. Herhangi bir nedenle soruşturmada dinlenen
iddia tanığının duruşmada dinlenmediği durumlarda sanık veya temsilcisinin,
Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fırkasının (d) bendi anlamında
"iddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek" imkânından mahrum
kalması kaçınılmazdır. Böyle bir sınırlamanın, yargılamanın hakkaniyete
uygunluğunu zedelemediğinin kabul edilebilmesi için makul bir gerekçeye dayalı
olması, sanık aleyhine ulaşılan sonuç bakımından yegâne veya diğerleri arasında
belirleyici nitelikte bir delil olmaması ve nihayet sınırlama ile ortaya çıkan
zorlukları giderecek usul güvencelerinin sağlanmış olması gerekmektedir (Balta
ve Demir/Türkiye, § 39).
94. Somut başvuru incelendiğinde, duruşmada
dinlenmeyen ve yalnızca başka bir soruşturma sırasında verdiği ifadeyle
yetinilen tanık Ö.B.nin beyanlarının İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet
kararının gerekçesinde delil olarak hükme esas alındığı anlaşılmaktadır (bkz. §
28). Başvurucunun yargılama sırasında tanık Ö.B.nin yargılandığı İstanbul 11.
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/213 sayılı dosyasının birleştirilmesini talep
etmiş, Mahkemece bu talepler kabul edilmemiş, tanığın beyanlarının hükme esas
alınarak mahkûmiyet kararı verilmesinden sonra temyiz dilekçesinde başvurucunun
yaptığı itirazlar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından yerinde görülmemiş ve
hüküm onanmıştır.
95. Başvurucunun mahkûmiyetinde dayanak yapılan delillerden
birisi olan tanık Ö.B.nin ifadesi avukat huzurunda alınmamış; Mahkeme, itiraz
konusu olan bu ifadelerin alınma biçimini ve koşullarını tespit etmeye yönelik
herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Dolayısıyla tek delil olmamakla beraber
başvurucunun aleyhine belirleyici delil olan ve başvuranın mahkûm edilmesini
mümkün kılan söz konusu tanık ifadelerinin güvenilirliği ve doğruluğu hakkında
ciddi kuşkular bulunduğuna dair başvurucunun iddialarının yersiz olduğu
söylenemez.
96. Mahkûmiyet kararı, terör örgütü lideri H.V.nin
evinde ele geçirilen bilgisayar, CD ve disketlerde bulunan başvurucunun
fotoğraflı öz geçmiş raporu, başvurucunun da yer aldığı örgüt şeması ve ders
düzenini anlatan delillerin yanı sıra başvurucunun soruşturma veya yargılama aşamasında
sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı tanık Ö.B. tarafından verilen
ifadeye dayandırılmış olduğundan ve savunma hakkının korunması için tedbir
alınmadığından başvurucunun hakları Anayasa’nın 36. maddesindeki güvencelerle
bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmıştır. Diğer bir ifadeyle başvurucunun üyesi
olduğu kabul edilen örgütle başvurucu arasında bağlantı kurulurken bu tanığın
soruşturmadaki beyanları da gerekçe olarak gösterilmiştir. Başvurucunun bu
tanığın duruşmada dinlenmesi yönündeki talebinin reddedilmesi suretiyle tanığın
ifadelerinin güvenilirliği ve inandırıcılığının test edilmesi imkânından ve
iddia tanığını sorgulama hakkından mahrum kaldığı sonucuna varılmıştır.
97. Açıklanan nedenlerle hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının bir unsuru olan iddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile
bağlantılı olarak Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
98. Başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesi
kapsamında adil yargılanma hakkıyla ilgili diğer tüm şikâyetlerinin, tanık
sorgulatma hakkı yönünden verilen ihlal kararı nedeniyle ayrıca incelenmesine
gerek görülmemiştir (Tahir Laçin, § 75).
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
99. Başvurucu 22/10/2003 tarihinde gözaltına
alınmasıyla başlayan ve İlk Derece Mahkemesinin nihai kararının Yargıtay 9.
Ceza Dairesi tarafından 15/5/2013 tarihinde onanması ile sona eren yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
100. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme
metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen
adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
101. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç
dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu
ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§
41-45).
102. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul
sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında
"devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak, kişinin yerine
getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasa'ya
muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu
hakkında isnat olunan suçlar, kanunlarda hapis cezasını gerektirir şekilde
tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda
kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).
103. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul
olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır.
Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı
22/10/2003’tür. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının
nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa
Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin
Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Bu kapsamda somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin başvurucu hakkında verilen
mahkûmiyet kararının kesinleşme tarihi olan 15/5/2013 olduğu anlaşılmaktadır.
104. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde
yürütülen soruşturma kapsamında 22/10/2003 tarihinde gözaltına alınan başvurucu
hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 11/11/2003 tarihli iddianamesi
ile İstanbul 11. DGM’ye kamu davası açılmıştır. Açılan bu dava aynı örgüt
yönetici ve üyeleri hakkında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112
sayılı kamu davasıyla 12/10/2005 tarihinde birleştirilmiştir. İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesinin bu dosyasında aynı örgütle bağlantılı bir çok dava
birleştirilmiştir. Mahkemenin 16/2/2012 tarihli kararıyla yargılama sona ermiş,
başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi
tarafından 15/5/2013 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu hakkındaki
soruşturma ve kovuşturma yaklaşık 9 yıl 7 ay süren yargılama sonucunda
tamamlanmıştır.
105. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama
usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§
24-40).
106. Başvuruya konu davada hakkında tefrik kararı
verilen sanıklar hariç 26 sanık, 28 maktul, 71 müştekinin bulunduğu, farklı
mahkemeler önünde başlatılmış ve sonradan birleştirilmiş birçok dosyanın
bulunması ve davanın diğer özel koşulları dikkate alındığında başvuruya konu
yargılamanın karmaşık olduğu, sanıklar ve/veya müdafilerinin esas hakkında
savunma yapmak için birçok kez süre talebinde bulunmaları nedeniyle
yargılamanın uzamasında başvurucunun da kısmi payının olduğu söylenebilir ise
de davaya bütün olarak bakıldığında tutuklu birçok sanığın yer aldığı davada
duruşmaların yaklaşık dört beş aylık aralıklarla yapılması nedeniyle somut
başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı
ve süresi dokuz yılı aşmış olan yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
107. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi
Yönünden
108. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
109. Başvurucu adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğinin tespiti ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvurucunun
tazminat talebi bulunmamaktadır.
110. Başvuruda iddia tanıklarını sorguya çekme
hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
111. İddia tanıklarını sorguya çekme hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
112. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL
harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin
gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. İşkence ve kötü muamele yasağı ile duruşmalı
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İddia tanıklarını sorguya çekme hakkı ile
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan iddia tanığını sorguya çekme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin iddia tanıklarını
sorguya çekme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Tazminat talebi bulunmadığından bu konuda
karar verilmesine YER OLMADIĞINA,
F. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden
oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben
başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.