TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
BURAK CANDEĞER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9139)
Karar Tarihi: 15/12/2015
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Aydın ŞİMŞEK
Başvurucu
Burak CANDEĞER
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yargılama sürecinde taleplerinin dikkate alınmaması, kanuni tutukluluk süresinin aşılması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, Silivri (7) No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan gönderilen 10/12/2013 tarihli dilekçe ile yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 16/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık tarafından 12/10/2015 tarihinde sunulan görüş yazısı, başvurucuya 3/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 9/11/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Eyüp 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 21/2/2008 tarihli ve 2008/63 Sorgu sayılı kararı ile “kasten insan öldürme ve silahla yağma” suçlarından tutuklanmıştır. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“... suçun vasıf ve mahiyeti, işleniş şekli, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ve tutuklama nedeni olarak gösterilen sebeplerin varlığı işin önemi ve ölçülü olması, adli kontrol müessesesinin yetersiz kalacağı nedeniyle eyleminin gerektirdiği ceza miktarı nazara alınarak ...”
9. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 11/4/2008 tarihli ve E.2008/17450 sayılı iddianamesiyle başvurucunun “kasten insan öldürme, nitelikli yağma ve ruhsatsız silah taşıma” suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
10. Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/9/2010 tarihli ve E.2008/317, K.2010/336 sayılı kararıyla başvurucunun “kasten insan öldürme, hırsızlık ve ruhsatsız silah taşıma” suçlarından mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkemece, hüküm ile birlikte başvurucunun tutukluluğunun devamına da karar verilmiştir.
11. Anılan mahkûmiyet kararı, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 13/12/2011 tarihli E.2011/3948, K.2011/7805 sayılı ilamıyla bozulmuştur.
12. Bozma sonrasında başvurucunun yargılanmasına Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/51 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Mahkemenin 8/10/2013 tarihli ve E.2012/51, K.2013/340 sayılı kararıyla başvurucunun “kasten insan öldürme” suçundan müebbet hapis, “hırsızlık” suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve “ruhsatsız silah taşıma” suçundan 1 yıl 8 ay hapis ve 1.000 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkemece, hüküm ile birlikte başvurucunun “aldığı ceza miktarına göre” tutukluluğunun devamına da karar verilmiştir.
13. Anılan karar başvurucuya duruşmada tefhim edilmiştir.
14. Başvurucu 10/12/2013 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2013 tarihli mahkûmiyet kararının temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 22/9/2014 tarihli ve E.2014/2348, K.2014/4045 sayılı ilamıyla başvurucu hakkında “kasten insan öldürme ve ruhsatsız silah taşıma” suçlarından kurulan hükümlerin onanmasına, “hırsızlık” suçundan kurulan hükmün ise bozulmasına karar verilmiştir.
16. Başvurucu hakkında verilen kararın bozulan kısmına ilişkin yargılamaya Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/338 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiş, 22/10/2014 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucunun “yağma” suçundan tahliyesine, Mahkemenin 28/4/2015 tarihli ve E.2014/338, K.2015/124 sayılı kararı ile “yağma” suçundan 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
17. Dava, inceleme tarihi itibarıyla “yağma” suçu yönünden temyiz aşamasındadır.
B. İlgili Hukuk
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Nitelikli hâller” kenar başlıklı 82. maddesi şöyledir:
“Kasten öldürme suçunun;
...
h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,
İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
19. 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli yağma” kenar başlıklı 149. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yağma suçunun;
a) Silahla,
e) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
h) Gece vaktinde,
İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
20. 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
21. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
7. (Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
...”
22. 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
23. 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 10/12/2013 tarihli ve 2013/9139 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu; yargılama sırasında önemli hususlara ilişkin taleplerinin Mahkemece dikkate alınmadığını, bu nedenle adil yargılanmadığını, uzun bir süredir tutuklu olduğunu, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşıldığını, yapmış olduğu tahliye taleplerinin yeterince incelenmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur.
26. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine gönderdiği 26/1/2015 ve 23/2/2015 tarihli dilekçelerinde Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/51 sayılı dosyasında adil bir yargılanma yapılmadan verilen kararın Yargıtay tarafından onandığını ve yargılamanın yenilenmesi için yaptığı taleplerin reddedildiğini belirterek bu durumun, bireysel başvurusuna konu adil yargılanma hakkı ihlali şikâyetinde dikkate alınmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
27. Başvurucu, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2013 tarihli nihai kararının verilmesi üzerine yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için anılan Mahkemeye sunduğu bireysel başvuru dilekçesinin Anayasa Mahkemesine gönderilmediğini, bu nedenle bireysel başvurusunu mektup ile yapmak zorunda kaldığını belirterek İlk Derece Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararını sunmuştur.
28. Başvurucunun bu beyanı üzerine UYAP sistemi üzerinde başvuruya konu Derece Mahkemesi dosyasının incelenmesi neticesinde başvurucunun bulunduğu Cezaevinden Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla Anayasa Mahkemesine gönderilmek üzere verdiği 1/11/2013 tarihli dilekçesinde, tutukluluk süresi konusunda hak ihlali yapıldığını belirterek mağduriyetinin giderilmesi talebinde bulunduğu, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararıyla talebin reddine karar verdiği görülmüştür. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkememizin 2012/51 esas,2013/340 karar sayılı dosyasında sanık Burak Candeğer Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile gönderdiği 01/11/2013 tarihli (05/11/2013 havale tarihli) dilekçesinde; tutukluluk süresinin CMK.nun 102. maddesinde belirtilen üst sınırı aştığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvuru dilekçesi göndermiş olmakla, dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ
Bozmaya uyularak yapılan yargılamada esas hakkında karar verilmiş olup, sanık ve diğer sanıklarca temyiz edildiği, ayrıca sanık Burak yönünden resen temyize tabi olarak verilmiş dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi için tebligat eksikliklerinin beklendiği, kararın kesinleşmediği anlaşıldığından Anayasa’nın 148. maddesine 5982 Sayılı Yasanın 18. maddesi ile eklenen 2. ve 3. fıkraları uyarınca TALEBİN REDDİNE,
Dilekçenin temyiz aşamasında değerlendirilmek üzere dosyanın Yargıtay’a gönderilmesine, [karar verilmiştir.]”
29. Buna göre başvurucunun 1/11/2013 tarihli bireysel başvuru talebinin Anayasa Mahkemesine ulaştırılmamasında kendisine atfedilebilir bir kusurun olmadığı ve bu nedenle başvuruda süre aşımı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
30. Başvurucunun, uzun bir süredir tutuklu olduğu, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşıldığı ve yapmış olduğu tahliye taleplerinin yeterince incelenmediği yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, yargılama sırasında önemli hususlara ilişkin taleplerinin Mahkemece dikkate alınmadığı yönündeki şikâyetinin ise Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
31. Öte yandan başvuruya konu yargılamada “yağma” suçu yönünden yargılama kesin hükümle sonuçlanmamış olmakla birlikte başvurucunun 26/1/2015 ve 23/2/2015 tarihli dilekçeleri dikkate alındığında anılan dilekçelerde belirtilen şikâyetlerin, kesinleşen “kasten insan öldürme ve ruhsatsız silah taşıma” suçlarına ait yargılamaya ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvuru Yollarının Tüketilmesi Ön Sorunu Hakkında
32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
34. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
35. Diğer yandan başvuru yollarının tüketilmiş olmasına dair usul kuralı yorumlanırken kişilerin mahkemeye erişim hakkına zarar verecek bir yorumun benimsenmesinden kaçınılmalıdır.
36. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için usule ilişkin belli şartların öngörülmesinin doğrudan mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açacağı söylenemez. Yine de mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine davaların, yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Abdullah Akyüz, B. No: 2013/9352, 2/7/2015, § 30)
37. Somut olayda başvurucunun, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2013 tarihli nihai kararına karşı temyiz yoluna başvurduğu, temyiz sonucunu beklemeden Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
38. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında başvurucunun, başvuru tarihi itibarıyla başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmakta ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu hükmün “kasten insan öldürme ve ruhsatsız silah taşıma” suçları yönünden Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından 22/9/2014 tarihinde onanarak kesinleştiği, somut olayın koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
ii. Şikâyetin Değerlendirilmesi
39. Başvurucu, yargılama sırasında önemli hususlara ilişkin taleplerinin Mahkemece dikkate alınmadığını ileri sürmüştür.
40. Bakanlık görüşünde Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’in benzer kararlarına atıf yapılarak mutlak olmayan mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlamaların kanuni olması; hakkı, özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerektiği; somut olayda başvurucunun Derece Mahkemesi aracılığıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararı ile talebin reddine karar verilerek başvurunun Anayasa Mahkemesine gönderilmediği belirtilmiştir.
41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında Mahkemenin, taleplerini incelemediğini ve cevapsız bıraktığını iddia etmiştir.
42. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).
43. Başvurucunun; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline ilişkin olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçelerle deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).
44. Yukarıda belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesi, başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulabilir. İddiaların dayanaktan yoksun olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesinin ikna edilmesi, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların niteliğine bağlıdır. Başvurucunun öncelikle başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesini önlemek için başvuru formu ve eklerinde iddialarını destekleyici belgeleri sunması, kamu gücünün ihlale neden olduğunu iddia ettiği hak ve özgürlüklere ilişkin gerekli açıklamaları yapması zorunludur (Veli Özdemir, § 23).
45. Somut olayda başvurucu; başvuru formu ve eklerinde yargılanması sırasında Mahkemeye yaptığı hangi talebin dikkate alınmadığı, taleplerinin dikkate alınmaması sonucunda hangi temel hak ve özgürlüğünün ne şekilde ihlal edildiği hususlarında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Başvurucunun anılan şikâyetine ilişkin iddianın konusunu belirtir şekilde somut bilgi, belge ve kanıt bulunmamaktadır. Bu itibarla başvuruya konu ihlal iddialarıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen başvurucu tarafından bu yükümlülük yerine getirilmemiştir.
46. Açıklanan nedenlerle ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucu tarafından kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
47. Öte yandan başvurucunun bireysel başvuru formunda dile getirmediği, adil bir yargılanma yapılmadan verilen kararın Yargıtay tarafından onandığı ve yargılamanın yenilenmesi için yaptığı taleplerin reddedildiği şikâyetlerini 26/1/2015 ve 23/2/2015 tarihli ek beyan dilekçeleriyle ve yeni bir başvuru yapmaksızın ve harç ödemeksizin öne sürdüğü anlaşıldığından bu şikâyetler yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır. Aksinin kabulü hâlinde bir kez bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuru sonlandırılıncaya kadar başvuru dosyasına her türlü hak taleplerinin sunulması kaçınılamaz olur ve bireysel başvuru için öngörülen usul kurallarını anlamsız hâle gelir (Ümüt Demir, B. No: 2012/1000, 18/9/2014, § 31).
b. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Kanuni Tutukluluk Süresinin Aşıldığına İlişkin İddia
48. Başvurucu kanuni tutukluluk süresinin aşıldığını ileri sürmüştür.
49. Bakanlık görüşünde başvurucunun bu iddialarına ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır.
50. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, anılan şikâyetine ilişkin ek bir açıklamada bulunmamıştır.
51. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
52. Anayasa’da yer alan kurallara benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan fıkranın (a) ve (f) bentlerinde belirtilen hâller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912, 6/3/2014, § 42).
53. Başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
54. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
55. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin kural ile uyumludur (Murat Narman, § 43).
56. Kişi hürriyetine ilişkin sınırlamaların kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler, esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdür. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı kişileri keyfî şekilde hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun hürriyetten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise kanunun -hukuk devleti ilkesi gereği- keyfîliği önlemek için uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir (Murat Narman, § 44).
57. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hâllerde gerekçe gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 40).
58. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse bu kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma hâline dönüşmektedir. Nitekim AİHM, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma hâlini tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da benimsenmiş ve temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine hükmedilmiştir (Hamit Kaya, § 41). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler, tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 42).
59. Somut olayda başvurucu 21/2/2008 tarihinde tutuklanmıştır. İlk Derece Mahkemesinin 14/9/2010 tarihinde vermiş olduğu başvurucunun mahkûmiyetine dair karar, Yargıtay tarafından 13/12/2011 tarihli ilam ile bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesinin bozma sonrası verdiği 8/10/2013 tarihli mahkûmiyet kararı, Yargıtay tarafından 22/9/2014 tarihli ilam ile “kasten insan öldürme ve ruhsatsız silah taşıma” suçlarından kurulan hükümler yönünden onanmış; “hırsızlık” suçundan kurulan hüküm yönünden ise bozulmuştur.
60. Bu belirlemelere göre başvurucu 21/2/2008-14/9/2010 ve 13/12/2011-8/10/2013 tarihleri arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” hürriyetinden yoksun kalmış iken 14/9/2010-13/12/2011 ve 8/10/2013-22/9/2014 tarihleri arasında “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur. Başvurucunun 22/9/2014 tarihinden sonra hürriyetinden yoksun kalması ise Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezanın yerine getirilmesi” kapsamındadır. Başvurucu, bir suç isnadına bağlı olarak 21/2/2008-14/9/2010 tarihleri arasında 2 yıl 6 ay 23 gün, 13/12/2011-8/10/2013 tarihleri arasında 1 yıl 9 ay 25 gün olmak üzere toplam 3 yıl 15 ay 48 gün süreyle hürriyetinden yoksun bırakılmıştır. Bu itibarla başvurucunun “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre 5 yılı doldurmamıştır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
62. Başvurucu; uzun bir süredir tutuklu olduğunu, yapmış olduğu tahliye taleplerinin yeterince incelenmediğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan şikâyetleri, açıkça dayanaktan yoksun olmayıp başkaca bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
63. Başvurucu tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.
64. Bakanlık görüşünde benzer şikâyetlere ilişkin daha önceden yapılan başka başvurularda, incelemede dikkate alınacak hususlara ilişkin görüş bildirildiğinden başvurunun bu kısmı yönünden görüş sunulmasına gerek duyulmadığı belirtmiştir.
65. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında anılan şikâyetine ilişkin ek bir açıklamada bulunmamıştır.
66. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
67. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır (Murat Narman, § 60).
68. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan somut bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, § 61).
69. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, § 62).
70. Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda, tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Murat Narman, § 63).
71. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı dikkate alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirtinin ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, §§ 64, 65).
72. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, § 66).
73. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfî olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, §§ 70, 71).
74. Somut olayda, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/317 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılamada 25/7/2008 tarihli celsede “... yüklenen suç(un) niteliği, CMK l00 ve 101 maddesindeki suç varlığını gösteren olguların bulunması ve sanığın kişiliği, kimliği dikkate alınarak”; 25/11/2008, 12/2/2009, 30/4/2009, 23/7/2009, 9/10/2009, 22/12/2009 tarihli celselerde “suç vasfı delil durumu, sanığın kaçması yönündeki olgular, adli kontrolün yeterli olmayacağı”, 16/3/2010 ve 1/6/2010 tarihli celselerde “dosyadaki kanıt durumuna göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı, atılı suç(un) niteliği ve uygulanması istenen yasa maddelerinde öngörülen ceza miktarına göre kaçma şüphelerinin varlığı ve CMK.nın 103/3-a mad(d)esinde belirtilen tutuklama nedeninin varlığı gözetilerek, adli kontrolün yeterli olmayacağı” gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir.
75. Yargıtay bozma ilamı sonrası Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/51 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılamada Mahkeme, 3/4/2012, 7/6/2012, 20/9/2012, 25/12/2012, 5/3/2013, 7/5/2013, 18/6/2013, 10/9/2013 tarihli celselerde; 16/3/2010 tarihli ve E.2008/317 sayılı celsedeki tutuklama gerekçelerini aynen tekrar ederek başvurucunun tutukluluğunu devam ettirmiştir.
76. Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilir. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir (Burhan İsmailoğlu, B. No: 2012/349, 25/6/2014, § 37)
77. Her ne kadar bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekse de özellikle belli bir süre geçtikten sonra tutuklamanın devamına karar verilirken davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur (Hanefi Avcı, § 84).
78. Dava dosyasının incelenmesinde, Derece Mahkemelerince başvurucunun tutukluluğunun devamına ilişkin kararların gerekçelerinde hiçbir somut olguya yer verilmeksizin genel olarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna, suçun niteliğine ve suça ilişkin ceza miktarına göre kaçma şüphesine değinildiği; anılan tutuklama nedenlerinin kişiselleştirilmeksizin 16/3/2010 - 10/9/2013 tarihleri arasında yapılan celselerde tekrarlandığı görülmektedir. Mahkemece verilen tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçeler, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte değildir. Somut olaydaki tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçelerin 3 yıl 15 ay 48 günlük (bkz. § 60) tutukluluk süresi yönünden ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.
79. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluğun makul süreyi aştığı şikâyeti yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
80. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş olup yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
81. Başvuruda tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmekle tutukluluk hâli sona ermiş, verilen mahkûmiyet kararı bir kısım suç yönünden temyiz incelemesi sonucu Yargıtay tarafından onanmıştır. Bu durumda ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır.
82. Başvurucu, miktar belirtmeksizin maddi ve manevi zararları karşılığında tazminat talebinde bulunmuştur.
83. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebinin reddi gerekir.
84. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında somut olayın özelliklerini dikkate alınarak başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç giderinden ibaret yargılama giderinin başvurucuya ödenmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE ve tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
15/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.