TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BURAK CANDEĞER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9139)
|
|
Karar Tarihi: 15/12/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
Burak CANDEĞER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yargılama sürecinde taleplerinin dikkate alınmaması,
kanuni tutukluluk süresinin aşılması ve tutukluluğun makul süreyi aşması
nedenleriyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, Silivri (7) No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan
gönderilen 10/12/2013 tarihli dilekçe ile yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/3/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4.
Bölüm Başkanı tarafından 16/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5.
Bakanlık tarafından 12/10/2015 tarihinde sunulan görüş yazısı, başvurucuya
3/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
6.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 9/11/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi
(UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8.
Başvurucu, Eyüp 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 21/2/2008 tarihli ve 2008/63 Sorgu
sayılı kararı ile “kasten insan öldürme ve silahla yağma” suçlarından
tutuklanmıştır. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“... suçun vasıf ve mahiyeti, işleniş şekli,
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ve tutuklama nedeni olarak
gösterilen sebeplerin varlığı işin önemi ve ölçülü olması, adli kontrol
müessesesinin yetersiz kalacağı nedeniyle eyleminin gerektirdiği ceza miktarı
nazara alınarak ...”
9.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 11/4/2008 tarihli ve E.2008/17450 sayılı
iddianamesiyle başvurucunun “kasten
insan öldürme, nitelikli yağma ve ruhsatsız silah taşıma” suçlarını işlediğinden bahisle
cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası
açılmıştır.
10.
Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/9/2010 tarihli ve E.2008/317, K.2010/336
sayılı kararıyla başvurucunun “kasten insan öldürme, hırsızlık ve ruhsatsız
silah taşıma” suçlarından
mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkemece, hüküm ile birlikte başvurucunun
tutukluluğunun devamına da karar verilmiştir.
11.
Anılan mahkûmiyet kararı, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 1. Ceza
Dairesinin 13/12/2011 tarihli E.2011/3948, K.2011/7805 sayılı ilamıyla
bozulmuştur.
12. Bozma
sonrasında başvurucunun yargılanmasına Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2012/51 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Mahkemenin 8/10/2013
tarihli ve E.2012/51, K.2013/340 sayılı kararıyla başvurucunun “kasten insan
öldürme” suçundan müebbet hapis, “hırsızlık” suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve
“ruhsatsız silah taşıma” suçundan
1 yıl 8 ay hapis ve 1.000 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir. Mahkemece, hüküm ile birlikte başvurucunun “aldığı ceza miktarına
göre” tutukluluğunun devamına da karar verilmiştir.
13.
Anılan karar başvurucuya duruşmada tefhim edilmiştir.
14.
Başvurucu 10/12/2013 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
15.
Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2013 tarihli mahkûmiyet kararının
temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 22/9/2014 tarihli ve E.2014/2348,
K.2014/4045 sayılı ilamıyla başvurucu hakkında “kasten insan öldürme ve
ruhsatsız silah taşıma” suçlarından kurulan hükümlerin onanmasına, “hırsızlık”
suçundan kurulan hükmün ise bozulmasına karar verilmiştir.
16.
Başvurucu hakkında verilen kararın bozulan kısmına ilişkin yargılamaya Bakırköy
12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/338 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiş,
22/10/2014 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucunun “yağma” suçundan tahliyesine, Mahkemenin
28/4/2015 tarihli ve E.2014/338, K.2015/124 sayılı kararı ile “yağma” suçundan
10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
17.
Dava, inceleme tarihi itibarıyla “yağma” suçu yönünden temyiz aşamasındadır.
B. İlgili Hukuk
18.
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Nitelikli hâller” kenar başlıklı 82.
maddesi şöyledir:
“Kasten öldürme
suçunun;
...
h) Bir suçu gizlemek,
delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da
yakalanmamak amacıyla,
...
İşlenmesi halinde,
kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
19.
5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli yağma” kenar
başlıklı 149. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yağma suçunun;
a) Silahla,
...
e) Beden veya ruh
bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
...
h) Gece vaktinde,
İşlenmesi halinde,
fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur.”
20.
10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla
bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında
bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına
hükmolunur.”
21.
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı 100.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki
hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa.
b) Şüpheli veya
sanığın davranışları;
1. Delilleri yok
etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli
şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki
suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde,
tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
...
7. (Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.)
Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
...”
22.
5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı”
kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.)
Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin
reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir,
ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda
belirtilir.”
23.
5271 sayılı Kanun’un “Tutuklulukta geçecek
süre” kenar başlıklı 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24.
Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun
10/12/2013 tarihli ve 2013/9139 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25.
Başvurucu; yargılama sırasında önemli hususlara ilişkin taleplerinin Mahkemece
dikkate alınmadığını, bu nedenle adil yargılanmadığını, uzun bir süredir
tutuklu olduğunu, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin aşıldığını, yapmış
olduğu tahliye taleplerinin yeterince incelenmediğini belirterek kişi hürriyeti
ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş;
tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur.
26.
Başvurucu, Anayasa Mahkemesine gönderdiği 26/1/2015 ve 23/2/2015 tarihli
dilekçelerinde Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/51 sayılı dosyasında
adil bir yargılanma yapılmadan verilen kararın Yargıtay tarafından onandığını
ve yargılamanın yenilenmesi için yaptığı taleplerin reddedildiğini belirterek
bu durumun, bireysel başvurusuna konu adil yargılanma hakkı ihlali şikâyetinde
dikkate alınmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
27.
Başvurucu, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2013 tarihli nihai
kararının verilmesi üzerine yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmak için anılan Mahkemeye sunduğu bireysel başvuru dilekçesinin
Anayasa Mahkemesine gönderilmediğini, bu nedenle bireysel başvurusunu mektup
ile yapmak zorunda kaldığını belirterek İlk Derece Mahkemesinin 5/11/2013
tarihli kararını sunmuştur.
28.
Başvurucunun bu beyanı üzerine UYAP sistemi üzerinde başvuruya konu Derece
Mahkemesi dosyasının incelenmesi neticesinde başvurucunun bulunduğu Cezaevinden
Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla Anayasa Mahkemesine gönderilmek
üzere verdiği 1/11/2013 tarihli dilekçesinde, tutukluluk süresi konusunda hak
ihlali yapıldığını belirterek mağduriyetinin giderilmesi talebinde bulunduğu,
Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararıyla talebin reddine
karar verdiği görülmüştür. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkememizin
2012/51 esas,2013/340 karar sayılı dosyasında sanık Burak Candeğer
Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile gönderdiği 01/11/2013 tarihli (05/11/2013
havale tarihli) dilekçesinde; tutukluluk süresinin CMK.nun
102. maddesinde belirtilen üst sınırı aştığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine
başvuru dilekçesi göndermiş olmakla, dosya incelendi.
GEREĞİ
DÜŞÜNÜLDÜ
Bozmaya
uyularak yapılan yargılamada esas hakkında karar verilmiş olup, sanık ve diğer
sanıklarca temyiz edildiği, ayrıca sanık Burak yönünden resen temyize tabi
olarak verilmiş dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi için tebligat eksikliklerinin
beklendiği, kararın kesinleşmediği anlaşıldığından Anayasa’nın 148. maddesine
5982 Sayılı Yasanın 18. maddesi ile eklenen 2. ve 3. fıkraları uyarınca TALEBİN
REDDİNE,
Dilekçenin
temyiz aşamasında değerlendirilmek üzere dosyanın Yargıtay’a gönderilmesine, [karar
verilmiştir.]”
29.
Buna göre başvurucunun 1/11/2013 tarihli bireysel başvuru talebinin Anayasa
Mahkemesine ulaştırılmamasında kendisine atfedilebilir bir kusurun olmadığı ve
bu nedenle başvuruda süre aşımı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
30.
Başvurucunun, uzun bir süredir tutuklu olduğu, kanunda öngörülen azami
tutukluluk süresinin aşıldığı ve yapmış olduğu tahliye taleplerinin yeterince
incelenmediği yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, yargılama sırasında önemli hususlara ilişkin
taleplerinin Mahkemece dikkate alınmadığı yönündeki şikâyetinin ise Anayasa’nın
36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi
gerekmektedir.
31.
Öte yandan başvuruya konu yargılamada “yağma” suçu yönünden yargılama kesin
hükümle sonuçlanmamış olmakla birlikte başvurucunun 26/1/2015 ve 23/2/2015
tarihli dilekçeleri dikkate alındığında anılan dilekçelerde belirtilen
şikâyetlerin, kesinleşen “kasten insan öldürme ve ruhsatsız silah taşıma”
suçlarına ait yargılamaya ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvuru Yollarının Tüketilmesi Ön Sorunu Hakkında
32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrasının son cümlesi şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır."
33.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru
hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem
ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
34.
Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
“ikincil nitelikte bir kanun yolu”
olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.
35.
Diğer yandan başvuru yollarının tüketilmiş olmasına dair usul kuralı
yorumlanırken kişilerin mahkemeye erişim hakkına zarar verecek bir yorumun
benimsenmesinden kaçınılmalıdır.
36.
Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için usule ilişkin belli şartların
öngörülmesinin doğrudan mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açacağı
söylenemez. Yine de mahkemelerin usul kurallarını
uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı
şekilcilikten, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına
neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul kurallarının,
hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi
sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine davaların, yetkili bir
mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi
durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Abdullah Akyüz, B. No: 2013/9352,
2/7/2015, § 30)
37.
Somut olayda başvurucunun, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2013
tarihli nihai kararına karşı temyiz yoluna başvurduğu, temyiz sonucunu
beklemeden Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
38.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında başvurucunun, başvuru tarihi itibarıyla
başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmakta ise de
bireysel başvuru sürecinde söz konusu hükmün “kasten insan öldürme ve ruhsatsız
silah taşıma” suçları yönünden Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından 22/9/2014
tarihinde onanarak kesinleştiği, somut olayın koşullarında başvuru yollarının
tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
ii. Şikâyetin
Değerlendirilmesi
39.
Başvurucu, yargılama sırasında önemli hususlara ilişkin taleplerinin Mahkemece
dikkate alınmadığını ileri sürmüştür.
40.
Bakanlık görüşünde Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’in
benzer kararlarına atıf yapılarak mutlak olmayan mahkemeye erişim hakkına
ilişkin sınırlamaların kanuni olması; hakkı, özünü zedeleyecek şekilde
kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu
üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerektiği; somut olayda başvurucunun Derece
Mahkemesi aracılığıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu,
Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararı ile talebin
reddine karar verilerek başvurunun Anayasa Mahkemesine gönderilmediği
belirtilmiştir.
41.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında Mahkemenin, taleplerini
incelemediğini ve cevapsız bıraktığını iddia etmiştir.
42.
6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu
olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §
19).
43.
Başvurucunun; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini
ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal
gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem
veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru
dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da
ihmaline ilişkin olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal
edildiği ve buna ilişkin gerekçelerle deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).
44.
Yukarıda belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesi,
başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez
bulabilir. İddiaların dayanaktan yoksun olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesinin
ikna edilmesi, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların niteliğine
bağlıdır. Başvurucunun öncelikle başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı
verilmesini önlemek için başvuru formu ve eklerinde iddialarını destekleyici
belgeleri sunması, kamu gücünün ihlale neden olduğunu iddia ettiği hak ve
özgürlüklere ilişkin gerekli açıklamaları yapması zorunludur (Veli Özdemir, § 23).
45.
Somut olayda başvurucu; başvuru formu ve eklerinde yargılanması sırasında
Mahkemeye yaptığı hangi talebin dikkate alınmadığı, taleplerinin dikkate
alınmaması sonucunda hangi temel hak ve özgürlüğünün ne şekilde ihlal edildiği
hususlarında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Başvurucunun anılan
şikâyetine ilişkin iddianın konusunu belirtir şekilde somut bilgi, belge ve
kanıt bulunmamaktadır. Bu itibarla başvuruya konu ihlal iddialarıyla ilgili
deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal
edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını
kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen başvurucu tarafından bu
yükümlülük yerine getirilmemiştir.
46.
Açıklanan nedenlerle ileri sürülen ihlal iddialarının başvurucu tarafından
kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
47.
Öte yandan başvurucunun bireysel başvuru formunda dile getirmediği, adil bir
yargılanma yapılmadan verilen kararın Yargıtay tarafından onandığı ve
yargılamanın yenilenmesi için yaptığı taleplerin reddedildiği şikâyetlerini
26/1/2015 ve 23/2/2015 tarihli ek beyan dilekçeleriyle ve yeni bir başvuru
yapmaksızın ve harç ödemeksizin öne sürdüğü anlaşıldığından bu şikâyetler
yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır. Aksinin kabulü hâlinde bir kez
bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuru sonlandırılıncaya kadar başvuru
dosyasına her türlü hak taleplerinin sunulması kaçınılamaz olur ve bireysel
başvuru için öngörülen usul kurallarını anlamsız hâle gelir (Ümüt Demir, B. No: 2012/1000, 18/9/2014, §
31).
b. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
i. Kanuni Tutukluluk Süresinin Aşıldığına İlişkin İddia
48.
Başvurucu kanuni tutukluluk süresinin aşıldığını ileri sürmüştür.
49.
Bakanlık görüşünde başvurucunun bu iddialarına ilişkin bir açıklamada
bulunulmamıştır.
50.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, anılan şikâyetine ilişkin ek
bir açıklamada bulunmamıştır.
51.
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü
fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır.
Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak
Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin
varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat
Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
52.
Anayasa’da yer alan kurallara benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin
özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu, anılan fıkranın (a) ve (f)
bentlerinde belirtilen hâller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan
hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No: 2014/912,
6/3/2014, § 42).
53.
Başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin şikâyetinin
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi
gerekir.
54.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla
tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak
suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.”
55.
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların
Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır.
Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü,
Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine
ilişkin kural ile uyumludur (Murat Narman, §
43).
56.
Kişi hürriyetine ilişkin sınırlamaların kanunda belirtilen esas ve usule
uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece
mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler, esas ve usule ilişkin
hukuk kurallarına uymakla yükümlüdür. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı kişileri
keyfî şekilde hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup maddede
öngörülen istisnai hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların
maddenin amacına uygun olması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının
kanunda gösterilmesi kuralı gereğince başvurucunun tutukluluk durumunun
“kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun hürriyetten yoksun kılmaya
izin verdiği hâllerde ise kanunun -hukuk devleti ilkesi gereği- keyfîliği önlemek için uygulanmasında yeterli ölçüde
erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığının Anayasa Mahkemesince
incelenmesi gerekir (Murat Narman, §
44).
57. 5271
sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin
görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin
zorunlu hâllerde gerekçe gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin
toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil
toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, §
40).
58. Tutukluluk
süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen
sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk
derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse bu kişinin hukuki durumu “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu” olma
kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme
bağlı olarak tutma hâline dönüşmektedir. Nitekim AİHM, mahkûmiyet kararı
sonrası tutulma hâlini tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında
geçen süreyi tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır Aynı yaklaşım
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da benimsenmiş ve temyizde geçen sürenin
tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine hükmedilmiştir (Hamit Kaya, § 41). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler, tutukluluk süresinin
değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında
bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece
mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303,
21/11/2013, § 42).
59. Somut
olayda başvurucu 21/2/2008 tarihinde tutuklanmıştır. İlk Derece Mahkemesinin
14/9/2010 tarihinde vermiş olduğu başvurucunun mahkûmiyetine dair karar,
Yargıtay tarafından 13/12/2011 tarihli ilam ile bozulmuştur. İlk Derece
Mahkemesinin bozma sonrası verdiği 8/10/2013 tarihli mahkûmiyet kararı,
Yargıtay tarafından 22/9/2014 tarihli ilam ile “kasten insan öldürme ve
ruhsatsız silah taşıma” suçlarından kurulan hükümler yönünden onanmış;
“hırsızlık” suçundan kurulan hüküm yönünden ise bozulmuştur.
60. Bu
belirlemelere göre başvurucu 21/2/2008-14/9/2010 ve 13/12/2011-8/10/2013
tarihleri arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” hürriyetinden yoksun kalmış
iken 14/9/2010-13/12/2011 ve 8/10/2013-22/9/2014 tarihleri arasında “ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak” tutulmuştur. Başvurucunun 22/9/2014 tarihinden sonra hürriyetinden
yoksun kalması ise Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezanın
yerine getirilmesi” kapsamındadır. Başvurucu, bir suç isnadına bağlı
olarak 21/2/2008-14/9/2010 tarihleri arasında 2 yıl 6 ay 23 gün,
13/12/2011-8/10/2013 tarihleri arasında 1 yıl 9 ay 25 gün olmak üzere toplam 3
yıl 15 ay 48 gün süreyle hürriyetinden yoksun bırakılmıştır. Bu itibarla
başvurucunun “bir suç isnadına bağlı olarak”
tutulduğu süre 5 yılı doldurmamıştır.
61. Açıklanan
gerekçelerle başvurucunun kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı iddiasına
ilişkin olarak bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
62.
Başvurucu; uzun bir süredir tutuklu olduğunu, yapmış olduğu tahliye
taleplerinin yeterince incelenmediğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını
ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan şikâyetleri, açıkça dayanaktan yoksun
olmayıp başkaca bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
63.
Başvurucu tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.
64.
Bakanlık görüşünde benzer şikâyetlere ilişkin daha önceden yapılan başka
başvurularda, incelemede dikkate alınacak hususlara ilişkin görüş
bildirildiğinden başvurunun bu kısmı yönünden görüş sunulmasına gerek
duyulmadığı belirtmiştir.
65.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında anılan şikâyetine ilişkin ek
bir açıklamada bulunmamıştır.
66.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını
veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
67.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında
tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma
veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence
altına alınmıştır (Murat Narman, §
60).
68.
Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde
değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu
sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre
değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen
Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkından daha ağır basan somut bir kamu yararının mevcut olması durumunda
haklı bulunabilir (Murat Narman, §
61).
69.
Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece
mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini
etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest
bırakılma taleplerine ilişkin kararlarında bu olgu ve olayların ortaya
konulması gerekir (Murat Narman, §
62).
70.
Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının
yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya
değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama
nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse
de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda, tutuklama nedenlerinin
devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili”
ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp
yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair
olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen
özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir
(Murat Narman, § 63).
71.
Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip
edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine
ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından
yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde
kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı dikkate alınmalıdır. Öte
yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde
kuvvetli belirtinin ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği sürece ilke
olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman, §§ 64, 65).
72.
Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez
yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı
durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin
serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, § 66).
73.
Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve
tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan
gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfî olduğunu
söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm
gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya
temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı
durumlarda buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural
olarak gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014,
§§ 70, 71).
74.
Somut olayda, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/317 sayılı dosyası
üzerinden yürütülen yargılamada 25/7/2008 tarihli celsede “... yüklenen suç(un) niteliği, CMK l00 ve 101
maddesindeki suç varlığını gösteren olguların bulunması ve sanığın kişiliği,
kimliği dikkate alınarak”; 25/11/2008, 12/2/2009, 30/4/2009,
23/7/2009, 9/10/2009, 22/12/2009 tarihli celselerde “suç vasfı delil durumu, sanığın kaçması yönündeki olgular, adli
kontrolün yeterli olmayacağı”, 16/3/2010 ve 1/6/2010 tarihli
celselerde “dosyadaki kanıt durumuna göre
kuvvetli suç şüphesinin varlığı, atılı suç(un) niteliği ve uygulanması istenen
yasa maddelerinde öngörülen ceza miktarına göre kaçma şüphelerinin varlığı ve CMK.nın 103/3-a mad(d)esinde belirtilen tutuklama nedeninin
varlığı gözetilerek, adli kontrolün yeterli olmayacağı” gerekçeleriyle
başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir.
75.
Yargıtay bozma ilamı sonrası Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/51
sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılamada Mahkeme, 3/4/2012, 7/6/2012,
20/9/2012, 25/12/2012, 5/3/2013, 7/5/2013, 18/6/2013, 10/9/2013 tarihli
celselerde; 16/3/2010 tarihli ve E.2008/317 sayılı celsedeki tutuklama
gerekçelerini aynen tekrar ederek başvurucunun tutukluluğunu devam ettirmiştir.
76.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını,
delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar
gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde
tutulabilir. Bu şartların tutukluluk süresince devam ediyor olması,
tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz
bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam edip etmediğinin ilgili ve yeterli
gerekçelerle ortaya konması ve yürütülen işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi
gerekir (Burhan İsmailoğlu, B.
No: 2012/349, 25/6/2014, § 37)
77.
Her ne kadar bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama
nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak
belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekse de
özellikle belli bir süre geçtikten sonra tutuklamanın devamına karar verilirken
davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun
dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi
bir zorunluluktur (Hanefi Avcı, §
84).
78.
Dava dosyasının incelenmesinde, Derece Mahkemelerince başvurucunun
tutukluluğunun devamına ilişkin kararların gerekçelerinde hiçbir somut olguya
yer verilmeksizin genel olarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna, suçun
niteliğine ve suça ilişkin ceza miktarına göre kaçma şüphesine değinildiği;
anılan tutuklama nedenlerinin kişiselleştirilmeksizin 16/3/2010
- 10/9/2013 tarihleri arasında yapılan celselerde tekrarlandığı
görülmektedir. Mahkemece verilen tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçeler,
tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı
gösterecek özen ve içerikte değildir. Somut olaydaki tutukluluk hâlinin
devamına ilişkin bu gerekçelerin 3 yıl 15 ay 48 günlük (bkz. § 60) tutukluluk
süresi yönünden ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan
gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate
alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.
79.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluğun
makul süreyi aştığı şikâyeti yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50.
Maddesi Yönünden
80.
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme
sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş olup
yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
81.
Başvuruda tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında
mahkûmiyet kararı verilmekle tutukluluk hâli sona ermiş, verilen mahkûmiyet
kararı bir kısım suç yönünden temyiz incelemesi sonucu Yargıtay tarafından
onanmıştır. Bu durumda ihlalin tespiti dışında sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir husus
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
82.
Başvurucu, miktar belirtmeksizin maddi ve manevi zararları karşılığında
tazminat talebinde bulunmuştur.
83. Başvurucu,
uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine
herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddi gerekir.
84. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik müdahale nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında
somut olayın özelliklerini dikkate alınarak başvurucuya net 5.000 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85.
Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç giderinden ibaret yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1.
Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE ve tazminata ilişkin diğer
taleplerin REDDİNE,
D.
198,35 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına
15/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.