TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SEBAHAT TUNCEL BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2014/1440)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2015
|
R.G. Tarih-Sayı: 14/3/2015-29294
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Sebahat TUNCEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Ercan KANAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında açılan
ceza davasında lehine olan delillerin toplanması taleplerinin reddedildiğini,
yasak delillere dayanıldığını ve savunma haklarının kısıtlandığını bu
nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, yeniden yargılama ile
maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 20/1/2014 tarihinde
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan
ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 26/6/2014 tarihli yazısı, 7/7/2014 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiştir. Başvurucu, görüşünü 22/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle
şöyledir:
7. Başvurucu, silahlı terör
örgütüne üye olmak suçlamasıyla 5/11/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve
8/11/2006 tarihinde tutuklanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 13/11/2006 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör
örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesine ceza davası açılmıştır. İddianameye göre, bir cinayet
davasının soruşturması sırasında şüpheli olarak 2006 yılı Temmuz ayında
yakalanan İ.Ç. geçmişte örgütle bağlantısının bulunduğunu, 2004 yılı Temmuz
ayında terör örgütü PKK’nın Irak’ın Kuzeyinde bulunan kamplarına gittiğini ve
burada Türkçe adı Demokratik Kurtuluş Partisi olan Partiya
Rızgariya Demokratik’in
(PRD) kongresine delege olarak katılan başvurucuyu gördüğünü beyan etmiştir.
İddianamede ayrıca başvurucunun 5/6/2011 tarihinde terör örgütü PKK
mensuplarınca Demokratik Toplum Partisinin (DTP) Bağcılar Şubesinde yaptığı
toplantı sırasında yakalandığı belirtilmiş ve başvurucunun PKK/KONGRA-GEL terör
örgütünün üyesi olduğu iddia edilmiştir.
9. Emniyet Genel Müdürlüğünün
ilk derece mahkemesine sunduğu bilgi notuna göre iddianamede adı geçen ve PKK
kamplarında yapılan PRD kongresi 22/9/2004 ile 29/9/2004 tarihleri arasında
yapılmıştır. Bilgi notuna göre söz konusu kongre 98 örgüt mensubunun
katılımıyla gerçekleştirilmiş, bu kongrede şehir merkezlerinde Öz Savunma
Birlikleri adı altına yeni bir silahlı yapılanmaya gidilmesi ve PRD’nin daha etkin çalışması için Türkiye Çalışma Merkezi
(TÇM) adı altında oluşturulan yapının tekrar faaliyete geçirilmesi gibi bazı
kararlar alınmıştır. Sözü geçen bilgi notunda TÇM, PRD, Öz Savunma Birlikleri,
PKK’nın silahlı kanadı olan HPG hakkında daha ayrıntılı bilgiler yer almakla
birlikte başvurucunun iddianamede bahsedilen kongreye katılımı ile ilgili bir
bilgi yer almamıştır.
10. Polis kayıtlarına göre
başvurucu, 12/6/2004 tarihinde Irak’ın Kuzeyine geçmiş ve 20/8/2004 tarihinde
yurda dönüş yapmıştır.
11. Ayrıca iddianamede
başvurucunun, 5/6/2011 tarihinde, PKK mensuplarının Bağcılar DTP şubesinde
yaptığı toplantı sırasında yakalandığı iddia edilmiş ise de söz konusu
toplantının hangi surette terör örgütü mensuplarınca yapılan bir toplantı
olduğu yönünde daha fazla bir açıklamaya yer verilmemiştir.
12. İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinde görülen dava sırasında başvurucunun terör örgütü mensubu olduğunun
ispat edilmesi için savcılık mahkemeye başka deliller de sunmuştur. Bunlardan
en önemlisi 1 Nolu Gizli Tanığın 28/2/2009 tarihinde
İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından alınmış olan ifadesidir. Bu ifade iki
yılı aşkın bir süreden sonra savcılık tarafından 28/4/2011 tarihinde İlk Derece
Mahkemesine ibraz edilmiştir.
13. 1 Nolu
Gizli Tanık, başvurucunun, 2000, 2001, 2002 yıllarında Demokratik Halk Partisi
(DEHAP) Esenler İlçe Gençlik Kolları Başkanı olduğunu, bu dönemde S.G. isimli
yardımcısı ile birlikte dört kişinin terör örgütünün kırsal alandaki silahlı
yapılanmasına katılımı için çalıştığını, kendisinin kabul etmediğini ancak
diğerlerinin örgüte katıldıklarını iddia etmiştir. Sözü geçen tanık,
başvurucunun Esenler İlçe Gençlik Kolları Başkanı olduğu dönemde PKK terör
örgütü lehine molotof kokteylli eylemlerin talimatını
verdiğini iddia etmiştir.
14. Savcılık son olarak tanık H.N’nin polis merkezinde vermiş olduğu ifadeyi delil olarak
sunmuştur. Bu ifadede tanık H.N., 2004 Yılı Haziran ayında Türkçe adı Özgür
Kadın Partisi olan Partiya Jina
Azad (PJA) isimli terör örgütü yapılanmasının Kandil’de yapılan 5. kongresine
katıldığını ve başvurucunun da bu kongrede bulunduğunu ileri sürmüştür. Tanık
H.A. İlk derece Mahkemesinde yapılan duruşmada polis nezdinde verdiği beyanları
reddetmiştir.
15. Yargılama devam ederken
başvurucu 22/7/2007 tarihli milletvekili genel seçimlerinde İstanbul bağımsız
milletvekili seçilmiştir. Başvurucunun tahliye talebi üzerine İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesi 24/7/2007 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
Başvurucu, 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekili Genel
Seçiminde yeniden İstanbul bağımsız milletvekili
adayı olmuş ve seçilmiştir.
16. İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi 18/9/2012 tarihinde başvurucunun, silahlı terör örgütüne üye olma
suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve karar kesinleşinceye
kadar “yurt dışına çıkmamak” adli
kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili
kısmı şöyledir:
“…
Sanık hakkında düzenlenen iddianamede, sanığın 2004 yılı
Temmuz - Ağustos aylarında Kuzey Irak'ta bulunan Kandil Dağındaki örgüt
kamplarında düzenlenen PRD isimli yapılanmanın 2. kongresine Türkiye delegesi
olarak örgüt kıyafeti ile katıldığı iddiası ile kamu davası açılmış olup,
yargılama sırasında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sanık hakkında anılan
örgüte eleman kazandırdığı, örgüt adına Esenler ilçesinde bir kısım eylemlerin
talimatlarını verdiği ve PJA kongresine katıldığı iddialarını içerir tanık ve
gizli tanık beyanları gönderilmiştir.
Sanık ve müdafileri
yargılamanın başından itibaren, sanığın Kuzey Irak bölgesine Dohuk Belediyesi ile bağlantılı olarak yasal çalışmalara
katılmak amacı ile gittiği, aleyhe beyan veren tanığın cinayet suçundan
yargılanması nedeni ile ifadesine itibar edilemeyeceği ve dosyaya yargılama
aşamasında gelen tanık ve gizli tanık beyanlarının Emniyet güçleri tarafından
delil uydurma çabası olduğunu savunmuşlardır. Sanık savunmasında belirtildiği
ve sanığın yurt dışına giriş ve çıkış kayıtlarından anlaşıldığı üzere sanık,
12.06.2004 tarihinde Habur Gümrük Kapısından çıkış yapmış ve 20.08.2004
tarihinde aynı kapıdan yurda giriş yapmıştır.
Sanık ile ilgili
olarak;
- Tanık İ.Ç.’nin soruşturma aşamasından itibaren yargılama aşamasında ve
kendisinin yargılandığı 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2006/210 esas sayılı
dosyasında aynı içerikte ve istikrarlı olarak ve hatta örgütten ifade vermemesi
konusunda tehdit de aldığını belirterek, 2004 yılı Temmuz ayı sonlarında PRD
konferansına katılmak için Türkiye'den gelen tamamı örgüt mensuplarının giydiği
kıyafetlerden giymiş ve kampta silahlı eğitim alan delegeler arasında sanık
Sebahat Tuncel'in de bulunduğuna yönelik beyan ve teşhisi ve bu beyanı
destekleyen anılan tarihlerde 98 mensubun katılımı ile PRD nin
2. olağan kongresinin gerçekleştirildiğine dair Emniyet Genel Müdürlüğün'den gelen bilgi notu,
Tanığın, sanık ile
bağlantısı olmayan bir adli cinayet suçundan yargılanmasının tek başına
beyanını itibarsız kılmayacağı ve tanık ile sanık arasında gerçeğe aykırı beyan
verilmesini gerektirir bir durum olduğuna dair bir belge yada bilginin mevcut
bulunmaması,
12. 06.2004 -
20.08.2004 tarihleri arasında Kuzey Irak bölgesinde bulunduğu sabit olan
sanığın, yasal alanda Dohuk Belediyesi ile irtibatlı
olarak çalışma yapmış olduğu kabul edilse bile, bu durumun bölgedeki sosyal ve
siyasi yapı ile güvenlik durumu da dikkate alındığında anılan kongreye
katılmasına engel olmayacağı ve bu konuda dinlenilen ve dinlenilecek tanık
beyanlarının, sanığın tüm faaliyetlerini 24 saat boyunca gözlemlemeleri
olanaksız bulunduğundan sonucu değiştirmeyeceği,
- 1 No.lu gizli
tanığın soruşturma ve yargılama aşamasında aynı içerikte ve istikrarlı olarak Azad
kod isimli şahsın, Mehmet kod isimli İ.D.’nin ve A.Z.
isimli şahsın iki çocuğunu sanığın örgütün kırsal alanına gönderdiğine ve
kendisini de örgütün kırsal alanına göndermek istediğine ve Sebahat Tuncel'in
burada yardımcısı ile birilikte gençleri kandırarak
örgütün kırsal alanına eleman aktarımı sağladığına, sanık Sebahat Tuncel'in
2001 - 2002 yıllarında Esenler DEHAP ilçe gençlik kolları başkanı olarak görev yaptığı
dönemde PKK terör örgütü lehine yapılan molotof
kokteylli korsan gösteri eylemlerinin talimatını verdiğine, sanığın 2003
yılında Esenler Çarşıda yapılan eylemin talimatını verdiğine ve sanığın
1998-1999 tarihleri arasında Kandil Dağında örgüt mensuplarının giydiği
kıyafetle elinde kaleşnikof silahla çekilmiş
fotoğrafını gördüğüne dair beyan ve teşhisi,
01/07/2003 tarihinde
istinat duvarlarına ve okul duvarlarına yasa dışı yazılama yapıldığına,
15/08/2003 tarihinde Esenler ilçesi Havaalanı Mahallesinde yasa dışı pankart
asıldığına, 06/06/2003 tarihinde Esenler ilçesi Kazım Karabekir Mahallesinde
8-10 kişilik bir grubun yola molotof atarak yasa dışı
slogan attıklarına, 23/08/2003 tarihinde Fatih Mahallesinde terör örgütü ele başısı lehine yasa dışı pankart asılmış olduğuna,
16/08/2003 tarihinde Esenler Kazım Karabekir Mahallesinde el yapımı bomba
bulunan yasa dışı pankart asılmış olduğuna, 15/08/2003 tarihinde bir iş yerinin
kundaklandığına ve 12/08/2003 tarihinde Esenler İlçesi Kazım Karabekir
Mahallesinde yasa dışı pankart asılması ve molotof
atılması eyleminin gerçekleştiğine dair, tanık beyanını destekleyen ve anılan
örgüt lehine yapılan bir kısım eylemleri gösteren Emniyet Müdürlüğün'den
gelen yazı cevabı,
- Tanık H.N.’ın Emniyet Müdürlüğü'nde ve nöbetçi hakimlikte aynı
mahiyette olan sanığın Kandil'de Haziran 2004 tarihinde yapılan PJA'nın 5. Kadın Kongresine örgütün talimatı doğrultusunda
örgütün giymiş olduğu tek tip elbise ile PJA delegesi olarak katıldığına dair
beyan ve teşhisi, (PJA, Kürtçe "Partiya Jina Azad" isimli örgüt yapılanması olup, Türkçe ismi
"Özgür Kadın Partisi"dir, anılan
yapılanmanın 5. olağan kongresi 17 Haziran - 02 Temmuz 2004 tarihleri arasında
Kuzey Irak Bölgesinde Kandil Dağındaki örgüt kamplarında gerçekleştirilmiştir.
Anılan yapılanmanın amacı terör örgütü içerisinde kadın sayısının artması,
başta intihar saldırıları ve sızma girişimleri olmak üzere kadınların
eylemlerde daha etkili bir şekilde kullanılması, erkek egemenliğinden kurtulmak
ve kadın ordulaşmasının yaratılması olup, 26-30 Ekim 1986 tarihinde PKK terör
örgütünün 3. kongresinde alınan karar ile ayrı bir yapılanma olarak kurulmuş,
2000 yılında alınan karar ile PJA ismini almıştır. ) Tanığın talimatla alınan
beyanının farklı olmasının tüm örgütlü suçların yargılamasında doğal olduğu ve
soruşturma aşamasında müdafi huzurunda usulüne uygun olarak alınan beyanlara
itibar edilmemesini gerektirir dosya kapmasına yansıyan bilgi ve belge
bulunmaması,
- Savunma tanıkları
A.D. ve S. G.'nın beyanlarının soyut nitelikte
bulunması ve yukarıda açıklandığı gibi sanığın Dohuk
Belediyesi ile irtibatlı olarak Kuzey Irak Bölgesinde bulunmasının, sanığın tüm
faaliyetlerini bu amaca özgülediği anlamını taşımayacağı,
- Son olarak tanık
İ.Ç. ve H.N.'ın beyanlarının birbirleri ile zaman ve
mekan açısında uyumlu bulunması ve bu iki tanığın ve gizli tanığın beyanlarının
içerik olarak aynı mahiyette ve çelişkisiz bulunması,
Dikkate alınarak;
Sanık Sebahat Tuncel'in PKK terör örgütüne eleman kazandırmaya yönelik olarak
faaliyetlerde bulunduğu, bu bağlamda yukarıda adı geçen dört kişiyi anılan
terör örgütünün dağ kadrosuna katılımını sağladığı ve gizli tanığı da bu konuda
yönlendirmeye çalıştığı, 2003 yılında PKK terör örgütü lehine yapılacak olan
bir kısım yasa dışı şiddet içeren eylemlerin talimatını verdiği, 12.06.2004 -
20.08.2004 tarihleri arasında Kuzey Irak Bölgesinde bulunduğu, PKK terör
örgütünün bir yapılanması olan PJA'nın 17 Haziran-2
Temmuz 2004 de Kandil Dağındaki örgüt kamplarında yapılan (5. Kadın Kongresi)
Kongresine tek tip örgüt kıyafeti ile katıldığı, bu kongreden daha sonra ki PRD’nin ( Partiya Rızgariya Demokratik- Demokratik Kurtuluş Partisi) Kandil
Dağındaki örgüt kamplarında yapılan 2. olağan kongresine Türkiye delegesi
olarak katılmak amacıyla tek tip örgüt kıyafeti giyerek kampta bulunmaya devam
ettiği, ancak kongre tarihinden önce kamptan ayrıdığının
anlaşıldığı, PRD’nin ülkemizdeki sivil itaatsizlik
olarak adlandırılan eylemleri aktif bir şekilde organize eden ve örgütün dağ
kadrosuna elaman aktarımı sağlayan PKK terör örgütünün alt bir kuruluşu olduğu,
PJA nın ise PKK terör örgütüne kadın eleman
kazandırmayı ve kadınları eylemlerde daha fazla kullanmayı amaçlayan PKK terör
örgütünün alt yapılanması olduğu ve sonuç olarak sanığın bu faaliyetleri ile
PKK terör örgütünün ve alt yapılanmalarının etkin bir üyesi olduğu, iddia,
tanık İ.Ç ve 1. no.lu gizli tanığın soruşturma aşamasından itibaren istikrar
arz eden beyanları, tanık H.N.'ın müdafi huzurunda
alınan soruşturma aşamasındaki ifade içerikleri, tanık beyanlarını doğrulayan
İl Emniyet Müdürlüğü'nden gelen eylemlere ilişkin belgeler ve Emniyet Genel
Müdürlüğü'nden gelen bilgi notu ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış olup,
sanığın örgüt üyeliğindeki etkin konumu, eylemlerindeki çeşitlilik ve yoğunluk
dikkate alınarak ceza alt sınırından uzaklaşılarak isnat olunan suçtan
cezalandırılmasına dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.”
17. Başvurucu, İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin nihai kararını temyiz etmiş; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
24/12/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır. Onama
Kararı başvurucu tarafından 24/12/2013 tarihinde öğrenilmiştir.
18. Başvurucu, 20/1/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
19. Başvurucu 28/11/2012
tarihinde, milletvekili olduğu halde hakkında “yurtdışına
çıkamamak” şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanması nedeniyle
adil yargılanma ve siyasal katılım hakkı ile ifade hürriyetinin ihlal
edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
20. Anayasa Mahkemesinin
20/2/2014 tarih ve B. No: 2012/1051 sayılı kararı ile başvurucunun, seçme,
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili
olarak Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edilmediğine, diğer
şikayetler hakkında başvuruların kabul edilemezliğine karar verilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
21. Anayasa’nın “Yasama dokunulmazlığı” başlıklı 83.
maddesi şöyledir:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o
oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce
başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa
vurmaktan sorumlu tutulamazlar.
Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir
milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,
tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden
önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki
durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve
doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce
veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona
ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.
Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve
kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca,
yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.”
22. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması”
başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Anayasada yer alan
hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla
tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden
daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı
mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında
uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”
23. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silâhlı örgüt”
başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Madde 314- (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde
yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on
yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
24. 12/4/1991 tarih ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör
amacı ile işlenen suçlar” başlıklı 4. maddesinin birinci fıkrasının
(b) bendi şöyledir:
“Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar
doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti
çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:
Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106,
107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170,
172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243,
244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan suçlar.
…”
25. 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu’nun “Cezaların artırılması”
başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında
ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları
yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda,
gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı
aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması
dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu
madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın
üçte ikisinden az olamaz.
Bu madde hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.”
26. 4/12/2014 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tanığa
ilk önce sorulacak hususlar ve tanığın korunması” kenar başlıklı 58.
maddesi şöyledir:
“(1) Tanığa, ilk önce adı, soyadı, yaşı, işi ve yerleşim
yeri, işyerinin veya geçici olarak oturduğu yerin adresi, varsa telefon
numaraları sorulur. Gerekirse tanıklığına ne dereceye kadar güvenilebileceği
hakkında hâkimi aydınlatacak durumlara, özellikle şüpheli, sanık veya mağdur
ile ilişkilerine dair sorular yöneltilir.
(2) Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya
çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa;
kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır. Kimliği saklı
tutulan tanık, tanıklık ettiği olayları hangi sebep ve vesile ile öğrenmiş
olduğunu açıklamakla yükümlüdür. Kimliğinin saklı tutulması için, tanığa ait
kişisel bilgiler, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından muhafaza
edilir.
(3) Hazır bulunanların huzurunda dinlenmesi, tanık için ağır
bir tehlike teşkil edecek ve bu tehlike başka türlü önlenemeyecekse ya da maddî
gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacaksa; hâkim, hazır
bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan da tanığı dinleyebilir. Tanığın
dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır. Soru sorma hakkı
saklıdır.
(4) Tanıklık görevinin yapılmasından sonra, kişinin
kimliğinin saklı tutulması veya güvenliğinin sağlanması hususunda alınacak
önlemler, ilgili kanunda düzenlenir.
(5) İkinci, üçüncü ve dördüncü fıkra hükümleri, ancak bir
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak uygulanabilir.
27. 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi”
kenar başlıklı 177. maddesi şöyledir:
“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma
delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları
göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün
önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.
(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl
bildirilir.
(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da
bildirilir.”
28. 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan soru yöneltme ” kenar başlıklı
201. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı,
müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana,
tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma
disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da
mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya
itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme
başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.”
29. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar”
kenar başlıklı 209. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu
tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile
muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer
yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin
bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.”
30. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı
217. maddesi şöyledir:
“(1)Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda
tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle
serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her
türlü delille ispat edilebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
31. Mahkemenin 26/2/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 20/1/2014 tarih ve 2014/1440
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
32. Başvurucu,
i. Hakkında
verilen mahkûmiyet kararının ideolojik ve politik bir karar olduğunu bu sebeple
Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin, kesinleşmiş bir karar
bulunmadan yurtdışına çıkış yasağı konulmuş olmasının Anayasa’nın 38. maddesinde
yer alan masumiyet karinesinin, kendisi milletvekili seçildikten sonra
yargılamanın durdurulması yönündeki taleplerinin reddedilerek yargılamaya devam
edilmesi nedeniyle yasama dokunulmazlığını düzenleyen Anayasa’nın 83.
maddesinin ve siyasal katılım hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 67.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
ii. Mahkûmiyet
kararının esas itibariyle üç tanık beyanına dayandığını ve her üç tanığın
beyanlarının da mahkûmiyete esas alınamayacağını ileri sürmüştür.
Başvurucu, tanıklardan İ.Ç.’ın bir
tanıkta bulunması gerekli niteliklere sahip olmadığını, bu kişi hakkında adam
öldürme, suç tasnii ve cinsel istismar iddiasıyla
soruşturmalar ve kamu davaları açıldığını, bu soruşturma ve davaların araştırılması
taleplerinin derece mahkemesince gerekçesiz olarak reddedildiğini belirtmiştir.
Başvurucu, söz konusu tanığın kardeşinin terör örgütüne katılarak ölmesi
neticesinde kardeşinin intikamını almaya çalıştığını, tanığın bu yöndeki saikinin ortaya çıkartılması için bu tanıkla ilgili ulusal
bir televizyon kanalında yapılan programın da getirtilerek izlenmesi
taleplerinin reddedildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca tanığın beyanında geçen ve
başvurucunun ilişkili olduğunu ileri sürdüğü PRD isimli örgütün başvurucunun
anlatımlarındaki tarihlerde olup olmadığının İçişleri Bakanlığından sorulma
taleplerinin reddedildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, kendisi aleyhine ifade veren ikinci kişi olan 1 nolu gizli tanığın dinlenmesinde adil yargılanma hakkının
ihlali niteliğinde bir dizi usul hatası yapıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu,
gizli tanığın beyanlarında geçen bazı maddi olay ve olguların doğruluğunun
kendisinin talebine rağmen mahkemece araştırılmadığı gibi kendisinin ortaya
koyduğu delillerin de dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. 1 nolu gizli tanığın beyanlarında geçen ve başvurucunun
araştırılmadığını ileri sürdüğü hususlar şunlardır: Başvurucu, 2003 yılında
DEHAP Esenler İlçe Başkanı olduğu iddiasının gerçek dışı olduğunu, bu hususun
İstanbul Emniyet Müdürlüğü partiler masasından sorulması taleplerinin
reddedildiğini beyan etmiştir. Başvurucu, PKK terör örgütünün dağ kadrolarına
gönderilmek üzere birlikte çalıştıkları kişiyi tanımadığını, kaldı ki bu
kişinin o tarihlerde cezaevinde olduğunu öğrendiğini, bu kişinin hangi
tarihlerde cezaevinde kaldığının Cumhuriyet Savcılığından sorulması
taleplerinin reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu, Gökkuşağı isimli derneğin
yöneticisi olduğu ve faaliyetlerini bu dernek çatısı altında yürüttüğü
iddiasının gerçek dışı olduğunu kendisinin bu dernekle bir ilgisinin olup
olmadığının Emniyet Müdürlüğü Dernekler Masasından sorulması taleplerinin
reddedildiğini belirtmiştir. HADEP Esenler gençlik kolu başkanı olduğu
iddialarının gerçek dışı olduğunu ve bu husususun Emniyet Müdürlüğü Partiler
Masasından sorulması taleplerinin reddedildiğini ve Mahkemece bu beyanların
doğruluğunun başka türlü de araştırılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu
mahkûmiyet kararının önemli ölçüde dayandığı 1 nolu
gizli tanığın beyanlarının kolluk güçlerince alındıktan iki yıl sonra ve
dosyanın ilerleyen aşamalarında getirildiğini, bu kişinin duruşma sırasında
ifadesi alınırken hazırlık ifadesinin usule aykırı olarak okunması ile
yetinildiğini ve bu tanığa soru soramadıklarını ileri sürmüştür.
Başvurucu, aleyhine ifade veren H.N’ın
mahkeme heyeti önündeki ifadelerinin değil hazırlıkta yönlendirme altında
alınan ifadelerinin esas alındığını ileri sürmüştür. Başvurucu, H.N’ın “bipolar bozukluk manik epizod” teşhisi ile Adli Sağlık Kurulu raporu
bulunduğunu, sonraki beyanlarında kollukta alınan beyanlarını hatırlamadığını,
bu beyanların alınması sırasında şuurunun yerinde olmadığını söylediğini, bu
tanığın kolluk beyanlarının da güvenilir olmadığını ileri sürmüştür.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararının gerekçesinin iddianameyi
tekrar etmekten ibaret olduğunu, ne başvurucu aleyhine ileri sürülen delillerin
ne de savunmanın gerçekçi bir değerlendirilmesinin yapılmadığını, bu sebeple
Anayasa’nın 141. maddesinin ve bilhassa tanık beyanlarına karşı ileri
sürdükleri ve araştırılmasını istedikleri taleplerinin makul bir gerekçe
olmaksızın reddedilmesi ve maddi gerçeğin resen de araştırılmaması nedeniyle
adil yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
iii. Uzunca
bir süre tutuklu olarak yargılandığı yargılamanın yaklaşık 8 yıl sürdüğünü bu
sebeple makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Seçme, Seçilme ve Siyasî Faaliyette
Bulunma Haklarının İhlali İddiası
33. Başvurucu, hakkında
hükmedilen mahkûmiyet kararının kendisinin siyasi kimliği nedeniyle ideolojik
ve politik bir karar olduğunu bu sebeple Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan
eşitlik ilkesinin, kesinleşmiş bir karar bulunmadan yurtdışına çıkış yasağı
konulmuş olmasının Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan masumiyet karinesinin,
kendisi milletvekili seçildikten sonra yargılamanın durdurulması yönündeki
taleplerinin reddedilerek yargılamaya devam edilmesi nedeniyle yasama
dokunulmazlığını düzenleyen Anayasa’nın 83. maddesinin ve siyasal katılım
hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 67. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
34. Başvurucunun yurtdışına
çıkış yasağı konulmasına ilişkin şikayetleri Anayasa Mahkemesinin 2012/1051
sayılı dosyasında incelenmiş ve 20/2/2014 tarihli karar ile başvuru kabul
edilemez bulunmuştur. Mevcut koşullarda aynı konuda daha önce verilen söz
konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığından başvurunun bu
yönden incelenmesine gerek bulunduğu düşünülmemiştir.
35. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun seçilmiş bir
parlamenter olmasına rağmen durdurulmayarak yargılamaya devam edilmesinin
yasama dokunulmazlığını düzenleyen Anayasa’nın 83. maddesine aykırı olduğu
yönündeki şikâyetleri ile Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiği yönündeki
şikâyetlerinin “Seçme, seçilme ve siyasî
faaliyette bulunma hakları”nın
yer aldığı Anayasa’nın 67. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
36. Anayasa’nın “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları”
başlıklı 67. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.”
37. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek Protokol 1’in 3. maddesi şöyledir:
“Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul
aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı
taahhüt ederler.”
38. Anayasa’nın 67. maddesinde
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasî
faaliyette bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Seçimler ve siyasi haklar
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez
unsurlarıdır (AYM, E.2002/38, K.2002/89, K.T. 8/10/2002). Benzer şekilde Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi de (AİHM) “serbest
seçim hakkı”nı
Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden
biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye Ek 1
No.lu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan
etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için
hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B. No. 9267/81, 2/3/1987, § 47; Danoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00, 16/3/2006,
§ 103; Yumak ve Sadak/Türkiye
[BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008, § 105).
39. Anayasa’nın 67. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan haklar demokrasiyi hayata geçirme hedefi ile
doğrudan bağlantılıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar (B. No:
2012/1272, 4/12/2013, § 110). Parlamenter demokraside halk ile yönetim
arasındaki bağlantıyı ve parlamentonun siyasi meşruiyetini, demokratik usul ve
esaslara göre belirlenen seçimler aracılığıyla halkın temsilcisi olarak seçilen
milletvekilleri gerçekleştirirler (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 127).
40. Bununla birlikte seçilme
hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda ilgilinin
seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen
kullanabilmesini de kapsar. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama
faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil,
aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına (aynı yöndeki
AİHM kararı için bkz. Sadak ve
Diğerleri/Türkiye, B.No. 25144/94,
26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, § 33, 40) ve siyasi
faaliyette bulunma hakkına yönelik bir müdahale teşkil edebilir (B. No:
2012/1051, 20/2/2014, § 67).
41. Yasama yetkisinin sahibi
olan parlamento ve onu oluşturan milletvekilleri anayasal sınırlar içinde toplumda
var olan farklı siyasi görüşlerin temsilcileridirler. Serbest seçimlerle halkın
adına karar alma yetkisi verilen milletvekillerinin asli görev alanı parlamento
olup, sahip oldukları görev alanı üstün kamusal yarar ve önem içermektedir (B.
No: 2012/1272, 4/12/2013, § 128).
42. Siyasi faaliyetlerde her
ülkenin kendi koşulları içinde yasalar ile sınırlamalar getirilebileceği
söylenebilirse de, milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde anayasal bir koruma
alanına sahip olduğu açıktır. Aslolan halkın siyasi
iradesinin engellenmemesi ve hakkın özünün etkisiz hale getirilmemesidir.
Seçilmiş milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine getirmelerini
engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk iradesiyle oluşan siyasal temsil
yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen iradesinin parlamentoya yansımasını
önleyecektir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 129).
43. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul
edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
44. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal
iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir.
45. Çözümlenmesi gereken mesele,
milletvekili seçildikten sonra yargılanmaya devam etmesinin başvurucunun seçme,
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarından “seçilme hakkı” ile aralarında ayrılmaz bir ilişki bulunan “siyasal faaliyette bulunma” hakkına
yönelik bir müdahale oluşturup oluşturmadığını belirlemektir.
46. Somut olayda başvurucu,
silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla 5/11/2006 tarihinde gözaltına
alınmış ve 8/11/2006 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 13/11/2006 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör
örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesine ceza davası açılmış, yargılama tutuklu olarak devam
ederken başvurucu 22/7/2007 tarihinde yapılan 23. Dönem Milletvekili Genel
Seçiminde, İstanbul bağımsız milletvekili seçilmiştir. Başvurucunun tahliye
talebi üzerine İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 24/7/2007 tarihinde
milletvekili seçilmesi nedeniyle kaçma şüphesinin kalmadığı gerekçesiyle
başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
47. İlk Derece Mahkemesi tahliye
kararında başvurucu hakkında herhangi bir güvenlik tedbirine karar vermemiştir.
Bu yönüyle gerek yürütülen kovuşturma, gerekse başvurucunun tutukluluk hali
başvurucunun milletvekili seçilmesine engel teşkil etmemiştir. Bu anlamda
başvurucunun seçilme hakkına bir müdahale söz konusu olmadığı gibi, buna
yönelik bir iddia da ileri sürülmemiştir. Başvurucu, milletvekili seçildikten
sonra tahliye edildiğinden Türkiye Büyük Millet Meclisinde yemin etmiş ve
milletvekilliği görevini fiilen yerine getirmeye başlamıştır. Başvurucu, 12
Haziran 2011 tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekili Genel Seçiminde İstanbul bağımsız milletvekili adayı olmuş, yeniden
seçilmiş ve halen milletvekilidir. Bununla birlikte İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi 18/9/2012 tarihli kararı ile başvurucunun, silahlı terör örgütüne üye
olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
48. Başvuru konusu olayda
Başvurucu, milletvekili seçildikten sonra Anayasa’nın 83. maddesinin emredici
hükmü gereği yasama dokunulmazlığı kazandığı halde yargılamanın durdurulmayarak
devam ettirilmesi nedeniyle Anayasa’nın 67. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmektedir. Başvurucu, Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasında koruma
altına alınan siyasi faaliyette bulunma hakkını kullanamadığına yönelik bir
şikâyette bulunmadığı gibi seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil
yetkisini fiilen kullanamadığı ve bu bağlamda parlamento çalışmalarına
katılamadığı, milletvekili sıfatıyla siyasi faaliyetlerde bulunamadığını da
ileri sürmemiştir.
49. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun, Anayasa’nın 67. maddesinin ihlaline neden olduğunu ileri sürdüğü
yargılamanın durdurulmayarak sürdürülmesi işlemi nedeniyle siyasi faaliyette
bulunma hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı
ve Makul Sürede Yargılanma Hakkı’nın İhlali İddiası
50. Başvurucu, hakkında
hükmedilen mahkûmiyet kararının esas itibariyle üç tanık beyanına dayandığını
ve her üç tanığın beyanlarının da mahkûmiyete esas alınamayacağını, bu
tanıkların iddialarına karşı yaptığı itirazın İlk Derece Mahkemesince dikkate
alınmadığını ve isnat edilen eylemleri gerçekleştirmediğine yönelik olarak
sundukları delillerin gerekçeli kararda tartışılmadığını, ayrıca makul sürede
yargılanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak
hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ve makul sürede yargılanma hakkı kapsamında
değerlendirilmesi uygun bulunmuştur.
51. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Hakkaniyete Uygun Yargılanma
Hakkının İhlali İddiası
52. Başvurucu, İ.Ç. ve H.N.
isimli iki tanık ile 1 nolu gizli tanığın beyanlarına
yönelttikleri itirazların İlk Derece Mahkemesince araştırılmadan bu beyanların
hükme esas alınmasından şikâyetçi olmuştur (§ 32). Başvurucu, tanıkların
beyanlarında geçen bazı maddi olay ve olguların doğruluğunun kendisinin
talebine rağmen mahkemece araştırılmadığı gibi kendisinin ortaya koyduğu
delillerin de dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, silahlı terör
örgütüne üye olma suçundan yargılandığı İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012
tarihli kararının gerekçesinin iddianameyi tekrar etmekten ibaret olduğunu, ne
başvurucu aleyhine ileri sürülen delillerin ne de savunmanın gerçekçi bir
değerlendirilmesinin yapılmadığını ve özellikle tanık beyanlarına karşı ileri
sürdükleri ve araştırılmasını istedikleri taleplerinin makul bir gerekçe
olmaksızın reddedildiğini, maddi gerçeğin resen de araştırılmadığını, bu
nedenlerle gerekçeli karar hakkının ve adil yargılanma ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
53. Anayasa Mahkemesi, derece
mahkemelerince verilen kararları, maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir
merci değildir. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut
olayda sağlanıp sağlanmadığını incelemektir. Bu demektir ki Anayasa Mahkemesi, Anayasa
ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında kalan hak ve özgürlüklere müdahale
edilmedikçe, derece mahkemelerinin maddi vakıaları değerlendirme ve hukuk
kurallarını uygulama sırasında yaptıkları hataları ele alamaz.
54. Bu kapsamda Anayasa
Mahkemesi adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetleri incelediği pek çok
kararında derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak
geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu, özellikle taraflarca ileri sürülen
kanıtların kabulü ve değerlendirilmesinin öncelikle derece mahkemelerinin
görevi olduğunu belirtmiştir. Bireysel başvuru yolunun istisnai ve ikincil
nitelikte bir kanun yolu olmasının bir gereği olarak derece mahkemeleri önünde
dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bununla birlikte, Anayasa
Mahkemesi, görevi gereği Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan
adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan usuli
güvencelerin asgari standartlarda sağlanıp sağlanmadığını denetlemek
zorundadır. Bu, salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapmak anlamına gelmez; aksine Anayasa ile verilen temel haklardan birinin
ihlal edilip edilmediğini incelemek görevinin yerine getirilmesi anlamına
gelir.
55. Dolayısıyla Anayasa
Mahkemesi, mevcut başvuruda adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden
başvurucunun şikâyetleriyle bağlantılı görülen gerekçeli karar hakkı, isnat
edilen suçu öğrenme hakkı ve tanık sorgulama hakkının gereklerinin yerine
getirilip getirilmediğini, bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun
yürütülüp yürütülmediğini inceleyecektir. Böyle bir inceleme, Anayasa
Mahkemesinin kendisine getirilen sınırlandırmaları görmezden geldiği ve
dördüncü derece mahkemesi gibi hareket ettiği şeklinde değerlendirilemez.
56. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
57. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
58. Anayasa’daki hakların etkili
bir biçimde korunması için, davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine
göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını
ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (bkz. B.
No: 2013/7800, 18/6/2014, § 30; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM içtihatlarına göre bir
mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve
başvurucuların temel şikayetlerini incelemekten kaçınmalarına neden olması
halinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı
bakımından ihlal edilmiş olur (bkz. Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84-85).
59. Öte yandan mahkemelerin,
başvurucuların önemli bazı iddialarına yanıt vermemiş olması, kişinin
iddialarının incelenmesi hakkının yanında, adil yargılanma hakkının önemli
gerekliliklerinden biri olan mahkemelerin kararı gerekçelendirme yükümlülüğü
ile de ilişkilidir. Zira bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil
yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı da
kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi
amaçlamaktadır ( B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 31). Nitekim Anayasa Mahkemesi
önceki kararlarında, Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin, adil yargılanma
hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (bkz.
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 49).
60. Mahkemeler, “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince
açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük,
tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra,
tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun
bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir
toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini
öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (bkz. B. No: 2013/7800, 18/6/2014,
§ 33, 34).
61. Mahkemelerin bu yükümlülüğü,
yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde
ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, bir kararda
tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve
koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir
biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka
bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde,
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (bkz. B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 35).
62. Ayrıca, insan haklarına
ilişkin güvencelerin soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir
şekilde sağlanması gerekir. Buna göre, mahkemelerin ileri sürülen iddia ve
savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara
verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir.
Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate
alındığında makul olmalıdır (bkz. B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 36). Makul
gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini,
kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını
ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek
nitelikte olmalıdır (bkz. B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24).
63. Gerekçelendirme, davanın
sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla
birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir.
Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma
sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara
dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin
reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak
ölçü ve özene sahip olması gerekmektedir. Zira bir davada tarafların, hukuk
düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve
kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da
almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek
açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur
(bkz. B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 37, 38). Aksi bir tutumla, mahkemenin,
davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi
veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir (bkz. B. No: 2013/7800,
18/6/2014, § 39).
64. Somut olayda başvurucu,
tanık beyanlarına yönelttiği itirazların İlk Derece Mahkemesince
araştırılmamasından, tanıkların beyanlarında geçen bazı maddi olay ve olguların
doğruluğunun talepte bulunmasına rağmen mahkemece araştırılmamasından ve
kendisinin ortaya koyduğu delillerin de dikkate alınmamasından şikâyetçi
olmuştur. İlk Derece Mahkemesinin aşağıda özetlenen gerekçelerinin makul, başka
bir deyişle yeterince açık ve yeterli olup olmadığının tespiti için başvurucu
tarafından hükmün dayanağı olan tanık beyanlarına karşı ileri sürülen
itirazların denetlenebilir, makul yanıtının verilmesi gerekir.
65. İlk olarak, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının 13/11/2006 tarihli ve başvurucunun terör örgütü üyesi
olduğunu iddia eden iddianamesi yalnızca tanık İ.Ç.’nin
beyanlarına dayanmıştır. Tanık İ.Ç. hakkında isnat edilen adam öldürme suçuna
ilişkin soruşturma nedeniyle 10/8/2006 tarihinde yakalanmış, isnat edilen suçla
ilgili beyanlarının yanı sıra ayrıca başvurucu hakkında da bir iddia da
bulunmuştur. Tanık İ.Ç., 2004 yılı Temmuz ayında Irak’ın Kuzeyinde PKK terör
örgütünün bir kampında başvurucuyu terör örgütü mensuplarının giydiği
kıyafetleri giymiş olarak gördüğünü, başvurucunun burada yapılmakta olan kongreye
PRD delegesi olarak katıldığını iddia etmiştir. Söz konusu iddianamede ayrıca
başvurucunun, PKK-KONGRA-GEL terör örgütünün üst düzey yöneticilerinin Bağcılar
İlçe DTP binasında toplantı yaptıkları sırada yakalandığı iddia edilmiştir.
66. İlk Derece Mahkemesinin
gerekçesinde başvurucunun yakalandığı sırada yapıldığı iddia edilen terör
örgütü toplantısı hakkında hiçbir bilgi yer almadığı gibi yargılama boyunca da
iddianamede başvurucunun terör örgütü üyesi olduğunun bir delili olarak
gösterilen söz konusu toplantı tartışma konusu yapılmamıştır. Ne toplantıya
katılan kişilerin kimlikleri bilinmektedir, ne de toplantıda ne tür bir
faaliyet yürütüldüğü belirlenmiştir. Dahası böyle bir terör örgütü toplantısı
hakkında adli makamların herhangi bir işlem yapıp yapmadıkları da
araştırılmamıştır.
67. Tanık İ.Ç., başvurucunun
2004 yılı Temmuz ayında PRD kongresine katıldığını iddia etmiş ise de İstanbul
Emniyet Müdürlüğüne göre söz konusu toplantı 22/8/2004 ila 29/8/2004 tarihleri
arasında yapılmış, yine Emniyet Müdürlüğüne göre başvurucu 12/6/2004 tarihinde
Habur sınır kapısından çıkış yapmış ve 20/8/2004 tarihinde yurda dönüş
yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, somut bilgi ve belgeler karşısındaki tanık
İ.Ç.’nin beyanlarındaki bu tutarsızlığı
gidermemiştir. Üstelik Emniyet Müdürlüğü İlk Derece Mahkemesine PRD hakkında
son derece ayrıntılı bir bilgi notu göndermiştir. Bu notta, PRD oluşumunun
kuruluşundan itibaren geçirdiği tüm değişimler, oluşumun amacı, hangi
tarihlerde toplantılar yapıldığı, toplantılarda ele alınan meseleler ve
toplantılara kaç kişinin katıldığı gibi oldukça ayrıntılı bilgiler yer
almaktadır. Buna karşın Mahkeme, başvurucunun toplantıya katılımı hakkında
polis veya istihbarat kayıtlarında bir bilgi bulunup bulunmadığını da
araştırmamıştır.
68. Ayrıca başvurucu tarafından,
tanık İ.Ç.’ın güvenilirliğine ilişkin ortaya konan
bazı kuşkulu durumlar da araştırılmamıştır. Söz gelimi başvurucunun iddiasına
göre bu kişi hakkında adam öldürme, suç tasnii ve
cinsel istismar iddiasıyla soruşturmalar ve kamu davaları bulunmaktadır.
Özellikle tanık hakkında suç tasniinden bir
soruşturma veya kovuşturma bulunmasının tanığın güvenilirliğini etkilemediği
söylenemez. Ayrıca başvurucunun iddiasına göre bu tanık, ulusal bir televizyon
kanalında terör örgütüne katılarak ölen kardeşinin intikamını alacağını
söylemiştir ve başvurucunun bu programın kayıtlarının izlenmesi talepleri de
mahkemece reddedilmiştir. Tanık İ.Ç.’nin başvurucunun
Gökkuşağı isimli dernekte yöneticilik yaptığı yönündeki beyanlarının doğru
olmadığı itirazı karşısında bu beyanın araştırılması da tanığın
güvenilmezliğinin ortaya konması çabasının bir parçasıdır.
69. Başvurucu hakkındaki
iddianame 13/11/2006 tarihinde düzenlenmiş ve İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesinde görülen davanın ilk duruşması 8/2/2007 tarihinde yapılmıştır. İddianamede
tek delil olarak gösterilen tanık İ.Ç.’nin
beyanlarından sonra başvurucunun terör örgütü mensubu olduğunun ispat edilmesi
için savcılık mahkemeye bu defa 1 Nolu Gizli Tanığın
28/2/2009 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından alınmış olan
ifadesini davanın açılmasından yaklaşık beş yıl sonra, tanığın ifadesinin
alınmasından ise yaklaşık iki yıl sonra 28/4/2011 tarihinde sunmuştur.
70. 1 Nolu
Gizli Tanık, başvurucunun, 2000, 2001, 2002 yıllarında DEHAP Esenler İlçe
Gençlik Kolları Başkanı olduğunu, bu dönemde S.G. isimli yardımcısı ile
birlikte dört kişinin terör örgütünün kırsal alandaki silahlı yapılanmasına
katılımı için çalıştığını, kendisinin kabul etmediğini ancak diğerlerinin
örgüte katıldıklarını iddia etmiştir. Sözü geçen tanık, başvurucunun Esenler
İlçe Gençlik Kolları Başkanı olduğu dönemde PKK terör örgütü lehine molotof kokteylli eylemlerin, 2003 yılında ise “Esenler Çarşıda yapılan eylemin”
talimatını verdiğini iddia etmiştir.
71. Başvurucu, gizli tanığın
güvenilirliğini sorgulamak çabası kapsamında, iddia edilen dönemde gençlik
kolları başkanlığı yapmadığını beyan etmiş ve bu dönemdeki başkanın ismini
mahkemeye bildirmiş, Mahkemenin de bu bilgiyi Emniyet Müdürlüğü Dernekler
Masasından doğrulatabileceğini belirtmiştir. İlk Derece Mahkemesi gizli tanığın
bu beyanının doğruluğunu araştırmamıştır. Gizli tanığın beyanında adı geçen
S.G. tanık olarak dinlenmiş, başvurucu ile o tarihlerde tanışmadığını, tanığın
beyanlarının doğru olmadığını beyan etmiş ancak Mahkeme bu kişinin beyanlarına
da itibar etmemiştir. Öte yandan gizli tanık, başvurucu ile birlikte S.G.’nin de bazı kişilerin terör örgütüne katılımı için faaliyet
yürüttüğünü iddia etmiş olmasına rağmen S.G. hakkında böyle bir eyleminden dolayı
ne soruşturma açılıp açılmadığı araştırılmış ne de bu eylemler sabit kabul
edildiği halde suç duyurusunda bulunulmuştur.
72. 1 Nolu
Gizli Tanık, isimlerini verdiği üç kişinin başvurucu tarafından terör örgütünün
kırsaldaki yapılanmasına gönderildiğini iddia etmiştir. Ne var ki dosyaya
yansıdığına göre İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun taleplerine rağmen ismi
verilen kişilerin gerçekte var olup olmadıklarını, polis ve istihbarat
kayıtlarında bulunup bulunmadıklarını, gerçekten de kırsala gidip gitmediklerini
araştırmamıştır. Yine dosyadan anlaşıldığı kadarıyla başvurucu, bu kişilerden
birinin iddia edilen tarihlerde cezaevinde olduğunu bildirmesine ve bu konunun
araştırılması talebinde bulunmasına rağmen bu husus da araştırılmamıştır. Aynı
şekilde 1 Nolu Gizli Tanığın beyanlarında adı geçen
ve iki oğlu kırsala gönderildiği söylenen A. Z. isimli kişinin beyanlarına
başvurularak söz konusu tanık beyanlarının doğruluğu araştırılmamıştır.
73. 1 Nolu
Gizli Tanık, başvurucunun Esenler İlçe Gençlik Kolları Başkanı olduğu dönemde
PKK terör örgütü lehine molotof kokteylli eylemlerin,
2003 yılında ise “Esenler Çarşıda yapılan
eylemin” talimatını verdiğini iddia etmiştir. İlk Derece Mahkemesi
tanığın iddia ettiği 2000-2002 yılları arasındaki eylemlerin hangileri olduğunu
araştırmamıştır. Buna karşın Mahkeme, Emniyet Müdürlüğünden gelen ve 2003
yılında Esenler İlçesinde yapılan eylemlerin talimatının başvurucu tarafından
verildiğini ima etmiştir. İlk derece Mahkemesi gerekçeli kararında 1/7/2003
tarihinde istinat duvarlarına ve okul duvarlarına yazılar yazılması, 15/8/2003
tarihinde Esenler İlçesi Havaalanı Mahallesinde yasa dışı pankart asılması,
6/6/2003 tarihinde Esenler İlçesi Kazım Karabekir Mahallesinde 8-10 kişilik bir
grubun yola molotof atarak yasa dışı slogan atması,
23/8/2003 tarihinde Fatih Mahallesinde terör örgütü kurucusu lehine pankart
asılması, 16/8/2003 tarihinde Esenler Kazım Karabekir Mahallesinde el yapımı
bomba bulunan pankart asılması, 15/8/2003 tarihinde bir iş yerinin kundaklanması
ve 12/8/2003 tarihinde Esenler İlçesi Kazım Karabekir Mahallesinde pankart
asılması ve molotof atılması eylemleri ile başvurucu
arasında bir bağ bulunduğunu kabul etmiştir.
74. İstanbul Emniyet Müdürlüğü
genel olarak 2003 yılında tüm Esenler İlçesinde kayda geçen ve PKK terör örgütü
lehine olan eylemlerin listesini mahkemeye bildirmiştir. Bu eylemler ile
başvurucu arasındaki bağlantının nasıl kurulduğu gerekçeli kararda yer
almamaktadır. Gizli tanığa Esenler Çarşısında yapıldığını iddia ettiği eylemin Emniyet
Müdürlüğünün bildirdiği listedeki eylemlerden hangisi olduğu sorulmamıştır. İlk
Derece Mahkemesinin başvurucunun talimatını verdiği kabul ettiği bu eylemler,
terör örgütüne üye olmak suçu dışında ayrıca başka suçlara da vücut
vermektedir. Başvurucunun talebi bulunmasına rağmen, bu eylemlerle ilgili
olarak soruşturma bulunup bulunmadığı, varsa sorumlular ve başvurucu hakkında
bir adli işlem yapılıp yapılmadığı araştırılmamış, soruşturma evrakları dosyaya
getirtilmemiş ve gerekçeli kararda eylem listesini vermek dışında hiçbir
açıklama yapılmamıştır.
75. Son olarak başvurucu
aleyhine tanık H.N’ın poliste verdiği ifadelere
itibar edilmiştir. Tanık H.N, “bipolar bozukluk manik epizod” teşhisi
ile Adli Sağlık Kurulu raporu ibraz etmiş ve polis ifadelerini kabul
etmemiştir. İlk Derece Mahkemesi tanığın polis ifadesini kabul etmemesi
hakkında bir açıklamada bulunmamış, örgütlü suçlarda beyan farklılıklarının
normal olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Tanık H.N. polis ifadesinde
başvurucunun 2004 yılı Haziran ayında Kandil’de yapılan PJA’nın
5. Kadın Kongresine katıldığını iddia etmiştir. Başvurucu böyle bir kongre
yapılıp yapılmadığının araştırılmasını istemiş ancak Mahkeme bu talebi yerine
getirmemiştir. İlk Derece Mahkemesi tanık İ.Ç. ile tanık H.N.’nin beyanları arasındaki farklılığı şu şekilde gidermeye
çalışmıştır:
“…12. 06.2004 - 20.08.2004 tarihleri arasında Kuzey Irak
Bölgesinde bulunduğu, PKK terör örgütünün bir yapılanması olan PJA'nın 17 Haziran-2 Temmuz 2004 de Kandil Dağındaki örgüt
kamplarında yapılan Kongresine tek tip örgüt kıyafeti ile katıldığı, bu
kongreden daha sonra ki PRD’nin Kandil Dağındaki
örgüt kamplarında yapılan 2. olağan kongresine Türkiye delegesi olarak katılmak
amacıyla tek tip örgüt kıyafeti giyerek kampta bulunmaya devam ettiği, ancak
kongre tarihinden önce kamptan ayrıldığının anlaşıldığı…”
76. İlk Derece Mahkemesi
olayları bu şekilde kabul ettikten sonra tanık İ.Ç. ve H.N.'ın
beyanlarının birbirleri ile zaman ve mekân açısında uyumlu olduğunu ve bu iki
tanığın ve gizli tanığın beyanlarının içerik olarak da aynı mahiyette ve
çelişkisiz bulunduğunu kabul etmiştir. Oysa tanık İ.Ç. ve H.N.'ın beyanlarının birbirleri ile zaman ve mekân açısından
farklılık bulunduğu gibi içerik olarak gizli tanığın beyanları ile de hiçbir
bağlantı bulunmamaktadır.
77. İlk Derece Mahkemesinin
tanık beyanları arasındaki çelişkiyi gidermek için başvurucunun PRD kongresine
katılmayarak yurda döndüğü tezine rağmen Yargıtay, başvurucunun her iki
toplantıya da katıldığına karar vermiştir. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
24/12/2013 tarihli ilamında başvurucunun “PKK
terör örgütünün alt oluşumları olan PJA (Özgür Kadın Partisi)’nin 5. kongresine ve PRD (Demokratik Kurtuluş Partisi)’nin 2. kongresine örgüt mensuplarınca giyilen tek tip kıyafetle
iştirak…” ettiği kabul edilmiştir.
78. Tarafsızlığı, keyfiliği,
denetimden kaçmayı ve perdelemeyi önlemek için mahkemeler, kararın verilmesine
neden olan temelleri yeterince açık olarak belirtmekle yükümlüdürler.
Mahkemelerin yargılama süresince kendilerine iletilen her iddia ve talebi
gözetme zorunda olmadıkları biçimindeki serbesti, kararın verilmesine neden
olan dayanaklara asgari açıklıkta değinilmesi görevini ortadan kaldıracak
şekilde yorumlanamaz (B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 58).
79. Bireysel başvuru yolunda
derece mahkemelerinin gerekçelerinin niteliği, ancak açık bir keyfilik veya
takdir hatası oluşturduğu ya da makul ve ikna edici açıklamalar içeren bir
gerekçe gösterilmediği, iddia olunan eylem ile hüküm arasında “uygun illiyet bağı” kurulmadığı durumlarda
denetlenebilir. Derece mahkemesi kararlarının, adalet gereksinimini giderecek
ölçü ve nitelikte yeterli gerekçe ile açıklanıp açıklanmadığı hususları, adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda Anayasa
Mahkemesince yapılacak denetimin kapsamında yer almaktadır (B. No: 2013/7800,
18/6/2014, § 59).
80. Somut olayda iddianamenin
dayanağı olan tanık İ.Ç., başvurucunun Irak’ın Kuzeyinde 2004 yılı Temmuz
ayında yapılan PRD kongresine katıldığı yönündeki beyanlarına karşı İstanbul
Emniyet Müdürlüğü o tarihlerde başvurucunun Türkiye’ye dönmüş olduğunu ve söz
konusu kongrenin 2004 yılı Ağustos ayında yapıldığını bildirmiştir. Bu kez
tanık H.N.’nin iddianamede söz konusu edilmeyen polis
nezdindeki beyanları delil olarak sunulmuştur. Tanık H.N., duruşmada polis
ifadesini kabul etmediğini, bu beyanlarının yönlendirme ile alındığını ifade
etmiştir. Tanık H.N’nin psikolojik rahatsızlığı
olduğuna ilişkin adli tıp raporu da mahkemeye sunulmuştur. Tanık H.N. polis
ifadesinde, başvurucunun 2004 yılı Haziran ayında Kandil’de yapılan PJA
kongresine katıldığını iddia etmiştir. Başvurucunun taleplerine rağmen PJA
kongresi araştırılmamış, üstelik İlk derece Mahkemesi iki tanık beyanı arasında
çelişki bulunmadığını, zaman ve mekân uyumluluğu olduğunu kabul etmiştir. Öte
yandan 1 Nolu Gizli Tanığın iddialarından birisi olan
başvurucunun bazı terör eylemlerinin talimatını verdiği yönündeki iddiası doğru
kabul edilmekle yetinilmiş, hangi somut eylemin talimatının başvurucu tarafından
verildiği belirtilmemiştir. Yine 1 Nolu Gizli Tanığın
başvurucunun terör örgütünün kırsalda bulunan yapılanmasına adam gönderdiği
iddiasına ilişkin olarak, bu kişilerin gerçekte var olup olmadığı, terör
örgütüne katılıp katılmadıkları da araştırılmamıştır. İlk Derece Mahkemesi
gerekçeli kararında soyut olarak başvurucunun, terör örgütünün kırsal
yapılanmasına adam gönderdiğini kabul etmekle yetinmiştir.
81. Başvurucu hakkındaki
suçlamaların dayanağını oluşturan ve güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular
uyanmasına neden olan tanık beyanları gözetildiğinde, önemli ölçüde, tanık
beyanlarına dayanan İlk Derece Mahkemesince verilen kararın gerekçesi, adalet
gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte, yeterli ve makul olarak
değerlendirilemez.
82. Başvurucunun hakkaniyete
uygun bir şekilde yargılandığının belirlenebilmesi için somut başvurunun isnat
edilen suçu öğrenme hakkı ile tanık sorgulama hakkı ışığında da
değerlendirilmesi gerekir.
83. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve
sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar
edilmek;
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
84. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında yer alan “hakkaniyete
uygun yargılama” kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer
alan “suç isnat edilmiş kişi”nin asgari haklarıyla
doğrudan bağlantılıdır. Hakkında bir suç isnadı olan kişiye tanınmış anılan
fıkradaki haklar, (1) numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılama
ilkesinin somut görünümleridir. Fakat hakkaniyete uygun yargılama
çerçevesindeki haklar ve ilkeler, (3) numaralı fıkradaki kapsamlı olmayan
listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. (3) numaralı fıkrada yer alan asgari
şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan daha
genel nitelikteki “hakkaniyete uygun
yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Bkz. Asadbeyli ve
Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05 14729/05
16519/06, 11/12/2012, § 130). Bu nedenle Sözleşme’nin 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında yer alan özel güvencelerin, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı”
ışığında değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan 6. maddenin (3) numaralı
fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta
olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri de dikkate alınmalıdır (Bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:
25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54). Bu nedenle yalnızca (3) numaralı fıkrada
sayılan haklara uygun olarak yapılan bir ceza yargılamasının, (1) numaralı
fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmeden, hakkaniyete uygun ve
dolayısıyla adil olduğu söylenemez (Bkz. Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980 § 56).
85. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (a) bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan
kişinin “Kendisine karşı yöneltilen
suçlamanın niteliği ve sebebinden …ayrıntılı olarak haberdar edilmek”
hakkı, kişinin savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir. 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında güvence altına alınmış olan hakkaniyete
uygun yargılanma hakkı ışığında, (3) numaralı fıkranın (a) bendi, cezai
konularda hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasının temel ön koşulu olarak
şüpheli veya sanığa detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir (B. No: 2013/4784,
7/3/2014, § 35).
86. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (a) bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi
bir yükümlülük içermemekle birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa
hakkındaki “suçlamayı bildirme”
konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu
nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil
nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli
ve detaylı olmalıdır (Bkz. Gea Catalan/İspanya,
B. No: 19160/91, 10/2/1995 § 26).
87. Ceza kovuşturmasında kişiye
resmen suç isnadının yapıldığı belge iddianamedir. İddianamenin, sanığın
savunmasını hazırlayabilmesine imkân vermek için isnat edilen suç fiillerinin
yerini ve zamanını göstermesi, bu fiillerin hukuki nitelendirmesini yaparak
ceza kanununda bunların karşılığı olan suç ve cezaları göstermesi gerekir. Ceza
yargılamasında esaslı bir yeri olan iddianamenin tebliğ edilmesiyle, sanığın,
yazılı bir biçimde suçlamaların maddi ve hukuki temelinden resmi olarak
haberdar olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan yargılama sırasında suçun hukuki
niteliğinin değişmesi halinde de sanığa yöneltilen suçlamanın değişen hukuki
niteliği ve nedenleri hakkında bildirim yapılması gerekmektedir.
88. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(a) bendi ile hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve
kolaylıklara sahip olmak” hakkına yer verilen (b) bentleri
birbiriyle bağlantılıdır. Suçlamanın nedeni ve niteliği hakkında bilgilendirilme
hakkı, şüphelinin veya sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında
değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 37).
89. Somut olayda başvurucu
hakkında tanık İ.Ç.’nin beyanlarına dayanarak ve
Irak’ın Kuzeyinde PRD Kongresine katıldığından bahisle iddianame
düzenlenmiştir. Ancak daha sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında tanık
H.N.’nin polis nezdindeki beyanlarında ve 1 Nolu Gizli tanığın beyanlarında geçen bazı fiilleri
gerçekleştirdiği iddia edilmiştir. Daha sonra ortaya çıkan yeni isnatlar,
başvurucuya yazılı olarak bildirilmemiştir ve yargılama boyunca başvurucuya
isnat edilen fiiller sürekli değişmiştir. Başvurucunun tanık beyanlarında isnat
edilen yeni fiiller hakkında savunmasını hazırlamak için gerekli zamana sahip
olmadığı söylenemez. Buna karşın başvurucunun itirazlarına ve taleplerine
rağmen, İlk Derece Mahkemesi, sonradan ortaya çıkan tanıklar ve bunların
beyanlarında geçen eylemlerin doğruluğu konusunda yeterince araştırma
yapmamıştır.
90. İsnat edilen suçun dayandığı
eylemlerin sürekli değiştiği bir durumda sanığın “gerçek ve etkili” savunma yapma olanağına sahip olduğunun
kabulü için mahkemelerce sanığın dezavantajlı durumunu telafi edici önlemlerin
alındığının gösterilebilmesi gerekir. Bu gereklilik Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan tanık sorgulama hakkının da bir
sonucudur. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların
eşitliği ilkesi”ne
uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin (B. No: 2013/99,
20/3/2014, § 47) ve aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık
ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında
itiraz imkânının sağlanmasıdır (B. No: 2013/2630, 30/12/2014, § 44).
91. Bu başlık altında ilk olarak
başvurucunun 1 nolu gizli tanığın dinlenmesine
ilişkin şikâyetler değerlendirilmelidir. Başvurucu mahkûmiyet kararının önemli
dayanaklarından biri olan 1 nolu gizli tanığın polis
ifadelerinin kovuşturma başladıktan yaklaşık dört buçuk yıl sonra dosyaya
getirtilmesinden ve 1 nolu gizli tanığı yeterince
sorgulayamamaktan da şikâyetçi olmuştur. 1 nolu gizli
tanık ilk kez 25/2/2009 tarihinde kolluk ifadesinde başvurucu hakkında
beyanlarda bulunmuş ve başvurucuyu fotoğrafından teşhis etmiştir. 1 nolu gizli tanık ikinci kez, 28/2/2009 tarihinde yine
kollukta daha ayrıntılı beyanda bulunmuştur. 28/4/2011 tarihli duruşmada
başvurucu ve müdafii 1 nolu
gizli tanığın duruşmada dinlenmesini talep etmişler ve 4/10/2011 tarihli
duruşmada 1 nolu gizli tanık duruşmada hazır
edilmiştir. 1 nolu gizli tanık, söylediklerinin
duyulabileceği özel bir odaya alınmış, hâkimler dışında diğer yargılama
süjelerinin görmesine izin verilmemiştir. Başvurucu müdafii
gizli tanığa doğrudan soru sorabilmiş, tanığın beyanlarına itiraz edebilme
fırsatı elde etmişlerdir. Başvurucu veya müdafileri ile gizli tanık yüz yüze
getirilmemiş ise de yargılamanın bir terör suçuna ilişkin olması nedeniyle
bunun zorunlu olduğu da söylenemez. Öte yandan başvurucu 25/5/2009 tarihli
fotoğraf teşhis tutanağına itiraz etmiştir. Buna karşın fotoğraf teşhis
tarihinde ve duruşmada sorgulandığı 4/10/2011 tarihinde başvurucunun televizyon
ve diğer basın yayın organlarında görüntüleri sıklıkla yayınlanan bir
milletvekili olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Fotoğraflı teşhisinin
yanılgılara yol açma potansiyeli her durumda bulunmakla birlikte somut olayda
başvurucunun oldukça bilinen bir kişi olduğu inkâr edilemez.
92. Başvurucu, 1 nolu gizli tanığı yeterince sorgulayamamaktan ve bazı
soruları cevaplamaması yönünde mahkeme heyetince yönlendirildiğinden şikayetçi
olmuş ise de 4/10/2011 tarihli duruşmada başvuru müdafiinin
tanığa soru sormasının engellendiği söylenemez. Ayrıca mahkeme heyetinin cevap
vermeyebileceğini belirttiği soruların tanığın kimliğini ortaya çıkartabilecek
sorular olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
93. Buna karşın 1 nolu gizli tanığın başvurucunun bazı terör eylemlerinin
talimatını verdiği yönündeki iddiası doğru kabul edilmiş ancak hangi somut
eylemin talimatının başvurucu tarafından verildiği araştırılmamış, başvurucunun
terör örgütünün kırsalda bulunan yapılanmasına adam gönderdiği iddiasına
ilişkin olarak ise bu kişilerin gerçekte var olup olmadığı, terör örgütüne
katılıp katılmadıkları da araştırılmamıştır (§ 69-74, 81).
94. Bundan başka başvurucu, tanık
H.N’nin polis merkezinde vermiş olduğu ve önceki iki
tanığın beyanından farklı olan ifadesine itiraz etmiştir. Bu ifadede tanık
H.N., 2004 yılı Haziran ayında PJA isimli terör örgütü yapılanmasının Kandil’de
yapılan 5. kongresine katıldığını ve başvurucunun da bu kongrede bulunduğunu
ileri sürmüş, İlk Derece Mahkemesinde yapılan duruşmada polis nezdinde verdiği
beyanları reddetmiştir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinden tanığın polisteki
beyanında geçen PJA yapılanması hakkında araştırma yapılmasını, tanık beyanında
geçen 5. kongrenin hangi tarihlerde yapıldığının tespit edilmesini istemiş
ancak mahkeme bu itirazları cevapsız bırakmıştır (§ 76).
95. Son olarak sanık aleyhine
ifade veren tanıkların güvenilirliklerini sorgulamak da tanık sorgulama
hakkının en önemli unsurlarındandır. Sanığın aleyhine ifade veren tanığın
önyargılı, düşmanca veya güvenilmez olduğunu gösterebilmesi gerekir. Bir sanığı
suçlayan tanıklık veya başka beyan türleri gerçek dışı düzenlenmiş veya sadece
hatalı olabileceği gibi, savunma eğer bu ifadenin sahibinin güvenilirliğini
sınayabileceği veya itibarına şüphe düşürebileceği bilgilerden yoksun kalırsa
bunları aydınlatma ihtimali çok düşük olacaktır. Böyle bir durumda var olan
tehlikeler çok belirgindir. Somut olayda, tanıkların güvenilmezliğini ortaya
koymaya çalışan başvurucunun tanık beyanlarındaki çelişkileri, tanıkların
kendisine karşı düşmanca davrandıklarını ve önyargılı olduklarını ortaya
koyabilmek için tanık beyanlarına karşı bazı deliller ileri sürmüş, Mahkemeden
de bazı hususların araştırılmasını istemiş, ancak İlk Derece Mahkemesi bu
talepleri kabul etmemiştir (§ 32, 66-74).
96. Somut olayda başvurucunun
duruşma sırasında aleyhindeki tanık beyanlarına karşı çıkma ve tanıkları
sorgulama imkânı bulamadığı söylenemese de “tanık
beyanlarına karşı çıkma” yalnızca şekli bir usul güvencesi olarak da
anlaşılamaz. Başvurucuya tanık beyanlarına karşı savunma yapma ve tanıkların
beyanlarına karşı itirazda bulunma imkânının “gerçek
ve etkili” olarak sağlandığının kabulü için somut olaydaki gibi
sonradan ortaya çıkan beyanlarda geçen eylemlerin doğruluğunun yeterince
araştırılarak başvurucunun dezavantajlı durumunu telafi edilmesi gerekir. Somut
olayda İlk Derece Mahkemesinin, gerekçeli kararında, sonradan ortaya çıkan
tanık beyanları ile başvurucunun tanık beyanlarına karşı itirazlarını ayrıntılı
bir analize tabi tuttuğu da söylenemez.
97. Yukarda belirtildiği gibi
yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve
gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte,
belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek
istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen
derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve
inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek
Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru
konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir
(B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
98. Somut olayda İlk Derece
Mahkemesi hükmünü, iddianamede yer almayan ve sonradan ortaya çıkan tanık
beyanlarında geçen eylemlerin başvurucu tarafından gerçekleştirildiği kabulüne
dayandırmıştır. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi başvurucunun itirazlarını
araştırmayarak iddianamede yer almayan ve sonradan ortaya çıkan eylemlerin
sürekli değişmesi karşısında başvurucunun savunma hakkını ve tanık sorgulama
hakkını “pratik ve etkili” olarak
kullanmasını sağlayacak ve sanığın dezavantajlı durumunu telafi edecek
önlemleri almamıştır.
99. İlk Derece Mahkemesinin
tanık beyanlarına karşı ileri sürülen hususları araştırmaması ve gerekçeli
kararında da tanık beyanlarını ve başvurucu tarafından yapılan itirazları
yeterince ve makul bir biçimde değerlendirmemesi nedeniyle yargılamanın
hakkaniyete uygun gerçekleştiği söylenemez. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal
edildiğinin kabul edilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
Yönünden
100. Başvurucu, hakkında
yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlanmaması
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
101. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
102. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
103. Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile
ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının
makul sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir
kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup,
kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının
tespitinde; iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek
niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının
değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil
yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625,
9/1/2014, § 31).
104. Başvuru konusu olayda,
başvurucu hakkında, silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla ceza davası
açılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suç 5237 sayılı Kanun’da hapis
cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki
suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına
girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
105. Cezai alanda yöneltilen suç
isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama
veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu
tarih, başvurucunun bahse konu suç kapsamında gözaltına alındığı ve böylece
isnattan haber olduğu anlaşılan 5/11/2006 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise,
suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi
olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 34; B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 32). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından
sürenin bitiş tarihinin, başvurucu hakkındaki mahkumiyet kararının Yargıtayca onanarak kesinleşme tarihi olan 24/12/2013
tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
106. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde; Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olmak
suçlamasıyla 5/11/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve 8/11/2006 tarihinde
tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/11/2006 tarihli
iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği
iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine ceza davası
açılmıştır. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 24/7/2007 tarihinde başvurucunun
tahliyesine karar vermiştir. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 18/9/2012
tarihinde başvurucunun, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin nihai kararını temyiz etmiş; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
24/12/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır.
107. 5271 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 22-45).
108. Başvuruya konu davada yer
alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin
niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla
birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir
karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yıl bir
ay on dokuz günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
109. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
110. Başvurucu, yargılamanın
hakkaniyete uygun ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle maddi ve manevi
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
111. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
112. Başvurucu, delillerin
değerlendirilmesine ilişkin esaslar çerçevesinde adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep
etmiştir.
113. Tespit edilen hakkaniyete
uygun yargılama hakkının ihlali bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup,
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar
bulunduğundan, yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
114. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık yedi yıllık yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
115. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
116. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun;
1. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Tespit edilen hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali
yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden
yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, net
5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
26/2/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.