TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FERYAT AYTİMUR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/658)
|
|
Karar Tarihi: 30/12/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 28/3/2015-29309
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şükrü DURMUŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Feryat AYTİMUR
|
Vekili
|
:
|
Av. Cemal TINARLIOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı dava
kapsamında 6 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması, tutukluluk konusunda
ayrımcılığa maruz kalması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle
Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağı, 19. maddesinde
düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, 38. maddede düzenlenen masumiyet
karinesi ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 9/1/2014 tarihinde Gebze
1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca
31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı tarafından dosyaya
ilişkin görüş sunulmayacağı belirtilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade
edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 1/11/2007 tarihinde gözaltına
alınmış, “suç işlemek için örgüt kurmak,
kurulan örgüt içinde yer almak ve nitelikli yağma” suçlarını
işlediği iddiasıyla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 5/11/2007 tarihli,
2007/378 soruşturma ve 2007/97 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
8. 26/11/2007 tarihinde İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının E.2007/1474 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında
"kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, suç
işlemek için kurulan örgüte üye olmak, yağma, tehdit"
suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
9. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi,
E.2007/510 sayılı dosya kapsamında ilk duruşmasını 28/5/2008 tarihinde yaparak
başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
10. Mahkeme, 10/11/2008 tarihindeki 2.
celsede ve devamında yapılan 12 celsede başvurucunun tutukluluk halinin devamı
yönünde karar vermiştir.
11. Mahkeme, 15. celsede 6/12/2012
tarih ve E.2007/510, K.2012/328 sayılı kararıyla başvurucunun üzerine atılı
suçlardan toplam 61 yıl 33 ay hapis ve 600 TL adli para cezası ile
cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Bu karar,
başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir.
12. Başvurucu eksiklik yazısına
cevabında, 6/12/2012 tarihli tutukluluğun devamı kararına itiraz etmediğini
belirtmiştir.
13. Başvurucu 9/1/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
14. Dava temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili Hukuk
15. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 109. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile
kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
16. 5237 sayılı Kanun’un 149.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yağma suçunun;
a) Silâhla,
b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle,
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
d) (Değişik bent: 18/06/2014-6545 S.K./64. md) Yol kesmek suretiyle ya
da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,
e) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan
kişiye karşı,
f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu
güçten yararlanılarak,
g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,
h) Gece vaktinde,
İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
17. 5237 sayılı Kanun’un 220.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
18. 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı
Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler
Hakkındaki Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait
mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç
yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
19. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde,
şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
…
7. (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.17.md)
Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar
hariç, Madde 220)
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 30/12/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 9/1/2014 tarih ve 2014/658 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, yargılandığı dava
kapsamında 6 yılı aşan bir süredir tutuklu bulunduğunu, kanuni tutukluluk
süresi konusunda diğer mahkemeler tarafından başka tutuklulara tanınan tutuksuz
yargılanma hakkının kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olarak kendisine
tanınmadığını, yerel mahkemenin soyut ve basmakalıp gerekçelerle tutukluluk
halinin devamına karar verdiğini, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini, yerel mahkemenin karar verdiği 6/12/2012 tarihinden 10 ay 18 gün
sonra dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
geldiğini belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağı,
19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkı ve 38. maddede düzenlenen masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 5.000,00 TL. manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucunun,
tutukluluk süresi konusunda ayrımcılık yasağının ihlali, basmakalıp
gerekçelerle tutukluluğun devam ettirilmesi nedenleriyle masumiyet karinesinin
ihlali, kanuni tutukluluk süresi, uzun tutukluluk ve tutukluğun devamına ilişkin
kararların gerekçelerine yönelik şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesi, uzun
süren yargılamaya ilişkin şikâyetinin ise Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında
değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi
Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
23. Başvurucu, 6 yılı aşan bir süredir
tutuklu olduğunu, tutukluluğun devamına ilişkin kararların formül gerekçelere
dayalı olduğunu, kanuni tutukluluk süresi konusunda ayrımcılığa maruz kaldığını
ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir. …”.
25. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Başvuru
süresi ve mazeret” kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir.”
26. Bireysel başvurunun kabul
edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı,
bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir
başvuru koşuludur (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
27. Yukarıda belirtilen hükümler
uyarınca bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine
ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen
hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun
şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm
sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak
anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin
katı bir şekilde yorumlanması, birtakım başvurular açısından bireysel
başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle,
olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun
tüketilmesi şartı aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut başvurular
açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (B. No:
2013/1582, 7/11/2013, § 20).
28. Bireysel başvurunun, başvuru yolu
öngörülmeyen durumlarda, ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
yapılması gerekmekle birlikte, başvuru süresinin başlangıç tarihinin
belirlenmesi noktasında, başvurucunun ihlal oluşturan işlem, eylem veya kararla
ilgili yeterince bilgi sahibi olması aranacaktır. Bu kapsamda, ilgili nihai
kararın tebliğinin öngörüldüğü hallerde tebliğ tarihinin, tebliğ öngörülmeyen
hallerde ise başvurucunun kararın içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin
esas alınması gerekir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 21).
29. Devam eden tutukluluğun hukuka
aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel
amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep
veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna
bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen
hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının
yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
30. Kişi serbest bırakılmadan
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa,
mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda
kişinin hukuki durumu "bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu" olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel
başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete
hükmedilmesi arasındaki esaslı fark da bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar
verilmesi, şüphenin yenildiği anlamına gelmekte; isnat olunan suçun işlendiği,
bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle
sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına
hükmedilmektedir. Bir başka ifadeyle tutuklu sanığın hukuki statüsü değişmekte,
tutuklanmasına neden olan (kuvvetli) şüphe yerini, her türlü şüpheden uzak bir
kabulü ifade eden "kanaat"e
bırakmaktadır. Bu nedenle mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesinin
ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk halinin sona erdiğinin kabulü
gerekir. Bu bakımdan, mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez.
Nitekim gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gerekse Yargıtay,
mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir.
AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu
mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme'nin 5. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca "mahkûmiyet
sonrası tutma" olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin
hesabında dikkate almamaktadır (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 32).
31. Bu nedenle mahkûmiyete ilişkin ilk
derece mahkemesi kararıyla birlikte, sanığın tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü
ve dolayısıyla tabi olduğu rejim değiştiğinden, 30 günlük başvuru süresinin,
itiraz yoluna başvurulmayan durumlarda, tutukluluğun hükümle birlikte devamına
dair kararın başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması
gerekir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 33).
32. Somut olayda başvurucu isnat edilen
suçlar nedeniyle 5/11/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince 6/12/2012 tarihinde E.2007/510, K.2012/328
sayılı kararla mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Bu
karar, başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir. Başvurucu eksiklik yazısına
cevabında, 6/12/2012 tarihli tutukluluğun devamı kararına itiraz etmediğini
belirtmiştir (Bkz.§§ 11-12)
33. Buna göre İlk Derece Mahkemesinin
6/12/2012 tarihli mahkûmiyet ve tutukluluğun devamı kararı ile başvurucunun
tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Bu karar başvurucuya aynı tarihte
tefhim edilmiş olup, başvurucu, anılan karara karşı itiraz yasa yoluna
başvurmadığını belirtmiştir. Bu belirlemeler karşısında, uzun tutuklulukla
ilgili şikayetleri içeren bireysel başvurunun İlk Derece Mahkemesinin nihai
kararını verdiği 6/12/2012 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması
gerekirken 9/1/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu
sonucuna varılmıştır.
34. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu
kısmının“süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Adil
Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
35. Başvurucunun, yargılamanın makul
süreyi aştığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, başka
bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı anlaşılmakla, başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
36. Başvurucu, yargılamasının makul
olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
37. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
38. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41–45).
39. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6.
maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı)
makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil,
ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza
hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi
yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, suç işlemek için
kurulan örgüte üye olmak, yağma, tehdit” suçlarını işlediği
iddiasıyla dava açılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı
Kanun’da hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmışlardır. Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 32).
40. Ceza muhakemesinde yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye
suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan
ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması
anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı
1/11/2007 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç
isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar
yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını
verdiği tarihtir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 34).
41. Yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki
rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya
belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki
gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı
nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların
sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
42. Ancak yargılama süresinin
uzunluğunun tespiti açısından davanın karmaşıklığı, davadaki sanık sayısı,
atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz konusu suç için öngörülen cezanın miktarı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu gibi hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
43. Anayasa Mahkemesinin, derece
mahkemelerinin yargılama sürelerine riayetlerine ilişkin mevzuatı nasıl
yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetleme görevi bulunmamakta; Mahkeme,
davaların “makul süre” içerisinde
tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü
ele alarak, bu sürenin Anayasa’nın 36. maddesine uygun olup olmadığıyla sınırlı
bir inceleme yapmaktadır (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 44).
44. Başvuru konusu olayda başvurucu,
hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 1/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış,
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2007 tarihli kararı ile
tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/11/2007 tarihinde
başvurucunun da aralarında bulunduğu otuz dört şüpheli hakkında kamu davası
açmıştır. Yargılamayı yürüten İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 6/12/2012
tarihli kararı ile birleşen dosyalarla birlikte toplam kırk sekiz sanık
hakkında hüküm kurmuştur. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup temyiz
incelemesi devam etmektedir.
45. Başvurucunun da dahil olduğu
şüpheliler, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kurulan suç örgütüne üye olma,
nitelikli yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, kasten yaralama ve
ruhsatsız silah bulundurma suçlarından yargılanmışlardır.
46. Başvurucunun yargılandığı dava
dosyası 28/5/2008 ve 22/6/2011 tarihlerinde olmak üzere üç farklı dava dosyası
ile birleştirilmiştir.
47. İlk Derece Mahkemesince başvurucu
hakkında mahkûmiyet hükmü kurulana kadar toplam on beş duruşma yapılmıştır.
48. Yargılama sonucunda Mahkeme
6/12/2012 tarih ve E.2007/510, K.2012/328 sayılı kararla başvurucunun toplam 61
yıl 33 ay hapis ve 600 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk
halinin devamına karar vermiştir. UYAP sisteminde yapılan araştırmada 9/10/2013
tarihinde dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/4/2014 tarihinde tebligat eksikliklerinin ikmali
için dosyanın Mahkemesine iade edildiği, belirtilen eksiklikler ikmal edildikten
sonra dosyanın tekrar 2/7/2014 tarihinde Yargıtay’a gönderildiği tespit
edilmiştir.
49. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen soruşturma kapsamında 1/11/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu
hakkındaki dava, Anayasa Mahkemesince yapılan bireysel başvuru incelemesi
sırasında Yargıtayda temyiz aşamasındadır.
Başvurucuya bir suçun isnat edildiği 1/11/2007 tarihi ile bireysel başvurunun
karara bağlandığı tarih arasında geçen süre yaklaşık 7 yıl 2 aydır.
50. Makul sürede yargılanma hakkının
ihlali iddialarına ilişkin olarak AİHM, mutlak bir süreye göre değerlendirme
yapmamakta, her davanın özelliğine göre, makul sürenin aşılıp aşılmadığını
incelemektedir. Davanın karmaşıklığı, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu, AİHM tarafından bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde içtihat yoluyla geliştirilmiş olan kriterlerdir (Frydlender/Fransa, No: 30979/96, 27/6/2000, § 43; Ezel Tosun/Türkiye, No:33379/02,
10/1/2006, 21; Namlı ve Diğerleri/Türkiye,
No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Alhan/Türkiye,
No: 8163/07, 2/4/2013, § 21; Danespayeh/Türkiye,
No: 21086/04, 16/7/2009, § 28), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 51).
51. AİHM, yargılamanın karmaşıklığını
değerlendirirken davanın hem hukuki hem de maddi açıdan bütün yönlerini ele
almakta, davanın konusunun karmaşıklığı, hukuki meselenin çözümündeki güçlük,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engel, maddi olayların karmaşıklığı,
sanıkların ya da isnat edilen suçların veya tanıkların sayısı, davanın
uluslararası unsurları, bilirkişi deliline ihtiyaç, yazılı delillerin hacmi
gibi birçok unsuru incelemektedir (Pretto ve Diğerleri/İtalya, No: 7984/77, 8/12/1983, § 32; Eckle/Almanya, No:8130/78, 15/7/1982, § 81; Buchholz/Almanya, No: 7759/77, 6/5/1981, § 55; Neumeister/Avusturya, No: 1936/63, 27/6/1968, § 21).
AİHM bir kararında, davanın karmaşıklığı ile ilgili olarak, davadaki sanık
sayısı, suçun ekonomik boyutu, bilirkişi raporuna ihtiyaç duyulması gibi
nedenlerle 7 yıl 27 gün süren yargılama sürecinin makul olduğunu belirtmiştir (M.A.T./Türkiye, No: 63964/00, 19/1/2007, §
40), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 52).
52. Davanın taraflarının ve ilgili
makamların yargılama sürecindeki tutumu açısından ise ceza davalarında sanık,
adli makamlarla aktif bir işbirliği yapmak zorunda
olmadığı gibi hukuk sisteminin sunduğu savunma imkânlarını kullandığı için de
kusurlu bulunamaz. Diğer taraftan devlet, kendi idari ve yargısal organlarına
yüklenebilecek gecikmelerden sorumludur. AİHM, yetkili makamların tutumu
ölçütünü, esas olarak, meydana gelen gecikmeden devletin ihmal ve kusuru
nedeniyle sorumlu olup olmadığına bakarak ele almaktadır (Zana/Türkiye, No: 18954/91, 25/11/1997, §§ 79–82). AİHM,
yargılamada ortaya çıkan her bir hareketsiz geçen dönemi veya ertelemeleri ayrı
ayrı değerlendirmektedir. Bununla birlikte AİHM, bir başvuruda yargısal
organlara yüklenebilecek 15 aylık bir gecikme periyoduna rağmen, ulusal yargı
makamları önünde 7 yıl 4 ay süren davanın oldukça karmaşık olduğunu göz önünde
bulundurarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
vermiştir (Neumeister/Avusturya, No: 1936/63, 27/6/1968, §§
20–21). AİHM ayrıca yargı makamlarının davaları birleştirme, delil toplama gibi
nedenlerle davayı uzatmalarının belli bir yere kadar makul görülebileceğini
belirtmektedir (Ewing/Birleşik Krallık (Avrupa Komisyonu Raporu),
No: 11224/84, 7/10/1987, § 151), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 53).
53. Dava dosyasının incelenmesinde,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 1/11/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu
hakkında 26/11/2007 tarihinde on dört ayrı suçtan cezalandırılması istemiyle
kamu davası açıldığı, yargılamaya başlayan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince,
davanın tensip zaptının düzenlenmesinden sonra toplam kırk sekiz şüphelinin
savunmaları ile yirmi bir müştekinin beyanlarının alındığı, yargılamanın
başladığı tarihten itibaren, aralarında bağlantı görülen farklı dava
dosyalarının birleştirilmesine karar verildiği, duruşmaların ortalama olarak
dört ay aralıklarla gerçekleştirildiği, yargılama süresince dosyanın incelemeye
alındığı herhangi bir duruşmanın olmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece 6/12/2012
tarihinde verilen gerekçeli kararın 9/10/2013 tarihinde temyiz incelemesi için
Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay tarafından eksikliklerin giderilmesi için
iade edilen dosyanın tekrar 2/7/2014 tarihinde Yargıtay’a gönderildiği
belirlenmiştir. Sonuç olarak, soruşturma ve yargılama safhalarıyla temyiz
süreci birlikte değerlendirildiğinde, yargılama faaliyetlerinde hareketsiz
kalınan bir dönemin bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun
olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür.
54. Yargılama süresinin makul olup
olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki
sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın
karmaşıklığı, atılı suçların vasıf ve mahiyeti, söz konusu suçlar için
öngörülen cezaların miktarı gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde
somut başvuru bakımından yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
55. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
Başvurucunun,
A. Kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “süre
aşımı” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
30/12/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.