TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖZGÜR GÖRMEZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/843)
|
|
Karar Tarihi: 3/4/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Özgür GÖRMEZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Yüksel BULUT
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması
nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi
aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 27/3/2013 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul
edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar
vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 21/6/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 18/7/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine
sunulan görüş başvurucuya 29/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu görüşe
karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, suç işlemek amacıyla örgüt kurup yönetmek, suç
işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, cebir ve tehdit kullanarak kişiyi
hürriyetinden yoksun kılmak, silahla kendisini tanınmayacak bir hale koyarak
birden fazla kişi ile birlikte yağma suçlarına ilişkin olarak 18/7/2006
tarihinde göz altına alınmış ve İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince 21/7/2006
tarihinde tutuklanmıştır.
8. Tutuklu olarak İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan
başvurucu, Mahkemenin 19/4/2010 tarih ve E.2005/141, K.2010/184 sayılı
kararıyla isnat edilen çeşitli suçlar nedeniyle 18 kez 11 yıl 8 ay ve 26 kez 5
yıl hapis cezası olmak üzere çeşitli hapis cezalarına mahkûm edilmiştir.
9. Başvurucu hakkında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince
verilen mahkûmiyet kararları Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 29/6/2011 tarih,
E.2011/3862, K.2011/8880 karar sayılı ilamıyla bozulmuştur.
10. Bozma kararı sonrasında yargılamada başvurucu, 5271 sayılı
Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan azami 5 yıllık
tutukluluk süresinin aşıldığını belirterek tahliye edilmeyi talep etmiştir.
11. Bu talep İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince 20/12/2012
tarihli duruşmada “tutuklama kararında
sayılan suçlardan hangileri için tutuklama kararı verilmiş ise, ilgili
tutuklama müzekkerelerindeki her bir suça ilişkin ayrı ayrı infaza verilmesinde
zorunluluk bulunması, anılan nedenle 5 yıllık zorunlu sürenin ağır cezalık her
suç için, tutuklama kararında belirtilen bu suçlardan her birisi açısından
mahkemece 5 yıllık tutukluluk süresine ayrı ayrı riayet edilmesinin CMK.’nun 101. maddesi içerisinden anlaşılması, tutuklama
müzekkeresinin ise yalnızca ceza infaz kurumunda şüpheli yada sanığın
bireyselleştirilmesine ilişkin ayırıcı unsur olması, bunun aksinin düşünülmesi
halinde, tutuklama kararında birden çok suça yönelik karar verildiği hallerde
tek suçtan tutuklanmış gibi eksik işlem yapılmasına sebebiyet verilmesinin söz
konusu olması, farklı mahallerde işlediği ağır cezalık suçlar nedeni ile ya da
farklı ağır cezalık suçlara dayalı olarak ayrı tutuklama kararlarına bağlı
olarak tutuklanan şüpheli yada sanıkların her suçu yönünden ayrı ayrı 5 yıllık
tutukluluk süresinin infazının gerekli oluşu, mahkememizin görev alanına giren
örgütlü suçlardan olan sanıkların üzerlerine atılı suçların örgüt kapsamında
olması, yine CMK.'nun 8. ve devamı maddelerindeki
gösterilen bağlantı nedeni ile birden fazla ağır cezalık suçların bir mahkemede
ve tek tutuklama müzekkeresine bağlı olarak infaz edilen tutukluluk hallerinin
her bir suç için ayrı ayrı değerlendirilmesinde zaruret bulunmaktadır”
gerekçesiyle reddedilmiştir.
12. Bu karara yapılan itirazı inceleyen İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi 28/1/2013 tarih ve 2013/67 Değişik İş sayılı kararıyla “birden fazla ağır cezalık suç nedeniyle yargılanan
sanıkların kaçma şüphesinin olduğunu” belirterek itirazı
reddetmiştir.
13. Mahkeme 11/12/2013 tarihinde başvurucunun tahliyesine ve
adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir.
14. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/160 Esas sayılı
dosyasında dava derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
15. 5271 sayılı Kanun’un 8. maddesi şöyledir:
“(1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her
ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden
sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme
fiilleri de bağlantılı suç sayılır.”
16. 5271 sayılı Kanun’un 9. maddesi şöyledir:
“(1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine
giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede
dava açılabilir.”
17. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir
tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama
kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri
ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
…”
18. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
19. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli
veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 3/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 18/1/2013 tarih ve 2013/843 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresini
doldurması üzerine yaptığı tahliye talebinin reddedildiğini belirterek
Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
22. Adalet Bakanlığı görüşünde 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrasında yer alan “Mahkeme,
23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine
yapılacak bireysel başvuruları inceler.” şeklindeki düzenleme
karşısında, Anayasa Mahkemesi’nin zaman bakımından yetkisinin başlangıcının 23
Eylül 2012 tarihi olduğu ve ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararların bireysel başvurunun konusu olabileceğini, aynı Kanun’un 47. maddesinin
beşinci fıkrasına göre bireysel başvurunun kanun yollarının tüketildiği
tarihten itibaren 30 gün içinde yapılması gerektiğini belirtilmiştir.
23. Adalet Bakanlığı, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi
uyarınca, kanuna aykırı olarak tutulduğunu iddia eden kişilerin derece
mahkemelerinde tazminat talep etme hakkına sahip olduklarını, dolayısıyla kabul
edilebilirlik konusundaki incelemede bu hususun göz önünde bulundurulması
gerektiğini ifade etmiştir.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
25. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
26. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir
hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu
otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari
ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru
yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin
ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §
27).
27. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla
mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da
etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının
kanıtlanmamış olması gerekir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 28-29).
28. Adalet Bakanlığının görüşünde işaret edildiği üzere 5271
sayılı Kanun’un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan
veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak
tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu
süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddî ve manevî her türlü
zararlarını Devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir
başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un tazminat
isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat
isteminde bulunulabileceği ifade edilmiştir.
29. Somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin aşılması
nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı iddia edilmektedir. Buna
göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde tutukluluğun devamına karar verilmiş
ise madde kapsamında bunun mağduru sadece maddi ve/veya manevi tazminat istemiyle
dava açabilecektir.
30. Bu durumda 5271 sayılı Kanun’un 141. ve devamı maddelerinde
belirtilen yola öncelikle başvurulmasının zorunlu olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekir.
31. Bu konuya ilişkin bazı Yargıtay kararları belli durumlarda
tazminat talebi için asıl hükmün kesinleşmesinin aranmadığını göstermektedir
(Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 4/4/2012 tarih ve E.2011/15700, K.2012/9187;
15/5/2012 tarih ve E. 2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararları). Tutukluluk
süresinin verilen cezadan fazla olması nedeniyle makul görülmediği, bu nedenle
tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirten kararlara rastlamak da mümkündür
(Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17/12/2012 tarih ve E. 2012/20277, K.2012/27572;
3/1/2013 tarih ve E.2012/24083, K. 2013/1 sayılı kararları). Ancak bu
örneklerin hiçbiri somut olay açısından bahse konu yolun etkili olduğunu
göstermemektedir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 28-35).
32. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının dayanaktan
yoksun olmaması ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmaması nedeniyle
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
33. Başvurucu, tutukluluk süresinin kanunda öngörülen azami
süreyi aşması nedeniyle tutulmasının hukuki dayanağının olmadığından şikâyet
etmektedir.
34. Başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin
şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası açısından değerlendirilmesi gerekir.
35. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları
kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş
hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi;
bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak
ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı
veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine
getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde
veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir
müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun
olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek
isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı
verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse
hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.
Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
…”
36. Adalet Bakanlığı, başvurucunun beş yıldan fazla tutuklu
bulundurulduğu iddialarına ilişkin olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
(Sözleşme) 5. maddesi kapsamında tutmanın hukuki sayılabilmesi için birinci
fıkranın (a) ve (f) bentleri arasındaki istisnalardan birinin karşılanması
gerektiğini, tutmanın bu anlamda hukuki olduğu anlaşıldıktan sonra,
Sözleşmenin, “kanunda düzenlenmiş bir
prosedürün” izlenip izlenmediği dâhil olmak üzere, esas ve usul
kurallarına uyma yükümlülüğünü ulusal hukuka bıraktığını, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin (AİHM), Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında sanığın birden fazla
suç nedeniyle tek bir davada yargılandığı durumlarda, tutukluluk süresini tek
bir tutukluluk olarak değerlendirebileceğini belirtmiştir.
37. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konulduktan sonra,
ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması
ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi
birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
38. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve
hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu
sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü,
Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §
43).
39. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların,
kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak
idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler
esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19.
maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı
korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek
sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması
gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı
gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için,
uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 44).
40. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki
yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek
uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği
belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin
azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 40).
41. Somut olayda başvurucu 18/7/2006 tarihinde gözaltına alınmış
ve 21/7/2006 tarihinde tutuklanmıştır. İlk derece mahkemesinin 19/4/2010
tarihli mahkûmiyet kararı Yargıtayca yapılan temyiz
incelemesi neticesinde 29/6/2011 tarihinde bozulmuş ve yargılamaya yeniden ilk
derece mahkemesinde devam edilmiştir. Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda
belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen 5 yıllık azami sürenin
dolduğu gerekçesiyle tahliye talebiyle İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine
başvurmuştur.
42. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği
sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya
hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz.
Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması
da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya
Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde bariz takdir
hatası veya açık keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu
tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel
başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede
yapılması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 48).
43. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde soruşturma ve
kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler
düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve
girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki birden
fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden
yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve
kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında,
uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı
açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin
kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından
aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı
hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi
etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede
ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde
esas alınmaları mümkün değildir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 49).
44. Diğer taraftan, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası
tutuklulukta makul süreyi güvence altına almıştır. Dolayısıyla kanunla
tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai
durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu süre doluncaya
kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda
dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal
edildiği sonucuna varılacaktır (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 50).
45. 5271 sayılı Kanun’daki azami tutukluluk süresinin ağır
cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle
düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin
kanuni tutukluluk süresinin aynı dosya kapsamındaki her suç için ayrı ayrı
hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak
yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya
elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami
tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden
mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bu durumun
başvurucu açısından öngörülebilir olmadığı açıktır. Bir hukuk devletinde henüz
suçluluğu sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum
nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması
düşünülemez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 53).
46. Tutukluluk süresinin belirlenmesinde ilk derece mahkemesi
önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, bu
kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu olma” kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni
ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüşmektedir.
(B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler
tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma
kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya
dönüşeceğinden bu aşamada da ilk derece mahkemesi önünde geçen süre
değerlendirmede dikkate alınacaktır.
47. Somut olayda başvurucu 18/7/2006 tarihinde gözaltına
alınması ile ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararı verdiği 19/4/2010 tarihi
arasında “bir suç isnadına bağlı olarak”
tutulmuştur.
48. Mahkemenin 19/4/2010 tarihli kararı yapılan temyiz
incelemesi neticesinde Yargıtay tarafından 29/6/2011 tarihinde bozulmuştur. İlk
derece mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtayın bozma
kararı tarihi arasında geçen sürede başvurucu, “ilk
derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur.
Başvurucu, Yargıtayın bozma kararı sonrasında yeniden
“bir suç isnadına bağlı olarak” tutulmaya
devam edilmiş ve başvurucunun ilk derece mahkemesince tutuklu olarak
yargılandığı 18/7/2006-19/4/2010 ile 29/6/2011-11/12/2013 tarihleri arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulma
sürecinde 28/9/2012 tarihi itibarıyla beş yıllık azami süre dolmuştur.
49. Başvurucunun, “bir suç
isnadına bağlı olarak” tutulduğu sürenin beş yılı aşan kısmının
hukuki dayanağı bulunmayıp Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında
belirtilen “kanunîlik”
şartına uymamaktadır.
50. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
51. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. Başvuru kapsamında Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin
karar tarihinden önce İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince 11/12/2013 tarihinde
başvurucunun tahliyesine ve adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar
verildiği anlaşılmıştır.
53. Başvurucunun tutukluluk hali sona erdiğinden Anayasa
Mahkemesince hükmolunan hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gereken bir işlem bulunmamaktadır. Başvuru sonucunun bildirilmesi
amacıyla karar örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesi yeterlidir.
54. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 başvuru harcı ve
1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal
edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından
yapılan 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Kararın ilgili mahkemeye
bildirilmesine,
3/4/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.