TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELİM BERNA ALTAY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8397)
|
|
Karar Tarihi: 16/10/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 10/1/2015-29232
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Selim Berna ALTAY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma ve
suç delilini yok etme suçlarından yargılandığı davada; delillerin eksik ve
hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi, tanık dinletme
taleplerinin kabul edilmemesi ve mahkeme kararının gerekçesiz olması
nedenleriyle Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 18/11/2013 tarihinde İstanbul 2. Ağır Ceza
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/7/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun İstanbul Cumhuriyet Savcısı (CMK 250. Madde
İle Yetkili) olarak görev yaptığı sırada “zincirleme
şekilde görevi kötüye kullanma” suçunu işlediği konusunda yeterli
şüpheye ulaşan Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay nezdinde yargılanmak
üzere son soruşturma açılması talebiyle aynı yer 3. Ağır Ceza Mahkemesine
hitaben 22/7/2008 tarih ve E.2008/7252 sayılı iddianame düzenlemiştir.
6. İddianamede, başvurucunun, yürüttüğü soruşturmanın
şüphelilerini korumak maksadıyla delilleri Adalet Bakanlığından gizlediği ve
kasıtlı olarak soruşturmanın gereklerine aykırı davrandığı iddia edilmiştir.
7. Beyoğlu 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/5/2009 tarih ve
E.2009/62, K.2009/111 sayılı kararıyla, başvurucunun “zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma ve suç delilini yok etme” suçlarından
Yargıtay 4. Ceza Dairesinde yargılanmak üzere son soruşturmanın açılmasına
karar verilmiştir.
8. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 13/7/2009 tarih ve E.2009/33,
K.2009/32 sayılı görevsizlik kararıyla, başvurucunun
“zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma ve suç delilini yok etme”
suçlarından yargılanması için dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesine
gönderilmesine karar vermiştir.
9. Başvurucu, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin, 16/5/2012 tarih
ve E.2010/1, K.2012/4 sayılı kararıyla, zincirleme şekilde “görevi kötüye kullanma” suçundan 3.740 TL
adli para cezası ile mahkûm edilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“…Sanık Selim Berna Altay'ın [Başvurucu] yukarıda sayılan eylemleri kendi içerisinde topluca
değerlendirildiğinde zaman içerisinde görevi yönünden üzerine düşen
yükümlülükleri yerine getirmediği, burada İstanbul'da özel yetkili olarak görev
yapan, kıdemli bir Cumhuriyet Savcısının çok rahatlıkla bilmesi ve tespit
etmesi gereken hususları işlemsiz bıraktığı, HSYK'na
gönderilmesi gereken telefon görüşmelerini ayrı beklettiği, Adalet
Müfettişlerinin gelmesinden sonra apar topar Adalet Bakanlığına gönderdiği, bir
kısım tapeleri imha ettirerek delillerin ulaşılmasına
engel olduğu, böylece zincirleme şekilde görevini kötüye kullandığı
anlaşılmıştır.
Sanığın
[Başvurucu] bu davranışları görevi kötüye kullanma bilinciyle
yaptığı, haklarında cezai soruşturma yapılabilecek olan bir kısım kişiler
hakkında tefrik kararlarıyla ana soruşturmalardan bu kişilerin ilgisini keserek
ve daha sonra kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlar vererek bu kişilerin
cezai kovuşturmadan kurtulmalarını sağladığı, olayın müştekisi konumunda
kimsenin bulunmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlara
itiraz edilemediği, yine H. H. K’nın suç örgütü
liderlerinden olan A. Ö ile yaptığı telefon görüşmelerini imha etmek ve Adalet
Bakanlığına göndermemek suretiyle bu Savcının olası bir disiplin soruşturması
ve cezasından kurtulmasını sağlayarak bu Savcıya yarar sağladığı, Ankara'da
meydana gelen silahla yaralama dosyasının sanık E. Y’ye düşürülmesi, sanıkların
suçunu hafifletecek şekilde doktor raporu aldırılmaya çalışılması, tutuklu olan
sanıkların tahliyeleri için nöbetçi mahkeme ve hakimlerin ayarlanmaya
çalışılması, N. K'nın ve O. T. A’nın, A’dan açıkça
para istemeleri hususlarının telefon görüşmelerinde yer almasına rağmen bu
yönden gerekli işlemleri CMK kapsamında derhal yerine getirmesi gerekirken bu
görevleri yerine getirmediği, yine yürüttüğü soruşturmada dinlenen telefonlar
ile yoğun görüşmeleri bulunan tanıklar hakkında dinleme kararı aldırması gerekirken bunu yapmadığı, böylece bu kimilerin de muhtemel ceza soruşturma ve kovuşturmalarından
kurtulmalarına yol açtığı, dosyamız sanıkları ile ilgili suçların CMK.nun 135. maddesinde sayılan katalog suçlardan olmaması
nedeniyle tapelerin delil olarak kullanılamadığı,
buna bağlı olarak sanık E.Y ve N. S hakkında tüm suçlamalardan ve diğer
sanıkların bir kısım suçları hakkında beraat kararı verilmesine yol açtığı
saptanmıştır. Bu durumda sanığın bu kişiler lehine de durum oluşturarak
kendilerine yarar sağladığı, ayrıca ceza soruşturmalarında ilgili kişiler ve
kamu hukukunun mağduriyetine neden olan işlemler yaptığı ortaya çıkmıştır. Bu
nedenle sanığın bu şekildeki bütün davranışlarının bir bütün olarak zincirleme
görevi kötüye kullanma olarak değerlendirilmesi gerektiği, suç delilini yok
etme şeklindeki davranışlarının da zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma
suçu içinde hükme bağlanması gerektiği sonucuna varılmıştır…”
10. Başvurucunun temyizi üzerine anılan Mahkeme kararı,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 9/7/2013 tarih ve E.2012/5-1339, K.2013/347
sayılı ilamıyla "... sanığın görevinin
gereklerine aykırı davranışları sonucunda, İstanbul C. Başsavcılığının
2006/2215 sayılı ve Ankara C. Başsavcılığının 2007/63887 sayılı soruşturma
dosyalarına konu suçlardan dolayı mağdur olan kimselerin kanuni haklarını elde
etmeleri engellenmiş, hukuka uygun deliller ile değerlendirme yapılması
suretiyle adalet ve hakkaniyete uygun kararlar verilmesi imkanının önüne
geçilmiş olduğundan bireysel hakların ihlal edildiği ve kişi mağduriyetinin
gerçekleştiği..." gerekçeleriyle onanmış ve karar aynı tarihte
kesinleşmiştir.
11. Başvurucu onama kararından 1/11/2013 tarihinde haberdar
olduğunu belirtmektedir.
12. Başvuru, 18/11/2013 tarihinde süresi içerisinde
yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
13. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43.
ve 257. maddeleri, 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 177. ve 178. maddeleri.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
14. Mahkemenin 16/10/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 18/11/2013 tarih ve 2013/8397 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin E.2010/1 sayılı
dosyasında, delillerin eksik ve hatalı değerlendirildiğini, şüpheliler arasındaki
telefon dinleme kayıtlarının dosyada mevcut olduğunu, dinlemeye fiilen
başlamadan önceki kayıtların dosyada bulunmamasının doğal olduğunu, savunma
delillerinin gerekçe gösterilmeden reddedildiğini, tanık dinletme taleplerinin
kabul edilmediğini, teknik konularda bilirkişi incelemesine başvurulmadığını,
savunma tarafının delillerinin hangi nedenle reddedildiğine ve diğer delillerin
neden üstün tutulduğuna ilişkin mahkûmiyet hükmünün gerekçe içermediğini, bu
nedenlerle adil yargılanmadığını belirterek Anayasa’nın 36. ve 141.
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tedbiren
infazın durdurulması ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
16. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
17. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
18. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
19. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26).
20. Başvurucu, soruşturmasını yürüttüğü şüpheliler arasındaki
telefon dinleme kayıtlarının dosyada mevcut olduğunu, dinlemeye fiilen
başlamadan önceki kayıtların dosyada bulunmamasının doğal olduğunu, mahkemece
delillerin eksik toplanması (bilirkişi incelemesi yaptırılmaması) ve hatalı
değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmek suretiyle anayasal
haklarının ihlal edildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucunun
iddialarının özü, derece mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada
isabet edemediğine ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkindir.
21. Yargılamayı ilk derece mahkemesi sıfatıyla yerine getiren
Yargıtay 5. Ceza Dairesi; sanığın savunmasına, tanık beyanlarına, HTS
raporlarına, iletişimin tespiti tutanaklarına ve belge delillerine (gerekçeli karar, s. 21) dayanarak söz
konusu kararı vermiştir. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları,
dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da
yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır (gerekçeli
karar, s. 21-29).
22. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin ve Yargıtayın kararında bariz takdir
hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
23. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
24. Başvurucu, savunma tarafının delillerinin hangi nedenle
reddedildiğine ve diğer delillerin neden üstün tutulduğuna ilişkin mahkûmiyet
hükmünün gerekçe içermediğini iddia etmiştir.
25. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
26. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
27. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
28. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri,
dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin
değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını,
uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir
yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu
gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması ve
makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının
ihlalinden söz edilemez (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23)
29. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden,
hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle
seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna
uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, §
24).
30. Bununla birlikte derece mahkemelerinin, taraflarca ileri
sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğu bulunmayıp, hükme esas teşkil
eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunu ortaya koyması yeterlidir. Diğer
taraftan kanun yolu mercilerince; onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları
verilmesi hâlinde alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterdikleri
gerekçeler kabul edilmiş olacağından, anılan kararlarda ayrıca gerekçe
gösterilmesine gerek bulunmamaktadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
içtihatları da bu yöndedir (Van de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90, 19/4/1994, §
61).
31. Başvuru konusu olayda, ilk derece mahkemesi kararlarının
gerekçesi somut olayla da bağlantı kurularak açıklanmış, temyiz mercii
tarafından da ilk derece mahkemesinin kararı hukuka aykırı bulunmayarak, temyiz
talepleri gerekçeleri ile reddedilmiştir (§§ 9 ve 10). Dolayısıyla derece
mahkemelerinin kararlarında yer verilen gerekçenin yetersiz veya keyfi olduğu
söylenemez.
32. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar
çerçevesinde bir temel hak ihlalinin olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Tanık Dinletme Hakkının İhlali İddiası
33. Başvurucu, ilk derece mahkemesi tarafından, özel yetkili
mahkeme uygulamaları ile ilgili olarak anlatımda bulunmak üzere, o dönemde
görevli teknik personel ile yetkili Cumhuriyet Başsavcısı ve Vekillerinin tanıklıklarına
ilişkin talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık
olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç
ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
d) İddia
tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia
tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin
sağlanmasını istemek;”
35. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen
kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme
imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin
şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına
saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde iddia makamının
sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir
şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını
sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi,
mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış
eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir iddianın dayanaklarıyla ileri
sürülmüş olması gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
36. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri
sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla
birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma
ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını
denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi
başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının
değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
37. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Silahların eşitliği ilkesi
davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı
koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir
duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde
dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 32). Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü AİHS’in 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek AİHS’in
lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkesine Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
38. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında yer alan ve “suç isnadı altındaki
kişiler”e
ilişkin olan “suçlamayla ilgili
bilgilendirilme”, “savunma için
yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma”, “bizzat, müdafii vasıtasıyla
veya adli yardımla savunma”, “tanık
dinletme ve tanık sorgulama” ile “çevirmenden
ücretsiz yararlanma” hakları, 6. maddenin (1) numaralı fıkrasında
koruma altına alınmış daha genel nitelikteki “hakkaniyete
uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Sakhnovskiy/Rusya
[BD], B. No: 21272/03, 2/11/2010, § 94; Asadbeyli ve
Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05 14729/05
16519/06, 11/12/2012, §§ 130-132).
39. Bu nedenle AİHS’in 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki özel güvencelerin, 6. maddenin (1)
numaralı fıkrasında yer alan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ışığında değerlendirilmesi
gerekir. Diğer taraftan 6. maddenin (3) numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde
düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta olup bunlardan her biri
yorumlanırken diğerleri dikkate alınmalıdır (Bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:
25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54.).
40. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için “silahların eşitliği”
ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere
ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü
ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
41. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendinde ilk olarak, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme
veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün
kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir
duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istinasız
olmamakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın
soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı
bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın
hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde
kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine
dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık
tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde
alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (B. No:
2013/99, 20/3/2014, § 46).
42. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendinde ikinci olarak sanığın, savunma tanıklarının da iddia
tanıklarıyla “aynı koşullar altında”
davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına
alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir
gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığının
değerlendirmesi, kural olarak, derece mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir.
AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendi, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini
gerektirmez. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların
eşitliği ilkesi”ne
uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır.
Dolayısıyla, bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi
yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli
olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak
suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (B. No: 2013/99,
20/3/2014, § 47).
43. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup
olmadığının değerlendirilmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi
dâhilindedir. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet
etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin niçin önemli
olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için niçin gerekli olduğunu açıklamak
suretiyle tanık dinletme talebini desteklemelidir (B. No: 2013/99, 20/3/2014, §
54). Diğer yandan, 5271 sayılı Kanun’un 178. maddesine göre, mahkeme başkanı
veya hâkim, sanığın (başvurucunun) gösterdiği tanık veya uzman kişinin
çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık o kişileri mahkemeye
getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.
44. Mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya
çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi
talebini reddedebilir (Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05, 35680/05 ve 36085/05,
26/7/2011, § 196).
45. Derece Mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Yargıtay 5. Ceza
Dairesi, mahkûmiyet kararı verirken olayla ilgili doğrudan bilgi sahibi olan
tanıkların beyanlarına ve yukarıda bahsi geçen delillere dayanmıştır (gerekçeli karar, s. 26-29). Başvurucu,
savunmasına itibar edilmemesi halinde dilekçesinde belirttiği tanıkların
dinlenmelerini talep etmiştir. Söz konusu yargılamada mahkeme, davaya ilişkin olarak
delilleri değerlendirerek, gösterilen tanıkların davayla ilgisini taktir etmiş,
taleple ilgili olarak açık bir karar vermemiş, bu tanıkları dinlemeyerek talebi
örtülü olarak reddetmiştir. Bu örtülü ret kararına rağmen başvurucu gösterdiği
tanıkları mahkemede de hazır etmemiştir.
46. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun
ayrıca tanıkların dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya
çıkması için niçin gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme
talebinde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının,
sanık savunmalarına, diğer tanık beyanlarına ve maddi delillere dayanılarak
verildiği de gözetildiğinde, yargılamanın bir bütün olarak adil olmadığına
ilişkin bir bulguya da rastlanmamıştır.
47. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun yargılandığı davada
tanık dinletme talebinin kabul edilmediği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle, başvurunun “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına, 16/10/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.