TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ERDOĞAN AYHAN KİT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9302)
|
|
Karar Tarihi: 17/9/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Şükrü DURMUŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Erdoğan Ayhan KİT
|
Vekili
|
:
|
Av. Filiz Feyhan AKSOY KARAKOÇ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresini
doldurmasına rağmen serbest bırakılmadığını, tutuklama kararının somut
gerekçelere dayanmadığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürerek Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, başvurucu tarafından 13/12/2013 tarihinde Adana 10.
Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
Bölüm, 25/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5.
Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2014 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 27/3/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6.
Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
başvurucuya 28/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının
görüşüne karşı beyanlarını 10/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle
şöyledir:
8.
Başvurucu, Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk
amacıyla temin etme suçlamasıyla 10/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve
12/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır.
9.
Başvurucu hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/885-384
sayılı iddianamesiyle Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk
amacıyla temin etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından Adana 10.
Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde E.2012/46 sayılı kamu davası açılmıştır.
10.
Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46,
K.2013/88 sayılı kararıyla başvurucunun Devletin gizli belgelerini siyasal ve
askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan beraatına ve tahliyesine, kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve bu suçtan dolayı tutuklanmasına, beraat kararı verilen
suçtan tutuklu kalınan sürenin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan
verilen hapis cezalarından mahsubuna karar verilmiştir.
11.
Başvurucu, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarihli
kararına 11/10/2013 tarihinde itiraz etmiş, Mahkeme dosyayı incelenmek üzere
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
12.
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2013 tarih ve 2013/504
Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiş ve
tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 15/11/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
13.
Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46,
K.2013/88 sayılı kararının temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 7/7/2014
tarih ve E.2014/4207, K.2014/8246 sayılı ilamla hükmün başvurucu yönünden
bozulmasına ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
14.
Başvurucu, 13/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15.
26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109.
maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir kimseyi hukuka
aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun
bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişi, fiili işlemek
için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun;
a) Silahla,
b) Birden fazla kişi
tarafından birlikte,
c) Kişinin yerine getirdiği
kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevinin sağladığı
nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Üstsoy, altsoy veya eşe
karşı,
f) Çocuğa ya da beden veya
ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi halinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.”
16.
Aynı Kanun’un 328. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması
gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir.”
17.
4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 101.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tutuklamaya,
tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin
kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir…”
18.
Aynı Kanun’un 102. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen
işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde
gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
19.
Aynı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve
kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini
isteyebilir.”
20.
26/9/2004 tarih ve 5235 Sayılı
Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanunu’nun 11. maddesi şöyledir:
“Kanunların ayrıca görevli
kıldığı hâller saklı kalmak üzere, sulh ceza hâkimliği ve ağır ceza
mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza
mahkemelerince bakılır.”
21.
Aynı Kanun’un 12.maddesi şöyledir:
“ Kanunların ayrıca görevli kıldığı
hâller saklı kalmak üzere, … on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren
suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22.
Mahkemenin 17/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 13/12/2013 tarih ve 2013/9302 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23.
Başvurucu, ağır ceza mahkemesinin görevine giren bir suçtan
tutuklandıktan sonra bu suçtan beraat ettiğini, beraat kararı sonrasında asliye
ceza mahkemesinin görevine giren kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu
nedeniyle tutuklandığını, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin tutuklama ile
ilgili azami sınırı belirlerken yargılamayı yapan mahkemeyi değil, suçun tabi
olduğu görevli mahkemeyi esas aldığını, bu nedenle kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma suçu nedeniyle azami tutukluluk süresinin 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesi gereğince 1 yıl 6 ay olduğunu, Anayasa Mahkemesinin “uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve
kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı” kararı göz önünde
alındığında asliye ceza mahkemesinin görevine giren suça ilişkin azami
tutukluluk süresinin uygulanması gerektiğini, 7/10/2013 tarihinde verilen
tutuklama kararına kadar 1 yıl 7 ay 27 gün tutuklu kalmak suretiyle 1 yıl 6
aylık azami sürenin aşıldığını ve halen tutuklu olduğunu, tutuklama kararının
bu yönüyle kanunilik şartını ihlal ettiğini, hakkındaki tutuklama kararının
orantılı olmadığını ve somut gerekçelere dayanmadığını, tutuklama yerine geçen
seçeneklerin değerlendirilmediğini, mahkûmiyet kararı kesinleşmemiş olmasına
rağmen tutuklamada ceza süresinin dikkate alınması nedeniyle masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde
düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve 38. maddesinde düzenlenen
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
24.
Başvurucunun şikâyetlerinin, masumiyet karinesinin ihlali, azami
tutukluluk süresinin aşılması ve tutuklama kararının gerekçesinin soyut olduğu
iddialarına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurunun, masumiyet
karinesi ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
1. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
Yönünden
25.
Başvurucu, tutuklama ile ilgili karar verilirken kesin hüküm
halini almayan ceza süresinin dikkate alınması suretiyle masumiyet karinesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26.
Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ise 6. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında düzenlenmiştir.
27.
Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
28.
Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir suç ile
itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”
29.
Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kişinin suç
işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul
edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
30.
Bununla birlikte masumiyet karinesi adli makamların soruşturma
ve kovuşturma işlemlerini yapmalarına, bu çerçevede şartları oluşmuşsa koruma
tedbirlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Anayasa’nın 19. maddesindeki
güvencelere uyulması şartıyla kişi hakkında tutuklama tedbirine başvurulması da
masumiyet karinesinin ihlal edildiği anlamına gelmez. Nitekim Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’de (AİHM) mahkûm edilen bir kişinin
temyiz aşamasında tutuklu bulundurulmasının Sözleşme’nin 6. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının ihlaline yol açmadığına karar vermiştir (Bkz: Cuvillers ve Da Luz /Fransa, B. No
55052/00, 1/9/2003).
31.
Somut olayda, başvurucu, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesince 7/10/2013
tarihinde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan toplam 16 yıl 8 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına ve verilen hapis cezasının süresine göre açıkça
kaçma şüphesi altında olması nedeniyle tutuklanmasına karar verilmiştir.
32.
Mahkemenin, başvurucu hakkında hükmettiği hapis cezasının
süresine bağlı olarak 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (a) bendinde geçen “kaçacağı”
şüphesiyle tutuklama kararı vermesi masumiyet karinesinin ihlali olarak kabul
edilemez.
33.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “masumiyet karinesi”nin
ihlal edildiği yönündeki iddiasının, bir ihlalin olmadığının açık olmasından
dolayı “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden
a. Tutukluluğun Azami Süreyi Aştığı İddiası
34.
Başvurucu, mahkûmiyetine esas alınan “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçuna ilişkin
yargılamanın asliye ceza mahkemesinin görev alanına girmesi nedeniyle azami
tutukluluk süresinin de bir yıl altı ay olarak kabul edilmesi gerektiğini,
tutuklu kaldığı sürenin azami süreyi aştığını, bu nedenle verilen tutuklama
kararının kanunilik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
35.
Adalet Bakanlığı, AİHM’e göre bir
tutmanın Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrası anlamında hukuki
sayılabilmesi için anılan fıkranın (a) ile (f) bentleri arasındaki
istisnalardan birinin kapsamına girmesi gerektiğini, tutmanın kanuni olduğunun
anlaşılmasından sonra kanunda düzenlenen prosedürün izlenip izlenmediği de
dâhil olmak üzere esas ve usul kurallarına uyma yükümlülüğünün ulusal hukuka
ait olduğunu, keyfiliğin önlenmesi için ulusal yasaların tümünün erişilebilir,
açık ve öngörülebilir olması gerektiğini belirtmiştir.
36.
Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, ağır ceza
mahkemesinin görevine giren bir suçtan dolayı tutuklandığını ancak bu suçtan
beraat ettiğini, beraat kararı sonrası asliye ceza mahkemesinin görev alanına
giren bir suçtan dolayı tutuklandığını, tutuklamanın baştan sonuç doğuracağı
ilkesi gereği asliye ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçlara ilişkin
bir yıl altı ay azami tutukluluk süresinin uygulanması gerektiğini, ancak 1 yıl
7 ay 27 gün tutuklu kalması nedeniyle azami sürenin aşıldığını, Yargıtay 5. Ceza
Dairesinin 4/1/2011 gün ve E.2010/8529, K.2011/77 sayılı kararının bu konuda
emsal oluşturduğunu belirtmiştir.
37.
Başvurucunun emsal karar olarak gösterdiği Yargıtay 5. Ceza
Dairesinin kararında; “… Asliye ceza
mahkemesinin görev alanına giren suçlarda toplam tutukluluk süresinin 1 yıl 6
ay, ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlarda ise toplam tutukluluk
süresinin 5 yılı geçemeyeceği nazara alındığında dosya kapsamına göre sanık O.K.nın 12.12.2007 tarihinde, sanık S.E.nin
ise 02.06.2008 tarihinde tutuklandıkları, yapılan yargılama sonucunda A. 1.
Ağır Ceza Mahkemesinin 11.12.2009 gün ve 2008/130 Esas, 2009/469 Karar sayılı
ilamı ile TCK.nun 109/2-3-5 ve 105/1 maddeleri
uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verildiği anlaşılmakla,
tutuklulukta geçen süreye göre sanıkların başka suçtan tutuklu veya hükümlü bulunmadıklar takdirde TAHLİYELERİNE …” karar
verilmiştir.
38.
Başvurucunun, azami tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu
şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekir.
39.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya
bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim
kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
40.
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra,
ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması
ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi
birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
41.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok
edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla
tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi
öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır.
Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın
kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı
delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın
kendine özgü şartlarına bağlıdır (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
42.
Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham
edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde
toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen
soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini
oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli
süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas
teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının
sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak
olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 73).
43.
5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresinin en çok
bir yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek altı ay
daha uzatılabileceği, (2) numaralı fıkrasında ise ağır ceza mahkemesinin
görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu, bu sürenin
zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin
toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir.
44.
5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde belirtilen tutukluluk
süreleri, yargılamanın yapıldığı mahkemeye göre değil, 5235 sayılı Kanun’un 11.
ve 12. maddelerindeki düzenlemeye göre yargılama konusu suçun hangi mahkemenin
görevi kapsamında kabul edildiğine göre belirlenecektir.
45.
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre değişik
mahkemelerin görevine giren suçların aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle ve
birlikte yüksek görevli mahkemede yargılama konusu olması mümkündür. Bu durumda
yargılama konusu suç, alt dereceli mahkemenin görevine girse bile bağlantılı
suç nedeniyle üst dereceli mahkeme davaya bakacaktır.
46.
Bu kapsamda, değişik mahkemelerin görevine giren suçların hukuki
bağlantı nedeniyle birlikte yüksek görevli mahkemede yargılama konusu olması
durumunda kanuni tutukluluk süresi tutuklamaya esas alınan suça göre
belirlenecektir. Tutuklama kararının dayanağı suç ağır ceza mahkemesinin
görevine giren bir suç ise kanuni tutukluluk süresi de buna göre
belirlenecektir. Sonradan bu suç hakkında beraat kararı verilmiş olmasının
kanuni tutukluluk süresine etkisi olmayacaktır.
47.
Anayasa’nın 19. maddesindeki güvencelere uyulması şartıyla kişi
hakkında tutuklama tedbirine başvurulduktan sonra yargılama sonunda beraat
kararı verilmesi mümkündür. Zira kişinin tutuklanması için suç işlediğine
ilişkin “kuvvetli belirti”ye dayanak oluşturan
olguların bulunması yeterli iken, mahkûmiyet hükmü verilebilmesi için kişinin
suçu işlediği konusunda mahkemenin kesin bir kanaate ulaşmasını sağlayacak
olgulara gerek duyulacaktır. Bu çerçevede mahkemenin, yargılama süreci sona
ermeden kişinin beraat edeceğini veya mahkûm olacağını önceden öngörmesi mümkün
değildir.
48.
Somut olayda başvurucu “Devletin
gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme”
suçlamasıyla 10/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış, aynı suçtan 12/2/2012
tarihinde tutuklanmış ve hakkında “Devletin
gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme” ve
“kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
(iki kez)” suçlarından Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası
açılmıştır.
49.
Mahkeme, 7/10/2013 tarihli kararla, başvurucunun, tutuklama
müzekkeresinde yer alan “Devletin gizli
belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme” suçundan
beraatına ve bu suçtan tahliyesine, “kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından ise hapis cezası ile cezalandırılmasına
ve bu suçtan dolayı tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 7/7/2014 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir.
50.
Başvurucu hakkındaki 12/2/2012 tarihli tutuklama kararına esas
teşkil eden suçun yargılama görevi 5235 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince
ağır ceza mahkemesine aittir. Başvurucunun bu suçtan tutuklu kaldığı süre 1 yıl
7 ay 27 gün olup, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı bendinde
öngörülen 5 yıllık azami süre aşılmamıştır.
51.
Mahkemenin, kovuşturmanın sonunda ağır ceza mahkemesinin görevi
kapsamında kalan suçtan beraat kararı vermiş olmasının uygulanacak kanuni
tutukluluk süresine bir etkisi olmayacaktır. Bu nedenle başvurucunun
tutukluluğuna esas alınacak kanuni tutukluluk süresinin, asliye ceza
mahkemesinin görevine giren suçlara ilişkin süreler olarak kabulü mümkün
değildir.
52.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “azami tutukluluk süresinin aşıldığı” yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Tutuklama ve Tutukluluğun Devamına İlişkin
Kararların Gerekçelerinin Soyut Olduğu İddiası
53.
Başvurucu, tutuklama ve tutuklamanın devamı kararlarının
gerekçesinin soyut olduğu, kararda kaçma şüphesini doğrulayan somut olgunun
gösterilmediğini ve adli kontrol tedbirinin dikkate alınmadığını ileri
sürmüştür.
54. Adalet
Bakanlığı görüşünde; AİHM kararlarına göre, bir suç işlediği şüphesiyle
hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için ilgili kişinin atılı suçu işlediği
yönünde makul şüphe (reasonable suspicion) ya
da inandırıcı nedenlerin (raisons plausibles)
bulunması gerektiğini, bu gerekliliğin tutukluluk açısından olmazsa olmaz bir
koşul olduğunu ve tutukluluğunun devam ettiği her aşamada varlığını sürdürmesi
gerektiğini, makul şüphenin ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması
gerektiğini, makul şüphenin, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü
koşulları da dikkate alındığında, olaylara dışarıdan bakan ve tamamen objektif
bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olması gerektiğini, suç işlediğinden
kuşkulanılan bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla
tutuklanmaması gerektiğini, ancak tutukluluğu meşru kılan bazı gerekçeler göstererek
bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olarak değerlendirilemeyeceğini
belirtmiştir.
55.
Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanında
tutuklama ve tutukluluğun devamına dair kararların gerekçelerinin soyut
olduğunu, başvuruya esas karardaki “ceza
süresi ve kaçma şüphesi” gerekçesinin somut kanıtlara dayanmadığını,
ilk derece mahkemesinin “adli kontrol
uygulaması ile ilgili talebe” ya yanıt vermediği ya da soyut
nedenlerle talebi reddettiğini belirtilmiştir.
56.
Somut olayda, başvurucunun, tutuklama ve tutukluluğun devamına
ilişkin kararların gerekçelerinin soyut olduğu yönündeki iddiasının,
yargılandığı Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/46 sayılı dosyasında
7/10/2013 tarihli kararla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından
mahkûmiyetine bağlı olarak bu suçlardan tutuklanması ile bu karara yapılan
itirazın derece mahkemeleri tarafından reddilmesine
ilişkin olduğu değerlendirilmiştir.
57.
Bu nedenle, başvurucunun iddialarının Anayasa’nın 19. maddesinin
ikinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
58.
Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“ Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; … halleri dışında kimse
hürriyetinden yoksun bırakılamaz..”
59.
Anayasa’nın 19. maddenin birinci fıkrasında
herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu, ikinci ve üçüncü
fıkralarında ise bireylerin bu haktan şekil ve şartları kanunda gösterilen bazı
istisnai durumlarda mahrum edilebileceği kuralı yer almaktadır (B. No: 2012/338, 2/7/2013, §
38). Buna göre, hürriyetten yoksun bırakılma ancak Anayasa’nın anılan
maddesi kapsamında belirlenen durumlardan birinin varlığı halinde söz konusu
olabilir. (B. No: 2012/348, 4/12/2013, § 39). “Mahkemelerce
verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların yerine getirilmesi”
amacıyla kişilerin hürriyetinden yoksun bırakılması maddenin ikinci fıkrasında
sayılan hallerden biridir (B. No: 2012/1006, 16/7/2014, § 20).
60.
AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın,
söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet
sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin
hesabında dikkate almamaktadır (Bkz: Solmaz/Türkiye, 27561/02, 16/1/2007,
§§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye,
29361/07, 27/5/2010, § 26), (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 32). Öte yandan,
burada geçen “sonra” ifadesi, tutuklamanın sadece zaman bakımından
mahkûmiyetin ardından gelmesi anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda tutuklama,
mahkûmiyetin bir sonucu olmalı, mahkûmiyetin ardından ve mahkûmiyete bağlı
olarak veya mahkûmiyet sebebiyle gerçekleşmelidir (Bkz.Van Droogenbroeck/Belçika,
B. No: 7906/77, 24/6/1982 § 35).
61.
Somut olayda, başvurucu hakkında, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi
7/10/2013 tarihli kararında toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve “… kişiyi özgürlükten
yoksun kılmak suçlarından verilen hapis cezalarının sürelerine göre, açıkça
kaçma şüphesi altında olmaları nedeniyle CMK.100 ve devamı maddeleri gereğince
tutuklanmalarına,” şeklindeki gerekçe ile tutuklama kararı
vermiştir. Başvurucunun, tutuklama kararına yaptığı itirazı Adana 8. Ağır Ceza
Mahkemesi 31/10/2013 tarih ve 2013/504 D.İş sayılı
kararında “sanıklara atılı suçun vasıf ve
mahiyeti, verilen ceza miktarı göz önünde bulundurularak Adana 10. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin 7/10/2013 tarihli açık yargılamada sanıkların tutuklanmalarına ilişkin
verilen kararda yasal bir isabetsizlik bulunmadığından sanıklar müdafilerinin
itirazlarının reddine ve sanıkların tutukluluk hallerinin devamına” şeklindeki
gerekçe ile reddine karar verilmiştir.
62.
Buna göre başvurucu hakkındaki 7/10/2013 tarihli
tutuklama kararı, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
kapsamında kalan “mahkumiyet kararı sonrasında yasaya
uygun olarak tutulması” halidir. Kararın gerekçesine göre mahkûmiyet kararı ve tutuklama kararı
arasında yeterli bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır.
63.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, “tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların
gerekçelerinin soyut olması” yönündeki iddiası yönünden bir ihlalin
olmadığı açık olduğundan, başvurunun “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. “Masumiyet karinesi”nin
ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
2. “Azami
tutukluluk süresinin aşıldığı” yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
3. “Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin soyut olması”
yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan
yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına,
17/9/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.