TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT ATILGAN BAŞVURUSU
|
Başvuru Numarası: 2013/9047
|
|
Karar Tarihi: 7/5/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 25/6/2015-29397
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Murat ATILGAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu velayeti annesine
verilen müşterek çocukla arasında tesis edilen kişisel ilişkinin yetersiz
olduğunu ve bu hususta ileri sürdüğü itirazların karşılanmadığını belirterek
Anayasa'nın 20., 36. ve 41. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar
verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 16/12/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 9/3/2015 tarihli görüş yazısı 13/3/2015 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne
karşı beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu aleyhine
Diyarbakır 1. Aile Mahkemesinde 19/4/2011 tarihinde açılan boşanma davası
sonucunda, Mahkemenin 3/10/2012 tarih ve E.2011/480, K.2012/1272 sayılı kararı
ile, tarafların boşanmalarına, 2011 doğumlu müşterek çocuğun velayetinin davacı
anneye verilmesine, başvurucuyla müşterek çocuk arasında, ayrı şehirlerde
yaşamaları durumunda her yıl Temmuz ayının 1 ile 30. günleri arasında, dini
bayramların birinci günü saat 10.00'dan ikinci günü saat 10.00'a kadar; aynı
şehirde yaşamaları halinde ise her ayın ilk ve üçüncü Pazar günü saat 08.00'den
saat 21.00'e kadar ve dini bayramların birinci günü saat 10.00'dan ikinci günü
saat 10.00'a kadar çocuğun başvurucuya teslimi suretiyle kişisel ilişki
tesisine karar verilmiştir.
8. İlk Derece Mahkemesi kararı,
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarih ve E.2012/25260, K.2013/11101
sayılı ilamı ile, müşterek çocuğun yaşı, bedeni ve fikri gelişimi dikkate
alınarak babayla uzun süreli ve yatılı kalmayacak şekilde kişisel ilişki
düzenlenmesi gerekirken yerel mahkeme kararındaki gibi düzenleme yapılmasının
usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilerek, gerekçeli kararın hüküm kısmındaki
başvurucu ile müşterek çocuk arasındaki kişisel ilişkiye ilişkin hükmün,
çocuğun her ayın birinci ve üçüncü Cumartesi günleri 10.00 ile 17.00 saatleri
arasında, dini bayramların ikinci günü 10.00 ile 17.00 saatleri arasında davacı
anneden alınarak başvurucu babaya verilmesi şeklinde düzeltilerek onanmasına
hükmedilmiştir.
9. Başvurucunun karar düzeltme
talebi Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11/11/2013 tarih ve E.2013/21938,
K.2013/25892 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
10. Ret kararı başvurucuya
4/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
11. 16/12/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili
Hukuk
12. 22/11/2001 tarih ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Hâkimin
takdir yetkisi” kenar başlıklı 182. maddesinin birinci ve ikinci
fıkraları şöyledir:
“Mahkeme boşanma veya
ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk
vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra,
ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.
Velâyetin
kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin
düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları
esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak
zorundadır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
13. Mahkemenin 7/5/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/12/2013 tarih ve 2013/9047
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
14. Başvurucu, yerel mahkeme
kararında çocuğu ile kişisel ilişkisinin çok kısa tutulması nedeniyle temyiz
isteminde bulunduğunu, ancak Yargıtay tarafından itirazlarının
karşılanmadığını, Yargıtay ilamında yerel mahkemece belirlenen kişisel ilişki
sürelerinin daha da kısaltıldığını, Cumartesi günlerinin çalışma günü olması
nedeniyle kişisel ilişkinin çalışma programına uygun şekilde tesis edilmesi
talebinde bulunmasına rağmen, Yargıtay tarafından yerel mahkemece kişisel
ilişki tesisi için belirlenen Pazar gününün neden gösterilmeksizin Cumartesi
olarak değiştirildiğini, ayrıca İlk Derece Mahkemesi tarafından Temmuz ayı
boyunca kişisel ilişki kurulması öngörüldüğü halde, bu hükmün de Yargıtay
tarafından değiştirildiğini, bu suretle çocuğunu belirli periyotlarla yanına
alarak baba sevgisi ve şefkatini göstermesinin önlendiğini ve çocuğu ile
kişisel ilişki tesisinin anlamsız hale geldiğini, ayrıca itirazlarının
karşılanmadığını ve başvuruya konu yargılamanın adil olmadığını belirterek,
Anayasa’nın 20., 36. ve 41. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
15. Başvurunun incelenmesi
neticesinde, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
16. Başvurucu, velayeti annesine
verilen müşterek çocukla arasında tesis edilen şahsi ilişkinin yetersiz
olduğunu ve bu hususta ileri sürdüğü itirazların karşılanmadığını belirterek Anayasa’nın
20., 36. ve 41. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
17. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, başvurucunun iddiaları gerekçeli karar hakkı ile aile yaşamına saygı
hakkı kapsamında değerlendirilerek, gerekçeli karar hakkına ilişkin ihlal
iddiası hususunda, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlar ile daha önce
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, görüş sunulmasına gerek görülmediği
belirtilmiştir. Aile yaşamına saygı hakkı kapsamında ise, aile yaşamının ebeveynin
çocukla görüşme hakkını da kapsadığı, söz konusu hakkın ebeveyn ile çocuğun
bütünlüğünün sağlanması için Devlete pozitif tedbirler alma yükümlülüğü
getirdiği, belirtilen yükümlülük mutlak olmamakla birlikte, barışçıl, uygun ve
çocuğun psikolojik durumunu dikkate alan bir çözüm üretilmesinin her zaman
önemli bir unsur olduğu, alınacak kararların nitelik ve kapsamının her olayın
kendine özgü şartlarına bağlı olacağı, söz konusu hak bağlamında karar alma
sürecinin şekil ve süresinin de nazara alınması gerektiği, mevcut başvuru
açısından belirleyici olan hususun, ulusal makamların ziyaret hakkının
kullanılmasına ilişkin yargılama çerçevesinde kendisinden beklenilen bütün
makul tedbirleri alıp almadığı ve bu tedbirlerin başvurucunun çocuğu ile bir
araya gelmesini hedefleyip hedeflemediğinin tespiti olduğu ifade edilmiştir.
18. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun
esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia
edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No. 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
19. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20.
maddesi şöyledir:
“Herkes, özel
hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel
hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve
eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur.
Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat
içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle
ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin
kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme,
bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda
kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda
öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin
korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
20. Anayasa’nın “Ailenin korunması ve çocuk hakları” kenar
başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Aile, Türk
toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur
ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının
öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı
kurar.
Her çocuk, korunma ve
bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla
kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü
istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
21. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile
hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
22. Aile yaşamına saygı hakkı,
Anayasanın 20. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde
gerekçesi de dikkate alındığında, resmi makamların özel hayata ve aile hayatına
müdahale edememesi ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi
düzenleyip yaşayabilmesi gereğine işaret edildiği görülmekte olup, söz konusu
düzenleme Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde korunan aile yaşamına saygı hakkının
Anayasadaki karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin,
Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, özellikle aile yaşamına saygı hakkına
ilişkin pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında göz önünde
bulundurulması gerektiği açıktır.
23. Aile yaşamındaki temel
ilişkiler kadın ve erkek ile ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmi
evlilik birliklerinin aile hayatı kapsamında korunduğu kuşkusuz olup, evlilik
içinde doğan çocuklar da kendiliğinden evlilik ilişkisinin bir parçası
sayılırlar. Bu çerçevede, çocuğun doğumundan itibaren çocuk ve ebeveyn arasında
aile yaşamı anlamına gelen bir bağ kurulduğunun kabulü gerekir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/ 2011,
§ § 54, 60). Başvuru konusu olayda, başvurucunun çocuğu evlilik içinde dünyaya
gelmiş olup, hukuken mevcut olan ailenin bir parçasıdır. Bu bağlamda, başvurucu
ile çocuğu arasındaki söz konusu ilişki, aile yaşamının kurulması için
yeterlidir.
24. Aile yaşamının temel unsuru,
aile ilişkilerinin normal bir şekilde gelişebilmesi ve bu bağlamda aile
fertlerinin birlikte yaşama hakkıdır. Bu hakkın kapsamının ise aile yaşamına
saygı yükümlülüğünden ayrı düşünülmesi mümkün değildir.
25. Ebeveyn ile çocukların
birlikte yaşama istekleri aile yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olup, boşanma
veya ayrılık davaları kapsamında aile ilişkisine müdahalede bulunulmuş olması,
aile yaşamını ortadan kaldırmaz. Ebeveyn ve çocuk arasındaki aile yaşamının
anne ve babanın boşanmasının ardından da devam edeceği açık olup, anne babanın
ve çocuğun aile yaşamlarına saygı hakları, belirtilen durumlarda ailenin
yeniden birleştirilmesine yönelik tedbirleri de içermektedir. Söz konusu
yükümlülük, yalnızca çocukların kamusal makamlarca koruma altına alınması
bağlamındaki uyuşmazlıklar açısından değil, ebeveyn veya diğer aile bireyleri
arasındaki velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlıklar için de
geçerlidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Berrehab/Hollanda, B.No. 10730/84, 21/6/1988,
§ 21; Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/ 2011,
§ § 56-57).
26. Aile yaşamına saygı hakkı
kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka
keyfi surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp, öncelikli olan bu negatif
yükümlülüğe ek olarak, aile yaşamına etkili bir biçimde saygının sağlanması
bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif
yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da,
aile yaşamına saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. X ve
Y/Hollanda, B.No. 8978/80, 26/3/1985, §
23).
27. AİHM de, önüne gelen birçok
davada, aile yaşamına saygının kamu makamlarına, ebeveynler ve çocuklarını bir
araya getirmek şeklinde pozitif bir görev yüklediğini ve bu durumun, ayrılığa
devletin değil ebeveynin yol açtığı durumlarda dahi geçerli olduğunu, bu
alandaki pozitif yükümlülüğün bireyler arasındaki ilişkiler alanında dahi aile
yaşamına saygıyı güvence altına almak için tasarlanmış ve hem bireylerin
haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve oluşturulmasını, hem de
fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını gerektirdiğini ifade
etmektedir (Hokkanen/Filnadiya, B.
No. 19823/92, 23/9/1994, § 58; Glaser/Birleşik
Krallık, B. No. 32346/96, 19/9/2000, § 63; Bajrami/Arnavutluk, B. No. 35853/04, 12/12/2006, § 52).
28. Bununla birlikte, aile
yaşamına saygı hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin, hangi koşullarda
olumlu edimde bulunmayı gerektirdiğinin kesin çizgilerle belirlenmesi, söz
konusu hak kapsamındaki ilişkilerin mahiyeti gereği kolay değildir. AİHM de, özellikle pozitif yükümlülükler söz konusu olduğunda,
saygı kavramının çok kesin bir tanımının bulunmadığını ve taraf devletlerde
karşılaşılan durumlar ve izlenen uygulamalardaki farklılıklar dikkate
alındığında, bu kavramın gereklerinin olaydan olaya önemli ölçüde değiştiğini
kabul etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Abdulaziz, Cabales ve Balkani/Birleşik
Krallık, B.No. 9214/80, 28/5/1985, § 67).
29. Anne-baba ve çocukların
birlikte yaşama hakkı aile hayatının esaslı bir unsuru olup, anne ve baba
arasındaki ilişkinin sona ermesi durumunda, hukuksal düzenlemelerden
kaynaklanan ve bu ilişkiyi kısıtlayan ya da engelleyen tedbirler, aile hayatına
saygı hakkına bir müdahale oluşturur (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, §
44; Johansen/Norveç, B. No. 17383/90, 7/8/1996, § 52; Elsholz/Almanya, B.No.
25735/94 13/7/2000, § 43). Somut başvuru açısından, boşanma davası neticesinde
velayet hakkı tanınmayan başvurucuya sınırlı görüşme hakkı tanınması ve kişisel
ilişki konusundaki kısıtlamaların, başvurucunun aile hayatına saygı hakkına bir
müdahale oluşturduğu açıktır.
30. Anayasa’nın 20. maddesinde,
bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama
sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber, özel sınırlama nedeni öngörülmemiş
olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta,
ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu
hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasanın 13.
maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Ekşi, B. No. 2013/2187,
19/12/2013, § 33).
31. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
32. Belirtilen Anayasa hükmü,
hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip
olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından
hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya
koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının
bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu
olduğundan, belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı
olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen
hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Ekşi, B. No. 2013/2187,
19/12/2013, § 35).
33. Hak ve özgürlüklerin yasayla
sınırlanması ölçütü anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da
özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus,
müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir
temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim
Akat Ekşi, B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 36).
34. Boşanma davaları bağlamında
velayet ve kişisel ilişkinin tesisine ilişkin olarak, 4721 sayılı Kanun’un 182.
maddesinde ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiş olup, başvurucunun aile
yaşamının uygulamada ve etkili bir şekilde korunmasını güvence altına alan
yasal bir çerçevenin mevcut olduğu ve velayet hakkı ile kişisel ilişki tesisine
dair somut başvuruya konu uygulamanın, belirtilen hüküm temelinde yürütüldüğü
anlaşılmaktadır.
35. Somut olayda uygulama alanı
bulan 4721 sayılı Kanun’un 182. maddesinde, velâyetin kullanılması kendisine
verilmeyen eşin, çocuk ile kişisel ilişkisi düzenlenirken, çocuğun özellikle
sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararlarının esas tutulacağı açıkça
belirtilmiş olup, velayet ile kişisel ilişkiye ilişkin düzenlemeler kapsamında
alınan tedbirlerin, çocuğun eğitimi, sağlığı ve ahlakı ile, çocuk ve ebeveynin
hak ve özgürlüklerini koruma şeklindeki meşru temellere dayandığı
anlaşılmaktadır.
36. Ancak belirtilen meşru
temellere rağmen, bireyin temel haklarına yapılan müdahale ile bu müdahaleyle
güdülen meşru amaç arasında bir orantı bulunması zorunludur. Anayasa’nın 13.
maddesinde, bu orantının değerlendirilmesi noktasında nazara alınmak üzere, demokratik
toplumda gereklilik, hakkın özü ve ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi
şeklinde üç ayrı güvence ölçütüne daha yer verilmiştir.
37. Çağdaş demokrasiler, temel
hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı
rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde
kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların demokratik
toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk
devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde
yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran
bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların
yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen
kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde
değerlendirilmelidir (Serap Tortuk, B. No. 2013/9660, 21/1/2015, § 46).
38. Hakkın özü, dokunulduğunda
söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte
olup, bu yönüyle her temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan
güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede, hakkın kullanılmasını önemli ölçüde
güçleştiren, hakkı kullanılamaz hale getiren veya ortadan kaldıran
sınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Aile hayatına saygı
hakkı bağlamında da, bu hakkın ortadan kaldırılması,
kullanılamaz hale getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede
güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkın özünü zedeleyeceği
açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da, temel hak ve
özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa
Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın
sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik,
sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına
işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile
sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesini deyimleyen
orantılılık unsurlarını içermektedir (Serap Tortuk, B. No. 2013/9660, 21/1/2015, § 47; AYM,
E.2012/100, K.2013/84, K.T. 4/7/2013).
39. Anayasa’nın 13. maddesi
vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, aile hayatına saygı hakkının
sınırlandırılmasında da göz önünde bulundurulmalıdır. Aile hayatına saygı
hakkının sınırlanması mümkün olmakla beraber, sınırlamada öngörülen meşru amaç
ile, sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırma ile
ulaşılabilecek yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı
arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada,
belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma yapılıp yapılmadığının tespiti
için, müdahale teşkil ettiği ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği iddia
edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen
fedakârlığın ağırlığının göz önünde bulundurulması ve özellikle velayet ve
kişisel ilişki tesisine dair uyuşmazlıklar söz konusu olduğunda, ebeveyn ve
çocuğun menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının
belirlenmesi gerekmektedir.
40. Başvuruya konu yargısal
uygulamanın yukarıda belirtilen meşru temellere dayandığı açık olmakla
birlikte, başvurucunun aile hayatına bir müdahale teşkil ettiği anlaşılan
sınırlamanın, belirtilen hakkın özüne dokunarak, onu anlamsız kılacak ölçüde
olmaması gerekmektedir.
41. Kamusal makamların izlenen
meşru amaçlar bağlamında bir hakkın sınırlandırılması sürecinde takdir yetkisi
bulunmakla birlikte, belirtilen takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir
kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği
ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak, bu yetkinin
kapsamı daralmakta veya genişlemektedir.
42. Aile hayatına saygı hakkı
kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırları kesin
biçimde tanımlamak mümkün olmayıp, ilgili makamların, her iki yükümlülük
çerçevesinde de belirli bir takdir alanına sahip olduğu kabul edilmekle
birlikte, her iki yükümlülük kapsamında da benzer ilkelerin göz önünde
bulundurulması, özellikle, her iki durumda da kamusal makamlarca, olayın
bağlamı ve müdahalenin türüne göre, birey menfaatleri ile toplum menfaatleri ve
çocuk ile ebeveyn menfaatleri arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmesi gerekmektedir. Bu dengenin tesisinde niteliği gereği çocuğun
menfaatlerine özel bir önem verilmesi gerektiği açıktır (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B. No. 19823/92, 23/9/1994, §
55; Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, §
49). Kamu makamları, söz konusu uyuşmazlıklarda, ebeveyn arasındaki işbirliğini kolaylaştıracak tedbirleri almakla yükümlü olup,
ebeveyn ile görüşmenin aile yaşamına saygı hakkı kapsamındaki menfaatleri
tehdit ettiği durumlarda, ilgili makamların görevi, söz konusu menfaatler
arasında gereken dengenin tesisi olacaktır. Bu dengenin kurulmasında ilgili
kamu makamları belirli bir takdir alanına sahip olmakla birlikte, burada önemli
olan husus, ilgili makamların ailenin yeniden bütünleşmesini kolaylaştırmak
için olayın özel şartlarının gerektirdiği her türlü tedbiri almış bulunup
bulunmadıklarıdır.
43. Şüphesiz çocuğun üstün
yararının ne olduğuna ilişkin tespit, bu tür davalarda dikkate alınması gereken
en önemli unsur olup, bu bağlamda ilgili taraflarla doğrudan temas halinde olan
yargısal organların, belirtilen hususun tespiti noktasında daha avantajlı konumda
olduğu açıktır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin görevi, derece mahkemelerinin
yerine geçerek koruma ve kişisel ilişki tesisine ilişkin davalarda, belirtilen
hususun bizzat tanzim ve tespiti olmayıp, ilgili Anayasal normlar bağlamında,
derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış olan takdir yetkileri çerçevesinde
hareket edip etmediklerinin denetlenmesidir.
44. Özellikle müdahalenin
ölçülülüğü noktasında, derece mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve
sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hususunu değerlendirme durumunda
olan Anayasa Mahkemesi, bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen
gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Johansen/Norveç,
B. No. 17383/90, 7/8/1996, § 64).
45. Derece mahkemelerinin,
takdirlerinin gerekçelerini, ilgili ebeveynin kanun yoluna müracaat imkanını da
etkili şekilde kullanabilmelerini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya
koymaları ve ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar
gibi, yeterli ve objektif verilere dayandırılması gerekmektedir (Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz. Saviny/Ukrayna, B.No.
39948/06, 18/12/2008, § § 56-58; Gluhakovic/Hırvatistan,
B. No: 21188/09, 12/4/ 2011, § 62).
46. Derece mahkemelerinin,
kendisine velayet hakkı tanınmayan anne veya baba ile çocuk arasında kişisel
ilişki tesis ettiği durumlarda, kurulması öngörülen ilişkinin uygulanabilir ve
etkili olmasını temin edecek şekilde hareket etmesi zaruridir. Bu anlamda lehine
kişisel ilişki tesis edilen anne veya babanın çalışma saatlerinin veya görüşme
için uygun ortam tespitinin nazara alınmadığı kararların, aile hayatının
korunması noktasında etkisiz kalacağı açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/ 2011,
§ § 60-80).
47. AİHM de,
benzer başvurular açısından, ilgili müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli
olup olmadığının denetlenmesinde, müdahalenin haklılığını ortaya koymak üzere
ileri sürülen nedenlerin, Sözleşme’nin 8. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında
ilgili ve yeterli olup olmadığını nazara almaktadır (Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, § 48).
48. Başvuru konusu yargısal
sürecin değerlendirilmesinden, başvurucu ve eşi arasında devam eden boşanma
davası neticesinde, velayet hakkı anneye tanınan müşterek çocuk ile başvurucu
baba arasında kişisel ilişki tesisine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Mahkemenin karar gerekçesi incelendiğinde, çocuğun yaşı ve yargılama sürecinde alınan
uzman raporu göz önünde bulundurularak, çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimi
açısından velayetinin anneye verilmesinin uygun olacağı kanaatine varıldığının
belirtildiği ve velayeti anneye verilen çocuk ile başvurucu baba arasında, ayrı
şehirlerde yaşamaları durumunda her yıl Temmuz ayının 1 ile 30. günleri
arasında, dini bayramların birinci günü saat 10.00'dan ikinci günü saat 10.00'a
kadar; aynı şehirde yaşamaları halinde ise her ayın ilk ve üçüncü Pazar günü
saat 08.00'den saat 21.00'e kadar ve dini bayramların birinci günü saat
10.00'dan ikinci günü saat 10.00'a kadar, müşterek çocuğun başvurucuya teslimi
suretiyle şahsi ilişki tesisine karar verildiği görülmektedir.
49. İlk Derece Mahkemesi
kararının, kişisel ilişki tesisi noktasındaki tespitinin yetersiz ve uygunsuz
olduğu belirtilerek temyiz edildiği ve temyiz dilekçesinde özellikle haftalık
görüşmeler için belirlenen gün ve saatlerin başvurucunun iş ve mesai durumu
itibarıyla uygun olmadığı belirtilerek, kişisel ilişkinin Pazar veya Pazartesi
günlerinde kurulması yönünde talepte bulunulduğu, ancak kararın, Yargıtay
tarafından müşterek çocuğun yaşı, bedeni ve fikri gelişimi dikkate alınarak
babayla uzun süreli ve yatılı kalmayacak şekilde kişisel ilişki düzenlenmesi
gerekirken yerel mahkeme kararındaki gibi düzenleme yapılmasının usul ve yasaya
aykırı olduğu ve gerekçeli kararın hüküm kısmındaki başvurucu ile müşterek
çocuk arasındaki kişisel ilişkinin, çocuğun her ayın birinci ve üçüncü
Cumartesi günleri 10.00 ve 17.00 saatleri arasında, dini bayramların ikinci
günü 10.00 ve 17.00 saatleri arasında davacı anneden alınarak başvurucu babaya
verilmesi şeklinde düzenlenmesi gerektiği belirtilerek, düzeltilerek onandığı
anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, Temmuz ayı içerisinde babanın yanında uzun
süreli ve yatılı olarak kalmak suretiyle tesis edilen kişisel ilişkinin uygun
olmadığına dair yukarıda belirtilen gerekçelere yer veren temyiz merciinin,
babanın çalışma gün ve saatlerinin nazara alınması suretiyle kişisel ilişki
tesisine dair talebi karşısında, haftalık ilişki gün ve saatlerinin
belirlenmesine ilişkin takdiri noktasında ayrıntıya yer vermediği gibi, İlk
Derece Mahkemesince Pazar günü olarak öngörülen ve başvurucu tarafından kısmen çalışma
programına uygun olduğu belirtilen kişisel ilişki gününün gerekçesi
belirtilmeksizin Cumartesi olarak tashih edildiği ve kararda, başvurucunun
mesleki durumu bağlamında ileri sürdüğü görüşme gün ve saatlerine ilişkin
talebinin neden göz önünde bulundurulmadığına dair bir açıklamada bulunulmadığı
görülmektedir.
50. Başvurucunun çalışma gün ve
saatlerine uygun olmayan kişisel ilişki tesisine ilişkin hükmün yetersiz ve
müşterek çocuk ile arasındaki manevi bağı koruma noktasında etkisiz kalacağı
yönündeki itirazlarının, kanun yolu mercii tarafından da karşılanmayarak İlk
Derece Mahkemesi hükmünün düzeltilerek onandığı, bu kapsamda özellikle İlk
Derece Mahkemesi kararında öngörülen görüşme gününde gerekçesi belirtilmeksizin
yapılan değişiklik nazara alındığında, kişisel ilişkiye ilişkin takdirin
gereklerinin Derece Mahkemesi kararlarında, somut verilerle bağlantı kurulmak
suretiyle yeterli şekilde ortaya konulmadığı görülmektedir.
51. Bu çerçevede çocuk ile
başvurucu arasında sınırlı kişisel ilişki tesisi ile ilgili kararlardaki
gerekçelerin aile hayatına saygı hakkı bağlamında ilgili ve yeterli olmadığı,
kurulması öngörülen kişisel ilişkinin uygulanabilir ve etkili olmasını temin
edecek şekilde hareket etme yükümlülüğü açısından etkisiz kaldığı, sonuç olarak
başvurucunun çocuğu ile kişisel ilişki kurma hakkının yerine getirilmesinde
kamusal makamlarca gereken çabanın gösterilmemiş olduğu anlaşılmaktadır.
52. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına
saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
53. Başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılarak, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmiş olmakla (§ 57), başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının ayrıca değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
54. Başvurucu, ihlalin tespiti
ile sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
55. Adalet Bakanlığı görüşünde,
ihlal sonuçlarının giderimine ilişkin görüş
bildirilmemiştir.
56. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Mevcut başvuruda Anayasa’nın
20. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Diyarbakır
1. Aile Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
58. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Anayasa’nın 20. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın Diyarbakır 1. Aile Mahkemesine gönderilmesine,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
7/5/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.