TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ŞİRİN ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9215)
|
|
Karar Tarihi: 30/3/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Şirin ÇELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Saim BOZKURT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından hısımlarına zarar
verilmesi dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında
yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
ile mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama
işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde,
başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 29/12/2014 tarihli yazısında Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri
arasında 7/5/1992 tarihinde çıkan çatışmada hısımları olan M.Sa.Ç.nin
öldürüldüğünü, N.Ç. ve Ay.Ç.nin yaralandığını,
22/4/1994 tarihinde çıkan çatışmada Al.Ç.nin
yaralandığını, M.Şe.Ç.nin yaralandığını ve eşyaları
ile birlikte meskeninin hasar gördüğünü, Ad.Ç.,
M.E.Ç., N.Ç. ve S.Ç.nin meskenlerinin zarara uğradığınıbeyan etmiş ve bu özel durumlarından kaynaklanan
güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
9. Başvurucu 20/7/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına
giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit
Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
10. Komisyon 6/7/2011 tarihli ve 2011/1-1481 sayılı kararında
terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan
başvuruda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Gürgenli köyü boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve
saldırı olmadığından, anılan köyde 1990 yılında 983 kişi, 1997 yılında 692
kişi, 2000 yılında 843 kişi yaşadığından bahisle talebin reddine karar
vermiştir.
11. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman
İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır.
12. Batman İdare Mahkemesinin 22/2/2012 tarihli ve E.2011/2406,
K.2012/1232 sayılı kararı ile Gürgenli köyünün 1991
ile 1995 yılları arasında kısmen boşaldığı, Gürgenli
köyüne bağlı Güvenç, Topluca ve Yuvalıçay
mezralarının 1991 ile 1995 yılları arasında kısmen boşaldığı, 1987 ile 2000
yılları arasında Gürgenli köyünde geçici köy korucusu
ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu,
korucu aileleri haricinde köyde 152 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990
yılında 983, 1997 yılında 692, 2000 yılında 843 kişi olduğu; 1990 ile 2000 yılları
arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, 2000 yılı sonrasında da
seçimlerin düzenli olarak yapıldığı, Gürgenli
köyündeki ilköğretim okulunun güvenlik nedeniyle kapanan okullar arasında yer
almadığı, Gürgenli köyü halkının bir kısmının güvenlik
kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün
tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik
kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da
saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre
idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine
hükmedilmiştir.
13. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci
Dairesinin 25/12/2012 tarihli ve E.2012/5647, K.2012/15050 sayılı ilamı ile
kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz
nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği
belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir.
14. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 19/9/2013 tarihli ve E.2013/9788,
K.2013/6074 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 21/11/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 18/12/2013 tarihlerde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1.,
geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008
tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu
Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-28).
17. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek
üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı
tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık
kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı
tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı
tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen
nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa
ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 30/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin ve
akabinde açtığı davanın reddedildiğini, köy korucusu olmak yahut köyü terk
etmek şeklinde idarece yapılan baskı ve zorlamaya köy halkının maruz kalmasının
dikkate alınmadığını, dosyadaki zarar tespitine ilişkin raporlar ve güvenlik
nedeniyle köyün boşaltılmış olduğunu belirten belgeler ile terör örgütü
mensuplarınca hısımları olan M.Şe.Ç.nin yaralanmasına
ve eşyaları ile birlikte meskeninin hasar görmesine, Ad.Ç.,
M.E.Ç., N.Ç. ve S.Ç.nin meskenlerinin zarara
uğramasına, terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan
çatışmalarda hısımları M.Sa.Ç.nin öldürülmesine,
N.Ç., Al.Ç. ve Ay.Ç.nin
yaralanmasına dair özel durumu dikkate alınmadan köyün tamamen boşalmamış
olduğu soyut gerekçesi ve şahsına yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının
bulunmaması ileri sürülerek sunduğu belgeler değerlendirilmeden idare
tarafından sunulan belgelerin dikkate alındığını, bu belgeler tebliğ edilmemek suretiylekendisine savunma yapma imkânı tanınmadan verilen
kararın adil olmadığını belirtmiştir.
20. Başvurucu; ayrıca yerleşim yeri olan Yuvalıçay
mezrasının Aydınlık köyüne bağlı bir mezra iken 2001 yılında Gürgenli köyüne bağlandığını, dolayısıyla maddi gerçeğin
tespiti açısından yargılama konusuna neden olan olayların yoğun olarak
yaşandığı dönemdeki köyün hukuki durumu dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken
hatalı şekilde 2001 yılından sonraki hukuki durum dikkate alınarak belge
düzenlendiği ve bu belgelere dayanarak yargılama yapan mercilerin hatalı karar
verdiğini, bu şikâyetinin hiçbir aşamada değerlendirilmediğini,kararların
yeterli gerekçe ihtiva etmediğini, sunduğu belgeleri dikkate almadan idarece
sunulan belgeleri dikkate alarak karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını,
kendi içinde çelişkili ve gerçeği yansıtmayan belgelere dayanılarak karar
verildiğini, davasının reddine karar verilmesi nedeniyle makul ve objektif bir
sebep bulunmamasına rağmen şahsına tazminat ödenmemesi yönünde karar alınarak
ayrımcılığa maruz kaldığını, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama
yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu mülkiyet hakkından yoksun kaldığını ve
Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle zararlarının
tazmin edilmediğini, 5233 sayılı Kanun’da yazmayan bir neden ileri sürülerek
Komisyon ve yargı makamlarınca talebinin reddedildiğini, yaptığı başvuru
hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek
Anayasa’nın2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve maddi tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, 5233
sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın
reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 7., 10., 35., 36., 87., 125. ve
141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği
anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16).
22. Başvurucu 7/5/1992 tarihinde terör örgütü mensupları ile
güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada hısımları olan M.Sa.Ç.nin
öldürüldüğünü, N.Ç. ve Ay.Ç.nin yaralandığını,
22/4/1994 tarihinde çıkan çatışmada ise Al.Ç.nin
yaralandığını beyan etmiştir. Başvurucunun 7/7/2015 tarihli dilekçesinde ileri
sürdüğü bu iddialarının başvuru formunda sunulanlardan farklı olduğu ve sonraki
dilekçede ihlal iddialarına ilişkin vakıaların genişletildiği anlaşılmıştır.
Her ne kadar başvurucu başvuru formunda hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de hısımları olan M.Sa.Ç.nin
öldürülmesi, N.Ç., Al.Ç. ve Ay.Ç.nin
yaralanması vakıalarının olgusal temellerine işaret dahi etmediği tespit
edildiğinden 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer
alan açık hüküm karşısında, bu iddiaların hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
kapsamında incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
23. Başvurucu, ayrıca Mahkemece verilen ret kararı neticesinde
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
maruz kaldığı mülkiyet hakkından yoksun kalma durumu karşısında gerçek zararını
karşılayacak bir giderim sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek
Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir. Anılan ihlal iddiaları, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve
gerekçeli karar hakkının ihlali iddiasının incelenmesi sonucu verilen karara
bağlı olarak değerlendirileceğinden bu ihlal iddiası yönünden ayrıca inceleme
yapılmamıştır. Başvurucunun diğer ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında
incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
24. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim
talebi kısmen kabul edilmekle birlikte zararının eksik hesaplandığı
gerekçesiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde
tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
25. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat
taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha
önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık
yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen
iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış
oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude
Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014,
§§ 39-44).
26. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın
hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen
iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
27. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tarafsız Mahkemede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
28. Başvurucu, idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ
edilmeyen belgelere göre karar veren Mahkemenin tarafsız olmadığını iddia
etmiştir.
29. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, benzer
iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında, başvurulara konu yargılamalarda hâkimin
tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde yargılamayı yürüten
hâkimin taraflardan birine yönelik ön yargılı ve taraflı bir tutumu, kişisel
bir kanaati veya menfaati, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu
olduğunu ortaya koyan bir bulgu saptanmadığı anlaşıldığından başvurucuların
anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, §§ 38-41; Cahit Tekin, §§ 34-37).
30. Somut başvuru açısından hâkimin tarafsızlığına ilişkin
karineyi ortadan kaldıracak bir olgu ya da bulgu saptanmadığı gibi farklı karar
verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tarafsız mahkemede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu; sunduğu bilgi, belge ve deliller dikkate
alınmaksızın sadece idare tarafından sunulan ve kendisine tebliğ edilmeyen
belgelere dayanılarak İlk Derece Mahkemesi tarafından davanın reddine karar
verildiğini belirtmiş; bu nedenle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
33. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddiası daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarında, başvurulara konu tazminat taleplerinin 5233 sayılı Kanun
kapsamında karşılanıp karşılanmayacağı noktasında Danıştay tarafından ihdas
edilen içtihadi kriter olan “yerleşim yerinin tamamen
boşalmış/boşaltılmış olması” ölçütünden yararlanıldığı, bu hususun tespiti için
de bir kısım idari birimden gelen tahkikat sonuçlarına dayanıldığı, bu
belgelerin ve içeriklerinin Komisyon ya da İlk Derece Mahkemesi kararlarına
aktarıldığı, bu suretle ilgili belgeler ve içeriklerine en geç İlk Derece
Mahkemesi kararıyla başvurucuların vakıf olduğu tespit edilmiştir.
Başvurucuların, temyiz ve karar düzeltme talep dilekçelerinde bu belgeler
ışığında yapılan tespitlere karşı itiraz ve savunmalarını ileri sürme
imkânlarının bulunduğu; başvurucular tarafından ibraz edilen delil ve beyan
dilekçeleri kapsamında Mahkemelerce idare ve başvurucular tarafından sunulan
belgeler değerlendirilerek başvuruculara dava malzemesine ilişkin olarak tetkik
ve beyanda bulunma olanağının tanındığı, bu çerçevede başvuru dosyaları
kapsamından başvurucuların yargılamanın sonucunu etkileyecek usule ilişkin bir
imkândan mahrum bırakılmadığı anlaşıldığından başvuruların bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Mesude
Yaşar, §§ 74-76; Cahit Tekin,
§§ 70-72).
34. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemelerde başvurucunun usule ilişkin bir imkândan mahrum bırakılmadığı ve
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
35. Açıklanan nedenlerle başvurucunun çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
36. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü
giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama
prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
37. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari
yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarında; Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler
ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama
sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz
yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
38. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
39. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru
tarihi (20/7/2006) ile nihai karar tarihi (19/9/2013) arasında geçen 7 yıl 1
aylık sürede, uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit
edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön
de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
41. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun
terör örgütü üyelerince annesinin amcasının çocuğu M.Şe.Ç.nin
22/4/1994 tarihinde yaralanması ve eşyaları ile birlikte meskeninin hasar
görmesi, dayısı Ad.Ç., annesinin amcası M.E.Ç.,
annesinin amcasının çocuğu N.Ç. ve hısmı olduğunu
beyan ettiği S.Ç.nin meskenlerinin zarara uğraması
noktasındaki özel durumu dikkate alınmaksızın Mahkemece mukim olduğu köyün
tamamen boşaltılmamış olduğu şeklindeki nesnel ölçütten hareketle
reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
42. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz bir takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas
yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
43. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik
ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında
bulundukları yerleri kendi istekleriyle terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararların kapsam dışında olduğu açıkçabelirtilmiştir.
44. Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle
ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan
zararların yoğunluğu karşısında 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin
edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas edilmesi
zorunlu gözükmektedir. Bu kapsamda güvenlik kaygısının yerleşim yerinde sürekli
yaşayan ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere
göre değişmemesi gereğinden, terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve
endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesinin mümkün olduğu
gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden kişiye değişebilen bir
duygu olan güvenlik kaygısının “köyün
ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim
yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması” şeklinde nesnel bir ölçüte
dayandırılmasını zorunlu görerek güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim
yerinin kısmen boşalmış olması hâlinde o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde
yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece
oluşturulduğundan hareketle 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların
idarece ödenmesine yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsemişlerdir (Mesude Yaşar, §§ 89, 90; Cahit Tekin, §§ 84, 85).
45. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin
belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve
Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile
bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut
olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece
mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen
hususlara ilişkin iddiaların maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna
varılmıştır (Sabri Çetin, §§
45-50; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B.
No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine
ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası içermesi
durumunda anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin
tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, § 93; Cahit Tekin, § 88).
46. Başvurucunun; hısımları olduklarını iddia ettiği kişilerin
terör örgütü mensuplarınca yaralanmasından, meskenleri ve eşyalarına zarar
verilmesinden kaynaklanan güvenlik kaygısıyla köyünü terk ettiği ve bu
çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğini ileri sürdüğü, belirtilen vakıaya ilişkin tutanaklar ile soruşturma
evrakını Derece Mahkemesine ibraz ederek terör olaylarından kaynaklanan
güvenlik kaygısı nedeni ileyerleşim yerini terk
ettiği noktasındaki özel durumunun dikkate alınmasını talep ettiği anlaşılmaktadır.
47. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan hükümler gözetildiğinde bireysel başvuruda bulunacakların
başvuruya konu ettiği kamu gücü işlemi, eylemi ya da ihmali nedeniyle ya
kişisel olarak doğrudan etkilenmiş olması ya da başvurucu ile doğrudan mağdur
arasında şahsi ve özel bir bağın bulunması gerekir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95,
25/12/2012, § 21).
48. Aile bireylerinden birisi insan hakları ihlalinden dolayı
mağdur olduğunda başvurucunun maruz kaldığı sıkıntı, insan hakkı ihlalinin
mağduru olan kişinin akrabasında kaçınılmaz olarak meydana geldiği kabul edilen
duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut ve karakter arz eden özel nedenlerin
varlığını gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999,
§ 98; İpek/Türkiye, B. No:
25760/94, 17/2/2004, § 181).
49. Başvurucunun, yakınının mağduriyeti nedeniyle etkilenmiş ve
kendi hayat akışına yön vermiş olduğunun kabul edilebilmesi için yaşanan olay
sonucunda duyulan üzüntünün ötesinde yakınının başına gelen hadise sebebiyle
başvurucuda oluşan algı, bu algının meydana gelmesine temel teşkil eden özel
bağ ve algının yoğunluğu hakkında açıklamada ve kanıtlamada bulunulması
gerekmektedir (Sahibe Çelik ve Necla Çelik,
B. No: 2013/4899, 20/1/2015, § 48).
50. Anayasa Mahkemesinin 5/6/2015 tarihli yazısı ile
başvurucudan, başvuru formunda ileri sürülen iddialarını ispat etmesi için
hısımları olduğu belirtilen ve mağdur olduğu beyan edilen kişiler ile kendisi
arasında şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair elverişli delilleri Mahkemeye
sunması istenmiştir.
51. Başvurucu 7/7/2015 tarihli dilekçesinde zarar gördüğü
belirtilen kişilerden S.Ç. hakkında herhangi bilgi yahut beyan sunmamış, diğer
kişiler ile aralarındaki hısımlık derecelerini ve buna ilişkin nüfus
kayıtlarını sunmanın ya da hısım olduklarını belirtmenin dışında başkaca bir
husus beyan etmemiştir.
52. Bu çerçevede başvurucunun nüfus kayıt örneğinden hısım
oldukları tespit edilemeyen S.Ç.nin ve başvurucu ile
aralarında hısımlık ilişkisi bulunan diğer kişilerin yaralanması, meskenleri ve
eşyalarına zarar verilmesi iddiaları hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından
başvurucuya yazılan müzekkereye cevap olarak başvurucunun; bu kişiler ile
arasındaki ilişkide şahsi ve özel bağ bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya
belge sunmadığı, anılan kişilerin başına geldiği iddia edilen olay neticesinde
kendisinde oluşan algı ile bu algının oluşmasına temel teşkil eden özel
nedenler ve algının yoğunluğu konusunda yeterince açıklıkta beyanının
bulunmadığı, yarıca meskenlerine zarar verildiği iddia edilen kişiler ile birlikte
yaşadığı iddiasının da olmadığı tespit edilmiştir. Bu tespit karşısında
başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesinin,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle yerleşim yerini terk edip etmediği noktasında nesnel ölçütten farklı
bir karine veya ölçüt arayışına girilmesini gerektirecek boyuta ulaşmadığı
anlaşılmaktadır.
53. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
v. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
54. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
55. Başvurucu, yerleşim yeri olan Yuvalıçay
mezrasının 2001 yılına kadar Aydınlık köyüne bağlı olduğunu ve 30/10/2001
tarihinde Gürgenli köyüne bağlandığını, dolayısıyla
Mahkeme kararında talep sonucuna etki eden husus olması hasebiyle yargılama
konusuna neden olan olayların yoğun olarak yaşandığı dönemdeki hukuki durum
dikkate alınarak belge düzenlenmesi ve karar verilmesi gerekirken bu
şikâyetlerinin hiçbir aşamada değerlendirilmeyerek karar verildiğini iddia etmiştir.
56. Gerekçeli karar hakkı, adil yargılanma hakkının somut
görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesi veAvrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi
ilke ve haklara Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
57. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden Anayasa’nın 141. maddesinin de hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
58. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm
Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213,
4/12/2013, § 26).
59. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, §
53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı
esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin
haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde
tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken
hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli karar hakkının
ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman,
B. No: 2014/2388, 4/11/2014, § 37).
60. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı
mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidirler. Gerekçe
gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu
olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No:
134/1996/753/952,19/2/1998, § 42).
61. Bir mahkeme kararının gerekçesi o davaya konu maddi
olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve
hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm
arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların, hangi nedenle haklı veya haksız
görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini
yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi
nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta
gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 56).
62. Somut olaylarda başvurucu; yerleşim yeri olan Yuvalıçay mezrasının 2001 yılına kadar Aydınlık köyüne
bağlı bir mezra olduğunu ve 2001 yılında Gürgenli
köyüne bağlandığını, dolayısıyla somut gerçeği yansıtması açısından yargılama
konusuna neden olan olayların yoğun olarak yaşandığı yıllarda Yuvalıçay mezrasının hukuki durumu dikkate alınarak karar
verilmesi gerekirken hatalı şekilde 2001 yılından sonraki hukuki durum dikkate
alınarak belge düzenlendiğini ve yargılama mercilerinin bu belgelere dayanarak
karar verdiklerini iddia etmiştir.
63. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuruda Komisyon
kararında (bkz. § 10) Yuvalıçay mezrasının Gürgenli köyüne bağlı olduğu kabul edilerek
değerlendirmeler yapıldığı tespit edilmiştir.
64. İdare Mahkemesi kararında (bkz. § 12) Batman İl Jandarma
Komutanlığının 25/3/2011 tarihli Batman Valiliğine hitaben yazılan boşalan ve
boşaltılan köylere ilişkin yazısında Gürgenli köyünün
1991 ile 1995 yılları arasında kısmen boşaldığının, Gürgenli
köyüne bağlı Yuvalıçay mezrasının 1991 ile 1995
yılları arasında kısmen boşaldığının ifade edildiği belirtilerek, bu husus ve Gürgenli köyüne ilişkin çeşitli kurumlardan toplanan
belgeler dikkate alınarak Gürgenli köyünde geçici köy
korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirilmesi ve koruculuk sisteminin
bulunması, Gürgenli köyü nüfus verileri, muhtarlık
seçimleri, Gürgenli köyündeki ilköğretim okulunun
güvenlik nedeniyle kapanan okullar arasında yer almaması gerekçelerine
dayanılarak davanın reddine karar verilmiş; kanun yolu merciince de İlk Derece
Mahkemesi kararı onanmış ve başvurucunun karar düzeltme talebi reddedilmiştir
(bkz. §§ 13, 14).
65. Batman İl Jandarma Komutanlığının yukarıdaki paragrafta
anılan yazısının ekindeki tablonun incelenmesi neticesinde Yuvalıçay
mezrasının Gürgenli köyüne bağlı olarak gösterildiği,
Gürgenli köyü ve bu köye bağlı olan Güvenç, Topluca, Yuvalıçay mezralarının 1991 ile 1995 yılları arasında
kısmen boşaldığının belirtildiği tespit edilmiştir. Aynı belgelerden Aydınlık
köyüne ilişkin kayıtların incelenmesinden köy ve bu köye bağlı olarak
gösterilen Anta, Havrik, Yeniçakmak mezralarının 1995-2002 yılları arasında tamamen
boşaltıldığının, Cirik mezrasının 1994 yılında ve Dodika mezrasının 1995 yılında tamamen boşaltılmış olup
mezraya dönüş yapılmadığının; Gazamusa, Göçbeyli, Keta mezralarında boşalma olmadığının beyan edildiği
anlaşılmaktadır.
66. Başvuru formlarının eklerinin incelenmesi neticesinde Sason
Cumhuriyet Savcılığının 8/8/1994 tarihli ve Hazırlık No: 1994/32, Takipsizlik
Karar No: 1994/17 sayılı görevsizlik kararında “Aydınlık köyü Yuvalıçay mezrasında” yaşanan olaylara ilişkin tespitlere
yer verildiği, M.Şe.Ç.nin hasar tespiti istemi
üzerine düzenlenen tespit tutanağında Sason Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/7/1995
tarihli ve 1994/5 Değişik İş sayılı kararında hasar tespiti incelemesinde
“Sason ilçesi Aydınlık köyü Yuvalıçay (Cılkas) mezrasında açık tespite başlandığı”nın
belirtildiği; jandarma astsubay kıdemli çavuş, jandarma astsubay çavuş ve
jandarma onbaşı rütbelerini haiz üç görevli tarafından düzenlenen 27/11/1993
tarihli olay yeri tespit tutanağında “Aydınlık köyü Cılkas
mezrasına” bir grup teröristin saldırıda bulunduğunun belirtildiği; jandarma
astsubay üstçavuş, uzman jandarma I. kademeli çavuş ve uzman jandarma I.
kademeli çavuş rütbelerini haiz üç görevli tarafından düzenlenen 13/3/1995
tarihli olay yeri tespit tutanağında “Aydınlık köyü Cılkaz
(Yuvalıçay) mezrasında” meydana gelen terör
olaylarına yer verildiği tespit edilmiştir.
67. Başvurucu, yerleşim yeri olan Yuvalıçay
mezrasının hukuki durumunda meydana gelen değişiklik hakkındaki iddialarını
Derece Mahkemesi önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 12)
iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince
de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır (bkz. §§ 13, 14).
Başvurucunun anılan şikâyetlerini yargılama aşamalarında ileri sürdüğü fakat
varılacak sonuç bakımından önem arz edebilecek bu husus hakkında herhangi bir
değerlendirme yapılmaması, Mahkeme kararında dayanılan belgeler ile dosya
kapsamında mevcut diğer bilgi ve belgeler dikkate alındığında olayların
yaşandığı yıllarda Yuvalıçay mezrasının bağlı
bulunduğu köy hakkındaki çelişki giderilmeksizin hüküm kurulması nedenleriyle
kararların yeterli gerekçe ihtiva etmediği sonucuna varılmıştır.
68. Başvurucunun yerleşim yeri olan Yuvalıçay
mezrasının bağlı olduğu köy konusunda olayların yaşandığı dönemlerde ve
olaylardan sonraki tarihte birtakım kurumlar tarafından düzenlenen belgeler
dikkate alınarak başvurucunun iddiası hakkında değerlendirmede bulunulması
gerekirken başvurucunun yerleşim yerinin Gürgenli
köyüne bağlı olduğu kabulünden hareketle anılan köye ilişkin kayıtlar doğrudan
esas alınarak davanın reddine karar verilmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya çıkarmaktadır.
69. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar
haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
70. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
71. Başvurucu, başvuru formlarında belirtikleri maddi tazminat
miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
72. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
73. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal
kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Batman İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
74. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
75. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Batman
İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
30/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.