TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HAYDAR YEŞİL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9081)
Karar Tarihi: 20/1/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör Yrd.
Yusuf Enes KAYA
Başvurucular
1. Haydar YEŞİL
Vekilleri
Av. Yasemin HAMAMCI
Av. Ayşenur ERSOY
2. Adil AKÇAY
Vekili
Av. Mustafa AYDIN
3. Abdullah ATILĞAN
4. Murat GÖKTÜRK
Av. Faik DEMEZ
5. Mehmet ÇOLAK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru tutuklamanın hukuki olmadığı, tutukluluğun makul süreyi aştığı, yasak sorgu usulüyle ifade alındığı, iletişimin dinlenmesi, arama, el koyma ve inceleme kararlarının usulsüz ve hukuka aykırı olduğu, sadece müdahil taraf beyanlarının dinlendiği, sanık vekillerinin hiçbir talebinin dinlenmediği, bilirkişi incelemesi taleplerinin reddedildiği, gizli tanık hakkında lehe olan bazı bilgilerin dava dosyasına geç ibraz edildiği, lehe delil toplanmadığı, soruşturma aşamasının büyük bölümünün yetkili olmayan savcılık tarafından gerçekleştirilmek suretiyle kanuni hâkim ilkesi ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurucu Haydar Yeşil’in başvurusu (2013/9081) 12/12/2013 tarihinde Malatya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla; diğer başvurucular Mehmet Çolak ve Adil Akçay’ın (2013/9082), (2013/9486) sayılı başvuruları 12/12/2013 tarihinde, Abdullah Atılğan (2014/1085), Murat Göktürk (2014/1095) başvuruları ise 27/1/2014 tarihinde Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/3/2014 tarihinde 2013/9081 numaralı başvurunun, İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/3/2014 tarihinde 2013/9082 ve 2013/9486 numaralı başvuruların, Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/3/2014 tarihinde 2014/1085 numaralı başvurunun, Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde 2014/1095 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve 2013/9081 ve 2013/9082 numaralı başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık 2013/9081 numaralı başvuru ile ilgili görüşünü 1/8/2014 tarihinde, 2013/9082 numaralı başvuru ile ilgili görüşünü ise 5/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından 2013/9081 numaralı başvuruya ilişkin görüş, başvurucu Haydar Yeşil’e 19/8/2014 tarihinde; 2013/9082 numaralı başvuruya ilişkin sunulan görüş, başvurucu Mehmet Çolak’a 21/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Haydar Yeşil bu görüşe karşı beyanlarını süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvurucu Mehmet Çolak, Bakanlığın görüşüne karşı yasal süresi içinde bir beyanda bulunmamıştır.
7. Yapılan incelemede 2013/9081, 2013/9082, 2013/9486, 2014/1085, 2014/1095 sayılı başvuruların, konu bakımından aynı nitelikte bulunması nedeniyle 2013/9081 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucuların Tutuklanması
9. Zirve Yayınevi cinayetinin terör örgütü olduğu iddia edilen “Ergenekon örgütü” tarafından planlandığını iddia eden İ.K adlı şahsın “Ergenekon soruşturması”nı yürüten savcılara 24/12/2010 tarihinde ifade vermesi sonrasında başvurucular hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddia edilen Ergenekon terör örgütüne bağlı faaliyette bulundukları şüphesi ile soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda başvurucular hakkında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/1/2011 tarihli ve E.2011/73 sayılı kararıyla üç ay süreyle iletişimin tespiti ve kayda alınması kararı verilmiştir.
10. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 16/3/2011 tarihinde başvurucular hakkında arama ve el koyma kararı vermiştir.
11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının E.2010/857 sayılı soruşturması kapsamında başvurucular 17/3/2011 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2011 tarihli ve 2011/29 Sorgu sayılı kararıyla başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak ve Adil Akçay “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan, başvurucu Haydar Yeşil ise “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve tasarlayarak adam öldürme” suçlarından tutuklanmışlardır. Kararın ilgili bölümleri şöyledir:
“… mevcut delil durumu, üzerlerine atılı suçun mahiyeti, şüphelilerin bu suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini oluşturan olguların bulunması, şüphelilerin delilleri, görev konumları ve görev kapsamları itibarıyla karartma tehlikesinin bulunması, tanık beyanlarının alınmamış olması, şüpheliler üzerine atılı suçun katalog suçlardan olması ve bu suretle kaçma şüphelerinin var olduğunun kabul edilmesi göz önüne alınarak tutuklanmalarına…”
2. Başvurucular Hakkında Dava Açılması
12. Söz konusu soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2/7/2011 tarihinde “Kamuoyunda zirve yayınevleri cinayetleri olarak bilinen eylemin Malatya ilinde gerçekleşmesi suça konu yargılamanın halen Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ediyor olması, şüphelilerin bir kısmının bu cinayetin azmettiricisi konumunda olduğu, bir kısmının da cinayet öncesi ve sonrasında örgüt adına yaptıkları çalışmalarla kamuoyu oluşturmaya çalıştıkları, şüphelilerin yargılamalarının Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden dosyayla birlikte yapılmasının hukuki zorunluluk doğurduğu, şüphelilerle Malatya'da gerçekleşen eylem arasında fiili ve hukuki irtibat bulunması” gerekçeleriyle E.2010/857 sayılı soruşturma dosyasını yer yönünden yetkisizlik kararı ile Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
13. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı 8/6/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucu Haydar Yeşil’in “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, tasarlayarak kasten adam öldürmeye azmettirme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya azmettirme, konut dokunulmazlığını ihlale azmettirme, nitelikli yağmaya teşebbüse azmettirme, resmi belgede sahtecilik haberleşmenin gizliliğini ihlal” suçlarından, başvurucu Mehmet Çolak'ın “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, tasarlayarak kasten adam öldürmeye azmettirme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya azmettirme, konut dokunulmazlığını ihlale azmettirme, nitelikli yağmaya teşebbüse azmettirme” suçlarından, başvurucu Abdullah Atılğan’ın “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, tasarlayarak kasten öldürmeye yardım etme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya yardım etme, konut dokunulmazlığını ihlale yardım etme ve nitelikli yağmaya teşebbüse yardım etme” suçlarından, başvurucu Murat Göktürk’ün “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, tasarlayarak kasten adam öldürmeye azmettirme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya azmettirme, konut dokunulmazlığını ihlale azmettirme, nitelikli yağmaya teşebbüse azmettirme” suçlarından, başvurucu Adil Akçay'ın “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan cezalandırılması talebiyle Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır.
14. İddianamede başvurucu Haydar Yeşil ile ilgili olarak şu değerlendirmeler yapılmıştır:
“Ergenekon Terör Örgütünce A. H. T.’ye TSK içerisinde gizli bir şekilde kurdurularak faaliyete geçirtilen TUSHAD İsimli Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi)kurdurularak faaliyete geçirtilen TUSHAD (Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi) isimli yapılanmada, Ergenekon Terör Örgütü adına TUSHAD 3. Bölge Malatya ili hücre yapılanmasının üyesi iken daha sonra yapı içerisinde yönetici konumuna yükseldiği, kendi yönetiminde ki bu hücre yapılanması ile birlikte A.H. T.’nin talimatı üzerine 18/04/2007 tarihinde Malatya Zirve Yayınevinde N. A., U. Y. ve T.E.G.'nin öldürülmeleri eyleminin planlanması ve işlenmesinde azmettirici olarak aktif görev aldığı,
Bu görev doğrultusunda Ergenekon Terör Örgütünün amaç ve hedefleri ile, örgütün misyonerlere ve azınlıklara yönelik hazırladığı planları çerçevesinde, cinayet öncesi ve sonrasında gerçekleştirilen örgütsel faaliyetlerin tamamında yer alarak diğer bazı şüpheliler ile birlikte eylemi planlayıp, eylemin alt yapısını ve hazırlığını yaptığı, misyonerlik konusunda yapılan bu çalışmalar sonucu oluşturulan genel hava ve tehdit algısından da faydalanarak Ergenekon terör örgütünün özellikle tetikçi kanadını hücreler şeklinde yapılandırma prensibine de uygun olarak, cinayet sanıkları ile doğrudan irtibat kurmadan örgütsel gizlilik içerisinde asli failleri diğer bazı şüpheliler ile birlikte, özellikle de E. G.'yi kullanmak suretiyle azmettirip eylemin hayata geçirilmesini sağladığı,
Eylem sonrasında ise sahte belgeler ve resmi yazışmalar yolu ile dezenformasyon faaliyetleri yürüterek hedef saptırma ve yönlendirme çabası içerisine girdiği, bu şekilde kendisinin de içerisinde yer aldığı cinayetin asıl planlayıcılarına ulaşılmasını engellemeye çalıştığı, yürüttüğü bu örgütsel faaliyetlerde devletin imkan ve kabiliyetlerini emri altındaki personelden de faydalanarak sonuna kadar kullandığı,
Bu eylemle toplumda ve Ülkede kaos, kargaşa ve güvensizlik ortamı oluşturmak, iç çatışma çıkarıp devlette ve kamu düzeninde zaaf oluşturarak hukuksuzluk ortamına zemin hazırlamak istendiğini işleyerek mevcut yürütme organının icraatlarının bahse konu cinayetlerin işlenmesinde en büyük etken olduğu tezini ortaya koyup, eylemi olayla herhangi bir ilgisi bulunmayan kesimlere yüklemek suretiyle Ergenekon Terör Örgütünün amaç ve hedeflerine bilerek ve isteyerek hizmet ettiği
Zirve Yayınevi Cinayeti ile ilgili olarak çeşitli zamanlarda gönderilen ihbar mektupları, bu ihbar mektuplarının eklerinde yer alan belge ve CD'lerde ki bilgiler, D. U.(İ. Ç.)'nun değişik tarihlerde verdiği beyanları ile teslim etmiş olduğu dijital malzemelerde ki bilgiler ve aramalar sonucu elde edilen belge ve dokümanlardan elde edilen bilgiler arasında doğru olmadığını söyleyebileceğimiz herhangi bir bilginin mevcut olmadığı, neredeyse tüm beyan, bilgi ve belgenin aynı anda birkaç noktadan teyit edildiği, bu beyan ve bilgilerin olay öncesi, olay anı ve olay sonrası ile tamamen uyum içerisinde olduğu, yani anlatımların olayın oluş şekline uygun düştüğü, zaten bu beyan ve bilgilerden birçoğunun doğruluğunu şüpheli Haydar Yeşil'in de kabul ettiği, şüpheli bazı hususlar da inkar yoluna gitmiş ise de bunların doğru olmadığının ayrıca ispatlandığı, inkara yönelik bu beyanların kendisini suçlamadan kurtarmaya yönelik hareket olarak görülmesi gerektiği tespit edilmiştir.”
15. İddianamede diğer başvurucular Murat Göktürk, Mehmet Çolak, Abdullah Atılğan’a ilişkin de benzer tespitlerde bulunulmuştur.
16. Başvurucu Adil Akçay ile ilgili iddianamede şu değerlendirmeler yapılmıştır:
“Ergenekon Terör Örgütünce Ahmet Hurşit Tolon'a TSK içerisinde gizli bir şekilde kurdurularak faaliyete geçirtilen TUSHAD (Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi) isimli yapılanmada TUSHAD 3. Bölge Malatya ili hücre yapılanması içerisinde örgüt üyesi olarak faaliyet yürüttüğü,
Zirve Yayınevi Cinayeti sonrasında cinayet için oluşturulan kadroya dahil olarak cinayetin dezenformasyonu kapsamında sahte belgelerin düzenlenmesi, ses kayıtlarının yapılması faaliyetlerine bizzat iştirak ettiği, yapılan çalışmalar sırasında konuşulan konuların belge ve sunum haline getirilmesine katkıda bulunduğu, yürüttüğü bu faaliyetlerle hedef saptırma ve yönlendirme çabası içerisine girdiği, bu şekilde cinayetin asıl planlayıcılarına ulaşılmasını engellemeye çalıştığı, bu örgütsel faaliyetler sırasında devletin imkan ve kabiliyetlerini sonuna kadar kullandığı,
Bu eylem sonrası yürüttüğü faaliyetlerle mevcut yürütme organının icraatlarının bahse konu cinayetlerin işlenmesinde en büyük etken olduğu tezini ortaya koyup, eylemi olayla herhangi bir ilgisi bulunmayan kesimlere yüklemek suretiyle Ergenekon Terör Örgütünün amaç ve hedeflerine bilerek ve isteyerek hizmet ettiği, Zirve Yayınevi Cinayeti ile ilgili olarak çeşitli zamanlarda gönderilen ihbar mektupları, bu ihbar mektuplarının eklerinde yer alan belge ve CD'lerde ki bilgiler, Deniz Uygar (İlker Çınar)'ın değişik tarihlerde verdiği beyanları ile teslim etmiş olduğu dijital malzemelerde ki bilgiler arasında, doğru olmadığını söyleyebileceğimiz herhangi bir bilginin mevcut olmadığı, neredeyse tüm beyan, bilgi ve belgenin aynı anda birkaç noktadan teyit edildiği, bu beyan ve bilgilerin olay öncesi, olay anı ve olay sonrası ile uyum içerisinde olduğu, yani anlatımların olayın oluş şekline uygun düştüğü, zaten bu beyan ve bilgilerden bazılarının doğruluğunu şüphelinin de kabul ettiği, şüpheli Adil Akçay beyanlarında genellikle inkar yoluna gitmiş ise de bunların doğru olmadığının ayrıca ispatlandığı, inkara yönelik bu beyanların kendisini suçlamadan kurtarmaya yönelik hareket olarak görülmesi gerektiği tespit edilmiştir.”
17. İddianamenin kabul edilmesi üzerine başvurucular, Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2012/157 sayılı dosyası kapsamında yargılamaya başlanmıştır.
18. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 6/7/2012 tarihli ve E.2012/157, K.2012/146 sayılı kararıyla bu davanın Mahkemenin E.2007/125 sayılı Zirve Yayınevi cinayeti ana davasıyla birleştirilmesine ve yargılamanın E.2007/125 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir.
19. Başvurucuların değişik tarihlerde yapmış oldukları tahliye talepleri özetle “delil durumu, başvurucu hakkında isnat olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren olguların var olması, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması, isnat edilen suçların yasadaki alt ve üst sınırı, tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde mevcut delillerin kuvvetli suç şüphesinin varlığını göstermesi, bir sanık hakkında var olan delilin diğer sanıkları da etkileme durumu, henüz toplanmamış deliller bakımından ve dinlenecek müşteki ve tanıklar bakımından sanıkların delillere etki etme, tanık ve müştekileri yönlendirme kuşkusu, başvurucunun serbest kalması halinde kaçma şüphesinin bulunması, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı” şeklindeki gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucular tarafından Mahkemelerce verilen ret kararlarına karşı yapılan itirazlar da reddedilmiştir. Resen yapılan tutukluluk incelemelerinde de benzer gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Tutukluluğun devamına ilişkin kararlara karşı yapılan itirazlar da benzer gerekçelerle reddedilmiştir.
20. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 18/1/2013 tarihli duruşmada başvurucular Haydar Yeşil, Mehmet Çolak, Murat Göktürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçu bakımından tasarlayarak adam öldürmeye azmettirme” suçlarından, başvurucu Abdullah Atılğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçu bakımından tasarlayarak adam öldürmeye yardım etme” suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir.
21. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların tutukluluk durumu hakkında dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 4/12/2013 tarihli ve E.2007/125 sayılı ara kararı ile tutukluluk hâlinin devamı yönünde karar vermiştir.
22. Başvurucuların söz konusu karara itiraz etmesi üzerine bahsi geçen Mahkeme 13/12/2013 tarihli ve E.2007/125 sayılı kararı ile itirazın reddine, kararın ve itirazın incelenerek bir karar verilmek üzere dava dosyası ve eklerinin Diyarbakır Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
23. Başvurucular Haydar Yeşil, Mehmet Çolak, Adil Akçay 12/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
24. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 9/1/2014 tarihli ve 2014/20 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir.
25. Bu karar üzerine başvurucular Murat Göktürk, Abdullah Atılğan 27/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
26. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 18/3/2014 tarihli ve E.2007/125, K.2014/107 sayılı kararıyla “6526 Sayılı Yasanın 1. Maddesi ile 3713 Sayılı Yasaya eklenen Geçici 14. Maddesi gereğince, 6352 Sayılı Kanunun Geçici 2. maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemeleri ile Terörle Mücadele Kanununun 10. maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması ve derdest bulunan dosyaların bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesi gerektiğinin, belirtildiği, buna göre mahkemenin görevinin sona erdiği” gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.
27. Görevsizlik kararı üzerine dava Malatya 1.Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/173 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir.
28. Başvurucu Haydar Yeşil 21/1/2015 tarihinde, başvurucular Mehmet Çolak, Abdullah Atılğan, Murat Göktürk 24/6/2014 tarihinde, başvurucu Adil Akçay 24/2/2014 bütün tutuklama müzekkerelerinden tahliye edilmişlerdir.
B. İlgili Hukuk
29. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:
“(1) Kasten öldürme suçunun;
a) Tasarlayarak, ...
İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
30. 5237 sayılı Kanun’un 312. maddesi şöyledir:
“(1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
(2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.”
31. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesi şöyledir:
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.”
32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135. maddesinin, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile değiştirilmesinden önceki hâli şöyledir:
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir
(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./17.mad) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.
…
(5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
(6) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
13. Silahlı Örgüt (madde 314)
...”
33. Aynı Kanun’un 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 251. maddesi şöyledir:
“(1) 250. madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci Madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
(2) 250. madde kapsamına giren suçların soruşturması ve kovuşturması sırasında Cumhuriyet savcıları, hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları, varsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu işlerle görevlendirilen ağır ceza mahkemesi üyesinden, aksi halde yetkili adlî yargı hâkimlerinden isteyebilirler.
(3) Soruşturmanın gerekli kıldığı hâllerde suç mahalli ile delillerin bulunduğu yerlere gidilerek soruşturma yapılabilir. Suç, ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yer dışında işlenmiş ise Cumhuriyet savcısı, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısından soruşturmanın yapılmasını isteyebilir.
(4) Suç askerî bir mahalde işlenmiş ise, Cumhuriyet savcısı ilgili askerî savcılıktan soruşturmanın yapılmasını isteyebilir. Üçüncü fıkraya göre soruşturma yapmak üzere görevlendirilen Cumhuriyet savcıları ile askerî savcılıklar, bu soruşturmayı öncelikle ve ivedilikle yaparlar.
(5) 250. madde kapsamına giren suçlarda, yakalananlar için 91 inci Maddenin birinci fıkrasındaki yirmi dört saatlik süre kırk sekiz saat olarak uygulanır. Anayasanın 120 nci Maddesi gereğince olağanüstü hâl ilân edilen bölgelerde yakalanan kişiler hakkında 91 inci Maddenin üçüncü fıkrasında dört gün olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hâkim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir. Hâkim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.
(6) 250. madde kapsamına giren suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturmalarda kolluk; soruşturma ve kovuşturma sebebiyle şüpheli veya sanığı, tanığı, bilirkişiyi ve suçtan zarar gören şahsı, ağır ceza mahkemesi veya başkanının, Cumhuriyet savcısının, mahkeme naibinin veya istinabe olunan hâkimin emirleriyle belirtilen gün, saat ve yerde hazır bulundurmaya mecburdur.
(7) 250. maddede belirtilen suçlar nedeniyle Cumhuriyet savcıları, soruşturmanın gerekli kılması halinde geçici olarak, bu mahkemelerin yargı çevresi içindeki genel ve özel bütçeli idarelere, kamu iktisadi teşebbüslerine, il özel idarelerine ve belediyelere ait bina, araç, gereç ve personelden yararlanmak için istemde bulunabilirler.
(8) Türk Silahlı Kuvvetleri kıt'a, karargâh ve kurumlarından istemde bulunulması hâlinde istem, yetkili amirlikçe değerlendirilerek yerine getirilebilir.”
34. Aynı Kanun’un 116. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.”
35. Aynı Kanun’un 117. maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi veya suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla, diğer bir kişinin de üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.
(2) Bu hâllerde aramanın yapılması, aranılan kişinin veya suçun delillerinin belirtilen yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak sağlayan olayların varlığına bağlıdır.
(3) Bu sınırlama, şüphelinin veya sanığın bulunduğu yerler ile, izlendiği sırada girdiği yerler hakkında geçerli değildir.”
36. Aynı Kanun’un 119. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.
(2) Arama karar veya emrinde;
a) Aramanın nedenini oluşturan fiil,
b) Aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya,
c) Karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi,
Açıkça gösterilir.
(3) Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri yazılır. (Mülga ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/15 md.)
(4) Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.
(5) Askerî mahallerde yapılacak arama, (…) (1) Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.
37. Aynı Kanun’un 127.maddesi şöyledir:
“Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, elkoyma işlemini gerçekleştirebilir.
(2) Kolluk görevlisinin açık kimliği, elkoyma işlemine ilişkin tutanağa geçirilir.
(3) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/16 md.) Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmi dört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar.
(4) Zilyetliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı değerlerine elkonulan kimse, hâkimden her zaman bu konuda bir
karar verilmesini isteyebilir.
(5) Elkoyma işlemi, suçtan zarar gören mağdura gecikmeksizin bildirilir.
(6) Askerî mahâllerde yapılacak elkoyma işlemi, (…) (1) Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.”
38. Aynı Kanun’un 148. maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
(2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.
(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.
(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
(5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.”
39. Aynı Kanun’un 100. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.”
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var
sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Mahkemenin 20/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucuların 2013/9081 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
41. Başvurucular; yargılamaya konu suç yeri Malatya olmasına rağmen dava dosyasındaki işlemlerin büyük bir kısmının yetkisi ve görevi olmayan İstanbul ilinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi nedeniyle hukuka aykırı bir şekilde tutuklandıklarını, yasak sorgu usulüyle ifadelerinin alındığını, Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklu olmadıkları suçlardan tutukluluklarının devamına karar verildiğini, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yaptıkları itirazların formül gerekçelerle incelenmeden reddedildiğini, hukuka aykırı bir şekilde uzun süredir tutuklu olduklarını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının; haklarında verilen iletişimin dinlenmesi, arama, el koyma ve inceleme kararlarının usulsüz ve hukuka aykırı olduğunu, yapılan incelemelerde elde edilen verilerin yürütülen soruşturma ile ilgisi olmamasına rağmen soruşturma dosyasına dahil edildiğini belirterek özel ve aile yaşamına saygı haklarının ihlal edildiğini, dava dosyası kapsamında sadece müdahil taraf beyanlarının dikkate alındığını, sanık vekillerinin hiçbir talebinin dinlenmediğini, bilirkişi incelemesi taleplerinin reddedildiğini, gizli tanık hakkında lehlerine olan bazı bilgilerin dava dosyasına geç ibraz edildiğini, lehe delil toplanmadığını, soruşturma aşamasının büyük bölümünün yetkili olmayan Savcılık tarafından gerçekleştirilmek suretiyle kanuni hakim ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler; tahliye ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
42. Anılan şikâyetlere ek olarak başvurucu Haydar Yeşil resen yapılan tutukluluk incelemesinde Cumhuriyet savcısının görüşünün bildirilmemesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucular Haydar Yeşil ve Murat Göktürk ifadelerinin alınması sırasında kendilerine Alevi olup olmadıklarının sorulması suretiyle inançlarını açıklamak zorunda bırakıldıklarını belirterek din ve vicdan özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
43. Başvurucuların tutuklamanın kanuni olmadığı yönündeki iddialarının Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası; tutukluluk süresinin makul olmadığı, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yaptıkları itirazların formül gerekçelerle incelenmeden reddedildiği yönündeki iddialarının aynı maddenin yedinci fıkrası, resen yapılan tutukluluk incelemesinde Cumhuriyet savcısının görüşünün bildirilmemesi ve bazı tutukluluğun devamı kararlarına itiraz edemedikleri yönündeki iddialarının aynı maddenin sekizinci fıkrası, dava dosyası kapsamında sadece müdahil taraf beyanları ve delillerinin toplandığı, sanık vekillerinin hiçbir talebinin dinlenilmediği, bilirkişi incelemesi taleplerinin reddedildiği, gizli tanık hakkında lehlerine olan bazı bilgilerin dava dosyasına geç ibraz edildiği, lehe delil toplanmadığı, soruşturma aşamasının büyük bölümünün yetkili olmayan Savcılık tarafından gerçekleştirilmek suretiyle kanuni hâkim ilkesinin ihlal edildiği iddialarının Anayasa’nın 36. maddesi; iletişimin tespiti, arama, inceleme ve el koyma kararlarının yetkili olmayan mahkemece verildiği, hukuka aykırı olduğu, isnat edilen suçla ilgili olmayan hususların dosyaya dâhil edildiği iddialarının Anayasa'nın 20. maddesi, ifadelerinin alınması sırasında kendilerine Alevi olup olmadıklarının sorulması suretiyle inançlarını açıklamak zorunda bırakıldıkları iddialarının Anayasa’nın 24. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Özel Yaşamın Gizliliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucular haklarında verilen iletişimin tespiti kararının yetkili olmayan mahkemece verildiğini, bunun hukuka aykırı olduğunu, isnat edilen suçla ilgili olmayan hususların da telefon tapelerinde yer aldığını; arama, el koyma ve inceleme kararlarının yetkili olmayan mahkeme tarafından verildiğini, bunun hukuka aykırı olduğunu, yapılan incelemelerde elde edilen verilerin yürütülen soruşturma ile ilgisi olmamasına rağmen soruşturma dosyasına dâhil edildiğini belirterek özel hayatın gizliliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
45. Bakanlığın 2013/9082 numaralı bireysel başvuruya ilişkin görüşünde, başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik veya başvuru yollarının tüketilmesi nedeniyle kabul edilemez olduğu belirtilmiştir.
46. Başvurucu Mehmet Çolak, Bakanlığın görüşüne karşı yasal süresi içinde bir beyanda bulunmamıştır.
47. Özel hayat geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının yapılması oldukça zordur. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu koruma, herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte özel hayat kavramının, herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı bu alandan uzak tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır (Faris Korkmaz, B. No: 2013/6995, 8/9/2015, § 33).
48. 52. Başvurucular tarafından, telefon görüşmelerinin dinlenmesine ilişkin olarak özel hayata ve saygı haklarının kamu gücü tarafından ihlal edildiği ileri sürülmüş olup anılan hak, Anayasa'nın 20. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesinde yer alan özel hayata saygı hakkı kapsamındadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de telefon görüşmelerinin dinlenmesine ilişkin tedbirin Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında başvurucuların “haberleşme” ve “özel hayat” haklarına hukuki alanda müdahale niteliğinde olduğunu belirtmektedir (Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 41; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, § 64). Yine AİHM'e göre arama ve el koyma kararları da Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında başvurucuların özel hayata saygı haklarına bir müdahale niteliğindedir (Camenzind/İsviçre, B. No: 21353/93, 16/12/1997, §§ 32-35, Buck/Almanya, B. No: 41604/98, 28/4/2005, §§ 30-33).
49. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
51. Anılan hükümler uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
52. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
53. Somut olayda, yürütülen soruşturma kapsamında 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesine istinaden İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen karar uyarınca başvurucuların telekomünikasyon yoluyla iletişimi (telefon görüşmeleri) dinlenmiştir. Ayrıca İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 16/3/2011 tarihinde Başvurucular hakkında arama ve el koyma kararı vermiştir.
54. Yargılama süreci devam eden telefon dinlemeleriyle ilgili olarak henüz hukuki bir kesinlik ortaya çıkmamıştır. Aynı şekilde arama, el koyma kararları ve bu kararlar yoluyla elde edilen deliller ile ilgili olarak da henüz hukuki bir kesinlik ortaya çıkmamıştır. Arama, el koyma tedbiri ve telefon dinlemeleri gerçekleşmiş olmakla birlikte bunların hukukiliği ve kesin sonuçlarının temyiz incelemesi sonucunda ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
55. Bu durumda aynı dava sürecine ilişkin iddiaların farklı düzlemlerde hem Anayasa Mahkemesince hem de Yargıtay tarafından yargısal incelemeye tabi tutulması, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurudaki ikincil nitelikteki rolüne uygun olmayacağından başvurucuların özel yaşama saygı haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının da öncelikle derece mahkemelerince incelenmesi gerekmektedir.
56. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Din Ve Vicdan Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Başvurucular Haydar Yeşil ve Murat Göktürk, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında ifadelerinin alınması sırasında kendilerine Alevi olup olmadıklarının sorulması suretiyle inançlarını açıklamak zorunda bırakılmaları nedeniyle din ve vicdan özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
58. Bakanlığın 2013/9081 numaralı başvuruya ilişkin görüşünde, ifade alma işlemi sırasında anılan başvuruculara dinlerini açıklamak zorunda bırakacak bir soru sorulmadığı belirtilmiştir.
59. Başvurucu Haydar Yeşil, Bakanlığa karşı verdiği cevap dilekçesinde başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.
60. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
61. Başvurucunun; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, 20).
62. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ortaya koymak ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlamak yükümlülüğü başvuruculara aittir. İfade tutanakları incelendiğinde başvurucuları dinî inancını açıklamak zorunda bırakacak bir soruya rastlanmamıştır. Bunun haricinde başvurucular tarafından ne suretle dinî inançlarını açıklamak zorunda bırakıldıklarına ilişkin ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunulmamıştır.
63. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
64. Başvurucular dava dosyası kapsamında sadece müdahil taraf beyanları ve delillerinin toplandığını, sanık vekillerinin hiçbir talebinin dinlenmediğini, bilirkişi incelemesi taleplerinin reddedildiğini, gizli tanık hakkında lehlerine olan bazı bilgilerin dava dosyasına geç ibraz edildiğini, lehe delillerin toplanmadığını, soruşturma işlemlerinin büyük bölümünün yetkili olmayan Savcılık tarafından gerçekleştirildiğini, savunma haklarının kısıtlandığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
65. Bakanlığın 2013/9081 numaralı bireysel başvuruya ilişkin görüşünde, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak önceki görüşlerine atfen görüş sunulmayacağını belirtilmiştir.
66. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
67. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
68. Somut olayda başvurucular hakkındaki dava, Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/173 sayılı esas numarasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir. Dolayısıyla bu şikâyetler bakımından olağan kanun yolları tüketilmemiştir.
69. Açıklanan nedenlerle kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
70. Başvurucular yetkili ve görevli olmayan mahkeme tarafından tutuklandıklarını, haklarında tutuklama kararı olmayan suçlardan tutukluluklarının devamına karar verildiğini, kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklandıklarını ileri sürmüşlerdir.
71. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
72. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
73. Bakanlığın 2013/9082 ve 2013/9081 numaralı bireysel başvurulara ilişkin görüşünde, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak önceki görüşlerine atfen görüş sunulmayacağını belirtilmiştir.
74. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delillerin yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu unsur tutuklama tedbiri için olmazsa olmaz niteliktedir. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46).
75. Buna bağlı olarak yakalama veya tutuklama anındaki deliller kişinin suçla itham edilebilmesini sağlayacak düzeyde olmayabilir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek ve ilerletmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
76. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 43).
77. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdür. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfî bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfî uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (Murat Narman, § 44).
78. Bu bağlamda tutuklama kararının yetkili mahkeme tarafından verilip verilmediği hususunun tutuklamanın kanunların öngördüğü usul ve esaslara uygun olup olmadığı açısından incelenmesi gerekir. Zira tutuklamanın yetkili olmayan bir mahkeme tarafından verilmesi tutuklamayı kanuna aykırı hâle getirecektir.
79. Somut olayda başvurucular hakkında, iddia edilen Ergenekon terör örgütünün talimatları doğrultusunda Zirve Yayınevi cinayetini azmettirdikleri şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular bu soruşturma kapsamında özel yetkili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmışlardır. Soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı “Kamuoyunda Zirve Yayınevleri cinayetleri olarak bilinen eylemin Malatya ilinde gerçekleşmesi suça konu yargılamanın halen Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ediyor olması, Şüphelilerin bir kısmının bu cinayetin azmettiricisi konumunda olduğu, bir kısmının da cinayet öncesi ve sonrasında örgüt adına yaptıkları çalışmalarla kamuoyu oluşturmaya çalıştıkları, şüphelilerin yargılamalarının Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden dosyayla birlikte yapılmasının hukuki zorunluluk doğurduğu, Her ne kadar Ergenekon Silahlı Terör Örgütüne yönelik örgüt yöneticilerinin yargılamaları İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesinde devam ediyor ise de şüphelilerle Malatya’da gerçekleşen eylem arasında fiili ve hukuki irtibat bulunması” gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek dosyanın Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.
80. Söz konusu kararın verildiği dönemde yürürlükte olan 5271 sayılı Kanun’un mülga 251. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre Cumhuriyet savcısı soruşturmanın gerekli kıldığı hâllerde suç mahalli ile delillerin bulunduğu yerlere giderek soruşturma yapılabilir. Suç, ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yer dışında işlenmiş ise Cumhuriyet savcısı, suçun işlendiği yerin Cumhuriyet savcısından soruşturmanın yapılmasını isteyebilir. Bu hükme göre Cumhuriyet savcısı soruşturmayı suçun işlendiği yerin savcısından isteyebileceği gibi kendisi de yapabilir. Bu doğrultuda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, suç Malatya’da işlenmiş olsa da isnat edilen suçların yargılamasını İstanbul’da devam eden Ergenekon soruşturmasıyla bağlantılı gördüğü için soruşturmayı İstanbul’da başlatmıştır.
81. 5271 sayılı Kanun’un mülga 251. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre 250. madde kapsamına giren suçların soruşturması ve kovuşturması sırasında Cumhuriyet savcıları hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları, varsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu işlerle görevlendirilen ağır ceza mahkemesi üyesinden, aksi hâlde yetkili adli yargı hâkimlerinden isteyebilir. Somut olayda da Cumhuriyet savcısı başvurucuların tutuklanmasını talep etmiş ve başvurucular bu suçlara bakmakla görevli İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmışlardır. Bu bağlamda başvurucuların tutuklanmalarının kanuna aykırı olduğu söylenemez.
82. Somut olayda başvurucular, tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda tutuklu olmadıkları suçlardan da tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2011 tarihli ve 2011/29 Sorgu sayılı kararıyla başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak ve Adil Akçay “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan; Başvurucu Haydar Yeşil “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve tasarlayarak adam öldürme” suçlarından tutuklanmışlardır. Tutukluluğun devamına ilişkin kararlar incelendiğinde Mahkemenin kimi zaman her bir başvurucu için tutuklu olduğu suçları ayrı ayrı belirtmek yerine toplu olarak başvurucuların tutuklu olduğu suçları belirterek, kimi zaman da tutuklu olmadıkları suçları da belirterek tutukluluğun devamına karar verdiği anlaşılmıştır. Böyle bir uygulamadan başvurucuların tutuklu olmadığı suçlardan da tutukluluklarının devamına karar verildiği sonucu çıkarılamaz. Nitekim 6/7/2012 tarihli tensip duruşmasında başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak’ın tutuklu olmamalarına rağmen tutukluluklarının devamına karar verildiğini iddia ettikleri suçlardan tutuklanma taleplerinin reddedildiği, Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesince 18/1/2013 tarihli duruşmada tutuklu olmamalarına rağmen tutukluluklarının devamına karar verildiğini iddia ettikleri suçlardan tutuklandıkları anlaşılmıştır. Aksi bir sonuca ulaşılması durumunda bile başvurucuların ilk kez tutuklandıkları suçtan tahliye edilmedikleri de dikkate alındığında böyle bir uygulamanın tutuklama kararlarını hukuka aykırı bir hâle getirdiği söylenemez. Mahkemeler kimi zaman başvurucuların tutuklu olmadıkları suçları da belirterek tutukluluğun devamına karar vermiş olsa da bu durum tek başına tutuklamaları hukuka aykırı hâle getirecek bir eksiklik değildir.
83. Başvurucuların kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklandıkları iddiaları açısından başvuruculara isnat edilen suçla ilgili deliller iddianamede sanıkların aşama beyanları, tanık Adıyaman'ın beyanları, sanık İ.Ç.nin beyanları ve aşama savunması, daha önce dinlenen tanıkların beyanları, fotoğraflar, video görüntüleri, ses kayıtları, bilirkişi raporu, not kâğıtları, ihbar mektupları ile eklerindeki CD ve dokümanlar, aramalarda ele geçirilen bilgi, belge ve dijital veriler, Ergenekon terör örgütü soruşturmaları kapsamında ele geçirilen bilgi, belge, doküman ve dijital veriler, İl Emniyet Komisyonu toplantı tutanakları, inceleme, değerlendirme ve tespit rapor ve tutanakları, HTS telefon irtibat tutanakları, iletişim tespit tutanakları, Malatya Jandarma İstihbarat Şubesi tarafından alınan dinleme kararları, ekspertiz ve bilirkişi raporları, emanet makbuzları gösterilmiştir.
84. Başvurucuların suçla ilgili inandırıcı nedenler bulunmadığı hâlde tutuklandıkları iddiasının yerinde olmadığı, gösterilen deliller dikkate alındığında tutuklamanın kuvvetli şüphe olgusunu karşıladığı sonucuna varılmıştır.
85. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tutuklamanın hukuki olmadığı yönündeki şikâyetlerinin tümünün açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Resen Gerçekleştirilen Tutukluluk İncelemelerinde Cumhuriyet Savcısının Görüşünün Tebliğ Edilmediğine İlişkin İddia
86. Başvurucu Haydar Yeşil 13/1/2014 ve 10/2/2014 tarihli resen gerçekleştirilen tutukluluk incelemelerinde Savcılık mütalaalarının kendisine tebliğ edilmediğini belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
87. Bakanlığın 2013/9082 numaralı bireysel başvuruya ilişkin görüşünde, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak önceki görüşlerine atfen görüş sunulmayacağını belirtilmiştir.
88. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
89. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci ve Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkraları, her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri esas olarak, tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurusu üzerine bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından bir güvence oluşturmaktadır (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 30).
90. Tutukluluk hâline itirazda bulunulan bir davada, Cumhuriyet savcısı ve tutuklunun davaya katılma hakkı bulunmaktadır. Ayrıca tutukluluk hâline itiraz başvurusunda Cumhuriyet savcısı ve tutuklu arasında silahların eşitliği ilkesinin gözetilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ceviz/Türkiye, B. No: 8140/08, 17/7/2012, § 52; Nikolova/Bulgaristan [BD], B. No: 31195/96, 25/3/1999, § 58).
91. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesinde, soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100. madde hükümleri dikkate alınarak, kovuşturma evresinde ise tutuklu sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da en geç otuz günlük süre içinde hâkim veya mahkemece resen karar verileceği hükme bağlanmıştır.
92. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre yapılacak değerlendirme, resen (ex officio) yapılmakta olup Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilemez (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 32). Resen yapılan tutukluluk incelemesi, Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında düzenlenen itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilmediği için bu inceleme sırasında silahların eşitliği ilkesine riayet edilip edilmediğinin incelenmesine de imkân yoktur.
93. Açıklanan nedenlerle başvurucunun İlk Derece Mahkemesince resen gerçekleştirilen tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sırasında Savcılık görüşünün kendisine bildirilmediği ve bu suretle silahların eşitliği ilkesine riayet edilmediği yönündeki şikâyetinin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Tutukluluğun Devamı Kararlarına İtiraz Edilemediğine İlişkin İddia
94. Başvurucular, on bir defa tutukluluk hâlinin devamı kararlarına itiraz etmiş olmalarına rağmen yerel Mahkemece bu itirazların bir kısmının görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilirken diğer itirazları hakkında hiçbir işlem yapılmadığını ileri sürerek kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
Başvurucu Haydar Yeşil Yönünden
95. Bakanlığın 2013/9081 numaralı bireysel başvuruya ilişkin görüşünde, başvurunun bu kısmının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
96. Başvurucu Haydar Yeşil, Bakanlığın görüşüne karşı sunduğu cevap dilekçesinde başvuru dilekçesindeki iddialarına ek olarak hangi itiraz taleplerinin incelenmediğini detaylı bir şekilde anlatmıştır.
97. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir…”
98. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) “Başvuru süresi ve mazeret” kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
99. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
100. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel başvurunun; başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde yorumlanması, birtakım başvurular açısından bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (Taner Kurban, § 20).
101. Somut olayda başvurucu Haydar Yeşil 8/11/2012, 14/12/2012, 11/1/2013 tarihli tutukluluğun devamı kararlarına sırasıyla 19/11/2012, 17/12/2012, 14/1/2013 tarihlerinde itiraz etmiştir. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 14/1/2013 tarihli duruşmada bir kısım tutuklu sanığın tutukluluk ara kararlarına itirazları üzerine yapılan değerlendirme sonucunda itirazların değerlendirilmek üzere Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiğini, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince itirazların reddine karar verildiğini ve kararın sanıklara tebliğ edildiğini belirtmiştir. Ancak başvurucuya göre itiraz talepleri itiraz merciine gönderilmemiş, dolayısıyla itirazın reddi kararları da kendisine tebliğ edilmemiş ve bu suretle tutukluluğa itiraz hakkından yararlanamamıştır. Başvurucunun anlatımlarından itirazın reddi kararlarının kendisine tebliğ edilmemesine rağmen tebliğ edilmiş gibi gösterildiğini yani itirazları hakkında bir işlem yapılmadığını 14/1/2013 tarihli duruşmada öğrendiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu iddiaya ilişkin başvurunun 14/1/2013 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 12/12/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
102. Açıklanan nedenlerle başvurucunun bu şikâyetinin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmiştir.
Diğer Başvurucular Yönünden
103. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
104. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük’ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (Veli Özdemir, § 19).
105. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).
106. Başvurucular, tutukluluk hâlinin devamı kararlarına on bir defa itiraz etmiş olmalarına rağmen Mahkemece bu itirazların bir kısmının görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilirken diğer itirazları hakkında hiçbir işlem yapılmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ortaya koymak ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlamak yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen hangi tarihli tutukluluğun devamı kararlarına itiraz edildiğine ve sonuç alınamadığına, hangi itiraz talebinin itiraz merciine gönderilmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt başvurucular tarafından sunulmamıştır.
107. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Tutukluluk Süresinin Makul Olmadığına İlişkin İddia
108. Başvurucular formül gerekçelerle tutukluluk hâllerinin devam ettirildiğini, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yaptıkları itirazların formül gerekçelerle reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
109. Bakanlığın 2013/9081 ve 2013/9082 numaralı bireysel başvurulara ilişkin görüşlerinde, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak önceki görüşlerine atfen görüş sunulmayacağını belirtilmiştir.
110. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların tutukluluk durumu hakkında dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 4/12/2013 tarihli ve E.2007/125 sayılı ara kararı ile tutukluluk hâlinin devamı yönünde karar vermiştir. Başvurucular Haydar Yeşil, Mehmet Çolak, Adil Akçay söz konusu karara itiraz etmiş; itiraz sonucunu beklemeden 12/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 9/1/2014 tarihli ve 2014/20 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir.
111. AİHM benzer durumlara ilişkin kararlarında, iç hukuktaki başvuru yolları tüketilmeksizin başvuru yapılması hâlinde kabul edilebilirliğe ilişkin incelemesini yaptığı tarih itibarıyla bu yolların tüketilip tüketilmediğine bakmaktadır. İç hukuktaki süreçlerin tamamlanması durumunda başvuruyu iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvuruları kabul edilemez bulmamakta ve diğer kabul edilebilirlik şartlarını da karşılayan başvuruları esastan incelemektedir (Gavriliţă/Moldova, B. No: 22741/06, 22/4/2014, § 53; ; E.K./Türkiye (k.k.), B. No: 28496/95, 28/11/2000 ve Ringeisen/Avusturya, B. No: 2614/65, 16/7/1971, §§ 89-93).
112. Somut olayda anılan başvurucuların, Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/12/2013 tarihli nihai kararına karşı itiraz yoluna başvurdukları, itiraz sonucunu beklemeden 12/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundukları anlaşılmıştır.
113. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında anılan başvurucuların başvuru tarihi itibarıyla başvuru yollarını tüketmeden başvuruda bulunduğu anlaşılmakta ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu itirazın Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 9/1/2014 tarihinde reddedildiği, somut olayın koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
114. Bu nedenlerle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Hakkında
115. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
116. Bu hükümle, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır (Murat Narman, § 60).
117. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasanın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesine rağmen tutukluluğun devamı, ancak kişi hürriyetine nazaran daha ağır bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı görülebilir. Bu nedenle bir davada tutukluluğun makul süreyi aşmamasını gözetmek, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi ile serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, § 61, 62).
118. Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutmanın devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir (Murat Narman, § 63).
119. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir (Murat Narman, § 66).
120. Somut olayda başvurucular 17/3/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 21/3/2011 tarihinde tutuklanmışlardır. Başvurucu Haydar Yeşil İlk Derece Mahkemesince 21/1/2015 tarihinde, Başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak 24/6/2014 tarihinde, başvurucu Adil Akçay 24/2/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Somut olayda başvurucu Haydar Yeşil'in tutukluluk süresi 3 yıl 10 ay, başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk ve Mehmet Çolak'ın tutukluluk süresi 3 yıl 3 ay 3 gün, başvurucu Adil Akçay'ın tutukluluk süresi 2 yıl 11 ay 3 gündür.
121. Başvurucuların değişik tarihlerde yapmış oldukları tahliye talepleri “delil durumu, başvurucular hakkında isnat olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren olguların var olması, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması,isnat edilen suçların yasadaki alt ve üst sınırı, tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde mevcut delillerin kuvvetli suç şüphesinin varlığını göstermesi, bir sanık hakkında var olan delilin diğer sanıkları da etkileme durumu, sanıkların henüz toplanmamış deliller bakımından ve dinlenecek müşteki ve tanıklar bakımından delillere etki etme ve tanık ve müştekileri yönlendirme kuşkusu, başvurucunun serbest kalması halinde kaçma şüphesinin bulunması, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı” şeklindeki gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucular tarafından Mahkemelerce verilen ret kararlarına karşı yapılan itirazlar da benzer gerekçelerle reddedilmiştir.
122. Tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinde önemli bir yer tutan suçun katalog suçlardan olması yani 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin 3. fıkrası hususuna ilişkin olarak başvurana atfedilen suçun da aralarında bulunduğu bazı suçlar için tutuklama nedenlerinin varlığı hakkında yasal bir karinenin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (kaçma tehlikesi veya delilleri değiştirme ve tanıkları, mağdurları ve diğer kişileri baskı altına alma tehlikesi). Kanun, tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngördüğünde kişi özgürlüğüne saygı kuralına aykırı davranılmasıyla sonuçlanan somut olguların varlığının ikna edici biçimde kanıtlanması gerekir. Somut olayda tutukluluğun devamı kararlarında bu şekilde bir kanıtlamanın yapılmadığı ve sadece isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin 3. fıkrası kapsamındaki katalog suçlardan olması hususuna atıf yapıldığı görülmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Galip Doğru/Türkiye, B. No: 36001/06, 28/4/2015, § 58).
123. Tutukluluğun devamı kararlarında delil durumuna atıf yapılması kuvvetli suç şüphesinin varlığına ve devam ettiğine işaret eden bir gerekçe olarak görülse de uzun süren tutuklulukların devamını kendiliğinden haklı kılmamaktadır (Mansur/Türkiye, B. No: 16026/90, 8/6/1995, § 56).
124. Tutukluluğun devamı kararlarında diğer bir gerekçe olarak isnat edilen suçun ağırlığı ve kuvvetli suç şüphesinin varlığı bağlamında kaçma şüphesi gösterilmiştir. Kaçma şüphesi sadece cezanın ağırlığı kapsamında değerlendirilemez. Bu şüphenin mevcudiyetini teyit eden sanığın karakteri, ahlaki durumu, ikametgâhı, mesleği, mal varlığı, aile bağları, kovuşturulduğu ülkedeki bağlantıları, tutukluluğa karşı gösterdiği tepki, başka bir ülkeye gerçekten kaçmayı planlayıp planlamadığı, kaçmayı planladığı ülkeyle bağlantıları gibi başkaca olgulara da değinilmesi gerekir (Neumiester/Avusturya, B. No: 1936/63, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü, § 10). Somut olayda başvurucular 2007 yılında meydana gelen bir eylemi azmettirdikleri gerekçesiyle 2011 yılında tutuklanmışlardır. Bu süre zarfında kaçma girişiminde bulunmayan başvurucuların kaçma şüphesi ile tutukluluklarının devamına karar verilmesi ikna edici değildir.
125. Yine İlk Derece Mahkemesi, tutukluluğun devamı kararlarında henüz koruma altına alınmamış delillerin bulunduğunu ve başvurucuların bu delilleri ortadan kaldırabileceğini ifade etmiş ve delillerin tam olarak toplanmamış bulunmasından bahsetmiştir. Ancak sekiz yılı aşkın süredir devam eden davada bu delillerin neler olduğu ve neden toplanamadığı belirtilmemiştir. Mahkeme ayrıca başvurucuların henüz toplanmamış deliller bakımından delillere etki etmek, dinlenecek müşteki ve tanıklar bakımından tanık ve müştekileri yönlendirmek suretiyle yargılamanın işleyişine müdahale edebileceğini belirtmiştir. Ne var ki yargılamanın işleyişini engelleme tehlikesine soyut olarak dayanılmış, bu tehlikenin varlığı somut olarak desteklenmemiştir (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Becciev/Moldova, B. No: 9190/03, 4/10/2005, § 59). Tüm bu açıklamalar doğrultusunda somut olaydaki tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. Bu bulgular ışığında yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
126. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği yönündeki şikâyetleri yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması
127. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
128. Başvuruda Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci ve sekizinci fıkralarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular hakkında tahliye kararı verilmekle tutukluluk hâli sona ermiştir. Bu durumda ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
129. Başvurucular maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
130. Başvurucular tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucuların maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
131. Başvurucuların özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında somut olayın özelliklerini dikkate alarak başvurucu Haydar Yeşil’e 8.000 TL, başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak’a ayrı ayrı 6.600 TL, başvurucu Adil Akçay’a 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
132. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ve başvurucu Mehmet Çolak tarafından yapılan ve 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin anılan başvurucuya ödenmesine, başvurucular Adil Akçay ve Haydar Yeşil tarafından yapılan 198,35 TL harçtan ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin ayrı ayrı anılan başvuruculara ödenmesine, başvurucular Abdullah Atılğan ve Murat Göktürk tarafından yapılan 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin ayrı ayrı, 1.800 TL vekâlet ücretinin ise müştereken anılan başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Özel hayatın gizliliği haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Din ve vicdan özgürlüğü haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Tutukluluğun devamı kararlarına itiraz edilemediğine ilişkin şikâyetlerin başvurucu Haydar Yeşil yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle, diğer başvurucular yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Başvurucu Haydar Yeşil’in resen yapılan tutukluluk incelemesinde Cumhuriyet savcısının görüşünün bildirilmemesine ilişkin şikâyetinin konu bakımından yetkisiz olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Tutukluluk süresinin makul olmadığı şikâyetine ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu Haydar Yeşil’e 8.000 TL, başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak’a AYRI AYRI 6.600 TL, başvurucu Adil Akçay’a 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE ve tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucu Mehmet Çolak’a ÖDENMESİNE; 198,35 TL harcın ve 1.800 TL vekâlet ücretinin başvurucular Adil Akçay ve Haydar Yeşil’e AYRI AYRI ÖDENMESİNE; başvurucular Abdullah Atılğan ve Murat Göktürk’e 206,10 TL harcın AYRI AYRI, 1.800 TL vekâlet ücretinin ise MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.