TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BERAT KÜRŞAT TOSUN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8437)
|
|
Karar Tarihi: 30/12/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 28/3/2015-29309
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şükrü DURMUŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Berat Kürşat TOSUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali DÜZEL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğunun
kanunda öngörülen azami sınırı aşması nedeniyle hukuka aykırı hâle geldiğini,
ayrıca makul süreyi de aştığını ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/11/2013 tarihinde
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 24/12/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/2/2014
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 6/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir.
6. Adalet Bakanlığı, görüşünü
7/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 14/3/2014 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevap vermemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru dilekçesi, Bakanlık
görüşü ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucu, 1/9/2008
tarihinde gözaltına alınmış, Silivri 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 4/9/2008 tarih
ve 2008/88 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
10. Başvurucu hakkında, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 20/2/2009 tarih ve E.2009/198 sayılı
iddianameyle haksız çıkar sağlamak için kurulan suç örgütüne üye olmak, yağma,
hırsızlık ve 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile
Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla kamu
davası açılmıştır.
11. Başvurucu, E.2009/64 sayılı
dosya kapsamında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmıştır. Mahkeme
16/10/2012, 27/12/2012, 13/3/2013, 10/5/2013, 10/7/2013, 2/10/2013 ve
17/12/2013 tarihli duruşmalarda başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Sanıklar BERAT
KÜRŞAT TOSUN, Ş.T. ve S.K.'ın üzerlerine atılı suçun
yasal yaptırımı olan sevk maddelerinin alt ve üst sınırlarına, suç ve tutuklama
tarihine nazaran kaçma şüphesi devam ettiğinden atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde
yazılı suçlardan olması, kuvvetli suç şüphesini gösteren olgu kriterinin mevcut
dosyada devam etmesi, delilleri karartma ihtimalinin bulunması bu nedenle
koruma tedbirlerinin de uygulanması yeterli olmayacağından tutuklama sebepleri
kalkmadığından TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA”,
12. Başvurucu, 23/9/2013
tarihinde Kanun’da öngörülen beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolduğundan
bahisle tahliye talebinde bulunmuş, bu talep İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesinin 24/9/2013 tarih ve 2013/590 Değişik İş sayılı kararıyla
reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkememizin 2009/64 esas sayılı dosyasında sanık
BERAT KÜRŞAT TOSUN’un üzerine atılı suçların
niteliği, kovuşturmanın gelinen aşaması ve esas hakkındaki mütalaada tatbiki
istenen madde ve tekabül eden cezaların miktarı nazara alınarak TAHLİYE
TALEBİNİN REDDİNE,”
13. Anılan karara karşı yapılan
itiraz, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesinin 31/10/2013 tarih ve 2013/237
Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 5/11/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Sanık Berat Kürşat Tosun'un üzerine atılı suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın üzerine atılı suçun işlendiği yönünde
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması nedeniyle
İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin tutukluluğun devamına ilişkin verilen
kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından;
Sanığın itirazının REDDİ ile sanık Berat Kürşat Tosun'un
TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA”
14. Başvurucu 7/11/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. Başvurucu, 17/12/2013 tarih
ve E.2009/64 sayılı oturumda da tutukluluk süresinin beş yılı aştığı
gerekçesiyle tahliye talebinde bulunmuştur. Mahkeme tutukluluk halinin devamına
karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Sanıklar BERAT KÜRŞAT TOSUN, Ş.T. ve S.K.'nın üzerlerine atılı suçun yasal yaptırımı olan sevk
maddelerinin alt ve üst sınırlarına, suç ve tutuklama tarihine nazaran kaçma
şüphesi devam ettiğinden atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde yazılı suçlardan
olması, kuvvetli suç şüphesini gösteren olgu kriterinin mevcut dosyada devam
etmesi, delilleri karartma ihtimalinin bulunması bu nedenle koruma
tedbirlerinin de uygulanması yeterli olmayacağından tutuklama sebepleri
kalkmadığından TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA,”
16. Anılan karara karşı yapılan
itiraz, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/1/2014 tarih ve 2014/1 Değişik İş
sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Sanıklar hakkında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince
verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin kararda usul ve yasaya aykırı bir
yön bulunmadığı ve itirazın yerinde olmadığı anlaşıldığından sanıkların
itirazlarının REDDİ ile sanıklar BERAAT KÜRŞAT TOSUN ve S.K'nın TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA,”
17. İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi 25/2/2014 tarihli oturumda da başvurucunun tutukluluk halinin
devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Sanıklar BERAT KÜRŞAT TOSUN…'nın
üzerlerine atılı suçun yasal yaptırımı olan sevk maddelerinin alt ve üst
sınırlarına, suç ve tutuklama tarihine nazaran kaçma şüphesi devam ettiğinden
atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde yazılı suçlardan olması, kuvvetli suç
şüphesini gösteren olgu kriterinin mevcut dosyada devam etmesi, delilleri
karartma ihtimalinin bulunması bu nedenle koruma tedbirlerinin de uygulanması
yeterli olmayacağından tutuklama sebepleri kalkmadığından TUTUKLULUK HALLERİNİN
DEVAMINA,”
18. İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi 6/3/2014 tarih ve E.2009/64 sayılı kararla başvurucunun tahliyesine
karar vermiştir.
19. İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi 10/3/2014 tarih ve E.2009/64, K.2014/49 sayılı kararıyla 6526 sayılı
Kanun’un 1.maddesi gereğince dava dosyasının Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
20. Bakırköy 10. Ağır Ceza
Mahkemesi 16/10/2014 tarih, E.2014/115 sayılı karar ile yetkisizlik kararı
vererek dava dosyasını İstanbul Anadolu Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine
göndermiştir.
B. İlgili
Hukuk
21. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde,
şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki
suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde,
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
…
7. (Ek
bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.17.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
…”
22. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez..”
23. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
24. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddenin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi
şöyledir:
“(1) Hırsızlık
suçunun;
b) Herkesin
girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri
içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında,
İşlenmesi hâlinde, üç yıldan yedi
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
25. 5237 sayılı Kanun’un 149.
maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yağma suçunun;
a) Silâhla,
b) Kişinin
kendisini tanınmayacak bir hâle koyması
suretiyle,
c) Birden fazla kişi tarafından
birlikte,
d) (Değişik
bent: 18/06/2014-6545 S.K./64. md) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,
....
f) Var olan
veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
...
h) Gece vaktinde,
İşlenmesi hâlinde,
fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur.”
26. 5237 sayılı Kanun’un 220.
maddenin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Örgütün silâhlı olması hâlinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar
artırılır.”
27. 10/7/1953 tarih ve 6136
sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un 13.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli
silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar
veya bulunduranlar hakkında bir yıldan
üç yıla kadar
hapis ve otuz günden yüz
güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 30/12/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/11/2013 tarih ve 2013/8437
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
29. Başvurucu, azami tutukluluk
süresinin aşıldığını, tutukluluk süresinin makul olmadığını, ayrıca 5271 sayılı Kanun'da belirlenen azami beş yıllık sürenin
aşılmış olmasının Anayasa'da yer alan suç ve cezaların kanuniliği ilkesini
ihlal ettiğini belirterek, Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespit edilerek
dosyanın gereği yapılmak üzere İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi
ile 10.000,00 TL. maddi ve 100.000,00 TL. manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
30. Başvurucunun kanuni
tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası, tutukluluk süresinin makullüğü ile ilgili şikâyetinin ise
yedinci fıkrası açısından değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun Anayasa'nın 38. maddesinin ihlal edildiği
yönündeki şikâyetinin de, tutuklamanın kanuniliğinin
değerlendirilmesi yönünden incelenmesi gerekir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
31. Başvurucunun iddiaları
dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Kanunda
Öngörülen Azami Tutukluluk Süresinin Aşıldığı İddiası
32. Başvurucu, öncelikle,
Kanun’daki azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tutulmasının hukuka
aykırı olduğunu iddia etmiştir.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvuruya konu yargılamada başvurucunun 1/9/2008 tarihinde gözaltına alındığı
ve halen tutuklu olarak yargılandığı, buna göre başvurucunun yaklaşık beş yıl
altı ay tutuklu kaldığını, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanun’un 10. maddesinin
beşinci fıkrası hükmüne göre bir kısım suçlar bakımından 5271 sayılı Kanun’un
102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen tutukluluk süresinin iki
katı olarak uygulanacağının hükme bağlandığı, anılan madde hükmüne göre
başvurucunun yargılandığı suç itibariyle azami tutukluluk süresinin 10 yıl
olduğu, Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarih ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı
kararı ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin beşinci fıkrasının iptal
edildiğini, ancak iptal hükmünün yürürlüğünün bir yıl ertelendiğini ifade
etmiştir.
34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanda bulunmamıştır.
35. Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.
36. Anayasa’nın 19. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu
ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği
durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik
hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir.
37. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı
13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve
şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (B.
No: 2012/239, 2//7/2013, § 44).
38. Kişi hürriyeti ve
güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk
kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi
keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede
öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu
nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten
yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince,
başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, kanunun hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek
için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (B. No: 2012/239,
2//7/2013, § 45).
39. Tutukluluk, 5271 sayılı
Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi
ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı
verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması
halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde
belirtilmiştir.
40. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde
tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde
gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı
geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk
süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.
41. Somut olayda başvurucu
1/9/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve 4/9/2008 tarihinde tutuklanmıştır.
Başvurucu, 5271 sayılı Kanun’un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca
tutukluluk için öngörülen azami sürenin dolduğu iddiasıyla tahliye talebinde
bulunmuştur. Davaya bakan mahkeme ile itiraz mercii, azami beş yıllık süre
konusunda herhangi bir değerlendirme yapmadan diğer gerekçelerle talebi reddetmiş
ve tutukluluğun devamına karar vermişlerdir (Bkz. §§ 13-17).
42. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve
somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla
incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir (B. No: 2012/239, 2//7/2013, § 49).
43. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami
kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine
giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki
birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden
yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve
kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında,
uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı
açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin
kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından
aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı
hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi
etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede
ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde
esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin
ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesindeki
düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması
hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün
görünmemektedir (B. No: 2012/239, 2//7/2013, § 50).
44. Diğer taraftan, Anayasa'nın
19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına
almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar
makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir
şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine,
üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, tutukluluk makul süreyi aşmışsa,
anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (B. No: 2012/239,
2//7/2013, § 51).
45. Başvurucunun 1/9/2008
tarihinde gözaltına alındığı ve 4/9/2008 tarihinde tutuklandığı
anlaşılmaktadır. Buna göre 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi 1/9/2013 tarihinde dolmuştur. Bu
durumda başvurucunun bu tarihle tahliye tarihi olan 6/3/2014 arasındaki 6 ay 5
gün süren tutukluluk halinin kanunda öngörülen şekil ve şartlara uymadığı
sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Tutuklulukta Makul Sürenin Aşıldığı İddiası
47. Başvurucu tutukluluk
süresinin uzunluğundan şikâyet etmiştir.
48. Adalet Bakanlığı görüşünde,
söz konusu şikâyete benzer nitelikteki başka başvurular ile ilgili olarak
Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar dikkate alındığında, somut başvuru
açısından bahsi geçen kararlarda varılan sonuçlardan farklı bir neticeye
ulaşılmasını gerektirecek bir neden bulunmadığını ifade etmiştir.
49. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
50. Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin,
yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında
serbest bırakılmayı isteme hakkı güvence altına alınmıştır.
51. Tutukluluk süresinin makul
olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha
ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir
(B. No: 2012/239, 2//7/2013, § 61).
52. Bir davada tutukluluğun
belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm
olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir
(B. No: 2012/239, 2//7/2013, § 62).
53. Tutuklama tedbirine
kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanısıra
bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için
yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya
ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle
birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili”
ve “yeterli” görüldüğü takdirde,
yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın
karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi
faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate
alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/239, 2//7/2013,
§ 63).
54. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı
ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında
sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup
olmadığı göz önüne alınmalıdır (B. No: 2012/239, 2//7/2013, § 64).
55. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye
kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/239,
2//7/2013, § 65).
56. Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına
alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama
tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir
(B. No: 2012/239, 2//7/2013, § 66).
57. Somut olayda başvurucu
gözaltına alındığı 1/9/2008 tarihi ile tahliye edildiği 6/3/2014 tarihi
arasında tutuklu kalmıştır. Buna göre süre 5 yıl 6 ay 5 gün olarak tespit
edilmektedir.
58. Dava toplam altı sanık
hakkında çok sayıda suç isnadına dayalı olarak görülmüştür. Bu itibarla davanın
nispeten karmaşık olduğu söylenebilir.
59. Ancak, kuvvetli suç şüphesi
ile birlikte tutukluluğun devamını haklı gösteren nedenlerin belirtilmesi
şartıyla soruşturma veya kovuşturmanın tutuklu sürdürülmesi mümkün olabilir. Somut
olayda, derece mahkemelerince verilen tutukluluğun devamı ve tutukluluğa
itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin
tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı
gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde
olduğu görülmektedir (Bkz. § 12).
Dahası, kanundaki azami sürenin dolmuş olduğu iddiasıyla
başvurucu tahliye talebinde bulunmuş, beş yıllık süre dolmasına rağmen, davayı
gören ve itirazı inceleyen mahkemeler kararlarında tahliye talebini
reddetmişler, fakat beş yıllık azami süre konusundaki iddiaya hiçbir şekilde
değinmemişlerdir (Bkz. §§ 13-17). Beş yılı aşan bir
tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu
söylenemez.
60. Açıklanan
nedenlerle, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
61. Başvurucu,
10.000,00 TL maddi ve 100.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvuruda Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü ve yedinci fıkralarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Başvurucu hakkında tahliye kararı verilmekle tutukluluk hali sona ermiştir. Bu durumda, başvurucunun özgürlük ve güvenlik
hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek
ölçüdeki manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
net 9.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu, uğradığını iddia
ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge
sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için,
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında
illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan
başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.
65. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” iddiası ile ilgili olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. “Tutukluluğun
makul süreyi aşmış olması” iddiası ile ilgili olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 9.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35
TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
30/12/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.