TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ERDOĞAN AYHAN KİT BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9302)
Karar Tarihi: 17/9/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Zehra Ayla PERKTAŞ
Burhan ÜSTÜN
Nuri NECİPOĞLU
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Şükrü DURMUŞ
Başvurucu
Erdoğan Ayhan KİT
Vekili
Av. Filiz Feyhan AKSOY KARAKOÇ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen serbest bırakılmadığını, tutuklama kararının somut gerekçelere dayanmadığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucu tarafından 13/12/2013 tarihinde Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 25/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 27/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 28/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 10/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme suçlamasıyla 10/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 12/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır.
9. Başvurucu hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/885-384 sayılı iddianamesiyle Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde E.2012/46 sayılı kamu davası açılmıştır.
10. Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46, K.2013/88 sayılı kararıyla başvurucunun Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan beraatına ve tahliyesine, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu suçtan dolayı tutuklanmasına, beraat kararı verilen suçtan tutuklu kalınan sürenin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen hapis cezalarından mahsubuna karar verilmiştir.
11. Başvurucu, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarihli kararına 11/10/2013 tarihinde itiraz etmiş, Mahkeme dosyayı incelenmek üzere Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
12. Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2013 tarih ve 2013/504 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiş ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 15/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46, K.2013/88 sayılı kararının temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 7/7/2014 tarih ve E.2014/4207, K.2014/8246 sayılı ilamla hükmün başvurucu yönünden bozulmasına ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
14. Başvurucu, 13/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun;
a) Silahla,
b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı,
f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.”
16. Aynı Kanun’un 328. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir.”
17. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 101. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir…”
18. Aynı Kanun’un 102. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
19. Aynı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
20. 26/9/2004 tarih ve 5235 Sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanunu’nun 11. maddesi şöyledir:
“Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, sulh ceza hâkimliği ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılır.”
21. Aynı Kanun’un 12.maddesi şöyledir:
“ Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, … on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 17/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/12/2013 tarih ve 2013/9302 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, ağır ceza mahkemesinin görevine giren bir suçtan tutuklandıktan sonra bu suçtan beraat ettiğini, beraat kararı sonrasında asliye ceza mahkemesinin görevine giren kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu nedeniyle tutuklandığını, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin tutuklama ile ilgili azami sınırı belirlerken yargılamayı yapan mahkemeyi değil, suçun tabi olduğu görevli mahkemeyi esas aldığını, bu nedenle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu nedeniyle azami tutukluluk süresinin 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesi gereğince 1 yıl 6 ay olduğunu, Anayasa Mahkemesinin “uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı” kararı göz önünde alındığında asliye ceza mahkemesinin görevine giren suça ilişkin azami tutukluluk süresinin uygulanması gerektiğini, 7/10/2013 tarihinde verilen tutuklama kararına kadar 1 yıl 7 ay 27 gün tutuklu kalmak suretiyle 1 yıl 6 aylık azami sürenin aşıldığını ve halen tutuklu olduğunu, tutuklama kararının bu yönüyle kanunilik şartını ihlal ettiğini, hakkındaki tutuklama kararının orantılı olmadığını ve somut gerekçelere dayanmadığını, tutuklama yerine geçen seçeneklerin değerlendirilmediğini, mahkûmiyet kararı kesinleşmemiş olmasına rağmen tutuklamada ceza süresinin dikkate alınması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
24. Başvurucunun şikâyetlerinin, masumiyet karinesinin ihlali, azami tutukluluk süresinin aşılması ve tutuklama kararının gerekçesinin soyut olduğu iddialarına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurunun, masumiyet karinesi ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
25. Başvurucu, tutuklama ile ilgili karar verilirken kesin hüküm halini almayan ceza süresinin dikkate alınması suretiyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir.
27. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
28. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”
29. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
30. Bununla birlikte masumiyet karinesi adli makamların soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yapmalarına, bu çerçevede şartları oluşmuşsa koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Anayasa’nın 19. maddesindeki güvencelere uyulması şartıyla kişi hakkında tutuklama tedbirine başvurulması da masumiyet karinesinin ihlal edildiği anlamına gelmez. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’de (AİHM) mahkûm edilen bir kişinin temyiz aşamasında tutuklu bulundurulmasının Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ihlaline yol açmadığına karar vermiştir (Bkz: Cuvillers ve Da Luz /Fransa, B. No 55052/00, 1/9/2003).
31. Somut olayda, başvurucu, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesince 7/10/2013 tarihinde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve verilen hapis cezasının süresine göre açıkça kaçma şüphesi altında olması nedeniyle tutuklanmasına karar verilmiştir.
32. Mahkemenin, başvurucu hakkında hükmettiği hapis cezasının süresine bağlı olarak 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde geçen “kaçacağı” şüphesiyle tutuklama kararı vermesi masumiyet karinesinin ihlali olarak kabul edilemez.
33. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “masumiyet karinesi”nin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, bir ihlalin olmadığının açık olmasından dolayı “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden
a. Tutukluluğun Azami Süreyi Aştığı İddiası
34. Başvurucu, mahkûmiyetine esas alınan “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçuna ilişkin yargılamanın asliye ceza mahkemesinin görev alanına girmesi nedeniyle azami tutukluluk süresinin de bir yıl altı ay olarak kabul edilmesi gerektiğini, tutuklu kaldığı sürenin azami süreyi aştığını, bu nedenle verilen tutuklama kararının kanunilik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
35. Adalet Bakanlığı, AİHM’e göre bir tutmanın Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrası anlamında hukuki sayılabilmesi için anılan fıkranın (a) ile (f) bentleri arasındaki istisnalardan birinin kapsamına girmesi gerektiğini, tutmanın kanuni olduğunun anlaşılmasından sonra kanunda düzenlenen prosedürün izlenip izlenmediği de dâhil olmak üzere esas ve usul kurallarına uyma yükümlülüğünün ulusal hukuka ait olduğunu, keyfiliğin önlenmesi için ulusal yasaların tümünün erişilebilir, açık ve öngörülebilir olması gerektiğini belirtmiştir.
36. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren bir suçtan dolayı tutuklandığını ancak bu suçtan beraat ettiğini, beraat kararı sonrası asliye ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı tutuklandığını, tutuklamanın baştan sonuç doğuracağı ilkesi gereği asliye ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçlara ilişkin bir yıl altı ay azami tutukluluk süresinin uygulanması gerektiğini, ancak 1 yıl 7 ay 27 gün tutuklu kalması nedeniyle azami sürenin aşıldığını, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 4/1/2011 gün ve E.2010/8529, K.2011/77 sayılı kararının bu konuda emsal oluşturduğunu belirtmiştir.
37. Başvurucunun emsal karar olarak gösterdiği Yargıtay 5. Ceza Dairesinin kararında; “… Asliye ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlarda toplam tutukluluk süresinin 1 yıl 6 ay, ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlarda ise toplam tutukluluk süresinin 5 yılı geçemeyeceği nazara alındığında dosya kapsamına göre sanık O.K.nın 12.12.2007 tarihinde, sanık S.E.nin ise 02.06.2008 tarihinde tutuklandıkları, yapılan yargılama sonucunda A. 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 11.12.2009 gün ve 2008/130 Esas, 2009/469 Karar sayılı ilamı ile TCK.nun 109/2-3-5 ve 105/1 maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verildiği anlaşılmakla, tutuklulukta geçen süreye göre sanıkların başka suçtan tutuklu veya hükümlü bulunmadıklar takdirde TAHLİYELERİNE …” karar verilmiştir.
38. Başvurucunun, azami tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
39. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
40. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
41. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
42. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).
43. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresinin en çok bir yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabileceği, (2) numaralı fıkrasında ise ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu, bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir.
44. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde belirtilen tutukluluk süreleri, yargılamanın yapıldığı mahkemeye göre değil, 5235 sayılı Kanun’un 11. ve 12. maddelerindeki düzenlemeye göre yargılama konusu suçun hangi mahkemenin görevi kapsamında kabul edildiğine göre belirlenecektir.
45. Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre değişik mahkemelerin görevine giren suçların aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle ve birlikte yüksek görevli mahkemede yargılama konusu olması mümkündür. Bu durumda yargılama konusu suç, alt dereceli mahkemenin görevine girse bile bağlantılı suç nedeniyle üst dereceli mahkeme davaya bakacaktır.
46. Bu kapsamda, değişik mahkemelerin görevine giren suçların hukuki bağlantı nedeniyle birlikte yüksek görevli mahkemede yargılama konusu olması durumunda kanuni tutukluluk süresi tutuklamaya esas alınan suça göre belirlenecektir. Tutuklama kararının dayanağı suç ağır ceza mahkemesinin görevine giren bir suç ise kanuni tutukluluk süresi de buna göre belirlenecektir. Sonradan bu suç hakkında beraat kararı verilmiş olmasının kanuni tutukluluk süresine etkisi olmayacaktır.
47. Anayasa’nın 19. maddesindeki güvencelere uyulması şartıyla kişi hakkında tutuklama tedbirine başvurulduktan sonra yargılama sonunda beraat kararı verilmesi mümkündür. Zira kişinin tutuklanması için suç işlediğine ilişkin “kuvvetli belirti”ye dayanak oluşturan olguların bulunması yeterli iken, mahkûmiyet hükmü verilebilmesi için kişinin suçu işlediği konusunda mahkemenin kesin bir kanaate ulaşmasını sağlayacak olgulara gerek duyulacaktır. Bu çerçevede mahkemenin, yargılama süreci sona ermeden kişinin beraat edeceğini veya mahkûm olacağını önceden öngörmesi mümkün değildir.
48. Somut olayda başvurucu “Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme” suçlamasıyla 10/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış, aynı suçtan 12/2/2012 tarihinde tutuklanmış ve hakkında “Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme” ve “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma (iki kez)” suçlarından Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır.
49. Mahkeme, 7/10/2013 tarihli kararla, başvurucunun, tutuklama müzekkeresinde yer alan “Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme” suçundan beraatına ve bu suçtan tahliyesine, “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından ise hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu suçtan dolayı tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 7/7/2014 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir.
50. Başvurucu hakkındaki 12/2/2012 tarihli tutuklama kararına esas teşkil eden suçun yargılama görevi 5235 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince ağır ceza mahkemesine aittir. Başvurucunun bu suçtan tutuklu kaldığı süre 1 yıl 7 ay 27 gün olup, 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı bendinde öngörülen 5 yıllık azami süre aşılmamıştır.
51. Mahkemenin, kovuşturmanın sonunda ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamında kalan suçtan beraat kararı vermiş olmasının uygulanacak kanuni tutukluluk süresine bir etkisi olmayacaktır. Bu nedenle başvurucunun tutukluluğuna esas alınacak kanuni tutukluluk süresinin, asliye ceza mahkemesinin görevine giren suçlara ilişkin süreler olarak kabulü mümkün değildir.
52. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “azami tutukluluk süresinin aşıldığı” yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Tutuklama ve Tutukluluğun Devamına İlişkin Kararların Gerekçelerinin Soyut Olduğu İddiası
53. Başvurucu, tutuklama ve tutuklamanın devamı kararlarının gerekçesinin soyut olduğu, kararda kaçma şüphesini doğrulayan somut olgunun gösterilmediğini ve adli kontrol tedbirinin dikkate alınmadığını ileri sürmüştür.
54. Adalet Bakanlığı görüşünde; AİHM kararlarına göre, bir suç işlediği şüphesiyle hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için ilgili kişinin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe (reasonable suspicion) ya da inandırıcı nedenlerin (raisons plausibles) bulunması gerektiğini, bu gerekliliğin tutukluluk açısından olmazsa olmaz bir koşul olduğunu ve tutukluluğunun devam ettiği her aşamada varlığını sürdürmesi gerektiğini, makul şüphenin ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması gerektiğini, makul şüphenin, elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında, olaylara dışarıdan bakan ve tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olması gerektiğini, suç işlediğinden kuşkulanılan bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanmaması gerektiğini, ancak tutukluluğu meşru kılan bazı gerekçeler göstererek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir.
55. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanında tutuklama ve tutukluluğun devamına dair kararların gerekçelerinin soyut olduğunu, başvuruya esas karardaki “ceza süresi ve kaçma şüphesi” gerekçesinin somut kanıtlara dayanmadığını, ilk derece mahkemesinin “adli kontrol uygulaması ile ilgili talebe” ya yanıt vermediği ya da soyut nedenlerle talebi reddettiğini belirtilmiştir.
56. Somut olayda, başvurucunun, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin soyut olduğu yönündeki iddiasının, yargılandığı Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/46 sayılı dosyasında 7/10/2013 tarihli kararla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından mahkûmiyetine bağlı olarak bu suçlardan tutuklanması ile bu karara yapılan itirazın derece mahkemeleri tarafından reddilmesine ilişkin olduğu değerlendirilmiştir.
57. Bu nedenle, başvurucunun iddialarının Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
58. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“ Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; … halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz..”
59. Anayasa’nın 19. maddenin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise bireylerin bu haktan şekil ve şartları kanunda gösterilen bazı istisnai durumlarda mahrum edilebileceği kuralı yer almaktadır (B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 38). Buna göre, hürriyetten yoksun bırakılma ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. (B. No: 2012/348, 4/12/2013, § 39). “Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların yerine getirilmesi” amacıyla kişilerin hürriyetinden yoksun bırakılması maddenin ikinci fıkrasında sayılan hallerden biridir (B. No: 2012/1006, 16/7/2014, § 20).
60. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Bkz: Solmaz/Türkiye, 27561/02, 16/1/2007, §§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye, 29361/07, 27/5/2010, § 26), (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 32). Öte yandan, burada geçen “sonra” ifadesi, tutuklamanın sadece zaman bakımından mahkûmiyetin ardından gelmesi anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda tutuklama, mahkûmiyetin bir sonucu olmalı, mahkûmiyetin ardından ve mahkûmiyete bağlı olarak veya mahkûmiyet sebebiyle gerçekleşmelidir (Bkz.Van Droogenbroeck/Belçika, B. No: 7906/77, 24/6/1982 § 35).
61. Somut olayda, başvurucu hakkında, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi 7/10/2013 tarihli kararında toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “… kişiyi özgürlükten yoksun kılmak suçlarından verilen hapis cezalarının sürelerine göre, açıkça kaçma şüphesi altında olmaları nedeniyle CMK.100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmalarına,” şeklindeki gerekçe ile tutuklama kararı vermiştir. Başvurucunun, tutuklama kararına yaptığı itirazı Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2013 tarih ve 2013/504 D.İş sayılı kararında “sanıklara atılı suçun vasıf ve mahiyeti, verilen ceza miktarı göz önünde bulundurularak Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 7/10/2013 tarihli açık yargılamada sanıkların tutuklanmalarına ilişkin verilen kararda yasal bir isabetsizlik bulunmadığından sanıklar müdafilerinin itirazlarının reddine ve sanıkların tutukluluk hallerinin devamına” şeklindeki gerekçe ile reddine karar verilmiştir.
62. Buna göre başvurucu hakkındaki 7/10/2013 tarihli tutuklama kararı, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında kalan “mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması” halidir. Kararın gerekçesine göre mahkûmiyet kararı ve tutuklama kararı arasında yeterli bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, “tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin soyut olması” yönündeki iddiası yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. “Masumiyet karinesi”nin ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
2. “Azami tutukluluk süresinin aşıldığı” yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
3. “Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin soyut olması” yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
17/9/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.