TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHDİ TANRIKULU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8492)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Mehdi TANRIKULU
|
Vekili
|
:
|
Av. İnan AKMEŞE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının yaklaşık 7 yıl
sürdüğünü ve yargılamanın henüz bitmediğini, bu nedenle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 11/11/2013 tarihinde İstanbul 24. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 20/12/2013 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 13/1/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 12/2/2014 tarihli yazı ile görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Diyarbakır’da görev yapan bir Cumhuriyet Savcısı, hazırlamış
olduğu bir iddianamede “sözde Kürt halkı” ifadesini kullanmış ve bu ifadeler
bir gazetede yayınlanmıştır.
8. Başvurucu, Kürtlere hakaret ettiğini ileri sürerek sözü geçen
Cumhuriyet Savcısının cezalandırılması için 4/4/2006 tarihinde İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına Kürtçe ve Türkçe dillerinde yazılmış bir dilekçe
vermiştir.
9. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 3/10/2006 tarihli
iddianamesiyle başvurucunun 1/1/1928 tarih ve 1353 sayılı Türk Harflerinin
Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun hükümlerine aykırı olarak Kürtçe dilekçe vermek
suretiyle 1/10/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 222. maddesinde
tanımlanan suçu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul 1. Sulh Ceza
Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
10. İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi, 6/2/2008 tarihli kararı ile
başvurucunun 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
11. İlk derece Mahkemesinin kararı başvurucu tarafından temyiz
edilmiş olup dosya başvuru tarihi itibariyle Yargıtayda
derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
12. 5237 sayılı Kanun’un 222. maddesi şöyledir:
“25. 11.1925 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası
Hakkında Kanunla, 1.11.1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve
Tatbiki Hakkında Kanunun koyduğu yasaklara veya yükümlülüklere aykırı hareket
edenlere iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
13. Mahkemenin 8/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 11/11/2013 tarih ve 2013/8492 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
14. Başvurucu, İstanbul 1. Sulh Ceza
Mahkemesinde 31/10/2006 tarihli iddianame ile açılan dava sonucunda beş ay
hapis cezası ile cezalandırıldığını, bu kararın 11/2/2008 tarihinde temyiz
edildiğini, temyiz incelemesinin halen devam ettiğini, yedi yıldır devam
etmekte olan bu süreç nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
15. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
16. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
17. AİHS’nin “Adil yargılanma
hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
18. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
19. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği,
makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 39).
20. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren
yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 40).
21. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41–45).
22. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre
değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm
gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi
değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha
etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
23. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
24. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken
sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar
tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı
gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz: Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982, §§ 73–75). Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadına ilişkin nihai kararın
verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin
makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir.
25. Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 3/10/2006 tarihli iddianamesi ile 1353 sayılı Kanun hükümlerine
aykırı olarak Kürtçe dilekçe vermek suretiyle 5237 sayılı Kanun’un 222.
maddesinde tanımlanan suçu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul
1. Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkında kamu
davası açılmasından sonra kendisine çağrı kâğıdı tebliğ edilememesi nedeniyle,
savunmasının alınabilmesi için yakalama emri çıkarılmıştır. Hakkında yakalama
kararı çıkarılan başvurucunun savunması üçüncü celsenin yapıldığı 13/7/2007
tarihinde alınabilmiştir. 13/9/2007 tarihinde yapılan dördüncü celsede
başvurucunun sabıka kaydında yer alan ilamların istenmesine karar verilmiş ve
6/2/2008 tarihinde başvurucunun beş ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verilmiştir. Başvurucu bu mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. Temyiz
aşaması henüz sonuçlanmamıştır.
26. Somut olayda yargılama faaliyetinin, başvurucunun yakalanarak
savunmasının alındığı, dolayısıyla suç isnadından haberdar olduğu 13/7/2007
tarihinde başlamış olacağı kabul edilmelidir. Bununla birlikte, yargılama,
dosya Yargıtayda derdest olduğundan henüz
sonuçlanmamıştır. Bu bağlamda yargılama faaliyeti yedi yılı aşkın süredir devam
etmektedir.
27. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek
gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin
gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden
de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
28. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki
rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya
belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki
gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı
nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların
sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
29. Devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların
nicelik itibarıyla artmasına rağmen, yargılama faaliyetinin makul sürede
gerçekleştirilebilmesi için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu
yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek
biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür.
30. Yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı
gecikmeler AİHM tarafından da müteaddit defalar incelemeye tabi tutulmuştur. Bu
kapsamda, bir yapısal sorun olması ve yargılama sisteminde çözüm bekleyen
uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında artması ve birikmesi sonucu
yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda, Sözleşme’nin 6. maddesinin
ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 56).
31. Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince,
yargılama sisteminin adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde
düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, tek sanıklı bir
yargılamada yedi yılı aşkın bir süre devam eden yargılama faaliyetinin, hukuk
sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerle izah
edilemeyeceği açıktır.
32. Başvurucunun yakalanarak savunmasının alındığı 13/7/2007
tarihinden Anayasa Mahkemesinin kabul edilebilirlik ve esas hakkında başvuruyu
incelediği tarih arasında 6 yıl 10 aylık bir sürenin geçtiği görülmektedir.
Başvurucunun yakalanarak savunmasının alınmasından sonra başvurucunun sabıka
kaydında yer alan ilamlar istenmiş ve 6/2/2008 tarihinde dosya ikmal edilerek
karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi, başvurucu hakkında çıkartılmış
yakalama emrinin infazını beklediği sırada geçen üç celsede başvurucunun sabıka
kaydında yer alan ilamları getirtmeyerek sonradan bunları tamamlama yoluna
gitmiş ve dosya toplam 5 ay sürüncemede kalmıştır. İlk Derece Mahkemesinin
kararını verdiği 6/2/2008 tarihinden bugüne kadar dosya Yargıtayda
temyiz aşamasında beklemektedir. Bu süre ise 6 yılın üzerindedir.
33. Dosyanın sürünceme bırakılmasında ve yargılamanın yaklaşık
yedi yıldır devam etmesinde başvurucuya veya müdafiine
yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yargılama süresinin makul
olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken
davadaki sanık sayısı, davanın karmaşıklığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz
konusu suç için öngörülen cezanın miktarı gibi unsurların hiçbiri somut
davadaki yargılama süresinin makul olarak değerlendirilmesine olanak
vermemektedir. Tek bir sanığın yargılandığı ve karmaşık nitelikte olmayan
davada yargılamanın yürütülmesindeki izlenen yöntem dikkate alındığında,
13/7/2007 tarihinde yakalanarak savunması alınmakla başlayan ve halen devam
eden davadaki yargılama süresi makul olarak değerlendirilemez.
34. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
35. Başvurucu, 10.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
36. Adalet Bakanlığı, başvurucu tarafından talep edilen tazminat
miktarları konusunda herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
37. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
38. Başvurucunun, tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yedi yılı
aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu
sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında, başvurucuya 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
39. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
8/9/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.