TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMAL BAYSEFEROĞULLARI
BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2013/8474)
|
|
Karar Tarihi: 21/1/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Cemal BAYSEFEROĞULLARI
|
Vekili
|
:
|
Av. Nedim ERKUŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, iş kazasından
kaynaklanan alacak davasında, Yargıtay bozma kararı öncesi verilen gerekçeli
kararın davalıya tebliğ edilmemesi ve bozma ilâmına karşı yapılan karar düzeltme
talebinin işleme konulmaması nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının; yargılama
sırasında ıslah dilekçesi ile bilirkişi raporlarının tebliğ edilmemesi ve hükme
esas alınan bilirkişi raporuna itiraz etme hakkı tanınmadan karar verilmesi
nedenleriyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin; Mahkemenin
usul ve kanuna aykırı uygulamaları nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma
hakkının; dava sonucunu etkileyecek nitelikteki iddialarının Yargıtay kararında
karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları
hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 21/11/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
25/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 25/2/2015 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir.
Bakanlık görüşünü 27/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 4/5/2015 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucunun işvereni olduğu
inşatta işçi olarak çalışan M.B., 23/10/2002 tarihinde meydana gelen iş kazası
sonucu vefat etmiş, ölenin yakınları, başvurucu ve diğer davalılar A.A., Ü.
Müşavir Mühendislik A.Ş. ve Milli Eğitim Bakanlığına
karşı 1/8/2003 tarihinde, Bakırköy 2. İş Mahkemesinin E.2003/129 sayılı
dosyasında maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır.
9. Başvurucu vekili 30/9/2003,
11/12/2013 ve 6/4/2004 tarihli duruşmalara mazeret bildirerek diğer duruşmalara
ise herhangi bir neden bildirmeden katılmamıştır.
10. Davacı taraf 7/2/2008
tarihli duruşmada dosyaya ıslah dilekçesini sunmuş, Mahkeme dilekçeyi hazır
olan davalı Hazine vekiline tebliğ etmiş, başvurucu davalıya dilekçe ile ilgili
herhangi bir bildirimde bulunmamıştır.
11. Mahkeme, 7/2/2008 tarihli ve
E.2003/129, K.2008/83 sayılı kararıyla, başvurucu davalı açısından davayı kısmen
kabul etmiş, diğer davalılar açısından reddetmiştir. Kararın ilgili kısımları
şöyledir:
“…
Davalı Cemal Bayseferoğulları
vekili tarafından Mahkememize verilen cevap dilekçe ile; işyeri sorumluları
tarafından gerekli tedbirlerin alındığı, uyarıların yapıldığını bu nedenle
davanın reddi gerektiği beyan etmiştir.
…
Taraflarca dosyaya sunulan belgeler ile birlikte dosya kusur
bilirkişisine verilerek rapor alınmıştır.
Dosyaya sunulan 09.12.2006 tarihli kusur bilirkişisi
raporuna göre meydana gelen iş kazasında davalı işveren Cemal Bayseferoğulları’nın %100 oranında kusurlu olduğu bu
kusurun %10’unun davalı A.A.’ya ait olduğunun tespit
edildiği diğer davalıların ve sigortalının kusurunun bulunmadığının
belirtildiği görülmüştür.
Davacı vekilinin 6/2/2008 tarihli ıslah dilekçesi ile dava
dilekçesindeki taleplerini bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah ederek
arttırmış olduğu görülmüştür.
Sigorta Müdürlüğüne yazı yazılarak davacıların tüm peşin
sermaye değerleri dosyaya celp edilmiştir.
Dosya hesap bilirkişisine verilerek davacıların maddi
zararları hesaplanmıştır. Ayrıca söz konusu olaydan davacıların duyduğu elem,
üzüntü, ızdırap, tarafların sosyal ve ekonomik
durumları, paranın alım gücü dikkate alındığında, davacıların manevi tazminata
hak kazandıkları kanaat ve sonucuna varılarak aşağıda gösterildiği şekilde
hüküm kurmak gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklandığı üzere,
1-Davacı tarafından davalılardan S.B. aleyhine açılan
davanın kısmen kabulü ve %10 takdiri indirim uygulanmak suretiyle;
Eş Z. için 110.666,62 YTL. Maddi tazminat ile 25.000,00 YTL.
Manevi tazminatın olay tarihinden itibaren,
Oğlu S. için 11.954,68 YTL. Maddi tazminat ile 20.000,00
YTL. Manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte,
Çocuk Y. için 4.101,84 YTL. Maddi tazminat ile 20.000,00
YTL. Manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte,
Oğlu D. için 105,13 YTL. Maddi tazminat ile 20.000,00 YTL.
Manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte
davalılardan Cemal Bayseferoğullarından alınarak
davacı Z.B.’ye kendisi adına ve çocuklarına velayeten verilmesine,
2-Davalılar Milli Eğitim Bakanlığı,
A.A. ve Ü. Müşavirlik Mühendislik A.Ş. adına açılan davanın reddine,
…”
12. Davacıların temyiz istemi
üzerine Mahkeme, 12/6/2008 tarihli ve E.2003/129, K.2008/83 sayılı ek
kararıyla, temyiz harç ve masraflarının tamamlanmadığı gerekçesiyle, kararın
temyiz edilmemiş sayılmasına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz eden tarafından adına
tebligatın yapılmasına rağmen süresi içinde karar harcını, eksik temyiz harcını
ikmal etmediği ve temyiz posta masrafı da vermediğinden HUMK.un
434/3.-son maddesi gereğince kararın temyiz edilmemiş sayılmasına, kayıtların
bu suretle kapatılmasına, başkacada harç alınmasına yer olmadığına, kanun
yolları açık olmak üzere karar verildi”
13. Bu arada başvurucuya
gerekçeli karar ve davacıların karar ve ek karara ilişkin temyiz dilekçeleri
tebliğ edilmemiş, Mahkemenin 12/6/2008 tarihli ek kararı, 10/7/2008 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
14. Davacılar tarafından ek
kararın temyizi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 5/5/2009 tarihli ve
E.2008/16950, K.2009/6399 sayılı ilâmıyla, temyiz harcının tamamlatılmasına
ilişkin davacılara yapılan tebligatın usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle,
kararın temyiz edilmemiş sayılmasına ilişkin karar kaldırılmış, esastan yapılan
incelemeyle Mahkeme kararı bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“…
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacılar
murisi M.B.’nin davalı C.’nin
yürüttüğü ilköğretim okulu inşaatında kalıp ustası olarak ve davalı C.’nin işçisi olarak çalışırken 23.10.2002 tarihinde inşaatın
1. kat döşemesi üzerinde kırıcı ile beton traşlama
işini yaparken kırıcıdaki elektrik kaçağından etkilenerek 3 metre yükseklikten
zemine düşüp yaralandığı, daha sonra hayatını kaybettiği, olayda mahkemece
hükme esas alınan 09.12.2006 tarihli kusur raporuna göre, davalı işveren Cafer Bayseferoğullarının %100 oranında kusurlu olduğunun, bu
kusurun %10’unun davalı şantiye şefi A.A’ ya ait olduğunun tesbit
edildiği anlaşılmaktadır.Mahkemece hükme esas alınan
bilirkişi raporunda davalı A.A.’ya da %10 oranında
kusur verilmiş olmasına ve bu durumun mahkeme kararında da belirtilmesine
karşın nedenleri gösterilmeksizin davalı A.A. hakkındaki davanın reddine karar
verilmesi doğru değildir.
Öte yandan hüküm
altına alınan tazminatlardan davalı Cemal Bayseferoğulları
ile davalı A.A.’nın müştereken ve müteselsilen
sorumlu olduklarının düşünülmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın
yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davacıların
bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
…”
15. Bozma ilamı, 28/7/2009
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu karar düzeltme yolu kapalı olan
Yargıtay kararına karşı 31/7/2009 tarihli dilekçe ile karar düzeltme talebinde
bulunmuştur.
16. Mahkeme karar düzeltme
dilekçesini işleme koymamış, dosyayı E.2009/640 sırasına kaydetmiş, bozma
ilamına uyarak yargılamaya devam etmiştir.
17. Başvurucu vekili, bozmadan
sonraki yargılama sürecinde, 23/3/2010 tarihli duruşmaya mazeret bildirerek,
diğer duruşmalara ise herhangi bir neden bildirmeden katılmamıştır.
18. Başvurucu, 9/12/2009 tarihli
dilekçe ile karar düzeltme dilekçesi gereği dosyanın Yargıtaya
gönderilmesi talebinde bulunmuş, Mahkemece bu taleple ilgili değerlendirme
yapılmamıştır.
19. Bozmadan önce davacılar
tarafından dosyaya sunulan ıslah dilekçesi, 9/12/2009 tarihinde başvurucu
vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 17/12/2009 tarihli dilekçe ile ıslah
talebine karşı beyanda bulunmuştur.
20. Mahkemece, 27/5/2010,
4/11/2010, 8/10/2011, 13/12/2011 ve 25/6/2012 tarihlerinde bilirkişi rapor ve
ek raporları aldırılmış, yalnızca hükme esas alınan 25/6/2012 tarihli rapor
29/6/2012 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
21. Mahkeme, 27/6/2012 tarihli
ara kararı gereği başvurucuya tebliğ edilen bilirkişi raporunun bulunduğu
tebligat şerhinde, rapora karşı 15 günlük sürede beyanda bulunma hakkı olduğunu
hatırlatmış, ancak 15 günlük süre dolmadan 10/7/20012 tarihli celsede esas
hakkındaki kararı vermiştir.
22. Mahkemenin 10/7/2012 tarihli
ve E.2009/640, K.2012/503 sayılı kararı ile başvurucu ile davalı A.A. açısından
davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
Davalı Cemal Bayseferoğulları vekili tarafından Mahkememize verilen
cevap dilekçe ile; işyeri sorumluları tarafından gerekli tedbirlerin alındığı,
uyarıların yapıldığını bu nedenle davanın reddi gerektiği beyan etmiştir.
Yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne karar verildiği
kararın temyiz edildiği Yargıtay 21. H.D, E.2008/16950 bozma sayılı ilamı ile
hüküm altına alınan tazminatlardan davalı Cemal Bayseferoğulları
ile davalı A.A.’nın müştereken ve müteselsilen
sorumlu oldukları düşünülmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir
denilerek bozulmasına karar verilmiş bozma ilamına uyulmuş yargılamaya devam
olunmuştur.
Dosya toplanan tüm delillerle birlikte kusur incelemesi için
bilirkişi heyetine verilmiş bilirkişi raporunda meydana gelen iş kazasında
davalı Cemal Bayseferoğullarının %100 davalı A.A.’nın %10 oranında kusurlu olduğu diğer davalıların ve
sigortalıların kusuru bulunmadığı tespit edilmiştir.
Dosya hesap bilirkişisine verilerek davacıların maddi
zararları hesaplanmıştır. SGK’ ya yazı yazılarak davacının tüm psd dosya ya celp edilmiştir.
Dosyaya sunulan 09.12.2006 tarihli kusur bilirkişisi
raporuna göre meydana gelen iş kazasında davalı işveren Cemal Bayseferoğullan'nın %100 oranında kusurlu olduğu bu kusurun
%10'unun davalı A.A.’ya ait olduğunun tespit edildiği
diğer davalıların ve sigortalının kusurunun bulunmadığının belirtildiği
görülmüştür.
Davacı vekilinin 06.02.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile dava
dilekçesindeki taleplerini bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah ederek
arttırmış olduğu görülmüştür.
Yapılan yargılama sonunda davacının iş kazası nedeniyle
maddi ve manevi tazminat davası açtığı anlaşılmıştır.
Davalı A.A’nın vekili müvekkilinin
şantiye şefi olmadığını bu nedenle sorumlu olmadığını iddia etmişse de toplanan
tüm deliller Yargıtay bozma ilamı bilirkişi raporları ve tüm dosya birlikte
değerlendirilerek davalı Cemal Bayseferoğlu ve A.A’nın tazminat miktarlarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu tarafların mali ve sosyal
durumları tazminat miktarları davacının davaya konu kaza nedeniyle duyduğu elem
ve üzüntü manevi tazminatın bir ceza ya da ödence
olmama özelliği sebepsiz zenginleşmeye neden olmaması gerektiği de dikkate
alınarak davacıların maddi zararları bilirkişi raporu ile hesaplandığından
açılan davanın kısmen kabulüne karar verilerek aşağıda ki şekilde hüküm
kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Yukarıda açıklanan
nedenlerle ,
1- Açılan davanın kısmen kabulü ile, %10 takdir indirimi
uygulanmak suretiyle Davacı Z. için 110.666,62 TL maddi tazminatın olay
tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte 25.000.00
TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte,
S. için 11.954.68 TL maddi
tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte 20.000.00 TL
manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte,
Y. için 4.101.84 TL maddi
tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte 20.000.00 TL
manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte,
D. için 105,13.00 TL maddi tazminatın olay tarihinden
itibaren yasal faizi ile birlikte 20.000.00 TL manevi tazminatın olay
tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte, davalılar Cemal Bayseferoğulları, A. A.’nın
müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacı Z.B’ye kendisi adına ve velayeten çocukları adına verilmesine
...”
23. Başvurucu 18/9/2012 tarihli
dilekçesinde, 31/7/2009 tarihli karar düzeltme dilekçesinde ileri sürdüğü
hususları tekrarlayarak kararı temyiz etmiş, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi,
24/9/2013 tarihli ve E.2012/20210, K.2013/16953 sayılı ilamı ile hükmü
onamıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi
ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; bozmaya
uyarak ilamda yazılı nedenlerle davalılardan Milli
Eğitim Bakanlığı ile Ü. M. Mühendislik AŞ. adına
açılan davanın reddine, 211.828,27 TL maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle
birlikte diğer davalılardan alınarak davacılara verilmesine ilişkin hükmün
süresi içinde temyizen incelenmesi davacılar ile
davalılardan Cemal Bayseferoğulları vekillerince
süresinde, davalılardan A.A.’nın vekilince de süresi
dışında duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi
olduğu anlaşılmış ve duruşma için 24/9/2013 Salı günü tayin edilerek taraflara
çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davacılar vekili Avukat M.H. ile
davalılardan A.A.’nın vekili Avukat F.Y. geldiler.
Diğer davalılar adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan
Avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı
gün Tetkik Hâkimi B.M.Ş. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar
okundu, işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit
edildi.
K A R A R
Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına,
delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacılar ile
davalılardan A.A. ve Cemal Bayseferoğulları
vekillerinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve
kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,
…”
24. Onama kararı başvurucuya
23/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu, 21/11/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
25. 11/1/2011 tarihli ve 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren,
bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
26. 6098 sayılı Kanun’un 53.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır:
…
Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple
uğradıkları kayıplar.”
27. 6098 sayılı Kanun’un 56.
maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya
ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın
ödenmesine karar verilebilir.”
28. 12/1/2011 tarihli ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
29. 6100 sayılı Kanun’un 447.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf
yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri
uygulanır.”
30. 6100 sayılı Kanun’un 177.
maddesi şöyledir:
“Islah,
tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.
Islah, sözlü veya
yazılı olarak yapılabilir. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya ıslah
talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber
vermek amacıyla karşı tarafa bildirilir.”
31. 6100 sayılı Kanun’un 183.
maddesi şöyledir:
“Tarafların
veya mahkemenin dava dosyasında bulunan belgelerdeki açık yazı ve hesap
hataları, karar verilinceye kadar düzeltilebilir. Taraflardan birinin yazı veya
hesap hatasını düzeltmesi sonucu yargılama uzamışsa, yargılama giderlerinin
belirlenmesinde bu durum da dikkate alınır.”
32. 6100 sayılı Kanun’un 304.
maddesi şöyledir:
“Hükümdeki
yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya
taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse
hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse,
dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir.
Tashih kararı verildiği takdirde, düzeltilen
hususlarla ilgili karar, mahkemede bulunan nüshalar ile verilmiş olan
suretlerin altına veya bunlara eklenecek ayrı bir kâğıda yazılır, imzalanır ve
mühürlenir.”
33. 6100 sayılı Kanun’un 280.
maddesi şöyledir:
“Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere
teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye
verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği
taraflara tebliğ edilir.”
34. 6100 sayılı 281. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği
tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların,
bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise
bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını
mahkemeden talep edebilirler.”
35. 6100 sayılı Kanun’un 321.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların
gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde,
hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini
tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç
bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.”
36. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun yürürlükte olan 433. maddesinin
birinci ve ikinci fıkrası şöyledir:
“Temyiz dilekçesi, hükmü
veren mahkeme aracılığı ile karşı
tarafa tebliğ olunur. Tebliğ tarihi temyiz dilekçesinin
dosyada kalan aslına işaret edilir.
Karşı taraf,
tebliğ gününden başlayarak on gün içinde cevap dilekçesini,
hükmü veren mahkemeye veya bu mahkemeye gönderilmek
üzere başka bir mahkemeye verebilir.
Cevap veren, hükmü süresinde temyiz etmemiş olsa bile, cevap
dilekçesinde hükme ilişkin itirazlarını bildirerek temyiz isteğinde de bulunabilir.“
37. 30/1/1950 tarihli ve 5521
sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi şöyledir:
“İş Kanununa göre
işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E
fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren
vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak
iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum
görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.”
38. 5521 sayılı Kanun’un 7.
maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü
uygulanır.”
39. 30/1/1950 tarih ve 5521
sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 2/3/2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanunla
değişmeden önceki 8. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“İş mahkemesinin nihai
kararları tefhim tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir.
…
Yargıtayın kararlarına karşı karar düzeltme yoluna
başvurulamaz.”
40. 5521 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesi şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235
sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek
göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları,
kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında
İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
41. Mahkemenin …/…/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/11/2013 tarihli ve 2013/8474 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
42. Başvurucu, aleyhine açılan
iş kazası sonucu ölüme dayalı maddi ve manevi tazminat davasında yargılamanın
makul sürede tamamlanmadığını, davacının bozmadan önceki aşamada dosyaya
sunduğu ıslah dilekçesinin kendisine tebliğ edilmediğini, bu nedenle zamanaşımı
ve diğer itiraz haklarını kullanamadığını, yine bilirkişi raporları için itiraz
süresi beklenmeden Mahkemece karar verildiğini, gerekçeli karar tarafına tebliğ
edilmeden temyiz incelemesi yapıldığını, bu açıdan temyiz hakkının elinden
alındığını, ilk bozma kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunduğunu,
ancak Mahkemenin dilekçesini işleme koymadığını, usul ve yasaya aykırı
uygulamalar nedeniyle Mahkemenin tarafsızlığını yitirdiğini, Yargıtayın benzer uyuşmazlıklarda usul kurallarına
uyulmasını esas almasına rağmen dosyada yapılan vahim hataların görmezden
gelinmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin zedelendiğini, Yargıtay onama ilâmının
gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasanın 10. ve 36. maddelerinde güvence
altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile
yeniden yargılama kararı verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
43. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun, Mahkemenin verdiği karar nedeniyle Anayasa’nın 10.
maddesinde düzenlenen eşitlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü
görülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu yönde ileri sürdüğü iddiaların özü
söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Bu nedenle başvurucunun
bu iddiası adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Mahkemeye
Erişim Hakkının İhlal Edildiği İddiası
44. Başvurucu, Mahkemenin
7/2/2008 tarihli esas hakkındaki kararı ile davacının asıl ve ek karara yönelik
temyiz dilekçelerinin kendisine tebliğ edilmediğini, bu açıdan temyiz hakkını
kullanamadığını, yine Yargıtay bozma kararı sonrası verdiği karar düzeltme
dilekçesinin de işleme konulmadığını belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
45. Bakanlık görüşünde,
gerekçeli kararın tebliğ edilmemesi hususunun, silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
46. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
47. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
48. Herkes, kişisel hak ve
yükümlülüklerinin karara bağlanması için bir mahkemeye erişme ya da dava açma
hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkemeye erişim
hakkı, suç isnadı altındaki veya medeni haklarını icra etmesine yapılan müdahalenin
hukuka aykırı olduğunu savunulabilir şekilde öne süren ve bu şikayetini
Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının sağladığı güvencelere sahip
bulunan bir mahkeme nezdinde öne süremediğini iddia eden herkese açıktır
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Smith/Almanya,
27801/05, 1/4/2010, § 43, § 58; Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96,
19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan, [BD], B. No: 36760/06,
17/1/2012, § 229).
49. Mahkemeye erişim hakkı somut
ve etkili olmalıdır. Erişim hakkının etkili olabilmesi için bireyin haklarına
müdahale eden bir işleme itiraz etmek üzere açık ve somut bir fırsata sahip
olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Bellet/Fransa, B. No. 23805/94, 4/12/1995, § 38).
50. Mahkemeye erişim hakkı
sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil, eğer iç hukukta itiraz,
istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst
mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.
Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No:
37569/06, 27/11/2012, § 42).
51. Ne var ki yargılamadaki
hakkaniyete ilişkin herhangi bir eksiklik, belli koşullar altında ister aynı
seviyede (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Helle/Finlandiya, B. No. 20772/92, 19/12/1997, § 54), isterse
daha üst bir mahkeme tarafından (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No. 14518/89, 24/6/1993 § 52)
daha sonraki bir aşamada telafi edilebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için
bkz. Feldbrugge/Hollanda, B. No. 8562/79, 29/5/1986).
52. 6100 sayılı Kanun’un 321.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kararın tefhiminin, mahkemece hükme ilişkin
tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşeceği, zorunlu
hâllerde, hâkimin bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece
hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebileceği, bu durumda
gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmasının
zorunlu olduğu belirtilmiştir.
53. 5521 sayılı Kanun’un, halen
yürürlükte olan, 5308 sayılı Kanun’la değişmeden önceki 8. maddesinin birinci
fıkrasında, temyiz yoluna başvurma süresinin, karar yüze karşı verilmişse nihaî
kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden
itibaren sekiz gün olduğu, üçüncü fıkrasında ise, iş mahkemesince verilen
kararlara ilişkin Yargıtayın onama ve bozma
ilamlarına karşı karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı belirtilmiştir.
54. 6100 sayılı Kanun’un 304.
maddesinin birinci fıkrasında, hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer
benzeri açık hataların, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine
düzeltilebileceği, hüküm tebliğ edilmişse hâkimin, tarafları dinlemeden hatayı
düzeltemeyeceği, davet üzerine tarafların gelmemesi halinde, dosya üzerinde
inceleme yapılarak karar verilebileceği hususu düzenlenmiştir.
55. Yine mülga 1086 sayılı
Kanun’un başvuru konusu olayda uygulanan 433. maddesinin birinci ve ikinci
fıkrasında, temyiz dilekçesinin karşı tarafa tebliğinin zorunlu olduğu, karşı
tarafın hükmü süresinde temyiz etmemiş olsa bile,
cevap dilekçesinde hükme ilişkin itirazlarını
bildirerek katılma yoluyla temyiz isteğinde bulunabileceği belirtilmiştir.
56. Başvurucu, Mahkemenin
gerekçeli kararı ile davacının asıl ve ek karara yönelik temyiz dilekçelerinin
kendisine tebliğ edilmediğini, bozma kararına karşı dosyaya sunduğu karar
düzeltme dilekçesinin işleme konulmadığını, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Kararına göre iş mahkemesi kararlarına karşı karar düzeltme yoluna
başvurulabileceğini belirterek temyiz ve karar düzeltme hakkından yoksun
bırakıldığını iddia etmiştir.
57. Somut olayda, dava
dosyasının içeriği ve Mahkemeye yazılan yazı cevabına göre, Mahkemenin,
7/2/2008 tarihli gerekçeli kararı ile davacıların temyiz dilekçelerini
başvurucuya tebliğ etmediği gibi başvurucunun 31/7/2009 tarihli karar düzeltme
dilekçesi ile ilgili herhangi bir işlem yapmadığı anlaşılmıştır.
58. Mahkemenin gerekçeli kararı
ve davacının temyiz dilekçelerinin tebliğ edilmemesi nedeniyle başvurucu temyiz
hakkından yoksun bırakılmış ise de bozmadan sonra yapılan yargılamada verilen
10/7/2012 tarihli kararın, başvurucuya tebliğ edildiği, başvurucunun bu karara
karşı, davanın esasına ilişkin tüm temyiz itirazlarını ileri sürdüğü, özellikle
Yargıtayın başvurucunun ilk kararı temyiz etmemesi
nedeniyle bozma kapsamı dışında kalan hususların kesinleştiği savından hareket
etmediği, başka bir ifadeyle başvurucunun ilk karara yönelik olarak ileri
sürebileceği temyiz nedenlerini de bir bütün olarak değerlendirdiği
anlaşılmıştır.
59. Bunun yanında iş
mahkemelerinin kararlarıyla ilgili, Yargıtay tarafından verilen onama veya
bozma ilâmlarına karşı karar düzeltme yoluna başvurulmasının mümkün olmadığı,
ancak Yargıtayın, 6100 sayılı Kanun’un 304. maddesi
kapsamında, maddi hataya dayalı onama veya bozma kararlarına karşı karar
düzeltme yoluna gidilebileceğini belirttiği (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
2/7/2003 tarihli ve E.2003/21-425, K.2003/441 sayılı ilamı), bu açıdan
başvurucunun Yargıtay ilamına karşı Mahkemeye verdiği dilekçesinin, talebin
reddi veya dosyanın bu kapsamda Yargıtaya
gönderilmesi hususunda değerlendirilmesi gerektiği halde Mahkemece herhangi bir
işlem tesis edilmediği anlaşılmış ise de başvurucunun bozmadan sonraki
yargılama sürecinde ve temyiz aşamasında maddi hatalara dayalı bozma ilamına
karşı bu iddialarını her zaman ileri sürebilme imkânına sahip olduğu, nitekim
Mahkemece en son verilen karara yönelik verdiği temyiz dilekçesinde, 31/7/2009
tarihli karar düzeltme dilekçesinin içeriğindeki tüm hususları da tekrarladığı,
bu itirazlarının da Yargıtay tarafından değerlendirildiği anlaşılmıştır.
60. Buna göre; başvurucuya,
Mahkemenin 7/2/2008 tarihli kararına karşı kanun yolunda ileri sürebileceği
itirazlarını bozmadan sonraki temyiz aşamasında sunma imkânının tanındığı,
nitekim başvurucunun, 10/7/2012 tarihli karara karşı esasa yönelik itirazları
ile birlikte, 31/7/2009 tarihli karar düzeltme dilekçesinin içeriğindeki
hususları ileri sürdüğü, temyiz merciinin de itirazları değerlendirdiği,
dolayısıyla eksikliğin sonraki aşamada telafi edildiği anlaşılmış, yargılamanın
bütününe göre başvurucu açısından herhangi bir hak kaybının söz konusu olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
61. Açıklanan nedenlerle,
mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Silahların
Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkelerinin İhlali İddiası
62. Başvurucu, Mahkemece, hükme
esas alınan 25/6/2012 tarihli bilirkişi raporuna karşı iki haftalık itiraz
süresi tanındığını, raporun 30/6/2012 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini,
ancak bu süre dolmadan 10/7/2012 tarihinde karar verildiğini, yargılama
süresince alınan diğer bilirkişi raporlarının kendisine tebliğ edilmediğini,
ıslah dilekçesinin Yargıtay bozma kararından önce tebliğ edilmesi gerektiği
halde sonraki aşamada tebliğ edildiğini, dolayısıyla zamanaşımı gibi usuli itirazlarını ileri sürme hakkından yoksun
bırakıldığını belirterek silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63. Bakanlık görüşünde,
Mahkemenin, bilirkişi raporunun başvurucuya tebliğ edildiği tarihin 11. gününde
karar verdiğini, dosyada ıslah dilekçesinin tebliğine ilişkin bir belgeye
rastlanmadığını, gerekçeli kararın da 11/9/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ
edildiğini belirterek bu bilgiler doğrultusunda değerlendirme yapılmak üzere
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.
64. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
65. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme tarafından, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak, …
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
66. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın
36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü,
Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle,
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir
(Güher Ergun ve diğerleri, B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 38).
67. “Hakkaniyete
uygun yargılanma”nın temel unsuru, yargılamanın “çelişmeli” olması ve taraflar arasında “silahların eşitliği”nin sağlanmasıdır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95,
16/2/2000, § 60). Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli
yargılama ilkesi taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum
yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif
olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, mahkemece tarafların
dinlenilmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılama
faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/İspanya,
§ 63; Feldbrugge/Hollanda, B. No. 8562/79, 29/05/1986, §
44).
68. Adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri de silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi
davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı
koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir
duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde
dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 32).
69. Silahların eşitliği
ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi, kural olarak bir hukuk
ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler
hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı
vermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. J.J./Hollanda, B. No: 9/1997/793/994, 27/3/1998, § 43; Vermeulen/Belçika, B.No: 19075/91, 20/2/1996, § 33).
70. Genel anlamda hakkaniyete
uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkeleri ışığında taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere
delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması
gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik
iddiaları da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilecektir (Yüksel Hançer, B. No. 2013/2116,
23/1/2014, § 19).
71. AİHM, silahların eşitliği
ilkesine uyulup uyulmadığını denetlerken somut olayda şikayet
konusu eşitsizliğin yargılamayı fiilen ve gerçekten adaletsiz kılıp kılmadığına
bakmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kremzov/Avusturya, B. No: 12350/86, 21/9/1993, § 75).
72. Bu bakımdan, daha önce
ulaşılamayan bilgi ve belgelere üst yargılama aşamasında ulaşılmış ve bunlara
karşı iddia ve itirazlar dile getirilmiş ise silahların eşitliği ilkesi ihlal
edilmiş sayılmayabilir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki
görevi, somut olayın usul kurallarına uygunluğunu denetlemek değil, adil
yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin somut olayda ihlal edilip
edilmediğini denetlemektir (Durmaz Oto.
Petrol Ürünleri İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. (4), B. No:2013/251,
10/6/2015, § 22).
73. 6100 sayılı Kanun’un 280.
maddesinde, bilirkişi raporunun duruşma gününden önce birer örneğinin taraflara
tebliğ edileceği, aynı Kanun’un 281. maddesinin birinci fıkrasında, tarafların,
bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde,
raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını;
belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının
sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilecekleri
hususları düzenlenmiştir.
74. 6100 sayılı Kanun’un 177.
maddesinde, ıslahın, tahkikatın
sona ermesine kadar, sözlü veya yazılı olarak yapılabileceği, karşı tarafın
duruşmada hazır olmaması veya ıslah talebinin duruşma dışında yapılması
halinde, yazılı talep veya tutanak örneğinin, haber vermek amacıyla karşı
tarafa bildirileceği belirtilmiştir.
75. Somut olayda; Yargıtay bozma
kararından önce davacılar tarafından dosyaya sunulan ıslah dilekçesinin, bozma
kararından sonra 9/12/2009 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edildiği,
başvurucunun 17/12/2009 tarihli dilekçe ile ıslah talebine karşı beyanda
bulunduğu, Mahkemenin, dosya kapsamına 27/5/2010, 4/11/2010, 8/10/2011,
13/12/2011 ve 25/6/2012 tarihli bilirkişi rapor ve ek raporları aldırdığı,
yalnızca hükme esas alınan 25/6/2012 tarihli raporun 29/6/2012 tarihinde
başvurucu vekiline tebliğ edildiği, Mahkemenin 27/6/2012 tarihli ara kararı ile
başvurucuya, rapora karşı 15 gün içerisinde itiraz etme hakkı verilmesine
rağmen süre dolmadan 10/7/2012 tarihinde esas hakkında karar verdiği
anlaşılmıştır.
76. Mahkemenin, en son alınan
bilirkişi raporu dışındaki raporları başvurucuya tebliğ etmediği, hükme esas
alınan rapora karşı 15 günlük itiraz süresi dolmadan karar verdiği ve ıslah
dilekçesinin bir suretini bozma ilamından önce başvurucuya tebliğ etmediği
anlaşılmış ise de, Mahkemece yargılama sürecinde farklı bilirkişilerden
aldırılan raporlarla birlikte en son, dosyanın hesap uzmanı N.S.’ye
tevdi edilerek 25/6/2012 tarihli rapor aldırıldığı, bu raporun içeriğinde,
8/10/2011 tarihli heyet raporunda varılan kusur oranlarına atıf yapıldığı,
dolayısıyla başvurucunun yargılama sürecinde kendisine tebliğ edilmediğini
iddia ettiği kusur tespitine yönelik raporlarının sonuç kısmını öğrendiği, yine
son bilirkişi raporuna karşı varsa itirazlarını temyiz mercii önünde ileri
sürme hakkının da tanındığı, ancak başvurucunun bu yöndeki itirazlarını ileri
sürmediği, bunun yanında ıslah dilekçesinin başvurucuya bozma kararından sonra
9/12/2009 tarihinde tebliğ edildiği, başvurucuya varsa zamanaşımı gibi itiraz
veya defi haklarını kullanma imkanının bu aşamada tanındığı, kaldı ki
başvurucunun dosya kapsamında bu yönde bir hakkını ne mahkeme ne de Yargıtay
önünde dile getirmediği anlaşılmıştır.
77. Buna göre; başvurucunun daha
önce ulaşamadığı bilgi ve belgelerin içeriğini yargılamanın sonraki aşamasında
elde ettiği ve bunlara karşı iddia ve itirazlarını dile getirme imkânına
kavuştuğu, bu açıdan yargılama sürecindeki uygulamanın diğer tarafı üstün bir
konuma getirmediği, yargılamayı fiilen ve gerçekten adaletten yoksun kılmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
78. Açıklanan gerekçelerle,
başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Tarafsız
Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
79. Başvurucu, Mahkemenin
yargılama sırasında, kanun ve usul hükümlerini hiçe sayarak yaptığı
uygulamaları nedeniyle tarafsızlığını yitirdiğini belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
80. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
81. 6216 sayılı Kanun’un, 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
82. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden
olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının tüketilmiş olması gerekir.
83. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Mümin Meriç, B. No: 2013/7204, 20/2/2014, § 27).
84. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları
ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak
ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda
başvurulabilir (Bayram Gök, B.
No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).
85. Bireysel başvuru yolunun
ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek
için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi
zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği
şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun
olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu
makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek
için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram
Gök, § 19).
86. Bireysel başvurunun ikincil
niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler
önünde dayanılmayan iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu
edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de
Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök,
§ 20).
87. Başvurucu, yargılamanın en
başından beri taleplerine rağmen Kanuna ve hakkaniyete aykırı uygulamaları
nedeniyle mahkemenin tarafsızlığını yitirdiğini belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
88. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun 18/9/2012 tarihli temyiz dilekçesi ve bozmadan önce verdiği
31/7/2009 tarihli karar düzeltme dilekçesinde, Mahkemenin uygulamaları
nedeniyle tarafsızlığını yitirdiğine ilişkin herhangi bir iddiayı ileri
sürmediği görülmektedir. Başvurucu bu anlamda, ihlale neden olduğunu ileri
sürdüğü iddiaya ilişkin olarak yargılama sırasında talepte bulunmadığı için
yargısal yollar usulünce tüketilmemiştir.
89. Açıklanan nedenlerle,
Mahkemenin Kanuna ve hakkaniyete aykırı uygulamalarından dolayı tarafsızlığını
yitirmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının, başvuru
yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı
anlaşıldığından, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
90. Başvurucu, Yargıtay onama
kararının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini, ileri sürdüğü iddia ve dosyadaki
maddi olguları karşılayacak nitelikte olmadığını ileri sürerek hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
91. Bakanlık, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, bu
hususta görüş belirtmeyeceğini bildirmiştir.
92. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve
mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların
hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi
sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale
getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık
bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir Gökatalay, B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 66).
93. Mahkeme kararlarının gerekçeli
olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak
yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun
kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı
ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının
cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra,
kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da
her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu
mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer
verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup, bu
durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin
benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin
Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
94. Başvuru konusu davada,
başvurucu aleyhine açılan iş kazası nedeniyle ölümden doğan maddi ve manevi
tazminat davasında, davanın kısmen kabulüne karar verildiği, İlk Derece
Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle
Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 24/3/2013 tarihli ilâmıyla onandığı
anlaşılmıştır.
95. Duruşmalı olarak yapılan
inceleme sonucu verilen Yargıtay onama ilamında, dosyadaki iddia ve olgulara
ayrıntılı cevap verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı, ilamda Mahkemenin
gerekçesine atıf yapılarak başvurucunun, önceki bozma kararına ilişkin karar
düzeltme dilekçesinde geçen hususlar da dahil olmak üzere tüm temyiz
itirazlarının reddine karar verildiği, bu açıdan iddiaların ilamlarda
değerlendirildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle Yargıtay kararının
gerekçesiz olduğundan bahsedilemez.
96. Başvurucunun gerekçeli karar
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Makul
Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
97. Açıkça dayanaktan yoksun
olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni
de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
98. Başvurucu, davalısı olduğu,
iş kazası nedeniyle ölümden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davasının
makul olmayan bir sürede tamamlanmasının hak arama özgürlüğünü ihlal ettiğini
ileri sürmüştür.
99. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, daha önce benzer nitelikteki bireysel başvurulara ilişkin
görüşlerini sunduklarını, bu süreçler neticesinde Anayasa Mahkemesinin uzun
yargılama şikâyetlerine yönelik karar verdiğini, söz konusu başvurunun
koşulları dikkate alındığında Anayasa Mahkemesinin daha önce verdiği
kararlarında varılan sonuçlardan farklı bir neticeye ulaşılmasını gerektirecek bir
neden bulunmadığını ifade ederek somut başvuru için ayrıca bir görüş
belirtilmemiştir.
100. Medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesince makul sürede
yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olduğu kabul
edilerek, bir davadaki yargılama süresinin makul olup olmadığının tespitinde
davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili
makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususların dikkate alınacağı
belirtilmiş (Güher Ergun ve diğerleri,
§§ 34-59) ve bu kapsamda yapılan incelemeler sonucu makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine yönelik kararlar verilmiştir (bkz. Gülseren Gürdal ve diğerleri, B.
No:2013/1115, 5/12/2013; Semira Babayiğit ve diğerleri, B. No: 2013/3283,
19/12/2013; Haydar İzgi,
B.No:2012/673, 19/12/2013).
101. Başvuru konusu olayda, İş Mahkemesi
nezdinde açılan tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 1086 ve 6100
sayılı Kanun’larda yer alan usul hükümlerine göre
yürütülen ve medeni hak ve yükümlülükleri konu alan somut yargılama
faaliyetinin makul süre değerlendirmesi için başlangıcı, uyuşmazlığı karara
bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olup (Güher Ergun ve diğerleri, § 50) bu tarih
somut başvuru açısından, 1/8/2003 tarihidir.
102. Sürenin bitiş tarihi ise,
somut olayda olduğu gibi devam eden yargılamalar bakımından, başvurunun karara
bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve
diğerleri, § 52).
103. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başvurucunun işvereni olduğu
inşatta meydana gelen iş kazasında ölenin yakınlarının açtığı maddi ve manevi
tazminat istemine ilişkin olduğu, davanın 1/8/2003 tarihinde açıldığı ve İlk
Derece Mahkemesinin esasa ilişkin kararını, 7/2/2008 tarihinde verdiği ancak
temyiz incelemesi sonucu kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 5/5/2009 tarihli
ilamı ile bozulduğu, bozmaya uyularak verilen 10/7/2012 tarihli kararın da
Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 24/9/2013 tarihli ilamı ile onandığı ve kararın
bu tarih itibarıyla kesinleştiği anlaşılmıştır.
104. Başvuruya konu tazminat
davasının incelenmesinde; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, yargılamanın
niteliği, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan
engeller gibi kriterler dikkate alındığında başvuruya konu yargılamanın
karmaşık nitelikte olmadığı, somut başvuru açısından, daha önce verilen
kararlar dışında farklı karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, söz
konusu yaklaşık on yıldır devam eden yargılama sürecinde, makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
105. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
106. Başvurucu, ihlalin tespiti
ile yeniden yargılanma kararı verilmesini talep etmiştir.
107. 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, Anayasa Mahkemesince bir ihlalin tespit
edilmesi halinde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hallerde talep halinde başvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği belirtilmiştir.
108. Başvuruda her ne kadar uzun
süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmiş ise de başvuru formu ve eklerinde başvurucunun tazminat talebinde
bulunmadığı anlaşıldığından başvurucu lehine tazminata hükmedilmesi mümkün
değildir.
109. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.998,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği iddiasının, “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2. Silahların eşitliği ve
çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasının, “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3. Tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının, “başvuru
yollarının tüketilmemesi”,
4. Gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği iddiasının, “açıkça dayanaktan
yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
6. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun diğer
taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 TL harç ve 1.800,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
21/1/2016
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.