TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HAYDAR YEŞİL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9081)
|
|
Karar Tarihi: 20/1/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucular
|
:
|
1. Haydar YEŞİL
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Yasemin HAMAMCI
|
|
|
Av. Ayşenur ERSOY
|
|
|
2. Adil AKÇAY
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa AYDIN
|
|
:
|
3. Abdullah ATILĞAN
|
|
:
|
4. Murat GÖKTÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Faik DEMEZ
|
|
|
5. Mehmet ÇOLAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru tutuklamanın hukuki olmadığı, tutukluluğun makul süreyi
aştığı, yasak sorgu usulüyle ifade alındığı, iletişimin dinlenmesi, arama, el
koyma ve inceleme kararlarının usulsüz ve hukuka aykırı olduğu, sadece müdahil
taraf beyanlarının dinlendiği, sanık vekillerinin hiçbir talebinin
dinlenmediği, bilirkişi incelemesi taleplerinin reddedildiği, gizli tanık
hakkında lehe olan bazı bilgilerin dava dosyasına geç ibraz edildiği, lehe
delil toplanmadığı, soruşturma aşamasının büyük bölümünün yetkili olmayan
savcılık tarafından gerçekleştirilmek suretiyle kanuni hâkim ilkesi ile din ve
vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurucu Haydar Yeşil’in başvurusu (2013/9081) 12/12/2013
tarihinde Malatya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla; diğer başvurucular
Mehmet Çolak ve Adil Akçay’ın (2013/9082), (2013/9486) sayılı başvuruları
12/12/2013 tarihinde, Abdullah Atılğan (2014/1085),
Murat Göktürk (2014/1095) başvuruları ise 27/1/2014 tarihinde Malatya 3. Ağır
Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve
başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/3/2014 tarihinde 2013/9081
numaralı başvurunun, İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/3/2014 tarihinde
2013/9082 ve 2013/9486 numaralı başvuruların, Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca
25/3/2014 tarihinde 2014/1085 numaralı başvurunun, Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde 2014/1095 numaralı başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm tarafından başvuruların kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve 2013/9081 ve
2013/9082 numaralı başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık 2013/9081 numaralı başvuru ile ilgili görüşünü 1/8/2014
tarihinde, 2013/9082 numaralı başvuru ile ilgili görüşünü ise 5/11/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından 2013/9081 numaralı başvuruya ilişkin görüş,
başvurucu Haydar Yeşil’e 19/8/2014 tarihinde; 2013/9082 numaralı başvuruya
ilişkin sunulan görüş, başvurucu Mehmet Çolak’a 21/11/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir. Başvurucu Haydar Yeşil bu görüşe karşı beyanlarını süresi içinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvurucu Mehmet Çolak, Bakanlığın görüşüne
karşı yasal süresi içinde bir beyanda bulunmamıştır.
7. Yapılan incelemede 2013/9081, 2013/9082, 2013/9486, 2014/1085,
2014/1095 sayılı başvuruların, konu bakımından aynı nitelikte bulunması
nedeniyle 2013/9081 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu
dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucuların
Tutuklanması
9. Zirve Yayınevi cinayetinin terör örgütü olduğu iddia edilen
“Ergenekon örgütü” tarafından planlandığını iddia eden İ.K adlı şahsın
“Ergenekon soruşturması”nı yürüten savcılara
24/12/2010 tarihinde ifade vermesi sonrasında başvurucular hakkında İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddia edilen Ergenekon terör örgütüne bağlı
faaliyette bulundukları şüphesi ile soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda
başvurucular hakkında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/1/2011 tarihli ve
E.2011/73 sayılı kararıyla üç ay süreyle iletişimin tespiti ve kayda alınması
kararı verilmiştir.
10. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 16/3/2011 tarihinde
başvurucular hakkında arama ve el koyma kararı vermiştir.
11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının E.2010/857 sayılı
soruşturması kapsamında başvurucular 17/3/2011 tarihinde gözaltına alınmış,
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2011 tarihli ve 2011/29 Sorgu sayılı
kararıyla başvurucular Abdullah Atılğan, Murat
Göktürk, Mehmet Çolak ve Adil Akçay “silahlı
terör örgütüne üye olma” suçundan, başvurucu Haydar Yeşil ise “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
ve tasarlayarak adam öldürme” suçlarından tutuklanmışlardır. Kararın
ilgili bölümleri şöyledir:
“… mevcut delil
durumu, üzerlerine atılı suçun mahiyeti, şüphelilerin bu suçu işlediğine dair
kuvvetli suç şüphesini oluşturan olguların bulunması, şüphelilerin delilleri,
görev konumları ve görev kapsamları itibarıyla karartma tehlikesinin bulunması,
tanık beyanlarının alınmamış olması, şüpheliler üzerine atılı suçun katalog
suçlardan olması ve bu suretle kaçma şüphelerinin var olduğunun kabul edilmesi
göz önüne alınarak tutuklanmalarına…”
2. Başvurucular
Hakkında Dava Açılması
12. Söz konusu soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı 2/7/2011 tarihinde “Kamuoyunda
zirve yayınevleri cinayetleri olarak bilinen eylemin Malatya ilinde
gerçekleşmesi suça konu yargılamanın halen Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde
devam ediyor olması, şüphelilerin bir kısmının bu cinayetin azmettiricisi
konumunda olduğu, bir kısmının da cinayet öncesi ve sonrasında örgüt adına
yaptıkları çalışmalarla kamuoyu oluşturmaya çalıştıkları, şüphelilerin
yargılamalarının Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden dosyayla birlikte
yapılmasının hukuki zorunluluk doğurduğu, şüphelilerle Malatya'da gerçekleşen
eylem arasında fiili ve hukuki irtibat bulunması” gerekçeleriyle
E.2010/857 sayılı soruşturma dosyasını yer yönünden yetkisizlik kararı ile
Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
13. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı 8/6/2012 tarihli iddianamesi ile
başvurucu Haydar Yeşil’in “silahlı terör
örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme, tasarlayarak kasten adam öldürmeye
azmettirme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya azmettirme, konut
dokunulmazlığını ihlale azmettirme, nitelikli yağmaya teşebbüse azmettirme,
resmi belgede sahtecilik haberleşmenin gizliliğini ihlal” suçlarından, başvurucu Mehmet Çolak'ın “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme, tasarlayarak kasten adam öldürmeye azmettirme, kişiyi hürriyetinden
yoksun kılmaya azmettirme, konut dokunulmazlığını ihlale azmettirme, nitelikli
yağmaya teşebbüse azmettirme” suçlarından, başvurucu Abdullah Atılğan’ın “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs
etme, tasarlayarak kasten öldürmeye yardım etme, kişiyi hürriyetinden yoksun
kılmaya yardım etme, konut dokunulmazlığını ihlale yardım etme ve nitelikli
yağmaya teşebbüse yardım etme” suçlarından, başvurucu Murat Göktürk’ün “silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme, tasarlayarak kasten adam öldürmeye azmettirme, kişiyi
hürriyetinden yoksun kılmaya azmettirme, konut dokunulmazlığını ihlale
azmettirme, nitelikli yağmaya teşebbüse azmettirme” suçlarından,
başvurucu Adil Akçay'ın “silahlı terör
örgütüne üye olma” suçundan cezalandırılması talebiyle Malatya 3.
Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır.
14. İddianamede başvurucu Haydar Yeşil ile ilgili olarak şu
değerlendirmeler yapılmıştır:
“Ergenekon Terör Örgütünce A. H. T.’ye
TSK içerisinde gizli bir şekilde kurdurularak faaliyete geçirtilen TUSHAD
İsimli Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi)kurdurularak faaliyete geçirtilen
TUSHAD (Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi) isimli yapılanmada,
Ergenekon Terör Örgütü adına TUSHAD 3. Bölge Malatya ili hücre yapılanmasının
üyesi iken daha sonra yapı içerisinde yönetici konumuna yükseldiği, kendi
yönetiminde ki bu hücre yapılanması ile birlikte A.H. T.’nin
talimatı üzerine 18/04/2007 tarihinde Malatya Zirve Yayınevinde N. A., U. Y. ve
T.E.G.'nin öldürülmeleri eyleminin planlanması ve
işlenmesinde azmettirici olarak aktif görev aldığı,
Bu görev doğrultusunda Ergenekon Terör Örgütünün amaç ve
hedefleri ile, örgütün misyonerlere ve azınlıklara yönelik hazırladığı planları
çerçevesinde, cinayet öncesi ve sonrasında gerçekleştirilen örgütsel
faaliyetlerin tamamında yer alarak diğer bazı şüpheliler ile birlikte eylemi planlayıp,
eylemin alt yapısını ve hazırlığını yaptığı, misyonerlik konusunda yapılan bu
çalışmalar sonucu oluşturulan genel hava ve tehdit algısından da faydalanarak
Ergenekon terör örgütünün özellikle tetikçi kanadını hücreler şeklinde
yapılandırma prensibine de uygun olarak, cinayet sanıkları ile doğrudan irtibat
kurmadan örgütsel gizlilik içerisinde asli failleri diğer bazı şüpheliler ile
birlikte, özellikle de E. G.'yi kullanmak suretiyle
azmettirip eylemin hayata geçirilmesini sağladığı,
Eylem sonrasında ise sahte belgeler ve resmi yazışmalar yolu
ile dezenformasyon faaliyetleri yürüterek hedef saptırma ve yönlendirme çabası
içerisine girdiği, bu şekilde kendisinin de içerisinde yer aldığı cinayetin
asıl planlayıcılarına ulaşılmasını engellemeye çalıştığı, yürüttüğü bu örgütsel
faaliyetlerde devletin imkan ve kabiliyetlerini emri
altındaki personelden de faydalanarak sonuna kadar kullandığı,
Bu eylemle toplumda ve Ülkede kaos, kargaşa ve güvensizlik
ortamı oluşturmak, iç çatışma çıkarıp devlette ve kamu düzeninde zaaf
oluşturarak hukuksuzluk ortamına zemin hazırlamak istendiğini işleyerek mevcut
yürütme organının icraatlarının bahse konu cinayetlerin işlenmesinde en büyük
etken olduğu tezini ortaya koyup, eylemi olayla herhangi bir ilgisi bulunmayan
kesimlere yüklemek suretiyle Ergenekon Terör Örgütünün amaç ve hedeflerine
bilerek ve isteyerek hizmet ettiği
Zirve Yayınevi Cinayeti ile ilgili olarak çeşitli zamanlarda
gönderilen ihbar mektupları, bu ihbar mektuplarının eklerinde yer alan belge ve
CD'lerde ki bilgiler, D. U.(İ. Ç.)'nun değişik
tarihlerde verdiği beyanları ile teslim etmiş olduğu dijital malzemelerde ki
bilgiler ve aramalar sonucu elde edilen belge ve dokümanlardan elde edilen
bilgiler arasında doğru olmadığını söyleyebileceğimiz herhangi bir bilginin
mevcut olmadığı, neredeyse tüm beyan, bilgi ve belgenin aynı anda birkaç
noktadan teyit edildiği, bu beyan ve bilgilerin olay öncesi, olay anı ve olay
sonrası ile tamamen uyum içerisinde olduğu, yani anlatımların olayın oluş
şekline uygun düştüğü, zaten bu beyan ve bilgilerden birçoğunun doğruluğunu
şüpheli Haydar Yeşil'in de kabul ettiği, şüpheli bazı hususlar da inkar yoluna
gitmiş ise de bunların doğru olmadığının ayrıca ispatlandığı, inkara yönelik bu
beyanların kendisini suçlamadan kurtarmaya yönelik hareket olarak görülmesi
gerektiği tespit edilmiştir.”
15. İddianamede diğer başvurucular Murat Göktürk, Mehmet Çolak,
Abdullah Atılğan’a ilişkin de benzer tespitlerde
bulunulmuştur.
16. Başvurucu Adil Akçay ile ilgili iddianamede şu değerlendirmeler
yapılmıştır:
“Ergenekon Terör Örgütünce Ahmet Hurşit Tolon'a TSK
içerisinde gizli bir şekilde kurdurularak faaliyete geçirtilen TUSHAD (Türkiye
Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi) isimli yapılanmada TUSHAD 3. Bölge
Malatya ili hücre yapılanması içerisinde örgüt üyesi olarak faaliyet yürüttüğü,
Zirve Yayınevi Cinayeti sonrasında cinayet için oluşturulan
kadroya dahil olarak cinayetin dezenformasyonu kapsamında sahte belgelerin
düzenlenmesi, ses kayıtlarının yapılması faaliyetlerine bizzat iştirak ettiği,
yapılan çalışmalar sırasında konuşulan konuların belge ve sunum haline
getirilmesine katkıda bulunduğu, yürüttüğü bu faaliyetlerle hedef saptırma ve
yönlendirme çabası içerisine girdiği, bu şekilde cinayetin asıl
planlayıcılarına ulaşılmasını engellemeye çalıştığı, bu örgütsel faaliyetler
sırasında devletin imkan ve kabiliyetlerini sonuna kadar kullandığı,
Bu eylem sonrası yürüttüğü faaliyetlerle mevcut yürütme
organının icraatlarının bahse konu cinayetlerin işlenmesinde en büyük etken
olduğu tezini ortaya koyup, eylemi olayla herhangi bir ilgisi bulunmayan
kesimlere yüklemek suretiyle Ergenekon Terör Örgütünün amaç ve hedeflerine
bilerek ve isteyerek hizmet ettiği, Zirve Yayınevi Cinayeti ile ilgili olarak
çeşitli zamanlarda gönderilen ihbar mektupları, bu ihbar mektuplarının
eklerinde yer alan belge ve CD'lerde ki bilgiler, Deniz Uygar (İlker Çınar)'ın değişik tarihlerde verdiği beyanları ile teslim etmiş
olduğu dijital malzemelerde ki bilgiler arasında, doğru olmadığını
söyleyebileceğimiz herhangi bir bilginin mevcut olmadığı, neredeyse tüm beyan,
bilgi ve belgenin aynı anda birkaç noktadan teyit edildiği, bu beyan ve
bilgilerin olay öncesi, olay anı ve olay sonrası ile uyum içerisinde olduğu,
yani anlatımların olayın oluş şekline uygun düştüğü, zaten bu beyan ve
bilgilerden bazılarının doğruluğunu şüphelinin de kabul ettiği, şüpheli Adil
Akçay beyanlarında genellikle inkar yoluna gitmiş ise de bunların doğru
olmadığının ayrıca ispatlandığı, inkara yönelik bu beyanların kendisini suçlamadan
kurtarmaya yönelik hareket olarak görülmesi gerektiği tespit edilmiştir.”
17. İddianamenin kabul edilmesi üzerine başvurucular, Malatya 3.
Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2012/157 sayılı dosyası kapsamında yargılamaya
başlanmıştır.
18. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 6/7/2012 tarihli ve E.2012/157,
K.2012/146 sayılı kararıyla bu davanın Mahkemenin E.2007/125 sayılı Zirve
Yayınevi cinayeti ana davasıyla birleştirilmesine ve yargılamanın E.2007/125
sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir.
19. Başvurucuların değişik tarihlerde yapmış oldukları tahliye
talepleri özetle “delil durumu, başvurucu
hakkında isnat olunan suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç
şüphelerini gösteren olguların var olması, isnat edilen suçların katalog
suçlardan olması, isnat edilen suçların yasadaki alt ve üst sınırı, tüm dosya
kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde mevcut delillerin kuvvetli suç
şüphesinin varlığını göstermesi, bir sanık hakkında var olan delilin diğer sanıkları
da etkileme durumu, henüz toplanmamış deliller bakımından ve dinlenecek müşteki
ve tanıklar bakımından sanıkların delillere etki etme, tanık ve müştekileri
yönlendirme kuşkusu, başvurucunun serbest kalması halinde kaçma şüphesinin
bulunması, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının
dava konusu açısından yetersiz kalacağı” şeklindeki gerekçelerle
reddedilmiştir. Başvurucular tarafından Mahkemelerce verilen ret kararlarına
karşı yapılan itirazlar da reddedilmiştir. Resen yapılan tutukluluk
incelemelerinde de benzer gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
Tutukluluğun devamına ilişkin kararlara karşı yapılan itirazlar da benzer
gerekçelerle reddedilmiştir.
20. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 18/1/2013 tarihli duruşmada
başvurucular Haydar Yeşil, Mehmet Çolak, Murat Göktürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya
veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme
suçu bakımından tasarlayarak adam öldürmeye azmettirme” suçlarından,
başvurucu Abdullah Atılğan’ın “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçu bakımından tasarlayarak adam öldürmeye
yardım etme” suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir.
21. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların tutukluluk durumu
hakkında dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 4/12/2013 tarihli ve
E.2007/125 sayılı ara kararı ile tutukluluk hâlinin devamı yönünde karar
vermiştir.
22. Başvurucuların söz konusu karara itiraz etmesi üzerine bahsi
geçen Mahkeme 13/12/2013 tarihli ve E.2007/125 sayılı kararı ile itirazın
reddine, kararın ve itirazın incelenerek bir karar verilmek üzere dava dosyası
ve eklerinin Diyarbakır Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
23. Başvurucular Haydar Yeşil, Mehmet Çolak, Adil Akçay 12/12/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
24. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 9/1/2014 tarihli ve 2014/20
Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir.
25. Bu karar üzerine başvurucular Murat
Göktürk, Abdullah Atılğan 27/1/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
26. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 18/3/2014 tarihli ve E.2007/125,
K.2014/107 sayılı kararıyla “6526 Sayılı
Yasanın 1. Maddesi ile 3713 Sayılı Yasaya eklenen Geçici 14. Maddesi gereğince,
6352 Sayılı Kanunun Geçici 2. maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza
mahkemeleri ile Terörle Mücadele Kanununun 10. maddesi uyarınca görevlendirilen
ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması ve derdest bulunan dosyaların
bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve
görevli mahkemelere devredilmesi gerektiğinin, belirtildiği, buna göre
mahkemenin görevinin sona erdiği” gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiştir.
27. Görevsizlik kararı üzerine dava
Malatya 1.Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/173 sayılı esasına kaydedilmiş olup
yargılama devam etmektedir.
28. Başvurucu Haydar Yeşil 21/1/2015 tarihinde, başvurucular Mehmet
Çolak, Abdullah Atılğan, Murat Göktürk 24/6/2014
tarihinde, başvurucu Adil Akçay 24/2/2014 bütün tutuklama müzekkerelerinden
tahliye edilmişlerdir.
B. İlgili
Hukuk
29. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi şöyledir:
“(1) Kasten öldürme suçunun;
a) Tasarlayarak, ...
İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
ile cezalandırılır.”
30. 5237 sayılı Kanun’un 312. maddesi şöyledir:
“(1) Cebir ve şiddet
kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası verilir.
(2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi
halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.”
31. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesi şöyledir:
“(1) Bu kısmın
dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı
örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer
hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.”
32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135.
maddesinin, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile
değiştirilmesinden önceki hâli şöyledir:
“(1) Bir
suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin
kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi
imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon
yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal
bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin
onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin
dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet
savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle
arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu
durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir
(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen
suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının
türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu,
tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için
verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353
S.K./17.mad) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili
olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin
müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.
…
(5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler,
tedbir süresince gizli tutulur.
(6) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan
suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
13. Silahlı Örgüt (madde 314)
...”
33. Aynı Kanun’un 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 105.
maddesiyle yürürlükten kaldırılan 251. maddesi şöyledir:
“(1) 250. madde kapsamına giren suçlarda soruşturma,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında
görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev
sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca
doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci Madde kapsamındaki
suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde
veya işlerde görevlendirilemez.
(2) 250. madde kapsamına giren suçların soruşturması ve
kovuşturması sırasında Cumhuriyet savcıları, hâkim tarafından verilmesi gerekli
kararları, varsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu işlerle
görevlendirilen ağır ceza mahkemesi üyesinden, aksi halde yetkili adlî yargı
hâkimlerinden isteyebilirler.
(3) Soruşturmanın gerekli kıldığı hâllerde suç mahalli ile
delillerin bulunduğu yerlere gidilerek soruşturma yapılabilir. Suç, ağır ceza
mahkemesinin bulunduğu yer dışında işlenmiş ise Cumhuriyet savcısı, suçun
işlendiği yer Cumhuriyet savcısından soruşturmanın yapılmasını isteyebilir.
(4) Suç askerî bir mahalde işlenmiş ise, Cumhuriyet savcısı
ilgili askerî savcılıktan soruşturmanın yapılmasını isteyebilir. Üçüncü fıkraya
göre soruşturma yapmak üzere görevlendirilen Cumhuriyet savcıları ile askerî
savcılıklar, bu soruşturmayı öncelikle ve ivedilikle yaparlar.
(5) 250. madde kapsamına giren suçlarda, yakalananlar için
91 inci Maddenin birinci fıkrasındaki yirmi dört saatlik süre kırk sekiz saat
olarak uygulanır. Anayasanın 120 nci
Maddesi gereğince olağanüstü hâl ilân edilen bölgelerde yakalanan kişiler
hakkında 91 inci Maddenin üçüncü fıkrasında dört gün olarak belirlenen süre,
Cumhuriyet savcısının talebi ve hâkim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir.
Hâkim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.
(6) 250. madde kapsamına giren suçlarla ilgili soruşturma ve
kovuşturmalarda kolluk; soruşturma ve kovuşturma sebebiyle şüpheli veya sanığı,
tanığı, bilirkişiyi ve suçtan zarar gören şahsı, ağır ceza mahkemesi veya
başkanının, Cumhuriyet savcısının, mahkeme naibinin veya istinabe olunan
hâkimin emirleriyle belirtilen gün, saat ve yerde hazır bulundurmaya mecburdur.
(7) 250. maddede belirtilen suçlar nedeniyle Cumhuriyet
savcıları, soruşturmanın gerekli kılması halinde geçici olarak, bu mahkemelerin
yargı çevresi içindeki genel ve özel bütçeli idarelere, kamu iktisadi
teşebbüslerine, il özel idarelerine ve belediyelere ait bina, araç, gereç ve
personelden yararlanmak için istemde bulunabilirler.
(8) Türk Silahlı Kuvvetleri kıt'a,
karargâh ve kurumlarından istemde bulunulması hâlinde istem, yetkili amirlikçe
değerlendirilerek yerine getirilebilir.”
34. Aynı Kanun’un 116. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde
edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü,
eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.”
35. Aynı Kanun’un 117. maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi veya suç
delillerinin elde edilebilmesi amacıyla, diğer bir kişinin de üstü, eşyası,
konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.
(2) Bu hâllerde aramanın yapılması, aranılan kişinin veya
suçun delillerinin belirtilen yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak
sağlayan olayların varlığına bağlıdır.
(3) Bu sınırlama, şüphelinin veya sanığın bulunduğu yerler
ile, izlendiği sırada girdiği yerler hakkında geçerli değildir.”
36. Aynı Kanun’un 119. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise
kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak,
konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı
veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri
ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları
Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.
(2) Arama karar veya emrinde;
a) Aramanın nedenini oluşturan fiil,
b) Aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer
yerin adresi ya da eşya,
c) Karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi,
Açıkça gösterilir.
(3) Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri
yazılır. (Mülga ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/15 md.)
(4) Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya
diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya
komşulardan iki kişi bulundurulur.
(5) Askerî mahallerde yapılacak arama, (…) (1) Cumhuriyet
savcısının istem ve katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.
37. Aynı Kanun’un 127.maddesi şöyledir:
“Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise
kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, elkoyma
işlemini gerçekleştirebilir.
(2) Kolluk görevlisinin açık kimliği, elkoyma
işlemine ilişkin tutanağa geçirilir.
(3) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/16 md.)
Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmi
dört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi
hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar.
(4) Zilyetliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı
değerlerine elkonulan kimse, hâkimden her zaman bu
konuda bir
karar verilmesini isteyebilir.
(5) Elkoyma işlemi, suçtan zarar
gören mağdura gecikmeksizin bildirilir.
(6) Askerî mahâllerde yapılacak elkoyma işlemi, (…) (1) Cumhuriyet savcısının istem ve
katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.”
38. Aynı Kanun’un 148. maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine
dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme,
yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi
bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
(2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.
(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş
olsa da delil olarak değerlendirilemez.
(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim
veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas
alınamaz.
(5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin
alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı
tarafından yapılabilir.”
39. Aynı Kanun’un 100. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.”
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var
sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
...”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
40. Mahkemenin 20/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucuların 2013/9081 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
41. Başvurucular; yargılamaya konu suç yeri Malatya olmasına rağmen
dava dosyasındaki işlemlerin büyük bir kısmının yetkisi ve görevi olmayan
İstanbul ilinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi nedeniyle
hukuka aykırı bir şekilde tutuklandıklarını, yasak sorgu usulüyle ifadelerinin
alındığını, Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklu olmadıkları suçlardan
tutukluluklarının devamına karar verildiğini, tutukluluğun devamı kararlarına
karşı yaptıkları itirazların formül gerekçelerle incelenmeden reddedildiğini,
hukuka aykırı bir şekilde uzun süredir tutuklu olduklarını belirterek kişi özgürlüğü
ve güvenliği haklarının; haklarında verilen iletişimin dinlenmesi, arama, el
koyma ve inceleme kararlarının usulsüz ve hukuka aykırı olduğunu, yapılan
incelemelerde elde edilen verilerin yürütülen soruşturma ile ilgisi olmamasına
rağmen soruşturma dosyasına dahil edildiğini belirterek özel ve aile yaşamına
saygı haklarının ihlal edildiğini, dava dosyası kapsamında sadece müdahil taraf
beyanlarının dikkate alındığını, sanık vekillerinin hiçbir talebinin
dinlenmediğini, bilirkişi incelemesi taleplerinin reddedildiğini, gizli tanık
hakkında lehlerine olan bazı bilgilerin dava dosyasına geç ibraz edildiğini,
lehe delil toplanmadığını, soruşturma aşamasının büyük bölümünün yetkili
olmayan Savcılık tarafından gerçekleştirilmek suretiyle kanuni hakim ilkesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüşler; tahliye ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
42. Anılan şikâyetlere ek olarak başvurucu Haydar Yeşil resen
yapılan tutukluluk incelemesinde Cumhuriyet savcısının görüşünün bildirilmemesi
nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Ayrıca başvurucular Haydar Yeşil ve Murat Göktürk ifadelerinin
alınması sırasında kendilerine Alevi olup olmadıklarının sorulması suretiyle
inançlarını açıklamak zorunda bırakıldıklarını belirterek din ve vicdan
özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
43. Başvurucuların tutuklamanın kanuni olmadığı yönündeki
iddialarının Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası; tutukluluk süresinin
makul olmadığı, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yaptıkları itirazların
formül gerekçelerle incelenmeden reddedildiği yönündeki iddialarının aynı
maddenin yedinci fıkrası, resen yapılan tutukluluk incelemesinde Cumhuriyet
savcısının görüşünün bildirilmemesi ve bazı tutukluluğun devamı kararlarına
itiraz edemedikleri yönündeki iddialarının aynı maddenin sekizinci fıkrası,
dava dosyası kapsamında sadece müdahil taraf beyanları ve delillerinin
toplandığı, sanık vekillerinin hiçbir talebinin dinlenilmediği, bilirkişi
incelemesi taleplerinin reddedildiği, gizli tanık hakkında lehlerine olan bazı
bilgilerin dava dosyasına geç ibraz edildiği, lehe delil toplanmadığı,
soruşturma aşamasının büyük bölümünün yetkili olmayan Savcılık tarafından
gerçekleştirilmek suretiyle kanuni hâkim ilkesinin ihlal edildiği iddialarının
Anayasa’nın 36. maddesi; iletişimin tespiti, arama, inceleme ve el koyma
kararlarının yetkili olmayan mahkemece verildiği, hukuka aykırı olduğu, isnat
edilen suçla ilgili olmayan hususların dosyaya dâhil edildiği iddialarının Anayasa'nın
20. maddesi, ifadelerinin alınması sırasında kendilerine Alevi olup
olmadıklarının sorulması suretiyle inançlarını açıklamak zorunda bırakıldıkları
iddialarının Anayasa’nın 24. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna
varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Özel
Yaşamın Gizliliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucular haklarında verilen iletişimin tespiti kararının
yetkili olmayan mahkemece verildiğini, bunun hukuka aykırı olduğunu, isnat
edilen suçla ilgili olmayan hususların da telefon tapelerinde
yer aldığını; arama, el koyma ve inceleme kararlarının yetkili olmayan mahkeme
tarafından verildiğini, bunun hukuka aykırı olduğunu, yapılan incelemelerde
elde edilen verilerin yürütülen soruşturma ile ilgisi olmamasına rağmen
soruşturma dosyasına dâhil edildiğini belirterek özel hayatın gizliliği
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
45. Bakanlığın 2013/9082 numaralı bireysel başvuruya ilişkin
görüşünde, başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik veya başvuru
yollarının tüketilmesi nedeniyle kabul edilemez olduğu belirtilmiştir.
46. Başvurucu Mehmet Çolak, Bakanlığın görüşüne karşı yasal süresi
içinde bir beyanda bulunmamıştır.
47. Özel hayat geniş bir kavram olup kapsayıcı bir tanımının
yapılması oldukça zordur. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlık olup bu koruma, herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak,
kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte
özel hayat kavramının, herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve
dış dünyayı bu alandan uzak tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır (Faris Korkmaz, B. No: 2013/6995, 8/9/2015, §
33).
48. 52. Başvurucular tarafından, telefon görüşmelerinin dinlenmesine
ilişkin olarak özel hayata ve saygı haklarının kamu gücü tarafından ihlal
edildiği ileri sürülmüş olup anılan hak, Anayasa'nın 20. maddesi ile Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesinde yer alan özel hayata
saygı hakkı kapsamındadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de
telefon görüşmelerinin dinlenmesine ilişkin tedbirin Sözleşme’nin 8. maddesi
bağlamında başvurucuların “haberleşme” ve “özel hayat” haklarına hukuki alanda
müdahale niteliğinde olduğunu belirtmektedir (Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71,
6/9/1978, § 41; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79,
2/8/1984, § 64). Yine AİHM'e göre arama ve el koyma
kararları da Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında başvurucuların özel hayata
saygı haklarına bir müdahale niteliğindedir (Camenzind/İsviçre, B. No: 21353/93, 16/12/1997, §§ 32-35, Buck/Almanya, B. No: 41604/98, 28/4/2005, §§
30-33).
49. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
51. Anılan hükümler uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal
ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin
düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Temel hak ve özgürlüklerin
ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri
sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
52. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen
hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle
olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun
Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip
olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir (Ayşe Zıraman
ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
53. Somut olayda, yürütülen soruşturma kapsamında 5271 sayılı
Kanun’un 135. maddesine istinaden İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen
karar uyarınca başvurucuların telekomünikasyon yoluyla iletişimi (telefon
görüşmeleri) dinlenmiştir. Ayrıca İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 16/3/2011
tarihinde Başvurucular hakkında arama ve el koyma kararı vermiştir.
54. Yargılama süreci devam eden telefon dinlemeleriyle ilgili olarak
henüz hukuki bir kesinlik ortaya çıkmamıştır. Aynı şekilde arama, el koyma
kararları ve bu kararlar yoluyla elde edilen deliller ile ilgili olarak da
henüz hukuki bir kesinlik ortaya çıkmamıştır. Arama, el koyma tedbiri ve
telefon dinlemeleri gerçekleşmiş olmakla birlikte bunların hukukiliği ve kesin
sonuçlarının temyiz incelemesi sonucunda ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
55. Bu durumda aynı dava sürecine ilişkin iddiaların farklı
düzlemlerde hem Anayasa Mahkemesince hem de Yargıtay tarafından yargısal
incelemeye tabi tutulması, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurudaki ikincil
nitelikteki rolüne uygun olmayacağından başvurucuların özel yaşama saygı
haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının da öncelikle derece
mahkemelerince incelenmesi gerekmektedir.
56. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Din Ve
Vicdan Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Başvurucular Haydar Yeşil ve Murat Göktürk, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında ifadelerinin alınması sırasında
kendilerine Alevi olup olmadıklarının sorulması suretiyle inançlarını açıklamak
zorunda bırakılmaları nedeniyle din ve vicdan özgürlüklerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
58. Bakanlığın 2013/9081 numaralı başvuruya ilişkin görüşünde, ifade
alma işlemi sırasında anılan başvuruculara dinlerini açıklamak zorunda
bırakacak bir soru sorulmadığı belirtilmiştir.
59. Başvurucu Haydar Yeşil, Bakanlığa karşı verdiği cevap
dilekçesinde başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.
60. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
61. Başvurucunun; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle
ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa
hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine
eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti
yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle
ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014,
20).
62. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya
ilişkin iddialarını ortaya koymak ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine
ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlamak
yükümlülüğü başvuruculara aittir. İfade tutanakları incelendiğinde
başvurucuları dinî inancını açıklamak zorunda bırakacak bir soruya
rastlanmamıştır. Bunun haricinde başvurucular tarafından ne suretle dinî
inançlarını açıklamak zorunda bırakıldıklarına ilişkin ilişkin bir bilgi ya da
kanıt sunulmamıştır.
63. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal
iddialarının kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
64. Başvurucular dava dosyası kapsamında sadece müdahil taraf
beyanları ve delillerinin toplandığını, sanık vekillerinin hiçbir talebinin
dinlenmediğini, bilirkişi incelemesi taleplerinin reddedildiğini, gizli tanık
hakkında lehlerine olan bazı bilgilerin dava dosyasına geç ibraz edildiğini,
lehe delillerin toplanmadığını, soruşturma işlemlerinin büyük bölümünün yetkili
olmayan Savcılık tarafından gerçekleştirildiğini, savunma haklarının kısıtlandığını
belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
65. Bakanlığın 2013/9081 numaralı bireysel başvuruya ilişkin
görüşünde, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak önceki görüşlerine atfen görüş
sunulmayacağını belirtilmiştir.
66. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan
kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
67. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
68. Somut olayda başvurucular hakkındaki dava, Malatya 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2014/173 sayılı esas numarasına kaydedilmiş olup yargılama devam
etmektedir. Dolayısıyla bu şikâyetler bakımından olağan kanun yolları
tüketilmemiştir.
69. Açıklanan nedenlerle kanunda öngörülmüş yargısal başvuru
yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. Kişi
Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tutuklamanın
Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
70. Başvurucular yetkili ve görevli olmayan mahkeme tarafından
tutuklandıklarını, haklarında tutuklama kararı olmayan suçlardan
tutukluluklarının devamına karar verildiğini, kuvvetli suç şüphesi olmadan
tutuklandıklarını ileri sürmüşlerdir.
71. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok
edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim
kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
72. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
73. Bakanlığın 2013/9082 ve 2013/9081 numaralı bireysel başvurulara
ilişkin görüşünde, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak önceki görüşlerine
atfen görüş sunulmayacağını belirtilmiştir.
74. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delillerin yok etmelerini
veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri
hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak
suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu unsur
tutuklama tedbiri için olmazsa olmaz niteliktedir. Bunun için suçlamanın
kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı
delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın
kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi
Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46).
75. Buna bağlı olarak yakalama veya tutuklama anındaki deliller
kişinin suçla itham edilebilmesini sağlayacak düzeyde olmayabilir. Zira
tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek ve
ilerletmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak
oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak
olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi
gerekir (Mustafa Ali Balbay, B.
No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
76. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve
hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu
sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü,
Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (Murat
Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 43).
77. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların kanunda
belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari
organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve
usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdür. Anayasa’nın 19. maddesinin
amacı bireyi keyfî bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup
maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması ve keyfî uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu
nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten
yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince
başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının,
kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise hukuk devleti
ilkesi gereği, keyfiliği önlemek için uygulanmasında yeterli ölçüde
erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince
incelenmesi gerekir (Murat Narman,
§ 44).
78. Bu bağlamda tutuklama kararının yetkili mahkeme tarafından
verilip verilmediği hususunun tutuklamanın kanunların öngördüğü usul ve
esaslara uygun olup olmadığı açısından incelenmesi gerekir. Zira tutuklamanın
yetkili olmayan bir mahkeme tarafından verilmesi tutuklamayı kanuna aykırı hâle
getirecektir.
79. Somut olayda başvurucular hakkında, iddia edilen Ergenekon terör
örgütünün talimatları doğrultusunda Zirve Yayınevi cinayetini azmettirdikleri
şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular bu soruşturma kapsamında
özel yetkili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmışlardır.
Soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı “Kamuoyunda Zirve Yayınevleri cinayetleri olarak
bilinen eylemin Malatya ilinde gerçekleşmesi suça konu yargılamanın halen
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ediyor olması, Şüphelilerin bir
kısmının bu cinayetin azmettiricisi konumunda olduğu, bir kısmının da cinayet
öncesi ve sonrasında örgüt adına yaptıkları çalışmalarla kamuoyu oluşturmaya
çalıştıkları, şüphelilerin yargılamalarının Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde
devam eden dosyayla birlikte yapılmasının hukuki zorunluluk doğurduğu, Her ne
kadar Ergenekon Silahlı Terör Örgütüne yönelik örgüt yöneticilerinin
yargılamaları İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesinde devam ediyor ise de
şüphelilerle Malatya’da gerçekleşen eylem arasında fiili ve hukuki irtibat
bulunması” gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek dosyanın Malatya
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.
80. Söz konusu kararın verildiği dönemde yürürlükte olan 5271 sayılı
Kanun’un mülga 251. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre Cumhuriyet savcısı
soruşturmanın gerekli kıldığı hâllerde suç mahalli ile delillerin bulunduğu
yerlere giderek soruşturma yapılabilir. Suç, ağır ceza mahkemesinin bulunduğu
yer dışında işlenmiş ise Cumhuriyet savcısı, suçun işlendiği yerin Cumhuriyet
savcısından soruşturmanın yapılmasını isteyebilir. Bu hükme göre Cumhuriyet savcısı
soruşturmayı suçun işlendiği yerin savcısından isteyebileceği gibi kendisi de
yapabilir. Bu doğrultuda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, suç Malatya’da
işlenmiş olsa da isnat edilen suçların yargılamasını İstanbul’da devam eden
Ergenekon soruşturmasıyla bağlantılı gördüğü için soruşturmayı İstanbul’da
başlatmıştır.
81. 5271 sayılı Kanun’un mülga 251. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre 250. madde kapsamına giren suçların soruşturması ve kovuşturması
sırasında Cumhuriyet savcıları hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları,
varsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu işlerle görevlendirilen ağır
ceza mahkemesi üyesinden, aksi hâlde yetkili adli yargı hâkimlerinden
isteyebilir. Somut olayda da Cumhuriyet savcısı başvurucuların tutuklanmasını
talep etmiş ve başvurucular bu suçlara bakmakla görevli İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından tutuklanmışlardır. Bu bağlamda başvurucuların
tutuklanmalarının kanuna aykırı olduğu söylenemez.
82. Somut olayda başvurucular, tutukluluğun devamına ilişkin
kararlarda tutuklu olmadıkları suçlardan da tutukluluğun devamına karar
verildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesinin 21/3/2011 tarihli ve 2011/29 Sorgu sayılı kararıyla başvurucular
Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak ve Adil
Akçay “silahlı terör örgütüne üye olma”
suçundan; Başvurucu Haydar Yeşil “silahlı
terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve tasarlayarak adam öldürme”
suçlarından tutuklanmışlardır. Tutukluluğun devamına ilişkin kararlar
incelendiğinde Mahkemenin kimi zaman her bir başvurucu için tutuklu olduğu
suçları ayrı ayrı belirtmek yerine toplu olarak başvurucuların tutuklu olduğu
suçları belirterek, kimi zaman da tutuklu olmadıkları suçları da belirterek
tutukluluğun devamına karar verdiği anlaşılmıştır. Böyle bir uygulamadan
başvurucuların tutuklu olmadığı suçlardan da tutukluluklarının devamına karar
verildiği sonucu çıkarılamaz. Nitekim 6/7/2012 tarihli tensip duruşmasında
başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet
Çolak’ın tutuklu olmamalarına rağmen tutukluluklarının devamına karar
verildiğini iddia ettikleri suçlardan tutuklanma taleplerinin reddedildiği, Malatya
3. Ağır Ceza Mahkemesince 18/1/2013 tarihli duruşmada tutuklu olmamalarına
rağmen tutukluluklarının devamına karar verildiğini iddia ettikleri suçlardan
tutuklandıkları anlaşılmıştır. Aksi bir sonuca ulaşılması durumunda bile
başvurucuların ilk kez tutuklandıkları suçtan tahliye edilmedikleri de dikkate
alındığında böyle bir uygulamanın tutuklama kararlarını hukuka aykırı bir hâle
getirdiği söylenemez. Mahkemeler kimi zaman başvurucuların tutuklu olmadıkları
suçları da belirterek tutukluluğun devamına karar vermiş olsa da bu durum tek
başına tutuklamaları hukuka aykırı hâle getirecek bir eksiklik değildir.
83. Başvurucuların kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklandıkları
iddiaları açısından başvuruculara isnat edilen suçla ilgili deliller
iddianamede sanıkların aşama beyanları, tanık Adıyaman'ın beyanları, sanık İ.Ç.nin beyanları ve aşama savunması, daha önce dinlenen
tanıkların beyanları, fotoğraflar, video görüntüleri, ses kayıtları, bilirkişi
raporu, not kâğıtları, ihbar mektupları ile eklerindeki CD ve dokümanlar, aramalarda
ele geçirilen bilgi, belge ve dijital veriler, Ergenekon terör örgütü
soruşturmaları kapsamında ele geçirilen bilgi, belge, doküman ve dijital
veriler, İl Emniyet Komisyonu toplantı tutanakları, inceleme, değerlendirme ve
tespit rapor ve tutanakları, HTS telefon irtibat tutanakları, iletişim tespit
tutanakları, Malatya Jandarma İstihbarat Şubesi tarafından alınan dinleme
kararları, ekspertiz ve bilirkişi raporları, emanet makbuzları gösterilmiştir.
84. Başvurucuların suçla ilgili inandırıcı nedenler bulunmadığı
hâlde tutuklandıkları iddiasının yerinde olmadığı, gösterilen deliller dikkate
alındığında tutuklamanın kuvvetli şüphe olgusunu karşıladığı sonucuna
varılmıştır.
85. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tutuklamanın hukuki olmadığı
yönündeki şikâyetlerinin tümünün açıkça
dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Resen
Gerçekleştirilen Tutukluluk İncelemelerinde Cumhuriyet Savcısının Görüşünün
Tebliğ Edilmediğine İlişkin İddia
86. Başvurucu Haydar Yeşil 13/1/2014 ve 10/2/2014 tarihli resen
gerçekleştirilen tutukluluk incelemelerinde Savcılık mütalaalarının kendisine
tebliğ edilmediğini belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
87. Bakanlığın 2013/9082 numaralı bireysel başvuruya ilişkin
görüşünde, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak önceki görüşlerine atfen görüş
sunulmayacağını belirtilmiştir.
88. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa
olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini
ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını
sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
89. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci ve Sözleşme’nin 5.
maddesinin (4) numaralı fıkraları, her ne sebeple olursa olsun hürriyeti
kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında süratle karar verebilecek
ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye
başvurma hakkı tanımaktadır. Anılan Anayasa ve Sözleşme hükümleri esas olarak,
tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurusu üzerine bir mahkeme nezdinde
yürütülmekte olan davalardaki tahliye talepleri veya tutukluluğun uzatılması
kararlarının incelenmesi açısından bir güvence oluşturmaktadır (Firas Aslan ve Hebat Aslan,
B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 30).
90. Tutukluluk hâline itirazda bulunulan bir davada, Cumhuriyet
savcısı ve tutuklunun davaya katılma hakkı bulunmaktadır. Ayrıca tutukluluk
hâline itiraz başvurusunda Cumhuriyet savcısı ve tutuklu arasında silahların
eşitliği ilkesinin gözetilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.
Ceviz/Türkiye, B. No: 8140/08,
17/7/2012, § 52; Nikolova/Bulgaristan [BD], B. No: 31195/96, 25/3/1999,
§ 58).
91. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesinde, soruşturma evresinde
şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler
itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100. madde
hükümleri dikkate alınarak, kovuşturma evresinde ise tutuklu sanığın tutukluluk
hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar
gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da en geç otuz günlük süre içinde hâkim
veya mahkemece resen karar verileceği hükme bağlanmıştır.
92. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre yapılacak
değerlendirme, resen (ex officio)
yapılmakta olup Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan
kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında
değerlendirilemez (Firas Aslan ve Hebat Aslan,
§ 32). Resen yapılan tutukluluk incelemesi, Anayasa’nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrasında düzenlenen itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilmediği
için bu inceleme sırasında silahların eşitliği ilkesine riayet edilip
edilmediğinin incelenmesine de imkân yoktur.
93. Açıklanan nedenlerle başvurucunun İlk Derece Mahkemesince resen
gerçekleştirilen tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sırasında Savcılık
görüşünün kendisine bildirilmediği ve bu suretle silahların eşitliği ilkesine
riayet edilmediği yönündeki şikâyetinin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
iii. Tutukluluğun Devamı
Kararlarına İtiraz Edilemediğine İlişkin İddia
94. Başvurucular, on bir defa tutukluluk hâlinin devamı kararlarına
itiraz etmiş olmalarına rağmen yerel Mahkemece bu itirazların bir kısmının
görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilirken diğer itirazları
hakkında hiçbir işlem yapılmadığını ileri sürerek kişi özgürlüğü ve güvenliği
haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
Başvurucu Haydar Yeşil
Yönünden
95. Bakanlığın 2013/9081 numaralı bireysel başvuruya ilişkin
görüşünde, başvurunun bu kısmının Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
96. Başvurucu Haydar Yeşil, Bakanlığın görüşüne karşı sunduğu cevap
dilekçesinde başvuru dilekçesindeki iddialarına ek olarak hangi itiraz
taleplerinin incelenmediğini detaylı bir şekilde anlatmıştır.
97. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bireysel
başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerekir…”
98. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
(İçtüzük) “Başvuru süresi ve mazeret”
kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun,
başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin
öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
99. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru
süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında
resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
100. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel başvurunun; başvuru
yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği
tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru
yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir
bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının
tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde yorumlanması, birtakım başvurular
açısından bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol
açabilecektir. Bu nedenle olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan
bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın her bir başvuru yolunun somut
başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi
gerekmektedir (Taner Kurban, §
20).
101. Somut olayda başvurucu Haydar Yeşil 8/11/2012, 14/12/2012,
11/1/2013 tarihli tutukluluğun devamı kararlarına sırasıyla 19/11/2012,
17/12/2012, 14/1/2013 tarihlerinde itiraz etmiştir. Malatya 3. Ağır Ceza
Mahkemesi 14/1/2013 tarihli duruşmada bir kısım tutuklu sanığın tutukluluk ara
kararlarına itirazları üzerine yapılan değerlendirme sonucunda itirazların
değerlendirilmek üzere Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiğini,
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince itirazların reddine karar verildiğini ve
kararın sanıklara tebliğ edildiğini belirtmiştir. Ancak başvurucuya göre itiraz
talepleri itiraz merciine gönderilmemiş, dolayısıyla itirazın reddi kararları
da kendisine tebliğ edilmemiş ve bu suretle tutukluluğa itiraz hakkından
yararlanamamıştır. Başvurucunun anlatımlarından itirazın reddi kararlarının
kendisine tebliğ edilmemesine rağmen tebliğ edilmiş gibi gösterildiğini yani
itirazları hakkında bir işlem yapılmadığını 14/1/2013 tarihli duruşmada
öğrendiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu iddiaya ilişkin başvurunun 14/1/2013
tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 12/12/2013 tarihinde
yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
102. Açıklanan nedenlerle başvurucunun bu şikâyetinin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekmiştir.
Diğer Başvurucular
Yönünden
103. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
104. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük’ün 59.
maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu
olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (Veli Özdemir, § 19).
105. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle
ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa
hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine
eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti
yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle
ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).
106. Başvurucular, tutukluluk hâlinin devamı kararlarına on bir defa
itiraz etmiş olmalarına rağmen Mahkemece bu itirazların bir kısmının görevli
Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilirken diğer itirazları hakkında hiçbir
işlem yapılmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili
deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ortaya koymak ve hangi Anayasa
hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki
iddialarını kanıtlamak yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen hangi
tarihli tutukluluğun devamı kararlarına itiraz edildiğine ve sonuç
alınamadığına, hangi itiraz talebinin itiraz merciine gönderilmediğine ilişkin
bir bilgi ya da kanıt başvurucular tarafından sunulmamıştır.
107. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal
iddialarının kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Tutukluluk
Süresinin Makul Olmadığına İlişkin İddia
108. Başvurucular formül gerekçelerle tutukluluk hâllerinin devam
ettirildiğini, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yaptıkları itirazların
formül gerekçelerle reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
109. Bakanlığın 2013/9081 ve 2013/9082 numaralı bireysel başvurulara
ilişkin görüşlerinde, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak önceki görüşlerine
atfen görüş sunulmayacağını belirtilmiştir.
110. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların tutukluluk durumu
hakkında dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 4/12/2013 tarihli ve
E.2007/125 sayılı ara kararı ile tutukluluk hâlinin devamı yönünde karar
vermiştir. Başvurucular Haydar Yeşil, Mehmet Çolak, Adil Akçay söz konusu
karara itiraz etmiş; itiraz sonucunu beklemeden 12/12/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuşlardır. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi 9/1/2014 tarihli ve
2014/20 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir.
111. AİHM benzer durumlara ilişkin kararlarında, iç hukuktaki başvuru
yolları tüketilmeksizin başvuru yapılması hâlinde kabul edilebilirliğe ilişkin
incelemesini yaptığı tarih itibarıyla bu yolların tüketilip tüketilmediğine
bakmaktadır. İç hukuktaki süreçlerin tamamlanması durumunda başvuruyu iç hukuk
yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvuruları kabul edilemez bulmamakta ve
diğer kabul edilebilirlik şartlarını da karşılayan başvuruları esastan
incelemektedir (Gavriliţă/Moldova, B. No: 22741/06, 22/4/2014, § 53; ; E.K./Türkiye
(k.k.), B. No: 28496/95, 28/11/2000 ve Ringeisen/Avusturya, B. No: 2614/65, 16/7/1971, §§
89-93).
112. Somut olayda anılan başvurucuların, Malatya 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin 4/12/2013 tarihli nihai kararına karşı itiraz yoluna
başvurdukları, itiraz sonucunu beklemeden 12/12/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulundukları anlaşılmıştır.
113. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında anılan başvurucuların
başvuru tarihi itibarıyla başvuru yollarını tüketmeden başvuruda bulunduğu
anlaşılmakta ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu itirazın Diyarbakır
5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 9/1/2014 tarihinde reddedildiği, somut olayın
koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna
varılmıştır.
114. Bu nedenlerle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Hakkında
115. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
116. Bu hükümle, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan
kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya
kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına
alınmıştır (Murat Narman, § 60).
117. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı her davanın kendi
özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasanın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz.” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesine rağmen
tutukluluğun devamı, ancak kişi hürriyetine nazaran daha ağır bir kamu
yararının mevcut olması durumunda haklı görülebilir. Bu nedenle bir davada
tutukluluğun makul süreyi aşmamasını gözetmek, öncelikle derece mahkemelerinin
görevidir. Bu amaçla belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların
derece mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi ile serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, § 61, 62).
118. Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok
etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir.
Başlangıçtaki tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutmanın devamı için
yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda
tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi
gerekir (Murat Narman, § 63).
119. Makul
sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp
gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise
tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı
tarihtir (Murat Narman, § 66).
120. Somut
olayda başvurucular 17/3/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 21/3/2011
tarihinde tutuklanmışlardır. Başvurucu Haydar Yeşil İlk Derece Mahkemesince
21/1/2015 tarihinde, Başvurucular Abdullah Atılğan,
Murat Göktürk, Mehmet Çolak 24/6/2014 tarihinde, başvurucu Adil Akçay 24/2/2014
tarihinde tahliye edilmiştir. Somut olayda başvurucu Haydar Yeşil'in tutukluluk
süresi 3 yıl 10 ay, başvurucular Abdullah Atılğan,
Murat Göktürk ve Mehmet Çolak'ın tutukluluk süresi 3 yıl 3 ay 3 gün, başvurucu
Adil Akçay'ın tutukluluk süresi 2 yıl 11 ay 3 gündür.
121. Başvurucuların
değişik tarihlerde yapmış oldukları tahliye talepleri “delil durumu, başvurucular hakkında isnat olunan
suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren
olguların var olması, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması,isnat edilen suçların yasadaki alt ve üst sınırı,
tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde mevcut delillerin kuvvetli
suç şüphesinin varlığını göstermesi, bir sanık hakkında var olan delilin diğer
sanıkları da etkileme durumu, sanıkların henüz toplanmamış deliller bakımından
ve dinlenecek müşteki ve tanıklar bakımından delillere etki etme ve tanık ve
müştekileri yönlendirme kuşkusu, başvurucunun serbest kalması halinde kaçma
şüphesinin bulunması, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri
uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı” şeklindeki
gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucular tarafından Mahkemelerce verilen ret
kararlarına karşı yapılan itirazlar da benzer gerekçelerle reddedilmiştir.
122. Tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinde önemli
bir yer tutan suçun katalog suçlardan olması yani 5271 sayılı Kanun’un 100.
maddesinin 3. fıkrası hususuna ilişkin olarak başvurana atfedilen suçun da
aralarında bulunduğu bazı suçlar için tutuklama nedenlerinin varlığı hakkında
yasal bir karinenin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (kaçma tehlikesi veya
delilleri değiştirme ve tanıkları, mağdurları ve diğer kişileri baskı altına
alma tehlikesi). Kanun, tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngördüğünde
kişi özgürlüğüne saygı kuralına aykırı davranılmasıyla sonuçlanan somut
olguların varlığının ikna edici biçimde kanıtlanması gerekir. Somut olayda
tutukluluğun devamı kararlarında bu şekilde bir kanıtlamanın yapılmadığı ve
sadece isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin 3. fıkrası
kapsamındaki katalog suçlardan olması hususuna atıf yapıldığı görülmektedir
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Galip
Doğru/Türkiye, B. No: 36001/06, 28/4/2015, § 58).
123. Tutukluluğun devamı kararlarında delil durumuna atıf yapılması
kuvvetli suç şüphesinin varlığına ve devam ettiğine işaret eden bir gerekçe
olarak görülse de uzun süren tutuklulukların devamını kendiliğinden haklı
kılmamaktadır (Mansur/Türkiye, B.
No: 16026/90, 8/6/1995, § 56).
124.
Tutukluluğun
devamı kararlarında diğer bir gerekçe olarak isnat edilen suçun ağırlığı ve
kuvvetli suç şüphesinin varlığı bağlamında kaçma şüphesi gösterilmiştir. Kaçma
şüphesi sadece cezanın ağırlığı kapsamında değerlendirilemez. Bu şüphenin
mevcudiyetini teyit eden sanığın karakteri, ahlaki durumu, ikametgâhı, mesleği,
mal varlığı, aile bağları, kovuşturulduğu ülkedeki bağlantıları, tutukluluğa
karşı gösterdiği tepki, başka bir ülkeye gerçekten kaçmayı planlayıp
planlamadığı, kaçmayı planladığı ülkeyle bağlantıları gibi başkaca olgulara da
değinilmesi gerekir (Neumiester/Avusturya, B. No: 1936/63, 27/6/1968,
hukuki gerekçe bölümü, § 10). Somut olayda başvurucular 2007 yılında meydana
gelen bir eylemi azmettirdikleri gerekçesiyle 2011 yılında tutuklanmışlardır.
Bu süre zarfında kaçma girişiminde bulunmayan başvurucuların kaçma şüphesi ile
tutukluluklarının devamına karar verilmesi ikna edici değildir.
125. Yine İlk Derece Mahkemesi, tutukluluğun devamı kararlarında
henüz koruma altına alınmamış delillerin bulunduğunu ve başvurucuların bu
delilleri ortadan kaldırabileceğini ifade etmiş ve delillerin tam olarak
toplanmamış bulunmasından bahsetmiştir. Ancak sekiz yılı aşkın süredir devam
eden davada bu delillerin neler olduğu ve neden toplanamadığı belirtilmemiştir.
Mahkeme ayrıca başvurucuların henüz toplanmamış deliller bakımından delillere
etki etmek, dinlenecek müşteki ve tanıklar bakımından tanık ve müştekileri
yönlendirmek suretiyle yargılamanın işleyişine müdahale edebileceğini
belirtmiştir. Ne var ki yargılamanın işleyişini engelleme tehlikesine soyut
olarak dayanılmış, bu tehlikenin varlığı somut olarak desteklenmemiştir (Benzer
yönde AİHM kararı için bkz. Becciev/Moldova, B. No: 9190/03, 4/10/2005, §
59). Tüm bu açıklamalar doğrultusunda somut olaydaki tutukluluk hâlinin
devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. Bu
bulgular ışığında yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediğinin ayrıca
incelenmesine gerek görülmemiştir.
126. Açıklanan nedenlerle başvurucuların tutukluluk süresinin makul
olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği yönündeki
şikâyetleri yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216
sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması
127. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedileceği belirtilmiş ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem
ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
128. Başvuruda Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci ve sekizinci
fıkralarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular hakkında tahliye
kararı verilmekle tutukluluk hâli sona ermiştir. Bu durumda ihlalin tespiti
dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
129. Başvurucular maddi ve manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmişlerdir.
130. Başvurucular tarafından maddi tazminat
talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi
zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucuların maddi
tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
131. Başvurucuların özgürlük ve güvenlik hakkına
yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek
ölçüdeki manevi zararları karşılığında somut olayın özelliklerini dikkate
alarak başvurucu Haydar Yeşil’e 8.000 TL, başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak’a ayrı ayrı 6.600 TL,
başvurucu Adil Akçay’a 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
132. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ve başvurucu Mehmet Çolak
tarafından yapılan ve 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin anılan
başvurucuya ödenmesine, başvurucular Adil Akçay ve Haydar Yeşil tarafından
yapılan 198,35 TL harçtan ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama
giderinin ayrı ayrı anılan başvuruculara ödenmesine, başvurucular Abdullah Atılğan ve Murat Göktürk tarafından yapılan 206,10 TL
harçtan oluşan yargılama giderinin ayrı ayrı, 1.800 TL vekâlet ücretinin ise
müştereken anılan başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Özel hayatın gizliliği
haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Din ve vicdan özgürlüğü
haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Tutuklamanın hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlerin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Tutukluluğun devamı
kararlarına itiraz edilemediğine ilişkin şikâyetlerin başvurucu Haydar Yeşil
yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle, diğer başvurucular yönünden açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Başvurucu Haydar Yeşil’in
resen yapılan tutukluluk incelemesinde Cumhuriyet savcısının görüşünün
bildirilmemesine ilişkin şikâyetinin konu
bakımından yetkisiz olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Tutukluluk süresinin makul
olmadığına ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Tutukluluk süresinin makul
olmadığı şikâyetine ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucu Haydar Yeşil’e 8.000 TL, başvurucular Abdullah Atılğan, Murat Göktürk, Mehmet Çolak’a AYRI AYRI 6.600 TL,
başvurucu Adil Akçay’a 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE ve tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucu
Mehmet Çolak’a ÖDENMESİNE; 198,35
TL harcın ve 1.800 TL vekâlet ücretinin başvurucular Adil Akçay ve Haydar
Yeşil’e AYRI AYRI ÖDENMESİNE; başvurucular Abdullah Atılğan
ve Murat Göktürk’e 206,10 TL harcın AYRI AYRI, 1.800 TL vekâlet ücretinin ise
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.